Etiket arşivi: Reşit Galip

Cumhuriyet Devriminin Piyadesi Reşit Galip

Cumhuriyet Devriminin Piyadesi
Reşit Galip

Prof. Dr. Mithat BAYDUR
İSTANBUL OKAN ÜNİVERSİTESİ
(*) Reşit Galip’in üçüncü kuşak yeğeni
Cumhuriyet, 17 Mart 2021 

Hacı Mehmet Ağa sülalesinin en çalışkan ve akıllı evlatlarından biri… (Hacı Mehmet Ağa sülalesinin Rodos’un en önemli eşraflarından olduğunu, küçüklüğümden bu yana İstanbul ve İzmir’de yaşayan tüm Rodos göçmenlerinden duydum.)

Mahkeme reisi Mehmet Galip Bey ile Münevver Hanım’ın altı çocuğundan biri… 1893 doğumlu… 4 yaşında iken Osmanlı-Yunan savaşını duyacaktır. Yirmi yaşlarında da Balkan Savaşlarını yaşayacaktır…

Dedemler, Rodos’tan İstanbul’a doğru, İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında göç ederlerken, Uşi Antlaşması gereğince İtalyanlara geçmiş adanın, İtalyanca yazılı evlerinin tapusunu yanlarına alarak ve o koskoca köşkü de orada bırakarak adadan ayrılacaklardır. (O evin İtalyanca tapusu hâlâ annemin çekmecesindedir.)

KIRSAL KALKINMACI

Reşit Galip’in kitap sevgisini, siyasete ilgisini babamın ve dedemin ayrıldıkları Rodos evinden geride bıraktıkları kitapları anlatımından bugün bile çok iyi hatırlıyoruz.

Evet… Mekteb-i Tıbbiye’de okudu. Ama İttihat ve Terakki’nin kurucularından birçoğunun hekim olduğu hatırlanırsa, o dönem imparatorluk kaderinde Tıbbiye, Harbiye ve Mülkiye üçgeni baskın konumdadır. Milliyetçilik, Fransız İhtilali ve Avrupa genel siyasi tarihi kitapları geride bırakılarak aile belirli periyotlar halinde anavatana göç edecektir.

Dr. Reşip Galip ve Baydur ailesi ülkeye sadece sevdalarını değil, fazilet ve devlet terbiyesi algı ve edinimlerini de bırakmışlar ve bırakmaya devam etmektedirler… Dr. Reşit Galip, Balkan Savaşı’nda vardır. Birinci Dünya Savaşı için gönüllü olmuştur. Yani, 1912-1918 arası bu devlet için cephelerde koştururken, Tıbbiye’yi ancak 1917’de bitirebilmiştir.

Ağabeyi Hüseyin Ragıp Baydur da 1890 doğumlu olup, ailesi idadi için İzmir’e gönderdiğinde İzmir İdadisini Kanunu Esasi’nin yeniden yürürlüğe girdiği 1908’den bir yıl sonra 1909’da bitirecek ve İstanbul Hukuk’ta okuyacaktır.

Üç adet A tipi diye ifade edilen Roma, Londra ve Washington büyükelçiliklerinde bulunmuştur.

Dr. Reşit Galip, Rusya’da da görülmüş olan Narodnik (19. yüzyılın ikinci döneminde görülen sosyal devrimci bir yaklaşım) hareketin yeni Cumhuriyet’te bir anlamda ateşli savuncusuydu…

Kalkınmanın köyden başlaması ve kırsal alandan gelen aydınlanmanın kır-kent geçişkenliğinde kalıcılaşmasını, böylece sağlam bir ideolojik bağın ya da kuşağın sosyal kümelere sarılıp, sarmalanmasını hayal ediyordu.

Dr. Reşit Galip, devrimciydi… Ve her devrimci gibi tahammülsüzdü… Aceleciydi… Atatürk’ün sofrasında, bu sebeple bu devrim ateşine “eski”yi temsil eden Esat Bey’lerin ayak uyduramayacağını haykırıyordu…

ASIL AMAÇ YİNE AYNI

Dönemler değişiyor, iktidara yakın profiller hiç değişmiyor… Bugün nasıl siyasal iktidara ve Cumhurbaşkanı’na Merkez Bankası rezervlerinden, sağlık alanına kadar yaranma duygusuyla gerçekler iletilmiyorsa, o dönemde de yeni rejim dalkavuklarının mebzul (bol, pek çok) miktarda olduğu bir iklimde, Mustafa Kemal’in yüzüne yanlışlarını haykırmak ve Sofradan kalkmaya zorlamış olmak, bizatihi bir ahlaki tutarlılık, Kantian anlamda (bkz. Immanuel Kant Ahlak Felsefesi) bir görev ahlakıdır…

Bu ülkede, Milli Mücadele’nin önderini “Misak-ı Milli sınırları içinde doğmayanlar mebus olmasınlar” diyerek siyaset sahnesinden silmek istediler… Bunu yapanlar, şimdi Dr. Reşit Galip’e Yahudi asıllı diyorlar… Ve sadece Alliance Israelite okulları üzerinden…

Ah tarih bilmezler! Ah okuduğunu yorumlamasını bilmezler! Vah! Bildiği halde gerçeği çarpıtarak şerefsiz bir duruş sergileyenler!… O dönem Balkanlarda, Manastır Askeri İdadisi ve diğer idadilerde okuyanlar, Fransızcalarını geliştirmek için Alliance mekteplerine kurslara giderlerdi. Mustafa Kemal de bunlardan biridir.

Ana amaç “Türklüğü vurgulayanlar bile, aslında Türk değil” demek…

‘ULUSAL KİMLİK’ ÇATISI

Onlar, Osmanlıcılığın çöktüğü, İslamcılığın iflas ettiği (3 tarz-ı siyaset) bir siyasal iklimde, Balkan Savaşları sonrası elde son kalan sığınılacak bir ideolojik liman olarak Türkçülüğü içselleştirdiler ve yaydılar.

Türk Ocaklarını kurdular. Türk Yurdu dergisini çıkardılar.
Onlar kendileriydiler… Onlar özlerine bağlıydılar…
Onlar sahiciydiler… Onlar naif ve inançlıydılar.
Onlar kararlı ve omurgalıydılar.
Onlar maaşla geçindiler ve kavga ettiklerinde bile ceplerinde sadece 5 lira çıkıyordu.
Ve onlar ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı değillerdi…

Onların Türkçülüğü bir şemsiye idi…

O şemsiyenin altında nereden gelmiş olursan ol, bir üst kimlikte haysiyetli bir vatandaş olarak yer buluyordun… Tarih, tarihselci bir yaklaşımla o günün dinamiklerine bakılarak anlaşılır.

Bu Cumhuriyet yaşayacaksa, varlığım Türk varlığına armağan olsun.

​ZİYA SELÇUK BAKAN OLUNCA… EVDE BİR BAYRAM HAVASI! 

ZİYA SELÇUK BAKAN OLUNCA…
EVDE BİR BAYRAM HAVASI!
 

Konuk yazar : Nazım Mutlu
Ulusal Eğitim Derneği – Öğretmen Dünyası Dergisi adına
Ankara, 12.07.2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

8 Temmuz günü “yeni” dönemin “yeni” bakanları açıklanıp Prof. Dr. Ziya Selçuk’un Milli Eğitim Bakanı yapıldığı öğrenilince nedenini biraz anlayabileceğimiz ılık rüzgârlar esmeye başladı ortalıkta, eğitimin dincileştirilmesinden, sistemin keşmekeşe dönmesinden canı yananlar için. 16 yıldır adım adım ders programlarının din odaklı bir çizgiye gelişi, yandaş kadrolaşma, özellikle 2012’deki 4+4+4 darbesiyle şahlanan imamhatipçilik furyasıyla gelen “dindar-kindar” amaçlı insan yetiştirme programı, eğitim iklimine epeyce kara bulutlar indirdi. İktidar kadrolarının pervasız söz ve eylemleriyle canı burnuna gelen laik ve bilimsel eğitim yanlısı Cumhuriyetçi-Atatürkçü-ilerici-liberal-sağ çizgideki yurttaşların içlerine bir ferahlık gelmesini belki bir an için anlamak gerekir. Çünkü cidden çok bunaltıcı bir ortam yaratıldı.

Ama böyle bir atamayla rehavete kapılmak için vakit çok erken. Çünkü…

Gemi azıya almış bir dinci-Osmanlıcı rüzgârın dört bir yanı kuşattığı ortamda, Hüseyin Çelik, Ömer Dinçer gibi AKP ideolojisinin prototipi sayılabilecek kişiliklerle, öyle olmasalar da “otomatiğe bağlanan” “dindar-kindar” fırtınası içinde fazla ses çıkarmadan suyun akışına uyan, bir sürü velvele koparken evrak imzacısı olma işlevlerini layıkıyla tamamlayan Nimet Çubukçu, Nabi Avcı, İsmet Yılmaz gibi “evet efendimci” figürlerin üstüne “din”le ilgili bakışında ılımlı tutumlarından örnekler verilen Ziya Selçuk’un Milli Eğitim Bakanı yapılması, ev sahibinin baskısı ya da hatırına yenmek zorunda kalınan tatsız tuzsuz yemeklerin üstüne nasıl olduysa en lezzetlisi sunulan kaymaklı kadayıf etkisi yarattı, beri tarafta.  Selçuk’un, göz önünde değilken çok az kimsenin dikkatini çeken, ama bakan olunca şimdi piyasaya sürülen Cumhuriyet-Atatürk çizgisine olumlu bakışı, Gezi sürecine ilişkin yaklaşımı, siyasal İslam’a karşı demokrasi vurgusu gibi öne çıkarılan kimi tutumları üstünden adeta bir bahar havası esmeye başladı.

Böyle olunca 24 Haziran seçimleri sonrası doğan “Külliye” odaklı “yeni”liğin içinde adeta bir kurtarıcı beklentisiyle karşılanan Prof. Selçuk’un kim olduğundan biraz söz etme gereği doğdu ister istemez. Çünkü bizdeki “balık hafızalı”lık da arada bir ve pek yüksünmeden başvurduğumuz biricik özeleştirimizdir.

Toplumu yakından ilgilendiren görevlerin başındaki kişileri, çoğu kez dünya görüşlerinden ayrı tutularak ille de mesleğin içinden gelip gelmediğine göre terazinin “iyi-kötü” kefelerine koyma, ona göre sonuca gitme davranışı çok olur, nedense. Örneğin eğitimin başındaki bir bakan öğretmen kökenliyse sorun yoktur, iyidir! Eğitimci değilse, yani en yakın örneklerden Nabi Avcı gibi iletişimci ya da İsmet Yılmaz gibi denizci, hukukçu filansa, yandık! Oysa bu inanışa uymayan sayısız örnek var eğitim tarihimizde. Cumhuriyetin öncü üç büyük eğitim bakanlarından biri, Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) Yasasının çıkmasında büyük emekleri olan, Millet Mekteplerini yaşama geçiren Mustafa Necati, hukukçudur. Görevde bulunduğu kısa süre içinde açtığı okullar yanında 1933’teki Üniversite Reformunda imzası bulunan Reşit Galip, hekimdir. Millet Mekteplerinin, Eğitmen Kurslarının mimarı, kız ve erkek teknik öğretmen okullarının kurucusu Saffet Arıkan ise subaydır.

Meslekten geliyor olmak, ülke geleceğini aydınlatmaya yarayacak bir dünya görüşüyle kaynaşmamışsa, mesleğin içinden gelmiş olması neyi değiştirir!

Bugünlerde Prof. Dr. Ziya Selçuk’la estirilen bahar havasının gerekçelerinden biri olarak bu söyleniyor: Öğretim görevlisi, öğretmen yetiştiren bir üniversitede akademisyen olması.

Selçuk Kimdir?

Öğretmenliğiyle, akademisyenliğiyle ilgili bir araştırma ya da gözlemimiz yok. Alanının iyi hocalarından olabilir elbette. Konulara yaklaşımı, onları ele alışı, anlatım biçimi… çok iyi olabilir. Bunlar, eğitim sorunlarına/konularına bütüncül yaklaşım, çözümler geliştirmek için avantajdır elbette, iyi değerlendirilirse.

Ancak bizler Ziya Selçuk’u yeni tanıyor, onun eğitimle ilgili neleri yapıp neleri yapmadığını tümden bilmiyor değiliz ki… Bilenler bilir, Sayın Selçuk, mevcut iktidarın ilk Talim Terbiye Kurulu Başkanıdır. Mustafa Necati’nin Bakanlığı sırasında kurulan (1926) ve “eğitimin beyni” olarak bilinen bu birimde 2003-2006 arasında Başkanlık görevini yürüten Selçuk, anımsanacağı gibi o yıllarda “eğitimde devrim”(!) olarak sunulan “müfredat reformu”nun başındaki kişidir. 2005’te ilköğretim, 2006’da da ortaöğretim ders programlarını “ezbercilik bitiyor, yapılandırmacı eğitim geliyor, çoklu zekâ kuramına göre hazırlanıp uygulamaya konacak yeni ders programlarıyla artık araştıran, merak eden, sorgulayan, irdeleyen insan yetiştireceğiz” gibi bir dolu propagandayla piyasaya süren… Bunu da “küreselleşmenin ihtiyaçları” doğrultusunda yapmakla övünen, o süreçte Cumhuriyetin eğitim devrimleri için “Küreselleşmeye demode arabayla gidemeyiz” (Yeni Şafak, 26.09.2018) diyen kişidir.

Gerek Öğretmen Dünyası dergisinin 2005, 2006 ve 2007 yıllarına ait çeşitli sayılarında, gerekse Ulusal Eğitim Derneği yayını olarak çıkan Zeki Sarıhan imzalı Emperyalizm Ulusal Eğitime Meydan Okuyor (Mayıs 2005) ve Hüseyin Canerik imzalı Küreselleşmenin Eğitim Programı (Haziran 2005) adlı kitapçıklarda ayrıntılarıyla belgelendiği gibi, Selçuk, emperyalizmin “küreselleşme” ambalajlı, yeryüzünde Soros eliyle sürdürülen ulus-devlet yıkıcılığının Türkiye ayağını oluşturan türlü “sivil toplum kuruluşları”yla (ya da ünlü NGO’larıyla) el ele, kol kola, AB’den alınan hibeleri yabancı uzmanlara maaş olarak ödeyip “eğitimde devrim”(!) yapan bürokratımızdır!

Selçuk’un başını çektiği ve hatta onun eğitim ayağındaki büyük çabalarıyla 2007 sonbaharında “Avrupa Birliğine girişimizi” Ankara-Kızılay’da 101 pare havai fişek atışıyla kutladığımız günleri de anarak bir küçük ayrıntıya daha değinelim:

2006’da hazırlanan ortaöğretim ders programlarından biri olan; ne amaçla bölündüğü hâlâ bilinmeyen, geçen yıl ve bu kez yeniden neden birleştirildiği de bilinmeyen Türk Dili ve Edebiyatı derslerinin Türk Edebiyatı ve Türk Dili programlarını hazırlayan ekibin, gündüzleri programlar için, geceleri de aynı derslerin kitaplarını yeni döneme yetiştirmek için nasıl yoğun mesai harcadıklarını, okullar açıldığında da yasal gereklilikleri tamamlanmadan, ayrıca başka yayınevlerinin hazırlamasına fırsat verilmeden piyasaya sürülen bu kitaplarla kaldırılan hasadın hesabı o günden bugüne verilmeden, en azından bir özeleştiri bile yapılmadan, Selçuk’la ilgili olumlu değerlendirmeler gerçekçi olmaz.

Verilmek İstenen Mesaj Ne Olabilir?

Elbette o yıllardan bu yana köprünün altından çok sular aktı. Okullardan Atatürk köşelerinin kaldırılmasını, “sınıfların duvarlarından o resimlerin indirilmesini” üyelik koşullarına ekleyen Avrupa Birliği fırtınası dindi. Küreselleşmenin uygarlaşmak için tek seçenek olduğunu ekranlardan, gazete köşelerinden toplumun beynine boca eden iç’li – dış’lı koronun sesi kesildi; o dalganın kuramcılarıyla avukatları bile yalanlarını itirafa durdular bir süredir. Yani takke düştü, kel göründü ve halkımızın AB ile ABD’ye bakışında ibrenin yönü değişti.

Durum böyleyken, var olan toplumsal iklimde, liberal eğilimleri ağır basan yeni Bakan üzerinden içeriye-dışarıya verilmek istenen mesaj ne olabilir?

Bir daha vurgulayalım      Kabul, Selçuk, iktidarın yarattığı İslâmcı imajla birebir örtüşen bir kişilik değildir. Ama en az bir o kadar göz ardı edilmemesi gereken bir olgu daha var ki, o da iktidarın özelleştirmeci yanıdır. 2002’lerde genel eğitim içindeki payı %2-3 dolaylarında olan özel okulların payı bugün %15’leri bulmuştur. Özellikle 4+4+4 yasasıyla “kolej” ambalajlı özel okullar hızlı bir artışa geçti ve bu artış, hızını kesmiş değil. Sayın Selçuk’un, sıkı kadrolaşmayla konumlanışını tamamlamış din odaklı içerik yapılanmasına yeni ayarlar vermek için değil, neredeyse başıboş yürüyen ve bir anda şişen özelleştirmeye daha planlı programlı bir düzen vermek için tercih edildiği kanısındayız. Buna, 16 yıldır liyakat yoksunu kadrolar elinde yerlerde sürünen eğitimi, bundan böyle, dünyadaki gelişmeleri yakından izleyen, öncekiler gibi İslamcı kimlik taşımayan, üstelik mesleğin içinden gelen bir bakan eliyle yürütüleceği izlenimi yaratma amacını ekleyebiliriz. Çünkü seçmenleri de içinde olmak üzere iktidara yönelen eleştirilerin başında eğitimdeki çöküş vardır.

Dileriz yanılırız, ama unutulmasın ki uzun süredir zaten evrak imzalamaktan öte yetkileri olmayan, bir gün sonra bile yukarıdan gelen hangi kararla karşı karşıya kalacaklarını kendileri de bilmeyen bakan örneklerini gördükten sonra, üstelik bütün yetkilerin tek kişide toplandığı bir sistem kurgusu içinde, bütün alanlarda olduğu gibi, eğitimde de bugüne kadar izlenen politikalardan farklı bir uygulama beklemek, boş bir avunma olur.

Bu metinle Sayın Selçuk’un geçmişteki uygulamalarından örnekler vererek bellekleri tazeleme gereği duyduk. Daha fazla bilgi için yazının başında sözü edilen kaynakların da içinde bulunduğu yayınlara bakılabilir. Sayın Selçuk, her şeye karşın, yine de bizleri şaşırtacak işler yapar mı?…  Bekleyip göreceğiz.
===================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Ulusal Eğitim Derneğinin genel başkanı ama bu sanını (unvanını) Derneği adına yazdığı makalesinde bile kullanmayan alçakgönüllü bir insan Sayın Nazım Mutlu’dan bu önemli yazıyı paylaşıyoruz… Sayın Mutlu, bizim de sürdürümcüsü (abonesi) olduğumuz 36 yıllık dergi (kurucusu Sn. Zeki Sarıhan dostumuz..) Öğretmen Dünyasının da yükünü omuzluyor son yıllarda..

Eğitim politikalarında gericileştirme – dincileştirme ve sonunda baklayı ağzından çıkaran Erdoğan’ın itirafıyla “DİNDAR ve KİNDAR”, “dinini ve kinini eksik etmeyen” kuşaklar yetiştirmek, AKP’nin en temel stratejilerinden bir olagelmiştir 16 yıldır.

  • Denebilir ki, ekonomi ile atbaşı giden, belki daha da ağır yıkım ulusal eğitimde yaşanmaktadır.

Zorla imamhatipleştirme, “4+4+4” denen dünyada örneği olmayan ucube sistemin dayatılması, tüm üniversite öncesi okullarda yetişek (müfredat) ile oynanarak ağır dinci içerik yükleme..
Liselere ve üniversiteye geçişte sınavlarda yaygın hileler ve sistemi alt üst etme;
Eğitimi dincileştirip – gericileştirerek yandaşları pekiştirme (tahkim, konsolidasyon) sürdürülürken, bu kuşatmadan kurtulmak isteyen laik – çağdaş kesimin salt özel okullar seçeneğine mahkum edilmesi ve bu yolla eğitimde ciddi oranda dolaylı özelleş(tir)me..

Ve Uluslararası PISA yarışmalarında dibe vurma, üniversitelerin de gerile(til)mesi..

16 yılda bilerek ve isteyerek özellikle yükseköğrenimde olmak üzere ve öncesinde öğrenci yurdu gereksinimini karşılamayarak çocukları – gençleri tarikat / cemaat yurtlarına ve medreselerine.. teslim etmek..

Ama TOKİ ve beton sektörüyle 15 yılda 500 milyar Dolar serveti betona gömerek 2,2 milyon dolayında giderek lüksleşen konut fazlası yaratmak!

Bu yapılanların 1/1000’i vatana ihanet suçunun içini doldurabilir..

Sitemizde bu gün (17.7.18) Sayın Ayşe Kulin’in partili CB Erdoğan’a eğitim temalı açık mektubunu da yayınladık..

Bizlerin karşıtlığı (muhalefeti), tüm bilimsel dayanaklarına karşın, AKP = Erdoğan açısından bir değer taşımayabilir; görüyoruz ki taşımıyor da.. “4+4+4” ucubesi TBMM’de anamuhalefet CHP milletvekilleri dövülerek – tartaklanarak.. sopa zoruyla geçirildi.. Utanç belgeleri bunlar..

Ne var ki; bir de yaşananların öğrettiği acı gerçekler olmalı. AKP = Erdoğan‘ın hiç olmazsa onlardan ders çıkarmalarını diliyor ve hala umuyoruz..  Tersi durumda, genç kuşakları Küreselleşme cangılında rekabet edemeyecek bir Türkiye’de Erdoğan Sultan / İmparator  / Başkan ve de Halife… olsa ne yazar, olmasa ne yazar.. Elde kalan kağıttan kaplan ise.. Ülke içten işgal edilmiş ve tam sömürgeleştirilmiş ise, Osmanlı’nın son onyıllarında olduğu gibi..

Sevgi ve saygı ile. 17 Temmuz 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

 

Reşit Galip; Andımız ve Tapınç (İbadet) Dilinin Türkçeleştirilmesi


Reşit Galip; Andımız ve Tapınç (İbadet) Dilinin Türkçeleştirilmesi

portresi fotoso_Ata_ile

 

  

 

 

 

Dr. Reşit Galip:

  • “Camilerde Türkçe Kur’an okuyacaksınız.. İşte birer tane veriyoruz..
    Evet bu tercüme belki iyi değildir, çünkü Arapça’dan Fransızca’ya ondan da Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Bununla birlikte Ankara’da bir kurulca
    Türkçe Kur’an hazırlanmaktadır, bundan sonra camilerde ve namazlarda onlar okunacaktır.”

İlköğretim okullarında okutulan yeminin (Andımız)  kaldırılması, andı yazan ve okullarda okutulmasını sağlayan Dr.Reşit Galip’i gündemin tartışma konularından biri durumuna getirdi.

Dr. Reşit Galip kimdir?

Rodos’ta dünyaya gelen Reşit Galip ilköğrenimini özel dersler alarak tamamlamış bir süre de  Alliance lsraelite’ devam etmişti. Rodos ve İzmir idadisini bitirdikten sonra
1911’de Askeri Tıbbiyeye girmişti. Daha lise yıllarında aktif bir öğrenci olan Reşit Galip, Meşrutiyet döneminde Ferday-ı Temmuz, Tıbbiye’de de Hakikat adında bir gazete ile Sivrisinek adında bir karikatür dergisi yayımlamıştı. Tıbbiyede Türk Ocaklarının bir şubesini açan Galip, aynı zamanda Ocak örgütlerinin müfettişliğini üstlenmişti.

2. Balkan savaşında ve I. Dünya savaşında gönüllü asker olarak görev almıştı.
Bu nedenlerle Tıbbiyeyi ancak 1917’de bitirmişti. Mondros Ateşkesi’ nden sonra işgallere karşı İstanbul mitinglerine katılan Reşit Galip, Damat Ferit hükümetine karşı kaleme aldığı bildiriyi polis müdürlüğünün kapısına yapıştıracak ölçüde de gözü karaydı.
Sakarya Savaşı‘ndan sonra Ankara’da Hıfzıssıhha dairesi yardımcılığına getirilen
Reşit Galip, Lozan Antlaşması üzerine kurulan Nüfus Değişimi (Mübadele) Kurulunda da görev almıştı.

Reşit Galip’in yaşamındaki dönüm noktası ve Türk siyasetinde yer etmeye başlaması ise Mustafa Kemal’in Mersin ziyaretinde oldu. 17 Mart 1923’te Mustafa Kemal Mersin’e geldiğinde Millet Bahçesinde düzenlenen toplantıda Reşit Galip’in şu sözleri
Atatürk’ün gözüne girmesine ve takdirini kazanmasına neden olacaktı.

  • “Sizin karşınızda, zaferlerinizden bahsetmeye gerek var mı? Grönland’daki Eskimolardan Afrika’nın yanık ve kızgın çölleri ortasında, sam yellerinden haber uman zencilere dek herkes öğrendi.. ”
  • “Sen bu milletin yalnız müncisi, yalnız bir halaskarı (kurtarıcısı) ve
    yalnız bir kahramanı değilsin; sen bunlardan daha çok büyüksün;
    sen bu milletin bir ferdisin. Senin en birinci büyüklüğün bu milletin
    bir ferdi olmakla iktifa ve iftihar etmekliğindir.”

Bu konuşmasıyla Mustafa Kemal’in dikkatini çeken Reşit Galip, yaklaşık iki yıl sonra Aydın milletvekilliği görevine getirildi ve TBMM’de görev aldı. 1930’da Türk Tarihi Heyeti’ne seçilen Dr. Galip, yine o tarihlerde kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası’na Atatürk’ün isteğiyle katıldı. Atatürk’ün 1930 Kasımından 1931 Martına dek süren
yurtiçi gezisine katılan Galip,Türk Ocaklarının kapatılıp yerine kurulan
Halk Evlerinin oluşumu
nda da  görev aldı.

Türkçe’nin arılaştırılması ve özüne dönmesi gerektiğini savunan Galip’in yaşamında Dolmabahçe’de Atatürk’ün sofrasında yaşadığı tartışma bir dönüm noktası oldu. Atatürk’e öğretmenlik de yapmış olan Maarif Vekili  Esat Sagay’ı eleştirmesi, Çankaya ile olan ilişkilerinde bunalıma neden oldu. Sofra’daki tartışmanın konusu
kız öğrencilerin giysileriydi. Esat Bey’in, “kızların kısa etek, kısa çorap ve kısa kollu giymelerini uygun görmediğini” belirtmesi ve bir genelge yayımlayıp daha kapalı giymelerini isteyeceğini söylemesi üzerine Reşit Galip, bunun bir gericilik olduğu biçiminde yanıt verdi. Sofrada gerginliğin sürmesini istemeyen ve bu durumdan
hoşnut kalmayan Atatürk, bu konunun daha sonra konuşulmasını isteyecekti.
Ancak Reşit Galip, ‘bu Sofra’da Devrimleri zedeleyecek icraattan söz edilmesi küstahlıktır!’ diyerek ortamı daha da geren bir çıkış yaptı.

Bunun karşısında Atatürk kendisini, “Yorgun görünüyorsunuz, gidip istirahat edebilirsiniz!” diye uyardı. Ancak O daha da alevlenerek “Burası milletin Sofrasıdır, kovulmamalıyım. Kendimi iyi hissediyorum, kalkmam.” diye Atatürk’le dikleşecekti. Bu durum karşısında Atatürk, “O halde biz kalkalım, masayı Beyefendiye bırakalım!” diyerek odasına çekilmişti. Öbür konukların da kalkmasıyla tek başına kalan Reşit Galip, o gece bir koltukta sabahlamıştı. Çankaya Sofrası’nda bulunanlardan
Vasfi Zorlu’nun deyişiyle Reşit Galip ‘evin şımarık çocuğu’ydu ve “her şeyi söyler, yine de Atatürk O’nu hoşgörürdü”. Gerçekten de öyle oldu, Sofra’da yaşanan
bu çatışmadan bir yıl geçmeden, Reşit Galip Maarif Vekilliğine atandı.

Andımız

Maarif Vekilliğine getirilen Reşit Galip’in günümüze dek uzanan “And” uygulaması da 1933’te başladı. Cumhuriyetin 10. yılında 23 Nisan 1923’te kendi yazdığı Andı
çocuklara okutan Dr. Galip, bir genelgeyle andın bütün okullarda okutulmasını sağladı. Dr. Galip’in yazdığı Andın ilk durumu şöyleydi:

  • Türküm, doğruyum, çalışkanım. Yasam; küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, budunumu özümden çok sevmektir. Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir. Varlığım, Türk varlığına armağan olsun!”

     Dr. Reşit Galip, tapınç (ibadet) dilinin Türkçeleştirilmesinde de önemli
rol oynamıştı.
1931 Ramazan’ında Mustafa Kemal, Dolmabahçe Sarayında tapınç dilinin Türkçeleştirilmesi çalışmalarında Mustafa Kemal’in yanında olan ve O’nunla birlikte son düzenlemeler yapan kişiydi. Mustafa Kemal ile Dr. Reşit Galip çalışmaların sonucunda şu kararları aldılar:

– Müslümanlığın bir Türk dini olduğunun ispatlanması.
– Dinde ibadetin “Allah ile kul arasında bir kalp bağlılığı olduğu tezinin yayınlaştırılması.
– Kul, Tanrısına ibadet ederken söylediklerini kalbinden söylemeli.
Bunun ancak anadil ile olanaklı olduğu inancının oluşturulması.
– Bu fikirler yaygınlaştırıldıktan sonra, duaların Türkçeleştirilmesi için iş bölümü yapılması.

29 Ocak 1932’de Sultanahmet Camisi’nde Türkçe Kuran okunması kararlaştırıldığında, İstanbul’un ünlü hafızları Dolmabahçe Sarayı’na davet edildi.
9 kişiden oluşan kurulu karşılayan Reşit Galip’ti. Galip hafızlara; 

  • “Camilerde Türkçe Kur’an okuyacaksınız.. İşte birer tane veriyoruz..
    Evet bu tercüme belki iyi değildir, çünkü Arapça’dan Fransızca’ya ondan da Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Bununla birlikte Ankara’da bir kurulca Türkçe bir Kur’an hazırlanmaktadır, bundan sonra camilerde ve namazlarda onlar okunacaktır.”
     diyecekti.

Kaynaklar
Prof. Dr. Şerafettin Turan; Dr. Reşit Galip’in Atatürk’e Yakınmaları.
Prof. Dr. Seçil Karal Akgün; Türkçe Ezan

http://www.add.org.tr/index.php/makaleler/1380-dr-resit-galip, 5.3.14

Suay Karaman : ANDIMIZ


ANDIMIZ

portresi

 

Suay Karaman

 

 

Henüz büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e karşı açık açık söz söyleyemeyenler, Atatürk’ün devrimci kadrolarını eleştirmektedirler. Bu eleştirilerden sık sık İsmet İnönü payını almaktadır. Siyasal iktidarın temsilcileri daha önce Adalet eski Bakanı
Mahmut Esat Bozkurt
 için çok ağır sözlerle, hakarete varan açıklamalarda bulunmuşlardı.

Bu kez başbakan, partisinin grup toplantısında “Andımız metninin yazarı tartışmalı bir isim olan Doktor Reşit Galip‘ti. Andımız’ın yazarı, Türkçe ezan zulmünün mimarlarından, Türkçe ezan metninin yazarlarındandı.” dedi.

Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Atatürk’ün yanında yer alan kadrolar için “tartışmalı bir isim” denemez. Bunu diyenler kendi yolsuzluklarının hesabını verememektedirler.
Sayın başbakan için, İstanbul Anakent Belediye Başkanlığı yaptığı döneme ilişkin
TBMM Başkanlığı’na ulaşan fezlekelerde

– görevi ihmal,
– zimmet,
– kamu taşıma biletlerinde kalpazanlık,
– resmi evrakta ve kayıtlarında sahtecilik ile cürüm işlemek için
teşekkül oluşturmak”

suçlamaları yer almaktadır.

Kendi tartışmalı durumlarını unutturmak için, sürekli olarak Cumhuriyetin kuruluş dönemine saldırmayı moda haline getirenler, hukukun kendilerine de gerekeceğinin farkında mıdırlar?

Ulusal Andımızdaki “Türk” kelimesinden rahatsızlık duyan emperyalizmin maşaları,
yakın bir gelecekte İstiklal Marşımızdan da rahatsızlık duyacaklardır.

  • Çünkü bu insanlar “ulusal” olan her şeyi yıkmakla görevlendirilmişlerdir. 

Kısa süren Milli Eğitim Bakanlığı zamanında çok büyük eserler bırakan Reşit Galip için

  • “Türkçe ezan zulmünün mimarlarından, Türkçe ezan metninin yazarlarındandı” demek,
  • Halkı anlamadığı dilde ibadete zorlayarak,
    sürekli uyutup, oy deposu haline getirme mantığının dışavurumudur.

Ülkeler ibadetlerini kendi resmi dilleri ile yaparken, ülkemizde Arapça’yı kutsal ilan ederek, anlaşılamayan bir dilde ibadet etmek, yıllardır süren karanlığı devam ettirmek anlamına gelmektedir. Reşit Galip doğru olanı yapmış ve ezan kendi dilimizde
Türkçe okunmuştur. Ancak karanlıktan beslenen Demokrat Parti iktidarı,
16 Haziran 1950’de yine Arapça’ya dönüş yapmıştır. Bugün esas zulüm, insanları anlamadığı ve anlamını bilmeden sadece ezberleyerek Arapça ibadete zorlamaktır.

Ulusal Andımızın her kelimesinden rahatsızlık duyarak, andımızı kaldıran siyasi iktidarın önde gelenlerinin asıl amaçları, ulusal bütünlüğümüzü parçalamak ve
İslam ümmetinin bir parçası haline getirmektir.

Bunun için dinsel anlam taşıyan kıyafetleri ilkokullara dek yaygınlaştırmak amacındadırlar. Türban takmayı özgürlük sanan sığ kafalar ise bu olanlara
sessiz kalmakta, yalnızca seyretmektedir.

Türklükten gocunanlar, Araplara ve Arapça’ya sığınmaktadır.

  • Ulusallıktan kaçınanlar, emperyalizme meze olmaktadır. 
  • Laiklikle derdi olanlar, ortaçağın karanlığını istemektedirler.
  • Aydınlıktan korkanlar, Mustafa Kemal Atatürk’e düşmandırlar.

Ancak ne yaparlarsa yapsınlar,
Anadolu toprakları Mustafa Kemal’in özgürlük ateşiyle aydınlanmaya devam edecektir. (İlk Kurşun Gazetesi, 14 Ekim 2013)

=======================================

Dostlar,

Sevgili Suay Karaman‘a teşekkür ederek ANDIMIZ‘ı okuyalım..

Sevgi ve saygı ile.
14.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net