Etiket arşivi: Prof. Dr.Rennan Pekünlü ile TÜRBAN Hakkında Söyleşi

Prof. Dr.Rennan Pekünlü ile TÜRBAN Hakkında Söyleşi


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. Rennaan Pekünlü hk. bu sitede birkaç dosya var..

http://ahmetsaltik.net/hepimiz-rennan-pekunluyuz/

http://ahmetsaltik.net/prof-pekunlu-turbanli-ogrenciyi-derse-almadi-hapse-mahkum-oldu/

……

Şimdi ise tarihsel değeri olan bir söyleşiyi paylaşmak istiyoruz.

Metin aşağıda..

Ayrıca pdf olarak da erişim veriyoruz.

Rennan_Pekunlu_ile_Turban_Soylesis

Türkiye AYDINLANMASI‘nın daha alacağı çok yol var..

Teşekkürler Sayın Prof. Dr. Rennan Pekünlü hocaya..

Sevgi ve saygı ile.
8.5.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==================================

Aylık Bilim, Kültür, Politika Dergisi
BİLİM VE GELECEK DERGİSİ’ MAYIS 2013 SAYISINDA YAYINLANAN

Prof. Dr.Rennan Pekünlü ile TÜRBAN Hakkında Söyleşi

Prof. Dr. Rennan Pekünlü: “Benim üzerimden korkutma ve sindirme politikası uygulanıyor.”
Türban, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen çok sayıda muhtelif kararlarla siyasal İslâm’ın simgesi olarak tarif edilmiş, üniversitelerde ve kamu kurumlarında kullanımı yasaklanmıştır. Bu kararlar ve dayandıkları yasalar hâlâ yürürlüktedir ve türbanın üniversitelerde kullanımı hukuki olarak hâlâ yasaktır. Kısacası kamu görevlisinin müdahale etmesi değil etmemesi suçtur.
Söyleşi: Osman Altun
Ege Üniversitesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Rennan Pekünlü hakkında “öğrenimi engelleme” gerekçesiyle açılan dava ve Pekünlü’nün 2 yıl 1 ay ceza alması kamuoyunda biliniyor. Yandaş medyanın yoğun karalama kampanyası ile Pekünlü hedef gösterildi. Biz de dergimizin sürekli yazarı olan Sayın Pekünlü’ye işin içyüzünü sorduk.
İşte hukuksal, siyasal ve toplumsal gerçekler. Söyleşiyi İzmir Temsilcimiz
Osman Altun gerçekleştirdi. 
********************
Hocam öncelikle Bilim ve Gelecek çalışanları ve okurları adına size geçmiş olsun dileklerimizi sunuyoruz. Bizler konudan öncelikle inanılırlığı herkes için son derece tartışmalı, “yandaş basın” olarak tabir edilen gazetelerden bilgi sahibi olduk. Hakkınızda bir karalama kampanyası başlatıldı ve arkasından takip edebildiğimiz kadarıyla YÖK ve adli soruşturma süreçleri gelişti. Olayın içyüzünü sizden dinlemek istiyoruz. Öncelikle basına yansıyan fotoğrafların arka planını anlatmanızı
rica ediyoruz.
R. Pekünlü : 16 Mayıs (2011) günü Ege Üniversitesi Rektörlüğünün, Hukuk Müşavirliğinin ve Güvenlik Birimlerinin izniyle olduğunu düşündüğüm bir provokasyon olayı yaşandı. O gün öğrenciler öğleden sonraki derslere girmiş, öğretim üyelerinin gelmesini beklerken ve ben de alt kattaki odada oturan doktora öğrencimle yaptığımız çalışmanın ayrıntılarını tartışmak üzere buluşmuşken, C Blok dışında ellerinde kamera ve mikrofon bulunan 2 erkek ve türbanlı öğrencileri etrafına almış onlara bir şeyler anlatırken bir kadını gördüm. Bunun üzerine C Blok kapısına gidip olanları anlamaya çalıştım. Çevrede güvenlik görevlileri yoktu. Oradaki bir öğrenciden Astronomi Bölüm sekreterini arayıp C Blok önüne gelmelerini istediğimi söylemesini rica ettim. Bu arada, Cihan Haber Ajansı muhabirleri olduklarını sonradan öğrendiğim 2 erkek kameralarını çalıştırarak binaya doğru yürümeye başladılar ve ardından da 6-7 türbanlı öğrenci ve onlara danışmanlık yapan kadın da binaya doğru gelmeye başladılar. Bu arada dersler başlamış, eğitimin huzur ve güveninin sağlanması sorumluluğu da bana düşmüştü. Kapıya yüklenen muhabirler ellerindeki mikrofonu da kapı aralığından uzatarak,
“Türban yasak mı?” gibi sorular sormaya ve kapıyı iterek açmaya çalıştılar.Bu olaylara Astronomi Bölümünün birisi profesör ikisi doçent olan üç öğretim üyesi de tanık olmuşlar ve Cihan Haber Ajansı muhabirlerinin öğrencilere verdiği direktifleri duymuşlardır. Bu olaylar yaşanırken güvenlik görevlileri gelmiş, muhabirleri C Blok kapısından 15-20 m öteye uzaklaştırmışlardır. O sırada ben de kapının önüne çıkarak muhabirleri, türbanlı öğrencileri değil, görüntüledim. Basına yansıyan, beni fotoğraf çekerken gösteren fotoğraflar böyle bir provokasyonun ürünüdür.

Soru : Fakültenin kapısında beklediğiniz, öğrenciler hakkında tutanak tuttuğunuz, fotoğraflarını çektiğiniz iddia ediliyor. Bu iddialar hakkında ne söylemek istersiniz?

R. Pekünlü : Matematik ve Astronomi Bölümleri C Blok zemin kattaki 4 dersliği ortak kullanıyor. Benim hem güz hem de bahar yarıyıllarında bu dersliklerde derslerim oluyor. Ayrıca, yine zemin katta ve dersliklerin ortasındaki odalardan ikisinde Yüksek Lisans ve doktora öğrencilerim bulunuyor. Ben hem lisans dersleri için hem de Yüksek Lisans ve doktora öğrencilerimle yaptığımız çalışmalar nedeniyle müştekilerle (yakınmacılarla)
sık sık karşılaşıyorum. Ancak onlar bu karşılaşmaları kendilerini beklediğim biçiminde yorumluyorlar! Ben Matematik bölümü öğrencilerine derse girmiyorum, onları sınıfa almamam söz konusu olamaz! Ayrıca sınıf içnde türbanlı olarak bulunduklarını itiraf ediyorlar.

  • Danıştay, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve AİHM’nin yerleşik içtihatlarıyla türban üniversite yerleşkelerinde, binalarında ve dersliklerinde yasaklanmıştır.

Yalnızca FNG ve BU’nun izinlerini alarak fotoğraflarını çektim. İzin aldığıma ilişkin 3 tanığım var. 4. Asliye Ceza Mahkemesinde bu tanıklarım fotoğrafları izinli çektiğim konusunda tanıklık ettiler. Bu fotoğrafları kötü niyetle kullanmadım, Rektörlük ve Dekanlık makamına ileterek yönetimi görevlerini yapmaları için uyarmak amacıyla çektim. Çektiğim fotoğrafları görsel ve/veya yazılı basına sızdırmadım, yalnızca İlk Soruşturma Komisyonuna kanıt olarak sundum. Soruşturma Komisyonundan bu tanıklarımın dinlenmesini istemiş olmama karşın bu isteğim yerine getirilmeyerek yanlı, hukuka aykırı bir soruşturma geçirdim. Niçin fotoğraf çektiğimi geçmişte yaşadığım bir olayla açıklamak istiyorum.

7 Aralık 2001 tarihinde YÖK Başkanlığına bir dilekçe sundum. Bu dilekçede,
türban yasağına karşın üniversitenin her bir biriminde türbanlı öğrencilerin varlığından, Fen Fakültesi Dekanlığının aymazlığından söz ederek gerekli önlemin alınmasını talep ettim. YÖK’ten aldığım yanıt yazısında Dekanlık tarafından “türban ve diğer irticai faaliyetler konusunda büyük bir duyarlılık gösterildiği, öğrencilerin dersliklere, laboratuvarlara ve binalardaki öbür kapalı alanlara kesinlikle türbanla giremedikleri, türban yasağı konusundaki kararların bölüm başkanlıklarına, öğretim üyelerine ve öğrencilere duyurulduktan sonra bu yöndeki tutumlarının dikkatle izlendiği” söyleniyordu.

Bir bilirkişiyle veya bilirkişi heyetiyle olayı yerinde incelemeyen YÖK’ün bu yanıtı üzerine, kampüs içinde, medikososyal binası içinde, merkez kütüphane içinde,
Fen fakültesinin binaları içinde yüzleri belli olmayacak şekilde çektiğim türbanlı öğrenci fotoğraflarını bu kez Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e gönderdim. O dönem Genel Sekreter Yardımcısı sayın Bülent Serim’den gelen yanıtta, dilekçemin E.Ü. Rektörlüğüne, gereği yapılmak üzere gönderiliğini öğrendim. Yine değişen bir şey olmadı!

Yönetmelik ve Danıştay kararlarını kendilerine hatırlatmış olmam tümüyle iyi niyetimden kaynaklanıyor. Geçmişte, Leyla Şahin, Z.T., H.B., N.K. üniversiteden uzaklaştırıldılar; avukat E.A. Barodan atıldı…Kendilerine bunları hatırlatmam benzer bir durumla karşılaşmamaları içindi. Anımsatmayı onlar tehdit ve zorlama olarak algılayıp yorumluyorlar.

Soru : Üniversitelerde türbanın yasaklanması sürecini kısaca özetleyebilir misiniz? Mücadelenizde hangi yasalara, hangi mahkeme kararlarına dayanıyordunuz?

R. Pekünlü :

  • Türban, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından verilen çok sayıda çeşitli kararlarla siyasal İslâm’ın simgesi olarak tarif edilmiş, üniversitelerde ve kamu kurumlarında kullanımı yasaklanmıştır.

Çok sayıda karar örnek verilebilir ama örneğin Anayasa Mahkemesi’nin 7.3.1989 tarihli kararında;

  • “Devlet kuruluşlarında dini inanç ve düşünce sebebiyle belli kişilere örtü veya türban örtme hakkının tanınması, Anayasanın 24. maddesinde belirlenen din ve vicdan hürriyeti sınırlarını aşan ve laiklik ilkesiyle tamamen çatışan bir durum
    arz etmektedir.” denilmektedir.

AİHM de yapılan itiraz üzerine 3.5.1993’te

  • “Yüksek öğrenimi laik bir üniversitede yapmayı seçen bir öğrencinin
    bu üniversitenin düzenlemelerini kabul etmiş sayılacağını, laik üniversitelerin, öğrencilerin kılık kıyafetlerine ilişkin kurallar koyabileceğini, bunun din ve vicdan özgürlüğüne müdahale sayılamayacağını..”
    söylüyor.

Bu kararlar ve dayandıkları yasalar hâlâ yürürlüktedir ve türbanın üniversitelerde kullanımı hukuki olarak hâlâ yasaktır.
Soru : Bu kararların uygulanması veya uygulanmaması noktasında kamu görevlilerine herhangi bir görev düşmekte midir? Kamu görevlilerinin buna müdahale etmesi gerekmekte midir?

R. Pekünlü : TCK madde 279 açıktır:

“Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya
bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Bülent Serim de bu konuya dikkat çekerek Odatv’deki yazısında,

“Anayasal kurallar ve Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı, özellikle
kamu görevlileri yönünden ‘gereğini yapmak’ zorunluluğunu getirir. Tersini öngören yazı, genelge, yönergeler (idari işlemler), ‘kanunsuz emir’ kategorisine girer ve bu emirlere uyulması kamu görevlisini sorumluluktan kurtarmaz. Çünkü

  • Anayasa’nın 137. maddesinde, Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz. diyor.” diye yazdı. Kısacası kamu görevlisinin müdahale etmesi değil etmemesi suçtur.

Aslında bu da daha önce Türkiye mahkemelerine taşınmış, karara bağlanmış bir konu. Öğrencilerin hakkında yakınmacı olduğu Abant İzzet Baysal Üniversitesi araştırma görevlisi Aygül Oktay, “bazı öğrencilerin yakınmada bulunmaları nedeniyle dersi
terk ettiği ve yetkisi olmadığı halde başka bir derslikte bir grup öğrenciyle ders yaptığı” gerekçesiyle idari yargı tarafından uyarı cezası onanmış. Danıştay 4. Hukuk Dairesi 27.06.2007 tarihinde verdiği kararda “görevini Anayasal ilkelere uygun olarak yerine getirmek isteyen davacı hakkında uyarma cezası verilmesinde hukuka ve mevzuata uyarlık görülmediği gerekçesiyle davacı hakkındaki uyarma cezasının iptaline karar verildiği anlaşılmıştır. (…) Dava konusu olaylar nedeniyle yapılan öbür idari işlemler de idari yargı kararları ile iptal olunmuştur. (…) Şu durumda davacı yararına uygun bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekir.” denilmektedir. Kısacası araştırma görevlisinin Anayasal ilkelere uygun davrandığı tescil edilmiştir.

Soru : Mahkemenin hakkınızda 2 yıl 1 ay, para cezasına çevrilemeyecek veya hükmün okunmasının geri bıraktırılamayacağı bir ceza vermiş olmasının sizce
nasıl bir anlamı olabilir? Mahkeme neden böyle bir ceza vermeyi tercih etmiş olabilir?

R: Pekünlü : Belirttiğim gibi türban yasağıyla ilgili bütün iç ve dış hukuk yolları kapanmış, Türban yasağı kesinleşmiştir. 1990 yılında çıkarılan 2547 sayılı kanuna eklenen 17. madde ile “Yasalara aykırı olmamak kaydıyla yükseköğretimde kılık kıyafet serbesttir.” düzenlemesi yapılıyor. Anayasa Mahkemesi 1991 yılında açılan dava üzerine, 1989 yılında aynı mahkemenin verdiği kararda türbanın anayasal kurallar tarafından yasaklandığı, “kanunlara aykırı olmama” koşulundaki “kanunlar” sözcüğünün Anayasa’yı da kapsadığını belirtiyor. Dolayısıyla, Anayasa değişmediğine göre
türban yasağı sürmektedir.

Burada yapılmak istenen, değişen siyasal iklim nedeniyle, TCK’nın 112. maddesindeki “Cebir ya da tehdit kullanarak ya da hukuka aykırı başka bir davranışla eğitim hakkının engellenemeyeceği” yönündeki maddeyi işleterek
benim üzerimden korkutma ve sindirme politikası uygulamaktır. Kanunlara göre
var olan türban yasağını, kamu otoritelerine gözdağı vererek fiili olarak kaldırmaktır. Bunun için benim cezaevinde yatmam gerekiyor, bunun için ceza 2 yıl 1 ay olarak verilmiştir.

Soru : Bu süreçte çalıştığınız kurum olan Ege Üniversitesi Rektörlüğü nasıl bir tutum aldı?

R. Pekünlü : Ege Üniversitesi Rektörlüğü’ne savcılıktan yazı gönderilerek bana bu konuyla ilgili herhangi bir görev verilip verilmediği, türbanın Ege Üniversitesi’nde yasak olup olmadığı soruldu. Öncelikle rektör Candeğer Yılmaz’ın imzasının bulunduğu yazıda hakkımda “Astroloji ve Uzay Bilimleri Öğretim Üyesi” denilmektedir. Rektörlük yazısında “Astronomi” yazılacağına “Astroloji” yazılması, rektörlüğün ne kadar okültizmin etkisi altında olduğunun göstergesidir.

Türbanın üniversitelerde yasak olduğuna dair, YÖK, rektörlük ve dekanlık makamları tarafından yayınlanmış birçok belge bulunmaktadır. Bir örnek olması adına, eski rektör Prof. Dr. Ülkü Bayındır’a verdiğim dilekçe üzerine gelen yanıt yazısında;

  • “Başörtülü bir öğrencinin Fakülteye alınmaması işleminin hukuka ve ilgili mevzuat hükümlerine aykırı olmadığına karar verildiğinden, başörtü takarak Üniversitemize gelen öğrenciler hakkında gerekli ve yasal işlemlerin yapılması gerektiği hususunda ısrarlı ve kararlı olduğumuz konusunda bilgilerinizi ve gereğini rica ederim.” denilmektedir.

Rektör bana yazdığı yazıda gereğini rica ederim derken neyi kastediyor acaba?

Oysa E.Ü. Rektörü Cumhuriyet Savcısı’na verdiği yanıtta;

“Üniversitede türban yasağının titizlikle uygulanması talimatının verildiği arşivler dolusu belgelerin varlığını gizleyerek” türban yasağı diye bir yasak olmadığını söylemiştir.
Bu da E.Ü. Rektörü’nün gerçek dışı beyanla beni yasal bir yasak yokken kafasına göre yasak koyup “eğitim hakkını engelleyerek üniversitede anarşi yaratan kanunsuz biri” gösterdiği anlamına gelmektedir. Savcı da bu bildirime dayanarak davayı üniversiteden izin almadan açmıştır.

Nitekim İzmir 9. Asliye Ceza Mahkemesi, adıma açılan ikinci davanın, “dava şartı yerine getirilmeden açılmış olması” gerekçesiyle, yani E.Ü. tarafından lüzumu muhakeme ve CMK 223/8 maddesi gereğince durdurulmasına karar verdi.

Ege Üniversitesi Rektörlüğü tarafından lüzumu muhakeme kararı verilerek açılan birinci dava ise Yargıtay’da halen görüşülmektedir.