Etiket arşivi: Prof. Dr. İbrahim Akkurt

Prof. İbrahim Akkurt : Nefes Alamıyoruz

SAĞLIK YAZILARI – PROF. DR. İBRAHİM AKKURT YAZDI :

Nefes Alamıyoruz

Kapitalizm canavarının yaptığı fütursuz hasarlara karşı küresel akciğer sağlığını koruma düsturu ile yola çıkan Türk Toraks Derneği, 25. yılını kutluyor.

Yazının başlığı önümüzdeki hafta yapılacak Türk Toraks Derneği (TTD) Kongresinde sunulacak bir bildirinin başlığından alıntıdır. Bildirinin tam adı

  • “Nefes Alamıyoruz: Partikül Madde Emisyonları Açısından Türkiye’de
    Hava Kirliliği*”
    şeklindedir.

Yazarları bu ülkenin yüzakları bilim insanlarıdır; her biri sevdiğim, saydığım dostlarım, arkadaşlarımdır. Eşbaşkanlığını yapacağım bir oturumda sunulacak olan bu bildirinin detaylarını yazarlar eminim değişik mecralarda kendileri paylaşacaklardır.
Ben yalnızca özet bölümünden 1-2 noktayı irdelemek istiyorum.

Hava kirliliği, dünyanın olduğu gibi ülkemizin de maalesef göz ardı edilen en temel toplum sağlığı sorunlarından birisi. Yazarlar bildiride partikül madde yönünden Türkiye’nin hava kalitesini ortaya koymayı ve 2015 – 16 yıllarını birbiriyle kıyaslamayı hedefliyorlar. Bunun için de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Ulusal Hava Kalitesi İzleme Ağı’nın kamuoyuna açık verileri partikül madde (PM10) yönünden analiz edilmiştir (PM10: 10 mikrondan küçük partikülleri göstermektedir). PM10’nun saptanan yıllık ortalama değerleri ulusal mevzuat, Avrupa Birliği (AB) ve Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) belirlediği değerler ile karşılaştırılmıştır. Buna göre ülkemizde normal PM10 sınırlarını ulusal mevzuat değerlerine göre aşan istasyon sayısı 86 (%51), AB değerlerine göre aşan istasyon sayısı 133 (%79) ve DSÖ değerlerine göre de 165 (%98) istasyondur. Yıllık ortalama PM10 düzeyi 100 µg/m3’ün üzerinde olan istasyonlar Muş, Ağrı Doğubeyazıt, Iğdır, Kayseri Hürriyet ve Tekirdağ Merkez’dir (126 – 102 µg/m3).

İstanbul, Ankara ve İzmir illerindeki istasyonlarının yıllık ortalaması sırasıyla 46, 66 ve 41 µg/m3’tür. Tüm istasyonlar yıllık ortalamalar açısından 2015 ve 2016 yılı olarak karşılaştırmalı olarak değerlendirildiğinde; 15 il (%18) ve 85 (%42) istasyonda 2016’da kirlilik artışı mevcuttur. Sonuçta yazarlar PM10 düzeyleri açısından Türkiye genelinde hava kirliliği sorununun tüm ciddiyetiyle 2016 yılında da artarak sürdüğünü
saptamışlardır.

Öte yandan önümüzdeki yıllarda yoğun olarak termik santral yapımının planlandığı illerde halen hava kirliliğinin zaten ciddi bir sorun olduğu ve yapılacak yeni santrallerin bu sorunu daha da ağırlaştıracağını vurguluyorlar. Burada bilinmesi gereken önemli noktalardan bir de, bu verilerin PM10 ölçümleri üzerinden yapıldığı oysa daha da büyük tehlike olan 2.5 mikrondan küçük partikül (PM2.5) düzeyi konusundaki verilerin ise ülkemizde maalesef henüz tüm istasyonlarda rutine sokulmadığıdır. Bu nedenle tehlikenin daha da büyüğünü tam olarak bilememekteyiz.

Bu kongrede ve aynı oturumda sunulacak başka bir bildiri** tam da konunun insan sağlığı ve maliyet boyutuyla ilgili. Yine çok değerli bir ekipçe hazırlanan bu bildiri ise İstanbul’daki hava kirliliğinin nefesimize ve bütçeye etkilerini ortaya koyuyor.
Bu amaçla araştırmacılar Sağlık Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Meteoroloji Genel Müdürlüğü ve SGK’nın konuyla ilgili verilerini analiz etmişler. Araştırmacılar İstanbul genelinde 2013-2014 yıllarında solunum sistemi rahatsızlıkları nedeniyle tüm sağlık kurumlarına toplam 12 884 628 hasta başvurusu olduğunu saptamışlar. En sık tanı %31,9 ile üst solunum yolu enfeksiyonu, en çok hastanın da, 0-14 yaş diliminden olduğunu belirlemişler.

İstanbul için bildirilen hava kirliliği parametrelerinden PM10 düzeyleri ile bu hasta başvuruları arasında istatistiksel ilişki olduğunu bulmuşlar.  Bu 2 yıllık sürede İstanbul’da ölçüm yapılan 18 istasyon verilerinden PM10’un 150 ug/ml’nin üzerinde olduğu gün sayısını 256 gün olarak saptamışlar. Bu 2 yıllık sürede solunum sistemi rahatsızlıkları nedeniyle başvuru sayısının, hava kirliliği artışıyla ilişkilendirilen toplamda 149 320 hasta hesaplanmış. Yaş dilimleri açısından bakıldığında, en çok başvuru artış riski, 0-14 yaş diliminde olduğu görülmüş. Sonuçta araştırmacılarca yapılan analizlerde hava kirliliği artışının İstanbul’da solunum sistemi hastalık başvurusunu % 1,17 oranında artırdığı ve 2 yılda SGK fiyatlarıyla bunun sağlık bütçesinde 9 milyon TL ek artışa neden olduğunu saptamışlar.
***
Ülkemizde güzel şeyler de oluyor. Halk sağlığına önemli katkılar sağlayan birbirinden değerli onlarca bilimsel çalışma TTD kongresinde vb. kongrelerde sunuluyor. Kapitalizmin küresel vahşetine dur diyebilecek küresel yapılardır sivil toplum kuruluşları, uzmanlık dernekleri. TTD (Türk Toraks Derneği) bu yıl 25. yılını kutluyor. Dünyada ve ülkemizdeki birçok uzmanlık derneğine model olabilecek bir evrensellikle, demokratik katılım, bilgiyi paylaşarak çoğaltma temel ilkeleriyle kurulmuş olan TTD, benim için de 2. bir eğitim kurumudur. Kendisine verdiğim katkının onlarca kat çoğuunu bana ve benim gibi bilgi aşıklarına karşılıksız sunmuştur, sunmaktadır…

Kapitalizm canavarının yaptığı fütursuz hasarlara karşı küresel akciğer sağlığını koruma düsturu (AS: ilkesi) ile yola çıkmış olan derneğin fikir (AS: düşün) babası, kurucusu ve her aşamasındaki büyük emekçisi Prof. Dr. Ali Kocabaş ve bir avuç insan sayesinde TTD bugünlere geldi. Ülkemiz ve dünyadaki güzel ve olumlu gelişmelere ciddi katkılar sunan TTD’nin bugünlere gelmesini sağlayan tüm bu güzel insanlara binlerce teşekkür. İyi ki var TTD, nice 25. yıllara… (İA/HK)

* Nefes Alamıyoruz: Partikül Madde Emisyonları Açısından Türkiye’de Hava Kirliliği.  Nilüfer Aykaç, Osman Elbek, Kayıhan Pala, Haluk Celaleddin Çalışır. [Abstract:0835] SS-013 [Kabul:Sözlü] [Çevresel ve Mesleki Akciğer Hastalıkları]
** İstanbul İlinde 2013-14 Yıllarında Hava Kirliliğinin Solunum Sistemi Hastalık Başvuruları ve Sağlık Bütçesine Etkileri. Kadir Alp, Sedat Altın, Lokman Tecer, Tülin Sevim, Arslan Saral, Zeynep Dörtbudak [Abstract:0840] SS-014 [Kabul:Sözlü]
[Çevresel ve Mesleki Akciğer Hastalıkları]
================================
Dostlar,

Prof. Dr. İbrahim Akkurt arkadaşımız çok uzun yıllar Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde değerli hizmetler verdi. Göğüs Hastalıkları ile bu hastalıkların iş ve meslekle ilgisi temel çalışma alanı oldu. Birkaç yıl önce, oldukça erken emekli olarak Ankara’ya yerleşti.
Bir yandan hekimlik yaparken bir yandan da Ankara Tabip Odasında İş ve Meslek Hastalıkları toplantılarına emek veriyor.

Öte yandan Türk Toraks Derneği de ülkemizin saygın Uzmanlık Derneklerinden biridir. Bu kuruma çok emek veren Prof. Dr. Ali Kocabaş da neredeyse çeyrek yüzyıldır tanıdığımız bir başka değerdir. Ali hoca başından beri Çukurova’da, Adana’da Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalında emek verdi alanına ve ülkemize.

TTD’nin (Türk Toraks Derneği) 25. yılını biz de içtenlikle kutluyoruz..

  • Türkiye’yi ve insanlığı bilimsel akılcılık öcülüğünde bilim insanları ve
    çağdaş sanatçılar yeniden aydınlığa kavuşturacak.
  • “Küreselleşme” adı altında insanlığı en iğrenç post-modern yöntemlerle sömürüsü de elbet, -çok da uzamadan- tarihin çöplüğüne atılacak!

Sevgi ve saygı ile. 30 Mart 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Meslek hastalıkları: Malul bırakarak listele ki gizleyebilesin…

Meslek hastalıkları:
Malul bırakarak listele ki gizleyebilesin…

Portresi

 

Prof. Dr. İbrahim AKKURT
İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanı

 

 

Negrel kızdı: Haydi efendim! dedi. Kafanız ezildiği zaman, işin ucu size mi dokunacak?
Hiçbir zaman! İşletme size yahut karılarınıza maaş bağlamak zorunda kalacak…”
(1)

Bu diyalog daha doğum aşamasındaki kapitalizmin işçi/çalışan sağlığına, meslek hastalıkları
ve iş kazaları gerçeğine yaklaşımını belki de onlarca cilt kitaptan daha iyi anlatmaktadır.
Satırlar Emile Zola’nın işçi sınıfı mücadelesini destanlaştıran başyapıtı Germinal’den…
Olaylar 1860’larda Fransa’nın kuzeyinde bir madende geçmektedir…

Doğum aşamasındaki düşüncesi bu olan kapitalizmin giderek daha da fazla vahşileşeceğinin de ilk işaretleridir aslında bunlar.  O günden bu güne kâr maksimizasyon hırsı, insana yaklaşımı
hiç değişmedi; hatta artarak ancak daha da sinsice devam etti, ediyor.  O kadar sinsice bir tezgahla devam ediyor ki, o kadar süslü şablonlarla pazarlanıyor ki… İçine insan hakları,
sosyal yardım, tazminat, kayıt, sistem, liste vb. soslar katılarak servis ediliyor ki; bunu dünyada haykırmaya çalışan dinozorların sayısı maalesef elin parmaklarını geçmemektedir.

Kişilerin aktif toplumsal yaşamdan uzaklaştırılmasının bir yolu da, kazanla kendisinden alınanların bir kısmını kaşıkla tekrar kendilerine sunma lütfunu göstermektir. Böylece kişilerin sistemin her türlü buyurganlığı ve hoyratlığı karşısında boyunları kıldan ince hale getirilir.
Bu, günümüz dünyasında, toplumlarda maluliyet (AS: engellilik) sarmalı ile olanaklı hale getirilmiştir. Örneğin ABD’de yetişkin nüfusun %16’sı yani en az 37 milyon kişi değişik derecelerde malul (AS: engelli) olarak tanımlanmış, ölmeyecek derecede maaşlar bağlanmıştır; bu ülkede 2012’de maluliyetle ilişkili harcama yıllık 400 milyar doları geçmiştir. Başka bir ifadeyle ABD sağlık bütçesinin ¼’ünü maluliyet ile ilişkili harcamalar oluşturmaktadır (2).  Dünya Sağlık Örgütü 1970’lerden beri bu konuda değişik zamanlarda kurallar, tanımlamalar içeren raporlar yayımlamaktadır. Bunlardan en sonuncusunu 2013’te yayımladı; buna göre dünyada değişik nedenlerle malul olanların sayısı 1 milyarı, yani dünya nüfusunun %15’ini geçmiştir (3). Ülkemizde de konu çok da farklı değildir; TÜİK’in 2012 verilerine göre
yetişkin nüfusun %18.9’u sağlık sorunları nedeniyle işgücü dışındadır yani maluldür.

Burada hemen denilebilir ki olsun! Ne kötülüğü var maluliyet nedeniyle kişilere birtakım haklar verilmesinin? Sana ne?

Meslek hastalıklarının günümüzde tespit edil(e)memesinin, bildiriminin yapıl(a)mamasının, kayıt altına alın(a)mamasının 1 numaralı gerçek nedeni
maluliyet tespiti işlemleridir.
Bunu bir şablona oturtmanın temel esası ise “liste sistemi” dir.

Çalışan bir kişide işe bağlı “etkilenme” tekrarlar sonucu zamanla birtakım belirtiler, bulgularla “hastalık”a dönüşür.  Bu hastalık bulgularının işle, çalışma ortamı ile ilişkili olduğu zamanında fark edilemezse, kayıt altına alınamazsa kişide yaşam süresi ve niteliğini etkileyecek birtakım geçici ya da kalıcı hasarlar bırakır yani çalışan malul” olur. Çalışandaki bu olumsuz etkilenme durumunun derecesi yani maluliyet oranı çalışma yaşamındaki hastalık ya da kazalara bağlıysa, “meslekte kazanma gücü azalma oranı” olarak tanımlanır ki, bu aynı zamanda tazminat
oranının da belirlenmesinde kullanılır. Ancak burada ufak bir ayrıntı var; bazen yıllar sürecek
bu gelişmeler sonucu yani etkilenme, hastalık, maluliyet sürecinin de bir Listede (AS: Meslek Hastalıkları Listesi) kayıtlı olması, tanımlanmış olması gerekir. Yani bu patolojiler ILO’nun belirlediği ve tüm ülkelere empoze ettiği Liste sistemi içinde olmak ve yine ILO’nun belirlediği bir sistematik içinde bazen yıllarca sürecek bürokratik çarkların içindeki tüm aşamaları
başarıyla aşmış olmalı ki, bir sosyal kazanca dönüşebilsin (4). Çünkü bunların çilesini
sonra “gariban” işveren -ki bulunabilirse- çekecek:

Kafanız ezildiği zaman, işin ucu size mi dokunacak? Hiçbir zaman!
İşletme size yahut karılarınıza maaş bağlamak zorunda kalacak
….”              

İşte sistem aynı, yol yordam aynı: İnsanları pasifize edeceksin; köle gibi çalıştıracaksın, çalıştırdığın koşulların kişinin sağlığı üzerindeki etkilerini zinhar görmemeleri gerek.
Bunu görmeleri gereken sağlıkçıları da suçun ortağı haline getireceksin. Sağlık sistemini hastalıklardan kazanç elde etme kapısı haline dönüştüreceksin ki, hastalık üretim merkezleri görünmesin. Sonuçta da neye bağlı olduğu “bilinmeyen” hastalık ve patolojiler sonucu
her dediğine biat edecek bir maluller ordusu oluşturacaksın.

Sistem budur.. Yıllardır anlatmaya çalıştığım, Fransız Sosyolog Mony’in yıllardır haykırdığı: “tazminatınız kafanıza çalınsın” denilen meslek hastalıkları sistemi budur. Bu sistem bir
“Yasal meslek hastalıkları sistemi”dir; bunun yerine “tıbbi meslek hastalıkları sistemi” kurulmalıdır dememdeki neden budur.

Başka bir dünya mümkündür, yeter ki istensin… Bunu dünyada yaşayan ben dahil %99 olarak gördüğümüz gün; en az 200 yıllık %1’lik vahşi kapitalizm oyun kurucularının işi biter.
Ah bir görebilsek… Ne Haziranlar yaşanır memleketimde, dünyada…

Kaynaklar : 
1.Emile Zola, Germinal, Yordam Kitap, 4.basım
2.CDC-MMWR/ August 30, 2013/Vol.62/ No.34:697
3.WHO 2013 10 facts on disability
4.ILO 2013 National sysytem for recording and notification of occupational diseases.
Practical guide

================================

Dostlar,

Değerli meslektaşımız Prof. İbrahim Akkurt’un sorunun tam da bam teline vuran yazısını yukarıda sunduk.. Sorunlar konuları salt teknik – hukuksal – ekonomik.. boyutlarıyla işlemekle çözülemiyor.. Arka düzlemdeki ideolojiyi apaçık etmek (deşifre etmek) gerekiyor.
Bu kritik boyut görmezden gelinirse, akademisyenler de yabanıl anamalcı (vahşi kapitalist) çarkın bilerek ya da bilmeyerek sıradan bir dişlisine indirgenir. Böylesi bir toplumsal – bilimsel rolün kabul edilir yanı olamaz. Yaşamın gereksinimi tam da tersinedir; bilim insanı topluma
yol gösterecek; sorunlarını ve kaynaklarını, akılcı çözümlerini sunacaktır insanlara.
Bilimini asla hiçbir çıkar kesimine, güce sunmayacak; en yüksek düzeyde sorumlu ve ERDEMLİ olacaktır..

“Sermayenin kârını” değil  “Toplumsal yararı” “en çok kılmak” temel güdüleyicisi olacaktır.

Büyük ATATÜRK ne denli etkili, yerinde uyarmıştı :

  • “Okuyup-yazma bilmeyen tek bir yurttaş bırakılmamalıdır. Kalkınma savaşının gerektirdiği teknik işgücü yetiştirilmelidir. Yurt sorunlarının ideolojisini anlayacak, anlatacak,
    kuşaktan kuşağa yaşatacak birey ve kurumlar yaratılmalıdır.” (1937 TBMM açış konuşması)

Bu bağlamda uzuuun yıllardır veregeldiğimiz Tıp Fakültesi derslerinden
“MESLEK HASTALIKLARI” yansılarımızı izlemek ister misiniz??
Özellikle 99, 139, 143 ve 175. yansılara dikkat lütfen…

Meslek_hastaliklari

feda_kar

Sevgi ve saygı ile.
30 Haziran 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Türkiye meslek hastalıklarını gizlemede bir numara

Gündem :

Türkiye meslek hastalıklarını gizlemede bir numara!

iakkurt

Meslek hastalıkları üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Prof. Dr. İbrahim Akkurt, Türkiye’nin meslek hastalıklarını “gizleme yoluyla çözmüş(!)” bir ülke olduğunu belirtiyor. Sağlık Bakanlığı’na meslek hastalıklarının kaydının tutulması konusundaki görev ve sorumluluklarını hatırlatmak üzere change.org’da bir kampanya başlatan Akkurt ile Türkiye’de meslek hastalıkları sorununu ve kampanyayı konuştuk.

Mutlu Sereli Kaan

  • Çalışma yaşamı çalışan sağlığı açısından ne gibi riskler içeriyor?

Çalışma ortamlarında kitapların yazdığı, teorik olarak 1 milyondan çok toksik madde, binlerce fiziksel, biyolojik, psikolojik, sosyal riskler ve tehlikeler var. Bu toksik maddelerden ancak
10 bininin kısa ve uzun vadedeki etkileri test edilebilmiştir; geri kalanlarının etkileri bilinmemektedir. Çalışma ortamlarındaki riskler kendilerini bir olayla hemen gösterirlerse
bunun adı iş kazasıdır. İş kazaları belli bir düzey ve süreçte hemen görünmez kılınırlarsa
iş cinayetleri hatta maalesef ülkemizde olduğu gibi iş katliamları olarak ortaya çıkarlar.

Klasik söylemle “her bir iş cinayeti, saklanan 3 bin ramak kala iş kazasının faturasıdır” şeklindedir ki; maalesef günümüzde ülkemizde yaşadığımız budur. Çalışma ortamlarındaki
risk ve tehlikelerin belli bir süreç sonucunda görünür olmasının adı ise işe bağlı hastalıklar-meslek hastalıklarıdır. Meslek hastalıkları ilk maruziyetten belli bir zaman sonra ortaya çıkarlar. Bunların etkileri ancak çalışma ortamlarında bulunanlarda ortaya çıkan hastalık ve patolojilerin nedenlerinin irdelenmesiyle saptanabilir.

  • Türkiye için bu risklerin görünür olduğunu söyleyebilmek mümkün mü?

İş cinayetleri olarak nitelendirilen “görünürlüğü gizlenemeyen iş kazaları” konusunda dünyada ilk 3’de; “görünürlüğü gizlemek için oluşturulan sağlık sistemi -meslek hastalıkları liste/ kayıt ve bildirim sistemi- yoluyla gizleme” potansiyeli konusunda da dünyada belki de bir numaradayız. Yani dünyada meslek hastalıklarını “gizleme yoluyla çözmüş” bir ülkeyiz.   Bundandır ki, pratik olarak ülkemizdeki çalışma ortamlarında risk -sıfır- olarak gözükmektedir. Çünkü işe bağlı hastalıkların-meslek hastalıklarının hiçbiri “SGK yani bir sigorta kurumunun değişik düzeydeki uzmanlarınca bir nedensellik bağı ile gösterilebilir, kanıtlanabilir-işlemi bitmiş olmadıkça; kalıcı hasar, maluliyet, ölümü de bununla ilintili bulunmadıkça” kayıt altına alınmazlar. Yani ülkemizde sağlık sunucularının rutin kayıtlarına bu riskler ve tehlikelerin hiç biri girmemektedir; gizlenmektedir.

  •  Resmi kayıtlardaki rakam nedir? Gerçek rakam nedir?

Bir ülkede meslek hastalıklarının beklenen görülme sıklığı konusunda birkaç parametre vardır. Bunlardan ILO ve WHO’nun da kabul ettiği en sık kullanılan parametre şudur: Bir ülkede çalışma ortamlarının durumuna bağlı olmak üzere her bin kişiden en az 4, en çok 12 kişide meslek hastalığı/işle ilgili hastalık görülmesi beklenir (AS: Harrington ölçütü). Buna göre ülkemizde en az 25 milyon çalışan olduğunu düşünürsek beklenen meslek hastalığı sayısı en az 100 bin, en çok 300 bin küsurdur. Yani en iyi bir beklentiyle bile ülkemizde kayıt altına alınması gereken meslek hastalığı sayısının 100 binden az olmaması gerekir. Oysa ülkemizde “gerçekte meslek hastalığı olmayan” ancak ulusal ve uluslararası alana SGK tarafından
meslek hastalığı diye bildirilen yıllık rakamlar 500 – beşyüz- ün altına bile indirilmiştir.

  • Türkiye’de meslek hastalıklarının kaydının sağlıklı bir şekilde tutulamadığı açık…

Meslek hastalıkları bir etyolojik (nedensellik) tanımlamadır. Meslek hastalığı diye tek bir şablon yoktur.  Hastalıklar vardır, bunların nedenleri vardır. En baba meslek hastalıkları olarak bilinen kurşun toksisitesi başta olmak üzere tüm toksikasyonlar; hatta silikozis de dahil olmak üzere pnömokonyozların bile oluşmasında tek bir etken söz konusu değildir. Kişiye, ortama, koşullara, maruziyet süresi ve yoğunluğu vb. birçok etmene bağlı olmak üzere etkilenme – hastalık – hasar -maluliyet – ölüm olur.  Meslek hastalıklarını görünür kılmak istemezseniz gizleme potansiyeli en yüksek hastalıklardır. Bunlar sağlık sistemi içinde başka adlar, sendromlar vb. şaşalı isimler şeklinde lanse edilir. Meslek hastalıklarının görünür kılınmasının ilk ve belki de tek yolu
tüm hastalıkların nedenlerinin görünür kılınmasını sağlayıcı sistemin rutin sağlık hizmetinin bir parçası durumuna getirilmesini sağlamaktır. İşte görevi olduğu halde Sağlık Bakanlığı yıllardır bunu pratiğe dönüştürmemiştir. Böyle bir sistemimiz olmadığı için de hastalıklar içinde
meslek hastalıklarının görünürlüğü sağlanmıyor, kayıt altına alınmıyor, bildirilmiyor.
Oysa rutin pratikteki her bin hastalığın en az 5 ile 25’nin mesleki kökenli olduğu artık
bilimsel hemen tüm kitapların yazdığı bir gerçektir.

  • Meslek hastalıklarının kayıt altına alınması için siz neler öneriyorsunuz?

İlk soruda yanıtladığım meslek hastalıkları rakamları SGK’nın iş kazaları ve meslek hastalıkları sigortacılık kolunun “sigortacılık yönünden maluliyet – tazminat işlemleri bitmiş” rakamlardır.  Yani gerçek meslek hastalıkları değildir. Benim önerdiğim şu anda birçok ülkede uygulamaya sokulan, 1930’dan beri Sağlık Bakanlığı’na Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile verilmiş olan “meslek hastalıkları istatistikleri kayıt ve bildirim sistemi”nin uygulamaya sokulmasıdır.

  • Bu çerçevede başlattığınız imza kampanyası hakkında bilgi verir misiniz?

Meslek hastalıkları- işle ilgili hastalıklar hep bir maluliyet – tazminat kıskacında görüldüler;
o nedenle de adı dillendirildiği an “kara kaplı mevzuat hazretleri kitaplarına” bakılmayı gerektiren öcüler olarak çalışan – çalıştıran – hekim vb. birçok kesimlerce hep uzak duruldu.  Oysa biz biliyoruz ki; her yüz hatta kimi durumlarda her bin işe bağlı hastalıktan ancak ve ancak 1 (bir)’i yasal izlem gerektiren kategoridedir. Yani bu kategoride olabilecek bir hastalık için günlük pratikte 99’nun hatta bazen 999’nun üstü kapatılıyor, gizleniyor. Ancak evrensel
tıbbi bakışta biliyoruz ki; her hastalık erken evrede yakalanırsa morbidite (geçici veya kalıcı hasar) ve mortalitede (ölüm) çok belirgin bir olumlu etki sağlanır. Bu şekilde hem de çalışma ortamlarındaki risk ve tehlikeler görünür kılınır. Bu hem çalışandaki maruziyetin azalması ya da kesilmesi yoluyla hastalığının ilerlemesini durduracak hatta iyileştirecek, hem o ortamda bulunan öbür kişilerde etkilenme olup olmadığının incelenmesini sağlayacağı gibi hem de o ortamda aynı etkenlere maruz kalanlar için Birincil korunma koşullarının gözden geçirilmesini sağlayarak öbür kişilerin maruziyetini engelleyecektir.  Çünkü basit düz mantıkla da denilebilir ki bir şeyden korunabilmek için öncelikle onun risk ve tehlike derecesini bilmek gerekir.
Bu görev ve sorumluluk da sağlık otoritesinin oluşturduğu sistem içinde buna olanak sağlayıcı bir yapılanmanın bulunmasıdır. İşte kampanyanın temel amacı Sağlık Bakanlığı’nın
“Meslek Hastalıkları Tıbbi Bildirim ve Kayıt Sistemi” ni de içine alacak biçimde bu görev
ve sorumluluğunu artık yerine getirecek bir sistem oluşturmasını sağlamaktır

  • Böyle bir kayıt sistemi tutmanın çalışanların sağlığına olumlu etki edebilecek
    başka çıktıları olabilir mi?

Çalışma ortamlarını bir havuz olarak düşünürsek “tıbbi meslek hastalıkları tanı sistemi”
bu havuzun kaçaklarını (işe bağlı – meslek hastalıkları) bize gösterecektir. Bunların hasar bırakmadan erkenden tanı ve tedavisi sağlanacaktır. İşe bağlı hastalıklarda – meslek hastalıklarında tedavinin ilk koşulu maruziyetleri azaltmak, yok etmek”tir; bu sağlanarak hastalıklar hasar (maluliyet) oluşmadan saptanması sağaltılacaktır. Bunun ötesinde,
çalışma yaşamındaki binlerce risk ve tehlikenin görünür kılınması; benzer ortamlarda çalışan, çalışacaklar için önlemlerin alınmasının yolu açılacaktır. Görünür kılınması sonradan oluşacak hasar, yasal durumlar nedeniyle de önemli bir gösterge olarak kayda geçecek yani tıbbın hukuka kendiliğinden kanıt oluşturmasının önü açılacaktır.

  • Sizin eklemek istedikleriniz var mı?

Çalışma ortamlarının birer hastalık üretim merkezi olmasını istemiyorsak;
hastalıkların nedenini her Basamaktaki hekimin sağlık sunucusu sistemiyle kayıt ve bildirimi sağlayacak biçimde kurumsallaştırmak istiyorsak; pahalı ve kişiye zarar verici tanı yöntemleri yerine iş ve meslek öyküsü yoluyla maruziyetleri ortaya koyup erken tanı koymak istiyorsak; tedavi için tıbbın evrensel kuralı “primum non nocere!: önce zarar ver-me!” ilkesini yaşama geçirip hastalıkların hasar – maluliyet – ölüm yapıcı potansiyelini en aza indirmek istiyorsak mutlaka “meslek hastalıkları tıbbi tanı sistemi”ni kurmamız gerekiyor. Günümüzde bu mümkündür. Hemen her sağlık sunum basamağındaki otomasyon sistemlerinin altyapısı
buna uygundur. Hekim olarak ana görevimiz insanı korumak, hastalandığında zarar vermeden tanı koymak, en pratik yoldan eski sağlığına kavuşturmaktır. Çalışma ortamlarına bağlı etkilenme, hastalık ve bunlara bağlı kişilerde oluşan hasarları belgelemek;
sağlığı bozucu sosyal sürdürülebilirliğin koşullarının sağlanmasına yardımcı olmaktır.
28 Eylül 2015)

=======================================

Dostlar,

TTB’nin (Türk Tabipleri Birliği) düzenli yayın organlarından olan TIP DÜNYASI’nda yer alan bir söyleşiyi bir – iki ay sonra da olsa paylaşmak istedik. Değerli meslektaşımız Sn. Prof. Dr. İbrahim Akkurt, Göğüs Hastalıkları Uzmanı olarak uzun yıllar Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesinde çalıştıktan sonra emekli olarak Ankara’da meslek yaşamını sürdürmektedir.
İş ve Meslek Hastalıkları yandal uzmanlığı da bulunmaktadır. Ankara Tabip Odası bünyesinde son birkaç yıldır, bizim de ara ara destek verdiğimiz Meslek Hastalıkları Konseyi çalışması başlatılmıştır. Bu çalışmanın bir kurumsallaşma çizgisi izlemesi sevindirici olacaktır.

İş ve Meslek Hastalıkları, bizim de meslek yaşamımızda en çok emek verdiğimiz alandır. 1977’de tıbbiyeden (İstanbul Tıp Fak.) mezun oluşumuzla birlikte bir yeraltı maden işletmesi hekimliğini de üstlenerek göreve başlamıştık. Ardından Çimento ve Kağıt sektöründe işyeri hekimliği yaptık. Üniversitede alanın her düzeyde (Tıbbiyede lisans, sonra lisans üstü, doktora) derslerini verdik. Tıpta Uzmanlık Tezleri yönettik…. TTB’de uzun yıllar İşyeri Hekimliği Kolu Akademik Kurul üyeliği yaptık ve 25 bine yakın meslektaşımızın İşyeri Hekimliği Sertifikası edindiği 100 dolayında kursta 10 yıl boyunca etkin görev üstlendik. Çalışma ve Sağlık Bakanlıkları ile sorunun çözümü için hep birlikte olduk.. Sevgili Prof. Akkurt’la da..

Ancak… meslek yaşammızın 39. yılına geldiğimiz halde Türkiye’de İşçi Sağlığı İş Güvenliği alanında ve onun bir uzantısı olarak Meslek Hastalıkları bağlamında anlamlı bir yol katettiğimizi söylemek güçtür.

Bu alan, “ekonomik – politik – hukuksal – tıbbi” olmak üzere 4 boyutlu uzay gibidir!

Kavramak, zihinde gerçek anlamda canlandırmak ve oldukça karmaşık etmenlerini tanımlayıp emekten – ulusal yarardan yana bir pusula koymak, sermayeyi bir uzlaşıya ikna etmek
son derece güçtür.

Türkiye bir “Meslek Hastalıkları Şeytan Üçgeni” içindedir..

Meslek_hastaliklari_seytan_ucgeni
Öyle ki; geçelim sermayeyi (işvereni) ve sonra Devleti, Emekçi (işçi,çalışan) da Meslek Hastalığı tanısı almak isteMEmektedir çünkü bu tanı genellikle işinden olmak demektir!
Sorun Küreseldir denebilir.. Tüm dünyada yıllık 1 milyon dolayında meslek hastalığı kayda girmektedir. Bunun yarısı Çin ve ABD’den bildirilenlerdir. Türkiye’ye, Dünya nüfusunun
% 1,1’i olmamız nedeniyle 11 bin / yıl gibi bir rakam düşebilirse de, biz 500’ü aşamıyoruz.

  • Temel engel, Küreselleşmiş vahşi kapitalizm ve mutlak bir sermaye vesayetidir..

    AÜTF’de (Ankara Üniv. Tıp Fakültesi) yıllardır Dönem V’te verdiğimiz
    Meslek Hastalıkları Derslerinin kapsamlı yansılarını izlemek yeterince fikir verebilir :

    http://ahmetsaltik.net/2015/11/11/meslek-hastaliklari-occupational-diseases/ 

    Sorunun çözümü salt tıbbi olarak olanaklı değildir..
    Emek güçlerinin direnişi küreselleştirecek ölçütte örgütlenmesinden geçmektedir.

    Sevgi ve saygı ile.
    30 Ocak 2016, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK
    Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
    AÜTF Halk Sağlığı AbD
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com