Etiket arşivi: Prof. Dr. D. Ali Ercan

Bu seçim sistemi ile Türkiye’nin hali duman!

Bu seçim sistemi ile
Türkiye’nin hali duman!

portresi, Gülümseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

 

Değerli arkadaşlar,

1 Kasımdaki seçim yine oylarımızın adil bir biçimde temsil edilmediği bir seçim olacaktır.

  • Türkiye’de İlleri “Eyalet” gibi gören çarpık bir mantıkla düzenlenmiş
    “Her İl’e  +1 Milletvekili kontenjan” kuralı,
  • 1. sıradaki partiye %15-20 avantaj sağlayan d’Hondt sayım yöntemi ve
  • Dünyanın hiçbir gelişmiş demokratik ülkesinde uygulanmayan %10 Ülke Barajı 

gibi üç kısıt (şeytan üçgeni) arasındaki oylarımız, sandıktan Yönetime aynı oranda yansımayacaktır. Örneğin, Bayburt’taki veya Tunceli’deki bir seçmenin oyu Ankara’daki
iki seçmenin oyuna eşdeğer olmaya devam edecektir.

……………
……………

Yine buna bağlı olarak seçmen sayımız 0,707 x 78,556 = 55,6 milyondur.
Bu rakam YSK’nun Yurt içi seçmen sayısı olarak verdiği rakamdan 1,5 milyon fazladır

Yurt dışındaki T.C. yurttaşı seçmen sayısı, YSK’nun dediği gibi gerçekten 2.895.885 ise, yaklaşık 4 milyon yurttaşımız yurt dışında yaşıyor demektir.. Türkiye’nin toplam nüfusunun (Yabancılar, Sığınmacılar… dışında) 1.1.2016’da 83 milyon olacağını söyleyebiliriz.

Anlaşılan o ki, Türkiye’de gerçek bir nüfus sayımı yapılması mutlaka gereklidir.
æ (27.10.2015)

================================

Dostlar,

Prof. Dr. D. Ali ERCAN hocamızın önemli bir yazısını paylaşmak istiyoruz.

Bu seçim sistemi ile Türkiye’nin hali duman!

Makalenin girişini ve son paragrafını yukarıda verdik.
Yazıdaki görseller nedeniyle pdf dosyası olarak bütüncül biçimde sunuyoruz..
Aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayarak erişebilirsiniz..

Bu_secim_sistemi_ile_Turkiye’nin_hali_duman_27Ekim2015

Türkiye de facto (en son 2000’de) nüfus sayımından de jure sayıma geçti.
Ancak CIA verilerine de bakılırsa, nüfus her yıl birkaç milyon eksik saptanabilmektedir.
Doğum ve ölüm kayıtları, yasal zorunlu bildirim yükümlerine karşın işlememektedir.
Özellikle kırsal nüfustan güncel doğum – ölüm kayıtları güvenle toplananamaktadır.
Bu ciddi bir devlet sorunudur. Bir yandan kayıt sistemi iyileştirilemli, bir yanda da
son bir kez daha de facto sayım yaparak gerçek nüfus bilgilerine erişilmeldir.

31 Mart 2014 sabahı 18 bine yakın köyü 1 gecede 6330 sayılı yasa ile mahalleye dönüştürmekle kırsal köylü nüfusu kentli – mahalleli yapılabilmiş midir?? Bu sorunu sitemizde epey yazdık..

Gerçek nüfusunu bilmeyen ciddi bir devlet olabilir mi?
Kayıt dışı birkaç milyon nüfusun ülkede varlığı dehşet verici bir sorundur!
AKP iktidarı 13 yıldır bu temel sorunu bile çöz(e)medi !?

TÜİK ve YSK nüfus verileri arasında 1,5 milyon farkın olduğu bir ülkede geçerli – güvenilir seçim sonuçlarından söz edilebilir mi?

Sorun çözümsüz müdür, böylesi birilerinin işine mi gelmektedir??

Sevgi ve saygı ile.
30 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

YÜZ YILLIK ERMENİ YALANI BİTİRİLMİŞTİR


YÜZ YILLIK ERMENİ YALANI BİTİRİLMİŞTİR Hiç abartı yok, gerçek budur..

portresi, Gülümseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

 

  • … AİHM Kararının gerekçesinde, “Ermeni soykırımı iddialarının kanıtlanmamış olduğu ve 1915 olaylarının Yahudi soykırımına benzemediği” gerçeği vurgulanıyor…
Değerli arkadaşlar,
Biz ne yaparsak yapalım, ne dersek diyelim, Amerika’daki ve Avrupa’daki Ermeni Diasporasının, Ermeni lobilerinin 100 yıldır inatla sürdürdüğü mücadele sonucu şekillenen Dünya Kamuoyunu düzeltebilecek,
kendi lehimize çevirebilecek durumda değiliz. 
Dünya maalesef gerçekler üzerinden değil, algılar üzerinden yönetiliyor.
Bugün Dünyada (8’i NATO üyesi) aralarında Rusya’nın da bulunduğu
20’den çok Ülkenin Parlamentolarında 
Ermenilere 1915’te Osmanlı Devleti tarafından Soykırım uygulandığına ilişkin karar çıkmıştır. ABD’de 40’tan çok eyalet meclisinde
benzer kararlar alınmıştır.

image1. Dünya savaşında yalnızca Ermenilerin değil, tüm Anadolu’nun yaşadığı trajediyi
Dünya milletlerine anlatamadık. Her alanda olduğu gibi, bu konuda da aydın ihaneti ile
karşı karşıya kaldık.
Koyu yeşil : 1915 olaylarını Soykırım olarak tanıyan ülkeler

Açık yeşil : Adıyla resmen tanımasa da ülke içinde büyükçe bir kesim tarafından tanınıyor.

Beceriksiz, yeteneksiz ellerdeki ‘gayr-i milli’ Dış politikamız
Türk Ulusunu soykırım töhmeti altında kalmaktan kurtaramamıştır. Hele hele,
“…efendim, tarihte başka soykırımlar da oldu…” ya da
“…rakamlar çok abartılı…ölenler 1,5 milyon değil, 100-200 bin arasında…”
şeklindeki “tevil ve inkâr” ima eden yanlış söylemler, “Biz soykırım yapmadık!”
tezimizin inandırıcılığını yıkmıştır. Ve sonuçta bugünlere geldik. Emperyal odaklarca da desteklenen Ermeni Diasporası’nın 3T planı (Tanıtma – Tazminat – Toprak) işliyor;
Planın 1. bölümünü hallettiler sayılır….
  • Yana yakıla Osmanlıcılık yapanlara,“mademki, Osmanlısın, ver dedenin hesabını” derler..
    (gerçekte öyle bir hesap olmasa da )
  • Yana yakıla İslamcılık yapanlara, İslami terörist sempatizanlarına,
    “Ver bakalım Müslümanların Hristiyanlara yaptığı zulümlerin hesabını” derler.
    (gerçekte öyle bir şey olmasa da)
Unutmayalım arkadaşlar; başımıza gelenlerin nedeni, başımıza getirdiklerimizdir.
  • “…Efendiler, bu vesile ile muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki: sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i aslîyi, çok iyi tahlil etmek dikkatinden, bir an dahi feragat etmesin!…”
    Mustafa Kemal Atatürk (Nutuk)

Sevgilerimle. æ

==================================

Dostlar,

Sayın Prof. Ali Ercan hocamızın kaygıları ve eleştirileri, gerçekçi irdelemesi yukarıda..

Vatan Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek öncülüğünde Talat Paşa Komitesince 2005’ten bu yana 10 yıldır uluslararası düzlemde büyük güçlüklerle, büyük özverilerle ve
yüksek düzeyde birikim – yeti (ehliyet) ile sürdürülen poitik – hukuksal savaşım
önemli bir başarı ile AİHM‘nde sonlandırılmış, temyizde kesin karara bağlanmıştır.

Ancak daha yapılacak çok iş vardır. AKP iktidarı, seçim telaşında –ve işine de gelerek
görkemli başarının hakkını vermemektedir. Sayın Perinçek Başbakan – Bay RTE tarafından kutlanmamıştır. Bu kasıtlı görmezci davranış Devlet nezaketine ve geleneğine yakışmamaktadır.

Çok deneyimli diplomat (emekli Büyükelçi, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı) Sn. Onur Öymen‘in pek isabetli olarak öne sürdüğü üzere AB’ye gerekli Nota verilerek kararın hukuksal – diplomatik – politik.. gereklerinin yerine getirilmesi, gecikmeksizin istenmelidir.
Öbür ülkelerde de yaygın diplomatik girişimlerle kamuoyunun Diyaspora’nın
yanıltıcı koşullanmasından kurtarılmasına çaba gösterilmelidir.

Ayrıca, Sayın

Dr. Doğu Perinçek’e DEVLET ÜSTÜN HİZMET MADALAYASI / NİŞANI verilmelidir..

Gecikmeden, demir tavında dövülerek.. Böylesi bir karar, Ülkemiz içinde bu soruna ilişkin birliğin göstergesi olarak, sonraki uluslararası adımlarda Türkiye’nin elini de güçlendirecektir.

Sevgi ve saygı ile.
24 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com 

Milletlerin Akrabalığı Milliyetçilik ve Irkçılık üzerine


Milletlerin akrabalığı
Milliyetçilik ve Irkçılık üzerine

portresi, Gülümseyen

 

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

 

yanan_mum

Değerli arkadaşlar,

Haziran.2014’te, Milletlerin akrabalığı üzerine yazdığım makalede ırkçı söylemlerin bilim dışılığına vurgu yapmak istemiştim. Son zamanlarda  siyasal arenada kanaat önderi geçinenlerin(?) dayanılmaz hafifliğini,
kendi kafa karışıklıklarını topluma bulaştırmak yarışında olduklarını görüyorum. O nedenle bu makaleyi yeniden paylaşmak gereği duydum.

Medyadaki tartışmalarda yapılan en büyük yanlış, “Türk” kavramını bir halk veya etnik kümeye indirgemektir. Kulağa hoş gelen “Kürt-Türk kardeştir, PKK kalleştir” türünden söylemlerle ürkünç (vahim) bir dil mantığı hatası (semantik hata) yapılmakta,

Türkiye Cumhuriyetine eşit Anayasal Yurttaşlık bağı ile bağlı olan insanları tanımlamak için kullanılan “Türk” kavramı, Türkiye’de var olan (veya var olduğu düşünülen)
Etnik kümelerden birini tanımlayan “Kürt” kavramı ile denk tutulmaktadır. Oysa,

“TÜRK” BİR HALKIN ADI DEĞİLDİR!

“TÜRK” BİR ETNİK KÜMENİN ADI DEĞİLDİR!

“TÜRK” TÜRKİYE CUMHURİYETİ YURTTAŞLARININ ORTAK ADIDIR; BİR MİLLETİN ADIDIR.

O nedenle Türk Yurdu, Türk Bayrağı, Türk Ordusu, Türk Lirası, Türk Dili, Türk Kültürü,
Türk Sanatı… sözlerinden hiç gocunmamak gerekir.

Özetle; “Türk halkı” diye bir halk yoktur; “Türkiye halkı” vardır. (Kürt, Abaza, Çerkez, Arap, Süryani, Yörük, Laz, Tatar, Boşnak, Arnavut, Rum, Ermeni, Pomak, Tahtacı, Türkmen, …)
bunlar etnik kümeler, halk kesimleridir, tamam. Türk ise, bütün bunların birlikteliğini anlatan bir üst kavramdır. Konuşmalarında Türk kelimesini bu listeye katanlar
en büyük hatayı işliyorlar ve kafalar karışıyor.

  • Türkiye’de değişik etnik kökenlerden insanlar aynı coğrafyada ve birbirlerine karışmış durumda, yüzlerce yıldır birlikte yaşıyorlar… Bu doğal birlikteliği zorla, yapay etkilerle ayrıştırmaya, parçalamaya kalkışmak, anlamsız ve olanaksız olduğu ölçüde, insanlığa karşı işlenmiş suç düzeyinde aptalca bir girişim olur. Toplum çok acı çeker.

image

Yandaki Venn Diyagramında (AS: Kesişen kümelerde) Y-DNA analizlerinden elde edilen verilere göre, Türkiye (T) – Yunanistan (G) – Bulgaristan (B) arasındaki genetik ortaklığı görüyorsunuz. Buna göre Türkiye Yunanistan ile %75; Bulgaristan ile %63 oranında genetik akrabadır. Türkiye-Yunanistan-Bulgaristan Genetik ortaklığı % 61 dir. Türkiye’nin Doğu ve üney komşuları, Kafkas Ülkeleri, İran ve Arap ülkeleriyle ilgili Y-DNA Hablo Grup verileri elimde bulunmadığından böyle bir Venn-Diyagramı yapamadım; aslında Kafkasya-İran-Arabistan-Türkiye arasındaki bir Venn-Diyagramı da aynı biçimde yoğun örtüşen bir diyagram olurdu.

Bu akrabalık diyagramları bize, ırk-kan söylemleri üzerine oturtulmuş bir Milliyetçiliğin
ne denli saçma olduğunu gösteriyor. Çağdaş Milliyetçilik (bence doğrusu Milletçilik,
yani Milletten yana olmak) Milletin/Ulusun yararına çalışmaktır,

Yurtseverliktir; o kadar!

Sevgilerimle. æ
10 Ekim 2015, Ankara

===============================

Dostlar,

Sayın Prof. Ercan’ın MİLLETLERİN AKRABALIĞI başlıklı yazısını 19.06.2014’te
bu sitede yayımlamıştık. (http://ahmetsaltik.net/2014/06/19/milletlerin-akrabaligi/)
Bu yazıya da bakılmasını dileriz. Orada, anlaşılması daha kolay olması için açık görseller koymuştuk metne.. (2’si aşağıda..)

Milletlerin_akrabaligi1

 

 

 

 

 

 

 

Milletlerin_akrabaligi2

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ali hocamızın bu önemli yazısının son paragrafını vurgulayarak katılmak adına yineleyelim :

Bu akrabalık diyagramları bize, ırk-kan söylemleri üzerine oturtulmuş bir Milliyetçiliğin
ne denli saçma olduğunu gösteriyor.

Çağdaş Milliyetçilik (bence doğrusu Milletçilik, yani Milletten yana olmak) Milletin/Ulusun yararına çalışmaktır,

Yurtseverliktir; o kadar!

Dosyanın haritalar içeren pdf biçimi için lütfen tıklayınız

Milletlerin_akrabaligi

Sevgi ve saygı ile.
10 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

1 Ekim Dünya yaşlılar günü

1 Ekim Dünya yaşlılar günü

Displaying

portresi, Gülümseyen

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

 

 

Değerli arkadaşlar,

Birleşmiş Milletler (UN) 1990’tan bu yana 1 Ekim’i Yaşlılar Günü olarak kutluyor, yaşlılık sorunları üzerine etkinlikler düzenleniyor. 60 üzeri yaş dilimine giren insanların nüfus içindeki payı Dünya genelinde giderek artmakta.
2050’de Dünya nüfusunun yaklaşık beşte birini 60 yaş üzeri insanlar oluşturacak.
Demografik analizlerden gördüğümüz kadarıyla, Dünyada 1950’de 50 yılın altında (47-48 yıl) olan ortalama ömür, bu yüzyılın sonunda 80 yıla çıkacak. Nüfus artış hızı Dünya ortalaması sıfıra (Gelişmiş Ülkelerin çoğunda sıfırın altına) düşecek, yani Doğurganlık 2’ye inecektir.
1950’lerde Doğurganlık Dünya ortalaması 5 dolayında idi.
unnamed (11)
2100’de Dünya nüfusunun ne denli olacağı konusunda çok değişik kuramlar 
var. 2050’lerde 10 milyara yaklaşacak olan Dünya nüfusunun, bu yüzyılın sonuna dek kitlesel ölümlere yol açan çok değişik nedenlerden dolayı 2-3 milyara dek düşebileceğini söyleyen bilim adamlarının yanı sıra; nüfusun ~10 milyar düzeyinde sabitleneceğini söyleyen iyimser kestirimler de var. 
 
Türkiye’nin nüfusu 1927’de (ilk nüfus sayımı) 13 milyondu. 88 yılda,
2015’te nüfusumuz tam 6 katına, 78 milyona erişti! Bu arada, 1990’da
51 yıl olan ortalama ömür de 2015 yılında 61 yılın üzerine çıkmış durumda. 2015’te doğanlar için beklenen ortalama ömür 80 yıldır.

1990’da % 4,4 oranında olan 65 yaş üzeri nüfus, 2015 te % 8  oldu.

Cumhuriyetin 100. yılında, 2023’te :

  • Türkiye’nin nüfusu 85 milyon,
  • Ortalama ömür 65 yıl ve (ortanca yaş 33)
  • 65+ yaş nüfus %10’un üzerinde olacak; yani her 3 çalışana (tabii iş bulabilirlerse)
    1 emekli düşecek.
Sevgilerimle. æ
image (1)
image (2)

=====================================

Dostlar,

Teşekkürler Sayın Prof. Ali ERCAN hocamıza..
Eklediği 2 nefis dosya için de..

Turkiye’nin_Nufus_Analizi_2014_ae

Ekleyecek çok şey var / yok…

Türkiye ve Dünya bu denli kalabalığı kaldıramıyor..

Eldeki tüm bilimsel veriler bu gerçeği haykırıyor..

HER AİLEYE 1 ÇOCUK; BAŞKA YOLU YOK!

Sevgi ve saygı ile. 03 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Akışkanlar Dinamiği ve Hacdaki Felaket

Akışkanlar Dinamiği ve Hac’daki Felaket

portresi, Gülümseyen

 

 

 

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Değerli arkadaşlar,

Aşağıdaki derleme yazı özellikle şunu anlatmaya çalışıyor…

  1. İnsanlar doğal olarak, balık veya kuş sürüleri gibi, kitlesel uyum davranışı gösteren bir tür olarak evrilmedi; İnsanlar bu eksikliği Uygarlık gelişiminde bulduğu araçlarla, (çizgiler, sınırlar, ışıklar, kurallar) gidermek durumundadır.
  2. İslâm Dünyası Uygar Dünya’dan oldukça kopuk ve insanlar çoğunlukla umursamaz fatalist; (Hayrıhi ve şerrihi min-Allah-ü tealâ) dolayısıyla bu uygarlık araçlarını kullanabilecek yetenekte değiller. Örneğin, Mina’daki Çadır-Kenti bile (Müslüman olmayan) Avrupalılar planlayıp kurmuşlardı. O düzen olmasa, her yıl binlerce insanın ölümü işten bile değil.
    Kısa süre önce paylaştığım ekteki yazıda da görüleceği gibi Müslüman sayısı Dünyada
    hızla artıyor ve bu tür felaketlerin olasılığı büyüyor.
  3. (Last but not liest)  Müslüman Dünyası Haccın ‘rasyonel’ düzenlenmesini kendi başına kotarabilecek bilinç düzeyinde olsaydı, Hacca gidenlerin sayısında felaketlere çağrı
    çıkaracak büyüklük zaten olmayacaktı…


    Sevgilerimle. æ
    ______

Not : Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek, Hac düzenlemesini kendilerinin üstlenebileceğini söylemiş. Beyefendi önce Ankara’nın göbeğinde, Kızılay’daki utanç verici, iğrenç trafik curcunasını düzeltsin de sonra Arabistan’daki işe talip olsun. æ

  1. Arabistan Büyük Müftüsü Şeyh Abd-ül Aziz, 1100 kişinin öldüğü (Türkiye’den 4) izdiham için ‘Allah’ın takdiri’ dedi.unnamed (9)

Mina Vadisinde bir Alman firması tarafından kurulan klimalı Çadır-Kent

Displaying image.png

“2015 Hac’da İzdiham” Felaketi Basit bir Akışkanlar Dinamiği ve Evrimsel Psikoloji Problemi 

Mekke, İslam’ın kutsal bir kentidir; İslamın kutsal kitabı Kuran’daki birçok öykünün geçtiği yerdir ve yılda bir kez, Haccın merkezi durumuna gelir. Hac sırasında 3 milyon dolayında insan bir araya gelerek kutsal saydıkları görevlerini yerine getirirler. Ne yazık ki 2015 yılındaki
hac ziyaretinde Mekke, acı bir trajedinin de merkezi oldu : On binlerce hacıyı barındıran
Çadır-kent Mina’da yaşanan bir izdiham dolayısıyla 700’den çok insan yaşamını yitirdi.
Bu, Hac sırasında yaşanan kitlesel katliamlardan ilki değil, sonuncusu da olmayacak gibi gözüküyor. Ancak bu felaketlerin itici nedeni aynı:

Fizik yasaları ve Evrimsel psikoloji.

Bu yeni bir sorun değil. İnsan izdihamlarının ilk raporlanmış örneğine 1896’da Moskova’nın biraz dışında, Çar 2. Nikolas’ın taç töreninde rastlıyoruz. Özel güne ait hediyelik eşyaların tükenmek üzere olduğu söylentisi üzerine çıkan izdihamda binden çok kişi yaşamını yitirmişti. Bu tür izdihamlar, Hindistan’daki Dinsel toplantılarda, Avrupa’daki futbol maçlarında,
ABD’deki rock konserlerinde kezlerce yaşandı. Hatta bunun sıklığını araştıran bir bilimsel çalışma, salt 1980-2007 arasında 27 yılda Dünya çapında 215 izdiham felaketi yaşandığını saptadı.

2015’teki izdiham felaketinin merkezi olan hac etkinliği ise onlarca yıldır ölümcül olmayı sürdürmektedir; ancak Hacı sayısı arttıkça, kitlesel katliamın sayısı da artmaktadır. 100 yıl kadar önce bile, insanlık tarihinin gördüğü en çok ölümlü 10 izdihamdan 5’i Mina Vadisi’nde yaşanmıştır!

2006’da yaşanan bir başka Hac felaketinden sonra, Suudi yetkililer tek yönlü yollar, ziyaretçi sayımları ve eğlence parkına benzer biçimde zaman programlaması uygulamalarını başlatmıştır. Simgesel olarak şeytanı simgeleyen 3 büyük taşın bulunduğu ve “şeytan taşlama” (stoning of the devil) faaliyetinin yapıldığı Cemarat Köprüsü, yaklaşık bin kişinin ölümüne neden olan yerdir. Günümüzde bu köprü, çok sayıda girişi ve çıkışı olan, çok katlı, karmakarışık bir yapıdır. Amaç, insanları hareket halinde tutmaktır. Geride bıraktığımız on küsur yılda, Suudi Hükumeti, aralarında meşhur uluslararası firma Gensler de olmak üzere çok sayıda mimar ve tasarımcıyla çalışarak, insan akışını ve güvenliğini merkez Camisinden Çadır-kente kadar tüm önemli hac bölgelerinde arttırmak için çaba sarf etmektedir.

Ne var ki eğer o kadar fazla insanı sınırlı bir alana koyacak olursanız, izdihamları önlemek her zaman bir problem olacaktır. Bu sorunun açıklayıcı kuramı “akışkanlar dinamiği”dir. Tek farkla ki, akışkan olan şey, insanların kendisidir!

Panik Modu

Sorun ya insanların hepsinin tek bir noktaya ulaşmaya çalıştığı bir “çılgınlık” ile başlar
ya da hepsinin bir noktadan uzaklaşmaya çalıştığı “kaçış paniği” davranışı ile… İki durumda da hareket tek yönlüdür; çünkü herkes benzer noktalara doğru hareket eder. Tek yönlü akış çoğu zaman sorunsuzdur. Ta ki bir engelle karşılaşılana dek! Örneğin dar bir koridor ya da keskin sağa dönen bir yol gibi…

Bu düzgün ve tek yönlü akışın öbür seçeneği “Türbülans”tır. Bu durumda insanlar aynı anda farklı noktalara ulaşmaya çalışırlar. Örneğin zıt yönlere kaçmaya çalışan insanlar çarpışırlar. Mina’dan gelen raporlar, 2015 felaketinde olanın bu olduğunu söylüyor. Topluluk,
Çadır-kentin iki ayrı sokağında koşturuyorlardı ve dar bir alanda karşı karşıya geldiler.

İki tür akış da izdiham durumunda ölümcül olabilir. Araştırmacılar, türbülanslı izdihamlarda oluşan kuvvetlerin, çok sayıda vektörün bulunması nedeniyle aslında daha düşük olduğunu göstermişlerdir. Çünkü insanlar birbirlerini farklı yönlere doğru itmeye çalışmaktadırlar.
Öte yandan eğer bu vektörlerin tamamı aynı yöne doğru itiş yapıyorsa, izdihamlar sırasında yaşanan ölümlerin büyük bir çoğunluğunda olduğu gibi ölüm nedeni ezilme travması
ya da nefessizlik
olmaktadır. İzdihamlarda ölen insanlar üzerinde yapılan otopsiler, kişilerin göğüs kafesleri üzerinde 45 bin Pascal’ı aşan düzeyde basınç belirlemiştir. Bu, şu anda üzerinize etki eden atmosfer basıncının kabaca yarısı kadardır. Kimi insanlar durdukları yerde ölmüşlerdir,
kimileri üzerindeki basınç kalkana dek öbür insanlarca ezilmişlerdir.
Bu çok ama çok acılı bir ölümdür.

Cemarat Köprüsü olayları üzerinde de araştırmalar yürütmüş olan, Zürih ETH’den hesaplamalı sosyal bilimci Dirk Helbing şöyle söylüyor:

“Yoğunluk öylesine artar ki, bir vücudun hemen yanında bir başka vücut vardır.
Bu vücutlar üzerine uygulanan her bir kuvvet, diğeri üzerinde de basınç oluşturur.
Bu rastgele itişmenin etkisi altındasınızdır. Sonuç olarak dengenizi kaybedersiniz ve
yere düşersiniz. Bu durumda olan şey, kalabalık içinde bir anda bir boşluk açılmasıdır.
İşte bu boşluğun hemen çevresindeki kişiler, üzerlerine binen kuvveti dengeleyecek
karşıt bir güçsürü davranışları ve yere düşmüş kişinin üzerine yığılırlar.”

Bu olay, açılan boşluktan dışarı doğru hızla yayılır; ancak her yönde eşit olarak dağılmaz. Helbing’in modeline göre yayalar, temel olarak diğer yayalar da dahil olmak üzere,  karşılarına çıkan engelleri aşmayı hedeflerler. Ancak bunu yaparken, gitmek istedikleri yere de en hızlı şekilde ulaşmak isterler. Düşük yoğunluklarda (örneğin kalabalık yokken) düzgün bir akış
elde edersiniz. Tıpkı düz tabanlı bir ırmağın dümdüz ileri akması gibi… Yoğunluk artmaya başladıkça, yavaşlayan veya tümden duran tekil yayaların sayısı da artar. Bu yavaşlama
veya durma, o yerdeki her bir bireyin de aynısını yapmasını gerektirir. Dur-kalk benzeri
bu dalgalanma hızla dışarı öne doğru yayılır ve bir süre sonra boğulma noktasına ulaşır.

Birbirinden özenle kaçınan insanların davranışları bir anda istem dışı hale geliverir. Kaldırımlarda yürüyen insanlar üzerinde yapılan araştırmalardan elde edilen kalabalık dinamiği verileri, tek bir hatta yürümeyi sağlayan spontane (ani, kendiliğinden) organizasyon veya öbürlerinin hızına göre hızını ayarlama gibi klasik koordinasyon (AS: eşgüdüm) hareketlerini ortaya koymaktadır. Ne zaman ki düzen kaosa yenilir… İşte o zaman Türbülans başlar.
Helbing’in söylediğine göre bir kalabalığın kritik yoğunluğu ortalama vücut büyüklüğü ve ağırlığına göre değişir. Ancak çoğu zaman bu kritik yoğunluk, metrekare başına
6-10 kişinin düştüğü andır.
 

İnsanlar: Sosyal Hayvanlar

İyi ama kalabalıklar yeterince yüksek yoğunluğa ulaşınca insanlar neden felakete boyun eğerler? Küçük balıklardan, küf mantarlarına ve sığırcık kuşlarına dek sayısız hayvan türü aşırı kalabalık sürüler halinde baş döndürücü hareketler sergileyebilirler. Gerçekten de, Princeton Üniversitesi’nden biyolog Iain Couzin’in söylediğine göre tüm bu hayvanların kolektif davranışları ortak bir matematiksel dizgiyi takip etmektedir. Couzin şöyle söylüyor:

“Kuş veya balık sürülerinin koordineli (AS : eşgüdümlü) hareketlerini incelediğimizde,
onların bunu yapmak üzere evrimleştiklerini görüyoruz. Ne yazık ki insanlar böyle bir evrimsel değişim yaşamadı. Bizler, küçük aile öbekleri içinde yaşayabilecek biçimde evrimleştik”

Giderek artan sayıda insan, kalabalık kentlerde yaşamaya başladı. Ancak insan beyni, yapmak üzere evrimleştiği şeyden uzaklaştıkça bu tür sorunlarla karşılaşacaktır. Couzin şöyle anlatıyor:

“Bu tür senaryolarda nasıl davranmamız gerektiğini bilmiyoruz. Bu tür durumlar,
bizlerin ne olup bittiğini doğal bir biçimde anlamamıza engel oluyor.”

Bu demek değil ki kimi durumlarda insanlar da klasik kolektif davranış sergileyemez.
Örneğin insanlar, önderlerini izlerler veya Helbing tarafından gösterildiği üzere klasik yaya davranışlarını sergilerler. Ancak bunlar, az sayıda insanın bulunduğu durumlarda, basit kurallar çerçevesinde gerçekleşir. Bu durum, kendi kendine organize olabilen sürü davranışlarının devreye girmesi anlamına gelmemektedir. Couzin şöyle devam ediyor:

“Her zaman olmaz, ama insanların kitlesel olarak ölümüne neden olan şey, paniğin yayılmasıdır; hali hazırda var olan bir tehdit ögesi değildir. Paniğe verilen tepki, tehlikeyi doğurur. İşte kimi durumlarda güçlü kolektif tepki bu nedenle tehlikelidir.”

Geçen olaylardan çıkarılması gereken çok ders var; ne yazık ki 2015’te yaşanan felaket,
halen hiçbir şey öğrenmediklerini gösteriyor. Denemeye devam etmek zorundalar.

Hazırlayan: ÇMB (Evrim Ağacı)

Haccin_matematigi

===========================================

Dostlar,

Bu önemli yazıyı derleyip paylaşan Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan‘a teşekkür ederiz.

“Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir, tekniktir..
Bunların dışında yol gösterici aramak aymazlık, sapkınlıktır..”

Uyarısı sizlerde eminiz Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün adını çağrıştırdı..
Bu can yakıcı (elim) olayın nedeni tam da budur.
Bundan daha can yakıcı olan ise, Türkiye’de Erdoğan’ın vahhabi arapların ilkelliğini görmezden gelerek çağdışı Suudi ailesi krallığını savunmasıdır.. Hatta Suudi yönetimin ağır sorumluluğunu görmezden geleerek aklamasıdır.. Oysa orada telef olan Türk hacıların haklarını savunması gereken bir sorumluluk altındadır..

Herhalde gene birileri tarafından kandırıldı Erdoğan!?

Ölüm sayısı 800 dolayında verildi ama İran kaynakları birkaç bin olarak veriyor..
Yazık oldu bu insanlara..

S. Arabistan aleyhine mutlaka maddi – manevi giderim (tazminat) davaları açılmalıdır.
BM olaya el koymalı ve ilkel Suudi krallığını kınamalıdır.
Hatta Hac düzenlemesi Uluslararası bir Kurula bırakılmalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
30 Eylül 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yorumsuz Görseller

Dostlar,

Değerli hocamız Prof. Dr. D. Ali Ercan, “YORUMSUZ” adı vererek aşağıdaki 9 görseli iletti..
Teşekkür ediyoruz emeği için kendilerine.

Üzerinde düşünereki inceleyelim… Ve en alttaki sorulara yanıt arayalım..

unnamed (6) unnamed (5) unnamed (4) unnamed (3) unnamed (2) unnamed unnamed (1) unnamed


unnamed (8)

Sahi, “Kurban Bayramı” bitti mi??

9 günlük akıllara seza Kurban Bayramında Kanyollarında verdiğimiz kurban sayısı 150’ye yaklaşıyor..
850 dolayında da yaralı var..
Yüzlerce hasarlı kazada yitirilen ciddi maddi servet?!

Neden demiryollarına ağırlık vermiyoruz?

Neden denizyollarına ağırlık vermiyoruz?

Bunca yitiğin siyasal (poltik) sorumlusu yok mu??

Artık böyle 9 günlük tatiller yapmayalım..

Sevgi ve saygı ile.
29 Eylül 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

Komşuda Çipras Rüzgârı

Komşuda Çipras Rüzgârı 

portresi, Gülümseyen

Prof. Dr. D. Ali ERCAN
 
Değerli arkadaşlar,
Yunanistan, 20 Eylül Pazar günü yapılan seçimde yeniden Radikal Sol Koalisyona (Syriza) iktidarı verdi… 1974 doğumlu sempatik Aleksis Tsipras’ın (Çipras) Başkanlığındaki Syriza % 60 katılımlı Seçimde, oyların %35,5 ini alarak 300 Sandalyeli Yunan Meclisinde 145 sandalye kazandı. %3,7 oyla 10 sandalye kazanan AnEl (Bağımsız Yunanlar) Partisi ile koalisyon yapan Tsipras Hükumetini Kurdu ve çalışmalara başladı.
Gerçek şu ki; Bizim AKP ne kadar Kalkınmacı ve ne kadar Adaletli ise orada da  Bağımsız Yunanlar o kadar bağımsız, Sol koalisyon o kadar sosyalist… (ne de olsa bin yıllık kültürel/genetik karışım var iki ülke arasında)  
 
Bakalım sırtındaki borç kamburuna aldırmadan uzun yıllar keyif çatan Yunan Halkı, AB’nin önlerine koyduğu acı reçeteleri nasıl hazmedecek, göreceğiz. Yunan Halkı bezgin ve şaşırmış durumda, Ülkenin yeniden yapılanması,
mali inşası için, son umudunu 41 yaşındaki genç inşaat mühendisi Tsipras’a bağlamış durumda.
 
Ülke barajının %3 olduğu Yunanistan’daki seçim yasası da, bizde olduğu gibi temsilde adaleti sağlamıyor. Geçerli Oyların %35,5’ini alan Syriza,
hak ettiğinden 39 Milletvekili fazla alarak, Mecliste Sandalyelerin %48,3’ünü kazandı. 
Yunanistan’a başarılar dileyelim. Umarız, Megalo İdea saplantısından kurtulmuş olarak, Türkiye ile kardeşçe yaşamayı becerirler ve Ege sonsuza bir barış Denizi olur.
Sevgilerimle. æ

Video abspielen...

Unterstützer der Syriza-Partei jubeln in Athen, als kurz nach 18 Uhr die...

Başbakan Aleksis Çipras ve 16 Bakandan oluşan Yunan Hükümeti… 

Bakanlarla birlikte, 30  Bakan yardımcısı ve Müsteşarın bulunduğu Yönetimde kadınların oranı % 16

Satır içi resim 2

Yunanistan (Elliniki Dimokratia)
Alan: 132 bin km²
Korunmuş alan oranı: % 35
Nüfus: ~11 milyon (Yunanistan dışındaki Greek Diyasporası ~ 6 milyon. æ)
Nüfus artış hızı : – % 0,888
Doğurganlık: Kadın başına 1,4 çocuk
Ortalama ömür: 70 yıl (doğumda beklenen 80 yıl)
Doktor sayısı:  1000 kişiye 6 doktor.
Din: Çoğunluk Ortodoks Hıristiyan
Ulusal Gelir (GSMH): 242 Milyar dolar (22 bin dolar/adam.yıl)
GSMH artış hızı: % 0,8 / yıl
GSMH sektörel dağılımı : Tarım %4, Endüstri %13, Hizmet %83
Gini Katsayısı: 0,35
Enflasyon : % 2
İşsizlik: %25
Borç: 400 milyar $
Turizm geliri: 16 milyar $/yıl (18 milyon turist)
İhracat: ~75 milyar dolar (Besin maddeleri, Sebze, meyve, et, Kimyasal ürünler)
İthalat: 70 milyar dolar (Makineler, Yakıt..)
Ticaret ortakları : Almanya (%11), İtalya, Rusya, Çin, Hollanda, Fransa… Türkiye (%5)
Madenler: Linyit, Magnezit, Gümüş, Mermer, Aluminyum…
Enerji Üretimi: 9,6 Milyon tep (ton eşdeğer petrol)
Enerji tüketimi: 26,7 Milyon tep ( 2,4 tep/adam.yıl)
CO2  salımı: 9 ton/adam.yıl
Silahlı Kuvvetler: Kara Ordusu 94 bin, Deniz Kuvvetleri 18 bin, Hava Kuvvetleri 21 bin,
diğer 12 bin)
Savunma giderlerinin GSMH’daki payı:  % 2,5
Sağlık giderlerinin GSMH’daki payı: % 10
Askerlik zorunluğu: 9 Ay
Okul zorunluğu: 6-15 yaş arası
Dünya Gelişmişlik Sıralaması: 24 (Türkiye 61)
(AS : HDI sıralaması)
DER SPIEGEL
 

Büyük (Ellados) Yunanistan hayali. Megali İdea (Μεγάλη Ιδέα)

Yazının pdf biçimi : Komsuda_Cipras_Ruzgari

 ==============================


Teşekkürler Sayın Ercan,

Türkiye’de de seçim ülke barajı % 3 olsaydı ya da olmasaydı ??
Ya da zaten d’Hondt sistemi uygulanıyor, bunun bir de barajlısı ucube değil mi?

1965 seçimleri barajsız ve Ulusal Artık (Milli Bakiye) sistemi ile yapılmıştı..

Hayali Cihan değerdi değil mi??

Barajlı d’Hondt sistemi hangi uygar demokraside var bizim dışımızda??

Sevgi ve saygı ile.
26.09.2015, Manavgat

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Bayram’a evet; Kurbana hayır!


Bayram’a evet; Kurbana hayır!

Portresi_gulumseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

Değerli arkadaşlar,

Kurban Bayramı geldi; yıllardan beri söyleye geldik, ama hiçbir şey değişmedi, yürek burkan sahneleri görmemek için dua edeceğiz… Ekte 2010 yılında “Hac ve Kurban” üzerine yazdığım makaleyi iletiyorum.. Bu makalenin sonunda şöyle demişim :

  • Kurban kelimesinin etimolojisinde de hayvan veya canlı ile doğrudan bir ilişki yoktur “Kurban” yüce bir kutsallığa, (Tanrı’ya) adanmak üzere özverili armağandır. İlla da bir hayvan öldürmek isteniyorsa, insanlar öncelikle benliklerinde  taşıdıkları ve ilkel güdülerini yöneten “içerideki hayvan”ı öldürseler, insanı yücelten en makbul kurban şeklini bulmuş olurlardı. Dinlerin asıl isteği de bu olmalıydı herhalde…
  • ….Umarım, İslâm dinini zahiri (görüntüsel) olarak değil batini (içsel) anlamda algılayıp yorumlayan aydın, yurtsever din önderleri KURBAN kavramının ARMAĞAN olduğunu hatırlayarak,  dini vecibelerin daha nezih bir üslupla, kansız eda edilmesine önayak olurlar. Çünkü artık sadece hayvanlarımızı değil, Hayvancılığımızı da bütünüyle kurban eder duruma geldik.
  • Gerçekten de bugün Türkiye’de yerli üretimden adam başına düşen hayvansal besin miktarı (Protein) 1970’teki değerin yarısından azdır.

Ayrıca Değerli Din adamı İhsan Eliaçık‘ın bu konudaki aydınlatıcı yazısını da aşağıya alıyorum.

Sevgilerimle. æ

*******************

BAYRAMA EVET;
KURBANA HAYIR !

İhsan Eliaçık
Emekli Müftü

Kurban ne anlama geliyor?
Kurban Bayramından ne anlamamız lazım?

Gurbân (kurban) kelimesi “yakınlaşmak” demektir; aynı zamanda, yumuşak g (ğ)  ile söylendiğinde, ğarip (garip), ğurebâ (gureba) aynı kökten gelen kelimelerdir. Garip, gureba kelimeleri, Kuran’ın kullandığı kavramlar. [Yalnız kalmış, garip kalmış bir yetime…] diye de, Beled Suresi’nde geçer.

Kurban, gariplerle, kimsesizlerle, yoksullarla, itilmişlerle, dışlanmışlarla, ötekileştirilmişlerle yakınlaşmak, onlarla hemhal olmak demektir. Peygamberimiz bu bayramda yani garip gureba ile yakınlaşma bayramında, sabah, bayram namazından sonra ilk yaptığı şey, ashab-ı suffa diye bildiğimiz, gariplerin, yoksul kimselerin, evsiz sahabelerin kaldığı yere gelip, onlarla bayramlaşmak idi. Kendi evinden ve ailesinden, eşlerinden önce, kimsesiz, garibân diye ifade ettiğimiz sahabelerle bayramlaşırdı. Onlarla kahvaltı eder, sohbet eder, gününü onlarla geçirmeye gayret ederdi. Bu, sadece bayramlarda değil, başka zamanlarda da böyle idi.

Malum, İslam’ın ilk doğuş yıllarında Müslümanlar günlük toplanırlar, yani salât ederlerdi. Hayye ale’ssalâh diye çağırılırlar, bu, haydin yardımlaşmaya ve dayanışmaya demekti. Ve herkes toplanır. Abdest alınır, salâta katılırken el yüz yıkanır, toplantıya temiz çıkılır. Ve insanlar, çalıştıklarında, ürettiklerinde hayvan olarak ihtiyaçtan fazla ne varsa, onu salât toplantısına getirirler, onu orada ihtiyaç sahibi alır. Bunu haftalık olarak Cumada, yıllık olarak da hacda yaparlar.

Kameri aylara göre, yılın son ayı Zilhicce ayıdır. Zilhicce, hac sahibi, ziyaret sahibi ay demektir. Zilhiccenin dokuzuncu günüde, Arabistan’ın hatta Dünyanın her yerinden gelenler, Allah’ın evinin etrafında toplananlar, Arafat’ta vakfeye dururlar, sonra Kâbe’yi tavaf ederler. Herkes, bulundukları yerden, ihtiyacından fazla ne varsa oraya getirir, Cumada haftalık yaptığımızı, orada yıllık olarak yaparız ve başka diyarlardan gelen ihtiyaç sahipleri de, onları oradan alır. Şimdi bu, dünya genelinde oluyor. Peygamberimiz zamanında Mekke çapında ve giderek Arabistan çapında oluyordu. Peygamberimiz vefat ettiğinde, İslamiyet Arabistan dışına çıkmamıştı. Allah’ın evi Kâbe, kamuyu temsil ediyor. O zamanların tarım toplumunda, ihtiyaçtan fazlası dendiğinde, koyun, deve akla geliyordu ve onun ihtiyaçtan fazlasını Kâbe’ye getiriyorlardı. Ne için? İhtiyacı olan alsın, taşımada, çift sürmede kullansın diye. O hayvan, bir anlamıyla sermaye olmuş oluyor, oraya kesilmesi için geliyor değil.

Bu, aynı zamanda, eski bir kültürün (İslam öncesi kültürün) devamıdır. Sümerlerde ihtiyaç fazlası tapınağa getirilen mallar yine koyun, deve, inekti. Orta doğu halkları binlerce yıl, sermaye olarak bu hayvanları kullandı, bunlardan iki tanesine sahip olursan yoksulluktan kurtuluyordun. Bunlar getiriliyordu ve üzerlerine “Tanrı malı” diye damga vuruluyordu ve ona kimse dokunamıyordu. Neden? Çünkü o, mabede getirilmiş. O kimin hakkı? İhtiyaç sahibinin, yoksulun hakkı. Ona dokunamazsın. Tanrı malı, demek, yoksulun hakkı demek. O hayvanların üzerine çentik atılarak işaretleniyordu. Tanrı malı olduğunu bildiren işaretler, Sümerlerden Fenikelilere geçerek, matematikteki x, y, w ifadeleri doğdu. Dil bilimde, bu böyle anlatılmaktadır. Sümer tapınaklarına bu hayvanlar neden getiriliyordu, orada da mabedin görevi (Cuma toplantısı ve hac ile) aynıydı, ihtiyaç fazlası olan oraya getirecek, ihtiyaç sahibi oradan alacak. Bu kültür devam etti etti etti, Kâbe’ye geldiğinde de, aynı kültürü İslamiyet sürdürdü.

Sümer’in peygamberi Sümerlilere bunu anlatmıştı, Babil’in peygamberi Hz. İbrahim Babillilere onu anlatmıştı, Asur’un peygamberi Asurlulara, Ninova’da Hz. Yunus peygamber Ninovalılara onu anlatmıştı. Mekke’de çıkan Peygamber Hz. Muhammed’de, insanlara aynı şeyi anlattı. Dedi ki, burası Allah’ın evidir, ihtiyacından fazla olanı herkes buraya getirsin. Getirdiler ve oraya bıraktılar. Üzerinde, Allah’ın ismi anılmak, üzerine Tanrı damgası vurulması kültürünün devamıdır.

Üzerine Allah’ın adı anmayı, bıçağı eline alıp, bismillahirrahmanirrahim diyerek, böyle fışkırtarak hayvanın kanını dökmeye çevirdiler. Üzerinde Allah’ın ismi anılmak bu değildir! Üzerinde Allah’ın ismi anılmak demek, ben bu keçiyi, koyunu, deveyi, kamuya, yoksula, gitsin diye adıyorum demektir. Üzerinde yazıyor işte Tanrı malı, eskiden böyleydi, Kuran’dan sonra buna, üzerine Allah’ın ismini anmak dendi, bu sözler, bu hayvan kamu malıdır, yoksulun malıdır, kimse almasın demektir.
İşte bunlara [hedy] denilir.

İlk bakışta bunların, kesmekle alakası yoktur. Fakat daha sonra, uzak diyarlardan gelenler (hacılar) olduğu için, o hayvanlardan kesip, o insanların karınlarını doyurmak için de kullanılmıştır. Zamanla, önceki asli vazifesi unutulup, kesme ön plana çıkarılarak, getirilip kesiliyor, bırakılıp gidiliyor şekline dönüştü. Kuran geldiğinde Araplar bunu zaten yapıyorlardı, Kâbe’nin etrafı, kesilmiş kurbanlarla doluyordu. Kuran geldi ve bu insanlara dedi ki, bu kestiğiniz hayvanların etleri ve kanları Allah’a ulaşmaz, ulaşacak olan sizin takvanızdır. Bu şu demektir: Bunları kesiyorsunuz da, bunlar Bana ulaşmıyor, dolayısı ile, kesip durmanıza gerek yok, siz asıl, kendi aranızdaki davranışlarınıza bakın, birbirinize iyilik etmeyi öğrenin, adaletle davranın, işçinizi ezmeyin, kimseyi sömürmeyin, kul hakkı yemeyin, Ben bunlara bakarım, kestiğinize ve kana değil! Bunu açıkça söylüyor. Fakat bunu da şöyle anladılar: Tamam, Allah ete ve kana bakmaz, takvaya bakar, yani bıçağı eline alır, hayvanı keserken ki duygularına bakar, bunu Allah için kesiyorum derken ki duygularına bakar, takva budur, diyorlar. Böyle yorumladılar. Ben bu yoruma da katılmıyorum, yanlış bir yorumdur. Kuran diyor ki, onların etleri kanları Allah’a ulaşmaz! Yani, boşuna kesip durmayın. Allah diyor ki, onlar Bana ulaşmaz, Ben sizden iyilik, doğruluk, dürüstlük, kardeşlik, merhamet, sevgi, bunları bekliyorum; karz-ı hasen, salât, zekât, ihtiyaç fazlasını verme, isâr, birbirinize kendinizi feda etme, yoksulları gözetme, zayıfın elinden tutma, düşmüşü kaldırma, bunları bekliyorum, takva budur. Her yeri kan gölüne çevirdiğin zaman, Allah bundan mutlu oluyor değildir. İşin aslı buydu, sonra döndü dolaştı ve başka bir şeye dönüştü.

Bugün yoksul insanlar, çevre baskısında kalarak, ben kurban kesemedi dedirtmem diyor ve gidiyor bankadan bayram kredisi, kurban kredisi alıyor, faizli kredi kartı taksiti ile, kurban borcuna giriyor. Bu insanlara  bu eziyeti yapmaya  kimsenin hakkı yok. Diyanet açıklama yapmalı ve demeli ki, Kuran’da kurban ayetleri, genellikle hacda geçer, şuanda orada büyük bir toplantı oluyor, insanlar uzak diyarlardan geliyor, orada kesilenler hem yenmek hem yoksullara dağıtmak içindir; madem orada bu kesimi yapıyorsunuz, onu üçe bölün, paylaştırın ve yoksullara, garibanlara bunu verin diyor. Bu sözler kimedir, hacılaradır. Bu, hacda sürüp gelen bir kültürdür. Şimdi bunu, hacca gitmeyenlere de teşmil ederek, bütün herkes, giden gitmeyen (hacda olan olmayan), yediden yetmişe, hem de ikişer üçer, dörder tane..! Vatandaşı bunun altına sokmak, bunu yapmazsanız dini vecibeniz yerine gelmez demek, insanlara, kan dökerseniz onu alnınıza sürerseniz, gelecek kurbana kadar günahlarınız af olur, kan aktıkça pir-u pak olursun diye bir itikat telkin etmek, son derece yanlıştır. Böyle şeyler, bu dinde yoktur.

Bakın, açık açık söylüyorum. Ben kendimi söyleyeyim, yirmi yıldır bayramda hayvan kesmiyorum. Ama, gurban, yakınlaşma, garip gureba ile yoksulla yakınlaşma bayramını çok seviyorum. Hayvan kesmiyorum ama bayram kutluyorum. Bayram çok güzeldir. Temiz elbiseler giyiyorsun, küsler barışıyor, insanlar birbirlerine güler yüzlü davranıyor, hediyeleşiyor, karşılıksız yardımlara alabildiğine coşuyor. Kalplere sevinç bırakılıyor, insanlar seviyor, sevgi yayılıyor, ne güzel. Bayramlar ne güzel! Ama, bayramda illa hayvan keseceksin diye bir şey yok kardeşim. Böyle bir dini mecburiyet ve zarurette yok. Allah, herkesten böyle bir şey istiyor da değil. Allah bizden, yardımlaşma, dayanışma, iyilik, güzellik, sevgi, merhamet istiyor, başka bir yarattığı olan hayvanın kanını akıtmanızı değil. Onların etleri ve kanları Allah’a ulaşmaz. Allah’a ulaşacak olan, birbirimize karşı yaptığımız iyilikler, doğruluklar, dürüstlükler, isârlardır, burada anlattığımız yardımlaşmalar ve destekleşmelerdir. İslam’ın bu konuda söylediği budur.

Kuran’da Kurban Ayetleri Haritası diye bir yazım var, buradan ayetleri tek tek inceleyebilirsiniz.

http://www.ihsaneliacik.com/2012/10/kuranda-kurban-ayetleri-haritasi.html

Haccda hayvan kesmek Allah adına bir ritüel değildir, uzaktan gelenleri doyurmak için, et ihtiyacını karşılamak için yapılan kesimdir. Benim görüşüme göre, İslam’da, insanların biyolojik ihtiyacını karşılayacak et tüketimi anlamında hayvan kesimi vardır. Tanrı için hayvan kesimi diye bir şey yoktur. Allah bizden böyle bir şey istememektedir. Bu, Kuran’ın ruhuna da aykırıdır. Yeryüzünde kan dökmek ve fesat çıkarmak, hayvan kanı dahi olsa, Kuran’ın hiç istemediği, hiç hoş karşılamadığı, nefretle karşıladığı bir durumdur.

Bazıları şöyle söylüyor, Müslümanlardaki kurban kesme olayı, insanlardaki şiddet eğilimini, enerjinin toprağa verilmesi gibi, içimizdeki şiddet canavarını, kurban keserek, kan fışkırdığını görerek gideriyormuşuz; böyle kan göre göre, şiddet eğilimini kurbana vererek, hiç olmazsa, insanları kesmekten kurtulurmuşuz. Bunlar, gülünç yorumlardır, bu yorumu yapan adama kahkahalarla gülerler. Açın videoyu bakın! Adam, genci yatırıyor, eline bıçağı alıyor, lebbeyk allahumme lebbeyk diye “dua” okuyorlar ve genci, tıpkı bir koyunu keser gibi Allahu ekber diye diye kesiyor ve kan fışkırıyor! Bu nedir! Herhalde bunu yapanlar, bu kurban kesenlerden olmalı, adam alışmış! Adam genci koyun yerine koydu, ben izleyemedim, tam bıçağı vururken kapattım. Lanetler okuyarak kapattım! Bunu yapanlar kim? Müslümanlar! Kurban vacip diyenler, hayvan kesilmeli diyenler. Allah kan istiyor diyenler! Allah hiç kan ister mi! Yeryüzünde kan dökmek kadar kötü bir şey var mı? Kan dökmek! Hayvan kanı dahi olsa! Barış dinine yakışır mı? Olacak şey mi? Nerden çıkarıyorsunuz bunu? İbrahim aleyhisselam zamanında, insanlıkta, insan kesme olayına Allah müdahale ederek, İbrahim’in rüyası vesilesi ile, durun, Benim için insan kesmenizi istemiyorum demiştir. İbrahim çağında böyle idi. Aradan ikibin yıl geçtikten sonra Muhammed çağında hayvan kesmek Kâbe’ye sıkıştırılarak, Kâbe’nin etrafına mahsus kılınarak, o da, fakiri doyurun, Ben sizden et kan falan istemiyorum, bunlar Bana ulaşmaz diyerek, daraltıla daraltıla iyice kenara çekildi.

Benim görüşüme göre, Peygamberimizden sonra, hayvan kesme olaylarının giderek azalması gerekiyordu. Kuran’ın doğrultusunda daraltılıp, sadece biyolojik ihtiyaç kadar et tüketimine izine dönüşmesi gerekiyordu, İbrahim’den beri gidişat bu yöndeydi. Ama gel gör ki, bu hususta tam tersi bir gidişat olduğunu ve hayvan kesmenin patlama yaptığını, bunun bir bayrama dönüştüğünü görüyoruz, aman Allah’ım! Bu da, Türklerin geninden midir nedir, Araplarda, Farslarda bu kadar yok. Türk illerinden başka diyarlara gittikçe bu iş azalıyor ama burada, acayip bir “kurban kanı akıtmak geni” var. Bu gen nereden geliyor, bunun üzerine düşünmek lazım. Geçen bayramın birinci günü, Kahire’deki bir arkadaşımla konuştum, bayram orada nasıl gidiyor dedim, yolda yürüyorum, tek tük kurban kesen gördüm, birisinin yanına gittim, o da Türk’müş dedi. Araplarda falan bizim gibi öyle yollarda bellerde kurban kesmek bu kadar yaygın değil.

İnsanlar şu soru üzerinde düşünsünler               :

Alevilik ve Sünnilik namaz konusunda anlaşamıyor, biri cemevine gitmiyor, öbürü camiye gitmiyor; Alevi diyor ki namaz yok niyaz var, neden böyle dediğini anlıyorum, çok iyi anlıyorum, bu, Sünniliğin ritüel dayatmasına bir tepki aslında, din ritüeldir demesine bir tepki, hayır, din gönüldür, kalp kırmamaktır, incinsen dahi incitmemektir diyen bir bilgelik var burada, anlıyorum. Camiye gitmiyor cemevine gidiyor, Kâbe’ye gitmiyor, insan Kâbe’dir, yeryüzü Allah’ındır diyor, tamam bunu da anlıyoruz, Sünnilik ne diyorsa, onun ritüelini icra etmiyor, onun yerine başka bir yolu var, bunun da tarihsel, ideolojik birçok nedeni var. Fakat iş kurbana gelince, enteresan bir şekilde (Aleviler ve Sünniler) yekvücut oluyorlar. Bütün cemevlerinin etrafı, bütün camilerin etrafı kurbandan geçilmiyor. Neden! Bu nereden geliyor? Eğer Kuran’dan geliyor dersen, Alevinin Kuran’da geçen Kâbe’yi, Sünniliğin camisini falan herhalde kabul etmesi lazım ama burada başka bir şey var. Kurban denince ikisi neden birleşiyor? Birçok konuda anlaşamayan Alevilik ve Sünnilik, nasıl oluyor da Kurbanda anlaşıyor? Bunu biraz düşünün, neden bu illerde kurbanın bu kadar parlatıldığını anlayacaksınız.

===============================

Dostlar,

Gereği üzerine bu yıl da paylaşmak istedik…

Sevgi ve saygı ile.
24 Eylül 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

HACCIN MATEMATİĞİ

HACCIN MATEMATİĞİ


portresi, Gülümseyen
Prof. Dr. D. Ali ERCAN
Değerli arkadaşlar,
Bayram vesilesiyle, geçen yıl gönderdiğim ‘Haccın matematiği’ konulu iletiyi,
güncellenmiş durumuyla yeniden yolluyorum.

Esenlik ve mutluluk dileklerimle. æ
 
***
 
MÜSLÜMANLARIN YALNIZCA % 15’i HACI OLABİLİYOR…
‘Dinde Reform’ galiba Hac ile başlayacak…
 
Beytullah önündeki izdiham… 
Satır içi resim 2
 

Değerli arkadaşlar, 

Müslümanlığın 5 koşulundan biri, yaşam süresince en az bir kez Mekke’ye giderek (Hac) Kâbe’yi tavaf etmektir. Bu yıl yine rekor kırılmış, 3 milyonun üzerinde hac ziyaretine giden mümin var Dünyanın dört bir yanından.
Mevcut koşullarda Yıllık Hac kapasitesinin fiziksel sınırına gelindiği (hatta aşıldığı) anlaşılıyor. 
Mekke’de durum
13 m x 12 m boyutlarındaki Kâbe’nin (Müslümanlara göre Dünyadaki ilk mabet) yakınında dikilmiş gökdelenlerden dolayı, Kâbe etrafında tavaf için serbest kalan fiziksel alan yaklaşık 185 m yarıçapında,
~100 bin m2’lik bir alandır. Bu alana en çok 300 bin hareketli insan sığabilir.
Küçük bir hesap yapalım : Kâbe’nin çevresinde 7 kez dönüşü en kısa zamanda sağlamak için yürüyüş yolunun dıştan içe doğru sarmal biçiminde olması (sonra Kâbe duvarına yakın bir alt tünelden çıkılması) en etkin çözümdür. 
 
yürüyüş dışarıdan merkeze doğru
 
Kâbe’nin çevresinde yarıçapı 185 m olan alanda, gittikçe küçülen daireler halinde (spiral biçiminde) 7 kez dolanan yürüyüş kulvarının genişliği 25 m, uzunluğu yaklaşık yaklaşık 4,3 km olurdu. Bu yürüyüş kulvarı üzerinde rahatça yürüyebilmek için m2’de en çok 3 kişi olmalıdır; dolayısıyla kuramsal olarak, bir kezde 300 bin kişilik bir grup 75 dakikada
Kâbe ziyaretini bitirebilir. (Ortalama yürüyüş hızı ~1 metre/saniye,
~3,6 km/saat)
 ve 15 dakikalık aradan sonra yeni bir gruba hizmet verilir..
(1,5 saat/grup)
Bu hesaba göre, organizasyonun çok çok mükemmel olması koşuluyla, bir günde
(24 saat içinde) 300 bin/grup x 16 Grup = 4,8 milyon, veya biraz daha gerçekçi yaklaşımla, “yılda en çok 4 milyon insan hacı olabilir” diyebiliriz.S. Arabistan ne yapacağını şaşırmış durumda, inşaat üstüne inşaat yapıyor (Bu acele tempoda tabii Vinç kazaları da oluyor). Önümüzdeki yıllarda
5 milyona yakın Müslümanın Kabeyi ziyarete geleceği bekleniyor.
Kabul edelim ki, Müslümanların sağlık durumlarında ve maddi durumlarında hiçbir sorun yok. Peki böyle bir durumda  Dünyada varolan bütün Müslümanların yaşamları boyunca 1 kezcik olsun Hacca gidebilmeleri olanaklı mı? Yanıt: HAYIR. 
 
Çünkü, Dünyada ortalama insan yaşamı 70 yıl kadardır. (Aslında Müslüman ülkelerde daha kısa, ama biz 75 yıl alalım) Bir insan ~15 yaşından sonra hacca gidebilecekse, adam başı hac ziyareti için yaklaşık 60 yıllık bir süre var demektir.. Kâbe’yi ziyaret kapasitesi ençok
4 milyon kişi / yıl
olduğuna göre, Dünyada ömür boyu hacca gidebileceklerin sayısı ençok
60 x 4 = 240 milyon kişidir. Oysa Dünyada Müslümanların toplam nüfusu bugün 1,6 milyarı aşkındır. Bu demektir ki, Müslümanlığın 5 koşulundan biri olan Hac farizesini (AS: edimini) Müslümanların ancak % 15′i yerine getirebiliyor!!!
Müslümanların %85 kadarı fiziksel koşullar nedeniyle hacdan yoksun durumdalar..* 
Bugün için 7,35 milyar olan Dünya nüfusu 2050 yılında 9,5 milyara yaklaşırken, Gezegenimiz üzerinde 2,8 milyar Müslüman bulunacak
ve o zaman Hac koşulunun gerçekleştirilmesi daha da zorlaşacak demektir… (Hacca gidebilenlerin oranı %15’ten % 10’a düşecek!)
 
Çözüm     :
Mekke’nin Hac kapasitesinin 2050 yılına dek 40 milyona çıkarılması gerekiyor ya da Dinde bir Reform yapılacak, Haccın usulü değiştirilecek, Yılın her günü Hac olanaklı olacaktır.

Tabii bu arada, 40 milyon kişiyi 4-5 gün süreyle konuk edebilecek bir kent olabilir mi,
o da ayrı bir sorun…
 
***
 
BİR YANLIŞLIK VAR, AMA NEREDE?
 
Değerli arkadaşlar,
Bu basit hesap gösteriyor ki, Hac Müslümanlığın “olmazsa olmaz” türünden bir koşulu olamaz. Peki, yalnızca sağlıklı ve parasal mali durumu yerinde olanların Hacca gitmeleri yazgıları (!) ise, o zaman da sormak gerekir: 
Müslümanların  Hacca asla gidemeyecek olan %85’inin sağlık yönünden ve/veya maddi yönden kısıtlılığı, yani yoksulluğu, sefaleti ilahi kader olabilir mi?…æ
* S. Arabistan Türkiye’ye binde bir oranında Hac kontenjanı tanıyor. Bu nedenle 2015’te Türkiye’den 74 bin kişi Haca gidebildi;  1,3 milyon aday da neredeyse 10 yıldan beri sırada bekliyor… Yani her yıl yeni hacı adayı sayısı 200 bin civarında; ayrıca, Hac dışında, Umreye gidenlerin sayısı da yılda 400 bin civarındadır.
Türkiye’deki Sünni Müslümanların tümü (Nüfusun % 80 i) Hacca gitmeye kalksa, yılda ortalama 1 milyon kişinin Mekke yollarına düşmesi gerekirdi.  Şimdiki durumda, Sağlık ve maddi kısıtlar nedeniyle isteyip de gidemeyenlerle birlikte, Türkiye’de  Hacı olmak isteklisi Sünni oranı % 50 kadardır; diyebiliriz; yani tüm Nüfusun %40 kadarı… Bu orantıyı başka kıstaslardan da tanıyoruz zaten. æ
 
—————————————–
Hacca giden Müslümanlar  Akaba Cemresinde Şeytanı (ortadaki sütun) taşlıyorlar; 

Satır içi resim 1

Buralara atılan çakıl taşları Havuz dibinde toplanıyor, yeniden kullanım için poşetleniyor

Satır içi resim 1

Satır içi resim 3
============================


Dostlar,

Sayın Prof. Ercan gene çarpıcı bir “Matematiksel” irdeleme yapmış!

Şu “muzır” Matematik yok mu; adamı dinden – imandan edecek az kalsın!

‘Dinde Reform’ galiba Hac ile başlayacak…

Font sorunu, üzgünüz, Ali hocadan kaynaklanıyor..

Nedense böyle karmaşık boyutta, kimisi okunamayacak ölçüde küçük bölümler oluyor
ve düzeltemiyoruz.. Sayın Ercan’ın bilgisine birkaç kez sunduk ama düzelmedi..
Bir kez de açıktan yazalım.. Ali hocamız bize gücenmeden hem dilini biraz daha arıtır,
Arapça – Farsça sözcükler yerine elden geldiğince Türkçesini kullanır
hem de font sorununu çözer??

Hacca giden Müslümanlara da, ailelerine de kolaylıklar dileriz..
Parasal gücün yanı sıra adamakıllı sağlıklı da olmak gerekiyor..
Güçlü – kuvvetli, çöl sıcağına dirençli, gezi hastalıklarına dayanıklı..

Sevgi ve saygı ile.
23 Eylül 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

==========================

Güncelleme notu…

Sayın Ercan hocamız bu dosyanın pdf biçimini göndermiş..
Dosyada görünmeyen şekiller ve yazılar düzgün fontlarla aşağıdaki erişşkede..

HACCIN_MATEMATIGI

Her nerede yaşanacaksa ve ne denli anlamlıysa,
biz de herkese “
iyi bayramlar” diliyoruz !?..

Sevgi ve saygı ile.
24 Eylül 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Esad : “Mültecilerden endişeleniyorsanız teröristleri desteklemekten vazgeçin”

 

Esad’dan Avrupa’ya : 
“Mültecilerden endişeleniyorsanız teröristleri desteklemekten vazgeçin” 
Portresi_gulumseyen
Prof. Dr. D. Ali ERCAN
16.09.2015


Suriye Devlet Başkanı Esad
, ülkedeki krizi sonlandırmak için diyaloga devam edilmesi gerektiğini ancak kan akmaya devam ettiği sürece başarı kazanmanın mümkün olmadığını söyledi.

 

Uydulardan alınan fotoğraflarda, Suriye’den esen güçlü Çöl rüzgarlarının Türkiye’ye taşıdığı tehlikeli miktarda ince kum taneciklerinin oluşturduğu kum bulutları görülüyor.

Suriye’de Durum…
Kürt (Sarı), IŞİD (Gri), Muhalifler (yeşil) ve Suriye Devlet güçlerinin (pembe) denetiminde olan bölgeler..

Fırat-Dicle arasındaki koridor tümden Kürt PYD denetiminde…

Topraklarının ~% 80’i üzerinde denetimini yitirmiş olan Suriye Devleti ile artık komşu sayılmayız!

Syrian civil war.png

======================================

Teşekkürler Sayın Ercan

İşte Bay RTE’nin BOP‘u bu…

Kendisinin de EŞBAŞKAN olduğu bOP!

Yani Obama ile birlikte yürüttükleri

Büyük Ortadoğu = Büyük İsrail = Parçalanmış Türkiye planı,
parçalanmış Irak – Suriye ve parçalanmış Suriye!

Arap Baharı” politiksının altında yatan artık günyüzüne çıktı..

Sevgi ve saygı ile.
16.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com