Etiket arşivi: Prof. Dr. D. Ali Ercan

Yeni Başbakan…. sen neymişsin be abi!!


Yeni Başbakan.... sen neymişsin be abi!!

Yazıyı gönderen Prof. M. Aksoy’a teşekkürlerimle..æ

Prof. Dr. D. Ali Ercan

***

1983-87 Londra. Bir grup arkadaş ITVde yayınlanan haftalık siyasal eğlence programı “Who Dares Wins” (Cüret Eden Kazanır) izliyoruz. Yayın birden bire kesildi.
Bir haber sunucusu ekrana geldi ve son derece ağır ve ciddi bir ifade ile
bir son dakika haberi okudu:

“Sayın seyirciler, biraz önce St. Anns hastanesinden aldığımız habere göre
Prens Charles başarılı bir ameliyat geçirdi. Başhekim Richard Johnston’un verdiği bilgiye göre, 2 saat 45 dakika süren operasyon sonucunda, Sir Alaistair’in dili
Prens Charlesın makatından çıkarıldı. Prens iki gün sonra taburcu edilecek…”

Açıklamada, Sir Alaistair’in, konuşma yeteneğini yitirdiği ancak genel sağlık durumunun iyi olduğu belirtildi. Sir Alastair Burnet, aynı kanalda 22.00 haberlerini sunan ünlü bir gazeteciydi. Geçmişte İngiliz basınında Royal Watcher denilen Saray muhabirliği de yapmıştı. (Sir A. B. 2012 yazında aramızdan ayrıldı.)

Türkiye gibi resmi ve ciddi bir ülkeden gelen bizler, bu yayın karşısında önce bir afalladık. “Bir gazeteci Prensin kıçını yalarken, dili g…ne kaçmış da, ameliyatla alınmış da…”  “Koskoca gazeteciyi de koskoca Prensi de yerin dibine batıran bir yaklaşım;
ayıp yani değil mi? Yarın ortalık karışır, yapımcının işine son verirler; Sir Alaistair ITV aleyhine dava açar, Prens acaba kimi mahkemeye verir?..” türünden kestirim ve değerlendirmeler yürüttüğümüzü anımsıyorum. Ertesi gün hiçbir şey olmadı…

Gazeteciler iktidarla aralarına mesafe koyamaz ise, Kralla, Başkanla iyi geçinmek, onların gözünde makbul insan olmak ya da kendini aklınca hep zirvede tutmak için yalakalık yaparsa, işte böyle dilini yitirir! Bu yayın, birilerinin kulağına küpe olsun mu?

***

Benim en az 40 yıllık dostum Fransız satirik siyaset gazetesi Canard Enchainé de (Zincirli Ördek) her hafta iktidar yağcılarını özel olarak “Cilacılar köşesi”nde teşhir eder. Ortalama 400 bin satışı olan, bir santim ilan almadan neredeyse yüzyıldır yayınlanan
bu gazete, Çarşamba sabahı bayiye çıkar ve Salı gecesi geç saatlerde Elysée (Cumhurbaşkanlığı) ve Matignon (Başbakanlık) Saraylarında endişe ve korku ile taranır. Kanalizasyon çukuruna düş, Canardın ağzına düşme… Rezil eder Başkanları, siyasetçileri, iş adamlarını, yağcıları, yalakaları… Bu aralar burada çok gereksinim var böyle bir gazeteye. Üstelik hiç de konu ve kahraman sıkıntısı çekmez, her hafta 20-30 sayfalık ek bile vermek zorunda kalır…

***

Şimdi Davutoğlu AKP Başkanı ve dolayısıyla Başbakan oldu ya, yandaş medyada aman efendim ne övgüler, ne yalakalıklar, sormayın gitsin… Hani Davutoğlunun
kim olduğunu, ne yaptığını bilmesek, bu yazılarda göklere çıkarılan adamın bir başka Ahmet Davutoğlu olduğunu sanacağız.

Bu yazılardan yeni bir bilgi de edindik: Davutoğlunun akademik kariyer yaptığı Malezya, Dünyada Ivy League, Eaton ve Ecole Polytechnique’den daha önemli bir üniversite diyarı imiş!

Habercilikte, muhabirin / gazetecinin ne yazdığı ne kadar önemli ise, neyi yaz(a)madığı da bir o denli önemlidir. Haberlerde çizilen portrelerde, söyleşilerde, köşe yazılarında ayar tümden kaçmış. Star, Yeni Şafak, Milliyet, Habertürk gibi gazetelerde, iktidar yanlısı internet sitelerinde, yalakalık vergiye tabi olmadığı için olsa gerek;
eline kalemi alan uçmuş. Eleştirel yaklaşım tatile çıkmış, denge, karşı tarafın görüşü namevcut. Nasıl da kalemin ucunu kaçırıvermişler görseniz gülersiniz. Ama bu yazılar sabit, bir yıla kalmaz, arşivden çıkarılıp yazanları pişman eder. Akif Beki mesela tersten yapmış bu hatayı…

Gerçi biz Osmanlı Evladıyız (Davutoğlu için bestelenen şarkının sözlerinden) Hünkara methiye düzme geleneği var bizde. Ee şimdiki Has Odabaşı da kendisine Neo-Osmanlı denmesinden hoşnut ya… Oysaki bihaber, çünkü olsa olsa çakma Osmanlı.
Bu zat, yakın bir geçmişte Osmanoğullarının yaşamda kalan üyelerini Londra Büyükelçiliğinde toplayıp onlara bir yemek vermişti. Yemeğin sonunda da,

“Sizleri Konyaya da davet etmek isterim. Şeb-i Arus törenleri döneminde…” demişti. Osmanoğullarının beti benzi atmış bu daveti duyunca. Büyük tarih alimi Davutoğlu, Osmanoğulları sülalesinin, yani padişah efradının, Şehzadeler dışında, Istanbul’dan
hatta Saraydan dışarı çıkmadığını, çıkarsa da ya sürgüne ya da ölüme gönderildiğini unutmuş herhalde. “Yok Sayın Bakanım, biz Nice’de çok memnunuz, sağolun…”
deyip geçiştirmişler bu tehlikeyi.

CHPli emekli Büyükelçi Loğolu, yeni Başbakan için Sicili sıfırdır dedi.
Diplomat terbiyesi içinde ancak bu denli ağır konuşulur.

Davutoğlunu henüz hiçbir şey yapmadan, bu ölçüde övmenin, övme gereksiniminin nedeni ne olsa gerek?

Komşularla Sıfır Sorun diye yola çıkıp, Sıfır Komşu durağına varan,
Türkiyeyi Ortadoğuda mezhep savaşına sokup yüzlerce insanın ölümüne neden olan, Wikileaks belgelerine göre Washington yönetimince Deli ve tehlikeli olarak nitelenen, oğluna yoksul bursu verilen bir kişiyi bol bol övmek gerekir ki,
bu olumsuzluklar örtülsün, gizlensin. Yakında dillerini yitirme riskiyle karşı karşıya olanlar, kendilerinden geçercesine,

“Abdülhamid Hanın beklenen ruhu
Reisin emanetisin Davutoğlu
Aydınlığa uzanan o kutlu eller için
Mazlumların yanında kıyamda olmak için
Yetimlere dokunan Resullahın ahdı için
Ümmet için…/ Millet için… / Allah için..”

diyerek Davutoğlunu şirin göstermeye çalışıyor. Korkunç ve berbat!

Davutoğlu hakkında yazılanların sentezini çıkarmaya çalıştım:
Çoğu Gürkan Zengin‘in Hoca kitabından seçilip alınmış yalnızca olumlu olay ve görüşler. Doğum yeri Konya-Taşkent’ten akraba izlenimleri. En sık işlenen temalar Annesini 4 yaşında yitirdi, Babaannesi O’na her gün dua ederdi, Hem İstanbul Erkek Lisesi hem de Boğaziçi mezunu, Parlak bir bilim adam, Kitapları çok satıyor,

Türkiye’nin Kissingeri…

Bu son tanımlama ilginç. Düşünelim biraz, Henry Kissinger’e neden ABD’nin Davutoğlu’su denmez de  bizimkine Vietnam savaşının mimarının yerli versiyonu denir?
Birisi yazdı mı bilmem. Kulis haberidir. Washingtonda Dışişleri Bakanı Bayan Clinton, Davutoğlu kendisini telefonla aradığı zaman, sekreterine “Yok deyin yok, şu anda toplantıda filan deyin” diyormuş. O denli sevilen ve sayılan bir diplomat yani…

Davutoğlu’nun ne denli zengin bir bilgi birikimine sahip olduğunu göstermek için neredeyse her biyografisinde -Stalin’in Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm kitabını okuduğu sırada orta üçteydi- cümlesi var. Biri de öbür öğrenciler gibi O da hemen Kafka’yı, Goethe’yi okumaya başlamıştı. Berthold Brechtin yapıtlarını tanımıştı diyor.
İyi güzel de Davudoğlu’nun söylem ya da eylemlerinde bugün bu yazarların hiçbir izine rastlayamıyoruz ki… Böyleleri için Fransızca bir deyiş vardır: Vous avez une bonne lecture mais vous lisez mal! (İyi kitaplar okuyorsunuz ama okumanız kötü!)

Davutoğlunun simyacı yeteneklerini sergilemiş imzasız bir yağdanlık:

Eflatun’dan Hege’le dek düşünce tarihini incelemek, Osmanlı-Türk ve İslam kültürünü içselleştirmesi sonucunu doğurdu. Müthiş bir şey yani… Patates püresinden portakallı ördek yapmak gibi bir maharet!.

Bir de mazlumların koruyucusu edebiyatı var ki, gerçekleri altüst etmenin bu kadarı olur. Okur sanacak ki; Davutoğlu Türkiye’deki Kürtlerin, Kesep’teki Ermenilerin,
Şengal’deki Şiilerin hamisi… Halbuki kendisi İŞİD’e “terörist” bile diyemiyor!

Davutoğlu yazılarında ön plana çıkan o uhrevi, dinsel söylem de pek sevimsiz.
Boğaziçi Üniversitesi’nden söz ederken, örneğin O orada öğrenciyken mescit açılmıştı bilgisi ne denli anlamlı değil mi?

Davutoğlu sanki Başbakanlık değil Şeyhülislamlık makamına getirilmiş.

Davutoğlu’nu övmekte sınır yok; Bence iyi oluyor. Özgüvenle haddini aşmayı aynı şey sanan bu kişilik, bu yazılarla, bu gaz ve yağlarla, zaten patlamaya az kalmış egosuyla, Türkiye’nin iç işlerinde de dış politikada gösterdiği başarıyı gösterirse,
Erdoğan ve AKP hanedanlığı beklenenden de daha kısa süre içinde sona erer.

Ben ondan sonra görürüm dilini ameliyat masasında başka yerde yitirmişlerin suratını… (varsa tabi!).

Magic (Büyülü) % 40 Türkiye’nin Yazgısını Belirliyor…


Dostlar,
Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan‘ın ilginç ve öğretici bir yazısı daha…Lütfen dikkatle okuyalım..

Özellikle YSK’nın seçmen sayılarındaki akıl almaz oyunlarını..
2002, 2007 ve 2011 seçimlerindeki milyonlarca tutarsızlığı ya da hileyi!?
Buraya bir kez daha aynen aktaralım Sn. Ercan’ın çoook ciddi savını :

*****

  • “2002 seçiminde seçmen sayımız 41,4 milyondu; üstelik seçmen yaş sınırı 20 idi.. 2007’de seçmen yaşı 18’e indirildi ve aradan 5 yıl geçmişti. Nüfusumuz en az 5 milyon artmış ve 18-20 yaş fark etkisiyle birlikte seçmen sayısı en az 7 milyon çoğalmış olmalıydı.. Uyarılarımıza YSK hiiiç aldırış etmedi, kulağının üzerine yattı ve 2007 seçmen sayısını 6 milyon eksiği ile 42,8 milyon olarak verdi.. YSK 2007’de 48,8 milyon olması gereken toplam seçmen sayısını 42,8 milyon olarak vermiş, dolayısıyla hem 2007 Milletvekili seçimi hem de Anayasa Referandumu için katılımı olduğundan çok yüksek göstermişti… Ben bunun üzerine çok yazdım, konuştum ama Siyasiler pek ilgili olmadılar.. Başta CHP olmak üzere tüm muhalefet partilerinin Dünyayı ayağa kaldırmaları gerekirdi… Sonra 2011 seçiminde bu farkı kapattılar. 5 yılda yalnızca 1,4 milyon artırdıkları seçmen sayısını bu kez 4 yılda 9,7 milyon artırdılar… tam bir skandaldır bu…”

*****

Sevgi ve saygıyla.
7.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=============================================

Magic (Büyülü) % 40 Türkiye’nin Yazgısını Belirliyor…

Portresi_gulumseyen

 

 

Prof. Dr. D. Ali Ercan

 

Karikatürdeki önemli ayrıntı…

erdogan_kilicdaroglu_karikarturu_gercek_oldu_1407986469_2301.jpg
 
Değerli arkadaşlar,
20 yıl önce 1994’te İstanbul Belediyesi’nin önünden kalkan “Demokrasi Treni”
sonunda 2014’te son istasyon Çankaya’ya geldi…
Bundan ötesi yok… Biz “Yok” diyoruz, ama acaba doğru mu?
Çankaya son istasyon mu, yoksa Tren “Şeriat Ülkesi” görünene dek
yola devam edecek mi?

Nitekim, Memecan’ın karikatüründe de Cumhurbaşkanlığı “son basamak” olarak görünmüyor, daha devamı varmış gibi.. 
 
Umarız, 1993’te “elhamdülillah ben şeriatçıyım” diyen RTE, aradan geçen zaman içinde biraz akıllanmış, değişmiş olur ve Laik Cumhuriyet’te
durmasını bilir. æ
basbakan_erdogan_yuksek_hizli_trenle_eskisehire_gitti_h46301
“Magic” 40 % !
 
Değerli arkadaşlar,RTE 10. Ağustos’ta Türkiye’deki tüm seçmenlerin % 38’inin oyu ile (21 milyon) Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Seçime katılım %73,7 ve RTE’nin aldığı oy oranı %51,79.

Tüm seçmen oyları içinde 0,5179 x 0,737 = 0,38’dir!.. 

 
Aynı oran 2007 Anayasa oylamasında da vardı. 2007 Ekiminde “Cumhurbaşkanını halk seçsin” diyen (19,4 milyon) seçmen, toplam geçerli oyların %69’u idi ve katılım oranı %59’da kalmıştı.*Dolayısıyla, Anayasaya “Evet” diyenlerin oyları Türkiye’deki tüm seçmenlerin oyları içinde 0,69 x 0,59 = 0,40’tır!..
Evet, 12 yıldır Türkiye’nin yazgısını belirleyen, % 40’lık bir kitledir.
Kimlerdir bu % 40 ??
Değerli arkadaşlar,
Bu %40;
  • Çıkar birliği yapmış, dindar görünümlü % 5’lik bir vurguncu takımı ile 
  • Bu takımın çevresinde kümelenmiş %35’lik saf, cahil, dindar, umutsuz,
    eğitimsiz, muhtaç halk kitlesidir. 
Bu simbiyotik yapı, bu çelik gibi birbirine kenetlenmiş %40’lık kitle, 12 yıldır tam kadro sandık başında, bütün seçimleri kazanmıştır.Ve sanıyorum Türkiye’deki Muhalefet aklını başına devşirmez, örgütlenemez ve büyük bir atılım yapamazsa (ya da bir Doğal afet bunların çarkına çomak sokmazsa)  korkarım, daha çoook 12 yıllar sürer bu % 40’ın Devr-i devranı.
Unutmayalım, Demokrasi, salaklık yaparak, şeriatçıya da özgürlük tanır,
ama şeriatçı aynı özgürlüğü ona tanımaz.

Demokrasiden Şeriata geçilir, ama Şeriattan Demokrasiye geçmek
olanaklı değildir..
Sevgilerimle. æ


2002 seçiminde seçmen sayımız 41,4 milyondu; üstelik seçmen yaş sınırı 20 idi.. 2007’de seçmen yaşı 18’e indirildi ve aradan 5 yıl geçmişti. Nüfusumuz en az 5 milyon artmış ve 18-20 yaş fark etkisiyle birlikte seçmen sayısı en az 7 milyon çoğalmış olmalıydı.. Uyarılarımıza YSK hiiiç aldırış etmedi, kulağının üzerine yattı ve 2007 seçmen sayısını  6 milyon eksiği ile 42,8 milyon olarak verdi.. YSK 2007’de 48,8 milyon olması gereken toplam seçmen sayısını 42,8 milyon olarak vermiş, dolayısıyla hem 2007 Milletvekili seçimi hem de Anayasa Referandumu için katılımı olduğundan çok yüksek göstermişti…
Ben bunun üzerine çok yazdım, konuştum ama Siyasiler pek ilgili olmadılar..Başta CHP olmak üzere tüm muhalefet partilerinin Dünyayı ayağa kaldırmaları gerekirdi… Sonra 2011 seçiminde bu farkı kapattılar. 5 yılda yalnızca
1,4 milyon 
artırdıkları seçmen sayısını bu kez 4 yılda 9,7 milyon artırdılar…
tam bir skandaldır bu…

BM’nin 1997 Uluslararası Su Yolları Sözleşmesi ve Su kıtlığı – Kuraklık Sorunu


Dostlar
,

Dünyada ve Türkiye’de yaygın kuraklık denmese bile yer yer kuraklık ve ciddi su sorunu – kıtlığı sürmekte..

Bizim Çevre – Orman ve Su İşleri Bakanımız da bu konularda uzman bir Profesör ve Dünya saptamalarının tersine bodoslama giderek “su sorunumuz yok!” demeyi sürdürüyor..

Sn. Prof. Dr. Ali Ercan ve biz ise gerekçeli olarak duyarlığımızı sürdürüyor ve
bu “sorumsuz” davranışa karşı çıkıyoruz.

Bu yazımızda bir de Su Politikaları Uzmanı Dursun Yıldız‘ın irdelemesi var..

AKP iktidarı bu bağlamda da ülkemize ciddi ve dönüşümsüz zararlar veriyor..

Sevgi ve saygıyla.
20.8.2014, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

==============================================

Su… Su… Su…

Değerli arkadaşlar,

Hiçbir zaman sorun olmayacağı sanılan Su, insanlık için gittikçe büyüyen bir sorun olmayı sürdürüyor. En önemli yaşam kaynağımız olan suyun, bir yandan nüfus artışı (AS: hızlı ve tümüyle gereksiz) öbür yandan iklim değişikliği makasında,
küresel Güvenlik ve Barış bakımından en stratejik madde oluşuna şaşmamak gerekir.

Yakın gelecek “su savaşları”na sahne olacak bir gelecektir; öyle ki, yalnızca Devletler arasında değil, Kentler arasında bile.. Gerçi Gezegenimizde çok büyük miktarda (~1,4 milyar km3) su bulunuyor ama içilecek tatlı su bunun %2,5 kadarıdır ve bu su da ağırlıklı olarak Kutuplarda buzullar durumundadır.

unnamed (3)

Erişilebilir, kullanılabilir tatlı su miktarı yılda yaklaşık 14 trilyon m3tür; yani Dünyamızda kişi başına ortalama 2 bin m3 su var.. Eldeki su kaynakları da homojen (AS: türdeş birörnek) dağılmış durumda değil. Kimi ülkelerde bol miktarda
su bulunurken, kimisinde su kıtlığı çekiliyor..

 

  • Dünya’da yaklaşık 1 milyar insan yeterli temiz içme suyuna ulaşamıyor.

Genelde 1000 m3/kişi.yıl altında suyu olan ülkeler su yoksulu ülkeler sınıfına
giriyor; ki biz de tam bu sınırdayız.

Bizim Fırat ve Dicle gibi sınır aşan iki büyük nehir dolayısıyla Uluslararası sorunlarımız var. Zaten Orta doğuda petrol kadar, belki petrolden de önemli, stratejik madde Su’dur ve “Su” denince akla Mezopotamya’yı sınırlayan Fırat-Dicle gelir. Türkiye Fırat suyundan saniyede 500 m3 su bırakmayı taahhüt etmiş durumda, yani Fırat’ı Suriye ile yarı yarıya paylaşmış durumdayız. İklim değişikliğinin getireceği susuz, kurak dönemlere karşı -işi Allah’a havale etmeden- sıra dışı akılcı önlemler ve çözümler gerekiyor.

Sevgilerimle.  æ

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Not : Su Politikaları uzmanı Sayın Dursun Yıldız’a bilgilendirici makalesini
paylaştığı için teşekkürlerimle…æ

================================

Yürürlüğe giren 1997 BM Sözleşmesi Ne Getirir?

Dursun YILDIZ
Su Politikaları Uzmanı

BM’nin 1997 Uluslararası Su Yolları Sözleşmesi

BM‘nin Uluslararası  Su Yollarının Ulaşım Dışı Amaçlarla kullanımı  sözleşmesi 1997 Mayıs ayının sonunda 185 üyeli Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan oylama sonucunda 103 lehte, 3 red, 27 çekimser oyla kabul edilmişti. 1997 Sözleşmesi’nin yürürlüğe girebilmesi için 35 ülke tarafından onaylanması gerekmekteydi. Bu onaydan sonra sözleşme bu ülkelerin  kendi iç hukukları açısından bağlayıcı hale gelmiş olacaktı. İşte bu 35 ülkenin sözleşmeyi onaması  birkaç ay önce tamamlandı ve Sözleşme 17 Ağustos 2014 itibariyle uluslararası geçerlilik kazandı.

Türkiye bu sözleşmeye Çin ile birlikte red oyu vermiştir ve bu kararın kendisini bağlamayacağını ve imzaya açıldığı zaman da bu sözleşmeyi imzalamayacağını ve onaylamayacağını beyan etmişti.

17 Ağustos 2014′de uluslararası geçerlilik kazanmış olan bu sözleşme Dünya’da 190‘ı aşkın ülkeden salt 35′i tarafından onaylanmıştır. Bu ülkeler arasında Amerika Kıt’asından hiçbir ülke yoktur. 1997 BM Sözleşmesinin ortaya çıkması için 1970 yılında başlayan çalışmalar, ancak 1997 yılında sonuç vermiştir.

Sözleşmenin 1997 yılında BM tarafından kabulünden sonra  35 ülke tarafından onaylanması ise 17 yıl almıştır. Bu konuda ülkelerin bir taslak oluşturması ve bunun uygulanacağına  ikna olması için geçen süre 44 yıldır. Bu sözleşme 20 yüzyılın uluslararası ilişkiler  düşünce sistematiği ile yapılmış ancak 21. Yüzyılın   yeni jeopolitiği ve dünya düzeni içinde yürürlüğe girebilmiştir. Bu nedenle  sözleşmenin bu yüzyılın yeni düzenini kapsaması, çok geniş bir uluslararası  kabul  görmesi ve uygulama alanı bulması kolay olmayacaktır. Ancak bu durum sözleşmenin yürürlük kazanması  gerçeğini ortadan kaldırmaz.

Uluslararası sözleşmelerin bunları imzalamayan ve onaylamayan ülkeler bakımından hukuken geçerli olmadığı biliniyor. Onaylanmayan sözleşme bağlayıcı değildir. Ancak çok sayıda ülke tarafından onaylanan deniz hukuku sözleşmesi gibi taraf sayısı fazla olan uluslararası anlaşmaların moral bir ağırlığının  bulunduğu yadsınamaz.

Ayrıca ülkeler uluslararası alandaki saygınlıklarını korumak için uluslararası sözleşmelerin genel ilkelerine aykırı davranmak istemeyebilirler. Tüm Uluslararası Sözleşmeler karşılıklı ödünler verilerek sonuçlandırılır. Sözleşmelerin bazı kurallarına karşı olan ülkelerin kimi taleplerini de başka kuralların tatmin eylemekte bulunduğu da bir gerçektir. Önemli olan o sözleşmelerin ülke için yararlı olacak kurallarından azami ölçüde yararlanmasını bilmektir.

Türkiye’nin 1997 BM Sözleşmesi’ne Karşı Çıkış Nedenleri

Sözleşmenin müzakereleri sırasında diğer bazı noktaların yanı sıra  Türkiye’nin “önemli zarar vermemek” maddesine ilişkin itirazları olmuştur.

Türkiye, kıyıdaş ülkelerin, suyu hakça ve makul olarak kullandıkları takdirde, zaten öbür kıyıdaş devletlere zarar vermemek ilkesinin de yerine geleceği görüşünü önererek, bu maddeye itiraz etmiştir. Bunun yanı sıra bu terimlerin bir tanımı yapılmadığı için neyin “önemli zarar olduğu”  ne kadar zararın “Kayda değer zarar”  olduğunu saptamak olanağı yoktur. Buna ilave olarak zarar gördüğünü düşünen taraf her zararın önemli zarar olduğunu ileri sürecek ve bu konuda uzlaşma olanaksız olacaktır.

Türkiye’nin Sözleşme’nin  “Planlanan Önlemler” başlığı taşıyan bölümüne de ciddi  itirazları olmuştur. Sözleşmenin   bu bölümünde,  – yukarı kıyıdaş devletin aşağı kıyıdaş ülkenin onayını almadan su kaynaklarını geliştirmek faaliyetine girişememesi- durumu ele alınıp düzenlenmiştir.

Türkiye, bu düzenlemeye aşağı kıyıdaş devlete haber vermek zorunluluğuna bağlı olarak devletler arasında uzlaşma için  uzun bir süre gerekeceğini ileri sürerek itiraz etmiştir. Türkiye sözleşmeye esas olarak objektif kriterler taşımadığı, eksik, yetersiz ve muğlak olduğu gerekçeleriyle red oyu vermiştir.

Sözleşmenin yürürlüğe girmesi sadece sözleşmeyi onaylayan ülkeleri hukuken bağlayacak olup  Türkiye, sözleşmeye ilişkin yükümlüklerden muaftır. Suriye sözleşmeye  rezervli onay vermiş olup  Irak bu sözleşmeye taraf olmuştur.

Bu  Sözleşmenin Teamül Oluşturma İhtimali Uluslararası hukukun asli kaynakları arasında yer alan teamül, oluşumu açısından antlaşmalardan farklıdır. Antlaşmalar, devletlerin açık irade beyanı olarak kabul edilirken, evrensel bir teamülün oluşumu için genel bir uygulama yeterli kabul edilmektedir. Ayrıca bir uluslararası sözleşmenin teamül oluşturma ihtimali de vardır. Diğer bir deyişle sözleşmenin yürürlüğe girmesinden sonraki yıllarda sözleşme hükümlerinin teamül haline gelebilir. Ancak
bu sözleşme hükümlerinin teamül haline gelme olasılığı çok yüksek değildir.

Uluslararası sistem  BM sözleşmesinin yürürlüğe girmesi için 2010 yılından sonra ağırlık koymaya başladı. Yeni enerji ve su jeopolitiği “sınır aşan sular” konusunda bir “Çerçeve Sözleşmeye” duyulan ihtiyacı arttırdı. Bu durum 2010 yılından sonra 1997 Sözleşmesini imzalayan ülke sayısında hızlı bir artışa neden oldu. Sözleşme, BM’de  kabulünden sonraki 12 yıl içinde 18 ülke tarafından onaylanmıştır.  Ancak bu sayıya  son beş yılda  17 ülke daha eklenmiş ve sözleşme yürürlük kazanmıştır.

21. Yüzyıldaki  yeni hidro-jeopolitik paradigma, bir yandan  bu sözleşme ile yukarı kıyıdaş ülkeleri daha makul olmaya yöneltirken  diğer taraftan Nil üzerinde 80 yıllık Mısır’ın dokunulmazlığını kaldırmış ve  Etiyopya‘nın Nil üzerindeki Rönesans Barajı yükselmesini sağlamıştır.

1997 sözleşmesi, Dünyadaki 263  sınır aşan su havzası için en uygun su kullanım  ayarını  verebilecek bir sözleşme değildir. Ancak uluslararası hukukta bu konudaki büyük boşluğun da bir şekilde doldurulması gerekiyordu. Çünkü halen  263 Sınır aşan nehir havzasının 157 sinde (%60) hiçbir işbirliği çerçeve  anlaşması yoktur. Anlaşma bulunan havzalarda ise daha çok  ikili anlaşmalar yapılmıştır.

Bu durum iklim değişimi riski ile birleşmiş ve tehdit algısını arttırmıştır.

Bu nedenle sınır aşan su havzalarında  iklim değişimi   bölgesel krizler yaratmadan , üzerinde konuşulacak bir hukuksal çerçeveye duyulan ihtiyaç artmıştır. Su Çerçeve sözleşmesinin  yürürlük kazanması hızlandırılarak olası bölgesel güvenlik risklerinin önlenmesi çalışmalarına altyapı hazırlanmış oldu.

1997 sözleşmesinin yürürlüğe girmesi, sınır aşan su havzalarında su kullanımı sorunlarının  hızla çözülmesinden daha çok konunun  yeniden uluslararası  gündeme taşınmasına  yönelik bir ortam oluşturacaktır.

BM sözleşmesi Türkiye gibi sözleşmeye taraf olmayan ülkeleri bağlamamaktadır. Ancak iklim değişiminin etkileri krizlere neden olurken sözleşmeye taraf olup olmamak ayırımı yapmayacaktır.  Bu durum  aslında  sözleşmeye taraf olmasa bile, bölgelerinde  istikrarsızlık istemeyen  ülkeleri su yönetimi konusunda  bölgesel işbirliği için bir araya getirecektir.

Önümüzdeki dönemde iklim değişiminin etkilerinin daha da artması, 1997 BM sözleşmesinin kurallarından daha etkili bir şekilde ülkeleri su işbirliğine zorlayacaktır.

Yeni paradigmaların şekillendireceği  21. yüzyılda, BM’nin 1997 sözleşmesi sınır aşan sular konusundaki sorunlara “kapsam ve  kavram” olarak dar gelecektir. İnsanlık, iklim değişimi ve enerji-gıda-su-çevre ilişkisindeki artış sonucunda krizlerin birbirini tetikleyeceği  ve hızla küreselleşeceği bir geleceğe hazırlık yapmak zorundadır.  Bu nedenle sözleşmeyi onaylamayan  vepaylaşılan su havzalarında yer alan  110 ülkenin bu konuda işbirliğini reddetme lüksü olmayacaktır. Hatta bu ülkeler gelişmeler karşısında   konuya bu sözleşme kapsamından çok daha geniş  bir açıdan bakma zorunluluğu duyacaktır.

Bu nedenle bu sözleşme, BM’nin 1997 sözleşmesi, sözleşme maddelerinin belirsizliğine  sıkışmadan ve sözleşmeye  taraf olup olmama kısır çekişmesine düşmeden değerlendirilmelidir. Bundan dolayı ülkelerin su işbirliği için bir farkındalık yaratmak aracı olarak ele alınmalı ve bölgesel su işbirliğini geliştirecek çok taraflı anlaşmaların altyapısı için çaba gösterilmelidir. 

12. Cumhurbaşkanı Seçiminin İstatistiksel Çözümlemesi : Boykot olmasaydı Seçim 2. Tura kalacaktı


12. Cumhurbaşkanı Seçiminin İstatistiksel Çözümlemesi :
Boykot olmasaydı Seçim 2. Tura kalacaktı

Portresi_gulumseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

Değerli arkadaşlar,

Kesin resmi sonuçlar YSK tarafından henüz açıklanmadı ama, 12. Cumhurbaşkanı
(AS: Yarıbaşkanı!) seçim sonucu hemen hemen belli oldu sayılır. Buna göre,
40,3 milyon geçerli oyun %51,8’ini alan RTE, Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanı oldu.

Muhalefetin Çatı adayı Ekmel Bey %38,5 oy aldı ve HDP adayı S. Demirtaş %9,7’de kaldı. Geçersiz oy oranı da %1,8 olmuş.

Toplam seçmen sayısı 54,7 milyon olduğuna göre, sandığa giden 41,0 milyon seçmenle
katılım oranı %75 demektir. 30 Mart 2014 yerel seçiminde katılım oranı %89 olmuştu…

Parlamenter Demokrasinin ve Laik Cumhuriyetin geleceği açısından yaşamsal önemde gördüğümüz bu seçimde de hiç olmazsa %85 katılım beklenirdi. 30 Mart 2014 yerel seçiminde oy kullanan seçmenlerin 6 milyon kadarı maalesef bu kez sandığa gitmemiştir ki, bu seçmenlerin %95’inin muhalefet seçmeni olduğunda kuşku yoktur. Yani en az
5,6 milyon “boykotçu muhalif” seçmen olduğunu söyleyebiliriz.

Peki bu 5,6 milyon “boykotçu”seçmen sandığa gitseydi ve Ekmel Bey’e oy verselerdi
bugünkü durum ne olurdu? Geçerli oy sayısı 40,3 + 5,5 = 45,8 milyon olurdu ve RTE 20,9 milyon oyla % 45,6’da kalırdı. Ekmel Bey %45,8 ve S. Demirtaş %8,6 oy almış olurlardı ve seçim kesinlikle 2. tura kalırdı. 2. turda RTE’nin seçimi kazanma şansı azalırdı.

Türkiye, Cumhuriyete Sadık KADROLARLA yoluna devam etme şansını elde ederdi.

NOT :  ”Kürt” oylarına gelince.. 2014’te nüfusumuzun %20 kadarı “Kürt” kökenli yurttaşlarımızdır. Dolayısıyla Türkiye genelindeki Kürt oyunun yarısından çoğu
AKP adayına gitmiştir !

=================================================

“Boykotçu” yurttaşlarımızı selamlıyoruz..

Bu “zafer” ülkeye – millete hayırlı olsun..

Faturasını ödemede de ilgililerine kolay gelsin…

“Politik akıl” ve “duygusal tepkiler..” ayırt edilemeyince sonuç böylesine yıkıcı!

Sevgi ve saygı ile.
13 Ağustos 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

ABD gerçeği-1 (yeni eklerle)


Dostlar,

Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan, engin bilgisi ve yaşam deneyimiyle bize ABD hakkında
çok kapsamlı ve değerli bilgiler vermekte. Yorumlarını ve öngörülerini de katarak..

Teşekkürler Sayın Ercan.

Sevgi ve saygı ile.
12.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
p
rofsaltik@gmail.com

Not : Dosyanın pdf biçimi için lütfen tıklayınız..

ABD_Gercegi_12.8.2014

=================================================

ABD gerçeği-1 (yeni eklerle)

portresi

 

 

 

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Değerli arkadaşlar,

Bu gün sizlere Amerika Birleşik Devletleri’ni (ABD) nesnel verilere dayanarak tanıtmaya çalışacağım. Basından, medyadan, okuduğunuz kitaplardan veya bizzat gidip görerek edindiğiniz bilgilerle  ve izlenimlerle pek çelişmeyeceğini umduğum bir tabloyu, günümüzün ABD gerçeğini, ABD-Türkiye ilişkilerini daha iyi anlamak açısından mercek altına alalım, istiyorum.  Süper Güç ABD’ni iyice tanımadan Dünyada olan bitenleri anlamak mümkün değildir..

Sevgilerimle. æ

(not. Bu iletide vereceğim rakamlar aklımda kalan yaklaşık değerlerdir;
güncel gerçek değerler Google’dan veya öbür kaynaklardan bulunabilir.)

unnamed

****

ABD toprak bakımından Rusya, Kanada ve Çin’den sonra Dünyanın 4. büyük Ülkesidir. 9,6 milyon km2 lik alanı ile (Türkiye’nin ~12 katı)  Dünyanın (Antarktika, Grönland, Sahra ve büyük Çöller dışındaki) yaşanabilir topraklarının ~%7 sini kaplıyor. 320 milyona yakın nüfusu ile (Türkiye’nin ~4 katı) Çin ve Hindistan’ın ardından Dünyanın nüfusça 3. büyük Ülkesidir. Doğal nüfus artış hızı binde 6 olan ABD nüfusu içe Göçlerle büyümektedir; ABD son 10 yılda 10 milyon dolayında göç aldı. Kadın başına çocuk sayısı yaklaşık 2,5 ve Ortalama Ömür ~75 yıldır. 7,2 milyarlık Dünya nüfusunun yaklaşık % 4′ünü oluşturan ABD, Amerika Kıtası’nın ilk doğal yerli halkı dışında, son 400 yılda Dünya’nın hemen her yerinden kopmuş gelmiş farklı din ve kültürdeki insanların çok renkli bir karışımıdır.

unnamed (4)

Yaklaşık 15 bin yıl önce Asya’dan Amerika Kıtası’na gelen ve 19. yüzyılda Avrupalı işgalciler tarafından hem fiziksel ve hem de kültürel anlamda soykırıma uğrayan Amerikan yerlilerinin bugün artık esamesi bile okunmuyor. Eşit olmayan koşullardaki savaşlarda (tüfeğe karşı ok-yay) kitle halinde ölümlerle ve bir o kadar da Avrupalıların taşıdıkları virüsler, hastalıklar (örn. çiçek) nedeniyle tümden yok olma sınırına gelen ve şimdilerde 300 kadar sınırlı koruma alanlarına (bir anlamda hapsedilmiş) Amerika yerlilerinin melezlenmiş ardıllarının nüfusu 3 milyon kadardır (toplam nüfusta ~%1)

Amerikan halkının yaklaşık %75’i Avrupalı, %5 kadarı Asyalı ve %15 kadarı da Afrikalı (köle) ataları olan insanlardır. Avrupa kökenli olanlar arasında 1. sırayı %20 ile Alman göçmenlerin ardılları alıyor; arkasından İrlandalılar gelir. Özellikle 1850-1900 arasında Almanya’daki çok kötü yaşam koşullarından kaçan milyonlarca Alman, Amerika’ya göç etmişti.

unnamed

Din konusunda da aynı çok renklilik görülüyor; Avrupa kökenli Amerikalıların şeklen üçte biri Katolik, üçte ikisi de Protestandır ve bunların türevi bir yığın tarikatın binlerce aktif kiliseleri var. ABD’de en çok satan kitapların başında  İncil  geliyor; ABD halkının %60’ı Evrimi kabul etmiyor. (Evrimi kabul etmeyenlerin Türkiye’deki oranı ise %75 !) Bence bu Evrim sorgusu çok önemli bir sosyal ölçüttür. Bir Ülkenin gerçek eğitim ve aydınlanma düzeyini halkın “Evrimi” kabul ediş oranından anlayabilirsiniz.

ABD’de ~6 milyon Musevi, ~3 milyon Müslüman yaşıyor. (ABD nin en meşhur Müslümanı boksör Muhammed Ali Clay’dir)  Ateistler, agnostikler vs. toplamda
ABD halkının kabaca %15’i Dinsiz” diyebiliriz.

Washington ve Michigan İslam merkezleri

unnamed (2)

ABD halkının sosyo-ekonomik alanda egemen

kesimi “Neo-Con” olarak adlandırılan Yeni Muhafazakâr Protestan Anglo-Sakson kesimdir. Resmi Dil İngilizceyi konuşan %80 yanında, nüfusun 1/8 kadarı ikinci büyük dil olan İspanyolca  konuşuyor.

 

unnamed (3)

***

Amerika Kıtası’nın 1492’de
C. Colombus tarafından “bilinçsiz” keşfi sonrasında, Kıta’nın Doğu kıyılarının İngilizler, İspanyollar ve Fransızlar tarafından işgali ve kolonileştirilmesi 200 yıl kadar sürdü. “Hindistan” sandıkları bu topraklarda yaşayan yerlilere de bu nedenle “Indians” dediler. Avrupalılar yalnızca yerlilere karşı savaşmadılar; toprakları ele geçirme yarışı, kendi aralarında da kanlı savaşlara neden oldu. 18. yüzyıl ortalarına gelindiğinde Amerika’nın doğusu İngilizler ve Fransızlar tarafından ele geçirilmişti. Maya – Aztec medeniyetlerinin vatanı, bugünkü Meksika ise İspanyollar tarafından ele geçirilmişti. At üstündeki zırhlı İspanyolların Ok-Yay kullanan Mayaları top, tüfek kullanarak kitle halinde katliamdan geçirmeleri ve onları Hristiyanlığa zorlamaları, Arapların Orta Asya Türk kavimlerini Müslümanlaştırma sürecine çok benzer.

İlk yerleşim yerlerinin kurulmasından yaklaşık 250 yıl sonra Doğu kıyılarındaki
13 kolonide yaşayanlar birleşerek İngiliz kraliyetinin himaye ve vesayetine karşı ayaklandılar ve 4 Temmuz 1776’da bağımsızlıklarını ilan ettiler. Başlangıçtaki
13 Devlet zamanla 50 devlet oldu. Şimdiki ABD bayrağında her yıldız bir Devleti temsil eder; 7 kırmızı 6 beyaz şerit ise başlangıçtaki 13 koloniyi. Britanya İmparatorluğu ABD’nin bağımsızlığını 1783’te tanıdı. Fransız İhtilali‘nden (1789) 3 ay kadar önce, ABD kendi yazılı Anayasasına kavuşmuş ve bağımsızlık savaşını yürüten kuvvetlerin başındaki başarılı Komutan George Washington ilk ABD Başkanı seçilmişti. (Gerçi ünlü ABD Özgürlük anıtını Fransızlar ABD’ne armağan etmişti ama, Fransız İhtilali’nin ABD’deki sosyal gelişmelere esin kaynağı olduğunu söylemek pek doğru olmaz.) 

ABD’nin Bağımsızlık ilanı.
John Trumbull’un 4mx6m lik meşhur yağlı boya tablosunda 
Ayakta
kırmızı yelekli Thomas Jefferson ve solunda Benjamin Franklin görülüyor.

unnamed (1)

ABD kurulduktan sonra da sosyal çalkantılar sürdü. Batıya doğru yeni topraklar kazanılmış, Devlet sayısı 33 olmuş ve ABD nüfusu 30 milyonu aşmıştı. Bu arada Afrika’dan Amerika’ya esir ticareti de başlamıştı. Güney Devletlerinde uygulanan Kölelik rejimine karşın Kuzey Devletlerinde demokrasi ve insan hakları savunucularının oluşturduğu özgürlük cephesi arasındaki gerginlikler sonunda ayrışmaya ve kanlı bir iç savaşa dek gitti. Başkan Abraham Lincoln zamanında 11 Güney Devleti ABD’den ayrılarak Jefferson Davis başkanlığında Konfederasyon ilan edince, 1861-65 arasında 4 yıl süren kanlı bir “iç Savaş” başladı. Nedense adına “Medeni Savaş” anlamına gelen “Civil War” dediler; Yaklaşık 3 milyon askerin katıldığı bu savaşta 600 binden çok insan öldü, bir o denli de yaralı, engelli kaldı. Savaşı Kuzeyliler kazandı, ABD birliği yeniden kuruldu ve kölelik, görünüşte de olsa, “resmen” kaldırıldı ama ABD’de Siyahlara açık ayrımcılık ve şiddet uygulamaları pratikte yüz yıl daha sürdü.

***

Gerçekte  Amerika’nın temsil ettiği ve “özgürlük ve demokrasi” gibi kulağa hoş gelen söylemlerle koruduğu Kapitalist yaşam biçiminde insanın insanın sömürmesi hiç de sona ermiş değil, tersine bütün hızıyla sürüyor. Yalnızca Vahşi Kapitalizmin biraz daha yontulmuş, törpülenmiş “fine” versiyonu olan “serbest piyasa ekonomisi” ve onun motoru olan “Küresel finans sistemi” Gezegenimize hakim olmuş durumdadır;
bu hakimiyeti sürdüren mekanizmanın adı da “Küresel Emperyalizmdir”.

unnamed (6)Bu sistemin karşısına, en azından kuramsal temelde, karşı çıkan Marksist-Leninist (Komünist) uygulamalar iflas etti; Komünist sistem Küba, K. Kore, Vietnam, Laos, dışında hiçbir Ülkede kalmadı. Eski Sovyetler Birliği, Rusya dahil tüm Avrupa’da artık “Serbest Piyasa Sistemi” uygulanıyor. Dünya ile ekonomik anlamda entegre olmuş Çin bile, her ne denli Komünist Parti adını kullansa da, küresel sistemle uyumlu “sosyalist piyasa ekonomisi” uyguladığını söylüyor. (Sosyalist Çin’de de 150’den çok Dolar milyarderi var!)

ABD, 1900’ler başından bu yana yaklaşık 100 yıldır ekonomik ve askeri anlamda “Küresel Süper Güç” olarak hüküm sürüyor. Özellikle Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktının 1991’de dağılmasından sonra, “tek kutuplu” Dünyamızda ekonomik, politik ve askeri… her alanda ağırlığını hissettiriyor. (Her ne kadar Rusya eski askeri gücünü büyük oranda koruyorsa da, ABD karşısındaki yeni rakip,
karşıt süper güç, en geç 2030’larda Dünya lideri olmak yolundaki Çin‘dir.)

unnamed (7)

 

 

 

 

 

ABD; Türkiye’nin de içinde bulunduğu, UN (193), OECD (34), NATO (28) ve G20 gibi Uluslararası Örgütlerin üyesidir. Ayrıca G8 ve Amerika kıtası Ülkeleri arasındaki NAFTA (3) ve OAS (36) üyesi olan ABD, Dünya Finans sistemini denetleyen Dünya Bankası (World Bank) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi kuruluşlarda da en büyük pay ve söz sahibidir. 1945 te kurulan ve 200’e yakın Ülkenin üye olduğu World Bank’ta ABD’nin payı ve Oy oranı %15’le 1. sıradadır; bu nedenle de kurulduğundan bu yana World Bank Başkanları ABD’den seçiliyor. ABD’nin yine 1. sırada paydaşı olduğu
IMF ise şimdiye dek Avrupalı Başkanlar tarafından yönetildi.

***

Pasifik’te bir Nükleer Bomba testi

unnamed (5)

ABD Hitler Almanya’sına ve iki Atom bombasıyla dize getirdiği Japonya’ya karşı ezici bir üstünlükle kazandığı 2. Dünya savaşından sonra küresel ekonomiye de egemen oldu. Uluslararası değişim aracı olarak, “Dünya Parası” haline ge(tiri)len Doların emisyon denetimini elinde tutan ve bir anlamda tüm Dünyaya dolar satarak küresel sömürüden aslan payını alan ABD, Küresel sermayenin birikim merkezi haline geldi.

unnamed (8)

Bu gün Dünya ekonomisine egemen 1000 büyük Şirketin yarısına yakını ABD şirketleridir. Dünyanın en büyük ilk 10 şirketinin 5’i Çin 5’i ABD şirketidir.
(Türkiye’den de 8 şirket ilk bine giriyor; İşbank, Garanti, Akbank, Halkbank ve Vakıfbank; üretim ve hizmet sektöründen de Koç grubu, Sabancı grubu ve Turkcell)  Ayrıca Dünyadaki ~1600 Dolar milyarderinin 500 kadarı ABD vatandaşıdır. (Türkiye de ise Ülkenin ekonomik gücü ve nüfusuna oranla oldukça yüksek sayıda resmen 35 dolar milyarderi bulunuyor.) En büyük 15 ABD şirketinin piyasa değeri yaklaşık
2 trilyon dolardır. İşte bu nedenlerle ABD, “Kapitalizmin Dünyadaki 1 Numaralı Temsilcisi” olarak tanınıyor; ama öte yandan ABD, 17 trilyon doları aşan dış borcuyla da Dünyanın en çok borcu olan Ülkesidir. Yıllık Dış ticaret açığı 500 milyar doların üzerindedir ki bunun ağırlıklı bölümü Çin’le olan ticaret açığıdır. (Türkiye ile olan ticaret hacmi ABD’nin tüm ticaretinin binde 5’i kadardır; ABD açısından önemsiz bir rakam) GSMH’ sı
~16 trilyon $ ve kişi başına geliri ~50 bin $  olan ABD’de adil bir gelir dağılımı da yoktur. En yüksek geliri olan tepedeki %10’luk kesim, en düşük gelirli %10’luk dilimin 16 katı kadar gelir elde ediyor (Türkiye’de 14 katı). Gelir dağılımındaki adaletsizliğin bir ölçütü olan Gini katsayısı ABD’de 0,45 tir. (Türkiye’de 0,40… İsveç’te 0,25) Gelir adaletsizliği
bu derece yüksek olan ABD’de Demokrasi de sorunludur. Halk demokratik yaşama genelde duyarsız ve ilgisizdir; Seçimlere katılım oranı, özellikle genç nüfusta, %60’ı pek geçmez.

Kendilerine “Cumhuriyetçiler” ve “Demokratlar” diyen iki oligarşi arasında
gidip gelen iktidar, aslında sosyo-ekonomik yapıya fazlaca bir değişiklik getirmeden,
Ülkeyi “yaptırımı ağır yasalarla” yönetir. Bu anlamda ABD ciddi bir “Kanun Devleti” dir!

unnamed (9)

Hapishanelerde bulunan insan sayısı bakımından ABD Dünyada başı çekmektedir.

ABD’de her bin kişiden 7’si hapistedir; Avrupa, Japonya, Avustralya… gibi Dünyanın kalkınmış uygar Ülkelerinde bu oran binde 1 dolayındadır. (Hapis oranı Rusya’da binde 5, İran’da binde 3,
Çin’de ve Türkiye’de binde 2′dir)
 Bu olumsuz sosyal tabloya karşın ABD yine de Dünya teknolojisinde büyük ağırlığı olan bir Ülkedir; Şimdiye kadarki Nobel Ödüllerinin %40 kadarını ABD vatandaşı bilim insanları aldılar.
***

Dünya nüfusunun %4’ü (AS: % 4,5’i!) kadar nüfusu olan ABD, Dünyadaki tüm gelirlerden ~ %20 pay alır; yani Dünya ortalamasının 5 katı !… (Kişi başına gelir Dünya ortalaması yaklaşık 10 bin dolardır) Bu orantı kişi başına enerji kullanımına, dolayısıyla kişi başına CO2 salımına da yansıyor. İklim değişikliğinde sera etkisi ile önemli rol oynayan CO2 Dünya ortalaması
~5 ton/adam-yıl iken, ABD’de CO2 salımı  ~17 ton/adam-yıldır. (Eskiden çok daha kötüydü, son yıllarda çevreci önlemeler almaya başladılar, Çin’de CO2 salımı ~ 3 ton/adam-yıldır)

Yaklaşık 13 milyar tep (ton kayayağı eşdeğeri) olan Yıllık toplam Küresel Enerji kullanımının %17’sini paylaşan ABD, bu enerjinin büyük bölümünü kendi Ülkesinde üretiyor; ancak %20 kadarı için dışarıya (Orta doğu ve Venezuela Petrollerine) bağımlıdır. (Türkiye’nin Enerji bakımından dışa bağımlılığı %80’dir) Dünya’daki Nükleer Santralların (kurulu güç olarak) yaklaşık üçte birine sahip olan ABD, Elektrik enerjisinin kabaca %20’sini Nükleer santrallardan elde etmektedir. (Dünyada nükleer güç santralı işleten 30 kadar ülke arasında Fransa %75′le en yüksek oranda elektrik enerjisi üreten ülkedir)

***********

Küresel Serbest piyasa ekonomisinin güvenli işlemesini sağlamak için Dünya Denizlerindeki ticaret yollarının güvenliğini sağlamak görevi de ABD Donanmasına düşüyor… Son Yüzyılda
1. ve 2. Dünya (AS: Paylaşım) Savaşlarına giren Amerikan Ordusu, Japonya’nın teslim oluşu ile sona eren 2. Dünya (AS: Paylaşım) Savaşından sonra Dünyanın en etkin, en caydırıcı silahlı gücü olduğunu kanıtladı. Ardından Kore, Vietnam, Afganistan ve Irak Savaşlarında ve Dünyanın dört bir yanındaki anti-kapitalist devrimci hareketleri bastırmakta kullanılan
ABD silahlı kuvvetleri, kabaca Dünyanın tüm Ülkelerinin askeri güçlerinin toplamına eşdeğer büyük bir Savaş makinesidir. 

ABD’nin 10 nükleer Uçak gemisinden biri John C. Stennis

unnamed (10)

Dünyadaki tüm Ülkelerin Savunma giderlerinin yarısına yakın miktarda, kabaca 800 milyar $/yıl bütçesi  olan (Türkiye’nin toplam ulusal geliri kadar!) ve her biri ayrı bir
Bakanlık statüsündeki 4 Kuvvet, Kara (Army), Deniz (Navy),

 

Hava (Air Force) ve Deniz Piyadeleri (Marine Corps) toplam 1,5 milyon askerden oluşuyor. Personelin %15 kadarı kadındır. ABD Savunma (?) giderleri Ulusal Gelirinin % 5’i kadardır. 

ABD Deniz kuvvetlerinin en büyük nükleer Denizaltı gemisi USS Pennsylvania

050720-N-8921O-002

~14 bin uçak ve ~6 bin helikopter ile Dünyanın en büyük Hava Kuvvetleri filosuna sahip olan ABD’nin Deniz filosu da Dünyanın geri kalan tüm Deniz kuvvetlerinin toplamına eşdeğer güçtedir. Dünyadaki Uçak gemilerinin yarısı ABD’ne aittir. 9 Helikopter taşıyıcının dışında nükleer güçle hareket eden 10 adet Uçak gemisi ve yine nükleer güçle hareket eden ve Dünyanın herhangi bir yerindeki herhangi bir hedefi ±25 metre hassasiyetle (AS: sapmayla, duyarlıkla) vurabilen 80 kadar Denizaltı gemisi var. Kıtalar arası nükleer balistik füzeler taşıyan, bu süper denizaltılar 250 metre derinliğe inebiliyor ve aylarca su altında kalabiliyorlar. Tüm Dünyada ‘resmen’ 16 bin kadar nükleer başlık var; bunun 7 binden çoğu ABD envanterinde bulunuyor (Her biri ortalama 50 kTon TNT eş değeri desek,16 bin başlık Dünyada adam başı ~100 kg. TNT
demektir; yani Dünyamızdaki nükleer silahlar tüm insanlığı birkaç kez öldürecek kapasitededir; tabii bir o kadar da Konvansiyonel silahların patlayıcı gücünü eklemek gerekir…).

image

***

Değerli arkadaşlar,

ABD’nin kısa öz ve nesnel bir sunumunu yapmaya çalıştım.
İlk Çağlara benzetirsek,
ABD kabilenin en iri yarı
ve sopası en uzun olan adamıdır.
 Gerçek şu ki, canlı-cansız her sistemin bir ömrü, bir sonu olduğu gibi, ABD’nin de sonu kendi iç çelişkileri ve Doğayla uyumsuzluğu nedeniyle elbet gelecektir. Küresel emperyalizm bir yandan kendine büyük sıkıntı yaratan Ulus-Devletleri ortadan kaldırmak, sömürüyü kolaylaştırmak amacıyla, onları parçalayıp bölerek Dünyada “binlerce Devletçik” yaratmak, öte yandan Tek Dünya Devleti” modeliyle Dünyayı tek elden yönetmek istemektedir. Bu –küresel çelişki- elbet bir yerde patlak verecektir.  

Ve daha önemlisi, yaşam alanımız Doğayı ve yaşam kaynaklarımızı geri dönüşümsüz biçimde tahrip eden anlamsız bir üretim, Üretimin ve Dünya nimetlerinin adil olmayan, Haksız paylaşımı ve Savurgan tüketim döngüsündeki yaşam modeli
ister istemez, önemli değişikliklere yol açacak Sosyal ve Doğal afetlerin tetikleyicisi olacaktır.

İklim değişikliğinin yarattığı kuraklık sonucu susuzluk, açlık, enerji krizi, salgın hastalıklar ve terörizm, kargaşa, kaos, savaş … nedenleriyle  22. yüzyıla belki de oldukça azalmış bir nüfusla (2-3 milyar?) girmek zorunda kalacak olan insanlık,
çok çok pahalıya mal olan bir ders almış olacak ve Kapitalist ekonominin uydurduğu
“sürdürülebilir kalkınmak” safsatasını terk ederek, Doğa bilimlerinin yol gösterdiği yeni bir Dünya görüşüne, “sürdürülebilir yaşam” idealine sarılacaktır.

Sevgilerimle. æ
12 Ağustos 2014

DU BAKALİ N’OOLCEK?


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. D. Ali ERCAN‘ın bu sabah 09:22’de gönderdiği yazı aşağıda..

Benzer öngörüleri bu sitede ısrarla ve kezlerce paylaştık..

Basit 4 işlem Matematiğini öngörümüz için araç olarak kullandık..

“Politik akıl” ı, politik zekayı (political mind, political intelligent) öne çıkardık;
duyguları ve tepkileri frenlemeye çabaladık..

Fakat her 4 seçmenden 1’i, 12. Cumhurbaşkanı / Yarıbaşkanı seçmeye gitmedi!
RTE destekçileri görevlerini müritçe bir sadakatle yerine getirdiler.

Bizler yine BİR-LE-ŞE-ME-DİK!

Söz konusu VATAN bile olsa..

O’nu, VATAN’ı RTE zulmünden – tehdidinden kurtarmak için bile olsa..

“Boykotçular – geçersiz oy kullananlar” çok ağır bir tarihsel politik fatura ile
Türkiye’yi karşı karşıya bırakmışlardır..

Ne var ki, önümüzdeki “çooooook zor yıllarda
“TEK ADAM – RTE DİKTATÖRLÜĞÜNE KARŞI” yine de birlikte olmak zorundayız..

BİRLEŞE BİRLEŞE KAZANMAYACAK MIYDIK??

Sevgi ve saygıyla.
10.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================================

DU BAKALİ N’OOLCEK?

Ali_Ercan_portresi

 

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 
Değerli arkadaşlar,

Bu sabah erkenden kalkıp yakınımızdaki Salih Alptekin İlkokulunda Oy’umu kullanmaya gittim. Genelde bu erken saatler gençlerin hala uykuda olduğu saatlerdir… Yaşlılar çoğunlukta ve yüzlerinde merak-endişe karışımı bir sessizlikle yokuş aşağı oylamaya gidiyorlar. Evet, bu kez ne olacak?
Laik Cumhuriyet’ten ve Parlamenter Rejimden yana olanlar mı kazanacak, yoksa (Her ne kadar açıkça ifade olunmasa da, Eyaletlere bölünmüş Anadolu’da İslami rejim) Başkanlık Yönetiminden yana olanlar mı? 
 
1 ay gibi kısa bir süreye sıkıştırılan CB seçim kampanyası zaten eşit ve adil koşullarda gerçekleşmedi. Muhalefetin adayına karşı RTE tüm Devlet olanaklarını kullandı; üstüne üstlük Muhalefet içindeki çatlak sesler haftalardan beri “içlerine sindiremedikleri” ortak adaya karşı BOYKOT çağrısı yapıyorlar, “uzlaşı”nın ne olduğunu unutarak.%80’i dindar-dinci-mütedeyyin-muhafazakâr-tutucu-cahil-muhtaç bir halkın karşısına asla gönüllerinden geçen yapıda bir adayla çıkılamayacağını, gönüllerinden geçen yapıda birinin en çok %30’da kalacağını unutarak..
 
Neyse ki; akılları çelinen “Alevi dernekleri” hiç değilse seçime üç gün kala Ortak muhalefet adayını destekleyeceklerini açıkladılar; bir yararı olacak mı göreceğiz.

İşçi Partisi de yayın organlarıyla “Muhalefet adayına karşı muhalefet” propagandasına girişmişti. O da seçime 10 gün kala üstü örtülü bir biçimde Muhalefet ortak adayını destekleyeceklerini açıkladı.
Çoook geç.. çok.
 
Değerli arkadaşlar,Seçimin 1. turda sonuçlanması olasılığı yüksek.
Bu durumda kazanan taraf %50’nin biraz üzerinde bir oyla kazanırken,
yitiren 40 dolayında kalır.

Seçim 2. tura kalırsa ön görülmesi çok zor, çetrefilli senaryolar gündeme gelir ve sanıyorum, ilk turda 2. sırada bulunan Aday bile
2.turda kazanabilir. 
 
Sonuç; eğer Ekmel Bey bu gün %40 veya altında kalır ve yitirirse,
bu ağırlıklı olarak Boykot nedeniyle olacaktır. (Boykotçular kına yaksın, deriz..) 
Eğer Ekmel Bey kazanırsa, Boykotçuların etkisi geniş seçmen kitlesince umursanmamış, ayrıca AKP ve SP tabanından büyük destek almış demektir…
 
Du bakali n’olcek?Haydi hayırlısı. æ

Keban’da elektrik üretimi %50 düştü!


Keban’da elektrik üretimi %50 düştü!

SON 40 YILIN EN DÜŞÜK SU DÜZEYİ
Adsız

ELAZIĞ’ın Keban İlçesi’ndeki Keban Barajı’nda, son 40 yılın en büyük kuraklığının yaşandığını belirten, Türkiye Elektrik Üretim Anonim Şirketi
(TEÜ A.Ş.) Teknik Müdür Yardımcısı Yusuf Doğan, önceki yıllara oranla elektrik üretiminin %50 oranında düştüğünü söyledi.

Doğan “… üretimimizi planlayarak mevcut suyumuzu idareli kullanmak zorunda kalacağız… Şu anda Keban Barajı’na gelen su miktarı 150-200 m3/s dir. 
Bu miktar geçmiş yıllarda Keban Barajı’na gelen yıllık ortalama su akışının çok çok altında… Şu anda bulunduğumuz göl kodu itibariyle 830 m düzeyindeyiz…
2014’te ürettiğimiz enerji ~2 milyar kilowatt saattir. Dolayısıyla elektrik üretimimizde
%50 dolayında bir düşüş
 söz konusudur…”
diye konuştu.

 ================================

Dostlar,

Geçtiğimiz günlerde (2.8.14) biz de Keban’ı ve Baraj dolaştık.
Keban bizim 1977’de hekim olarak görev yaptığımız ilk yerdi.

Su düzeyinin yaklaşık 10 m aşağıya düştüğünü hem gözlemledik
hem de görevlilerin değerlendirmesi de bu yönde idi.

Öte yandan yüzeyden aşağı 10 m eksilme, bölgenin dağlık yapısı dikkate alındığında, tutulan toplam su oylumu bakımından ciddi bir orana karşılıktır. Ayrıca Baraj gölü çevresi daha su tutulmaya başlanmadan en az birkaç yıl önce ağaçlandırılmadığı için, hatırı sayılır bir erozyon da baraj tabanını doldurmaktadır. Bu tablo ile
Türkiye’nin en büyük yatırımlarından olan Keban Barajı ve Hidroelektrik Santrali‘nin
ekonomik ömrünün dolmasına çok uzun yıllar kaldığını söylemek çooook güçtür..

Keban Baraj gölü kıyısındaki Taşkesen (Yukarı Mişelli) köyündeki dostlarımıza yaptığımız ziyarette de (aynı 02.08.14 günü) susuzluk yüzünden salt o ailenin yüzlerce meyve ağacının kuruduğunu, tarım ve hayvancılık yapılamadığını, tümüyle bağımlı bir tüketim yapısına indirgendiklerini, bu durumun sürdürülemezliğini acı içinde aktardılar.

  • Anadolu’da 25 Temmuz 2014’ten bu yana gördüğümüz
    hemen hemen tüm çeşmeler kuru!
  • Anadolu’da 25 Temmuz 2014’ten bu yana gördüğümüz hemen hemen
    tüm dereler kuru ve uygun yerlerde otoparka dönüştürülmüş durumda!

Ulusal olarak ivedi bir “SU ve KURAKLIK YÖNETİMİ PLANI” gereksinimi ortada.
Hükümetin daha da ötesi, b,r seferberlik planı yapması gerek.
Ama ülkenin tüm yaşamsal sorunları askıda..
Varsa yoksa Tayyip beyin 12. Cumhurbaşkanı – Yarı Başkan (şimdilik!) olma düşleri..

Tüm halkımızı suyu en üst düzeyde tasarrufla kullanmaya bir kez daha çağırıyoruz..

Sevgi ve saygıyla
07.8.2014, Tokat

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Not : İletiyi paylaşan Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan‘a teşekkürlerimizle..

İŞÇİ PARTİSİNİN GEÇ KALAN UYARISI : Boykot çağrısı yanlıştır!

İŞÇİ PARTİSİ UYANDI…

İŞÇİ PARTİSİNİN GEÇ KALAN UYARISI : Boykot çağrısı yanlıştır!

  • “…Şimdi Ekmek Beye vurmak, boşluğa yumruk atmak anlamına gelir.
    Bu dönemde görev, Tayyip’in oy oranını mümkün olduğu kadar aşağı çekmek için sandığa gitmektir. Boykot çağrısı yanlıştır.…” Doğu Perinçek

Değerli arkadaşlar,

12. Cumhurbaşkanı seçimi konusunda taaa başından beri söylediğimiz şey,
eğer RTE’nin CB olmasını gerçekten istemiyorsanız, o zaman kim olursa olsun, Muhalefet Partilerinin üzerinde uzlaştıkları ortak adayın desteklenmesinin
“tek doğru seçenek” olduğudur.

  • “Sandığa gitmemek, veya boş, geçersiz oy vermek
    RTE’nin seçilmesine dolaylı yoldan katkıdır.”
    dedik..

Bu söylediklerimize karşın kendilerine “Atatürkçü, Yurtsever, Aydın..” diyen küçük bir kesim, ver yansın Ekmel Bey’i, ehven-i şer edebiyatıyla yerden yere vuran eleştiri bombardımanını sürdürdüler, insanları yanılttılar.

Biz de dedik ki; bu arkadaşlar mantık dışı, duygusallıkla hareket eden,
Mustafa Kemal‘in pratiklerinden zerrece ders çıkaramamış, hayalperest arkadaşlardır… Bunun üzerine ne İP düşmanlığımız kaldı, ne de Atatürkçülüğümüzü gözden geçirmek gerektiği….

Peki şimdi ne oldu??

Çoook geç de olsa İP Genel Başkanı gerçeği gördü,

Muhalefetle aynı cephede olması gerektiğini anladı ve Boykot çağrısının yanlışlığını söylüyor… (Ekmek Bey diyerek dalga geçmeye de devam ederek..)

Ancak son 3 hafta içinde Ekmel Bey aleyhine yürütülen yoğun propagandalarla
o denli çok seçmenin aklı çelindi ki, artık yitirilen seçmenlerin geri kazanımı olanaklı değil.

Peşinen söyleyebilirim :

46 milyon seçmenden daha az sayıda katılım olursa ve/veya
Geçersiz oy oranı %3’ten büyük olursa,
Ve sonuçta Ekmel Bey seçimi 1. turda küçük bir farkla yitiririrse,
bu yitik boykotçular” nedeniyle demektir.

Bu böyle biline.

Sevgilerimle…æ

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Zekâ kavramı

Zekâ kavramı

Portresi_gulumseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

 

Değerli arkadaşlar,

Zekâ kavramı, üzerinde tam anlaşılmamış, tartışmalı bir konudur; ama bir o kadar da ilginç olanı Zekâ testleridir. Üniversiteler (Psikoloji bölümleri) ve bir çok sosyal araştırma  kurumları bireysel Zeka (IQ) testleri yaparlar; hatta Ülke genellemesine yönelik çalışmalar da yapılıyor.
Bir toplumda ortalaması 100 olarak alın IQ değerinin dağılımı aşağıdaki şekilde (çan eğrisi)gösterildiği gibidir. 


IQ değeri 85-115 arasında kalan %68’lik kesim (AS: toplumda 3 kişiden 2’si) NORMAL
 olarak kabul edilir. Örneğin, IQ değeri 140 olan bir kişi %2’lik
üst dilimde demektir.
 
***

EU-Times Gazetesinde yayınlanan bir araştırmaya göre Ülkelerin ortalama Zekâ indeksleri (IQ Değerleri) aşağıdaki haritada ve Tabloda gösterilmektedir.

Türkiye ortalaması ne yazık ki 10 puvan düşük…

Dünya genelinde Zeka, sanki Doğuya ve Kuzeye doğru gittikçe gelişim gösteriyor gibi… Dünyanın Süper zeki Ülkeleri Japonya, Kore ve Çin. 

 Kore 106
 Japonya 105
 Çin 105
 Moğolistan 102
 İtalya 102
   İsviçre 101
 Avusturya 100
 Hollanda 100
 Norveç 100
 İngiltere 100
 Almanya 99
 Belçika 99
 Kanada 99
 Finlandiya 99
 Polonya 99
 İsveç 99
 Avustralya 98
 Danimarka 98
 Fransa 98
 Macaristan 98
 İspanya 98
 ABD 98
 Belarus 97
 Rusya 97
 Ukrayna 97
  İsrail 95
 Portekiz 95
 Ermenistan 94
 Gürcistan 94
 Kazakistan 94
 Romanya 94
 Vietnam 94
 Arjantin 93
 Bulgaristan 93
 Yunanistan 92
 Malezya 92
 İrlanda 92
 Meksika 90
 Türkiye 90
 Kırgızistan 90
 Azerbaycan 87
 Türkmenistan 87
 Özbekistan 87
 Irak 87
 Brezilya 87
 İndonezya 87
 Filipinler 86
 Küba 85
 Peru 85
 Kolombiya 84
 Pakistan 84
 Iran 84
 S.Arabistan 84
 Hindistan 82
 Bangladeş 82
 Mısır 81
 Kenya 72
 G. Afrika 72
 Habeşistan 64
 Kongo 64
 
 
***
 
52 Bilim adamının üzerinde uzlaştıkları Zekâ tanımı:

A very general mental capability that, among other things, involves the ability to reason, plan, solve problems, think abstractly, comprehend complex ideas, learn quickly and learn from experience. It is not merely book learning, a narrow academic skill, or test-taking smarts. Rather, it reflects a broader and deeper capability for comprehending our surroundings “catching on,” “making sense” of things, or “figuring out” what to do.