Etiket arşivi: Prof. Dr. Ali ERCAN

2011’de Harekete Geçen 3,7 Milyon Oy !


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan‘ın seçimler ve seçim hileleri hakkındaki “KRİTİK” önem taşıyan yazısını özenle okuyalım, okutalım..

Gelecek seçimler için olağanüstü dikkatli olalım ve benzer hataları asla yapmayalım..
Teşekkürler Sayın Ercan, yerinde saptamalarınız ve uyarılarınız için.
Bizim de 2011 seçimleri için bu sitede çok kapsamlı bir irdelememiz yer almıştı :


Sevgi ve saygı ile.
26.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

2011’de Harekete Geçen 3.7 Milyon Oy !

ali ercan

Şimdiye dek 1. sıradaki partiye büyük avantaj tanıyan d’Hondt sistemi nedeniyle, ayrıca herhangi bir hileye gerek kalmadan, %10-%20 arası fazladan milletvekili bahşedildiği için elektronik yollardan oyların çalındığı yönündeki iddialara pek yandaş olmamıştım.

Ancak bu kez, göze çarpan anomali “seçime katılım oranı”dır. Şimdiye kadarki seçimlerde ortalama %76 olan katılım oranı bu seçimde birden bire %83’e fırlamıştır… (YSK seçmen sayısını 53,2 milyon yerine 52,5 milyon aldığı için katılımı %85 olarak veriyor..) Seçime katılım oranında ~ %7’lik ani artış yaklaşık 3,7 milyon “ek” seçmen oyu demektir ve bu rekor katılımın açıklaması gerçekten zordur. 9 yıllık bir iktidar döneminden sonra oylarını %31 artıran bir parti dünya demokrasi tarihinde görülmedi.

“Muhtemel bir CHP + MHP koalisyon iktidarından korkan pasif seçmenlerin tepkisi” şeklindeki bir açıklamak da kuşkularımızı gidermekte yetersiz kalıyor. 3,7 milyon ek oy AKP hesabına “bir şekilde” girdi ise o zaman bu rekor sonuç anlaşılır. Komplo teorilerine karşı her zaman çok temkinliyim; buna karşın bu kez “acaba?” demekten kendimi alamadım. AKP oylarından, dolayısıyla toplam geçerli oylardan bu “acaba?” lı oyları çıkardığımızda “makul” sonuç şöyle oluşacaktı ki; bütün anketlerin ortalaması da
kabaca bu rakamları gösteriyordu zaten:

secsis1

• AKP…… %48 290 mv
• CHP…… %30 150 mv
• MHP…….%15 75 mv
• BDP……..% 7 35 mv

AKP Meclis’te yine de salt çoğunluğu sağlayacak ve tek Parti Hükümetini kurabilecekti; ama BDP ile birlikte de olsa, 2/3 çoğunluk rakamı 367’den 42 eksik olacaktı.
Oysa şimdi yalnızca 5 eksiği var.

  • Acaba kozmik odalarda birileri fren yerine yanlışlıkla gaza mı bastı??

Tabii bütün bu komplo faraziyeleri üzerine konuşmak boşuna ve çok geç.
Muhalefetin her bakımdan işi baştan sıkı tutması, sandıklara pür dikkat sahip çıkması gerekirdi.
***
secsis2

“Şeytan üçgeninde Demokrasi” başlıklı söyleşimde, 2002 seçiminde tüm seçmenin dörtte birinin oyunu alan bir Partinin, çarpık mantıklı seçim yasası sayesinde,
Meclis’teki sandalyaların üçte ikisini nasıl aldığını açıklamıştım..

Aşağıdaki tablo, 2011 seçim sonuçlarını yansıtıyor. AKP yine Meclis’te %60 çoğunluk elde etmiş durumda. O zaman da küçük Partilerin ve Bağımsızların seçime girmemeleri, oyların iki büyük Muhalefet Partisinde toplanması gerektiği yönünde tavsiyelerde bulunmuştuk;

secsis3

Eğer tavsiyemiz tutulsa, %10 barajı altında kalan küçük partiler ve bağımsızlar seçime katılmasalardı, yani 2 milyonun üzerindeki oylar “çöpe” gitmeseydi tablo değişecek, CHP 150, MHP 60 milletvekili çıkarabilecekti.
secsis4

Ve bunun sonucu AKP 304 milletvekilinde kalacaktı. İktidar muhalefet arasındaki fark 174’ten 130’a düşecekti. Bizim tavsiyelerimizi o zaman çok yanlış anlayanlar oldu. (maalesef bu tipler hala siyasi yorumlar yapıyor, etrafa akıl dağıtıyorlar) .

Prof. Dr. Ali Ercan
(25.6.13)

Kaçırılmayacak Fizik Dersi !


Kaçırılmayacak Fizik Dersi !

PROF. DR. ALİ ERCAN

portresi

 

 

 

 

 

“…Aydınlatan Güneş değil, ‘Gündüz’dür !! neden? çünkü Kur’an böyle diyor !… ”

Prof. Bayındır Kanada’dan bir dostum, bana tavsiyede bulunuyor:

Derin (!) fizik bilgisiyle halkımızı nura kavuşturan söyleşileriyle Kuran ayetlerini yorumlayan ilahiyatçı (şeriatçı) profesör’ün bu dersini kaçırmamak gerektiğine
işaret ediyor.

Ben de bencil davranmak istemedim, ereceğim bu hidayetten sizlerin de nasibi olduğunu düşünerek paylaşıyorum.

İşte ilim bu, işte irfan bu.

İşte 21. yüzyıl Türkiye’sini yöneten kafa yapısı bu;

işte alkışlarınızla Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır huzurlarınızda… æ

http://www.youtube.com/watch?v=j7bFpVpjlv4

Prof. Dr. Ali Ercan Konferansı : “Türkiye’nin Enerji Politikası ve Çevre”

Konferans Duyurusu

“Türkiye’nin Enerji Politikası ve Çevre”

Konuşmacı: Prof. Dr. D. Ali Ercan

Tarih : 13 Nisan 2013, Cumartesi 14:30

Yer: İstanbul Yüksek Ticaret ve M.Ü. İ.İ.B.F. Mezunları Derneği Konferans Salonu

Mithatpaşa Cad. No 16, Kat 2, Kızılay

“3 Mart 1924 Yasaları”.. Panel ve Konser; Başkent Üniversitesi

Dostlar,

3 Mart 1924, Devrim Tarihimizin en önemli dönemeçlerinden biridir.

Bu tarihte 4 adet köklü devrimsel dönüşüm gerçekleştirilmiştir.

1. Halifelik kaldırılmıştır!

2. Şer’iye ve Evkaf Vekaleti kaldırılarak Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.
Artık Devletin işleri “Şer’i” (Şeriata dayalı) değil, laik kurallara dayalı olacaktır.

3. Genelkurmay Bakanlığı kaldırılarak Genelkurmay Başkanlığı düzenine geçilmiştir.
Böylelikle askerlik ve siyasetin ayrılmasına çalışılmaktadır.

4. “Tevhid-i Tedrisat“, “Öğretimin Birleştirilmesi” (unification of education) ilkesi benimsenerek hem din temelli hem de laik temelli 2 başlı ve ülkeyi çatışmalara itecek sistem bırakılarak “laik – bilimsel – karma” eğitim düzenine geçilmiştir.

Bu 4 görkemli devrimin 89. yılındayız ve ciddi yara almış bulunuyoruz.

Bu devrimlere sahip çıkmak gerekiyor.

1982 Anayasası’nın 174. maddesinde 8 adet Devrim Yasası korunmaya alınmıştır ancak bu da yeterli değildir. AKP hükümetinin “dindar nesil yetiştireceğiz” hedefli 4+4+4 düzeni, açıkça bu Devrim Yasasına meydan okuma ve eylemli olarak da çiğnemektir.

Bu gidiş ülkemizi iç çatışmalara sürükler.
Sözde “yeni anayasa” ile bu maddenin de kaldırılması hedeflenmiştir.

3 Mrat günü Dil Derneği öncülüğünde Tandoğan Meydanı’nda bir sahip çıkma eylemi var.. Saat 13 : 00’te..

Biz de 3 Mart günü, bu konuda daha önceleri verdiğimiz görsel konferansların
power point yansılarını web sitemize koyacağız..

Hepimize kolay gelsin..

Sevgi ve saygı ile.
28.2.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================================

Başkent Üniversitesi'nin Amblemi  
ve
ANKARASOYAD
Ankara Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği
 
Panel – Konser
 
Ankara Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği’nin kuruluşunun
1. yılında düzenlemiş olduğu 3 Mart 1924 Yasaları” Konulu Paneli Onurlandırmanızı Saygı ile dileriz.
 

Prof. Dr. Kenan ARAZ                         Dr. Ercan YENAL                                      Başkent Üniversitesi Rektörü              ANKARASOYAD Yön. Kurulu Başkanı                   

Program

  • Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı
  • AnkaraSoyad Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Ercan YENAL Açış Konuşması
  • Panel
  • Oturum Başkanı : Yekta Güngör ÖZDEN
  • Konuşmacılar: Prof. Dr. Ali ERCAN ve Prof. Dr. Ünsal YAVUZ
  • Kültür Ve Turizm Bakanlığı Çok Sesli Korosu Konseri

Tek Kapıdan “Prof. Dr. Ertuğrul BAYRAKTARKATAL”
Ceviz Oynamaya “Nedim YILDIZ”
Bir Dalda İki Elma “Muammer SUN”
10. Yıl Marşı “Cemal Reşit REY”

  • İkram
  • Konukların Uğurlanması
1 Mart 2013 Cuma, saat 14:00 – 17:00
Başkent Üniversitesi Prof. DOĞRAMACI  Konferans Salonu

Bağlıca Kampüsü Eskişehir Yolu 20.km (LCV : 0 530 230 36 50 ,27.Şubat.2013, 17.00

Türkçe’nin mükemmelliği ve Matematik Temeli

Dostlar,

“Türkçe’nin mükemmelliği” başlıklı son derfece ilginç bir ileti bize ulaştı.
Son derece öğretici ve düşünüdürücü.. Tartışılması gerek..

Matematikçilerin, Dilbilimcilerin katkılarını almak isteriz.

Sn. Prof. Dr. Ali Ercan sıkı bir nükleer fizikçidir, dolayısıyla o ölçüde de matematik bilir ve kullanır. Sayın Ercan’ın özellikle Semantik bilgisi ve ilgisi de var..

Dil Derneği’nden dostları da tartıkşmaya çağırıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
17.3.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net  

=========================================

Türkçe’nin mükemmelliği ve Matematik Temeli

(İletiyi yollayan : 2013/2/17 Yılmaz ARSLAN y.arslan57@gmail.com)

Victor Hugo şiirlerini 40.000 kelime ile yazdı. Türkçe’yi en vrsıl (zengin)
kullananlardan Yaşar Kemal‘in romanları 3.500 kelimeyi geçmez” görüşü çok
yaygındır. Bu görüş haklıdır zira Türkçe’nin Fransızca’ya oranla daha az
sözcük içerdiği doğrudur. İngilizce’ye, Almanca’ya, İspanyolca’ya oranla da
daha az sözcük içeriyor olması gerekir. Ne var ki bu Türkçe’nin daha
yetersiz bir dil olduğu anlamına gelmez! Çünkü

  • Türkçe az sözcük ile çok şey anlatabilen bir dildir!

Daha çok sözcük içerse bunun kimseye zararı dokunmaz ancak, gereği yoktur.

Başka bir dilden Türkçe’ye çeviri yapan herkes sözlüğü açtığında,
aralarında minik anlam farkları olanbir çok sözcüğün Türkçe karşılığında
çoğu zaman aynı kelimeyi okur. Bu, ilk bakışta bir eksiklik gibi
görünebilir, oysa öyle değildir. Çünkü yukarıda adı geçen diller
kelimelerin statik olan anlamlarını öğrenmeye, Türkçe ise bu anlamları
bulup çıkarmaya, yani dinamik anlamlandırmaya dayalıdır. Türkçe’de
anlamları sözlükteki tanımlar değil, kelimelerin cümle içindeki konumları
belirler. Tam bu noktada, Türkçe’nin, referans olmak üzere yalnızca gerektiği
kadarı sözlüklere alınmış, sonsuz sayıda kelime içerdiği bile öne
sürülebilir.

İngilizce-Türkçe sözlükte “sick”, “ill” ve “patient”ın karşısında hep “hasta” yazar.
Bu bağlamda ingilizce’nin üç kat daha fazla sözcük içerdiği söylenirse bu doğrudur.
Ancak, aradaki farkların Türkçe’de vurgulanamadığı söylenmeye kalkılırsa bu yanlış olur: “doktor falanca beyin hastası olmak”, “böbrek hastası olmak”, “internet hastası olmak”, “filanca şarkının hastası olmak” arasındaki farkı Türkçe konuşan herkes bir çırpıda anlar.

Bunun nasıl olabildiğini görmek zor değildir. Bir kalem alıp, alt alta:

3+5=

12+5=

38+5=

yazmak, sonra da bunları toplamak yeterlidir. Hepsinde aynı “+5” yazdığı
halde!

Sonuçlar farklı çıkıyorsa, Türkçe’de de hepsinde aynı “hastası olmak”
ifadesi geçtiği halde sonuçlar farklı olacaktır. Türkçe’nin az araç ile çok
iş yapmasının sırrı matematikte yatar. 0’dan 9’a kadar 10 tane rakam,
artı, eksi, çarpı, bölü dört işlem işareti ve bir ondalık ayracı virgül, yani
topu topu 15 simge ile sonsuz sayıda işlem yapılabilir. Türkçe de benzer
özellikler gösterir. *Türkçe matematiğe dayalı olmaktan da öte, neredeyse
matematiğin kılık değiştirmiş halidir. *Türkçe’deki herhangi bir fiilin
çekiminin ve kelimelerin nasıl çoğul yapılacağının öğrenilmiş olması,
henüz varlığı bile bilinmeyen, 5 yıl sonra Türkçe’ye girecek fiillerin
nasıl çekileceğinin ve 300 yıl önce unutulmuş kelimelerin çoğullarının
ne olduğunun biliyor olması demektir. Bu tıpkı birinci dereceden 2
bilinmeyenli bir denklemin nasıl çözüleceği öğrenildiğinde, sadece “x=6”,
“y=23” olan denklemlerin değil, aynı dereceden bütün denklemlerin nasıl
çözüleceğinin öğrenilmiş olması gibidir.

Oysa sözgelimi ingilizce’de “go”, “went” olurken “do”, “did” olur. Çoğul
ekleri için de durum aynıdır: “foot”, “feet” olurken “boot”, “beet” değil
“boots” olur. Bunun tutarlı bir iç mantığı yoktur, tek çare böyle
olduklarının bellenmesidir.

Türkçe’de ise, statik kelimeleri ezberlemek yerine dinamik kuralları
öğrenmek gerekir. Türkçe’de neredeyse istisna bile yoktur. Olanlar da ses
uyumu gereği “alma” olması gereken meyve isminin “elma” biçimine dönmesi
gibi birkaç minör istisnadır. Kurallar ise neredeyse, bu dili icat
edenlerin Türk olduğuna inanmayı zorlaştıracak kadar güçlü ve kesindir.
Bu noktadan sonra, anlatılanları matematik olarak formüle etmek, aradaki
ilişkiyi somutlaştırabilmek açısından yararlı olacaktır. Bunu yapmanın en
kolay yolu ikili sayı sistemini kullanmak olduğu için de yalnızca 0 ve
1’leri kullanmak yeterlidir. İzleyen örneklerde [1=var] ve [0=yok]
anlamında kullanılmışlardır.

Kelime kökü çoğul eki matematik ifade:

ev……..ler…….evler

1.0…….0.1……1.1

Türkçe’deki bütün kelimelerin 2 bit olduğu varsayılabilir (ileride bit sayısı artacak).
Tekil olan bütün kelimeler 1.0 (kelime kökü var; çoğul eki yok), çoğul olanlar ise 1.1’dir (kelime kökü var; çoğul eki var). Bu kural hiç değişmemek bir yana, öylesine güçlüdür ki Türkçe’de başka hiçbir dilde yapılamayacak bir şey yapılıp, olmayan bir kelimenin çoğulu bile  söylenebilir (0.1). Birisi karşısındakine sadece “ler” dediğinde, alacağı tepki: “anladık ler de, neler?” türünden bir yanıt olacaktır. Bir şeylerin çoğulunun söylendiği bellidir de, neyin çoğulunun kastedildiği açık değildir.

Vurgulama / sıfat kökü zayıflatma matematik ifade

kırmızı

0.1.0

kıp kırmızı

1.1.0

kırmızı msı

0.1.1

kıp kırmızı msı

1.1.1

Türkçe’deki sıfatların anlamını güçlendirmeye veya zayıflatmaya yarayan bu kural da hiç değişmez. Hatta istenirse bu kurala uyan ama hiçbir sözlükte bulunmayan, hem güçlendirilmiş hem de zayıflatılmış garip sıfatlar bile türetilebilir. “Güneş doğmazdan az önce ufuk kıpkırmızımsı (kıp + kırmızı +msı; [1.1.1]) bir renk aldı” dendiğinde, herkes neyin
kastedildiğini anlayacaktır. Çünkü ayaküstü türetilen bu sıfat, hiçbir sözlükte yer almaz ama, Türkçe konuşan herkesin çok iyi bildiği bu kurala uygundur.

Fiil çekimlerinde de işler farklı değildir. Burada zorunlu olarak kişi için 3, zaman için 2 bitlik gruplar kullanılacak. Çoklu bit grupları şunları ifade edecek:

011 = ben

010 = sen

000 = o

111 = biz

110 = siz

100 = onlar

00 = geniş zaman

11 = şimdiki zaman

10 = gelecek zaman

01 = geçmiş zaman

Kök kişi matematik ifade

yeterlilik……………….Oku (y)abil dim…………………….=
1.1.0.01.0.0.011

olumsuz………………. Oku (y)a ma z mış sın………………….=
1.1.100.0.1.010

zaman……………… Gel me (y)ecek ti……………………=
1.0.1.10.1.0.000

zaman……………….Git me di k…………………… =
1.0.1.01.0.0.111

hikaye……………….Şaşır abil ecek ti niz …………………=
1.1.0.10.1.0.110

rivayet……………….Bil (i)yor lar………………… =
1.0.0.11.0.0.100

Kişi

tabloda zaman ile ilgili küme 3 bit yapılıp geçmiş zaman “di’li geçmiş” ve “miş’li geçmiş” olarak ikiye ayrılabilir, soru bileşkeni için ayrı bir bit eklenebilir, emir ve şart kipleri de işin içine katılabilir ancak, sonuç değişmezdi.

Cümleleri oluşturan öğelerin (özne, nesne, yüklem, vb…) sıralaması da rastgele değildir. Türkçe cümleler bir tür “crescendo” (şiddeti giderek artan dizi) izlerler. Bütün vurgu en sonda yer alan yüklem (fiil) üzerindedir. Diğer öğelerin önemi, yükleme olan yakınlık/uzaklık konumları ile belirlenir. Yükleme yakınlaştıkça önem artar. Gene matematiksel olarak ele almak gerekirse, cümleyi oluşturan her bir öğenin toplam öğe sayısı kadar haneden oluşan bir matematik değere sahip olduğu varsayılabilir.

“dün ahmet camı kırdı” cümlesi 4 öğeden oluşmaktadır; o halde her öğe 4 haneli bir değere sahip olacak, ilk öğe en düşük, son öğe ise en yüksek değeri taşıyacaktır.

Cümle

matematik değer

0001

matematik değer

0011

matematik değer

0111

matematik değer

1111

1 dün Ahmet camı kırdı.

2 dün camı Ahmet kırdı.

3 Ahmet dün camı kırdı.

4 Ahmet camı dün kırdı.

5 camı dün Ahmet kırdı.

6 camı ahmet dün kırdı.

Şimdi tablodaki cümleler tek, tek ele alınabilir:

1. Cümle: dün ahmet bir iş yaptı ve bu camı kırmak oldu.

2. Cümle: dün kırılan camı başkası değil Ahmet kırdı (suçlu Ahmet!).

3. Cümle: Ahmet’in dünkü işi camı kırmak oldu (belki önceki gün
kitap okumuştu).

4. Cümle: Ahmet camı herhangi bir zaman değil, dün kırdı (yarın kırması gerekiyor olabilirdi).

5. Cümle: cam düne kadar sağlamdı, kırılmasının suçlusu ise Ahmet.

6. Cümle: camı ahmet zaten kıracaktı, bunu dün yaptı.

Cümleyi oluşturan öğeler kesinlikle aynı kalırken (cam hep ‘i’ haliyle “camı” olarak kaldı; fiil hep 3. tekil şahıs, di’li geçmiş zamanda çekildi, vb.) yalnızca yerlerinin değişmesi cümlelerin anlamlarını da değiştirdi.

Her cümlede 0011, 0001’den daha çok 0111 bu ikisinden daha çok 1111 ise hepsinden daha çok önem taşıdı. Anlamı belirleyen de zaten her bir öğenin matematik değeri oldu. Kelimelerin statik anlamlar taşıdıkları dillerde, zaman belirtecinin (dün) yeri değiştirilerek elde edilebilecek 2 çeşitlemenin dışında öbür anlamları vermek için kip değiştirmek (edilgen
kip – passive mode kullanmak) veya araya açıklayıcı başka kelimeler eklemek gerekir. Türkçe konuşanlar ise her bir cümlenin öbüründen farkını derhal anlarlar.

Matematik ile olan alışveriş yalnızca verilen örneklerle sınırlı değildir. Türkçe’nin ne yanı ele alınsa bu ilişki ile yüz yüze gelinir. Türkçe’nin bu özelliğini “insanlar kendilerine ulaşan iletileri (mesajları) nasıl anlarlar?

Bunun kullanılan dil ile bir ilgisi var mıdır? Bir Fransız, bir İngiliz, bir Türk aynı iletiyi kendi ana dillerinde alsalar, birbirleri ile aynı biçimde mi, yoksa farklı mı algılarlar? Eğer dilin algılamayla ilgisi varsa, işin içine bir dil karışmadığı, yani sözgelimi bir pantomim gösterisi izlenir veya üzerinde hiç yazı olmayan bir afişe bakılırken, dil ile ilgili bu alışkanlıklar nasıl etki ederler?” türünden sorulara yanıt ararken fark ettim. Bu özellik konuya ilgi ve sabırla yaklaşıp bakmayı bilen herkesin görebileceği kadar açık. O nedenle, bugüne dek kesinlikle başkalarınca da görülmüş olmalı. “Türkçe çok lastikli, nereye çeksen oraya gidiyor” diyenler de aslında, hayal meyal bu özelliği fark eder gibi olup, ne olduğunu tam adlandıramayanlardır.*

Türkçe teknik açıdan mükemmel bir dildir. *

Bu mükemmelliğin nedeni matematik ile olan iç içeliktir.
Keza, ne yazık ki Türkçe’nin, bu dili konuşanlara kurduğu tuzak da buradadır.
Kentli-köylü, eğitimli-eğitimsiz, doğulu-batılı, vb. kültür çatışmaları dünyanın her yerinde vardır. Gene dünyanın her yerinde iyi, kötü işleyen bir “asimilasyon” ve/veya “adaptasyon! ” süreci bu çatışmayı kendi içinde bir takım sentezlere götürür. Türkiye bu açıdan dünya genelinin biraz dışındadır. Bizde “asimilasyon” ve/veya “adaptasyon” süreci ya hiç çalışmaz, ya da akıl almaz bir yavaşlıkta çalışır. Sorun, başka sebeplerin yanı sıra kullandığımız dilden de kaynaklanmaktadır. Düşünme, kendi kendine sözsüz konuşma olarak kabul edilirse (bence öyledir), anadilin kişilerin düşünce yapısı üzerinde etkili olduğunu da kabul etmek gerekir; insanlar kendi anadillerinde düşünürler.
Türklerin büyük paradoksu işte buradadır.

Teknik açıdan mükemmel bir dil olan Türkçe, kendi dışımızdaki dünyayı kendimizce değiştirmeden, olduğu gibi algılamaktaki en büyük engelimizi oluşturmaktadır.

Örneğin, Türkiye dışına yabancı işçi olarak giden ilk kuşak, gerek bulundukları ülkenin dilini öğrenme, gerekse oradaki yaşam biçimine ayak uydurma konusunda görkemli (muhteşem) bir direniş gösterdiler. Bu direnişin boyutları o denli büyük oldu ki, başka hiçbir diasporada gözlenmeyen gelişmeler yaşandı. Türk diasporası, gettolaşıp kendi kültürünü gene kendi içine kapanık bir çevrede yaşayacak yerde, kendi kültür kurumlarını o ülkeye
ithal etti. Asimile olmaya en dirençli kültürlerden biri kabul edilen İspanyollar, gittikleri yere sadece gazetelerini ve bazen de radyolarını taşımakla yetinirken; Türklerin bunlara ek olarak (hem de birden çok) televizyon kanalları ve hatta kendi fast-food’ları (lahmacun, döner, vb.) oldu.

Bunları başaran insanların yeteneksiz olduklarına, dil öğrenmeyi de bu yeteneksizlikleri yüzünden beceremediklerine hükmetmek en azından adil ve gerçekçi olamaz. Keza, böylesine önemli bir kültür direnişi gösterenlerin, orada doğan çocuklarını eğitirlerken, bunca sahip çıktıkları kültürlerini göz ardı etmiş olmaları da düşünülemez. Ancak gözlemlenen o ki, orada doğan ikinci kuşak gene sözgelimi İspanyollar arasında hiç görülmediği ölçüde hızla asimile oldu. Bunun nedenini evdeki Türkçe’nin yanı sıra okulda
öğrenilen ve ev dışında yaşanan, o ülkenin dili etmeninde aramak çok yanıltıcı olmayacaktır.

Biz Türkler, konuşmayı öğrenirken (tıpkı “sick, ill, patient” örneğinde olduğu gibi) farklı durumların farklı kavramlar oluşturduğunu, bu farklı kavramların da farklı adları olması gerektiğini öğrenmeyiz. Aynı adı taşıyan farklı kavramları birbirinden ayırmaya yarayacak sezgisel (sezgisel=doğal=matematiksel) yöntemin kurallarını öğrenmeye başlarız.

Sezgiselliğe koşullanmış beyinler ise dış dünyayı hiçbir değişikliğe uğratmadan, olduğu gibi algılamayı bilemediklerinden, bildikleri tek yönteme, yani kendilerince anlam çıkarsamaya veya başka bir alatımla “sezdikleri gibi algılamaya” yönelirler.

Algıladıkları kavramların tümü kendi çıkarsamaları doğrultusunda biçimlenmiş olan, kendilerince tanımlanmış bir dünyada yaşayan insanlara ulaşan iletilerdeki (mesajlardaki) kodlar ne denli “herkesçe bir örnek” algılanabilir?

Üzerinde emek harcanmaya değer temel sorulardan biri budur. Bu sorunun yanıtı belirginleştikçe, neden Batıdaki sistemlerin bir türlü Türkiye’de oluşturulamadığı sorusunun yanıtı da belirginlik kazanabilir.

Türkçe’nin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan bu özel durum kuşkusuz tüm iletişim alanları için geçerlidir. Yunus Emre’nin okuması, yazması olmayan göçebe Türkmen boyları arasında 700 yıl boyunca bir kuşaktan öbürüne büyük bir sadakatle, sözlü kültür ürünü olarak aktarılmasının ardında Türkçe’nin sezgiselliğini sonuna dek kullanmadaki becerisi vardır.

Tanzimat aydınları ve Cumhuriyet aydınlarının bir türlü geniş kitlelere seslerini
duyuramamalarının nedeni de gene aynı denklemin içinde aranmalıdır. Fransız gibi,
Alman gibi düşünmeyi öğrenenler, meramlarını anlatırken bunu yeni öğrendikleri düşünce sistematiği içinde yapmaya kalkışmış ve Türk gibi anlatmayı becerememiş olduklarından başarısız kalmışlardır.

İletiler (Mesajlar) yalnızca algılanabildikleri ölçüde etkili olurlar. İletileri üretenlerin kendi konularına ne denli egemen oldukları, iletinin bütünlüğü açısından önemlidir ama, hitap edilen kişilerin kendilerine yönelen iletileri nasıl algıladıkları her şeyden daha önemlidir.

*Ahmet Okar

*Uğur Sürmeli
Dürr Systems
05492700354

KÜRTLERİN TÜRKLÜĞÜ


Dostlar,

ADD Bilim Kurulu Başkanı Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan‘dan bize ulaşan
önemli bir e-ileti ve ekini sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Konu başlığı : KÜRTLERİN TÜRKLÜĞÜ

Tarihçi Prof. Kırzıoğlu‘nun kitabından bir bölüm..

Dikkatle okunmalı..

Sevgi ve saygı ile.
3.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
============================================== 

Değerli arkadaşlar,

Babamın kirvesinin oğlu  Tarihçi Prof. Kırzıoğlu‘nun kitabından bir bölüm aşağıdadır.. Prof. Kırzıoğlu, Asya’dan gelen ve Perslerin etkisiyle dillerini yitiren Kürtlerin kökenine yönelik ilginç bir araştırmaya girişmiş…

İlgilenen arkadaşların dikkatine. æ

Prof. Dr. Ali Ercan
3.11.12, Ankara
***

KÜRTLERİN TÜRKLÜĞÜ

Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu
(1995, İstanbul)

Muhterem misafirler, aziz Arkadaşlar, sevgili Öğrenciler!
Burada sizlere, 2700 yıllık Türk tarihinin, yazık ki az bilinen bir yönünü açıklayacağım. Doğuda 100. boylam da denilen Tul dairesinden, yani Moğolistan kuzeyindeki Baykal Gölü batısından; batıda Viyana doğrusuna kadarki 17. Tul dairesi arasında ve kuzeyde, 55. paralel de denilen arz dairesinden, güneyde Afganistan ve Basra Körfezinin bulunduğu 30. arz dairesi aralarındaki beş ayrı bölgede, tarih boyunca görülen Kürt adlı Türk uruklarını, tarih ve dil bakımından tanıtmaya çalışacağım. Bendeniz bu konuyu , Mayıs1946″da İstanbul”da “Tasvir” gazetesinde üç makale halinde yazdığım “Kürmanç Kürtlerinin Aslı” adlı yazımdan beri 22 yıldır makale, konferans, risale ve kitaplarım ile işlemekteyim. Ankara”da toplanan “VI. Türk Tarih Kongresi Bildiriler” kitabında çıkmış ve ayrı basımı da yapılmıştır.

Hepsi bugünkü gibi, serbest münakaşalı olmak üzere, 1951″den beri Kürtler üzerine
9 defa konferans verdim. Bunların tarihini ve yerlerini saymamda, fayda vardır:

Diyarbakır Lisesi”nde Tarih Öğretmeni iken 1951 Mayısında, önce Öğretmen Okulu Salonu”nda, sonra da Diyarbakır Öğretmenler Lokalinde, “Kürtlerin Menşei” adlı konferansımı verdim. Ergani”deki Dicle Köy Enstitüsü Müdürü (şimdi Kayseri Senatörü) Sayın Hüsnü Dikeçligil”in daveti üzerine, 1952 Mayısında Dicle Köy Enstitüsünde;
Türk Milliyetçiler Derneği İstanbul Şubesi adına, 1952 Temmuzunda İstanbul-Eminönü Halk evinde; 1960 ara tatilindeki bir folklor seyahatim sırasında, Muş Valisi Erzurumlu Sayın Mehmet Belek’in isteği üzerine, Şubat’ta Muş’ta Sümer Sineması Salonunda; Erzurum Lisesinden Hocam, Türk Ocakları başkanı Sayın Prof. Necati Akder”in isteğiyle, 1960 Ağustosunda Kars ve Erzurum Halk Eğitim Merkezi Salonlarında ve 1962 Kasımında, yine Ankara Türk Ocağında, aynı adla bu konferanslarımı tekrarlamıştım.

Şimdi de Atatürk Üniversitesinde “Tarih Öğretim Görevlisi” bulunuşumun ikinci ayında, Erzurum’da ilk konferansım olarak, Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Talebe Derneği”nin isteği üzerine, “Tarih ve Dil Bakımlarından Kürtler” adıyla bu konuyu, yüksek huzurlarınızda anlatmak, benim için büyük bir mutluluk olacaktır. Bugün bu arada, milli ve ilmi bir konu olan, yeryüzünde Türklerin yayıldığı beş ayrı bölgede, tarih boyunca tanınan Kürt adlı Türk urukları”nı, birkaç saatinizi alacak olan bir uzunca konferansla anlatmaya çalışacağım. Bendenize bu mutlu fırsatı hazırlayan, Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Talebe Derneği”ne ve bendenizi dinlemek lütfunda bulunarak burayı teşriflerinizden dolayı, siz sayın dinleyicilere çok teşekkür ederim.

Asıl konumuza girmeden, tarih boyunca Asya, Avrupa ve Afrika”ya hakim olarak yayılan Türklerin, umumi ve ülke-bölge tarihindeki birçok meseleler gibi, Kürt adıyla tanınan kalabalık ve güçlü bir uruk yani kavminin neden şimdiye kadar incelenerek, derli toplu bir kitapla tanıtılamadığını, haklı olarak düşünenler olacaktır. Bu haklı düşünce sahiplerine, kısaca şöyle cevap verebiliriz: Rahmetli Ziya Gökalp, 1.  Cihan Savaşı içinde 1916’da ders yılı başında, şimdiki  İstanbul Üniversitesi demek olan, Darülfülün’u ıslah ederken, burada ilk defa bir “Tarih Kürsüsü” nü kurmuştu. Bu tarihten önce, koca Türk-Osmanlı İmparatorluğunda, Liselerin üstünde ancak Harbiye”lerde harp tarihleri ve Mülkiye Mektebinde de, çoğu tercüme olan siyasi ve idari tarih okutulurdu. Fakat, 1916-1933 arasında İstanbul  Darülfülünu Edebiyat Fakültesi “Tarih Kürsüsü” nde “Müderris” (Profesör) unvanı ile  ders okutan rahmetli Necib Asım, Ahmet Refik, Şemseddin Günaltay, Fuad Köprülü gibi zatların hiçbiri, “Tarih Enstitüsü” nde okumamış ve doktora yapmamış kimseler olup, lisan bilen ve kendi kendini yetiştirmiş Harbiye, Hukuk veya Mülkiye mezunu idiler. Bu yüzden, eski Türkleri tanıtan kaynakların yazdığı Çince, Hintçe, Eski İran”ca, Asurca, Yunanca ve Latince gibi dilleri bilmiyorlardı. Mezopotamya, Mısır ve Hitit yazılarını okuyan, tek bir Türk yoktu. Tarih ilmi “usul” ü bakımından da kendileri donanmış olmadığından, 1916-1933 arasındaki İstanbul Edebiyat Fakültesi “Tarih Mezuniyet Tezleri” de, çok zayıf olup, “Tez” vasfını taşıyanların sayısı, bir elin parmağını geçmezdi.

Ancak, rahmetli Atatürk”ün emriyle 1933″te “Darülfünun” adı da kaldırılarak ıslahat yapılıp “Üniversite” adı verilerek, yabancı uzman ve Profesörler İstanbul”a getirildikten sonra, Türk Tarih ilmi de gelişmeye başladı. Yine rahmetli Atatürk”ün isteği ile, başkent Ankara”da, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi“nin 1936’da açılması ve gelişmesiyle, demin arz edilen Umumi Türk Tarihi kaynaklarının yazdığı dilleri, doğrudan doğruya okuyup değerlendirebilen Türk gençleri yetişmeye başladı; ve Ankara”da Macar dili ile tarihini öğreten Hungaroloji Enstitüsü”nün gayretli Macar Profesörleri , Türk Tarih araştırmalarına geniş ufuklar açtılar ve çok değerli gençlerimizi yetiştirdiler 1938″de yeniden İstanbul Üniversitesi’ne dönen Sayın Hocam Prof. A. Zeki Velidi Togan da, burada “Umumi Türk Tarihi Kürsü Profesörü” olarak, bugüne kadar çalışmakta ve değerli, müdekkik gençler yetiştirmektedir.

Artık İstanbul’da Edebiyat fakültesi ve Ankara”da Dil ve Tarih-Coğrafya  Fakültesi gittikçe gelişerek, milletler arası ilim kongrelerinde, “Umumi Türk Tarihi” nin ana meselelerini kavramış olarak, yetki ile konuşan ve hatırı sayılan Türk uzmanlarını yetiştirmektedir. Bu yüzden, milli ve umumi tarihimizin birçok meseleleri de çözülüp, aydınlığa kavuşmaktadır. Fakat, hiçbir milletin eski tarihi, Türklerinki gibi çok geniş ve dünyayı saran bir ululuk göstermemektedir ; yani, doğuda Japon Denizi”nden, batıda Atlas Okyanusu”na ve Kuzey Sibir ile Kazan bölgelerinden güney Hinde, Yemen”e, Habeşistan”a kadar, asırlarca hakim olup, medeniyetler geliştirerek, “Üç-Kıta” ya yayılan Türk ırkının, Yakınçağa kadar gerçekten “dünyanın efendisi” sayılan ve en büyük teşkilatçısı olan şanlı atalarımızın tarihini, bütün ayrıntıları ile 30-35 yılda aydınlığa kavuşturmak, kolay değildir.

İşte, kısaca arz ettiğim bu gibi sebepler yüzünden, yani Türkiye”de tarih araştırma ve öğretimin üniversitede çok geç başlamasından dolayı, daha Umumi Türk Tarihi içindeki birçok meselelerin bile çözülüp su yüzüne çıkmayışı gibi, Kürt diye anılan Asya ve Avrupadaki Türk urukları da, tüm olarak bir arada araştırılmaya, yeni başlanmıştır. Edebiyat Fakültesi “Tarih Dalı” mezunu olarak bu işe, ilk defa bendeniz başladığımdan, mutluyumdur. 1944″‘e ikinci askerlikten terhisim üzerine İstanbul’a dönüp, “Kars Tarihi” adlı kitabımı hazırlarken, “Dede Korkut Oğuz Nameleri” ile, 1597’de Bitlis’te Farsça olarak yazılan “Kürtler Tarihi” üzerine iki eser olan “Şeref Name” de, bir “Kürt-Oğuz Namesi” nin bulunmasından ilham alarak, 1945 Ocak ayında Kürtlerin menşei meselesini çözdüm. Ertesi 1946 yılı Mayıs-Haziran ayında “Tasvir” adlı uzun uzun üç makale neşrettim. Ondan sonra da, konuşmamın başında arz ettiğim gibi :

1) 100. doğu boylamında Moğalistan kuzey batısındaki Sayan Dağları ve Yenisey Irmağı Başlarında,
2) Batı Türkistan’da (Horasan ile Afganistan),
3) Dağıstan ile Romanya-Macaristan Çekoslovakya gibi Tuna boylarında,
4) Kuzey Azerbaycan’da Kür-Aras Irmakları boylarında,
5) Dicle boylarından yayılmış olarak, Türkiye, İran, Irak ve Kuzey Suriye’dekiler olmak üzere.

Asya ve Avrupa”daki başlıca beş ayrı coğrafya bölgesinde yaşamış ve hatıralar bırakmış olan “Kürt” adlı, güçlü ve kalabalık Türk uruklarını tespit ettim. Bunların
tarih boyunca varlıklarını ve dillerini öğrenip tanıtma merakı da, bendenizi sarmış oldu.

1946’dan beri yaptığım yayınlar, gerçek kaynaklar ve sağlam delillere dayandığından, arz ettiğim ilk dört bölgedeki Kürtler gibi, bir Türk ve Oğuz uruğu olan ve umumiyetle “Kürmanç” denilen Dicle Kürtleri”nin de gerçek mahiyeti ve kökleri, artık aydınlığa kavuşmuştur. Kurucularından olduğum “Diyarbakır”ı Tanıtma Derneği” nin 1963″te Ankara”da 32 sahife halinde bastırdığı “Kürtlerin Kökü I. Bölüm” ve 1964’te bendenizin Ankara’da neşrettiğim iki haritalı,

Her Bakımdan Türk Olan Kürtler I” adlı 130 sahifelik kitabım ile,

“VI. Türk Tarih Kongresi” ndeki tebliğim, artık “Tarih” bakımından Kürtlerin kökünü, ilmi olarak ortaya koymuştur.

Burada sizlere, Kürtleri, tarih yönünden başka,, son derece ilgi çekici olan, dil bakımından da tanıtmaya çalışarak, Kürtlerin Türklüklerini ispat edeceğim. Vaktimiz kalırsa ve sabrınızı tüketmezsem, biraz da, antropoloji, etnografya/etnoloji ve folklor bakımlarından da, Kürmanç ve Zaza uruklarına ayrılan Dicle Kürtlerinin, asla İranlı/Aryani olmayıp, Türklüklerini belirteceğim.

Asıl konuya başlarken,şunu da arz edeyim ki, yurdumuzun doğusundaki aziz Atatürk”ün adını taşıyan bu en büyük ilim ocağı Üniversitemizde “Edebiyat Fakültesi” yakında gelişip, “Enstitü” leri ikmal edildikçe, buradan yetişecek Türk gençleri, bölgemiz tarihi ile birlikte ““yabancı yayın ve ajanlarının propaganda ve yemleme telkinlerinden kendilerini sıyırarak- ilmin ışığı ve aklın ölçüleriyle, yalnız Kürtleri değil , yurdumuzdaki yerleşik veya göçebe : Türkmenler, Yörükler, Tahtacılar, Manavlar, Mavalılar, Terekemeler, Karapapaklar ve başkaca adlarla anılan halkımızı da inceleyip, mazilerini aydınlatacaklardır. Bu uğurda, milletler arası ilim değeri taşıyacak eserleri ortaya getireceklerdir. Bu gerçeği unutmayalım ki, 1945″te “Kars, Ardahan, Artvin” başta olmak üzere, doğu Karadeniz illerimizi, Gürcistan “tarih hakları” adına; ve bütün Doğu Anadolu”yu da, Amerika”da toplattıran “Dünya Ermeniler Kongresi” ve “Revan Komünist Partisi Kararları” adına, Ermenistan için Türkiye”den, bu kutlu ve mutlu Son-Ana yurdumuzdan koparmak isteyen emperyalist ve korkunç derecede Türk düşmanı Moskoflar, “Tiflis-Gürcü Üniversitesi” ile “Revan-Ermeni Üniversitesi” gibi ocaklarda, Kars”tan çıkan Kür ve Erzurum’dan doğan Aras Irmakları boylarında, “ilmi siyasete alet ederek” , geceli-gündüzlü çalışmaktadırlar! On yıl önce Erzurum’da açılan “Atatürk Üniversitesi”, bu kutlu irfan ocağımız, her şeyden önce, “Doğuda Türklüğün bir manevi kalesi” olarak kurulmuştur.

Unutmayalım ki, eskiden Çinliler ile Bizanslıların güttüğü “parçala, hükm-et” düsturunu, 1552 yılından beri genişleyip yayılmakta olan Moskoflar, maharetle tatbik etmektedirler. Bu sayede Ruslar : Kazan Hanlığını,Astakan Ülkesini, Sibiri ve İstiklal Vadi ile Kırım Yurdunu, Kabartay-İlini, Gürcistan”ı, Dağıstan ile Kuzey Azerbaycan”ı, Batı Türkistan”ı, sıra ile istila etmiş; para ve türlü yollarla, Türk”ü ve Müslüman”ı biri birine düşürerek kırdırmış ve I.Petro”dan beri de, Osmanlı-Türk İmparatorluğunun, amansız düşmanı olarak, çöküşünü hızlandırmıştır. Bu yüzden pis Moskof ayakları, 1829 ile 1878″de ve 1916″da üç defa, kahraman Erzurum”u da çiğneyip kirletmiş; ve yüz binlerce Anadolu-Türkünün ocağını söndürmüş, yuvasını yıkmıştır. Şimdi de, Moskova”daki kurmaylar ve korkunç istila plancıları, Boğazlar ile Akdeniz”e çıkmak, Dicle petrollerine de konmak için, Türkiye”yi yıkacak usullere başvurmakta: Ansiklopedileri, Üniversite yayınları, aşırı solcu akımları ve yüz milyonlarca lira sarfiye yurdumuzu, yurttaşımızı parçalamaya çalışmakta; bu arada “kanı bizden,dini bizden donu (giyimi) bizden” diye söylenen halk deyimimizdeki gibi, her şeyi ile bir ve bizden olan milletimizi : Türk-Kürt ayrımı, Sünni-Alevi düşmanlığı, Sağcı-Solcu çatışması ve daha türlü türlü çökertici mikrop aşıları ile bölmeye, milli birlik ve bütünlüğümüzü bozmaya çalışmaktadır.

Tanrıdan korkan, insanlık ve ilim hassasiyeti olan, gerçekten milletini ve yurdunu seven Aydınlar, bu gibi düşman tesirlerinden kendilerini kurtarıp; gerçeği ve doğruyu seçebiliyor. Burada, engin Türk varlığının güçlü ve yaygın uruklarından birisini, yani kanımızdan ve canımızdan  olan Kürtlerin: tarih, dil, antropoloji, etnoloji/etnografya ve folklor bakımlarından gerçek köklerini, mahiyetlerini, bir konferansta sizlere arz ederken, gerekli gördüğüm bu Girişi uzattığım için, bağışlamanızı dilerim.*

KÜRT ADININ MANASI 

Asıl konumuza girerken, hiçbir İran veya Aryanı toplulukta görülmeyip, yalnız Türk ve Oğuzlar kolundan gelen urukların adı olan “Kürt” deyiminin, anlamından işe başlayalım. Başta Macar dilcileri olmak üzere, Türkologlar, doğru olarak “Kürt” adının, Türkçe “yatkın kar, sertleşmiş kar, yazın dağ başlarında bulunan ve geç eriyen kar” anlamına geldiğini belirtmişlerdir. Türkistan, Kırım ve Kafkas  İllerinde bugünde, “kar” anlamına kullanılan “Kürt” sözü, Azerbaycan  ile Anadolu”da, kışın insanı, hayvanı ve kızağı batırmaz derecede, tahta gibi sert kar yığını demek olan “kurtuk” (Ahıska, Artvin, Çorum, Kırşehir), “kürtük” (Kars, Erzurum, Erzincan, Sivas, Amasya, Malatya, Diyarbakır, Bitlis, Hakkari) ve “kürtün” (Kastamonu, Bolu, Edirne, Konya, Isparta*) deyimlerinde yaşamaktadır ki; bu sonuncular, dağların kuzey ve kuytu yerlerinde
yaz ortalarına kadar kalan kar anlamına gelmektedir.

Tipi veya boranın çukur yerlere doldurduğu ve sertleşerek uzun zaman kalan “kar yığını” anlamına da gelen “kurtuk-kürtük” ile, Orta Asya (Doğu) ve Kuzey  Türk dillerindeki “kar” demek olan “Kürt” sözü, yatkın ve sertleşmiş karın üzerinde yürünürken çıkan, “Kürt-Kürt” gibi sesten kalmadır.

Bundan 900 yıl önceleri yazılmış olan Kaş garlı” nın “Divanü Lügat”i Türk” adlı büyük sözlüğünde, Kürt” deyimi iki anlamda geçmektedir. :1-“At arpanı (arpayı) Kürt Kürt yedi” cümlesi misal veriliyor ve insanın “hıyar” (salatalık) gibi sert nesneleri yerken çıkarılan sese de “Kürt-Kürt” (şimdiki İstanbul ağzımızla “kütür-kütür”) deniyor ;

2- “Yay, kamçı ve değnek gibi (sert, dayanıklı) nesneler yapılan kayın ağacına da , “Kürt” dendiği belirtiliyor. Azerbaycan, Dağıstan ve Doğu Anadolu”da Çoban Hesabı (Takvimi) içinde “gücük” (Şubat) ayı sonundaki “üçüncü cemre” de “Kürdoğlu” veya “Kürdoğlu Kayada Kaldığı Gece” denilen sayılı bir gün vardır. İnanışa göre, bu sırada “Kürdoğlu, yarı geceye kadar soğuktan titreyip, diş dişe vururken, yarı geceden sonra, çağ (mevsim) dönüp, yer nefes aldığından, kışın dondurucu soğuğu sona erer; yazın
(İlk baharın) ilk saatlerinde başlar.” Bu yüzden Çıldır Gölü gibi, kışın kızaklar ve hayvan sürüleri geçen üzeri buzlanmış sulardan, artık hiç geçilmez. Bu “Çoban Hesabı” ndaki “Kürdoğlu” deyimi, halk inanışına göre,  “Kar Adamı”nın oğlu, Kar Oğlu” dur ve artık ondan sonra, “İnsanoğlu” nun bulunduğu bölgelerden uzaklaşıp, gözden yitermiş!

Biraz sonra göreceğimiz gibi, Kürklerin “Kürt” adlı uruğu, yazın tepesinde ve kuzeyde kar bulunan yüksek yaylaklarda yaşadıklarından, böyle anılmışlardır. Biz, bu adın eş anlamını, “Karluk” diye tanınan  Oğuzlarda da görmekteyiz. XIII. yüzyıldan kalma Uygurca yazılı “Oğuz Kağan Destanı” nda, Orta Asya’daki yüce Tanrı Dağlar bölgesinde yaşayan “Karluk” (kar-lık) Türkleri”ne bu adın, “kar içinde” yaşadıkları için Oğuz Kağan tarafından verildiği belirtilmektedir. Türkistan”ın güney kesiminde Afganistan’a değin yayılan Karluklar, 751 Talas Savaşı sırasında İslam Arapların tarafını tutarak, Çinlilerin  yenilmesini sağlamışlardı. Bu Karluk Türkleri”nin güneyde devlet kuran bir koluna verilen “Abdal” adının, kuzey-Hint  dilince, “karlık” (karlı yerde yaşayan) anlamına geldiği tespit edilmiştir. Çin kaynaklarında bunlara “Ye-ta/ Hu-ta”, 568’deki Bizans kroniklerinde “Heptalit” (=Haptal’lar) ve İslam Arap eserlerinde “Ha batıla” (Habtallar) denilmekte idi. Hintçe kaynaklar bunların, “Huna” (Hun Türkleri) soyundan geldiğini belirtir. 563-567 yılları arasındaki savaşlar ile Göktürkler ve müttefiki Sasanlı İranlılar, Tanrı Dağların doğu ve batısına yayılarak geniş bir imparatorluk halinde yaşayan bu Heptalit/haptallar/Abdallar Devletini yıkarak, aralarında paylaşmışlardı.

İşte bu Karluk/Abdal Türkleri kolundan bugün Türkiye”de Bingöl”den Silifke”ye ve Adapazarı”na kadar yer yer yayılmış olarak “Abdallar” veya “Abdalan” (=Abdallar) adıyla Kürtler, Zazalar, Türkmenler ve Yörükler topluluğu içinde, çoğu göçebe ve çalgıcı, oyuncu olarak tanınan oymaklar vardır. Köy adlarında da hatıraları yaşayan ve ana dilleri kür maçça, zazaca veya Türkçe olan Anadolu”daki bu Abdalan/Abdalların adının, “Karluk” (=karlı  dağ bölgesinde yaşayan) anlamından geldiği ve hepsinin Afganistan ile doğusundaki eski Haptallar’dan oldukları anlaşılmıştır.

Kısacası, hiçbir İran veya Hint-Avrupalı/Aryani topluluğunda bulunmayan “Kürt” veya buna benzer bir etnik topluluk, yalnız Moğolistan kuzey batısındaki Sayan Dağları”ndan Viyana”ya ve Sibir”den Basra Körfezine kadarki yerlerde yaşayan Türkler arasında, güçlü ve kalabalık bir uruk (kavim) olarak görülmektedir. Bunların adı da, tarihçi ve Türkologların belirttiği üzere, Türkçe’de “Kürt, Kürtlük, kürtün” deyimlerindeki gibi “sertleşmiş veya yaza da kalan kar yığını” anlamına gelmektedir. Azerbaycan ile Türkiye’de köylülerin : “Kürdün bir yanı dağ olmazsa yaşayamaz” biçimindeki atasözü ve Kars, Erzurum Halay türkülerinden birinde :

“Allah Kürdü yaratmış, Dağlar khali (boş) kalmaya” mısraları da koyuncu ve çoban Kürtlerin, karlı yaylaklar bölgesini severek, böyle yerlerde yaşamalarının hatırasından kalmadır. Oğuzların  bir kolu Tanrı Dağları bölgesi ve çevresinde “karluk” ve kuzey Hintlilerce “Abdal/Haptal” diye tanındığı gibi, Asya”nın kuzey ve batısında da, aynı anlamda “Kürt” (Karduk/Kortuk/Kortik ve Batı Sibir’de Kürdak varyantları ile) diye anılan Türk/Oğuz kolu tarih boyunca tanınmıştır.

I. BÖLÜM : Tarih Bakımından Kürtlerin Türklüğü 

Bizim araştırmalarımıza göre, M.Ö. VIII. Yüzyılda Orta Asya”nın doğusuna hakim Hunlar (Hiyung-nu) kolundan gelip, Tanrı Dağlar bölgesine yerleşerek burada “karluk” ve “Abdal/Haptal (Heptalit)” adıyla tanınan  Oğuzlara karşılık ; Saka (İskit) birliği içindeki Oğuzların karlı dağ/yaylak bölgelerinde  yaşayanlarına, “Kürt” ve bunun benzeri adlar verilmiştir. Yani, “Karluk/Abdal” urukları, Hunlar kolundan olup ; “Kürtler” ise , sakalar (İskitler) topluluğundaki yüce dağlar bölgesinde yaşayan Oğuzlardandır. Biz, tarih boyunca Sakaların ülkesinde başlıca beş ülke ve bölgede “Kürt” adıyla tanınan göçebe toplulukları görmekteyiz. Bunları, doğudan batıya ve kuzeyden güneye yayılış yönlerine göre, sırasıyla gözden geçirelim.

Yenisey Kürtleri :

Türklerin Sibir ve Avrupalıların Sibirya/Siberya dedikleri, Asya”nın bütün kuzeyini kaplayan geniş ülkelerin ortasından geçen ulu ırmağın adı, Türkçe Yenisey”dir.
Bu Yenisey Irmağı başlarında, Göktürklerin “Kögmen” dediği Sayan Dağları (En yükseği 3490 m.) arasında, küçük dağ gölleriyle donanmış çok güzel ve bol otlaklı yeşil yaylaklar vardır. Moğolistan”ın kuzeybatısı ile Baykal Gölü”nün batısında bulunan Yenisey başlarındaki bu toprakların doğu kesiminde, bugün Sovyet Rusya”ya tabi Tannu-Tuva adlı bir “Muhtar Türk Cumhuriyeti” vardır. Yüzölçümü 200 bin Km. tutan bu ülkede, ikinci Göktürk Kağanlığı”ndan  (681 yılından) önce yaşayıp, “Altı Oğuzlar”a” komşu bulunan
ve sürüler ile yılkılar besleyip geçinen “Kürt” adlı göçebeye bir Türk uruğu vardır.
Bu Yenisey Kürtleri, 650 yıllarından öce, daha doğrusu, Doğu Göktürkleri”nin 630-681 yılları arasında Çin İmparatorluğuna tabi bulunduğu sırada, güçlü bir “el-kan”lık (il-han)” kurmuştu. Sayan Atay Dağları çevresinde ve Yenisey başlarında yaşayan Türkler, Orkun Irmağı bölgesindeki Doğu Göktürkleri”nden kalma anıtlardaki yazıdan daha eski olup, “Yenisey Yazısı” denilen 39 harfli en eski Türk alfabesini kullanıyorlardı.

Göktürk veya Orkun yazısının eski biçimi sayılan yenisey Yazısı ile yazılı 32 mezar taşı  bulunarak okunmuştur; bunların hepsi Türkçedir. “Yenisey Yazıtları (Kitabeleri)” denilen bu anıt mezar taşlarının en uzun yazılanı, 12 satırlı olup, 650 yıllarından önce ölen “Kürt Elkan” lığı  hükümdarı “Alp Urangu” ya aittir ve ölünün ağzından Türkçe bir ağıt gibi yazılmıştır. Yenisey Irmağı”nın baş kollarından Elegeş Suyu boyunda bulunduğundan, “Elegeş Yazıtı” da denilen bu anıt, çok büyük bir bitevi taş yontularak üzerine yazılmış olup; yere gömülü bulunan bu taşın topraktan yukarısı, 320 santim boyunda ve en geniş yeri 60 santim enindedir. Bu koca taşı, Yenisey Kürtleri uruğu, kendi padişahları için mezar anıtı olarak dikmiştir. “Elegeş Yazıtı” nın 8. satırında, bizi ilgilendiren şu sözler yazılıdır:

“(Men) Kürt El-Kan  Alp-Urangu, altunlug keşigim bantım belde; El”im, tokuz-kırk yaşım.” 14. yüzyıllık bu Türkçe cümleleri, bugünkü dilimize şöylece aktarabiliriz : “(Ben) Kürt İl-hani (Padişahı) Alp-Urungu”yum, altından yapılmış okluğumu bağladım belime ; El”im (Devletim ve Milletim) ben 39 yaşımda öldüm.” 

100. Doğu boylamı bölgesinde Yenisey Kürtleri”nden ve 1300 yıldan önce kalan “Elkan Alp-Urangu” nun  yazılı mezar taşında, zengin hayvan sürülerinden de bahsediliyor ve buradaki “Kürt” adı güçlü uruğun, Türk soyundan olup, Türkçe konuşup yazdığını gösteriyor. Asya”nın bu kadar doğu ve kuzey kesimine, eskiden hiçbir İranlı ve Aryani kavim gelmemiştir. Yenisey başları, Türklerin Anayurdunun doğu kuzey kesimidir. Böyle iken, henüz mektep kitaplarımızda, bu Yenisey Kürtleri”nden hiç bahsedilmediği gibi, eski bir Rus diplomatı olan ve Çarlığın  son yıllarında başkent Petersburg/Petrograd (şimdi:Leningrad)  daki ”  Kürtler Masası Şefi” sıfatı ile, Rusların 1914-1917 arasında, Kars”tan İskenderun”a ve Tebriz”den Basra Körfezi”ne  ilerleyen ordularına, yol üzerindeki “Kürtler” den nasıl istifade edilebileceğini, gizli ve numaralanmış olarak basılan bir kitabında anlatan V. Minorsky”nin 1927″de İslam Ansiklopedisi”nin Avrupa dillerindeki nüshalarında yazdığı “Kürtler” maddesinde de, asla bu hususa dokunulmamıştır. Ne yazık ki, bu korkunç Türk düşmanı ve Rusların Kürtleri bizden ayırıcı faaliyetlerinin akıl hocası olan Prof.V. Minorsky”nin “Kürtler” makalesi, 1955″te çıkan Türkçe “İslam Ansiklopedisi” nde, olduğu gibi tercüme edilerek, basılmıştır!…Umarız ki, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Profesörleri, “Türk Ansiklopedisi” nin zeyil Cildinde, “Kürtler” üzerine doğru ve ilmi bilgileri vererek, bu açık ve korkunç hatayı düzeltsinler.

Beş Kürtlük bölgesinden en doğudaki olan bu Yenisey Kürtleri, sonradan doğudan gelen yeni göçlerin baskısı ile, batıya göçmüşler ve İrtiş Irmağı ile Tobol Suyu boylarına yerleşmişlerdir. Bu yeni yurtlarındayken, batıdan don Kazakları Hatamanı Yermak”ın 1581-1582’de İrtiş boylarını top ve tüfekli birlikleriyle, Ruslar hesabına  istilası ve Ortodoksluğu zorla yaymak istemesi üzerine, Türk Mollaları bunları XVI. yüzyıl sonlarında, İslam dinine kazandırmış ve Kam (Şaman) dinini bıraktırmışlardır. Son 400 yıldan beri bu eski Yenisey Kürtlerinin Batı Sibir’de torunlarına, “Kürdak” denildiği biliniyor. Çarlık çağında Ruslar bunlara resmen, “Tara-Tatarları” “Tobol Tatarları” ve yurtlarına da, “Kurdak- Heskaya Vosolt” derlerdi. Dilleri Türkçe”dir.*

Yenisey Kürtleri”nin, M.Ö. VII. yüzyılda doğuda Tanrı Dağlar ile Çin sınırına dayanan ve batıda Karpat Dağları ile Tuna Boylarına uzanan,güneyde Filistin ve Mısır kapılarına varan koca Saka/İskit İmparatorluğu”nun,kuzeydoğu ucundaki Türkleri teşkil ettikleri, anlaşılıyor.

Batı Türkistan veya Horasan-Afgan  Kürtleri :

Ortaçağ başlarında, İran”ı kuzeydoğu kesimi ile bugünkü Türkmenistan ve Afganistan bölgelerine “Doğu Ülkesi” anlamında Farsça “Khorasan” ve (Topkapı Sarayı-Oğuz Namesi”ndeki gibi) Türkçe “Gün doğusu-Genkyer” denirdi. Horasan”ın Doğu İran ile Bakı Afgan kesimlerine, burada yerleşen Saka Türkleri”ne göre İlk ve Ortaçağlarda “Secistan/Seistan” denilmiştir. İran destanlarında eşsiz bir pehlivan,yiğit olarak anılan Zal”oğlu Rüstem”de, işte bu Secistanlı Sakalar soyundandır. İstanbul Üniversitesinde “Umumi Türk Tarihi Kürsü Profesörü” olup, bu uğurda dünyaca tanınmış bir otorite sayılan Sayın Hocam Ahmet Zeki Velidi TOGAN, yazılı kaynaklardaki Horasan Sakaları dilinden kalma yer ve kişi adlarındaki Türkçe sözleri ayıklayıp ortaya çıkarmıştır.

4-5.Yüzyıllarda Sasanlılar, Horasandaki Merv ile Bavurd şehirleri çevresinde, (24 Oğuzlardan iki boyu teşkil eden) “Khalaç” adlı Türklerin göçebe olarak yaşadığını bildirirler. 591 yılında  Batı Göktürklerinin yardımı ile İran Devletine hakim olup, Bağdat yanındaki başkent  Ktezifon”da tahtı ele geçiren Horasan Sakaları”nın Arşaklılar kolundan Behram Çopin kardeşine,mensup bulunduğu uruna göre, “Kürdi” ve kız kardeşine “Kürdiyye” denildiğini, 915″te eserini bitiren ünlü İslam tarihçisi Taberi, İran kaynaklarından alarak bildirmektedir. İranlılığın koyu olarak yaşadığı  Taberistan”dan yetişen bu müellifin, Arapça”ya göre yazıldığı bu “Kürdi” ve bunun müennes (feminen) biçimdeki “Kürdiyye” gibi nispet bildiren sıfatlarla anılan kardeş ve kız kardeşin adları, İran tahtını zorla ele geçiren ve Sasanlı düşmanı olan Behram Çopin (Çüpin)”in de, Kürtlerden olduğunu gösterir. Bu yüzdendir ki, Bitlis Sancakbeyi  Şeref Han”da “İran Şahları” ndan “Behram Çübin”in, Kürtler Taifesi”nden” olduğuna işaret etmiştir. 

Ancak o tezi savunanların da yanlışlığı isbat edebildikleri bilimsel çalışmalar mevcut olmayıp,iddiaları tamamen dış kaynaklı verilere dayanmaktadır.Özetle bize sunulan dış kaynaklı bilgiler acaba neden revaçtadır takdirlerinize bırakıyorum.Yazı uzun olduğu için ilgilenenlerin dikkatine sunulmak amacı ile diğer bölümlerin adresi altta verilmiştir.


Tarih, Dil, Antropoloji, Etnografya, Etnoloji, Milli Destanlar, Gelenekler ve Folklor bakımından incelemeler sempozyumu

TÜRKİYE BORÇ BATAĞINDA ! Günde 100 milyon dolar borçlanıyoruz..

TÜRKİYE BORÇ BATAĞINDA !
Günde 100 milyon dolar borçlanıyoruz..

“Cumhuriyetin 79 yılında yapılanları son 10 yılda yaptık” diyenler çok doğru söylüyorlar..
Gerçekten de, son 10 yılda alınan borç Cumhuriyetin 79 yılında alınan toplam borçtan daha fazla.

MANZARA-İ UMUMİYE :

79 YILLIK KAMU BORÇ STOKU :257,2 MİLYAR TL
SON 10 YILDA KAMU BORÇ STOKU :291,1 MİLYAR TL
TOPLAM İÇ DIŞ BORÇ STOKU :548,3 MİLYAR TL

YANİ BUGÜN İTİBARI İLE 548,3 MİLYAR TL’LİK BORC STOĞUNUN %46’SINI 79 YILDA AKP’DEN ÖNCEKİ HÜKÜMETLER GERÇEKLEŞTİRMİŞ %54’ÜNÜ SON 10 YILDA YALNIZCA AKP GERÇEKLEŞTİRMİŞ.

HA BU ARADA NE OLMUŞ? TÜRKİYE KAĞIT ÜZERİNDE (+) BÜYÜME RAKAMLARI YAKALAMIŞ. ÇİN’DEN SONRA EN BÜYÜK BÜYÜME ORANINA SAHİPMİŞ..PEKİ BU 10 YILDA ÜLKE REFAHINA VEYA BİREY REFAHINA YANSIMIŞ MI? HAYIR !!!

VERGİLER GÜNDEN GÜNE ARTIYOR. HALK GÜNDEN GÜNE SATIN ALIM PARİTESİ OLARAK FAKİRLEŞİYOR.
BÜTÇE AÇIKLARI DURDURULAMAZ BİR HAL ALDI. BÜTÇE AÇIKLARI DOLAYLI VERGİ OLARAK HALKIN SIRTINA YÜKLENİYOR.
KAĞIT ÜZERİNDEKİ BU BÜYÜME YALANLARI YALNIZCA İSTATİSTİK VERİLERİN KAĞIT ÜZERİNDE PAZARLAMA SUNUMU OLARAK KALMIŞ; ÇÜNÜ HER GEÇEN YIL YILLIK CARİ AÇIK KATLAYARAK ARTIYOR. AZALMASI BEKLENİRKEN.

BAŞKA BİR BAKIŞLA; ÖNCEKİ HÜKÜMETLER YILLIK ORTALAMA 3,2 MİLYAR TL BORÇLANIRKEN, AKP HÜKÜMETİ ÜLKEYİ YILLIK
29,1 MİLYAR TL BORÇLANDIRMIŞTIR.

YAPILAN KÖPRÜ, KAVŞAK, BÖLÜNMÜŞ YOL, HAVAALANI İLE ÖVÜNÜP OY KAPANLAR BUNLARI MİLLETİN VERGİSİ İLE YAPIYOR
EMİN OLUN… SON 10 YILDA ÖZELLEŞTİRME ADI ALTINDA KELEPİR FİYATINA SATILAN FABRİKA, LİMAN, İŞLETME, KİTLER VE ARAZİLERİ DE HESABA KATMIYORUZ. DEDE YADİGARI BU TAŞINMAZLARIN PEŞ KEŞ ÇEKİLMESİNDEN ELDE EDİLEN GELİR İSE ANCAK 40 MİLYAR $ KADAR.

IMKB YILLIK % 65-75 ARASI ORANLARDA YABANCI SERMAYEYE “KOTE”. PİYASADA KAYIT DIŞI 130 KÜSÜR MİLYAR DOLAR SICAK PARA DOLAŞIYOR,

BU PARANIN SAHİPLERİ TÜRKİYE’DEN DEMOKRASİ ADI ALTINDA sözde “YENİ ANAYASA”, FEDERATİF YAPI, “FREE KURDISTAN”, TÜRK VE ATATÜRK İFADELERİNİN BELLEKLERDEN, KAYITLARDAN, ANAYASADAN, DEVLETİN HER KADEMESİNDEN SİLİNMESİNİ VE TÜRKİYE’NİN KÜRESEL SERMAYE BUYRUĞUNDA ORTA DOĞU’YU BİÇİMLENDİREN BİR PİYON OLMASINI BEKLİYOR …

MANZARA BUNDAN İBARET…
================================

Teşekkürler Ali hocam..

Hazine Müsteşarlığı web sitesinden aktarımınız için..

Sevgi ve saygı ile.
11.10.12

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Evrene Hayranlık..

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Ali Ercan hocamız, EVRENE HAYRANLIK başlıklı nefis bir yansılar dosyası göndermiş..

“Evrene hayran olmanın keyfini yaşayın”… diyor..

Einstein’dan çok anlamlı aktarmalar yapıyor..

Tşekkür ediyor, dosyayı keyifle izlemeniz için aşağıda sunuyoruz.

Lütfen tıklar mısınız ??

Evrene_ hayranlik_æ

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 10.10.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

ŞEYTAN ÜÇGENİNDE DEMOKRASİ..

Dostlar,

Dün, 14 Eylül 2012 günü, Yüksek Ticaretliler Derneği Ankara Şubesi‘nin düzenli konferanslarından birini daha izledim. Sağolsunlar, bizi meslekten olmamamıza karşın onur üyesi sayarak şımartıyorlar.. Yılda birkaç kez de bize sunuyorlar kürsülerini..

Mithatpaşa Cd. 16/6 adresindeki dernek merkezinde geçekleştirilen konferansı,
Ankara Şubesi Başkanı dostumuz Sn. Davut Özdemir açtı.

Konuşmacı, seçkin bilim insanı Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan idi.
Sayın Ercan’ı ve yetkinliğini bu site izleyicileri artık yakından biliyorlar.

Konferansı biz de 2 kez sitemizden duyurduk..

Ali hocamız, az önce sunumunu bana power point dosyası olarak yolladı,
biz de size sunuyoruz.

Evet, Türkiye’nin “circulus viciosus” denilen bu eski deyimle
fasit daire“yi ya da yeni Türkçe ile “kısır döngü” yü, “şeytan döngüsü“nü kırma yolu olağanüstü adaletsiz, zalim, matematiği son derece kötüye kullanarak kabulü olanaksız sonuçlar veren seçim sistemini ivedilikle düzeltmek gerek.

Ali hoca, halen kullanılan barajlı d’Hondt sistemini reddediyor ve 1965 seçimlerinde kullanılan ve 15 TİP milletvekilinin de TBMM’ye girmesini sağlayan
MİLLİ BAKİYELİ ORANSAL TEMSİL” sistemi öneriyor.

Seçim barajının %5’e çekilmesini ve milletvekili yıllıklarının (12 aylık!) kişi başına yıllık gelirin en çok 1,5 katı olmasını öneriyor..

2011’de kişi başına yıllık gelir 10 440 $ idi. Buna göre 15 600 $ dolayında bir yıllık geliri olacak milletin vekilinin.. Bu iş geçim kapısı değil hizmet kapısı olacak..

Okuyun, daha çok şey var benim çok yararlandığım..

Okumak için lütfen tıklar mısınız??

Seytan_ucgeninde_demokrasi_oyunu.æ

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 15.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================================

DİL ve DÜNYA GÖRÜŞÜ..

Dostlar,

Sn. Prof. Dr. Ali Ercan hocamız -ki bu sitede en çok yazıları yer alan saygın kişiyi artık siz de çok iyi tanıyorsunuz- “DİL ve DÜNYA GÖRÜŞÜ” başlıklı bir irdelemesini yolladı. İşte yaşama analitik bakabilen, sentez yapabilen özetle düşünmeyi öğrenmiş bir beyinin ürünü. Tam da Büyük Atatürk’ün özlediği gibi :

“… okumak, okuduğunu anlamak ve ondan bir sonuç çıkarmak, zekayı terbiye etmek..”

Yazısını aşağıya alıyoruz, kendilerine yazdığımız e-iletiyi de..

Ali hocam,

Bu Türkçe – İngilizce karşılaştırmanız çok hoş..
Üstadım, siz bu denli geniş ilgi alanını nasıl besliyorsunuz??
Ne zaman besleyip büyüttünüz bunları ? Bravo doğrusu..
Ben Dil Derneği üyesiyim ama yazdığınız boyutları hiç irdelememiştim!
Bu arada, İngilizce de ilk 200’de “LOVE”, “kiss” yok..
Benim bilinçaltı takıntım değilse, bana tuhaf geldi..
Özellikle ilkinin olmayışı.. Ne dersiniz ??

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 6.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================================

DİL ve DÜNYA GÖRÜŞÜ

Prof. Dr. D. Ali Ercan

Değerli arkadaşlar,

Bir dildeki kavramların ağırlık sıralaması, o dili konuşanların dünya görüşü hakkında da ipucu verir.. Tüm dünyaya egemen olan İngiliz dilinde en çok kullanılan kelimelere baktığımızda “Zaman” ilk sırada geliyor, eylem olarak “gitmek” sıfat olarak da “iyi” Türkçede ise isimlerde “yer”, eylemde “olmak” ve sıfatlarda “çok” kelimeleri başı çekiyormuş..

Ad (isim)
Time, person, year, way, day, thing, man, world, life, hand, part, child, eye, woman, place, work, week, case, point…

Eylem (fiil)
Go, know, take, see, come, think, look, want, give, use, find, tell, ask, work, seem, feel, try, leave, call…

Nitem (Sıfat)
Good, new, first, last, long, great, little, own, other, old, right, big, high, different, small,large, next, early, young, important, few, public, bad, same, able…

Türkçedeki sözcük (kelime) sıralaması bir ankette* şöyle çıkmış :

bir, olmak, bu, o, ben, demek, çok, yapmak, ne, gibi, daha, almak, var, kendi, gelmek, ile, vermek, ama, sonra, kadar, yer, en, insan….

Hint/Avrupa dil grubunda olanlar Evreni dinamik;
Ural/Altay grubunda olan bizler statik, durağan görüyoruz..
Bizde nicelik, onlarda nitelik ağır basıyor.
Cümle kuruluşunda da görülüyor bu fark.. Biz;

“Ben eve gidiyorum” derken onlar,
” I go home” diyorlar…

Bizde öncelik statik olan “Ev” de… dinamik (eylem) arkadan geliyor.
Bir kez “eve” dedikten sonra fikir değiştirebilir, gitmek yerine “bakıyorum” da diyebiliriz.. Onlarda ise “go” yani eylem ön sırada, değişmez durumda.
“I go” dedikten sonra fikir değiştirebilir home” yerine “to the school” diyebilirler. Ural/Altay dil grubu ile Hint/Avrupa dil grubu arasındaki temel farktır. æ

* TDK ‘nun bu konuda kapsamlı bir çalışması olup olmadığını bilmiyorum.
***
İngilizcede en çok kullanılan kelimeler sıralamasında ilk 200 kelime.. ”

Dostlar, tablo formatındaki bu listeyi ancak pdf olarak verebiliyoruz..
Tıklayarak erişebilirsiniz..

200_sozcuk_Ingilizcede_en_cok_kullanilan