Etiket arşivi: Prof. Dr. Ahmet SALTIK

Üniversite hastanelerinde kalp ve damar ameliyatına ek ücret

Üniversite hastanelerinde kalp ve damar ameliyatına ek ücret..

SGK’nın son SUT tebliği, üniversite hastanelerinde kalp ve damar ameliyatı olacaklardan ilave ücret alınmasının kapılarını açtı. Ancak bu uygulama değişikliği farklı bir durumu ortaya çıkardı. Eğer hastalar, özel hastanede kalp damar cerrahisinde ameliyat olursa hiçbir ek ücret ödemeyecek ancak üniversite hastanelerine gittiklerinde katkı payı ödemek durumunda kalacaklar.

Üniversite hastanelerinde kalp ve damar ameliyatına ek ücretMesude ERŞAN
mersan@hurriyet.com.tr
27 Haziran 2016
Üniversite hastanelerinde kalp ve damar ameliyatına ek ücret

 

Son SUT tebliği ek ücret alınmayan tedavilerin kapsamını daralttı. Geçtiğimiz 18 Haziran 2016 günü Resmi Gazetede yayınlanan Tebliğ, üniversite hastanelerine istisnai bir hak verdi.
Tebliğ bypas, kapak ve öbür tüm kalp ve damar cerrahisiyle ilgili işlemler için hastalardan
fark alma hakkını yalnızca üniversite hastanelerine tanındı.

SGK, Sağlık Uygulama Tebliğinde (AS: kısaltılmış biçimi SUT) değişiklik yapılmasına ilişkin
tebliğin 2. maddesinde,

“Ayrıca Yükseköğretim kurumlarına ait sağlık hizmeti sunucularında öğretim üyesi tarafından verilen SUT’un 2.1.1 numaralı maddesi kapsamındaki sağlık hizmetleri ve (vakıf üniversiteleri dışında) kardiyo-vasküler cerrahi dalında yapılan cerrahi işlemler için de ek ücret alınabilir.”

dendi.

Öte yandan kalp ve damar cerrahisiyle ilgili hemen tüm operasyonları üniversite hastanelerinde öğretim üyeleri yapıyor. Dolasıyla ameliyat olacakların bu farkı ödemeden hizmet alması olanaklı görülmüyor. Hastaların ceplerinden çıkarak, hastanelerin döner sermayesine girecek
bu ek ücretler, SGK’nın ödemeleri nedeniyle maddi açıdan zor durumda olan
üniversite hastanelerin bütçelerine katkıda bulunacak.

HASTALARIN KATKI PAYI

SGK’lı hastalar aldıkları hizmetler için şu farkları ödüyor:

* Kamu hastanelerine (AS : muayene için) 5 TL,
* Özel hastanelere (AS : muayene için) 12 TL,
* 10 gün içindeki yeniden muayene 5 TL,
* İlaç bedelinin %10-20’si, (AS: emekliler %10, çalışanlar %20)
* Her bir reçete için 3 TL, üç kutuya ek her bir kutu ilaç için 1 TL,
* Vücut dışı protez ve ortezlere %10-20,
* Özel ve vakıf hastanelerinde SUT tarifesine ek, %200’e dek fark,

EK ÜCRET ALINMAYAN SAĞLIK HİZMETLERİ: 

* Acil servislerde verilen acil durumlar nedeniyle sunulan sağlık hizmetleri,
* Yoğun bakım hizmetleri,
* Yanık tedavisi hizmetleri,
* Kanser tedavisi (radyoterapi, kemoterapi, radyo izotop tedavileri),
* Yenidoğana verilen sağlık hizmetleri,
* Organ, doku ve kök hücre aktarımlarına ilişkin sağlık hizmetleri,
* Doğumsal anomaliler için yapılan cerrahi işlemlere yönelik sağlık hizmetleri,
* Hemodiyaliz tedavileri,
* Kardiyovasküler cerrahi işlemleri (üniversite hastaneleri dışında).

===============================

Dostlar,

Hep yazdık, söyledik bu sitede..
SUT, yamalı bohçadan da öte bir “patch work” oldu..
Yani parçalardan oluşturulan bir torba.. Rengarenk, sayısız parça..
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası’nın yürürülük aldığı 1.10.2008’de
özel sağlık kuruluşlarında yurttaştan alınacak katkı %20 idi. Şimdi %200!
5 yıldızlı lüks otel standardında binalarda hizmet verecek Şehir Hastanelerinde
bu da kurtarmayacak.. Ülkenin vergileriyle salt üst katmanlara hizmet verilecek..

Kamuda da peeeeek çok ek ücret getirildi..
SGK bir yandan da verdiği hizmetleri daralttı..
İlaç fiyatlarını baskıladı piyasa kurallarını çiğneyerek ve 5-6 bin eczane iflas ederek kapandı.. Bu bilinçli bir tasfiye gerçekte.. İleride büyük sermaye elinde zincir eczaneler için..
Yine de açıklarına güç yetmiyor ve genel bütçeden her yıl önemli aktarımlar yapılıyor..
Sistem finansal yoğun bakımda ama ısrarla sürdürülerek yerli – yabancı özel sektöre
rant aktarımı sürdürülüyor..

Birkaç yüz milyar doları buldu bu rant beslemesi!
AKP buna mahkum ve dahası bunun için iktidarda..

Sistem kanıyor, her yerden akıyor, kokuyor, sızdırıyor ama bütün kaçaklara – deliklere
bir sıva ya da tıkaç uyduruluyor. Günübirlik, geçici..
Önlemlerin hemen hepsi “moneter”! Yani parasal.. oradan kısıp beri tarafa yamamak..

– Türkiye’nin yetersiz gelir düzeyi,
– çooook adaletsiz gelir dağılımı,
– çooook genç nüfus (0-18 yaş nüfusun 1/3’ü!),
– yüksek işsizlik
– muazzam kayıtdışılık
– asgari ücretin komikliği
– GSS sisteminin genel olarak pahalılığı

ve de en önemlisi ETKİN – YAYGIN – NİTELİKLİ -SÜREKLİ – KAMUSAL
KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNİN ÇOK YETERSİZLİĞİ…

zorunlu GSS sisteminin yapısal engelleri.. Bunları gidermeden – iyileştirmeden çözüm yok!

Hep parasal (moneter) önlemlerle bir yere varılamaz. Zaten bu önlemlerin sonuna da gelindi.

Vergi + prim = ek vergi + cepten bir ton ödeme + hizmetlerin sürekli daraltılması…

Nereye dek??

Birkaç yıllık bir aradan sonra yeniden Sağlık Bakanlığı görevine dönen Dr. Recep Akdağ‘a
2004 yılı Haziran’ında TTB kongresinde bunları ayak üstü söylemiştik.

“Türkiye’de GSS matematiksel olarak olanaksız!” demiştik..

SGK – GSS üzerinden Türk sağlık sisteminin mikro ve makro ölçekte sorunları giderek büyüyor ve altından kalkılamaz bir boyuta sürükleniyor.

Tıpkı AKP’nin dış politikada izlediği güdümlü dış politikalarla ülkemizi kanlı bir batağa sürüklemesinde olduğu gibi..

Bir kez daha yazmış, uyarmış, yol göstermiş olalım..
Profesyonel sorumluluğumuz gereği boyumuza borçtur.

Sevgi ve saygı ile.
30 Haziran 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TTB 67. (SEÇİMLİ) GENEL KURULU NOTLARI

 

TTB 67. (SEÇİMLİ)
GENEL KURULU NOTLARI

portresi

 

Dr. Ceyhun Balcı
(İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri)

 

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..) 

IMG_2204[1]

Türk Tabipleri Birliği’nin 67. (SEÇİMLİ) Genel Kurulu geçen hafta sonunda çalışmalarını tamamladı ve seçimleri de yaparak önümüzdeki dönem kurullarını oluşturdu.
Genel kurul çalışmalarının konukların konuşturulduğu ilk gününde bulunamadım.
Bir sonraki gün yapılan çalışma raporunun okunması, çalışma raporu üzerine konuşmalar ve raporun aklanması çalışmalarını izledim.
Daha öncekilerle birlikte yanlış saymadıysam izlediğim 8. genel kurul oldu.
Salon karmaşası bakımından değişen bir şey yoktu! Oysa, İzmir Tabip Odası olarak genel kurul öncesi bu konuyla ilgili olarak yazılı başvuruda bulunmuştuk. Genel kurul salonunda kim delege, kim konuk, kim izleyici belli değildi. Oysa, genel kurul sırasında yapılan oylamalarda yalnızca 491 delegenin el kaldırma, oy kullanma hakkı vardır. Konukların ve izleyicilerin böyle bir hakkı yoktur. Anlaşıldığı kadar divan, genel kurula katılan 210 delegeyi çok iyi tanımaktadır ve diğerlerinden ayırabilmektedir.

Hekimlik özen ve disiplin uğraşıdır. Hekimliğin bu temel düsturunun genel kurul salonuna egemen olması en doğal beklenti değil midir? Bu seçimlere farklı bir ortamda gidildi.
TTB yönetimine 26 yıldır egemen olan EDTTB (Etkin Demokratik TTB) grubu belki de ilk kez karşısında ciddi bir karşı duruş sergileyen güç gördü. Bu duruşun farkına varan EDTTB en azından benim ilk kez tanık olduğum uysallık sergiledi genel kurul boyunca.
İzmir seçimlerinde kendisini gösteren dip dalgası İzmir’i sallamakla yetinmedi. Türkiye ölçeğinde bir sarsıntıya da yol açtı. Belli etmemeye çalışsalar da EDTTB sona geldiğini fark etmiş durumdadır. Bu bağlamda grup içi çatışma hiç olmadığı kadar şiddetlidir.

Geçtiğimiz dönemler boyunca terör örgütünün adını anamayan, teröriste terörist diyemeyen, ulusal değerlerimizle bir türlü barışamayan ED-TTB, gelişen güçlü muhalefet hareketi karşısında dilini ve söylemlerini düzeltmek zorunda kaldı. Önemli
bir kazançtır. Ancak, süreklilik kazanması da önemlidir. Başka deyişle iktidarı koruma, kollama güdüsüyle sergilenmiş olan bu tutumun iktidar boyunca sürdürülmesi içtenliklerinin sınanması bakımından önem taşıyacaktır.

Seçim, önceki yıllarda olduğu gibi kafeterya ortamında yapılmıştır. Tek listeyle gidilen yıllarda ya da ciddi ikinci bir listenin olmadığı durumlarda fark edilmeyen bir olumsuzluk bu kez su yüzüne çıkmıştır. Seçim sandıklarının mahremiyeti konusunda olumsuzluklar yaşanmış, sayım sırasında resmi gözlemcilerle ortalıkta dolaşan gönüllü gözlemciler
birbirine karışmıştır. Oy sayımı sırasında dışarıdan söz atmalar, sandık kurulunun işine karışmalar yaşanmıştır.

Muhalefetin ciddi çıkışı ED-TTB’yi genel kurul boyunca uysallaştırmış, terbiye etmiş
olsa da gerek genel kurul salonunda ve gerekse seçim ortamında yaşananlar yinelenen olumsuzluklar listesine eklenmiştir. Hekim örgütünün hekimlere yaraşır bir genel kurul ve seçim ortamı yaratamamış olması önemli eleştiri konusudur. Dolayısı ile genel kurul geçmiştekilerle karşılaştırıldığında sakin geçmekle birlikte, toplamda başarısız olmuştur. Yolun sonuna geldiğini seçim kutlamalarıyla görmezden gelen ED-TTB,
sonrasında düzeltilmesi gereken iki önemli olumsuzluğu bir kenara not ediyoruz.
Öncelikli hedef olarak hekimlere yaraşır düzenlilikte bir genel kurul ve seçim yapmayı önemsemek gerekir diyoruz…

Pirus zaferi kazanan ED-TTB bundan böyle muhalefetin soluğunu ensesinde daha çok
duyumsayacaktır. Genel kuruldaki ağır başlılığın korunması, gelişmelerden ders alınması öncelikle hekimlerin ve yanı sıra ED-TTB’nin yararına olacaktır!

IMG_2206[1]

IMG_2215

==================================

Dostlar,

Değerli meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı‘nın gözlemleri çok yerindedir ve gerçekleri yansıtmaktadır.. TTB, 1996 genel kurulu ile birlikte ne yazık ki etnik siyaset tarafından adeta teslim alınmıştır.

20 koca ve çok önemli zaman dilimi ”böyle” geçmiştir..

O tarihte liste yaparak seçime giren, bizim de içinde olduğumuz Kemalist hekimler,
yarışı yitirdiler. Biz de son 20 yıldır sıradan bir üye olmanın ötesinde TTB’ye önemli bir katkı sunamadık. Çünkü TTB’de katı oligarşik bir yapı egemen oldu ve örgüt kozasına kapanarak klikleşti.

Dileyelim, çok deneyimli bir örgütçü olan meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı’nın irdelemesi gerçekleşsin ve TTB Ulusalcı – Akılcı bir doğrultuya taşınsın..

Bunun için çabaları artırarak sürdürmek gerekecek.

Yeni seçilen arkadaşlarımıza bu bağlamda başarılar diliyoruz.

Hekimlik mesleğinin ve sağlık ortamının sorunları çok ağırdır ve AKP’nin yeniden
Sağlık Bakanlığına getirdiği Dr. R. Akdağ eliyle daha da yoğunlaşacağı anlaşılmaktadır.

Etnik temelli genel siyaset yerine teknik temelli meslek örgütü işlevi öne çıkarılmalıdır.

Bu gün meslekte 40. yılına giren ve öğrenciliğinden bu yana meslek örgütü içinde olan ”epey” kıdemli bir hekim ve TTB üyesi olarak, seçimi kazanan değerli meslektaşlarımıza önerimiz, içtenlikle bu yöndedir.

Sevgi ve saygı ile.
16 Haziran 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

GIDA GÜVENLİĞİ ve MEVZUATI

Sevgili AÜTF Halk Sağlığı Anabilim Dalı Asistanlarımız
Öğrencilerimiz,
Site Okurlarımız..

“GIDA GÜVENLİĞİ ve MEVZUATI”

başlıklı 34 sayfalık kapsamlı bir pdf dosyasını ilgi ve bilginize sunmak istiyoruz..

aclik_olumu_anne_ve_bebegi

Yararlı olması dileğiyle..

“GIDA GÜVENLİĞİ ve SANİTASYONU” başlıklı power point dosyasıyla birlikte okunmasını öneririz :

http://ahmetsaltik.net/2014/11/13/gida-guvenligi-ve-sanitasyonu-2/

Sevgi ve saygı ile.
06 Haziran 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

IMF’nin İtirafları

IMF’nin İtirafları

PORTRESİ

Güray ÖZ

Cumhuriyet,
05.06.2016

(AS: Bizim katkılarımız yazının altındadır…)

Korkut Boratav Hoca aktardı, yorumladı. Neoliberalizmin içeriden eleştirisi ile karşı karşıyayız. IMF, dayattığı ekonomik politikayı büyüme, gelir dağılımı açılarından başarısız buluyormuş. Peki, IMF bu programı neden dayattı? Yine Korkut Hoca’nın tanımıyla; sermayenin sınırsız tahakkümünü gerçekleştirmek için.” Ama bu politika “büyüme ve gelir dağılımında iyileşme” olarak sunuldu. Şimdiki itiraf da bu nedenle programın tümüne yönelmiyor; gerçekleşmediği söylenen amaçlarla ve araçlarla sınırlıdır.
***
IMF uzmanları kurumun dergisinde üç imzayla yayımlanan makalede “sermayenin sınırsız serbestliğinden, piyasanın özgürlüğünden, kamu maliyesinin sıkı denetiminden, yani sıkı para politikalarından” yola çıkan neoliberal politikaların tökezlediğini anlatıyorlar. Vardıkları sonuç;

  • Büyümenin umdukları gibi olmadığı, eşitsizliklerin arttığı, bunun da büyümeyi iyice frenlediği. Yine de işin sosyal politik boyutlarına değinmekten doğal olarak kaçınıyorlar.
    Bu politikaların yarattığı tahribat umurlarında değildir
    .

***
Aslında 90’lı yılların sonunda benzer bir itirafı uzun yıllar Dünya Bankası Başekonomistliği yapmış (AS : 3,5 yıl yaptı..), Nobel ödüllü Josepf Stiglitz de yapmıştı: 

  • “Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı” adlı kitabında “hükümetlerin ülkelerin büyümesini kolaylaştıran ancak aynı zamanda bu büyümenin daha adil bir şekilde bölüşülmesini de sağlayan politikalar benimsemesi gerekli ve mümkündür.” diye yazmıştı. Ama sistemin özü ile ilgili kaygılar taşımadığı için de araçların kullanımı ile ilgili bir eleştiriden öteye geçememişti.***
    Ama Stiglitz’in kitabındaki ilginç bir saptamayı burada yineleyelim. Şöyle diyordu Stiglitz:
  • İzlenecek politikalar konusunda tavsiyelerde bulunmaya başlayan akademisyenler
    politize oluyor ve kanıtlarını iktidardakilerin fikirlerine uyacak şekilde deforme etmeye başlıyorlar.”Bu bizim 12 Eylül öncesi 24 Ocak 1980 kararları, daha sonra Özal’ın Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminden iyi bildiğimiz durumdur. O yıllarda neoliberal politikalara
    destek çıkan akademisyenlerin ideolojik çerçevenin oluşturulmasındaki katkılarını unutmak olmaz.
    ***
    IMF’nin sınırlı itiraflarının büyük finans çevrelerini ürküttüğü anlaşılıyor.
    Korkut Hoca, mutlaka okunması gerekli makalesinde küresel finans kapitalin önemli gazetesinin IMF’yi uyardığına da dikkat çekiyor. Financial Times başyazısında, “IMF’nin bu saldırısı
    çok tehlikelidir..”
    diye adeta çığlık atılıyor. Gazete “Dünyanın çeşitli yörelerinde neoliberalizm karşıtı kampanyalara öncülük yapan baskıcı rejimlere destek sağlamakla” suçluyor IMF’yi.
    ***
    IMF uzmanlarının yazdıkları iflas etmiş bir politikanın itirafından ibaret değildir.
    Onlar konuyu genişletmiyorlar ama neoliberal politikalar salt teknik değil aynı zamanda
    büyük bir ideolojik saldırı eşliğinde uygulamaya konuldu.
  • Türkiye bu ideolojik, politik, ekonomik saldırıda büyük zarar gördü.

Konuyu tartışmak isteyen aydınlar çerçeveyi iyi çizmek, bu politikalara medyadan, akademiden gelen desteği iyi irdelemek, ayrıntıda, örneğin “yetmez ama evet”te takılıp kalmamak zorundadırlar.

Çünkü aymazlık ya da gönüllü destek daha kapsamlıdır.

===================================

Dostlar,

Gelişmeler umut verici..
Duvara dayanıldığını en fanatik sermaye yanlıları (hatta uşakları!) bile görüyor..
Biz de yıllardır yazıyoruz.. artık bu vahşi çelik kuşatmanın sürdürülemeyeceğini..

Umudu bırakmamak gerek..
Ama akılcı – bilimci – örgütlü savaşımı da..
20 yıldır Tıp Fakültesinde

– KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı
(http://ahmetsaltik.net/2016/02/11/autf-d5-dersi-kuresllestirme-ve-halkin-sagligi/)

– Sağlık Ekonomisi
(http://ahmetsaltik.net/2016/02/11/saglik-ekonomisi/)

derslerini sabırla, iğne ile kuyu kazarcasına bunun için veriyoruz..

Her 2 ders yansılarına sitemizde erişmek olanaklı..

İnsanlık onuru emperyalist – kapitalizmi de yenecek..

Bu daha başlangıç, savaşıma devam..
Bu bağlamda, Sn. Osman Ulagay’ın Cumhuriyet’te 3.6.16 günü yayımladığı makalenin de okunmasını öneriyoruz..
(http://ahmetsaltik.net/2016/06/05/7-hazirandaki-soku-zafere-cevirmeyi-basardi/)
*****

Bu gün, 5 Haziran Dünya Çevre Günü..

Yabanıl (Vahşi) kapitalizm çevreyi de kâr hırsına kurban etti..
Hala dönüşümsüz aşamada değiliz..
Onu da durdurmalıyız..

3-5 çocuk yapın, Müslüman aile aile planlaması yapmaz.. gibi

– insanlık düşmanı
– çağdışı
– akıl dışı
– bilim dışı
– ve de DİN DIŞI

saçmalıklara gülüp geçerek;

– HER AİLEYE 1 ÇOCUK
EN ÜST TASARRUFLA ÇAEVREYE SAYGILI YAŞAM 
ATALARIMIZDAN MİRAS DEĞİL EMANET ÇEVRE...
– Doğaya hükmetme değil, yasalarını öğrenerek barış içinde birlikte yaşama!
   (peacefull co-existence, co-existence pacifiqué)
…..

temel ilkeleriyle güzelim dünyada insanca yaşamı sürdüreceğiz..

Bizi var eden ÇEVREMİZE şükranla…

Sevgi ve saygı ile.
05 Haziran 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Özgür Mumcu : Üreyelim arkadaşlar

Özgür Mumcu
Cumhuriyet, 01.06.2016
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır…)

Üreyelim arkadaşlar

Cumhurbaşkanı Erdoğan memleketimizin en meşhur vakfı TÜRGEV’de konuştu. Gerçi Cumhurbaşkanımız neredeyse 24 saat içinde İstanbul’un fethi törenlerinde ve gece yarısına doğru İzmir’de havaalanında da konuştu. Muhtemelen bu yazı yazılırken, matbaada basılırken ya da siz okurken de bir yerlerde konuşacak. 1990’lı yılların “konuşan Türkiye” sloganı meğer hayata böyle geçecekmiş.

Sayın Erdoğan, memleketimizin en meşhur vakfı TÜRGEV’deki konuşmasında en sevdiği konulardan birine yani aile, evlilik, çocuk kısaca zürriyet davamıza değindi:


“Zürriyetimizi artıracağız. Neslimizi çoğaltacağız,
nüfus planlamasıymış, doğum kontrolüymüş, hiçbir Müslüman aile böyle bir anlayış içinde olamaz. Rabbim ne diyorsa, sevgili Peygamberimiz ne diyorsa biz o yolda gideceğiz.”

Müslüman olmayan vatandaşlarımız kusura bakmasınlar, Cumhurbaşkanımız şimdilik onların zürriyetiyle ilgilenmiyor. Osmanlı millet sistemi de bunu gerektirir. Artık o vatandaşlarımız da kendi “milletbaş”larına danışsın.

Kürtaj, sezaryen, doğum kontrolü gibi meseleler Cumhurbaşkanımız olsun, hükümetimiz olsun büyüklerimiz tarafından sıklıkla ele alınıyor. Bunlar dünyanın birçok yerinde tartışma konusu. İnsanların cinsel hayatları, aile yapıları hakkında ayrıntılı fikirlere sahip, boş vakitlerinde bunlara kafa yoran bir siyasetçi tipi var.

Bunlar arasında benim favorim bir zamanların Romanya diktatörü Çavuşesku. Malum, kendisi aynı zamanda Bükreş’in ortasına dünyanın Kennedy Uzay Üssü ve Meksika, Teotihuacan’daki Tüylü Yılan Tapınağı’ndan sonra en büyük binasını yani Romanya Meclis Sarayı’nı dikmesiyle de biliniyor.


Çavuşesku büyük hayalleri olan biriymiş. Ülkesinin nüfus artış hızı hayallerine yetişmeyince derhal bir yasa çıkartmış. Romanya çapında kürtajı ve bütün doğum kontrol yöntemlerini yasaklayıvermiş. Bununla da yetinmemiş, 25 yaşın altında devlet çalışanı bütün kadınlara senelik jinekolojik muayene zorunlu tutulmuş. 25 yaşından büyük çocuksuz, bekâr kadınlar ile çocuksuz ailelere de senelik para cezaları kesilmiş.

Sonuç? Doğum kontrol yöntemleri yasadışı ve ancak büyük paralara karaborsadan bulunduğu için istenmeyen gebeliklerde büyük bir artış. Bunun sonucunda merdiven altı kürtaj operasyonlarında yükseliş. Yasağın sürdüğü senelerde kürtaj operasyonlarının arttığı biliniyor. Bununla beraber anne ve bebek ölümleri çok yüksek oranlarda gerçekleşmiş. Yetimhane ve hastanelere bırakılan sayısız bebek de cabası. Çavuşesku’dan sonra kürtajın serbest bırakılmasıyla zaman içinde kürtaj operasyonlarının yaklaşık on kat azaldığı görülüyor. Buna karşon, yaklaşık yirmi küsur yıl doğum kontrolünün yasaklandığı ülkede, doğum kontrol alışkanlığının yerleşmesi vakit aldığı için, Romanya hâlâ Avrupa’da kürtajın en çok yapıldığı ülkelerden biri. Nedeni ise serbest olması değil uzun bir süre yasaklanmış olması.

Peki, nüfusun artırılmaya çalışılmasının iddia edildiği gibi iktisadi büyümeye olumlu bir etkisi var mı? Bu konuda Aykut Attar’ın 2012’de TEPAV için hazırladığı Celasun Ailesi Özel Ödülü’nü almış “İktisadi Tarih Doğum Yanlısı Söyleme Karşı” başlıklı ayrıntılı incelemesine göre yanıt hayır.

Bir kez teşvik edici politikalar ve söylemlerin toplumda kaydadeğer bir karşılık bulduğunu söylemek zor. İnsanlar çocuk yaparken haliyle kendi önceliklerini dikkate alıyor. Bunun nedeniyse gelir artışı, eğitimin artması, kentleşme gibi birçok etmen.


Geriye Çavuşesku tarzı yöntemler kalıyor ki neticeleri ortada.


Sayın Erdoğan’ın “en az üç çocuk” söylemine başladığı yıl, yani 2008’de Nüfus Planlaması Yasası’nda birkaç değişiklik yapıldığını ancak yasanın hâlâ yürürlükte olduğunu da anımsatalım.

Doğum kontrolü ve kürtaj karşıtlığı aslen Batı’da sürmüş bir kültür savaşının önemli bir cephesi. Milli ve yerli derken yolun Vatikan ve Çavuşesku’nun cinsel politikalarıyla buluşması da sayın Cumhurbaşkanı’nın geniş vizyonunu gösteriyor.
==============================

Dostlar,

Ne söyleyeceğimizi bilemiyoruz..
Bu konuyu kezlerce yazdık sitemizde.

Erdoğan bir kez daha suç işliyor..
Yurttaşlar arasında Müslüman olan – olmayan ayrımı yapıyor..
Bu ülkenin milyonlarca çifti aile planlaması yöntemleri yıllardır kullanarak çocuk sayılarını ayarlıyor.
Bu insanların Müslüman olup olmadıklarına bu ölçüyle ” Müslüman aile planlaması yapmaaazz..” diye bağırarak Erdoğan mı karar / fetva verecektir?
Böyle yapılmasa idi, evlenen kadın neredeyse her yıl 1 çocuk doğurur ve en az 10 – 15 çocuklu olurdu aileler..

Erdoğan – Eminehanım da bu kapsamdadır. Normal cinsel yaşamla bu çiftin 4 değil belki de
14 çocuğu olurdu.. Kesin ki, bu çift de doğum denetimi (kontrolü) yöntemleri kullanmışlardır.

Erdoğan’ın çocukları da 1-2 çocuk yapmışlardır. Erdoğan kendi söylediğine kendi uy(a)mamakta, çocukları bile kendisini dinlememektedir.. Halkımız da takmamaktadır ve takmayacaktır.. Yaşamın acı gerçekleri belirleyici olacaktır. Erdoğan akıntıya kürek çekiyor.
Türkiye’de küçük aile normu, uzun yılların çabasıyla ve yaşamın gerçekleriyle yerleşmiştir.
Hatta aileler, TNSA 2013 çalışmasına göre istediklerinden çok çocuk sahibidirler (2.26 olan Toplam Doğurganlık Hızının 0,6’sı istemsiz doğumlar yüzündendir!). Bu, açık ve net bir
insan hakları ihlalidir ve sorumlusu, Anayasa’nın 41. maddesini ve 2827 sayılı yasa ile
ilgili uluslararası sözleşmeleri bilerek ve ısrarla çiğneyen AKP – RTE’dir..

Şunu da Erdoğan anımsamalıdır : Şu anki Sağlık Bakanı’nın 6 çocuktan sonra Bilkent’teki Atatürk hastanesinde eşinin tüplerini bağlattığını basın yıllar önce yazdı.. Örnekler çoktur..

Erdoğan, oy tabanı yoksul – az eğitimli insanlardan daha çok ve daha çabuk seçmen üretmelerini istiyor.. Acelesi var.. Cihat kuşaklarıyla ülkeyi kökten ele geçirmek.. Örn. Mısır’da olduğu gibi AKP neden % 88-90 oy alamıyor, RTE – AKP bunun ham hayalleri içindedir.
Çıplak tablo budur. Ülkenin geleceğini tıkadığı umurunda değil, ama farkındadır sanırız!
Ve hem Erdoğan adına hazindir hem de ülkemiz adına laiklik karşıtlığıdır, ayrımcılıktır
hem de Anayasanın 41. maddesine, Cumhurbaşkanlığı yeminine aykırıdır, çağdışıdır!

Erdoğan çaresizdir iktidarını sürdürebilmek için her yola başvuracağı anlaşılıyor..

Çok dikkat isteyen bir tümcesi de Milli Eğitimdeki müfredatın içeriğine yoğunlaşacakları söylemidir.. Buraya çoooook dikkat… Erdoğan, Halife – Sultan rejiminin mücahitlerini
daha bol ve daha hızlı yetiştirmek üzere kolları sıvayacak! TÜRGEV, Cemaat okullarından boşaltılan yeri dolduracak.. Temel işlevi bu. Yani senin değil benim Cemaatım kavgası..
Tayyip beyin FETÖ ile savaşımının (!) içyüzünü göremeyenlerin dikkatine getirmek isteriz.
Hem toplumun dokusu daha da dincileştirilmek isteniyor hem de muazzam rant kaynakları paylaşılamıyor..

*****
Biz çok utanıyoruz olup bitenden.. ortadaki sahipsiz utanç yükü, onu yaratanların
ağır sorumsuzluğu karşısında, onlar adına da… daha da büyüyor, büyüyor utancımız..
Temel insan hak ve özgürlükleri açısından, uygarlık tarihi açısından…

Türkiye koyu bir karanlık yaşıyor ve Erdoğan, bu karanlığı daha da koyulaştırma çabasında. Sağduyunun yerine minarenin süngü yelleri esiyor.. Bu çılgın gidişin 1 numaralı sorumlusu;
– “akil” AKP’liler ve AKP MKYK’sı,
– Erdoğan’ın danışman ordusu,
– yandaş basın ve
– nepotizm ürünü yüksek- bürokrasi

Mahşerin 4 Atlısıdırlar..

*****

Çarpıcı bir gerçeği daha açıklayalım:

  • Suudi Arabistan’da Taif’te yapılan bir araştırmada, 30-40 yaş arasında kadınların 2/3’ünün (%67,7) doğumu önleyici etkili yöntemleri (rahim içi araç – spiral ve aylık ya da 3 aylık enjeksiyonla hormonal yöntem), hastanede yasal olarak kullandıkları ortaya konmuştur.
    (
    Use of modern family planning methods among Saudi women in Taif, KSA).

Acı ironiye bakınız ki; Başbakan mutlak çaresiz, bile bile – güle oynaya
kaçak Sarayın giyotinine boynunu uzatan garibim Sadrazam Binali Paşa!

Ve hala, yıllardır….. Erdoğan’ın üniversite diploması ortada yok!. Galiba gerçekten yok!?
Olsaydı 40 bin milyon kez gözümüze gözümüze sokulmaz mıydı??
21. yy’da bu donanımda bir insan, bir imam, 80 milyonluk ülkenin geleceği ile
böylesine tehlikeli biçimde oynuyor; bölgesel ve küresel güvenlik sorunu hatta tehdidi durumuna gelmiş bulunuyor. Tablonun sürdürülebilir olmadığını, oyuncuları dahil, orta zekalı herkes görüyor.

Erdoğan’ın bilim ve gerçek dışı, din dışı, insanları yanıltıcı, ötekileştirci, damgalayıcı, suçluluğa itişi… vb. nedenlerle açıkça  suç olan bu sözlerine “tedbir”konulmasını öneriyoruz.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığını gerekli hukuksal girişimi yapmaya çağırıyoruz.
Anamuahalefet partisi CHP’nin de hukuksal girişim yaparak;

Erdoğan’ın bu sözlerinin söylenmemiş sayılması için

çaba göstermelidir. Tayyip beyin suç niteliğindeki sözleri kayıtlardan çıkarılmalıdır.
Yurttaşlar Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru da yapabilir sanırız. Gelebilecek olası bir
“tedbir kararı”, Türkiye’nin zor konjonktüründe bir kapı aralar, Erdoğan’a bir kez daha laiklik karşıtı davranışı nedeniyle uyarı anlamına gelir.Tayyip beyin zaten kabarık olan dosyasına eklenir..
*****

Çare, toplumsal muhalefeti örgütlemek ve birleştirmek!
Konjonktür çok uygun.
CHP -ve muhalefet- bunu yapmalı, acil ve kritik, 1 numaralı hedef ve görev bu..

Sevgi ve saygı ile.
01 Haziran 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazımızın genişletilmiş pdf biçimi : UREYELIM_ARKADASLAR

Prof. Aziz Sancar kanserin sırrını açıkladı

Prof. Aziz Sancar kanserin sırrını açıkladı

Nobel Kimya Ödülü sahibi bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar, kendi buluşu olan
DNA onarımının kanseri önlemede etkili bir mekanizma olduğunu vurgulayarak,

“Kanserin en büyük sırrı, sigara içmemektir.
Sigara içerseniz DNA onarımı başa çıkamaz, kanser olursunuz.” dedi.

Prof. Dr. Sancar, Dokuz Eylül Üniversitesi bünyesindeki İzmir Biyotıp ve Genom Merkezi’nde (iBG-İzmir) adının verildiği Prof. Dr. Aziz Sancar Oditoryumu’nda basın toplantısı düzenledi.

Kanseri önlemede DNA onarımının etkili bir mekanizma olduğuna işaret eden Sancar, konuşmasına,

  • “Kanserin en büyük sırrı, sigara içmemektir.
    Sigara içerseniz DNA onarımı başa çıkamaz, kanser olursunuz.”
    sözleriyle başladı.Kanser tedavisinden önce korunmanın gerekliliğini vurgulayan Sancar,
    DNA tahribatını onarıp, kanser ilaçlarının daha etkili olması için uğraştıklarını,
    çalışmaların şu an net bir düzeye ulaşmadığını ancak ulaşacağına emin olduğunu söyledi.
    Her şeyin temel bilime dayandığını vurgulaylan Sancar, şöyle devam etti:
  • “DNA’nın şekli 1953’te keşfedilmişti. Bu hem temel bilim, hem de sağlık bilimleri alanında büyük yenilik sağladı. Bunun üzerinde çalışanlar ‘Ben kanseri tedavi edeceğim‘ diye düşünmüyorlardı. Ben de DNA onarımı üzerinde çalışırken, ‘Ben kanseri tedavi edeceğim’ diye başlamadım. DNA nasıl onarılıyor, onu anlamak istedim ve onun mekanizmasını çözdüm. Bu, hem kanserin önlenmesinde hem de tedavisinde önemli olacaktır.
    Tıbbi bilim, temel bilime dayanmadan olmaz. Avrupa’dan, Amerika’dan devamlı
    ithal edemeyiz, kendimizi üretmeliyiz, bunu tekrar tekrar vurgulamak istiyoruz.”
     

    Gençlere Atatürk’lü mesajSancar basın toplantısının sonunda
    Nobel Ödülü’nü Anıtkabir’e teslim etme kararını anlatan Sancar, sözlerini şöyle sürdürdü:

  • “Ben Atatürk’ün yaptığı devrimlerin, Cumhuriyet’in çocuğuyum.
  • Beni  yetiştiren Köy Enstitüsü mezunlarıdır.
    Savur, Mardin ve İstanbul Tıp Fakültesi’dir. Ben onların bir ürünüyüm.
  • Onlar vasıtasıyla aldım ödülü.
  • Atatürk’ün ve Cumhuriyet’in ödülüdür. O bakımdan oraya aittir.
  • Nobel ilan edildiği gün tam bir kaostu, düşünecek vakit yoktu.
    İkinci gün biraz rahatladık.  Eşimle konuştuk. Eşim Türkiye’yi çok seviyor.
    İkinci gün ‘madalya Anıtkabir’e teslim edilecek‘ diye düşündük.

    Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk hakkında çok Kitap okuduğunu söyleyen Sancar, eğitimin o dönemde de büyük önem taşıdığını vurguladı.Atatürk’ün de eğitime büyük önem verdiğini kaydeden Prof. Dr. Aziz Sancar, Türk gençlerine de

  • “Gençler, ilkokuldan üniversiteye kadar politikayla uğraşmayın,
    günlük kültürle uğraşmayın, bilim yapın, tavsiyem odur.”
    diye seslendi.

========================================

Dostlar,

Helal olsun Prof. Aziz Sancar hocamıza..
İşte vefa budur…
İşte

– Kutsal Cumhutiyete,
– Büyük Atatürk‘e,
– Aydınlanma Devrimlerine inanç ve bağlılık budur..

İşte Türkiye Cumhuriyeti ile yurttaş olarak bütünleşme (integrasyon) budur..
“Ceberrut T.C.” (!), Prof. Aziz Sancar’ı assimile mi etmiştir??
Bu soruya hangi sağlıklı akıl “evet” diyebilir?
40 yıldır ABD’de yaşıyor Sancar hoca.. Eşi Amerikan..
Ama köklerine bağlı..
Aslını yadsıyana ne deniyordu??

  • Haramzade!****Yarın 31 Mayıs Dünya sigarayı bırakma günü..
    Sigara içen dostlar; Sancar hocanın uyarısına bir kez daha dikkat lütfen..
    Kendinize ve sevdiklerinize çooook değerli bir armağan olacak sigarayı bırakınız..
    Haydi, çok anlamlı bir şans verin sağlığınıza..
    Akciğer kanserlerinin %90’ının sorumlusu sigara!Akciğer kanserine yatkınlık genleri taşıdığınızı varsayalım..
    Sigara içmezseniz, içilen ortamda bulunmazsanız bu genler uykuda kalabilir
    ve kanser olmazsınız..Ya da; akciğer kanserine yatkınlık genleri taşımadığınızı varsayalım.. Sigara içer ya da içilen ortamda kalırsanız, sağlıklı genlerinizde mutasyon olur, Ardışık DNA zedelenmeleri onarılamaz
    ve başta akciğer olmak üzere öbür pek çok organ, sistem kanserine yakalanırsınız..

    Sigara içimi, toplam kanser riskinin yaklaşık 1/3’üne denktir!

    Tersinden söylersek;

  • Sigara içmemek, kanser riskini 3 birimden 2 birime indirir..
    Öbür 2 birimden biri yeterli – dengeli beslenmek ve fiziksel egzersizdir..
    Her gün en az yarım saat tempolu yürümek.. olağanüstü koruyucu etkilidir. Son 1/3 pay ise düzenli aralıklarla koruyucu sağlık hizmeti almak ve kanserin erken tanısını sağlamaya çabalamaktır.. Günümüzde pek çok kanser türü erken tanı ile etkili biçimde sağaltılabilmektedir.. Sağlık Bakanlığına bağlı KETEM‘ler bu amaçla hizmet veriyor..
    Örn. mammografi ile meme kanseri taraması ve pap smear (yayma) ile rahim (uterus) kanserlerinin erken tanısı etkin biçimde ve ücretsiz yapılmaktadır..
    50 yaş sonrası 10 yıl arayla 3 kez kolonoskopi de öyle..
  • Sigara içmeyerek kendini ve çok daha tehlikeli olan pasif sigara dumanından
    yakın çevresindekileri korumak, kişinin kendisine ve çevresine karşı vazgeçilmez bir
    ahlaksal ve etik sorumluluktur..
  • Sağlık Bakanlığı ALO 171 servisleri, psikolojik destek ve gerektiğinde ücretsiz ilaç desteği ile sigarayı bırakmak isteyenlere başarılı tıbbi hizmet vermektedir.
    Bu tıbbi destekle sigarayı bırakmak çok kolaylaşmıştır..2015 içinde Türkiye’de 170 bini aşan insanda yeni kanser tanısı kondu..
    Her yıl her yüz bin kişiden yaklaşık 220 kişide yeni kanser tanısı konuyor ülkemizde..
    Bu rakam dünya genelinde, GLOBOCAN verileriyle yılda 15 milyon dolayında ve
    Türkiye’de Dünya genelinden biraz daha çok kanser saptanıyor!..
    Başta gelen neden ise hala, yaklaşık 1/3 aslan payı ile sigara içimi!Bu gün 31 Mayıs Dünya Sigara İçmeme Günü…

    Sigara için dostlarımız kendilerine ve yakınlarına çok değerli bir armağan vererek
    sigarayı bıraktığını muştulayabilir!

    Bu gece yarısına dek özellikle müjde bekliyoruz dostlarımızdan..
    Sonrasında ise diledikleri zaman verebilirler bu armağanı önce kendilerine,
    sonra sevenlerine..

    Ama sakın geç kalmadan (kanser olmadan!)

    Sevgi ve saygı ile.
    31 Mayıs 2016, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK
    Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
    AÜTF Halk Sağlığı AbD
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

     

Tıbbın Alternatifi Olmaz Sempozyumu

Tıbbın Alternatifi Olmaz Sempozyumu

Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu tarafından düzenlenen
“Tıbbın Alternatifi Olmaz!”

başlıklı sempozyum, 28-29 Mayıs 2016’da İstanbul Tabip Odası’nın ev sahipliğinde gerçekleştirilecek.

Sempozyum, “Geleneksel, Alternatif, Tamamlayıcı Tıp” (GATT) başlığı altındaki
sağlık uygulamalarının giderek yaygınlaştığı Türkiye’de, GATT konularını derinlemesine tartışma ve bu başlıklara ilişkin hekim yaklaşımını ele alma amacını taşıyor.

Sempozyum programı için tıklayınız. 

================================================

Dostlar,

Sağlık Bakanlığı ve SGK BİLİMSEL TIBBIN dışında bir seçenek (alternatif) olmadığını tartışmasız kabul etmek zorunda..

Türk halkı / Ulusu; hacamatçılık – sülükçülük – kırıkçılık – sınıkçılık – hacı hoca üfürükçülüğü – tekke türbe ziyaretçiliği…  gibi ilkellik ve zavallılığa asla layık değildir!

Tüm yurttaşlarımız, başta ve öncelikli olarak KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİ
olmak üzere, en üstün standartlarda bilimsel tıp – sağlık hizmetlerine hakkı vardır.

Sağlık hakkıdoğuştan kazanılımış temel bir insanlık hakkıdır ve ulusal – uluslararası
pek çok hukuk metni, bildirgesi tarafından tanınmıştır.

Anayasa’nın 56. maddesinde herkesin sağlıklı yaşam hakkı tanınmış ve
Devlete temel görev verilmiştir.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi‘nin 25. maddesi de

SAĞLIK HAKKINI EVRENSEL BİR TEMEL İNSAN HAKKI OLARAK İLAN ETMİŞTİR..

IHEB-md-25

Türkiye bu Bildirgeye uluslararası hukuk katında taraftır, içeriği kendisini bağlayıcıdır
(Anayasa md. 90)

Ülkeyi talan edip alınterini yok edenler, yurttaşın en temel hakkı olan sağlık hizmetlerini vermek için kaynak bulamayınca, ilkel – çağdışı kimi uygulamaları ona yaraşır bulma utancı ile yüzyüzedir.. Onları teşhir ediyoruz..

IHEB_ve_saglik IHEB’in_66. yilinda_neredeyiz

 

TIP BİLİMİNİN / BİLİMSEL TIBBIN seçeneği (alternatifi) yoktur!

TIP BİLİMİ / BİLİMSEL TIP biriciktir

ve herkes, en yüksek düzeyde bilimsel tıp hizmetlerine erişme hakkına,
salt insan olması nedeniyle doğuştan sahiptir!

hicbir_ekonomik_zorluk_insan_sagligina_zarar_verici_bir_islemin_nedeni_olamaz

 

Kurultaya içten başarı diliyoruz..
Emek verenlere teşekkür ediyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
28 Mayıs 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü 28 Nisan 2016 Teması : İŞYERİNDE STRES ve Çağrışımlarımız..

Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü
28 Nisan 2016 Teması :
“İŞYERİNDE STRES.. Ortak bir zorluk..”

ILO_logo

 

İşyeri Sağlığı ve Güvenliği

ILO “işyerinde stres” ile ilgili farkındalığın artırılması ve
bu konuda ortak çaba gösterilmesi çağrısında bulunuyor.

(AS: Bizim kapsamlı irdelemememiz yazının altındadır..)

Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü 28 Nisan 2016 tarihinde

  • “İşyerinde Stres: Ortak bir zorluk” teması altında kutlanıyor.Konuyla ilgili yeni bir ILO raporu işyerinde stresin neden olduğu psiko-sosyal tehlikelerin görülme sıklığının farkına varılması ve bu tehlikelerin etkilerinin sınırlandırılması için ortak çabaların artırılması gereksinimine vurgu yapıyor.
Basın açıklaması | 28 Nisan 2016 Perşembe

 

Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG) Günü bu yıl Türkiye’de 2. kez kutlanıyor.
Bu yılkı Dünya İSG Günü’nün amacı, iş kaynaklı strese ve bu sorunun çalışma yaşamındaki yerine daha fazla dikkat çekmek.

“İşyerinde stres – ortak bir zorluk” başlıklı yeni bir ILO raporu bu sorunla ilgili genel farkındalık düzeyinin artırılması, konunun mevzuat ve politikalarda daha kapsamlı bir şekilde ele alınması ve konuyla ilgili verilerin toplanmasına daha çok ilgi gösterilmesi gereksinimini dile getiriyor.

İşyerinde stres, işyerindeki psiko-sosyal etmenlere bağlı olarak ortaya çıkmakta ve kişiden istenen işlerle, kişinin bu istemlerle başaçıkmak için kullanabileceği kaynaklar arasında bir dengesizlik olmasından kaynaklanmaktadır. Stresin etkileri kişiden kişiye değişmekle birlikte, stres gerek kalp-damar hastalıkları, tükenmişlik sendromu ve depresyon gibi sağlık sorunlarına; gerekse artan sigara tüketimi, sağlıksız beslenme ve uyku bozuklukları gibi davranışlara neden olabilmektedir.

Güvenilir ve karşılaştırılabilir verilerin elde edilmesi zor olmakla birlikte, Avrupa’ya ilişkin veriler 2009’da işgücünün ortalama %22’sinin stres yaşadığına ve yitirilen toplam işgünlerinin %50-60’ının işe bağlı stres nedeniyle yaşandığına işaret etmektedir (2009 AB Risk Gözlemevi Raporu). Bu sorun giderek artma eğilimi sergilemektedir.

ILO Türkiye Direktörü Numan Özcan, Dünya İSG Günü’nü kutlamak için yaptığı açıklamada şu hususa vurgu yapmıştır:

İşyerinde stres, maalesef günlük çalışma yaşamımızda çok sık karşılaştığımız bir gerçektir. Stres özellikle iş devamsızlığı (çok sık işe gelmeme) veya sürekli çalışma (mesai saatleri dışında çok fazla çalışma) şeklinde kendini göstermekte; çalışan motivasyonunu, memnuniyetini ve bağlılığını azaltmakta ve çalışan devir oranlarını artırarak verimliliği etkilemektedir. Bununla mücadele etmek için hepimizin kimi yöntemler geliştirmeye gerek var.” 

Bununla birlikte, Yeni ve Yükselmekte Olan Risklerle ilgili İlk Avrupa İşletmeler Anketi’ne (ESENER Raporu) göre, yöneticilerin %80’i psiko-sosyal risklerden endişe duyarken, yöneticilerin %33’ünden daha azının bu risklerle başa çıkmak için süreçleri bulunmakta.

Bu yılki ILO raporu da psiko-sosyal risklerin yönetilmesinin ulusal İSG politikalarına dahil edilmesi; psiko-sosyal risklerin, işyerinde değerlendirilmesi gereken riskler kategorisine alınması ve ruhsal ve davranışsal bozuklukların meslek hastalıkları listesine dahil edilmesi için, hükümetlerin, işverenlerin, çalışanların ve temsilcilerinin ortak çaba göstermesine gerek duyulduğuna vurgu yapıyor.

Ayrıca, endişelerini dile getirebilmeleri amacıyla işyerlerinde çalışanlara etkili bir söz hakkı verilmesinin sağlanması ve işyerlerinde, çalışanlar için sosyal destek sistemlerinin kurulmasının teşvik edilmesi de büyük önem taşıyor. Örneğin İş Teftiş Kurulları, sendikalar veya işletmeler tarafından gönüllü rehberlik malzemelerinin geliştirilmesi, daha resmi ve bağlayıcılığı olan düzenleyici standartların oluşturulmasında ilerleme kaydedilmesi için yararlı olabilir.

Bu yıl ILO Türkiye Ofisi, 2016 Dünya İSG Günü’nü İzmir Ekonomi Üniversitesi tarafından düzenlenen bir İSG Sempozyumu çerçevesinde İzmir’de kutlayacak.

Sendikal hareket, 1996 yılından bu yana 28 Nisan gününde iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle yaralanan veya yaşamını yitiren işçileri anıyor. ILO, ölüm ve yaralanmaların önlenmesine yönelik yıllık tematik (AS: konulu) kampanyalar düzenleyerek, bu günü hem bir anma günü hem de bir kutlama günü olarak kabul ederek bu kampanyaya 2003 yılında katılmıştır. (http://www.ilo.org/ankara/news/WCMS_475262/lang–tr/index.htm)

Daha çok bilgi için:
Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü 
İzmir Ekonomi Üniversitesi, İş Sağlığı ve Güvenliği Sempozyum

==============================================

Dostlar,

Büyük yoğunluğumuz nedeniyle bu konuyu 1 hafta gecikerek paylaşabiliyoruz.. 2 Mayıs 2016 günü İstanbul’da Ulusal Kanal’da EKOPOLİTİK Programında Sn. Çetin Ünsalan’ın konuğu olduğumuzda bu temaya değindik (https://youtu.be/CQaoA228SS0).

ILO’ya elbette çabaları için teşekkür ederiz.
Ancak işyerinde stresin, KüreselleşTİRmeden = Yeni Emperyalizmden kaynaklanan temel ekonomo – politik sorunlar kaynaklı olduğu asla gözardı edilemez. Bunlar başlıca;

– Yüksek İşsizlik tehdidi
– Esnek istihdam
– Güvencesiz istihdam
– Sendikal örgütsüzlük
– Yetersiz ücret; yoksulluk ve yoksunluk
– Emekli olamama kaygıları
– Sermayenin küreselleşerek spekülatif finans-kapitale (kumarhane kapitalizmine) dönüşümü
– ….

Bu temel, ciddi ve ağır sistematik sorunlara katılımcı ve işleyen – ussal çözümler üretmeden çalışanların iş – işyeri kaynaklı stresini yönetmek nasıl olanaklı olabilecektir? Yerel sermaye ile bütünleşerek (gerçekte onları yutarak!) iyice güçlenen ve tekelleşen küresel sermaye, giderek uzlaşmaz – dayatmacı tutumlar izlemektedir. Öyle ki; emekçilere, onca ağır vergi ve sömürü yetmezmiş gibi, son birkaç on yılda yepyeni (!?), post-modern (!?) bir vergi daha yüklenmiştir! Akıllara durgunluk veren KAN ve CAN VERGİSİ emekçilere vahşetle ödetilmektedir! Bu çarpıcı saptamanın kanıtları iş cinayetleri ve meslek hastalıklarıdır. ILO verisiyle (2015) her gün 865 bin emekçi çalışırken – üretirken işyerinde yaralanmakta – hastalanmakta – ölmektedir! Yılın 365 gününde bu rakam 316 milyon gibi muazzam bir büyüklüğe erişmektedir. Oysa bilimsel olarak meslek hastalıkları %100, iş kazaları –  cinayetleri %98 önlenebilir durumdadır. Üstelik son derece makul giderlerle.. Toplam üretim maliyetinin %5’ini geçmeyecek düzeyde. Ayrıca bu giderler vergi yasalarımıza göre gider gösterilerek vergi matrahından düşülebilirken. İşverenler  bu giderlerden kaçınarak, maliyeti topluma yansıtmakta ve yine ILO verileriyle (Takala, 2005) ulusal gelirin (GSMH) %4-6,5’i arasında daha ağır bir maliyet yüklemektedirler. Ayrıca yukarıda sıralanan nedenlerle de, sermayenin tunç yasası bağlamında kârlarını en çok kılmak (kâr maksimizasyonu) için ödünsüz çaba içindedirler.

Burada son derece önemli bir makro soruna daha mutlaka vurgu yapmak gerekiyor : Nitelikli olmayan (unqualified) emekçilerin işyerlerinde döngüsü (turnover) çok hızlıdır. Daha açık bir anlatımla niteliksiz emekçiler 2-3 yıl çalıştırılıp çıkarılmakta, yerlerine yenileri alınmaktadır. Nitelikli çekirdek emekçiler işte tutulmakta ancak öbürleri hızla yenilenmektedir. Benzetmek incitici ama adeta garanti süresi dolmadan! Dolayısıyla bu işletmelerde meslek hastalıkları da görülmüyor (!). Tıpta (Epidemiyolojide) bu aldatıcı duruma ironik olarak “sağlıklı işçi etkisi” denilmekte. Nitekim dünya genelinde yıllık toplam meslek hastalığı saptaması 1 milyonu aşmıyor.. Küre genelinde yaklaşık 3 milyar emekçide yıllık %o4-12 beklentisiyle (Harrington JM, Gill FS, Aw TC, Gardiner K. Occupational Health4th Edition 1998) her yıl 12-36 milyon yeni meslek hastalığı beklenirken salt 1 milyon olgu (yarısı Çin ve ABD’den), emekçilerin bu dertlerine tanı bile konulamadığını kanıtlamaktadır (gizli meslek hastalıkları salgını!).

Oysa üretim maliyetinin vergiden düşülebilecek %5’i dolayındaki giderle %98-100 oranında önlenebilecek iş cinayetleri – meslek hastalıklarının bedeli, kezlerce katlanan maliyetle (ulusal gelirin %4-6,5’i) sermaye tarafından topluma yansıtılmaktadır. Bu kapitalist politika etik – moral olmadığı gibi yasal da değildir ama eylemli (de-facto) gerçek budur. Bu sorunun küresel ölçekte ele alınarak mutlaka çözülmesi gerekir.Bu kabul edilemez ve sürdürülemez işleyişin 2 büyük yükü daha var.. İlki sosyal güvenlik bağlamında. 2-3 yılda bir doldur – boşalt emekçiler geçici – esnek istihdam ile SGK’ya 25 yıl / 7500 gün prim ödeme koşulunu nasıl yerine getirebileceklerdir emekli olabilmek için? Bu hovarda – sorumsuz rejim günümüzden alarak 25 yıl kadar sürdürülürse, 50’li yaşlara gelecek milyonlarca nitelikli olmayan işgücü nasıl emeklilik hakkı kazanacaktır? Üstelik belli ölçülerde adı konmayan meslek hastalıkları bulguları olan, ufak – tefek, orta boy iş kazaları ile kimi engellilikleri yüklenen bu emekçiler, dev bir sosyal güvenlik karabasanı doğurmayacak mıdır?

İkinci makro-ekonomik, makro-politik sorun Demografik fırsat penceresi açısındandır. Türkiye halen bu Pencere dönemindedir ve eldeki nüfus artış verileriyle iyimserlikle en az 35-40 yıl daha bu dönemi yaşayacaktır. Yani, hızlı ama çok anormal olmayan bir nüfus artış hızıyla (2015’te %1,34; 1 milyon 45 bin artış!) Türkiye, çok genç nüfusuyla 35-40 yıl daha “yaşlı” bir nüfus olmadan “genç nüfus” niteliğini koruyan, bu avantaja sahip dinamik bir denge durumu.. Bu dönemde yapılacak en önemli yatırım, eldeki insangücünün niteliğini iyileştirmektir. Bunun da 2 temel dayanağı vardır; Sağlık ve Eğitim. Eldeki büyük nüfusun (80 milyon!) sayısını daha hızlı artırmayı asla dayatmaksızın (sandviç toplum olma riski!) insangücünün sağlığını ve eğitimini daha da iyileştirmek.. Bu yolla üretimin miktar, çeşit ve niteliğini akıllıca yönetmek..

Türkiye bu 2 büyük makro stratejik tehdit ile yüz yüzedir. Siyasal tercih şansı yoktur ve küresel sermaye ile bütünleşen yerel sermayenin akıl dışı ve sürdürülemez dayatmalarına – vesayetine dur demek zamanı gelmiştir.

Keşke ülkemizde de bu tür tabloların verilerini yükleyerek bilgisayarda benzeşim (simülasyon) uygulamaları ile öngörü (prediction, estimation, projection) yapabilecek kurumsal altyapı olsa ve bizler de sayısal karar verme süreçleri (quantitative decision making procedures) ile bilimsel yönetim ve politika (politics değil policy) izleyebilsek.. Siyaseti, seçim kazanma nedeniyle “dilediğini yapabilme” olarak görme ilkelliğinden kurtulabilsek. Alaturka anlayışın yerini “halk – ülke için en iyisini yapma” sorumluluğu alsa.. Bunun da biricik yolunun, büyük ATATÜRK‘ün vurguladığı üzere AKIL VE BİLİM / BİLİMSEL AKILCILIK olduğunu kavrayabilsek..

*****

– Emek örgütleri, ILO ile birlikte sorunu BM gündemine taşımalıdır. BM Genel Kurulu ya da Güvenlik Konseyi bu yakıcı sorunu tartışmalı ve ILO tarafından güncellenen en temel – olmazsa olmaz (essential) işçi sağlığı – iş güvenliği normlarını yaptırıma bağlayarak benimsemelidir. BM bu normlara uyulmasını Dünya Ticaret Örgütü ile birlikte sıkıca denetleyerek sağlamalı, örneğin anılan enaz (asgari) sağlık – güvenlik koşullarına uyulmadan üretilen mal ve hizmetler bir yeterlik damgası (CE gibi..) alamamalı, küresel dolanıma çıkarılamamalıdır. 21. yy. başında küresel sermaye hala yabanıl (vahşi) dayatmalarını sürdür(e)memeli, artık biraz matüre olmalı, evrimleşmeli, uygarlaşmalı ve maksimum kâr dayatmasını terk ederek “makul kâr” a gelmelidir. Bu gelişmenin kendiliğinden olacağını beklemek elbette gerçekçi değildir. Emeğin, tüm güçlüklere karşın örgütlenmesi, sendikal gücünü pekiştirmesi ve en önemlisi yeni müttefikler bulması gereklidir. Bu bağlamda en önemli ortağın, 21. yy’da iyice belirginleşen

– yüksek öğrenimli ama işsiz,
– diplomalı ama yoksul,
– bileziği var ama sömürülen
– çalışsa bile yoksul – yoksun
– Dil ve bilişim bilen
– Gelecek kaygısı içinde ve güvence arayan…

yüz milyonlarca genç!

Sanırız Marx‘ın sanayi proleteryası, 21. yy’da küreselleşen kapitalizmin (yeni emperyalizmin!) ürettiği, yukarıda tarihsel handikaplarını sırladığımız postmodern proleterya ile ittifak ile, birkaç kuşak sonra, ama diler ve umarız ki 21. yy. bitmeden bu kadim vahşet düzenine son verebilecektir.

Emek en yüce değerdir.. Emeğe saygı, insan olmanın baş koşuludur..

Selam olsun dünyanın tüm -birleşen- ezilen emekçilerine!

Sevgi ve saygı ile.
05 Mayıs 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ILO Raporu için http://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/—ed_protect/—protrav/—safework/documents/publication/wcms_466547.pdf

19 yansılık sunu için : http://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/—ed_protect/—protrav/—safework/documents/publication/wcms_473267.pdf

İŞ-İŞÇİ SAĞLIĞI EPİDEMİYOLOJİSİ..

İŞ-İŞÇİ SAĞLIĞI EPİDEMİYOLOJİSİ..


Değerli Site Okurlarımız,

Sevgili Genç Halk Sağlıkçılar (Asistan arkadaşlarımız),

AÜTF (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi) Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda,
2 yılda bir “Yıllık Asistan Eğitim Programı” uyguluyoruz..
Yıl boyunca haftada 3 kez 3’er saatlik Seminer sunumları yapıyoruz..
16 modülde 103 konu başlığımız var ve toplam eğitim süresi 309 saati buluyor.
Bu programda bizim üstlendiğimiz 12 konudan (36 saat) biri, 3 saat süreli

İŞ-İŞÇİ SAĞLIĞI EPİDEMİYOLOJİSİ..ISG_Epidemiyolojisi_Asistan_Dersi_Ahmet_SALTIK

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu sununun power point yansılarını pdf olarak aşağıda sunuyoruz.
Ülkemizde son derece önemli iş-işçi sağlığı ve güvenliği sorunlarımız var.
Her gün 4-5 emekçimiz iş cinayetlerine kurban gidiyor.
Meslek hastalıkları; her yıl onbinlerce tanı konmak gerekirken 500’ü bile bulmuyor!
Ölümlü iş kazalarında Avrupa’da 1., Dünyada 3. sıradayız..
Oysa bu sorunları akılcı yönetimlerle, karşılanabilir parasal giderlerle çok iyileştirebiliriz.
Sorun çok etmenli ve ağırlıklı olarak ekonomi-politik..
Biz sağlık çalışanlarına, sorunları çok boyutlu olarak irdelemek ve bilimsel verileri
ortaya koymak düşüyor.. Ardından da emeğin ve emekçinin savunuculuğunu yapmak..

İş-İşçi Sağlığı Epidemiyolojisi bizlere bu süreçte çok değerli araçlar (Kanıtlar) sağlıyor..
Epidemiyoloji, Halk Sağlığının omurgası neredeyse..
Halk Sağlıkçılarının da..

Yararlı olması dileğiyle..
Ülkemize birşeyler üretirken yaşamlarını yitiren iş cinayeti kurbanlarına ve
engelli (yeti yitimli) kalan tüm emekçi kardeşlerimize sunuyoruz..

Lütfen tıklar mısınız bu dosya için?? (134 yansı, 4212 KB)

IS_Sagligi_epidemıyolojisi_Asistan_Dersi_Ahmet_SALTIK

Sevgi ve saygı ile.
13 Nisan 2016, Ankara (güncelleme)

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Tıbbın konusu!

Konuk yazar…
Tünay SÜER

Tıbbın konusu!

(AS: Bizim kapsamlı irdelememiz bu yazının altındadır…)

Ülkemizde kan gövdeyi götürürken, kimsenin can ve mal güvenliği yokken,
iktidarın en güzel yaptığı şey halkı kandırmaya çalışmak.
Nasıl mı? Başbakanlığı tartışılan Davutoğlu’nun sözlerine bakalım.
Diyarbakır’a gitmiş, çelik yelek giymemiş. Korkmamış da…
Sokaklara çıkın, teröre prim vermeyin diyor…
Sanki çevremizde 500 koruma varmış da, etten duvar örmüşler gibisine (!)…
Terörle mücadelede çok başarılılarmış. Bilmem kaç barikat yıkılmış,
Yüzlerce hendek kapatılmış, Binlerce patlayıcı imha edilmiş,
Silahlar, bombalar ele geçirilmiş. Göğsünü gere gere anlatıyor.
Peki, bunca mühimmatı PKK üretemediğine göre nasıl elde etti?
Tüm bu saydıklarını PKK nasıl ve ne zaman hazırladı?
Bu ülkede devlet yok muydu? Bu ülkede hükümet yok muydu?
Siz neredeydiniz minik başbakan?
Ha, belki diyecek ki ben daha çiçeği burnunda bir başbakanım.
Tamam, tamam da yıllarca dışişleri bakanı kimdi?
Belki olanlar karşısında akıl tutulması yaşayan % 50’yi kandırabilirsiniz ama
aklı başında olan kimseyi inandıramazsınız.
***
Türkiye bugün itibarını kaybettiyse (AS: Saygınlığını yitirdiyse) ve bu duruma gelmişse,
Unutmayın sizin iktidarınız ve muhalefetin sayesindedir.
Gelmiş geçmiş hiçbir iktidar döneminde bunca yolsuzluk ayyuka çıkmamıştı.
Yine hiçbir iktidar döneminde iddia edildiği gibi liderin, bakanların ve yandaşların
mal varlığında ortaya çıkan astronomik artışlara ulaşan yükseliş görülmemişti.
Hiçbir iktidar özgürlükçü demokrasi vaadiyle Türkiye’yi çağın gerisine götürmeye kalkışmamıştı. Suçluyu yakalayan veya ifşa eden hapise tıkılmamıştı.
Hiçbir yolsuzluğun üzeri,  darbe yapacaklardı diye kapatılmamış ve onlarca aydın,
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin güzide askerleri aynı suçlama ile zindanlara kapatılmamıştı.

PKK ile masaya oturulmamıştı.

Mühimmat, bomba depolaması, öz yönetim ilan etmesi yol kesmeleri..
Şanlı bayrağımızın gönderinden sökülmesi asla olmamıştı.
Ve her gün bunca şehit haberi gelmemişti.
***
Devlet kasasından servetine servet katan yandaşlar çoğalırken öte yanda yoksul,
ekmek bulamayan kitlenin sessizliğe bürünmesi ve biat etmesi anlaşılır gibi değilse,
Türkiye’nin yarısında akıl tutulması var demektir.
İşte yeni Türkiye dediğiniz, yarattığınız ülke budur.
Gece yastığa kafanızı koyduğunuzda rahatsanız, ne kadar öğünseniz azdır.
***
Gelelim cumhurun başı olan eski başbakana…
Pardon! Bu eski başbakan sözümü geri alıyorum.
Eskimeyen başbakandır o… Çünkü elan Türkiye’yi tek başına yönetiyor.
Demek ki O’nun aklı AKP’deki tüm bakanlardan, milletvekillerinden daha üstün.
Ne yaparsa yapsın, öyle bir kitle yarattı ki, hepsi sanki efsunlanmışlar.
Haydi, fakir ve cahil kesimi anladık da, içlerinde nice okumuş hatta profesör çıkmış akademisyenler var. Akademisyenlerden söz açmışken;
Bu ülkede ve 21. Yüzyılda
– “Halifelik sistemine bir ihtiyaç varsa, bu sistem kurulacaksa,
bu neden Recep Tayyip Erdoğan olmasın?”
– “Hilafetin yeniden gündeme gelmesini ve Türkiye’nin tüm İslam devletlerinin başına geçmesi gerektiğini” söyleyen, aydın geçinenler varsa, Erdoğan’ın yaptıkları azdır bile.
Bunları söyleyenler yağcı takımları, dalkavuklardır.
Erdoğan’ı çok sevmelerinden ötürü değil tabi ki.
Bir kısmı geçmişte Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarının torunları,
bir kısmı da korkaklar, prim yapmak isteyenlerdir.
Ya diğerleri? Yahu bunların hiçbirisi de uyanmazlar mı?
Hayret!
Birkaç gün önce CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu bir söz etti.
Amacı 45 çocuğa yapılan cinsel istismarı unutturmamak, Aile ve Sosyal işler Bakanı
Sema Hanımdan görevini yapmasını bu çirkin olayın üzerine gitmesini istemekti.
Sözleri çarpıtıldı. (Böyle olacağı belliydi aslında.)
Yandaş medya bombardımana tuttu adeta. Tuh! Yazıklar olsun hepsine de.
Türkiye’nin nereye gittiği hiç umurlarında değil. Varsa yoksa dertleri çıkar sağlamak…
Erdoğan’ın “Kuvvetler uyumu ”dediği sözün ardında krallık ve monarşinin yönetim biçimi olan Kuvvetler Birliği, Yasama – Yürütme ve Yargı’nın tek elde toplanması yatmaktadır.
AKP’li vekil Ensarioğlu;
* “Aslında şimdiki sistem bizim daha çok işimize yarar. Yasama bizim elimizde,
yürütme bizim elimizde, yargı bizim elimizde.” diyerek bunu açıkça itiraf etti.
Evet, şimdilik her karar Erdoğan’ın yetkisinde ama bunu meşrulaştırmadıktan sonra
içi rahat değil. Erdoğan bulunduğu mevkinin ağırlığını taşıyamayan, her zaman sokak ağzıyla konuşan bir kişidir. Demek ki bu millet bundan anlıyor!
Şimdi Kılıçdaroğlu’na var gücü ile saldırıyor. Gittiği bir toplantıda;
“Artık bizim için ana muhalefet partisinin genel başkanlık koltuğu boştur, sakıttır.
Bizim için bu zat yok hükmündedir. Kendisi cezai ehliyet sahibi olmaktan çıktığı için
ne söylerse söylesin, ne yaparsa yapsın bizim açımızdan mazurdur, tıbbi sorundur. ”diyor.
Vah!  Vah! Vah!
Oysa ülkede siyasetçi olmaktan çıkmış, tıbbın konusu haline gelmiş kimlerin olduğu bellidir.
Türkiye değişiyor ve karanlıklara doğru hızla yol alıyor. Baksanıza, Bakan hanım;

“Cinsel istismar ve saldırı haberlerinin sık verilmesinin çocukları ve aileleri rencide ettiğini”  söylemiş! Varın gerisini sizler düşünün…===============================================

Dostlar, 

Konuk yazar Sayın Tünay SÜER‘in yazısına ekleyecek birşey var mı?? Var…
En iyi savunma saldırıdır.. denir. Ne denli doğru acaba??
Üstelik en ağır biçimde saldırarak, bindirme paralı AKP’li kadın kıtalarını harekete geçirerek..
Kentlerin duyuru panolarını Sayın Kılıçdaroğlu’na kınama posterleriyle donatarak..
Bu işlerin finansmanı mı dediniz??
Bir de bu mu sorulacak?? Kaç örtülü ödenek var el altında, Türkiye’nin rantı peş keş çekilen besleme kıtalar hazırolda beklemede.. Belediyeler de.. Gerektiğinde havuza yüz milyon Dolar attırılan AKP zenginleri.. Sonra AKP iktidarından mutlaka kaz geliyor tavuk feda edildiği için..

Cumhurun başı Anayasal düzenin orkestra şefliği yapacağına,
saldırı kıtalarının başına geçip bizzat ve en üst perdeden yönlendiriyor.
AKP’li vekiller, bir utancı TBMM’de blok (sürü psikolojisi?!) oylarıyla reddettikten sonra, Bakan Sema Ramazanoğlu’nu “kutlama” (!!!??) kuyruğuna girebiliyorlar..
Bu mu normal ve “milli irade” ye saygılı – uygun olan ???
Bir kadın doktor olarak Sema hanım, ırzına geçilen 45 çocuk adına saçını başını yolacağına,

“Bir kez bir olay oldu diye Ensar vakfını yaralamayalım…” anlamında konum alıyor!?

TTB (Türk Tabipleri Birliği), Tıbbi Deontoloji Tüzüğü ve Hekimlik Meslek Ahlakı İlkeleri’ne aykırı davranışı nedeniyle Dr. Sema Ramazanoğlu hakkında
mutlaka ve gecikmeden disiplin soruşturnası başlatmalıdır. 

Böylesine bir suç;

– Yoksul çocukların dinci vakıfta din öğretmeleri tarafından ırzına geçilmesi,
TÜM İNSANLIĞA KARŞI işlenmiş bir suçtur. Bağışlanması olanaksızdır.
Kaldı ki; suç 1 kez değil, 45 çocuğa karşı kezlerce yinelenegelmiştir
Sapık din dersi öğretmeni masum, küçük, yoksul erkek çocuklarından Harem kurmuş!
 
Suçlar genellikle 1 kez işlenir. Örn. cinayet.. Yinelen(e)meme suçu kaldırmaz, “tekrarlama” dan kaynaklanan ceza ağırlaştırılmasını durdurur. Bakan hanım aynaya bakmalı ve vicdanının – sağduyusunun sesini dinleyerek istifa etmeli ve başta bu 45 masum yoksul çocuk ve aileleri olmak üzere tüm Türkiye’den, tüm insanlıktan özür dileyerek köşesine çekilmelidir.
Ya da var gücüyle sorunun üzerine gidip, gücü yetiyorsa köklü çözümlere kavuşturup
öyle istifa etmelidir. Böyle bir planı varsa, onu da baştan kamuoyu ile paylaşmalıdır.
Bu çocuklara ve ailelerine, damgalanmaksızın, uzun yıllar psikolojik – psikiyatrik destek sağlanmalı, tıbbi olarak izlenmelidirler.Yaşamın tüm alanları kadınlı – erkekli, doğaya ve insanın doğasına uygun paylaşılmalı; insanların sağlıklı Sosyalleşmesi için toplumsal – hukuksal – kültürel – geleneksel önlem demetleri bilimin ışığında yaşama geçirilmelidir.

Kadınların artık askerlik de yaptıkları, Başbakan olduğu ülkemizde,
tüm toplumsal cinsiyet (gender) ayrımı odakları dışlanmalı,  ayıklanmalıdır.
Başta Milli Eğitim, kız – erkek okulları ayrımı hemen kaldırılmalı, eğitim karma olmalıdır.

 

Sevgi ve saygı ile.
11 Nisan 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com