Etiket arşivi: Prof. Dr. Ahmet SALTIK

1 MAKALENİN DERGİDE YAYINLANMA ÜCRETİ İNDİRİMLİ 600 Dolar!

1 MAKALENİN DERGİDE YAYINLANMA ÜCRETİ İNDİRİMLİ 600 Dolar!

banner header
Submit your research to Journal of Primary Care & Community Health— now publishing open access
About the journal

Journal of Primary Care and Community Health (JPC), published quarterly, offers peer-reviewed evidence about the practice, impact and outcomes of primary care services and community health programs. Evidence in the form of hypothesis-testing studies is presented, either in the form of pilot projects or larger intervention projects. This facilitates exchange of new information and approaches to assessing performance, and bridges the gap between medicine and public health at the grass-roots level. This journal is a member of the Committee on Publication Ethics (COPE).

JPC is transitioning to a Gold open access journal in 2017 and will publish all new content open access. New submissions will be subject to an Article Processing Charge (APC) if accepted after peer review. The APC is 600 USD, discounted from the full rate of 1,200 USD.

View the Manuscript Submission Guidelines for full author instructions.

journal cover

Editor: James E. Rohrer, PhD, Walden University

Ranking: 2015 SJR (SCImago Journal Rank)
Score: 0.552 | 578/1779 Medicine (miscellaneous) (Scopus®)

*****

Dostlar,

Article Processing Charge (APC) if accepted after peer review. The APC is 600 USD, discounted from the full rate of 1,200 USD.

“Birincil Bakım ve Toplum Sağlığı” başlıklı ve bizim Tıpta Uzmanlık alanımzıla doğrudan ilgili bir derginin çağrısını ve rekleamını sunduk yukarıda..

Kırımız renkli İngilizce bölüm ise Makale işleme ücretinin, hakem okuyuculardan geçip yayıma kabul edilmesinden sonra 1200 Dolardan İNDİRİMLİ 600 Dolar olduğunu görüyoruz.

Hangi genç akademisyen adayı bu parayı ödeyebilecek ve uzmanlık / doktora sırasında en az 1 uluslararası yayın yapabilecektir? Haydi TÜBİTAK, TÜBA, Üniversitelerin BAP (Bilimsel Araştırma Projeleri) fonundan az çok kaynak desteği sağladı diyelim.. Makro ölçekte Türkiye yılda 20 bin yabancı yayın yapsa, bunun faturası nasıl ödenecektir??

Neden ve kimlere ödenecektir??

Görülüyor mu hayın ve boğucu kuşatma??
AKP – RTE ise hala topluma zorla İHL dayatmakta, hatta ortaokul düzeyine çekmekte..
Türkiye’nin en seçkin Liselerinden İstanbul Erkek Lisesi bu yıl hala öğrencileri için pansiyon sahibi değil.. Türkiye’nin en zeki çocukları (120 sorulu TEOG sınavında en çok 1 yanlışı olan!), çok zorlu sınavlarla kazandıkları bu Lisede, İstanbul dışında gelenler eğitim haklarını nasıl kullanabilecekler?? Neden yaz boyunca hazırlıklar ciddi sorumlulukla yürütülmedi de bu kabul edilemez, insanları isyan ettiren sorun ortada duruyor!?.. (yeğenimiz nedeniyle biliyoruz..)

FETÖ’den el konan en güzel binalar ve yurtlar İHL’lere ve hangi dinci vakıflara verildi??

Biz nasıl bilim insanı yetiştireceğiz ve uluslararası indekslerde site edilen (yer verilen) dergiler çıkarabileceğiz??

YÖK, TÜBİTAK, TÜBA, Bilim ve Sanayi Bakanlığı (Bakan Dr. Faruk Özlü) ne düşünürler acaba??

Türkiye bu hengame içinde iken bu konuyu gündeme getirmemiz yerinde mi acaba?
Bu sorumuz sağlıklı mı acaba??

Sevgi ve saygı ile.
24 Ağustos 2016, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

Prof. Mehmet Haberal Dünya Organ Nakli Derneği Başkanı seçildi.

Türkiye’yi gururlandıran haber

Prof. Dr. Mehmet Haberal, 105 ülkeden 6700 organ nakli uzmanı üyenin internet aracılığıyla oy kullanarak katıldığı seçim sonunda, Dünya Organ Nakli Derneği Başkanı seçildi.

Türkiye’yi gururlandıran haber

(AS :  Bizim katkımız yazının altındadır..)

Prof. Dr. Mehmet Haberal, 105 ülkeden 6700 organ nakli uzmanı üyenin internet aracılığıyla oy kullanarak katıldığı seçim sonunda, Dünya Organ Nakli Derneği Başkanı seçildi.

Prof. Dr. Mehmet Haberal, dünyanın en büyük ve en saygın organ nakli derneğindeki yeni görevine 2016-2018 döneminde “Seçilmiş Başkan” olarak başlayacak, görevini 2018-2020 döneminde Dünya Organ Nakli Derneği Başkanı kimliğiyle sürdürecek. Prof. Haberal’ın yeni başkan seçildiği haberi, derneğin tamamına yakın üyelerinin katılımlarıyla Hong- Kong’da yapılan ve kuruluşun 50. yıldönümünün de kutlandığı 26. Dünya Organ Nakli Genel Bilimsel Kongresi’nde açıklandı.

Prof. Haberal, Üçüncü Millenyum’un başladığı 2000 yılında Roma’da düzenlenen 18. Dünya Organ Nakli Bilimsel Kongresi’nde de meslektaşları tarafından onurlandırılmış, o kongreye dünyanın her köşesinden katılan 5 binin üzerindeki organ nakli uzmanı tarafından “Dünyanın en başarılı 14 organ nakli uzmanından biri” seçilmiş ve Papa tarafından verilen “Organ Nakli Öncüleri” yazılı madalyanın sahibi olmuştu.

105 ülkeden 6700 organ nakli uzmanının üye oldukları bu saygın kuruluşunun başkanı seçilmesinden sonra yaptığı konuşmasında Prof. Haberal, önce Atatürk’e, sonra meslektaşlarına şükranlarını bildirdi. Prof. Haberal şöyle dedi:

  • “Konusunda, dünyanın en büyük ve en saygın kuruluşu olan yarım yüzyıllık Dünya Organ Nakli Derneği’ne başkan seçilebilmemi başta, ülkemin kurucusu ve milletimin çağdaş bilgilerle yetişmesini sağlayan Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyum. Bu nedenle önce, Atatürk’e minnet ve şükran duygularımı bildiriyorum. Ayrıca, benim için gurur verici kararlarıyla, dünyanın bu uzak köşesinden bana, özellikle büyük özlemini duyduğumuz bugünlerde milletime güzel bir haber göndermek olanağı sağlayan dünyadaki tüm meslektaşlarıma sonsuz teşekkürlerimi bildiriyorum.”

Prof. Haberal derneğin 50. kuruluş yıldönümünün de kutlanacağı 2016 yılı toplantısının İstanbul’da yapılması için 2008 yılından başlayarak tüm üyelere özel tanıtım kitapları ve CD’leri göndermiş, 2010 yılında yapılacak kent seçiminde yarışacak üç aday kentten birinin İstanbul olmasını sağlamıştı. Bu çalışmasından kısa bir süre sonra Prof. Haberal, 13 Nisan 2009 tarihinde “Ergenekon kumpası” kapsamında tutuklanmış ve 300 bin adet basılan ve dört dilde yayımlanan “Suçum Ne?” başlıklı bir kitap yazmasına ve aynı soruyu her duruşmasında yargıçlar kuruluna sormasına karşın kimsenin bilemediği ve açıklayamadığı nedenden 4,5 yıl Silivri Cezaevi’nde kalmıştı.

Dünya Organ Nakli Derneği Başkanı Jeremy Chapman ve yönetim kurulu üyeleri, derneğin 50. kuruluş yıldönümü kutlama toplantısı ve 26. Dünya Organ Nakli Bilimsel Kongresi’nin yapılacağı kentin seçimini 2010 yılının üçüncü ayına değin beklettiler ve…Sonunda İstanbul’u aday kent listesinden çıkarmak zorunda kaldılar. Yöneticilerin bu kararının nedeni, Başkan Jeremy Chapman’ın, Ergenekon soytarılığı kapsamında Silivri Cezaevi’ndeki meslektaşı Prof. Dr. Mehmet Haberal’a gönderdiği 16 Şubat 2010 tarihli ve “Lütfen bize hak ver” dediği şu mektubunun satırlarında yeralmakta:

“Sevgili Mehmet,

Dünya Organ Nakli Derneği’nin 2016’daki Genel Kongresi’nin İstanbul’da yapılması kararı için daha fazla bekleyebilmemizin olanaksız olduğunu bildirmek zorundayım. Şu an içinde bulunduğun durum göz önüne alındığında, Türkiye Organ Nakli Derneği’nin 2016 yılında İstanbul’da senin öncülüğünde bir kongre düzenlemesinin mümkün olmayacağı konusundaki görüşümüzü, en iyi niyetle senin anlayacağından eminim. Ayrıca, seni haksız yere tutuklayan Türk makamlarına, daha önceleri yaptığımız gibi bir işbirliğinde bulunmayı bu kez önermek istemiyoruz. 2016 yılı Genel Bilimsel Kongremizin yapılacağı kentin seçimini, bu nedenler sonucu, İstanbul’un dışında kalan öteki iki aday kent, Buenos Aires ve Bangkok arasında yapmaya karar verdik. Derneğimizin 2010 Küresel Profesörlüğü’ne ilişkin yerleri tespit ettiğimde seninle tekrar temas kuracağım.

Sağlığın ve iyiliğin için en iyi dileklerimle,
Jeremy.”

Sabriye Aşır
Odatv.com, 22.08.2016
====================================

Biz de çok gururlandık dostlar..

Sn. Prof. Haberal meslek büyüğümüzü kutluyoruz gönülden..

Hele Başkan seçildikten sonraki şu sözleri için kendisini ayakta alkışlıyoruz :

  • …başkan seçilebilmemi başta, ülkemin kurucusu ve milletimin çağdaş bilgilerle yetişmesini sağlayan Mustafa Kemal Atatürk’e borçluyum. Bu nedenle önce, Atatürk’e minnet ve şükran duygularımı bildiriyorum

    Diliyoruz AKP – RTE biraz aynaya baksınlar ve ders çıkarsınlar..
    Erdoğan o kumpas davalar açıldığında Başbakandı ve

  • “Ben bu davanın savcısıyım..” diye gürlüyordu. Ergenekon soytarılığı davasının kumpasçı savcısı Zekeriya Öz‘e Başbakanlığın zırhlı özel aracını sunmuştu.

    Bir Başbakan böylesine derin ve vahim “kandırılabilir mi?” yoksa birileri, bu masallara inanmamızı isteyerek bizi ti’ye almayı sürdürüyor mu??

Sevgi ve saygı ile.
22 Ağustos 2016, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Göller kuruyor; bakıyoruz!

Göller kuruyor; bakıyoruz!

Tayfun ÖzkayaProf. Tayfun ÖZKAYA
Ege Üniv. Ziraat Fak.
tayfun.ozkaya@yurtgazetesi.com.tr
YURT, 19.08.2016

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Medyada izliyoruz. Konya’daki Meke Gölü yok olmak üzere. Bunun gibi birçok göl aynı durumda. Bunun nedenleri arasında artık elle tutulur hale gelen küresel iklim değişikliği önde geliyor. Selçuk Üniversitesinden jeoloji mühendisi Doç. Dr. F. Atık şöyle söylemiş:

  • “Konya kapalı havzasında bu yıl yağış miktarında ciddi düşüş oldu. (…) Uzun yıllar ortalaması 60 kg olan Nisan yağışı, bu yıl 6,1 kg oldu. Bu, hemen hiç yağış olmadığını anlamına gelir.”

Türkiye küresel iklim değişiklinin azaltılması yönünde ciddi adımlar atmadığı gibi, termik santrallere hız vererek bunu kışkırtıyor da! Beri yandan bu sorunların başka bir nedeni de aşırı su kullanımı. Şeker pancarı, mısır çok su istiyor. Mısır üretimi birçok şekilde teşvik ediliyor. Örneğin mısırdan şeker üretilebiliyor. Mısırdan yapılan şekerin pankreas kanserine yol açığı konusunda araştırmalar var. Türkiye’de üretilebilecek bu şekere (nişasta bazlı şeker-kısaca NBŞ) devlet tarafından getirilmiş olan kota durmadan yükseltiliyor. Mısır çok su talep ediyor. Öte yandan mısır dane olarak veya silaj olarak hayvan beslenmesinde kullanılıyor. Hayvanlar meralardan beslendiğinde ürünleri olan süt veya et son derece sağlıklı olduğu halde bu hayvanları bir yere tıkarak mısır gibi ürünlerle beslediğinizde bu ürünler sağlığa zararlı olmaya başlıyor.

Meraları da gözden çıkarıyoruz. Bunların ot kalite ve miktarının artırılması yolunda önemli bir çaba gösterilmediği gibi, hayvanları sıkıştırarak ve mısır gibi ürünlerle beslenmelerine dayanan ve büyük sayıda hayvanın bir arada bulunduğu endüstriyel hayvancılık sistemleri teşvik ediliyor. Kısacası insan sağlığı pek ciddiye alınmıyor. Çünkü çok sayıda hayvanı bir arada bakmaya dayanan sistem para babalarının çıkarına uygun oluyor. Kâr daha hızlı artırılabiliyor. NBŞ daha ucuz. Yaşam ile kâr (daha doğrusu kapitalizm) arasındaki tercihte ikincisi çoğu zaman kazanıyor. Bunların sonucunda buğday gibi çok sulamaya dayanmayan ürünlerin yerine, daha çok mısır ekilmeye başlıyor. Bu ise yer altı su düzeylerini düşürüyor.

Doç. Dr. Arık şöyle konuşmuş:

  • “Geçen nisan ayına göre yeraltı su düzeyinde ortalama 2 m düşüş söz konusu. Son 30-40 yıllık uzun yıllar ortalaması 1 m iken, 2015’ten 2016’ya geçtiğimiz dönemde 2 m’ye çıktı. Meke Gölünde su her sene daha derinlere gidiyor.”

Artık görülmesi gereken gerçek küresel iklim değişikliği ile karşı karşıya olduğumuzdur. Fosil yakıt kullanan termik elektrik santrallerinden vazgeçmeliyiz. Kuraklığa en iyi uyum gösteren yerel tohumlar desteklenmelidir. Agro-ekolojik bir tarım sistemi geliştirilmelidir.

Konya ovasını ele alalım. Burada çok su tüketen mısır gibi ürünlerden büyük ölçüde vazgeçilmelidir. Ancak yapılmaya çalışılan, başka havzalardan Konya havzasına su taşınması oluyor. Bu taşıma işlemi kuşkusuz elektrik enerjisi gerektirdiği için termik santraller için yeni bir gerekçe doğuyor. Bu da küresel iklim değişikliğine katkıda bulunuyor. Kısır döngünün tekrar başına gelmiş oluyoruz.  Sulamada az su kullanan damlama sulama gibi sitemler teşvik edilmeli.

Başka bir önlem de su veya yağmur hasadıdır. Su hasadı yöntemi, yağmur sularının ve yüzey akışa geçen suların toplanıp biriktirilmesi, bitkisel ve hayvansal üretim için gerekli olan suyun temini ile evsel tüketim için gerekli suyun sağlanması olarak tanımlanmaktadır. Herkesin bildiği zeytin ağaçlarının önüne taş duvarlar ile setler yapımı da bir yağmur hasadıdır. Bu yöntemin pek çok uygulama biçimleri var.
===================================

Dostlar,

Sn. Prof. Tayfun Özkaya, Ege Üniv. Ziraat Fak. nin duyarlı öğretim üyelerinden. YURT gazetesinde düzenli haftalık makaleler yazıyor. Uzmanlık alanı Tarım Ekonomisi bakımından özenle yararlanılması gereken makaleler bunlar. Keşke daha sık alıntı yapabilsek sitemizde Sn. Özkaya’dan.

Ne yazık ki Türkiye gündemi alev alev.. Gaziantep’te açık düğün alanında dün (20.8.16) yapılan saldırı, şu ana dek 22 insanın yaşamına mal oldu. IŞİD sorumlu tutuluyor şimdilik. Öte yandan ülkemizin bir yığın ciddi sorunu var. Asıl sorunlarla uğraşmaya zaman, enerji, kaynak… bulamıyoruz.. Bunun da istenen – kurgulnan bir ara sonuç olduğunu düşünüyoruz. Biz gene de gözden kaçmaması gereken önemli yurt sorunlarını, terörden fırsat bulursak sitemizde yayımlıyoruz. “Küresel ısınma” diye taratılırsa, sitemizde en az 5-10 belgesel yazı çağrılabiliyor.

Biz de ısrarla vurgulayalım ki, KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ (Global Climate Change) çok ciddi küresel bir sorundur ve uluslararası ölçekte çözümler aranmaktadır. Küresel toplumun gündeminde baş sıralarda yer tutmaktadır. Bu sorun küresel ısınmayı doğurmaktadır. Dünyanın atmosferik sıcaklığı sürekli artmaktadır (sera etkisi). Gidiş ciddidir ve dünyayı ağır yıkımlar (felaketler) beklemektedir. Kuraklık, tarımsal toprakların azalması, tarm ürünleri üretiminin düşmesi, kıtlık ve açlık, hastalıklar..

Sorun asla yabana atılamayacak ölçüde ciddi, ağır ve ivedidir. Geçtiğimiz Temmuz ayı, tüm zamanların en yüksek sıcaklık ortalaması ile tarihe geçti. BM Çevre Programı UNEP alarm veriyor.. Bu bakımdan Türkiye’nin de ivedi önlemler alması gerekiyor.. En başta %1,35’leri bulan çok hızlı ve gereksiz, çok sakıncalı, anlamsız….. nüfus artış hızının düşürülmesi geliyor. Sonra her alanda tasarruflu yaşam.. En az enerji, su… tüketerek.. Bu vb. önlemlerin bir küresel seferberlik psikolojisi ile uygulamaya konması gerek..

Sevgi ve saygı ile.
21 Ağustos 2016, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Cinsel Saldırı Bir Hastalık Değil Suçtur!

Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suç İşleyen Bireylerin Önemli Bir Çoğunluğunun Tedavi Edilebilecek Ruhsal Bir Hastalığı Yoktur. Cinsel Saldırı Bir Hastalık Değil Suçtur!

Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suç İşleyen Bireylerin Önemli Bir Çoğunluğunun
Tedavi Edilebilecek Ruhsal Bir Hastalığı Yoktur.. Cinsel Saldırı Bir Hastalık Değil Suçtur!

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlardan Hükümlü Olanlara Uygulanacak Tedavi ve Diğer Yükümlülükler Hakkında Yönetmelik” 26 Temmuz 2016’da Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yayımlanan yönetmelik, bir başkası üzerinde güç ve şiddet uygulamanın sonucu olarak da değerlendirilmesi gereken, sadece cinsellikle açıklanamayacak olan cinsel suçların, tedavi edilmesi gereken ve böylece masumlaşan bir eylem gibi görülmesine yol açmaktadır.

  • Cinsel suçların faili olan bireylerin önemli bir çoğunluğunun tedavi edilebilecek ruhsal bir hastalığının olmadığı bilinmektedir.

Ruhsal rahatsızlığı nedeniyle cinsel dokunulmazlığa yönelik suç işleme eğiliminde olan hastalara yönelik tıbbi uygulamaların ne olacağı ve nasıl uygulanacağı ise yine hekimler tarafından, tıbbın bilimsel standartlarıyla, etik çerçevede belirlenmelidir. Yayımlanan yönetmelik ve cinsel suçlara karşı sergilenmesi gereken tutum ile ilgili Türk Tabipleri Birliği, Türkiye Psikiyatri Derneği, Adli Tıp Uzmanları Derneği ve Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği’ nin birlikte hazırladığı çalışma metni:

CİNSEL SALDIRI BİR HASTALIK DEĞİL SUÇTUR!

Adalet Bakanlığı tarafından oluşturulan “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlardan Hükümlü Olanlara Uygulanacak Tedavi ve Diğer Yükümlülükler Hakkında Yönetmelik” 26 Temmuz 2016 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yönetmelik başlığı ile kamuoyunda cinsel suçluların bir hastalığa muzdarip oldukları, tedavileri halinde ülkemizde yaşanan ağırlıkla çocuklara ve kadınlara zarar veren cinsel saldırganlık sorunun çözüleceği şeklinde anlaşıldığından ve yönetmeliğin içeriği ile uygulamada geri dönülmez hasarlara yol açacağı açık oluğundan kamuoyunu bilgilendirme zorunluluğu doğmuştur.

Cinsel saldırı ve çocukların cinsel istismarı toplumun her kesimini ilgilendiren, yaygınlığı, birey ve toplum üzerine olumsuz etkileri nedeniyle birden çok alanda mücadele edilmesi gereken önemli bir sorundur.

Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar, özde şiddet uygulanmasının, başkası üzerinde güç kullanımının ve iktidar sergilemesinin yollarıdır. Bu suçları saf bir cinsel eylem olarak kabul etmek doğru değildir. Dolayısıyla, suç davranışının ve yinelemesinin önüne geçilmesinde sadece cinselliğin ele alınması, eksik ve yetersiz olacaktır. Toplumun bütüncül olarak cinsel saldırıyı önleme stratejileri geliştirirken, başta toplumun erkek egemen kavrayış ve uygulamaları olmak üzere toplumsal kolaylaştırıcı faktörlere odaklanması ve bu konularda adım atmaksızın alacağı önlemlerin yüzeysel olacağı her zaman göz önünde tutulmalıdır.

Resmi gazetede yayımnlanarak yürürlüğe giren Yönetmeliğin en önemli sorunu cinsel suç ve suçlunun tıbbileştirilmesidir. Yönetmelik bu haliyle kötü uygulamalara, dolayısıyla cinsel suçun sanki tedavi edilmesi gereken ve böylece masumlaşan bir eylem gibi görülmesi tehlikesine izin vermektedir.

  • Cinsel suçların faili olan her bireyin ruhsal bozukluğu olduğu varsayımı doğru değildir. Önemli bir kısmının tedavi edilebilecek ruhsal bir hastalığı yoktur.

Yargılama sırasında suça neden olacak bir hastalık yokken cezanın infazı sırasında tıbbi tedavi uygulamaya çalışılması, olmayan bir hastalığın türetilmesi ya da suça tıbbi bir kılıf bulma çabasına dönüşecektir.

Ruhsal rahatsızlığı olan kişilerin, cinsel dokunulmazlığa yönelik bir suç işlemesi halinde ise; tıbbi uygulamanın ne olacağı ve nasıl uygulanacağı insan hakları, hekimliğin evrensel değerleri ve tıbbın bilimsel standartlarıyla belirlenir; yasalar ve yönetmeliklerle değil.

Tıbbi uygulamanın yapılabilmesi için;
– öncelikle tıbbi bir sorunun varlığı,
– müdahalenin gerekliliği,
– kişiye zarar vermemesi,
– kişinin / yasal temsilcisinin aydınlatılmış onamının alınması
– ve tıbbi uygulamanın bilimsel ve kabul edilen standartlara uygun olması esastır.

Dünyada hastalığı olan ve cinsel suç işlemiş kişilere uygulanacak, standart olarak kabul edilmiş bir tıbbi işlem bulunmamaktadır. Bu tür uygulamaların yürütüldüğü ülke sayısı az olup, mevcut uygulamalar da tıbbi açıdan tutarsızlıklar içermektedir. Türkiye’de de bu konuda hekimler arasında ortak bilimsel bir yaklaşımdan söz edilememektedir.

Yukarıda sayılan temel çekincelerin yanı sıra, Yönetmeliğin mevcut halinin içinde birçok çelişki ve belirsizlik içermesi, uygulamada hem insan sağlığı hem de tıbbi ilkeler açısından geri dönüşü olmayacak hasarlara yol açacaktır.

Dolayısıyla, uygulamada
– temel insan hakları,
– mesleki etik ilkeler ve
– bilimsel standartlara aykırı
sonuçların doğmasına neden olacağını gördüğümüz bu Yönetmeliğin uygulaması acilen geri çekilmeli, TTB, uzmanlık dernekleri, hukukçular, kadın ve çocuk alanında görev yapan sivil toplum temsilcileri ile birlikte konu, tedaviyi de içerecek şekilde, tüm boyutlarıyla tartışılarak yeniden değerlendirilmelidir.

TTB ve Tıp Uzmanlık Dernekleri olarak bu çalışmaların içinde yer alacağımızı kamuoyuna saygıyla duyururuz.

Türk Tabipleri Birliği
Türkiye Psikiyatri Derneği
Adli Tıp Uzmanları Derneği
Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği
(http://www.ato.org.tr/news/show/43)

======================================

Dostlar,

Türkiye’nin yoğun ve yönlendirilen (manüple edilen) gündem kargaşası içinde bu önemli Yönetmelik hak ettiği ilgiyi görmedi. Ama sorun ciddi, önemli ve çok boyutlu. Bizim de üyesi olduğumuz Türk Tabipleri Birliği öncülüğünde ilgili ve yetkili 3 kurumun daha katkı verdiği bu bilimsel – ağırbaşlı – sorumlu uyarıya tümüyle hak ve destek veriyoruz.

AKP, ülke yönetiminin katılımcı, demokratik ve bilimsel akılcılığa dayalı olmak zorunda olduğunu artık kavramalı.. 14 yıldır tek başına iktidarda.. Dünyanın hatasını yaptı ve çok yanlış alışkanlıklarını tehlikeli biçimde sürdürüyor. Çağın ve Türkiye’nin bu irrasyonel gidişe artık dayancı (tahammülü) kalmadı..

TTB’nin bu yönetmeliği iptal istemiyle Danıştaya taşımasını (hukuksal deyimiyle YD istemli iptal davası açmasını) öneriyoruz. Geceikmeden..

Sevgi ve saygı ile.
20 Ağustos 2016, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Prof. Ayşe BAYSAL’ı sonsuzluğa uğurladık..

Prof. Ayşe BAYSAL’ı sonsuzluğa uğurladık..

Dostlar,

Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nün efsane bilim kadını Prof. Dr. Ayşe BAYSAL bu gün Ankara’da toprağa verildi. Ankara dışında olduğumuzdan ne yazık ki törene katılamadık. Bizden yaşça epey büyük (23 yıl) ve kıdemli bir akademisyen olmasına karşın son derece olumlu bir iletişimimiz vardı, bizim “Ayşe Ablamız” idi. Editörü olduğu Beslenme ve Diyet Dergisine de çok emek veriyor, bizim orada yazılar yazmamızı teşvik ediyordu. Kendisinin öğrencilerinden Figen Keleş, Trakya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü (Tıp Fakültesi) Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda Yüksek Lisans (Master) öğrencimiz olduğunda çok sevinmişti. Sevgili Figen’in de katıldığı bir beslenme alan (saha, İng. field survey) araştırmamızın sözlü bildiri ardından Dergisinde yayımlanmasını istemişti ve aşağıdaki makale Beslenme ve Diyet Dergisi’nde yer almıştı (1990).

Saltık A, Keleş F, Yorulmaz F, Dindar İ, Turan N. Edirne Merkez Anaokullarında Fizik Antropometrik Ölçümler ve İlgili Beslenme Parametreleri. Beslenme ve Diyet Dergisi.
19: (1); 43-60, (1990). [Sosyal Pediatri Simp. Bild., Şubat 1990, İzmir]

Prof. Baysal, gerçek bir yaşam ve bilim emekçisi idi ve elbette Cumhuriyet’in fırsat eşitliğinin bir ürünü, aynı zamanda savaşçısı idi. Kurduğu vakıf (BESVAK) örnek ve saygındır.

1930 doğumlu olan Ayşe Baysal hocamız 10 yaşında ilkokulda..

O’ndan Beslenme ve Diyetetik kapsamında çok şey öğrenmekle kalmadık; yaşam savaşçısı olarak azmi, tutkusu, başarıları, ATATÜRK  ve Cumhuriyet sevdası ve kavgası bağlamında da örnek oldu. İvriz Köy Enstitüsü’nd eher yıl sınıf birincisi oldu…. Et fiyatlarının “astronomik” düzeye fırladığı, bereket mercimeğin  bol olduğu bunalım dönemlerinde (1980 başları) Halkımıza yol gösterdi ve çok değerli bir besin olarak Mercimek’i önerdi. Adı “Mercimekçi abla – hoca” ya çıktı! Yaptığı, verili koşullarda bilimel olarak doğru idi.

Kendi ağzından insanı ürperten özyaşam öyküsünü (oto – biyografi) okumak için lütfen tıklayınız : http://portreler.fisek.org.tr/prof-dr-ayse-baysal/

Merhum Prof. Baysal’ın cenaze törenine katılan Halk Sağlığı kümemizin (camiamızın) kıdemli ve çok değerli ustalarından bir başka Prof. Ayşe hocanın (Akın) yazdıkları çok öğretici ve düşündürücü:

*****

portresiAyşe Baysal Hocamızı ne yazık ki bu gün Hacettepe Üniversitesinde yaptığımız bir uğurlama töreni ile ” Sonsuzluğa Uğurladık”….

Böyle bir ruhu olan tören herkese nasip olmaz. Sevgi dolu, gözünün yaşı durmayan, içi kan ağlayan, usulen değil içten, görevi olduğu için değil,  ben de orada olmalıyım diye koşarak gelen Ayşe Baysal sevenleri, arkadaşları, öğrencileri, yetiştirdiği Türkiye’ye kazandırdığı sayısız çocuğu, akrabaları, eşi, dostu herkes…. oradaydı……. Bayrağa sarılı tabutunun başında nöbet tutmayı kimse başkasına bırakmama yarışına girdi.

Konuşmaların  hiçbiri “icabeder diye değil, içten tam da Ayşe Baysal Hocayı herkesin gözünde hafızasında canlandıran içerikte” idi… Herkes çok güzel konuştu. Sn. Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Rahime Nohutçu ve Prof. Dr. Türkan Merdol’un konuşmaları son derece güzel ve içtendi…. Hepimizin duygularını dile getirdiler…

Çok genç Halk sağlıkçılar bilmez, O hepimizden çok daha fazla Halk Sağlıkçı idi. Nusret Hocamız (AS: Prof. Nusret Fişek) O’nu özel olarak sever ve değer verirdi… Prof. Orhan Köksal (AS: Toplum Beslenmesi hocamız) Hocamızla karşılıklı bilimsel bilek güreşleri hala aklımızda. Birbirlerinin  değerini çok fazla bilirlerdi. Sanırım her üçü de şimdi gidilen yerde buluşmuşlardır…. 

Törende şu cümle çok yinelendi : Ayşe Baysal,  Cumhuriyetin yetiştirdiği, laik, Atatürkçü, çağdaş, ülkesini, insanları çok seven, lafta değil yaşamı ile örnek olan, Konya’nın bir dağ köyünde Kurtuluş savaşında bir bacağını yitirmiş Gazi bir babanın 6 kız çocuğundan biri olarak  doğup, o dönemin ilerici anlayışı ile “pozitif ayrımcılık” yapıldığı için okula biraz da zorla başlayan daha sonra Köy Enstitüsü‘nün ufuk ve beyin geliştiren eğitimini alan bir kız çocuğunun daha sonra Amerika’da birinciliklerle Master, sonra Doktora yaptığının öyküsünü dinledik. Zaten de biliyorduk. 

Kurduğu Vakıf aracılığı ile yüzlerce öğrenciye sürekli burslar vererek Türkiye’ye hizmetini bu boyutu ile de hala sürdüren örnek bir Cumhuriyet ürünü bir Hoca, bir Kadın… Bana göre Ayşe Baysal, bir kadın eğitim hakkını kullanabilirse, bu hakkı elinden alınmaz ise, sistem bunu kendisine sağlar ise,  neleri başarabileceğinin, gelecek kuşaklara ne ölçüde katkılarının olabileceğinin “eşsiz bir örneği”…

Herkesin törende dilediği gibi, ben de “Işıklar içinde ve huzur içinde ol sevgili hocam… öyle meş’aleler ateşlemişsin ki; yalnızca sevgili kızın Elif değil bütün yaktığın meş’aleler bir diğerini, kendisinden sonrakilerini ateşleyerek aydınlattığın yolunda ilerliyorlar Hocam….müsterih ol…..

Hiçbirimiz Sizi hiiiç unutmayacağız….
 
Sevgi ve Saygılarımla…
Adaşınız

Ayşe AKIN

=========================

Her 2 Ayşe hocamıza da şükran borçluyuz..
Ayşe Baysal’a uğurlar olsun derken, adaşı çok değerli Prof. Ayşe Akın hocamıza da sağlıklı – üretken uzun yıllar dileriz.. Her 2 hocamızla da çalışmış olmak büyük kazancımız ve övüncümüzdür.

Sevgi ve saygı ile.
15 Ağustos 2016, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Türk Tabipleri Birliği : Tutuklu ve Hükümlülere Yönelik Sağlık Hizmetleri

Tutuklu ve Hükümlülere Yönelik
Sağlık Hizmetleri

TTB_logosu

 

Türk Tabipleri Birliği, tutuklu ve hükümlülere yönelik sağlık hizmetlerinin koşullarına ve standartlarına dikkat çekti. 

 

Çeşitli cezaevlerinde kalan tutuklu ve hükümlülerin TTB’ye gelen başvuruları doğrultusunda kelepçeli muayene yapıldığına yönelik şikayetlerin arttığını değerlendiren TTB Merkez Konseyi, hekimlerin tutuklu ve hükümlü muayenelerini hasta-hekim ilişkisi etik ilkelerine ve hekimlik değerlerine bağlı, insan haklarına saygılı bir biçimde yapmalarının önemine dikkat çekerek, yetkililere bu konudaki yükümlülüklerin yerine getirilmesi çağrısında bulundu.

Tutuklu ve Hükümlü İnsanlara Yönelik Sağlık Hizmetleri

Türk Tabipleri Birliği’ne İzmir-Buca-Kırıklar, Tekirdağ, Düzce-Bolu, F Tipi Bolu, Mahmutlar-Alanya-Antalya, Muş E Tipi, Maraş-Elbistan, Osmaniye T Tipi, Kocaeli-Gebze-Kadın ve Erkek, Rize-Kalkandere, Ankara-Sincan, Hacılar-Kırıkkale cezaevlerinde kalan tutuklu ve hükümlülerden gelen başvurularda kelepçeli muayene yapıldığı ifade edilmektedir.

Artan şikayetler nedeniyle hekimlik değerleri ve hekimlik meslek etiği kuralları ışığında sağlık hizmetlerinin verilme koşullarını yetkililer ve meslektaşlarımız ile bir kez daha paylaşma ihtiyacı duymaktayız. Tutuklu ve hükümlülerin muayenesi, her hastada olması gerektiği gibi, kişilik haklarına saygılı bir biçimde, hekimlik sanatını uygulamaya elverişli koşullarda yapılmalı ve bireysel gizlilik hakkı korunmalıdır.

  • Polis ya da öbür kolluk görevlileri hiçbir zaman muayene odasında bulunmamalıdır.

    Hekimin, bu koşulların sağlanması için ilgililerden istekte bulunma hakkı ve sorumluluğu vardır. Yetkililerin de bu koşulları sağlama yükümlülüğü bulunmaktadır. Türk Tabipler Birliği’nin Aralık 1994’te bu konuyla ilgili bir bildirgesinde şu noktalara dikkat çekilmiştir:

1. Hastanede karşılaştığımız mahkum bizim için bir hastadır. Bu bağlamda hasta-hekim ilişkisinin konusu olmayacak biçimde kişinin yargılanmasına veya hüküm giymesine gerekçe olan nedenin araştırılması anlamlı değildir.

2. Kişinin hastaneye giriş kaydının yapılması sağlanmalıdır.

3. Hekim kendisini tanıtmalı, adını ve soyadını açıkça belirtmelidir.

4. Muayeneler sırasında hastaların kelepçeleri açtırılmalı, klinik özgürlük koşullarına ve hasta haklarına uygun tam bir ortam sağlanmalıdır. Bunun için muayene ortamlarında hasta ve sağlık personeli dışında kimse bulunmamalıdır. Bu hasta ve hekimin hakkı ve hekimin görevidir.

5. Muayene sırasında herhangi bir travma bulgusu saptanırsa, bu bir tutanakla tespit edilmeli, kurum amirliği ve ilgili tabip odasına bildirilmelidir.

6. Tanısal yaklaşım için gerekli olan tüm tetkikler istenmeli ve bu konuda dış etkilenimlere kapalı olunmalıdır.

7. Hastalığı, tedavisi ve prognozu ile ilgili bilgiler bizzat hastanın kendisi ile paylaşılmalıdır.

8. Tüm bu bilgiler sevk kağıdına ad, soyad ve diploma numarası açık olacak şekilde belirtilmelidir.

9. Hastaneye yatırmanın gerekli olduğu durumlarda dış etkiye maruz kalmaksızın tıbbi kanaatin gerektirdiği şekilde tavır alınmalıdır. Bu konudaki itirazlar resmi evraka imzalı bir tutanak şeklinde geçirilmelidir.

10. Mahkumların hasta yataklarına zincirlenmesi, kelepçelenmesi veya birtakım tıbbi girişimlerin bunların eşliğinde gerçekleştirilmesi mutlaka engellenmelidir.

11. Hasta odalarında jandarma ve gardiyan bulundurulmamalıdır. Hastane ve eklentilerinde yetki ve sorumluluk hekimindir. Hekimler bu yetkilerini hekim dışı kişilere devredemez.

12. Mahkum koğuşları hastanelerin bir eklentisidir. Bu sağlık kurumunun iç işleyişinden hekim sorumludur. Burada bulundurulan hastaların tedavi ve bakımları aksatılmamalıdır. Gerekli sayıda sağlık personeli bulundurulmalı ve acil girişim için gerekli donanım sağlanmalıdır.

13. Hastaların tıbbi ve cerrahi tedavileri tıp dışı nedenler ve dinamiklerle aksatılmamalıdır.

14. Tüm hekimler bu tutumu almakla yükümlüdür, bu tutumlardan dolayı zarar gören hekimler bu durumu acilen en yakın tabip odası ve TTB’ne bildirmelidirler.

TTB bu bildirgesini;

Hekimlik Meslek Etiği Kuralları,
– Tıbbi Deontoloji Tüzüğü,
– Hasta Hakları Yönetmeliği,
– Hekimlik uygulamalarına ilişkin ulusal sağlık mevzuatı, 
– Uluslararası sözleşmeler,
– İstanbul Protokolü ve
– Dünya Tabipler Birliği Bildirgelerinde

belirtilen haklar ve hekim tutumu gerekliliklerine uygun olarak hazırlamıştır.

TTB olarak, meslektaşlarımızın tutuklu ve hükümlülerin muayenelerini hasta-hekim ilişkisi etik ilkelerine ve hekimlik değerlerine bağlı, insan haklarına saygılı bir biçimde yapmalarının önemli ve gerekli olduğuna, yetkililerin hekimlere bu koşulları sağlama yükümlülüğüne dikkat çekmeyi bir görev olarak görüyoruz.

Saygılarımızla.
====================================

Dostlar,

Daha önce de yazdık bu sitede kezlerce..
(http://ahmetsaltik.net/2016/08/10/adli-muayeneraporlamada-dikkat-edilmesi-gereken-konular-ve-istanbul-protokolu/)
Bir kez daha yineleyelim :

  • Yakıcı konuyu – sorunu çook görmüş – geçirmiş 40 yıllık bir hekim olarak elbette biz de
    çok önemsiyoruz.
    Biz hekimler her şeyden önce profesyonel ve kadim bir mesleğin ağır sorumlu üyeleriyiz.

    Biz hekimler için her şeyden önce en temel insanlık hakkı olan kutsal insan yaşamı ve onuru gelmektedir.

    Bu hak, tüm zamanlarda ve coğrafyalarda, her koşulda kutsal ve dokunulmazdır, evrenseldir.

    Binlerce yıldır süzülegelen tıp meslek etiği ilkelerimiz ve değerlerimiz salt bizler için değil,
    herkes için güvencedir.

    Hipokrat meslek andımız bağlayıcıdır.

    Savaşlarda bile düşmanımıza sağlık hizmeti verme ayrıcalığımız ve yükümümüz vardır.

    Dolayısıyla, geçelim OHAL hatta sıkıyönetimi, savaşlarda bile bu değerlerin ve uluslararası kabul görmüş ilkelerin, sözleşmelerin, protokollerin.. “ama”sız uygulanması gerekmektedir.

    Başta hükümetler olmak üzere, basın ve tüm toplum kesimleri bu dokunulmaz hak ve değerleri savunmalıdır. Her zaman, her durumda, herkes için.. Gün olur, herkese gerekli olur..

    Sevgi ve saygı ile.
    12 Ağustos 2016, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK
    Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
    AÜTF Halk Sağlığı AbD
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

Adli Muayene/Raporlamada Dikkat Edilmesi Gereken Konular ve İstanbul Protokolü

Adli Muayene/Raporlamada Dikkat Edilmesi Gereken Konular ve İstanbul Protokolü

Değerli Meslektaşımız,

15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişimi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan partiler ve pek çok demokratik kitle örgütü gibi tarafımızca da kısa süre içinde lanetlenmiş  ve demokrasi isteği çok güçlü biçimde toplum tarafından dile getirilmiştir. Darbe girişimi sonrasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi askıya alınmış, Olağanüstü Hal ilan edilmiştir. Türkiye genelinde sayıları on binlerle ifade edilen tutuklama ve gözaltılar yaşanmaktadır.

Darbe girişiminde insan yaşamını kurtarmak için olağanüstü çaba gösteren tüm hekimlerimize minnettarız.

Yaşanan süreçte gözaltına alınma, tutukluluk durumlarındaki muayene ve adli raporlamalar da hekimleri ayrıca yakından ilgilendirmektedir. Tüm gözaltı giriş, çıkış, yer değiştirme amacıyla yapılan sağlık kontrolü muayenelerine katılan hekimlerimize hatırlatmak isteriz ki;

  • Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin askıya alınmış olması, hekimlerin gözaltı süreçlerinde olan veya cezaevinde tutulanların tüm tıbbi muayenelerini İstanbul Protokolü ilkelerine uygun yapmaları zorunluluğunu değiştirmemektedir.

Türkiye’de gözaltında ya da cezaevinde olanların tıbbi muayeneleri için var olan yasa, genelge ve yönetmeliklerin büyük bir oranda İstanbul Protokolü ilkeleri ile uyumlu olduğu unutulmamalıdır.

İstanbul Protokolü‘nün,

— Tüm gözaltı giriş, çıkış, yer değiştirme amacıyla yapılan sağlık denetimi muayeneleri
— Tutuklu/hükümlü muayeneleri
— Bireysel başvurular ve özgürlüğünden alıkonulan öbür tüm kişilerin değerlendirilmesi
— İnsan hakları ihlallerinin araştırılması, soruşturulması, belgelenmesi gibi birçok durumda
hukuk ve sağlık emekçileri tarafından kullanılması gerekmektedir.

Tüm hekimlerimizden meslek yaşamlarının her alanında olduğu gibi adli raporlama süreçlerinde de etik ilkelere, hekimlik yeminine bağlı kalmaları; bu süreçte yaşayacakları sorunlar için hukuk büromuz ve bizimle 0530 566 75 75 numarasından her zaman iletişimde olmalarını tüm dayanışma duygularımızla bildiriyoruz.

Not: Hekimlerimize yol göstermesi amacıyla Ankara Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonunun hazırlamış olduğu İstanbul Protokolü kitapçığını ve mevzuat uzantılarını ekte iletiyoruz.

Kitapçığı indirmek için tıklayınız.

ANKARA TABİP ODASI
ANKARA TABİP ODASI İNSAN HAKLARI KOMİSYONU

İstanbul Protokolü ve adli muayene/raporlamada dikkat edilmesi gereken konular: http://www.ato.org.tr/news/show/40

-İstanbul Protokolü: www.ttb.org.tr/eweb/istanbul_prot/ist_protokolu.html
-İstanbul Protokolü: http://www.tihv.org.tr/wp-content/uploads/2015/06/Istanbul_Protokolu.pdf
-Adli tabiplik hizmetlerinin yürütülmesinde uyulacak esaslar:
http://www.nhsm.gov.tr/user/files/adli-tabiplik-hizmetleri-genelge-ve-ekleri.pdf
-İstanbul Protokolü Yrd. Doç. Dr. İsmail Özgür CAN:
http://www.izmirtabip.org.tr/L/TR/mid/396/hcid/5/hid/168/Istanbul_Protokolu.htm
-Adli muayene ve raporlama süreçlerinde hekimlik değerlerinden taviz verilemez:  http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/adli-6227.html
-Adli Tabiplik Hizmetlerinin Yürütülmesinde Uyulacak Esaslar:
http://www.ttb.org.tr/mevzuat/index.php?option=com_content&task=view&id=95&itemid=35
-Cenevre Bildirgesi Mesleki Bağlılık Yemini (s.15):
http://www.ttb.org.tr/kutuphane/belgeler2009.pdf

=================================

Dostlar,

Konuyu – sorunu bir hekim olarak elbette biz de çok önemsiyoruz.
Biz hekimler her şeyden önce profesyonel ve kadim bir mesleğin ağır sorumlu üyeleriyiz.

Biz hekimler için her şeyden önce en temel insanlık hakkı olan kutsal insan yaşamı gelmektedir.

Bu hak, tüm zamanlarda ve coğrafyalarda, her koşulda kutsal ve dokunulmazdır, evrenseldir.

Binlerce yıldır süzülegelen tıp meslek etiği ilkelerimiz ve değerlerimiz salt bizler için değil,
herkes için güvencedir.

Hipokrat meslek andımız bağlayıcıdır.

Savaşlarda bile düşmanımıza sağlık hizmeti verme ayrıcalığımız ve yükümümüz vardır.

Dolayısıyla, geçelim OHAL hatta sıkıyönetimi, savaşlarda bile bu değerlerin ve uluslararası kabul görmüş ilkelerin, protokollerin “ama”sız uygulanması gerekmektedir.

Başta hükümetler olmak üzere, basın ve tüm toplum kesimleri bu dokunulmaz hak ve değerleri savunmalıdır. Her zaman, her durumda, herkes için..

Sevgi ve saygı ile.
10 Ağustos 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Ankara Tabip Odası’ndan Hekim Ücretleri Hakkında Çalışma

Ankara Tabip Odası’ndan
Hekim Ücretleri Hakkında Çalışma

ATO_logosu

 

 

 

Değerli Meslektaşımız,

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Uzun yıllardır hekimlerin emekliliğe yansıyan temel ücretlerinde bir iyileştirme yapılmamış; ağır çalışma koşulları, uzun ve zorlu eğitim süreleri de düşünüldüğünde hak ettiklerinin çok çok altında ücretler alır hale gelmişlerdir. Sağlıkta dönüşüm programının ana unsurlarından olan performans sistemiyle birlikte güvencesiz ve adaletsiz ücretlendirmeye mahkum edilmişlerdir. Öyle ki; performansa dayalı ek ödeme sistemi ile hastalandıklarında rapor almaktan ya da çoğu zaman aşırı hale gelen iş yüklerine rağmen dinlenme haklarını yani yıllık izinlerini kullanmaktan korkar olmuşlardır.

Performansa dayalı ek ödeme sistemiyle elde ettikleri gelirler hekimlerin ana geçim kaynağını oluşturmakta ve bu gelir en temel insani durumlarda; rapor ve yasal yıllık izin kullanımında tama yakın kesintiye uğramaktadır.

Yani hekimlerin çalıştıkları dönemde aldıkları ücretler bir illüzyondan ibarettir.

Emekliliklerinde ise bu illüzyon da ortadan kaybolmaktadır..

Yıllardır haykırıyoruz. Performansa dayalı güvencesiz ek ödeme sistemini reddediyoruz. Hekimlere, tüm sağlık çalışanlarına insanca yaşayabilecekleri, güvenceli ve emekliliklerine yansıyacak bir ücret politikası yürütülmesini talep ediyoruz.

2016 yılında Ankara Tabip Odası olarak yapmış olduğumuz ‘Emekli Hekim Anketi’ bu konudaki tüm gerçekleri gözler önüne seriyor.

Bu ankete göre;

Hekimlerin %91’i emekli olmaya hak kazandıktan sonra hekimlik yapmaya devam ediyor. Yani emekli olamıyor.

Emekli hekimlerin %80’i hali hazırda çalışıyor.

%14’ünün emekli maaşı 1000 ila 2000 lira arasında, %66’sının emekli maaşı ise 2000 ila 3000 lira arasında değişiyor.

Haziran 2016 itibarıyla bu ülkede açlık sınırı 1350 lira, yoksulluk sınırı ise 4398 lira olarak açıklandı.

Yani emekli hekimlerin % 80’i yoksulluk sınırının çok altında, bunların da %14’ü açlık sınırında emekli maaşlarına mahkum ediliyor.

Hekimlerin %48’i emekli olduktan sonra geçim sıkıntısı çektiğini itiraf ediyor.

%96’sı emekli hekim aylıklarının insanca yaşama standartlarını karşılamadığını, %95’i bu gelirin kendisi ve ailesini geçindirmek için yeterli olmadığını söylüyor.

%95’i ise sağlık personelinin maaşındaki döner sermaye ek ödemelerinin emeklilikte yansıtılmaması nedeniyle emekli hekim aylıklarında ciddi bir düşüş yaşandığını biliyorum diyor.

%96’sı emekli hekim aylıklarındaki düşüşün yaşanmaması için hekimlerin çalışırken aldığı gerçek maaşlarının katsayısında artış yapılması gerektiğini ifade ediyor.

%97’si ise hekimlik mesleğinin itibar kaybına uğradığını düşünüyor.

%91’i geleceğe umutla bakmıyor.

Emekli hekimlerin %93’ü ise ‘Sağlıkta Dönüşüm Projesinin ve mevcut sağlık politikalarının emekli hekimlerin ekonomik durumunda iyileşmeye yol açtığını düşünüyor musunuz’ sorusuna hayır şeklinde yanıt veriyor.

Sağlık Bakanlığının bir mucize olarak sunduğu her derde deva Sağlıkta Dönüşüm Projesi sağlık sistemini piyasa şartlarına, hastaları niteliksiz sağlık hizmetine mecbur ederken hekimlere de iyi gelmiyor. Emeklilik yaşını 67 yaşına çıkarmayı hekimlere bir lütufmuşçasına sunabilen başbakan anlaşılması güç bir şekilde hekimin ve kurumun da onayı ile bu yaşın 72’ye kadar çıkabileceğini adeta müjdeliyor. Bu sistemde hekimler güvencesiz ücretlendirme ve itibarsızlaştırma politikalarıyla yüz yüze ağır koşullarda çalışıyor, karşılığında emekli dahi olamıyor, neredeyse ölene kadar çalışmak durumunda kalıyor.

Türk Tabipler Birliği tarafından geçtiğimiz yıllarda hekimlerin özlük hakları ve emekli ücretleri ile ilgili kanun tasarısı önerileri defalarca hazırlanmıştır.

Son beş yıla bakarsak 2011 yılında  göstergeler ve katsayılar üzerinden teklif edilen iyileştirmelerle hekim ücretlerindeki artış taleplerini içeren yasa teklifi Sağlık Bakanlığı ve TBMM ilgili komisyonlarına  iletilmiştir.

Ocak 2015 de diğer sağlık meslek örgütleri ile birlikte TTB tarafından ’sağlık çalışanlarının fiili hizmet süresi zammı’ talepleriyle ilgili yasa teklifi hazırlanmış Sağlık Bakanlığı ve kamuoyuna sunulmuştur.

En son bu yıl içerisinde Mart 2016’da TTB tarafından hazırlanan yasa teklifi ile 657 sayılı devlet memurları kanunun ekinde yer alan IV sayılı makam tazminatı cetvelinde çok sayıda kamu personeli için makam tazminatı öngörüldüğü, bu cetvele bir satır ilave edilerek tabip ve uzman tabiplerin bu haktan yararlandırılması yönünde talepte bulunulmuştur. Taslakta ayrıca makam tazminatı ve buna bağlı olarak temsil veya görev tazminatı tutarının hekimlerin almakta oldukları emeklilik aylıklarına ilave edilmesi istenmiştir.

Hekim ve emekli hekim gelirleri ile ilgili TTB’nin defalarca hazırlamış olduğu yasa tekliflerinin ciddiye alınmasını, mevcut ve bir önceki sağlık bakanları tarafından konuyla ilgili olarak geçmiş yıllarda özellikle 14 Mart Tıp Bayramları öncesinde adeta çocuk kandırır gibi verilen sözlerin tutulmasını, hekimlere ve tüm sağlık emekçilerine insanca yaşayabilecekleri, emekliliklerine yansıyacak güvenceli ücretlendirme politikalarının uygulanmasını talep ediyoruz.

Bilgilerinize sunarız.
Saygılarımızla. 15.06.2016

Ankara Tabip Odası

===============================

Değerli dostlarımız ve Meslektaşlarımız,

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası’nın bu çalışmasını önemsiyoruz.
Artık sonuç alınması gerekiyor. Hekimler yıllardır haykırıyor ama AKP kulak tıkıyor.
Erişkesi (linki) verilen anket formunun incelenmesi, çarpıcı verileri görmek bakımından önemlidir.

Bir tıp profesörünün bir albaydan, bir genel müdürden daha az aylık alması düşünülebilir mi?
Önceleri böyle bir sorun yoktu ama zaman içinde oldu..
YÖK’ün de soruna sahip çıkması gerek. Öğretim üyeliği mesleği saygın ve çekici olmalı.
Örn. Profesörler havaalanı vb. yerlerde neden VIP statüsünde değil?
Siyasal kayırmalarla bu tür üst görevlere atanan badem bıyıklılar ve başı bohçalılar 3 gün sonra VİP oluyor, biz 20 yılı geçen profesörlüğümüzle, ak saçlarımızla kemerimize, ayakkabımıza dek çıkarmak zorunda bırakılıyoruz.. Hele hele son zamanlarda güvenlik önlemlerinin çoook artırılması ile..

Sevgi ve saygı ile.
15 Temmuz 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

Anket sonuçlarını görmek için tıklayınız.

Ankara Üniversitesi rektör adayı Prof. Çetin Atasoy’dan ileti..

Ankara Üniversitesi rektör adayı
Prof. Çetin Atasoy’dan ileti..

Dostlar,

Ankara Üniversitesi’nde 12 Temmuz 2016 Salı günü 6 rektör adayını belirlemek üzere seçim var. Görevdeki rektör Erkan İbiş 4 yılı tamamladı…

Bu dönem adaylardan en güçlüsü Tıp Fakültesi’nden
Sn. Prof. Dr. K. Çetin ATASOY görünüyor.

Paylaştığı iletilerden birini (programını) sitemizde sunmak istiyoruz..
Bu programı son derece olumlu, coşku ve umut verici buluyoruz..

Kendisine başarılar diliyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
30 Haziran 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

=================================

Sayın Hocam,
Bugüne kadar gönderdiğim çeşitli e-postalarda üniversiter yaşama, akademik değerlere,  üniversitemizin misyon ve etik tutumlarına ilişkin görüşlerimi paylaşmıştım. Göndermiş olduğum bu e-postalarda ve adaylığımı üniversite kamuoyuna duyurduğum mektupta üniversiteye nasıl baktığıma, bugünkü yönetimimizin eksik bulduğum taraflarına ve bu eksikleri nasıl tamamlayacağıma dair açıklamalar yapmıştım.

Üniversitemizin birimlerini Ağustos 2015’ten bu yana ziyaret ediyor, sizlere kendimi tanıttığım toplantılarda, görüş ve önerilerinizi de alıyorum. Bu paylaşımlardan da yararlanarak üniversitemizin geliştirilmesine gereksinim olduğunu tespit ettiğim başlıca konuları ve çözüm önerilerini aşağıda bilgilerinize sunuyorum.

Üniversiteye verdiğim temel sözlerden biri kurumumuzu bütün bileşenlerin katkılarını alarak, katılımı mümkün olan en yüksek düzeyde sağlayarak, “ortak akıl” ile yönetmektir. Aşağıda sıraladığım konular temaslarımdan süzdüğüm ve “ortak akıl”ın ürünü gereksinimlerdir. Göreve gelirsem bunlar önceliğe göre sıralanacak, en uygun yöntemle nasıl çözülebilecekleri de yine birlikte kararlaştırılacaktır. Bu saptamaların böyle değerlendirilmesini dilerim.

12 Temmuz, üniversiteyi “ortak akıl ve emek” ile yönetmeye karar vereceğimiz tarihtir.

Bu heyecana ve dayanışmaya siz de ortak olun!

Saygılarımla, 30.06.2016

Prof. Dr. Çetin ATASOY
Rektör Adayı

 *****

PERSONEL VE ÖZLÜK HAKLARI

  • Birçok birimimizde üniversitemiz kadrosunda yer alan araştırma görevlisi, uzman ve idari personel sayısı yetersizdir. Araştırma görevlisi, uzman ve idari personel sayısının artırılması için YÖK ve Maliye Bakanlığı nezdinde sürekli girişimlerde bulunulacaktır.
  • Öğretim elemanlarının hem aktif çalışma hayatındaki hem de emekliliklerindeki maaşları yetersizdir. Son yıllarda öğretim elemanlarımızın maaşlarında yapılan artışlar ne yazık ki emekli maaşlarına yansımamaktadır. Tazminatların emekli maaşlarına da yansıması ve maaşlarda kalıcı iyileştirmeler yapılması için her düzeyde girişimde bulunulacaktır.
  • Kadroların kullanılmasında sorunlar yaşanmaktadır. Kadro olanakları geliştirilmeye çalışılacaktır. Kadroların fakülteler arasında dengeli dağıtılması, nesnel gereksinimlere göre kullanılması sağlanacaktır. Kadro dağıtılmasında şimdiye kadar yaşanmış dengesizlikler / adaletsizlikler giderilecek, gereksinim olduğu halde öznel nedenlerle kadro tahsisi yapılmamış birimler gözetilecektir.
  • Atama ve yükseltilme ölçütleri nesnel ve öngörülebilir olacak ve alana özgü koşulları dikkate alacaktır.
  • İlk defa yardımcı doçent ataması yapılacaklar için 3 ay yurt dışı koşulunun zorunlu olması
    pek çok genç meslektaşımızı zor durumda bırakmış, hatta bazılarını üniversitemizden ayrılma noktasına getirmiştir. Bu ölçüt zorunlu olmaktan çıkarılacaktır. Atanacak kişinin bilimsel niteliğinin yeterli ve kabul edilebilir düzeyde olmasını da gözetecek şekilde alana özgü
    ölçütler de getirilecektir.
  • Öğretim elemanlarına/üyelerine yurt dışı deneyim kazanmaları için destek olunacaktır.
    Bunun için uygulamaya aktarılabilen, somut çıktıları olan ve tüm üniversitenin bilgi sahibi olacağı yurt dışında ikili işbirliği programlarına ağırlık verilecektir.
  • Öğretim elemanlarının sempozyum, kongre vb bilimsel etkinliklere katılımlarında yaşadıkları sorunlar çözülecektir.
  • Öğretim üyelerinin ve araştırma görevlilerinin yabancı dil öğrenme gereksinimlerini karşılamak için üniversite olanakları daha verimli bir biçimde kullanılacak ve bu konuda çalışmalar yapılacaktır.
  • Üniversitemizde yapılan lisansüstü sınavlara Ankara dışından jüri üyesi görevlendirildiğinde yaşanan sorunlar zamanında çözülecektir.
  • Diğer üniversitelerden üniversitemize ders vermeye gelen konuk öğretim üyelerine üniversitemize giriş-çıkışlarda kullanacakları kimliklerin verilmesindeki bürokrasi azaltılacaktır.
  • Hem öğrencilerin hem de üniversite çalışanlarının nitelikli yemek hizmeti almaları yolundaki çabalar artırılarak sürdürülecektir. Burada tam memnuniyete özen gösterilecektir.
  • Psikolojik yıldırma (mobbing) ve cinsel tacize karşı, taciz edenin ve edilenin kimliğinden bağımsız olarak, en etkili biçimde savaşılacaktır. Bu konuda hiçbir personelin mağduriyetine kesinlikle izin verilmeyecektir.

    EĞİTİM, ARAŞTIRMA VE UYGULAMA
    FİZİKSEL ALT ve ÜST YAPI

  • En önemli araştırma kaynağı olan Bilimsel Araştırma Projeleri’nin (BAP) bütçesi yetersizdir. Var olan bütçe daha verimli kullanılacaktır. BAP bütçesinin artırılması için (1) BAP’a özel bütçeden de destek sağlanması için uğraşılacak, (2) döner sermaye gelirlerinden kesilen
    Hazine payının BAP’a aktarılması için çalışılacak, (3) bireysel araştırma projelerinin de bütçesi artırılarak projede bursiyer öğrenci çalıştırılabilmesine fırsat verilecek ve bu durum teşvik edilecektir.
  • Üniversitemizin hastanelerinin hızla artan borçlarının azaltılması ve gelir-gider dengesinin düzeltilmesi için gerekli girişimlerde bulunulacaktır.
  • Laboratuvarların (1) fiziksel alt yapıları iyileştirilecek, (2) teknik, donanım ve yöntem sorunları çözülecek, (3) akredite edilmeleri için çaba sarf edilecek, (4) araştırmaya imkan tanıyacak ve dışarıya da hizmet verecek düzeye getirilmeleri sağlanacak, (5) personel yetersizlikleri giderilecektir. Böylece öğrencilere daha geniş laboratuvar uygulama imkânları sağlanacaktır.
  • Merkez laboratuvarlar kurulacak, halen kurulu olanlar daha işlevsel duruma getirilecek; akademisyenlerimiz analizlerini dış laboratuvarlara gönderme zorunluğundan kurtarılacaktır.
  • Dershanelerin fiziki donanımları geliştirilecek ve çağa uygun hale getirilecektir.
  • Mevcut kütüphanelerimiz altyapıları nedeniyle daha çok okuma salonu olarak
    hizmet vermektedir. Kütüphaneler araştırmaya uygun altyapıya kavuşturulacaktır.
    İhtiyaç duyulan kampüslerimize merkezi ve işlevsel kütüphaneler kurulacaktır.
  • Üniversitemiz Araştırma ve Uygulama Çiftliklerinin (Haymana, Ayaş, Kalecik, Kazan, Çifteler ve Gemlik) alt yapılarının fiziksel ve mekanizasyon ihtiyaçları ile iyileştirilmelerine
    önem verilecek, bu alanlarda yürütülen faaliyetlerde tartışılmaz önem taşıyan insan işgücü, mühendis ve yardımcı elemanlar düzeyinde, geliştirilecektir.
  • Yükseköğretimde mesleki staj yapmanın önemli bir yeri bulunmaktadır. Staj çalışması yürütülen her birimimizde konularına özgü sorunların hızla çözümü konusunda gerekli girişimler için destek sağlanacaktır. Bunun için kamu kurumları, özel sektör ve meslek örgütleri ile sıkı işbirliği içinde olunacaktır.
  • Bazı fakültelerimizin uygulamalı eğitimlerinde gerekli ekipman ve malzemeye yönelik sorunlar yaşanmaktadır. Bütçe kaynaklı bu sorunlar, bütün bölümlerde çözülmeye çalışılacaktır.
  • Lisans öğrenci sayısının nitelikli eğitime olanak tanıyan düzeye azaltılması için uğraşılacaktır.
  • Lisans öğrenimi sırasında öğrencilerin bir araştırma projesinde görev almaları yönünde
    çaba harcanacaktır.
  • Geleneksel eğitim sistemimizin güçlü taraflarından vazgeçmeden, öğrencilerin öğrenme süreçlerine etkin olarak katıldıkları çağdaş eğitim tekniklerinden daha yaygın olarak yararlanılacaktır. Ezberleyen değil, düşünen, sorgulayan, araştıran öğrenci hedeflenecektir.
  • Ankara Üniversitesi’nin lisansüstü eğitimde öne çıkan bir üniversite olması sağlanacaktır.
  • YÖK tarafından yapılan bazı düzenlemelere rağmen bilimsel gelişmenin itici gücü olan temel bilimlerde önemli sorunlar yaşanmaktadır. Temel bilimlere (fizik, kimya, biyoloji ve matematik) hak ettiği önem verilecektir. Bu bölümlerimizin daha çok tercih edilmesini sağlamaya yönelik olarak: (1) Temel bilim mezunlarını istihdam edecek ulusal ölçekte araştırma merkezleri kurulması, (2) Temel bilim mezunlarına memur alımlarında kontenjan ayrılması için ilgili merciler nezdinde girişimlerde bulunulacaktır.
  • Üniversitemizde çok sayıda Araştırma ve Uygulama Merkezi bulunmaktadır. Bunların daha aktif ve işlevsel hale getirilmesi sağlanacaktır. Merkezlerin birçoğu üvey evlat muamelesi görmektedir. Bütün merkezlere eşit önem verilecek ve fiziksel, mekansal, personel sorunlarına çözümler getirilecektir.
  • DTCF ve İlahiyat Fakültesi bünyesinde bulunan yazma eserlerin gün ışığına çıkarılması için Merkez kurulacaktır.
  • Enformatik ve enerji çağımızın iki temel konusudur. Bu alanlarda faaliyet gösterecek araştırma merkezleri/enstitüler kurulacaktır. Bilim ve teknolojideki gelişmelere paralel olarak ve ülke ihtiyaçları da dikkate alınarak disiplinlerarası karakterde benzer başka akademik birimlerin oluşturulmasında girişimci bir tutum sergilenecek ve fakülteler bu yönde teşvik edileceklerdir.
  • Üniversitemizin önemli merkezlerinden olan TÖMER’in yetkin ve güçlü bir merkez olması için gerekli atılımlar yapılacaktır.
  • Üniversitemizin Kariyer Merkezi örnek hale getirilecek, donanımsal altyapısı güçlendirilecek ve öğrencilerimizin geleceğe ilişkin vizyonuna daha fazla katkı sağlaması gerçekleştirilecektir.
  • Öğrenci Bilgi Sistemindeki sorunlar Mühendislik Fakültemizin katkıları ve destekleri de alınarak çözülecektir.
  • Teknokent geliştirilecek, üniversite-sanayi işbirliği ile üniversitedeki bilgi birikiminin
    ekonomik değere dönüştürülmesine destek sağlanacaktır. Teknokentin tüm üniversitenin Teknokenti olmasına özen gösterilecektir.
  • Tıp ve Diş Hekimliği Fakültesi’nde uygulanan performans sisteminin eğitim ve araştırma gereksinimleri ile uyumlu olması, eğitim ve araştırmaya hizmet eden sağlık hizmetinin daha değerli ve ödüle layık görülmesi, performans sisteminin bugünkü uygulamasının yarattığı
    iş barışı sorunları ve haksızlıkların önüne geçilmesi için çaba harcanacaktır. Eğitim, araştırma
    ve sağlık hizmeti için harcanan emeklerin şimdi olduğundan daha fazla ve adil bir şekilde
    karşılık bulması sağlanacaktır.
  • Üniversite binalarımızın çoğu yaşlı bina kategorisinde olup pek çok fakültemizin
    altyapı sorunları bulunmaktadır. Bu fakültelerimizin altyapı sorunları çözülecektir.
  • Üniversitenin omurgasını oluşturan akademik personele hak ettikleri çalışma koşullarının sağlanması yönetimlerin temel görevi olmalıdır. Akademik personelimizin çalışmalarını
    negatif olarak etkileyen oda sorunları çözülecektir.
  • Başta Gölbaşı olmak üzere yerleşkelerimizin ulaşım sorunu bulunmaktadır.
    Gölbaşı Yerleşkesi’nin ulaşım sorunları giderilecek ve yerleşkelerimiz ile rektörlük arasında sürekli ulaşım sistemi kurulacaktır.
  • Üniversitemizin kreşleri nitelik ve nicelik açısından geliştirilecektir.
  • Üniversitemiz için çok değerli bir prestij varlığı olan Ankara Üniversitesi Geliştirme Vakfı
    Özel Okullarının niteliğinin her yönüyle daha da geliştirilmesine özel önem verilecektir.
  • Üniversitemiz mezunlarının üniversite olanaklarından tam olarak yararlanmasına özel bir önem verilecektir. Mezunlarımız ile ilgili aktif ve kapsayıcı networkler oluşturulacak ve öğrencilerimiz -akademik personelimiz-mezunlarımız arasında sıkı işbirliği ortamı sağlanacaktır.
  • “Kent Üniversitesi” kimliğimize anlam veren ve tarihi önemi bulunan yerleşkelerimizin ve binalarımızın bütünlüğü korunacaktır.

    YÖNETSEL İLKELER / UYGULAMALAR

  • Ankara Üniversitesi şeffaf, hesap verebilir, kararların herkese açık olduğu,
    adil bir yönetim yapısına kavuşturulacaktır.
  • Sorunlar ortak akıl yöntemiyle, sorunun sahipleri ve konusunda deneyim ve bilgi sahibi olanların katkısı alınarak çözülecektir.
  • Üniversitedeki bütün kurullar daha etkin, çoğulcu ve özgür bir işleyişe kavuşturulacaktır. Düşüncelerin rahatça ifade edilebildiği, eleştiriye açık, katılımı destekleyen, paylaşımcı, hakkaniyeti gözeten bir “demokratik Ankara Üniversitesi” düşü gerçek kılınacaktır.
  • Akademik özerklik savunulacaktır. Yerleşkelerimizde barış ve huzurun sağlanması
    bütün üniversite çalışanları ve öğrencilerimizin anlayış, saygı ve empati duygularına dayanır. Barış ve huzurun dış etkenler tarafından bozulmasına izin verilmeyecektir.
  • Dekan adayları için rektörlüğün tarafsız kalacağı eğilim yoklaması yapılacak ve eğilim yoklamalarında ortaya çıkan sonuca saygı gösterilerek bu iradenin arkasında durulacaktır.
  • “Cumhuriyetin İlk Üniversitesi” olmanın getirdiği tarihsel sorumluluğun bilincinde olunacak, Cumhuriyet değerlerinin yaşatılmasına ve geliştirilmesine güçlü toplumsal destek verilecektir.
  • Öğrenciler ve idari çalışanlarımız da dahil olmak üzere bütün üniversite bileşenlerinin ve sendikaların görüşlerinin alınacağı Üniversite Meclisleri kurulacaktır.
  • Web tabanlı uygulamalarla önemli konularda üniversite çalışanlarının görüşüne başvurulacaktır.
  • Oluşturulacak bir “Ankara Üniversitesi Danışma Kurulu” aracılığıyla mezunlarımızın üniversitemize katkı yapmaları sağlanacaktır.
  • Üniversitede kadın emeği daha görünür hale gelecektir. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’nin
    her alanda uygulandığı örnek üniversite olma ilkesine ağırlık verilecektir.
  • Öğrencilerin ve gençlerin üniversite işleyişinde daha fazla söz hakkı olacaktır.
  •  “Ankara Üniversitesi Çalışanlarının Etik Değerler ve İlkeler Belgesi”;

    a)Yöneticilerin üniversite içinde ve dışındaki her türlü etkinliğinin etik çerçevesini çizecektir.

    b)Kamu görevi gereği yapılanların “seçim yatırımı” olarak kullanılmasını yasaklayacaktır.

    c)İkinci kez aday olan rektör dışındaki üniversite yöneticilerinin doğrudan ve dolaylı olarak seçim çalışmalarına katılmalarını, öğretim üyelerinin oylarını özgürce belirlemesine
    müdahale etmelerini yasaklayacak, seçimlerde tarafsız davranmalarını öngörecektir.

    d)Kadroların ve diğer kamusal kaynakların seçim dahil hiçbir kişisel yarar için
    kullanılmamasını içerecektir.

  • Bütün kamusal kaynaklar yalnızca maksimum toplumsal yarar elde etme amacıyla kullanılacaktır. Liyakat, nesnellik, hakkaniyet ve adalet ölçütlerinden taviz verilmeyecektir.
  • Mevcut koordinatörlükler gereklilik, işlevlilik ve verimlilik açısından ele alınacak, yetersiz bulunanlar geliştirilecektir. Hiçbir kamu kaynağının verimli olmayan yapılarda kullanılmasına izin verilmeyecektir.

Meslek hastalıkları: Malul bırakarak listele ki gizleyebilesin…

Meslek hastalıkları:
Malul bırakarak listele ki gizleyebilesin…

Portresi

 

Prof. Dr. İbrahim AKKURT
İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanı

 

 

Negrel kızdı: Haydi efendim! dedi. Kafanız ezildiği zaman, işin ucu size mi dokunacak?
Hiçbir zaman! İşletme size yahut karılarınıza maaş bağlamak zorunda kalacak…”
(1)

Bu diyalog daha doğum aşamasındaki kapitalizmin işçi/çalışan sağlığına, meslek hastalıkları
ve iş kazaları gerçeğine yaklaşımını belki de onlarca cilt kitaptan daha iyi anlatmaktadır.
Satırlar Emile Zola’nın işçi sınıfı mücadelesini destanlaştıran başyapıtı Germinal’den…
Olaylar 1860’larda Fransa’nın kuzeyinde bir madende geçmektedir…

Doğum aşamasındaki düşüncesi bu olan kapitalizmin giderek daha da fazla vahşileşeceğinin de ilk işaretleridir aslında bunlar.  O günden bu güne kâr maksimizasyon hırsı, insana yaklaşımı
hiç değişmedi; hatta artarak ancak daha da sinsice devam etti, ediyor.  O kadar sinsice bir tezgahla devam ediyor ki, o kadar süslü şablonlarla pazarlanıyor ki… İçine insan hakları,
sosyal yardım, tazminat, kayıt, sistem, liste vb. soslar katılarak servis ediliyor ki; bunu dünyada haykırmaya çalışan dinozorların sayısı maalesef elin parmaklarını geçmemektedir.

Kişilerin aktif toplumsal yaşamdan uzaklaştırılmasının bir yolu da, kazanla kendisinden alınanların bir kısmını kaşıkla tekrar kendilerine sunma lütfunu göstermektir. Böylece kişilerin sistemin her türlü buyurganlığı ve hoyratlığı karşısında boyunları kıldan ince hale getirilir.
Bu, günümüz dünyasında, toplumlarda maluliyet (AS: engellilik) sarmalı ile olanaklı hale getirilmiştir. Örneğin ABD’de yetişkin nüfusun %16’sı yani en az 37 milyon kişi değişik derecelerde malul (AS: engelli) olarak tanımlanmış, ölmeyecek derecede maaşlar bağlanmıştır; bu ülkede 2012’de maluliyetle ilişkili harcama yıllık 400 milyar doları geçmiştir. Başka bir ifadeyle ABD sağlık bütçesinin ¼’ünü maluliyet ile ilişkili harcamalar oluşturmaktadır (2).  Dünya Sağlık Örgütü 1970’lerden beri bu konuda değişik zamanlarda kurallar, tanımlamalar içeren raporlar yayımlamaktadır. Bunlardan en sonuncusunu 2013’te yayımladı; buna göre dünyada değişik nedenlerle malul olanların sayısı 1 milyarı, yani dünya nüfusunun %15’ini geçmiştir (3). Ülkemizde de konu çok da farklı değildir; TÜİK’in 2012 verilerine göre
yetişkin nüfusun %18.9’u sağlık sorunları nedeniyle işgücü dışındadır yani maluldür.

Burada hemen denilebilir ki olsun! Ne kötülüğü var maluliyet nedeniyle kişilere birtakım haklar verilmesinin? Sana ne?

Meslek hastalıklarının günümüzde tespit edil(e)memesinin, bildiriminin yapıl(a)mamasının, kayıt altına alın(a)mamasının 1 numaralı gerçek nedeni
maluliyet tespiti işlemleridir.
Bunu bir şablona oturtmanın temel esası ise “liste sistemi” dir.

Çalışan bir kişide işe bağlı “etkilenme” tekrarlar sonucu zamanla birtakım belirtiler, bulgularla “hastalık”a dönüşür.  Bu hastalık bulgularının işle, çalışma ortamı ile ilişkili olduğu zamanında fark edilemezse, kayıt altına alınamazsa kişide yaşam süresi ve niteliğini etkileyecek birtakım geçici ya da kalıcı hasarlar bırakır yani çalışan malul” olur. Çalışandaki bu olumsuz etkilenme durumunun derecesi yani maluliyet oranı çalışma yaşamındaki hastalık ya da kazalara bağlıysa, “meslekte kazanma gücü azalma oranı” olarak tanımlanır ki, bu aynı zamanda tazminat
oranının da belirlenmesinde kullanılır. Ancak burada ufak bir ayrıntı var; bazen yıllar sürecek
bu gelişmeler sonucu yani etkilenme, hastalık, maluliyet sürecinin de bir Listede (AS: Meslek Hastalıkları Listesi) kayıtlı olması, tanımlanmış olması gerekir. Yani bu patolojiler ILO’nun belirlediği ve tüm ülkelere empoze ettiği Liste sistemi içinde olmak ve yine ILO’nun belirlediği bir sistematik içinde bazen yıllarca sürecek bürokratik çarkların içindeki tüm aşamaları
başarıyla aşmış olmalı ki, bir sosyal kazanca dönüşebilsin (4). Çünkü bunların çilesini
sonra “gariban” işveren -ki bulunabilirse- çekecek:

Kafanız ezildiği zaman, işin ucu size mi dokunacak? Hiçbir zaman!
İşletme size yahut karılarınıza maaş bağlamak zorunda kalacak
….”              

İşte sistem aynı, yol yordam aynı: İnsanları pasifize edeceksin; köle gibi çalıştıracaksın, çalıştırdığın koşulların kişinin sağlığı üzerindeki etkilerini zinhar görmemeleri gerek.
Bunu görmeleri gereken sağlıkçıları da suçun ortağı haline getireceksin. Sağlık sistemini hastalıklardan kazanç elde etme kapısı haline dönüştüreceksin ki, hastalık üretim merkezleri görünmesin. Sonuçta da neye bağlı olduğu “bilinmeyen” hastalık ve patolojiler sonucu
her dediğine biat edecek bir maluller ordusu oluşturacaksın.

Sistem budur.. Yıllardır anlatmaya çalıştığım, Fransız Sosyolog Mony’in yıllardır haykırdığı: “tazminatınız kafanıza çalınsın” denilen meslek hastalıkları sistemi budur. Bu sistem bir
“Yasal meslek hastalıkları sistemi”dir; bunun yerine “tıbbi meslek hastalıkları sistemi” kurulmalıdır dememdeki neden budur.

Başka bir dünya mümkündür, yeter ki istensin… Bunu dünyada yaşayan ben dahil %99 olarak gördüğümüz gün; en az 200 yıllık %1’lik vahşi kapitalizm oyun kurucularının işi biter.
Ah bir görebilsek… Ne Haziranlar yaşanır memleketimde, dünyada…

Kaynaklar : 
1.Emile Zola, Germinal, Yordam Kitap, 4.basım
2.CDC-MMWR/ August 30, 2013/Vol.62/ No.34:697
3.WHO 2013 10 facts on disability
4.ILO 2013 National sysytem for recording and notification of occupational diseases.
Practical guide

================================

Dostlar,

Değerli meslektaşımız Prof. İbrahim Akkurt’un sorunun tam da bam teline vuran yazısını yukarıda sunduk.. Sorunlar konuları salt teknik – hukuksal – ekonomik.. boyutlarıyla işlemekle çözülemiyor.. Arka düzlemdeki ideolojiyi apaçık etmek (deşifre etmek) gerekiyor.
Bu kritik boyut görmezden gelinirse, akademisyenler de yabanıl anamalcı (vahşi kapitalist) çarkın bilerek ya da bilmeyerek sıradan bir dişlisine indirgenir. Böylesi bir toplumsal – bilimsel rolün kabul edilir yanı olamaz. Yaşamın gereksinimi tam da tersinedir; bilim insanı topluma
yol gösterecek; sorunlarını ve kaynaklarını, akılcı çözümlerini sunacaktır insanlara.
Bilimini asla hiçbir çıkar kesimine, güce sunmayacak; en yüksek düzeyde sorumlu ve ERDEMLİ olacaktır..

“Sermayenin kârını” değil  “Toplumsal yararı” “en çok kılmak” temel güdüleyicisi olacaktır.

Büyük ATATÜRK ne denli etkili, yerinde uyarmıştı :

  • “Okuyup-yazma bilmeyen tek bir yurttaş bırakılmamalıdır. Kalkınma savaşının gerektirdiği teknik işgücü yetiştirilmelidir. Yurt sorunlarının ideolojisini anlayacak, anlatacak,
    kuşaktan kuşağa yaşatacak birey ve kurumlar yaratılmalıdır.” (1937 TBMM açış konuşması)

Bu bağlamda uzuuun yıllardır veregeldiğimiz Tıp Fakültesi derslerinden
“MESLEK HASTALIKLARI” yansılarımızı izlemek ister misiniz??
Özellikle 99, 139, 143 ve 175. yansılara dikkat lütfen…

Meslek_hastaliklari

feda_kar

Sevgi ve saygı ile.
30 Haziran 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com