Etiket arşivi: Prof. Dr. Ahmet SALTIK Mülkiyeliler Birliği Üyesi

Prof. Ayşen Uysal : Üniversite dediğin…

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

6 AĞUSTOS 1945 ABD’nin JAPONYA’YA ATOM BOMBASI ATMASININ ÜZERİNDEN 72 YIL GEÇTİ

6 ve 9 AĞUSTOS 1945
ABD’NİN, JAPONYA’YA ATOM BOMBASI
ATMASININ ÜZERİNDEN 72 YIL GEÇTİ 😒
 
S U A Y  K A R A M A N
Müzikli, şiirli görsel belgeseli izlemek için lütfen tıklayınız..
=======================
Sevgili dostumuz Suay Karaman’a teşekkürlerimizle..Sevgi ve saygı ile. 06 ve 09 Ağustos 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Çiğdem Toker : ‘Tehlikenin farkında mısınız?’

‘Tehlikenin farkında mısınız?’
Çiğdem Toker
Cumhuriyet, 30.7.17
(A. S. Bizim katkımız yazının altındadır..)

İçimizi şaşkınlık, öfke, bulantı karışımı duygularla dolduran haber, Gülseven Özkan imzasıyla Hürriyet’teydi dün.
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Ensar Vakfı ile “çeşitli eğitim, seminer ve sosyal etkinlikler düzenlenmesine dair” beş yıllık işbirliği protokolü imzalamıştı.
– Hani, 2010-15 arasında Karaman şubesindeki görevli öğretmen M.B’nin, toplam 45 çocuğu istismarıyla 508 yıl hapis cezasına çarptırıldığı Ensar.
– Hani, 2008’de Çorum şubesindeki öğretmen Z.İ’nin iki kız öğrenciye tecavüz suçlamasıyla Kasım 2016’da 12 yıl 6 ay hapis cezası alarak tutuklandığı Ensar.
– Hani, Rize Şubesi eski başkanı M.N.G’nin küçük yaştaki iki erkek çocuğa cinsel
istismar suçlamasıyla 24 yıl 7 ay hapis cezası aldığı Ensar.
Evet, MEB, bu Ensar ile yaptığı protokole göre, “vakıfla ortaklaşa belirlenen kulüplerin ortaöğretim kurumlarında kurulmasına” imkân tanıyacak.
Eylül gelip okullar açıldığında Ensar Vakfı, sizin de çocuğunuzun okulunda faaliyet göstermeye başlayabilecek demek bu.
Hiç lafı dolandırmayacağım: Şu gayet somut, şu içimizi parça parça eden vakalar ışığında Ensar’ın okullara girip eğitim verme ihtimali, çocuklarımız açısından korkmamız gereken bir durumdur.
Gazeteci olarak da diyorum ki:
Bu iş, müftülere nikâh izni planından bağımsız değil.
TBMM’ye giden hükümet tasarısında küçük kız çocuklarını, para uğruna evlatlarının kuma olarak harcanmasına izin veren ailelerin, doğacak bebekleri “yasallaştırılması”nın altyapısı da var çünkü. (Tasarıda “Doğum bildirimi; veli, vasi, kayyım, bunların bulunmaması halinde çocuğun büyükana, büyükbaba veya ergin kardeşleri ya da çocuğu yanında bulunduranlar tarafından yapılacak.”)
Hepsi bir stratejinin parçaları.
Evrim ve laiklik müfredattan çıkıyor, cihat giriyor. Selefilik övülüyor.
Müftülere evlendirme yetkisi veriliyor.
Kulüp kurma marifetiyle Ensar’a ortaokul ve liselere girme yetkisi veriliyor.
Bunların hepsi on günde oluyor.
Cumhuriyet 11 yıl önce uyarmıştı:
“Tehlikenin farkında mısınız?”

Hangi adalet?
Kuşku yok, tahliyelerin tek tek, bireysel dünyalar açısından bir karşılığı, anlamı var. Günışığına, deniz kokusuna, yeşile, gülüşlere dostlara yakın olunacağı için. Ama işte bu kadar.
Yoksa mahkeme kararının adalet ile “zerre-i miskal” ilgisi yok.
Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Ahmet Şık Silivri’ye geri döndü.
Niyeymiş? Deliller toplanmamış. Karatma şüphesi varmış.
Yurtdışından gözaltına alınacağını bilerek ve önceden duyurarak dönen Akın Atalay’ın, kendisinin hakkında da karar olduğunu öğrenince yazıişleri masasından kalkıp Emniyet’e giden Kadri Gürsel’in, Murat Sabuncu’nun Ahmet Şık’ın yani.
Lütfen “hangi delilleri” diye sormayın.
Mahkeme dört Cumhuriyetçinin henüz toplanmamış delilleri karartacağını düşünüyor.
Adalet olmadığı gibi inandırıcılık gibi bir kaygı da yok, niye olsun. Dert inandırıcılık olsa, FETÖ üyeliğinden yargılanan sanığın savcı, Fethullah Gülen’in gerisinde bol miktarda el pençe divan fotoğrafları bulunan, 17 Aralık’tan sonra “Ak Parti gider pak parti gelir” dediği program kaydı Beyaz TV arşivinde bulunan sağ kol Hüseyin Gülerce’nin tanık olduğu, tarihe “parkeci-pideci” diye geçecek bu iddianameyi geri çevirirdi.
***
Hoş geldiniz, sevinç ile; Bülent Utku, Güray Öz, Turhan Günay, Musa Kart, Mustafa Kemal Güngör, Hakan Kara, Önder Çelik.

Terim’in tazminatındaki ‘hakkımız’

Kısa, kısacık bir süre de olsa kamuoyu gerçekten istifa ettiğini sandı.

Ne zaman ki Türkiye Futbol Federasyonu’ndan (TFF) alacağı tazminat ortaya çıktı. O vakit Fatih Terim’in gidiş biçiminin istifa değil, gönderilme olduğu anlaşıldı. Ödenecek tazminatın tutarı (3.5 milyon Avro) tartışmayı büyüttü. Bugünün kuruyla 14.5 milyon TL demek olan bu tazminat, hemen TBMM gündemine taşındı. Sosyal medyada da yoğun tartışıldı. Dört kişilik ailenin açlık sınırı 1529 TL’yken, bu parayı helal etmediklerini yazanlar az değildi. Hal böyle olunca merak ettim. Yani Terim’in tazminatında biz sıradan ölümlülerin dolaylı da olsa payı var mıdır, varsa nedir diye merak ettim.
TFF’nin 1 Haziran 2016 /31 Mayıs 2017 dönemi Finansal Tablolar ve Bağımsız Denetim Raporu’na baktım. Federasyon’un bu dönemde, yani bir yıllık geliri 472 milyon 616 bin 663 TL’ymiş. (Dolara çevrilirse 135 milyon dolar, Avro üzerinden 107.4 milyon Avro yapıyor.) TFF gelirlerine kaynak dağılımına baktığımızda en büyük kalem 125.6 milyon TL ile TV radyo naklen yayın ve reklam gelirlerinde. (Bu da Digitürk olarak bildiğimiz Krea İçerik şirketiyle yapılan sözleşmeye dayalı.)
İkinci sırada 61.7 milyon TL ile sponsorluk gelirleri. Üç ve dördü ise küçük tutar farkıyla altyapı fonu gelirleri ile spor toto ve spor loto gelirleri paylaşıyor. 40.8 milyon TL altyapı fonu, 40.1 milyon TL de spor toto ve loto gelirlerinden. Dolayısıyla, Terim’e ödenecek (ya da ödenen) 14.5 milyon TL tazminat ile ilgili bir kamusal yorum yapılacaksa, TFF’nin bir yıllık gelirindeki payının 40.1 milyon TL’si üzerinden yapılmalı.

‘Ana akım’ başka akıyor
Bu yazı, hâlâ ana akım tabiri kullanarak, mazideki “ana akım” kuruluşlarını kastettiğini düşünen arkadaşlar, dostlar için. Cumhuriyet davasını ilk sayfadan duyurmayan gazeteleri, tahliyeleri canlı olarak vermeyen TV kanallarını eleştirirken “ana akım” demiyorlar mı, hayret etmemek zor. Zor olsa da kabul etmemiz lazım. Ana akım kavramı Türkiye’de anlam ve içerik kaymasına uğrayalı çok oluyor. Hedef gösteren, itibar suikastı yapan, kasten yalan haber hazırlayan, ortaya çıkınca kılı kıpırdamayan, kaybedeceği çok şey olan ve bunların hepsi de dünya nimetlerine dair olan dinci görünümlü gazete ve TV’ler, bugünün ana akımıdır.
Vaktiyle “ana akım” diye bildiğiniz bildiğimiz gazete ve TV’lerin birçoğu da, Erdem Ongun’un babası, tutukluluğuna devam kararı verilen değerli Kadri Gürsel’in tabiriyle “ana akım enkazıdır.” Beklentiniz olmazsa, hayal kırıklığına uğramazsınız.
===================================
Dostlar,

Teşekkürler değerli genç yazar sayın Çiğdem Toker’e…
Çok önemli bir yazı :
TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ??

Merhum İlhan Selçuk Cumhuriyet‘in başında iken, son yıllarında kamuoyunu uyarmak için yatık harflerle manşette, tersinden yazarak bu uyarıyı yapıyordu.. Arapça “birşeyler” sanılmıştı hatta.. O “Tehlike” artık ülkemizde yaşanıyor..

Siracusa İlkeleri md 54’te şöyle deniyor:

  • “Her bir önlem, ‘gerçek”, ‘açık’, ‘mevcut’ ya da ‘yakıntehlikeye ilişkin olmalıdır ve
    salt potansiyel bir tehlikenin bulunduğu değerlendirmesine dayanarak alınmamalıdır.”

    Artık Tehlike;
    1. Gerçektir
    2. Açıktır
    3. Yakındır
    4. Mevcuttur..

AKP’nin “potansiyel tehlike” aşaması geride kalmıştır.

Laik – demokratik -sosyal – hukuk devleti tehdit ve tehlike altındadır!

Sayın Toker yazısında 1’den çok konuya değinmiş, hepsi de birbirinden yakıcı.
Çok yönlü ve çok boyutlu, çok soluklu mücadeleye devam…

Elbette insanlık onuru ve AYDINLANMA kazanacak..

CHP toplumsal muhalefeti hızla ve gergef gergef dokumalı..
İstimi düşürmemeli.. Toplumun tüm kesimleriyle görüşerek AKP karşıtı muhalefeti örgütleyip büyütmeli…. AKP = RTE’ye halkın umut bağlayacağı politik seçenek hazırlanmalı..
Açık, yakın, somut, gerçek ve varolan ciddi – ağır tehlikeyi gören tüm kişi ve kurumlar sorumluluk ve yapıcılıkla bu sürece katkı vermeli, şemsiye rolü üstlenecek CHP’ye destek olmalı.

Fatih Terim olayı… Bizim anladığımız, sözleşmesi feshedilecek Terim’in ama sıkı hukuksal gerekçe bulunamadı, bulunmak istenmiyor.. Danışıklı dövüş ile korunmak isteniyor. Ancak 3,5 milyon € ciddi bir servettir ve Terim, genel ahlaka – geleneklere – töreye hatta hukuk kurallarına aykırı davranarak ihkak-ı hak peşinde olmuş, fiziksel güç kullanarak fiili saldırı yapmıştır. Türk Milli Takımı’nın başındaki insan için, bu eylemler sözleşmenin tazminatsız ve tek yanlı feshi için yeterli görülmelidir.

Hepimizin o parada payı var. Hiç kimseye hak etmediği hiçbir şey verilmemelidir.

Genel anlamda AKP, toplumun sinir uçlarına basmaya son vermelidir. Ülkenin içte ve dışta sorunları son derece ağırdır ve ancak toplumsal birliktelik ile (ÜMMET dayatması ile değil!) ulusal dayanışma ile aşılabilir. Ayrıca AKP’nin tabanı da eriyor böylelikle.. Anketler %40 gibi gösteriyor AKP’yi.. 3 Kasım 2019 seçimini kazanmak için %50+1’e mahkum olduklarını Erdoğan ha bire söylüyor oysa!?

Lütfen teenni.. Bunca hukuksuz – ölçüsüz – zalim baskı – kuşatma tarihte neye neden oldu ise Türkiye’de de benzer toplumsal karşı tepki mutlaka gelişecek ve silip süpürecektir..

Sevgi ve saygı ile. 31 Temmuz 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Sadi SOMUNCUOĞLU : Lozan Zaferi Üzerine

Lozan Zaferi Üzerine..

Sadi Somuncuoğlu ile ilgili görsel sonucuSadi SOMUNCUOĞLU
sadisomuncuoglu@yahoo.com, 
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/lozan-zaferi-uzerine-43692yy.htm
29.07.2017

(AS : Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

E. Kur. Alb. Ümit Yalım, yıllardır çırpınıyor;

  • Yunanistan Ege’deki adalarımızı göstere göstere işgal ediyor diye.

    Haber gazetelerde, televizyonlarda manşette; ama yetkililer sus-pus vaziyette veya ilgisiz açıklamalarla adeta işgali zımnen onaylamakta. Vatandaşta, okumuşu okumamışı ile kayda değer tepki yok.

Anlamak mümkün değil. Belki, “tapusu bizde, iflas etmiş Yunan boşuna uğraşıyor” diye düşünülmüş olabilir. Ancak bu doğru değil. Benzer saldırıyı, farklı olmakla beraber tarihi Türkmen şehri Kerkük’te de gördük. Tapu ve nüfus kayıtları ile mezarlıklar talan ediliyordu; Barzani ve Talabani eşkıyasının bu saldırılarına engel olunması gerekirken, pişkince,“kayıtların aslı bizde” denilip geçiştirilmeye çalışıldı. Sonuçta Kerkük başta olmak üzere Türkmen şehirleri bir bir açıktan işgal edilip Türkmen katliamı başlatıldı. Kerkük’e 10 yılda 600 bin kişi yerleştirildi, demografik yapı bozuldu. Yerel Yönetimin başı Barzani tek başına Irak anayasasını çiğneyerek Kerkük’ü de içine alan referandumla Türkmen şehrine el koymaya cüret etti.

Benzer durum Ege’de de yaşanmaktadır. Karasularımızdaki adalarda askeri karakol kurup bayrak dalgalandıran Yunanistan, gümrük kapısı açmış pasaport kontrolü yapıyor. Bu tecavüze karşı nota vermekten vazgeçtik, “ağır ol komşu, bu adalar sizin değil, bizim” diyen resmi bir açıklama bile duymadık. Uzmanlar; uluslararası teamül hukukuna göre eğer başkasına ait bir yer itiraz olmadan 20 yıl kullanılmışsa, orası kullanana ait olur” diyor. İlk işgal 2004’de başladığına göre, Bulamaç ve Eşek adaları 7 yıl sonra, 2023’te, resmen Yunan toprağı olacak demektir. Sıradaki diğer adaların ömrünü, varın siz hesap edin. Bir başka sorun da, karasularımız içinde bulunan bu adalara, Yunanistan’ın tankıyla-topuyla nasıl girip çıktığıdır.

Buna göre, Lozan’dan sonra ilk toprak kaybını Ege’de yaşayacağız.
Kıbrıs’ta erime devam ediyor.

Eyy, Lozan’ı yetersiz görenler veya “hezimet” sayanlar neredesiniz, topraklarımız gidiyor? Yunan yayılması Aydın’a ve İzmir’e dayanmış, neden susuyorsunuz?

Mescid-i Aksa krizindeki haklı tepkiyi, bekamızla ilgili konularda da göstersek olmaz mı?

Geçenlerde biri çıkıp, yenilerek kaçarken bile sivil halkı camilere doldurup yakan, tecavüzcü barbarlar için “keşke Yunan galip gelseydi” demiş (AS: Kadir Mısıroğlu). Böylece Türk Milletinin egemenliğine karşı, “Helen egemenliğini” üstün tutup meşrebinin icabını yapmış.  İslam’la ve Türklükle ilgisini de ortaya koymuş. Elbette bu zihniyetin sahipleri istiklalimizin tapusu Lozan’a karşı çıkıp, “Sevr”i  özleyecektir; kökleri de Osmanlıya kadar uzanmaktadır.

Hatırlayalım, 1. Dünya Savaşı tam bir vahşetti. Çörçil özetle;

  • “Hukuka göre, savaşta zehirli gaz kullanmak yasaktır; biliyorum. Ama Türkler insan sayılmaz! Türklere karşı rahatça zehirli gaz kullanabiliriz!” demiş ve kullanılmış da. Evet bu savaşta yenildik; ordularımız dağıtıldı, işgal edilen topraklarımız paylaşıldı, Padişah esir düştü. Haçlılar, “Her şey bitti, bu defa Türkler ayağa kalkamaz” dedi. Çörçil daha da ileri giderek, “Türkleri geldikleri Orta Asya’ya sürmek için beklediğimiz bin yıllık fırsatın çıktığını” söyledi.

Ancak Türk Milleti ölmediğini gösterdi ve yeniden “Ergenekon” dan çıkış ve İstiklâl için bayrağı açtı. Büyük Akif’in “… tek dişi kalmış canavar” olarak nitelediği haçlı istilasına karşı Mustafa Kemal Paşa silah arkadaşlarıyla birlikte İstiklâl Savaşını başlattı. Kuvay-ı Milliye cephesinde Ankara Müftüsü M. Rifat (Börekçi) Efendi, Amasya Müftüsü Tevfik Efendi, Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi gibi pek çok din adamı ve ileri gelen toplum lideri yer aldı.

Karşı tarafta, haçlılarla yerli işbirlikçileri vardı. Meselâ; “Sevr Antlaşması“, “Lozan” dan daha iyidir diyen, “ademi merkeziyetçiHürriyet ve İtilaf Partisinin mebusu ve Damat Ferit Hükümet’inin “Şeyhülislamı” Mustafa Sabri, bunlardan biri. Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey‘in idamına fetva verdi, Sultan II. Abdülhamit tahttan indirilince çok sevindi, İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyesi oldu, Sevr Antlaşması’nı imzaladı (AS: Sevr Anlaşmasını 10 Ağustos 1920’de Vahdettin’in sadrazamı imzaladı!). Bu hain aynı zamanda işgalcilerin kurdurduğu
Tealî-i İslam Cemiyeti Başkanı, İskilipli Atıf hoca yardımcısı ve İttihat-ı Muhammediye Cemiyeti önderi Said-i Kürdi de üyesi idi.

Tealî-i İslam Cemiyeti, Kuvayı Milliye aleyhine ilk bildiriyi 26 Eylül 1919’da yayımladı. Bildiride; “İngilizleri kızdırdınız, üzerimize Yunanlıları musallat ettiler. Şimdi usulca oturup yenilginin sonuçlarına katlanmak yerine, Yunanlılarla harbe tutuşuyorlar. Bu eşkıyaları ve asileri en kısa zamanda bertaraf etmek hepimize farzdır” denildi.

Yunan Ordusu 15 Eylül 1919’da İzmir’i işgale başladı. Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a 19 Mayıs 1919’da çıktı. Bu tarihlere göre “farz” olan neymiş, yukarıdaki paragrafı lütfen tekrar okuyup yorumlayınız.

Milli Mücadele zaferle sonuçlanınca Mustafa Sabri, önce Yunanistan’a, sonra İngiliz casusu Lavrens ile Arapları Osmanlıya karşı isyan ettiren Hicaz Şerifi Hüseyin’e gitti.

SONUÇ:   Yüz yıl önce, “Sevr, Lozan’dan iyidir” fetvası verildi, haçlılarla işbirliği ”
farz” sayıldı. Bugün, “Keşke Yunan galip gelseydi” denildi; Türk egemenliğine karşı Helen “esareti/köleliği” yeğ tutuldu.

Ne acı değil mi? Asır geçmiş, Türk Milletine düşmanlık değişmemiş! Temel meselemiz bu olsa gerek…
==================================
Dostlar,

Biz Lozan için 94. yıldönümü bağlamında sitemizde epey yazdık..
Sayın Somuncuoğlu’nun yazdıklarına katılıyoruz.. Çok yerinde saptamalardır.
Bir yerde ayraç içinde düzeltmemiz oldu..
Çok iyi bilinmesi gerek : Sevr Andlaşması’nı son Osmanlı Padişahı 6. Mehmet Vahdettin kabul etti ve Fransa’ya Sadrazamı Tevfik Paşa’yı yollayarak imza attırdı..
Bu tutsaklık ve yok oluş fermanını ise Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde Türk Ulusu yırttı!
Yerine Lozan Barış Andlaşması’nı koyarak ülkemizin uluslararası hukukta bir tür tapusunu sağladılar. Selam olsun onlara.. Bu belge hem tapumuz hem de tabumuzdur; sonsuza dek koruyacak ve onurla yaşatacağız.

Sevgi ve saygı ile. 29 Temmuz 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Işık Kansu : Anaokuluna kadar inen şeriat

Anaokuluna kadar inen şeriat

Işık Kansu

Ahmet SAY : Rütbeler söküldü – madalyalar alındı

Rütbeler söküldü – madalyalar alındı

Ahmet SAYAhmet SAY, 18 Temmuz 2017, EVRENSEL

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Yeniden bir “OHAL Dönemi” yaşıyoruz. Son OHAL Kanun Hükmünde Kararnamesi, geçen haftanın sonunda, 14 Temmuz 2017 günü yürürlüğe girdi ve bu “kararname” ile 7348 kişi işten atıldı: Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan 418, Emniyet Genel Müdürlüğü’nden 2303 ve Sağlık Bakanlığı’ndan 789 kişinin işine son verildi. Kara Kuvvetleri’nden 181, Deniz Kuvvetleri’nden 180, Hava Kuvvetleri’nden 185 asker atıldı. Üniversitelerden ise aralarında profesörlerin de olduğu 302 akademisyenin yanı sıra, üniversitelerin idarî kadrolarından da 54 kişi ihraç edildi. İçişleri Bakanlığı’nda işine son verilen 31 kişi arasında, eski İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu da vardı. Silahlı Kuvvetler’den emekli olmuş 342 emeklinin ise rütbeleri söküldü.

Bütün bu az görülür işlemlerin yanı sıra, daha önce KHK’lerle işten atılan 312 kişi n’oldu dersiniz? Bu 312 kişi, görevlerine iade edildi! “Demokrasi” dediğin böyle işler: Eğriye eğri, doğruya doğru! Alın size bir örnek: Kapatılan derneklerden (ve Başbakan Binali Yıldırım’ın hemşerilerinden oluşan) Erzincanlı Sanayici ve İşadamları Derneği yeniden açıldı!

Peki, firari sporculardan Hakan Şükür ve Arif Erdem’in madalya ve nişanlarının alınmasına ne demeli? Hatırlayın: Hakan Şükür, millî takımda attığı ve attırdığı gollerle 2002 yılında Devlet Üstün Hizmet Madalyası almıştı! Hakan ayrıca, 2002 Dünya Kupası’nda bronz madalya kazanmıştı. Çünkü futbol millî takımımız, bu turnuvada Güney Kore’yi 3-2 yenerek dünya üçüncüsü olmuştu, hatırlarsınız belki…
*
Eğitimcilerimiz Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın, açlık grevinde kritik eşiği aşarak hayatla olan bağlarının her gün biraz daha koptuğunu, dünyanın bütün vicdanlı insanları kaygıyla izlerken CHP Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Zeynep Altıok, bu iki eğitimcinin göreve bir an önce iade edilmesini istedi ve Türkçe konuşmasına karşın, bazı insanların anlayamayacağı bir cümle kurdu:

“Yaptığımız bu çağrı, siyasi bir çağrıdan öte, evrensel insan hakları kriterlerince sâbit bir hak ve âcil bir insanlık çağrısıdır.”

CHP’li Sezgin Tanrıkulu ise KHK ile işten atılan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için Meclis araştırması açılmasını istedi.

Umarım bütün bunlar için “Artık çok geç” demeyiz. Bizim bildiğimiz temel ilke çok yalın ve açıktır:

İNSAN HAYATINDAN DEĞERLİ HİÇBİR ŞEY YOKTUR!
====================================
Dostlar,

Belki 2 aydır web sitemizin manşetinde tutuyoruz 2 masum eğitim emekçisinin hepimize ders olması gereken dramını.. Dile kolay, 138 gün oldu bu gün (23.7.17). Bu 2 genç insan 4 ay 18 gündür açlar! Salt şekerli – tuzlu su ve B12 vitamini alıyorlar Wernicke-Korsakoff sendromuna karşı. Beden ağırlıkları neredeyse yarıya indi. Ciddi ağrıları, kas güçsüzlükleri var. Ziyaretçilerine tekerlekli sandalye ile gelmek bile çok güçleşti..

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, açlık grevindeki bu 2 hüküm giymemiş masum insanın gözaltına alınma nedenini DHKP-C üyeliği olarak açıkladı ve daha önce de birkaç kez gözaltına alındıklarını, sabıkalı olduklarını açıkladı. Oysa hem CHP hem de Nuriye ve Semih’in avukatları hemen savcılıktan sabıka kaydı çıkardılar ve adli sicillerinin temiz olduğunu kanıtladılar..

Şimdi biz İçişleri Bakanı, üstelik soyadı da Soylu olan kişinin bu davranışını nasıl niteleyeceğiz tazminat – ceza davasına muhatap olmadan ? Bu iftira değil de nedir???

Hep yazdık, bir kez daha yazalım.. 138 gün, ölme yatan açlık grevcisi için son derece uzun ve önemli bir süredir. Her an her türlü olumsuz ve geri dönüşümsüz sonucun eli kuşağındadır.
Bu 2 masum genç insanın kalıcı olarak engelli kalması ya da ölmesinin sorumlusu doğrudan iktidardır. Vicdan azabından nasıl kurtulacaklar?

Yapılacak “insani” iş bellidir. Güvenlik tedbiri ile serbest bırakıp işlerine iade etmek..
Çok kıdemli bir öğretim üyesi hekim olarak söyleyelim; hemen yoğun ve uzun süreli bir tıbbi sağaltıma (tedaviye) alınacaklardır, ruhsal – bedensel ve sosyal esenlendirmeye (rehabilitasyona) alınacaklardır. Göreve eylemli olarak başlamaları aylarca olanaklı olmayacaktır. Bu sürede de yargılamaları bitirilebilir. Aklanırlarsa (berat ederlerse) ne ala… Değilse yaptırımı görürler..

Şimdi AKP = RTE‘yi ve yargıyı, en yüce değer İNSAN YAŞAMI – ONURU bağlamında adım atmaya bir kez daha çağırıyoruz.. 2 genç ve masum insanın katili olmasınlar istiyoruz.. Unutulmasın, yargılamanın da temel işlevi ADALETİ gerçekleştirmektir. Bu 2 masum genç insan engelli kalır ya da ölürse adaleti gerçekleştirme olanağı asla kalmayacaktır.

Vakit kritik vakittir.. Tez elden adım atmak gerekir. Mevzuat, bu 2 insanın tutuksuz yargılanmasına elvermektedir :

  1. Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı
    bu yasanın (CEZA ve GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA YASA)
    md. 16/2’de, sanığın hastalığı nedeniyle uygulanacak süreç şöyledir:“… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa, cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”
  2. Anayasa md. 104 (ilgili fıkra : “Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak,”

Cumhurbaşkanının kesinleşmiş cezası olan hükümlüleri bile af yetkisi varken, henüz tutuklu olanlar için de bu yetkisinin her 2 seçenekte haliyle var olduğunu kabul edilmektedir..

Hatadan dönmek erdemdir, irfandır. AKP = RTE‘nin olumlu – olgun bir kararı ülkemize
derin bir nefes aldıracak, muazzam boyutlara erişen gerilimi epey hafifletecektir.

Akıldan çıkarmayalım; zulüm asla tek yanlı bir işlem değildir, zulmedeni de tüketir.

Sevgi ve saygı ile. 24 Temmuz 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

33 yıllık hekim Dr. Hüseyin Demirdizen nasıl işten atıldı!

33 yıllık hekim Dr. Hüseyin Demirdizen nasıl işten atıldı!?

Eski Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi üyesi 33 yıllık hekim Dr. Hüseyin Demirdizen, son çıkarılan 692 sayılı KHK ile kamudaki görevinden ihraç edildi.
(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Son çalıştığı Kadıköy Toplum Sağlığı Merkezi’ne giderek eşyalarını toplayan ve çalışma arkadaşlarına veda eden Demirdizen, hükümetin kendi iktidarını sağlamlaştırmak için muhalif tüm kesimleri birer birer ihraç ettiğini söyledi. Demirdizen, “Bizlerin kamudan ihraç edilmesi şüphesiz kişisel mağduriyetlere yol açıyor ama daha büyük endişeyi, her kamu çalışanı gündelik hayatında hissediyor olması oluşturuyor. En büyük risk birey ve toplumun geneli için bu belirsizliktir. İçinde adalet, hakkaniyet barındırmayan bu kararlar toplumun bir arada yaşamasını sabote etmektedir. Geniş mağdur toplumsal taban bu adaletsizliğe, hukuksuzluğa, bu keyfiyete (AS: keyfiliğe!) birlikte itiraz etmeli” dedi.

Yılmadan çalıştı

Demirdizen, Ankara Kalecik Hançılı köyünde 9 çocuklu bir ailede dünyaya geldi. Maddi imkânsızlıklarla mücadele etti ama yılmadı. Çapa’daki İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazandı ve 1984 yılında mezun oldu. Uzun yıllar Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde çalıştı. Son 4 yıldır da Kadıköy Toplum Sağlığı Merkezi’nde çalışıyordu. Ta ki 14 Temmuz’da yayımlanan son KHK’ya kadar. O gece arkadaşı Dr. Osman Öztürk’ten gelen telefon ile kamudan ihraç edildiğini öğrendi. Demirdizen, ihraç edilmesinin ardından gazetemize konuştu. OHAL’in kendi hukukuna bile uymayan şekilde gelişmelerin yaşandığını söyleyen Demirdizen,

  • “İktidar her ne kadar OHAL’i FETÖ darbesi gerekçesiyle uygulamaya koyduğunu söylemiş olsa da ilk günden bu yana bütün toplumsal muhalefeti hedef alan bir baskı ve yaptırım uyguluyor” dedi.
  • İktidarın KHK’lerle yaptıklarında bir hukuk, mantık, adalet aramadığını belirten Demirdizen “Muhalif olmanın kendisi ihraç edilmede yeterli olabiliyor. İktidar bloku dışındaki insanlar, değişik özelliklerle bu uygulamalardan nasibini alıyor.” diye konuştu.
  • Demirdizen, AKP hükümetinin her türlü toplumsal muhalefeti kendisini yıkmak üzere gerçekleştirilmiş etkinlikler olarak gördüğünü kaydetti. (AS: Tam ve devasa bir hezeyan, darbe paranoyası hastalıklı ruh hali!)

Köyünün ilk doktoruydu

Demirdizen, çevresinde çok sevilen bir isimdi. İhraç kararı, sosyal medyada da eleştirilere neden oldu. Demirdizen’in yakınları;

“Kimi zaman ekin biçti, kimi zaman harman savurdu, kimi zaman üzüm sattı. İmkânsızlıklar içinde mücadele etmeyi ve başarmayı çocukken öğrendi. Demirdizen köyünün ilk doktoruydu.
O hep doğru olanı yaptı, emeğin yanında, haksızlığın hukuksuzluğun karşısında durdu.
Çünkü hak, adalet, dürüstlük kavramları ona ta ilkokul sıralarında öğretilmişti. O doğru bildiği yolda asla baskılara boyun eğmedi, haksızlıklar hukuksuzluklar karşısında geri adım atmadı. Doktor Hüseyin Demirdizen, onurumuzdur” sözleriyle ihraç kararına tepki gösterdiler.
(http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/saglik/785109/33_yillik_hekim_nasil_isten_atildi.html)
=========================================
Dostlar,

Dr. HÜSEYİN DEMİRDİZEN’e KEFİLİZ!

Dr. Hüseyin Demirdizen’i bizim de mezunu olduğumuz İstanbul Tıp Fakültesi’ndeki öğrencilik yıllarından beri biliriz. Dahası, abisi Mehmet Demirdizen’i matemetik öğretmenimiz olarak 1970-71 ders yılında Van’da tanımıştık. Ailece görüşürdük o dönemde. Mehmet Demirdizen öğretmenimiz ile sonraki yıllarda abi – kardeş olduk, Mehmet abi bizim manevi ağabeyimiz oldu. İlişkilerimiz artan bir sevgi – saygı ile hep sürdü Demirdizen ailesiyle. Bir kardeş, Ali Demirdizen ise Ankara Keçiören’de Atatürkçü Düşünce Derneği yönetiminde idi ve bizi konferanslara çağırmıştı.

Hüseyin ile Türk Tabipleri Birliği, İstanbul Tabip Odası ortamlarında sıklıkla görüştük.
Meslek örgütü ile öylesine bütünleşti ve örgütsel savaşımın önemine, etkinliğine, erdemine  öyle çok inandı ki, kişisel kariyerini bile bu yolda feda etti. Ankara Kalecik’in köylerinden, 9 çocuklu çok yoksul bir ailenin çocuğu olarak İstanbul Tıp Fakültesi gibi çok yüksek puanlı bir fakülteyi kazanan sevgili Dr. Hüseyin Demirdizen’in, tıbbın dilediği dalında uzmanlık eğitimini kazanabileceği tartışma dışıdır. Ama O, kendisini İstanbul Tabip Odası ve Türk Tabipleri Birliği’nin meslek örgütlenmesinde öncü, önder bir eylemci olarak buldu ve yıllarca çok değerli hizmetler ve katkılar verdi.

Dr. Hüseyin Demirdizen, Cumhuriyeti’mizin temel değerlerine içten bağlı, Atatürkçü, toplumcu dünya görüşünü paylaşan, ilerici – devrimci sol ideoloji sahibi, tutarlı bir hekim, eylemci ve aydındır.

Geçelim FG cemaatı gibi ilkel – gerici – yobaz ve en önemlisi emperyalizmin maşası bölücü bir terörist örgütü; akla ve bilime dayanmayan hiçbir açık – gizli, yasal olmayan örgütle ilişkisi, bağı asla olmadı Dr. Hüseyin Demirdizen’in. Çünkü O, devrimci – yurtsever bilinciyle daima ileriye bakıyor, her tür inanç sömürüsünü doğallıkla reddediyor, akla ve bilime dayalı olarak toplumunu aydınlatmaya çabalıyordu. 33 yıl boyunca da sağlık sektörümüzün pek çok biriminde nitelikli – dürüst – ilkeli – meslek değerlerine bağlı, bilimsel ve etik hekimlik hizmeti vermişti.
Sicili tertemiz, disiplin cezası yok…

T.C. Devleti’nin memuru olan Dr. Hüseyin Demirdizen’in 33 yıl boyunca memurluğuna engel bir durum bulunamadı da şimdi mi, OHAL furyasında mı bulundu?
Dr. Demirdizen’in hangi yasa dışı yapı, kurum, örgüt ile “irtibatı – iltisakı – mensubiyeti” (!?) vardır, net ve kanıtlarıyla açıklanmalıdır. Kaldı ki bu kavramlar, Ceza hukukunda net tanımı olmayan muğlak ve içeriği her yöne çekilebilecek esnek sözcüklerdir. Oysa suç tanımı ve dayanakları net, kesin sınırlı, anlamı esnetilip – sündürülemeyecek terimlerle olmalıdır. Suçlanana mutlaka etkili savunma hakkı tanınmalı, böylesine ağır bir yaptırım (kamu görevinden atılma!), denetimsiz bir idari tasarrufla değil, kesinleşmiş bağımsız – tarafsız yargı kararıyla uygulanabilmelidir.

  • Dr. Hüseyin Demirdizen’e biz kefiliz.

Yapılan çok büyük bir yanlış ve adaletsizliktir.
AKP içtenlikliyse bu hatadan derhal dönmelidir. Kuru ile yaşın birlikte yanması ya da doğrudan Erdoğan’ın itiraf ettiği üzere “at izi it izine karıştı” bahanelerine yer yoktur! Ne yaş kuru ile yanmalıdır ne de at izi it izine karışmalıdır. Çok net olarak ortadadır ki, iktidar OHAL’i tüm karşıtlarını tasfiye etmek için acımasız, ölçüsüz ve pervasızca kullanmayı sürdürmektedir. Bu kabul edilemez ve sürdürülemez. OHAL 1. yılını dün doldurdu ve biz bu vesile ile AKP – Erdoğan iktidarına açık çağrı yapan bir yazı yayımladık web sitemizde (lütfen tıklayınız : OHAL’in_1._YILINDA_AKP= RTE’YE_CAGRI). Gereksiz yinelemelere girmek istemiyoruz. Ancak bunca yaygın ve derin adaletsizlik toplumun bünyesini her yönüyle tahrip eder ve son derece sakıncalı, tehlikeli istenmeyen gelişmelere yol açar.

Bu çok tehlikeli oyuna artık son verilmelidir. 1 yılda OHAL’in bütün hışmıyla kullanılmasıyla FETÖ ya da herhangi bir başka örgütün tasfiye edilememiş olması kabul edilemez. FG’e övgüler dizen kişiler AKP’nin en tepesinden aşağı doğru kamuoyu önünde. Bunlara ısrarla dokunmayıp hatta Kabinede tutup üstelik terfi de ettirerek, AKP içeride ve dışarıda hiç kimseyi inandıramaz. Önceki gün Bakanlar Kurulu değişiklikleri ile AKP tüm kredisini bir kez daha ve neredeyse bütünüyle yitirmiştir. Kamuoyu desteği almadan böylesi bir örgütle mücadele yürütülemez, başarılamaz; ancak her geçen an faşizme – diktatörlüğe biraz daha sürüklenilmiş olur. AKP’nin durumu tam da budur!

CHP, dün (20.7.17) TBMM Başkanlığı’na verdiği 71 sayfalık ek rapor (600 sayfalık karşı oy raporuna ek) ile AKP – FETÖ ilişkisini bir kez daha net olarak somut belgelerle ortaya koydu!

Eğer bu sürükleniş AKP = RTE‘nin kurguladığı bir senaryo – hedef değilse (?!?), FETÖ ile mücadele kayıkçı kavgası değilse… artık frene basmanın ve zulmü durdurmanın zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Yarın çoooook geç olabilir!

Dr. Hüseyin Demirdizen’i ve benzer durumdaki masum insanları görevlerine iade ediniz ve artık ülkede HAK – HUKUK – ADALET üzere yönetim sürdürünüz; inanınız bu herkesten çok sizin hayrınıza olur. Yarın sizi hiç kimse kurtaramayabilir.. (Bu tümce salt bir öngörüdür.)

Sevgi ve saygı ile. 21 Temmuz 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
AÜTF Halk Sağlığı AbD, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com 

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için artık saatler önemli!

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça
için artık saatler önemli!

Dr. Taner ÖZEK
Radyoloji Uzmanı
(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
120 gün olmuş (AS : 9.7.17’de 124. gün!), aşağıdaki tanık olduğum olayı anlatmamın üzerinden 15 gün geçmiş ve artık yürüyemiyorlarmış. Bence en tehlikelisi böbreklerinin ağrıması. Maalesef merkez medyada bu konu ile çok az yazı ve yayın var. Daha çok Amerika’da doğum yapan ünlülerle (?) ilgili yazılar manşette.
Lütfen çok geç olmadan daha duyarlı olalım…
Saygılar.
*****
Bir insan ve hekim olarak ölüm oruçlarına karşıyım.
Bu düşüncemin kesinleşmesine yaklaşık 20 yıl önce hastanede ultrasonografi nöbeti tutarken yaşadığım bir olay neden oldu. Ultrason odasına biri astsubay 3 asker geldi. Cezaevinden bir mahkumu acil servise getirdiklerini mahkuma ultrason istendiğini söyleyip bir süre sonra sedyede bir genci getirdiler. Gencin ölüm orucunda olduğunu, herhangi bir soru sormamı söylediler. Yalnızca Hukuk fakültesi son sınıftan terk olduğunu belirttiler. Daha önce basından ölüm orucundaki insanların resimlerini (AS: fotoğraflarını!?) görmüştüm, ama ilk kez bir insan ve hekim olarak bu kadar yakından tanık oldum. Bilinci yarı açık, çok zayıflamış ve rengi kirli sarı bir gençti. Elleri kelepçeli hareketleri kısıtlıydı. Ama asıl şoku gence ultrasonografi bakarken yaşadım..10 senedir ultrasonografi yapan bir hekim olarak böyle iç organ görüntülerini ne o zaman nede ondan sonra meslek hayatımda geçen 20 yılda; çok ağır hastalıklar geçiren hastalarda bile görmedim.
Tüm iç organları (karaciğer, pankreas, böbrekler, vasküler yapılar…) çürümüştü.
Sanki açlıktan iç organları kendi kendilerini yemişti.
Ultrason tetkiki bitince genç mahkuma geçmiş olsun diyerek kelepçeden neredeyse çıkacak kadar zayıflamış elini tuttum.O an gözlerini bana çevirdi ve gözlerime baktı..
Bana bakışını hala unutamadım. Ve bakışları ile bana ne demek istediğini yaşamım boyunca merak edeceğim. Bunu o gence sorma şansım artık yok.Basından öğrendiğim kadarı ile işten atılan ve tutuklanan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça‘nın hiç bir örgütle bağlantıları ve sabıkaları yok ve KHK ile FETÖ’den işten çıkarılmışlar.
Tek istemleri, işleri ekmekleri, onurları ve öğrencileri …
TTB’deki hekim arkadaşlarımdan öğrendiğim bu gençlerin yukarıdaki genç gibi
dönülmez noktaya gelme sınırında oldukları..
* Artık günlerin değil saatlerin önemli olduğu söyleniyor.

Dostlar,

124. günü ölüme yatışlarının Nuriye Gülmen ve Semih Özakça‘nın..
Dile kolay… tam 4 ay 4 gün bitti.. 
Bu arada eriyip bitti bu 2 genç insan yaşamlarının baharında..

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ‘ın TBMM’de Fetullah Gülen’e ve yaptıklarına övgüler düzen, yaptıkları şeffaf ve yasalara uygun diye savunan konuşma bantları ortalıkta, kimi TV’lerde..

Erdoğan’ın Fetullah Gülen’le yakın pozları, öpüşmesi…. görüntüleri de…

AKP kurucularından, eski TBMM Başkanı ve AKP’nin Başbakan yardımcılarından “özgül ağırlığı olan” ağır top Bülent Arınç‘ın çeyrek yüzyıldır Ankara Belediye Başkanı olan İ. Melih Gökçek için söylediği “Ankara’yı parsel parsel cemaata sattı” sözleri boşlukta.. Bir savcı da çağırır Arınç’a sorar değil mi? Uydurma e-postalarla imzasız ihbarlarla atılan iftiralar kimi garibanların yaşamlarını karartırken, İ. Melih Gökçek de nedense Bülent Arınç aleyhine tazminat – ceza davası aç(a)mıyor, O’na “müddei iddiasını ispatla mükelleftir!” diye gürleyemiyor Reisleri gibi.. Erdoğan da her ikisine bir şey sormuyor, soramıyor.. Gökçek Başkanlık saltanatını sürdürüyor. Arınç damadı üzerinden mi sıkıştırılıyor acaba susması için??

Erdoğan’a da nedir bu fotoğraflar Fetullah Gülen ile bunca samimi diye soran yok!?
Erdoğan “Kandırıldık, milletim bizi affetsin..”  dedi ve hesabı kapatarak kendini akladı.

Partisinden halen milletvekili, Bakan FETÖ‘cü olmadığı açıklandı inanırsanız..

Ama 2 masum ve gariban Nuriye Gülmen ve Semih Özakça işleri – ekmekleri – onurları – öğrencileri için çırpınarak bunları geri isterken kimseler duymadı.. Ölüm orucuna yattılar, bu kez de ilgilenen yok. Üstüne üstülük siz misiniz açlık grevi yapan diye hapse atıldılar. Suçlama örgüt üyeliği ve sabıkalılar.. Bunu söyleyen İçişleri Bakanı Süleyman Soylu.. Hemen ardından avukatları savcılıktan sabıka kaydı alıyor tertemiz.. Eee, bu durumda AKP = RTE‘nin İçişleri Bakanı, hapiste açlık grevindeki 2 genç ve masum insana iftira mı atmış oluyor ?? Sonra da CHP ADALET YÜRÜYÜŞÜ başlatınca çamur üstüne çamur, gözdağı, tehdit… Adalet bunun neresinde??

* Nerede arayacak insanlar adaleti? Hapiste ve ölüm orucuna yatarak mı?

Haftalardır sitemizin manşetinde tutuyoruz.. Onbinlerce imza toplanıp yetkililere iletildi.
Birkaç gün değil belki birkaç saat sonra çooook geç olacak..Zerre kadar vicdan – insanlık – adalet duygusu kalmadı mı?
Bu 2 insanı işine iade edin, yargılama tutuksuz sürsün.. Zaten işe başlamaları olanaksız. Aylarca çok özenli sağaltım almaları zorunlu. Ne ölçüde sağlıklarına kavuşacakları belirsiz. Belki de engelli kalıp (malul) emekli edilecekler. Yargılamada suçlu çıkarlarsa cezalarını çekerler. Şu durumda adeta ölüm cezasına mahkum edilmişler gibi yavaş yavaş ve göz göre göre öldürülüyorlar.
Bu bir insanlık suçudur ve zaman aşımı yoktur!
Bu 2 masum genç insan öldüğünde gerçek katilleri kim olacak? Tarihin sahnesinde değil mi
Efendiler son günler hatta saatler.. Bu 2 insan henüz hükümlü değil sanıklar..
Kesin hükme dek masumlar. Her şeyden vazgeçtik, yasanın açık hükmünü uygulayın.. Vicdanınız, insafınız şöyle dursun.. Sizden merhamet dilenen yok, yasanın açık ve buyurucu (emredici) hükmüne uyun :
* Hapis cezası ve güvenlik önlemleri temel ilkelerini düzenleyen 13.12.2004 tarih 5275 sayılı CEZA ve GÜVENLİK TEDBİRLERİNİN İNFAZI HAKKINDA YASA md. 16/2’de,  sanığın hastalığı nedeniyle uygulanacak süreç şöyledir:

“… öbür hastalıklarda cezanın infazına resmi sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı mahkûmun yaşamı için kesin bir tehlike oluşturuyorsa, cezasının infazı iyileşinceye dek geri bırakılır.”

Kesin hükümlüye bile tanınan hakkı sanıktan esirgemeyin..

Lütfen ve hemen… Bu gece değilse bile sabah, öğlene kalmadan..

Dr. Taner Özek’in kapkara çizimine baksanıza; sonsuzluğa kanatlanma başlamış!

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Not : Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuruda hak ihlali nedeniyle tedbir kararı ile salıverilme isteği reddedildi. Bu kararı da herhalde içimizde yükselen – zaptedemediğimiz isyanı “HAK – HUKUK – ADALET” diye haykırarak bastırmaya mahkumuz. Türkiye’ni artık hatta epeydir bir Anayasa Mahkemesi de yok.. ve iktidar “Adalet sokakta yürüyerek aranmaz..” buyuruyor!? İlgili yazı için tıklayın : http://ahmetsaltik.net/2017/07/04/sefer-can-anayasa-mahkemesi-fisini-cekti/

Adalet yürüyüşüne cevap HSK’dan geldi

Adalet yürüyüşüne cevap HSK’dan geldi

Celal ÜlgenAv. Celal ÜLGEN
ODATV, 05.07.2017

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Evet son yaz kararnamesi ile Adalet Yürüyüşünden hiçbir şey anlamamışlar diyebiliriz ama bu sav çok saflık olur.

Yeni HSK ile budanan, aslında sendikalı ve sisteme muhalif yargıçlar değil.
Her ülkenin yargıçlarının oluşturduğu bir ortak içtihat hafızası (karar belleği) bulunur.
Bu ortak karar belleği hukukun gelişmesine, modernleşmesine, çağdaşlaşmasına ve kılı kırk yaran bir hukuk anlayışının yeşermesine neden olur.
Siz bu ortak içtihat hafızasını yok ederseniz. Ortaya kaba saba bir hukuk çıkar.
Acemi Yargıçlar, yiten içtihat belleğine ulaşmak için bin yıllık bir süreye gereksinim duyarlar.
FETÖ yargısı Türk hukukunun ve yargısının 1000 yıl geriye gitmesine neden olmuştu.
Şimdi ikinci 1000 yıl geriye gidiş AKP yargısı dönemi ile başlıyor.

KANUN VAR, YARGIÇ VAR VE BİZ ÇÖZERİZ

AKP Yargısının temel ilkesi “yandaşa var başkasına yok mantığıdır.
Bunu temel olarak AKP’li hukukçu tabanı da kabul ediyor görünümündedir.
Çünkü en çok onların sesinin çıkması gereken bir dönemde tıss yok.
Daha dün girdiğim bir duruşmada 20 yıllık bir yargıç İstanbul’a gelme başarısını göstermiş ama bana;

  • “Dilekçenizi okumama gerek yok, kanun var nizam var. Ben buna göre karar vereceğim. diyebilmiştir. Bu sözleri sarf edebilmek cesaretini göstermiştir en azından. Kime güvenerek? AKP Yargısına.
    Yani kanun var nizam var ise avukata gerek yok demektir bu.
    Kanun var, yargıç var ve biz çözeriz.
    Avukata ne gerek var anlayışı Kadı sistemine hızla gidişimizin göstergesidir.

ADALET YÜRÜYÜŞÜNE CEVAP HSK’DAN GELDİ DEMEK DAHA DOĞRU

Doğrusunu söylemek gerekirse özellikle son Yaz kararnamesi ile İstanbul yargısı,
AKP yargısı haline dönüştürülmek istenmiştir.
Bu ilk adımdır ve sonraki adımların gelmesi beklenmelidir.
İşte bu açıdan Adalet yürüyüşüne karşı tarafsız kalmak doğru değildir.
İnce düşün ayrılıkları ileri sürülerek ortak bir tavra, eyleme katılmamak egemen olan baskın düşünceyi savunmak anlamına gelir. Bu sözleri özellikle birini suçlamak için söylemiyorum.
Yürüyüş için katılan ya da katılmayan arkadaşların düşüncesine saygım var.
Ancak egemen ve baskın düşünce hukuku katlediyor. Hukuku yok ediyor.
Bu sırada başka farklılıklarımızı öne süremeyiz demek istiyorum.
Evet son yaz kararnamesi ile Adalet Yürüyüşünden hiçbir şey anlamamışlar diyebiliriz
ama bu sav çok saflık olur.
Adalet Yürüyüşüne cevap HSK’dan geldi demek daha doğru bir tespit olur.
=========================================
Dostlar,

Değerli arkadaşımız – dostumuz Av. Celal Ülgen, Ergenekon – Balyoz kumpas davalarını çökerten bir yiğit hukuk adamının adıdır. Yıllarca, büyük bir birikim, tükenmeyen azim ve çaba, çelikten sinirler ve emek, ölçüsüz bir özveri ve görev aşkı ile adeta gergef gergef dokuyarak FETÖ – AKP işbirliğine dayalı devasa tertip davaları çökertmiştir.

Değil mi ki Başbakan iken R.T. Erdoğan bu kumpas davaların savcısı olduğunu açıklamıştır?
Değil mi ki Başbakan iken R.T. Erdoğan, bu kumpas davaların savcısı kaçak Zekeriya Öz‘e zırhlı makam aracını özgülemiştir (tahsis etmiştir)?

15 Temmuz kontrollü Darbe girişiminden sonra da Erdoğan “aldatıldık” diyerek kendi hakkında hükmü kendi vermiş, kendini aklamıştır!? Bir yere dek beraber yürünen – yağan yağmurda ıslanılan yollarda artık çıkar çatışması çıkmış ve yollar ayrılarak taraflardan biri tasfiye edilmek istenmektedir. Bu arada, yine Erdoğan’ın deyimi ile “kuru  ile birlikte yaş da yanmakta”, “at izi it izine karışmaktadır”.. Bunlar kabul edilebilecek gerekçeler değildir..

AKP içinde üst düzey tasfiyeler yapılmamaktadır!? Ancak OHAL KHK’ları yalınkılıç biçip doğramaktadır. Sınırsız bir güç ile 20 Temmuz’dan bu yana 1 yılda FETÖ hala tasfiye edilememiş olabilir mi? Yoksa bir orta oyunu sergilenmekte de tüm karşıtlar “bu Allahın lütfu vesile” ile kırılmakta mıdır??

  • TBB’nin (Türkiye Barolar Birliği) Büyük ADALET YÜRÜYÜŞÜ’ne destek vermemiş olması hiçbir gerekçe ile kabul edilemez…

    Ülkenin temellerine dinamit konmuş, taşıyıcı kolonlar çatırdamaktadır..
    Ne demektir bir siyasal parti ile olup tarafsızlığını yitirmek?
    Erdoğan’ın “Tarafsız olan bertaraf olur” tehdidini unuttunuz mu??
    Neyin tarafsızlığı? Ortada bir sistem – düzen mi kaldı ki?
    Ayrıca bu partinin (CHP’nin) kendini bütünüyle geri çektiği, 80 milyon adına salt ADALET için yüründüğü kezlerce açıklanmadı mı? Tek bir parti simgesi taşındı mı? Adalet dövizleri ve Bayrağımız, ATATÜRK’ümüz dışında??
    Sn. Av. Celal Ülgen çooook zarif ve yumuşak yazmış.. Biz beceremedik..
    TBB Başkanı da İstanbul Barosu’nun önceki başkanı da kendilerine bağlanan büyük umutları eritmişlerdir. Yazıklar olsun.. Gene de son 2 günde bir özeleştiri verip yanlıştan dönebilirler?? Kendilerine ve kurumlarına yakışan bu olur..

    İstenen yalnızca ADALET, başka hiçbir şey değil! TBB ve İstanbul Barosu, avukatların varlık nedeni, biricik hedefleri, yaşam gerekçeleri ADALET değil de ne, hangi yüce değer??

    Sn. M. Feyzioğlu, Sn. Ü Kocasakal.. bu masum ve özveri anıtı yüzlerce km yürüyen insanlar ekmek, yol, yağ, sağlık, ikbal, sermaye, iş, makam, ulufe….. istemiyor; ADALET istiyorlar ADALET.. görmüyor, işitmiyor musunuz??

Kendinizi, varlık nedeninizi, temel felsefenizi yadsıdığınızın farkında değil misiniz??
Çok yazık çooook… Güvenilen dağlara kar yağdı.. bitirdiniz kendinizi..

Sevgi ve saygı ile. 06 Temmuz 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

İHALEYİ VEREN SORUNLUDUR – ASKERİN KARNI

KISA KISA 2 YAZI…

İHALEYİ VEREN SORUNLUDUR

İlker Yücel ile ilgili görsel sonucuM. İlker Yücel
ilkeryucel@aydinlikgazete.com
AYDINLIK Gazetesi, 25.6.17 

(AS: 2 yazı için bizim katkımız en alttadır..)

Tam 5 bin acemi asker. Bin bir türlü önyargı ve endişeyle etrafını izleyenler, sağını solunu bilmeyenler, adımlarını uyduramayanlar, korkudan ağlayanlar…

Sadece 20 günde; ayaklarını bir tay gibi sağlam yere vurarak uygun adım yürüyüp, gururla dolu göğüsleri önde, ‘vatan sana canım feda’ diye haykıran Mehmetçikler olduk!

20 yaşına kadar geçim derdiyle orda burda itilip kakılarak çalışan mahçup gençlere kısa sürede duygu ve disiplin yüklenerek cepheye atılma bilinci verildi.

359. dönem Piyade Er M. İlker Yücel başta olmak üzere bütün bir alay, askerlerini özgüven aşılayarak eğiten Alay Komutanı Piyade Albay Şefik Güvenç’e hayran kalmıştık.

15 Temmuz FETÖ’nün darbe girişiminde Albay Şefik Güvenç’in, vatansever bir subay olarak, Ordu’nun namusunu koruduğunu öğrendiğimizde askeri olarak gururlandık.

Yetenekleri onu Albay rütbesinde Tugay sorumluluğu almasını sağlamıştı.

Bu satırların yazarı Manisa’da askerlerin zehirlendiği yemekhanede 20 gün boyunca istihkakını aldı. Hükümete yakın şirkete ihaleyi veren, tam 4 kez zehirlenme hadisesine rağmen önlem almayan Milli Savunma Bakanlığı, ihaleyi feshetme yetkisi bile olmayan Albay Şefik Güvenç’i görevden alarak sorumluluğunu perdeledi.

  • Böyle komutanın emrinde bir ömür askerlik yapılır
    ama böyle Bakanlığın emrinde bir öğün yemek yenmez!
    ===================================

ASKERİN KARNI

Oktay YıldırımOktay Yıldırım
Aydınlık Gazetesi, 25.6.2017

Benim Türk Ordusu’ndaki asıl sınıfım piyade idi. Ama sakatlandıktan sonra sınıfım değiştirildi, levazım oldum. Her ne kadar bu sınıfta uzun süre görev yapmadıysam da eğitimini aldım, okulu da çok iyi dereceyle bitirdim. Sistem öyle bir kontrol mekanizmasıyla kurulmuştur ki, emin olun değil zehirlenme bayatlama bile olmaz. 1985’ten beri sürekli kışla mutfaklarında üretilen yemekleri yedim. Bir tek zehirlenme vakası ne gördüm ne de duydum. Halen levazım sınıfında görev yapan bir arkadaşıma sordum, O da hatırlamıyor.

Ama ne zaman ki, işin içine para girdi, daha fazla kâr girdi, toplu zehirlenmeler başladı.

  • Ciğeri beş kuruş etmeyen adamlar, beş kuruş daha fazla kâr etmek için
    Mehmetçiğin canına kast etti.

Ani Di Franco, “Doğru tutulduğunda her şey bir silah olabilir” der.
Doğrudur, silah sınıfında olmayan şeyler bile biraz eğitim ve maharetle silaha dönüşebilir. Ama savaşmak için bu yetmez.
Türk atasözüdür, “asker karnının üstünde yürür…”

Silahı olmayan asker bir şekilde savaşabilir, ama karnı doymayan asker savaşamaz. Kimseden kendisine yemek vermesini de bekleyemez, kendisi yapar.

  • Ordu, işleyen bir mekanizma gibidir. Yarın cepheye gittiğinde ne olacak?
    Yemekleri yine özel şirketler mi getirecek?
    ===============================
    Dostlar,
    M. Savunma Bakanı hala “salmonellozis” adlı besin zehirlenmesine, şirketi aklayabilecek fantastik çözümler peşinde.. Bu gün Bursa’da 10 askerin zehirlendiği yeni bir “olay” daha! Sağlık Bakanlığı’nın 12 uzmandan oluşan bilim kurulunun “bu salmenollozis” tir diyen yazılı raporuna karşın.. Sağlık Bakanının kameralar önünde bizzat uyarısına karşın. Birisinin / birilerinin kasten bu tabloya yol açması söz konusu değildir. Etler kasten soğuk zincir dışında tutulmadı ise.. Zaten tüm sürecin kamera kayıtları da var.. Bereket, imam M. Savunma Bakanı depremlerle askerin kışlada zehirlenmesi arasında kurduğu parlak zekasının ürünü “olası bağ” (!) tezinde ısrar etmedi, edemedi..

Bir ülkenin “yaraşırlık” tan (liyakat – meritokrasi) uzaklaşmasının hayal bile edilemeyecek ağır bedellerinden biridir masum Mehmetçiğin asker ocağında kutsal karavanadan zehirlenmesi.. AKP sicilinde hep kara bir leke olarak kalacaktır. Uygarlık tarihi için yüz karasıdır 21. yy’ın şafağında..

Der- hal; OHAL KHK’ları ile darmadağı edilen gözbebeğimiz

  • TSK, önceki kurumsal ve kadim bütünselliğine döndürülmelidir.
    Bu stratejik hatada ısrar edilirse daha ağır sorunlar kaçınılmazdır ve ille de bunları yaşayarak Ulusun güvenliğini tehlikeye atmaya hiç kimsenin hakkı olamaz..Stratejik yönetim öngörüye dayanır, deneme – yanılma ile asla başarılamaz.

Sevgi ve saygı ile. 25 Haziran, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com