Etiket arşivi: orta vadeli program-OVP

2022-23 NE BÜTÇESİ?

Prof. Dr. OĞUZ OYAN

SOL PORTAL, 25 Ekim 2022

Halkın bütçesi olmadığı kesin. Yüzü emekçiye dönük bir bütçe olmadığı daha da kesin. Bunlardan vazgeçtik diyelim; sermaye yönlü olmasına rağmen teknik anlamda ekonomik kalkınmayı / yatırımları destekleyen bir bütçe mi? Hayır o bile değil.

Bütçe Kanunu TBMM’ye 17 Ekim’de sunulmuş olmasına karşın, 2023 yılı makro ekonomik hedefleri ve bütçeye ilişkin genel veriler Eylül başında yayınlanan Orta Vadeli Program’da (OVP 2023-2025’te) yer almıştı. Bu verileri 6 Eylül 2022 tarihli Sol Gazete yazımızda “Ne Programı?” başlığıyla irdelemiştik. Şimdi değinmediğimiz noktalara daha ayrıntılı bakabiliriz. Bu arada başlangıç notu olarak, Meclis’e saygı gereği, Cumhurbaşkanlığınca hazırlanan bütçenin atanmış yardımcısı tarafından değil seçilmiş Cumhurbaşkanınca sunulması gerektiğini ve bu konuda muhalefetin çok daha sert tepki vermesinin beklendiğini belirtelim.

Şimdi tekrar soralım: Bu bütçe, neyin bütçesi? Bu bütçe, yıllardır kanıksadığımız türden bir “transfer bütçesi“. En büyük transfer kalemi de giderek şişen “faiz transferleri”.

Faiz Giderleri ve Bütçe Giderlerine Oranı

2022 (ek bütçeyle GT)                    2023 (P)                       Artış                     (%)

Faiz gideri (mr.TL)                           329,8                             565,6               71,5

Bütçe gideri (mr. TL)                    3.133,7                          4.469,6              42,6

Faiz gideri / bütçe gideri (%)          10,5                               12,7
_________________________________________________
Kaynak: 2023 Yılı Bütçe Gerekçesi verileri

Faiz giderlerinin 2021 yılında 180,9 milyar TL, 2022 başlangıç bütçesinde ise 240,4 milyar TL olduğu dikkate alınırsa artışın hızı daha iyi anlaşılabilir. Nitekim, 2023 bütçe giderleri büyüklüğünün 2022’nin ek bütçeli bütçe büyüklüğüne göre %42,6 oranında artması öngörülmüşken, faiz giderlerinde bu yıldan önümüzdeki yıla artışın %71,5 olması beklenmektedir. Bu da, faiz giderlerinin bütçe giderleri içindeki payını %10,5’ten %12,7’ye taşımaktadır.

Eğer OVP 2023-25’in 2023 için %24,9 oranındaki TÜFE öngörüsünün tutacağını (IMF bunun iki katını öngörmektedir!) varsayarsak, bütçe gideri enflasyonun iki katına yakın bir oranda büyürken, faiz giderleri artışı enflasyonun üç katına yaklaşacaktır! Buradaki çelişkilerin gerçek dışı bir enflasyon öngörüsünden kaynaklandığı açık; ama bu durum faiz giderlerinin enflasyonun çok üzerinde artacağı gerçeğini değiştirmiyor. Çünkü, iktidar değişsin değişmesin, kamunun çok yükselmiş olan iç ve dış borçlarının faiz yükü giderek tırmanıyor ve kısa vadede (erimde) çözüme kavuşturulması mümkün gözükmüyor.

Bütün bunlardan sonra şu saptamayı yapabiliriz: Bütçesinin sekizde birini sermaye kesimlerine faiz gideri olarak aktaran bir iktidarın, Merkez Bankası faiz oranlarıyla aşağı doğru oynadığı oyun, bir bulvar tiyatrosu için bile fazla banal bir mizah ögesi değil midir?

Şimdi bir başka karşılaştırma yapalım. 2023 bütçesinde tarımsal desteklere ayrılan ödenek yalnızca 54 milyar TL’dir. Bu tutarın GSYH’ye oranı da yalnızca binde 2,9’dur. Tarım Kanununa göre %1 yani binde 10 ayrılması gereken ödenek gerçi birkaç yıldır binde 3’ün biraz üzerine kadar gerilemişti, ama ilk kez binde 3’ün bile altına çekildiği görülüyor. Bu durum, bu iktidarın tarımı gözden çıkarmasının yeni bir kanıtıdır. Bunun farkında olan iktidar bürokratları, Cumhurbaşkanı yardımcısının bütçeyi sunuş metnine tarımsal desteklemeye ayrılan bütçe ödenekleri yanında tarımsal yatırım ödemeleri (40,4 milyar TL) ve tarımsal kredi sübvansiyonları, müdahale alımları ve tarımsal KİT’lerin finansmanı (48,5 mr. TL) başlıkları altında 88,9 milyar TL’lik bir harcamayı ekleme gereğini duymuşlar. Ancak bu kalemler, çiftçinin eline geçen tarımsal desteklerden değildir; önemli bir kısmı bütçe dışında bankalar üzerinden yapılmaktadır, DSİ yatırımlarının ne ölçüde tarıma ilişkin kabul edileceği tartışmalıdır, bir kısmının ayrıntısı açık değildir. Dolayısıyla, “tarımsal destek” tanımına uygun kabul edilemezler.

Bütçe açıkları nereden?

Bir başka sorun da şu: 2023’te bütçe açığının 659,4 milyar TL’ye yani GSYH’nın %3,5 oranında bir büyüklüğe ulaşması öngörülmektedir. Başka deyişle, 2023 bütçe teklifi daha başlangıçta bütçe giderlerinin %14,8’ine ulaşan bir açık öngörüsünü içermektedir.  Bu, son zamanların en olumsuz bütçe dengelerinden birini oluşturan 2022 bütçesi koşullarının 2023’te de tekrar etmesinin beklendiğine işaret etmektedir. Peki salt seçim ekonomisi uygulamaları nedeniyle mi? Buna birazdan değineceğiz.

Henüz tamamlanmamış olan 2022 yılının bütçe açıkları meselesi ayrı bir muammadır: 2022’de ilk iki çeyrekte 93,5 milyar TL olumlu bakiye (artık) veren bütçe, üçüncü çeyrekte 139 milyar liralık açık vermiş ve böylece toplamda İlk 9 ayın dengesi yalnızca 45,5 milyar TL olumsuz bakiye ile sonuçlanmıştı. Peki içinde bulunduğumuz 2022 bütçesi yıl sonu için öngörülen 461,2 milyar açık düzeyine nasıl ulaşacaktır? Üçüncü çeyrekte bütçenin ciddi açık verdiğine, hatta bunun sadece Eylül ayında 78,6 milyar TL düzeyine ulaştığına bakarak bunu “ulaşılabilir” bulabilir miyiz? Soruyu şöyle de sorabiliriz: 2022 yılının dördüncü çeyreğinde 415, 7 milyar TL’lik devasa bir açık (veya her ay üst üste ortalama 137 milyar TL düzeylerinde rekor açıklar) mümkün mü ve eğer mümkünse hangi nedenlere bağlı olacak?

Bir kere Türkiye’deki bütçe uygulamalarında öteden beri açık veren hesaplar yılın son aylarına (hatta son ayına) yığıldığı ve ödenek artıkları son aylarda kullanıldığı için, Aralık sonu görülmeden bütçe dengesi pek anlaşılamaz. Ama bu defa bu alışıldık rutinin çok dışına çıkıldığı görülmektedir. Muhtemel nedenleri sıralayalım:

(i) Gizlenen kamu açıkları bu yıl geleneksel olanın çok ötesindedir. Bunun bir nedeni de enflasyonun bütçe öngörülerinin çok üzerine çıkmış olmasıdır. Bunun etkisi, gelirler üzerinde olumlu ama giderler üzerinde olumsuzdur. Olumsuz taraf ağır basmaktadır. Ek bütçe bunu telafi edememiş, yıl bitmeden aşılmıştır.

(ii) Kamunun iç ve dış borç yükü olağanüstü artmıştır. Yukarıda gösterdik, bütçe üzerine yıkılan faiz giderleri de buna bağlı olarak çok yükselmiştir. İç borçların üçte birinin bile dövize endeksli borçlanmaya dönüşmesi nedeniyle, kur artışlarına bağlı olarak hem anapara hem de faiz borcu yükselmektedir. Yılın ilk dokuz ayında faiz ödeneğinin 207 milyar TL’si kullanıldığına göre, eğer yıl sonu hedefi aşılmazsa, son üç aya en azından 123 milyarlık TL’lik bir ilave (ek) faiz gideri sığdırmak gerekecektir.

(iii) Kur Korumalı Mevduat (KKM) üzerinden bütçeye gelen yük, Mart-Eylül döneminde 84,9 milyar TL olmuştur. (Buna vazgeçilen vergi gelirleri dahil değildir. TCMB’nin üstlendiği yüklerin dolaylı olarak Hazine’ye yansıması da hesap dışıdır). Yılın son üç ayında KKM üzerinden doğrudan bütçeye gelecek yükün şimdiye kadar gerçekleşmiş olanın 2-2,5 katına çıkması olasılığı bulunmaktadır.

(iv) KÖİ üzerinden gelen ve kur farklarıyla şişen garanti ödemelerin, bu amaçla bütçeye konulan ödeneklerin çok üzerine çıkması beklenmelidir.

(v) KİT açıkları 2022’de 430 milyar TL ile rekor kırarak aynı yılın bütçe açıklarına yakın bir düzeye tırmanmıştır. Bunun Hazine’ye / bütçeye yansımaları olmaktadır.

Seçim ekonomisinin payı nedir?

2022 ve 2023’te bütçe açıklarının devasa boyutlara ulaşmasının nedenleri arasında seçim ekonomisi uygulamalarını saymadık. Bu, bu tür uygulamalarının hiç etkisi olmadığı anlamında değildir. Kaldı ki yukarıda sayılan dengesizlik kaynaklarının bir bölümünde iktidarın kimi genişletici maliye politikalarının rolü de vardır: Bütçe kısıtlarını aşmak için iç borçlanmaya yüklenme, kimi zamları erteleyerek KİT zararlarını artırma (BOTAŞ, vd.), son olarak Hazine-Halkbank ortaklığıyla esnafa 100 milyar TL’lik bir kredi pompalamasını başlatma gibi. Hatta, biraz zorlamayla, KKM’nin de seçimlere kadar kuru tutmak için icat edilmiş bir zarar kalemi olduğu ileri sürülebilir. Asgari ücretin beklenenin dışında iki kez artışı da bununla ilişkilendirilebilir ama bu yaklaşım, enflasyonun bozucu etkileri karşısında işçi tabanından yükselen tepkileri değersizleştirmek gibi sonuca götürür. Kaldı ki, asgari ücret artışı daha çok özel sektörü ilgilendirir ve TÜFE’nin manipülasyonuyla kamuda ve özelde reel ücretlerin baskılandığı unutulmamalıdır.

Bütün bunlara rağmen (karşın), Türkiye’de bütçe olanaklarının giderek daraldığını ve TCMB banknot matbaasının para basma kapasitesinin sınırsız olmadığını hatırda tutmakta yarar vardır. İktidarın seçmene ulaşmak için kullandığı doğrudan bütçe harcamaları çok semboliktir. Herkese dokunmak için çıkarılan bazı uygulamaların bütçesi son derece küçüktür. Örneğin son olarak çıkarılan SYDTF’den dul kadınlara yardım, üç çocuğu olanlarla sınırlı olduğu için, tam da buna iyi bir örnektir. Bu amaçla harcanması planlanan 607 milyon TL, 2022’deki 4,5 trilyonluk bir bütçe büyüklüğünün bindelik kesirlerine bile girmez! Sosyal konut projesi için TOKİ’ye aktarılmak üzere bütçeye konulan 10 milyar TL’lik ödenek bile binde iki dolayındadır.

Sonuç olarak; İktidarın ekonomiye müdahale kapasitesini abartmamak gerekir. Türkiye, ekonomi yönetiminin doğrudan sorumluluğu altında, bir kamu maliyesi krizine doğru koşar adım ilerlemektedir ve bu koşullarda bütçe kısıtları iktidarın ayak bağıdır. Muhalefet, iktidarın “seçim ekonomisi” bağlamında şapkadan hangi tavşanları çıkaracağı kaygısına kapılmadan, kendisinin gerçekten alternatif  (seçenek) olabilecek programı üzerinden sahaya çıkabilirse, bu koşullarda farkı açmaması mümkün (olanaklı) değildir. Ama yapabilecek mi? Yapabilir mi?

AKP’nin son masalı : Yeni Ekonomik Program..

AKP’nin son masalı :
Yeni Ekonomik Program..

1 milyon yeni işsiz!

Yeni programda ekonominin sert şekilde daralacağı, işsizlik ve enflasyonun artacağı kabul edildi. Ekonomistlere göre kur, cari açık ve işsizlik hedefleri fazlasıyla iyimser.

[Haber görseli]

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak , kur ve faiz şoku sonrasında merakla beklenen ekonomi programını açıkladı. Orta Vadeli Program’ın (OVP) adı Yeni Ekonomi Programı (YEP) olarak değiştirilirken, bir yıl önceki OVP’ye göre YEP’te hedefler büyümede aşağı, enflasyon ve işsizlikte yukarı yönlü olarak sert şekilde revize edildi.

Büyüme hedefi 2019 için de % 5.5’ten %2.3’e düşürüldü. Daha önce %7 olarak açıklanan 2018 yıl sonu enflasyon hedefi yeni programda %20.8’e yükseltildi.

  • 2017’de 851 milyar $ olan milli gelirin 2018’de $ cinsinden % 10 daralarak 763 milyar Dolara ve kişi başı gelirin de 10 602 Dolardan 9 385 Dolara gerileyeceği belirtildi.

Fiyat istikrarının ve finansal istikrarın sağlanacağını vaat eden Albayrak, 2019 bütçesinde 59.9 milyar liralık tasarrufa gidileceğini duyurdu. Ekonominin en büyük sorunlarından cari açıkta 2018 beklentisi %4.7 olarak belirlenirken, hedefler 2019’da %3.3, 2020 için %2.7, 2021 için %2.6 olarak belirlendi.

Batıklara çözüm yok

Temel ögeleri ‘dengelenme, disiplin, değişim’ olarak kodlanan ve 2019-2021 yıllarını kapsayan programda makro hedeflerin piyasa beklentilerine yaklaştırılması olumlu karşılandı. Ancak bankalardaki batık krediler ve özel sektörün yüksek döviz borcu konusunda somut bir çözüm planının yer almaması dikkat çekti. BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu) Başkanı Mehmet Ali Akben’in “Batık kredilerin başka bir kuruma devredilmesi planda yok” açıklaması da Borsa İstanbul’da bankacılık endeksinde %2.77 oranında düşüşe neden oldu.

Kısırdöngü sürecek

2019 yılı için Dolar/TL kurunun 5.60 olarak alınması programın en zayıf yanlarından biri olarak değerlendirildi. Yüksek enflasyonun devam edeceğinin kabulü, enflasyon-faiz- kur sarmalının önümüzdeki dönemde süreceği beklentisini güçlendirdi.

TÜSİAD Başkanı Erol Bilecek, finansal sistemin istikrarının önemine vurgu yaparken, “Programın somut sonuçlara hızla ulaşmasını temenni ediyoruz” dedi.

İşsiz sayısı hızla artacak

YEP’te 2019 sonunda işsizlik oranının %12.1’e yükselmesi öngörülüyor. Ekonomistler tarafından “fazla iyimser” olarak değerlendirilen bu hedef tutturulsa bile Haziran 2018’de 3.3 milyon kişi olarak açıklanan dar tanımlı resmi işsiz sayısı 2019 sonunda 4 milyonu aşmış olacak.

Resesyon kabul edildi

Ekonomistler programı gazetemize değerlendirdi:

Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp:

-Ekonominin uzun vadeli ortalama büyümesi %5.5’ti. Bunun %3.8 ve %2.3’e çekilmesi resesyon olacağının kabulü anlamına geliyor. İşsizlik daha fazla olabilir.

-Enflasyon gerçeğinin kabul edilmesi, tahmin ve hedeflerin piyasa beklentilerine yaklaşması olumlu.

-Ekonomik problemler yok deniyordu, şimdi resesyon kabul edildi.

-Daha önceki hedeflerin tutmaması, bu programa dair de endişe yaratıyor.

-2020’de büyüme artışı olacak ancak cari açık yine düşecek denmiş. Mevcut üretim yapısıyla fazla iyimser bir hedef. Finansman sıkıntısı varken de cari açığı kapatacak yatırımları yapmak zor.

-Hızlı toparlanma hedefi iyimser çünkü dünyada da konjonktür olumsuz. Türkiye’ye sermaye akışı zor.

-Olası şirket iflaslarının özel sektör borçlarını nasıl etkileyeceği, hasarın ne şekilde karşılanacağı belirsiz kalmış.

-2019 için 5.60’lık Dolar/TL kuru beklentisi fazla iyimser.

Kur gerçekçi değil

İktisatçı Ali Rıza Güngen:

-2019 için $ kuru beklentisinin 5.6, 2020 için de 6 TL olmasının izah edilebilir bir tarafı bulunmuyor. Merkez Bankası’nın (beklenti anketinde 2018 sonu için 6.59 rakamı verilmişti. TL’nin 2019’da ve sonrasında muazzam değer kazanacağı öngörülüyor. Böyle bir değişimin gerçekleşmesi ancak para bolluğu ile ve yoğun sermaye girişleriyle gerçekleşir. Kur öngörüleri gerçekçi değil.

-2019’da 2.3’lük büyüme hedefi var. Küresel finansal koşullar ve Türkiye’nin tabi olduğu bağımlı bütünleşme sürecinin kırılganlıkları beni daha düşük bir oran bekleme yönünde uyarıda bulunmaya sevk ediyor.

Burada siyasi bir trajedi mevcut:

  • Artan işsizlik, ücretlilerin yoksullaşması ve hayatın milyonlar için zorlaşması karşısında AKP, bir şey yapamayacağını itiraf ediyor.

Borçlar belirsiz

Eski Hazine Müsteşar Yardımcısı Ferhat Emil:

-Tasarruf ve bütçe açığı hedefleri uçuk değil gerçekçi, ancak ayrıntılar için orta vadeli mali planı beklemek lazım.

-Ekonomi daralacağı için vergileri artırmak mümkün olmayabilir ve bir daha olmayacak denilen vergilerin yeniden yapılandırılması tekrar gündeme gelebilir.

-Banka batık kredileri ve özel sektör borcu konusu net değil. Devletin sırtına yüklenmemesi gerekir, böyle olursa bütçe açığı artar. Devletin, dolayısıyla halkın sırtındaki borç yükü artabilir.

Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erinç Yeldan:

Acil sorunlar geçiştirildi

-Orta Vadeli Programlar doğaları gereği ‘orta vadeli’ planlama, stratejik makro ekonomi haritalarını paylaşmak için hazırlanır. Dolayısıyla bugün ekonomi idaresinin piyasaların krizden çıkış beklentilerini OVP metni üzerinden kurgulamak çok sağlıklı bir yaklaşım değildi.

– Piyasa karar alıcıları yerel ve uluslararası ekonomi yatırımcıların şu andaki beklentisi, Türkiye’nin mevcut döviz krizinin peş peşe yaşanan iflaslara, sermaye akımlarının yönlendirilmesi üzerine alınacak tedbirlere acilen ihtiyaçları vardı.

– Türkiye’nin iki üç yılda % 5-6’lık geleneksel büyüme ve enflasyon hedeflerine ulaşması temennisi var ama bu fazla iyimser.

Türkiye’nin çok acil yapısal nitelikli sorunları olan, şirketler kesiminin dış borçları, enflasyonla ve işsizlikle mücadele gibi başlıklardan programda hemen hemen hiç bahsedilmiyor. Yalnızca rakamsal hedeflerin sıralanmasıyla bu acil sorunlar geçiştiriliyor.

ÇALIŞANLARI KIZDIRACAK PROGRAM

Hükümetin 2019-2021 yıllarını kapsayan Yeni Ekonomi Programı’nda (YEP) çalışanların tepki gösterdiği bütün düzenlemeler yer aldı.

-Kıdem tazminatı: İşçi sendikalarının “kırmızı çizgi” olarak değerlendirdikleri kıdem tazminatı değişikliği YEP’e girdi. Hükümet yıllardır kıdem tazminatını fona dönüştürmek istiyor. Böyle bir durumda işçilerin mali kayıpları olacağı için işçi konfederasyonları buna sert tepki gösteriyor. Anlaşma sağlanamadığı için de düzenleme rafa kaldırılmıştı. Ancak programda, “Sosyal tarafların mutabakatıyla kıdem tazminatı reformu gerçekleştirilecektir” denildi. Bu “mutabakatın” nasıl sağlanacağı ise soru işareti yarattı.

-Esnek çalışma: Sendikaların mali ve sosyal haklarda gerilemeye neden olacağı gerekçesiyle eleştirdikleri “esnek çalışma” programda şöyle yer aldı: “Hizmetin özelliğine göre uygulanacak esnek çalışma modelleri ile çalışanların iş-yaşam dengesini kurarak aile ve sosyal yaşamlarına, kurs ve eğitim programlarına daha fazla vakit ayırabilmeleri sağlanacaktır. Kamu kurumlarının esnek çalışma ile iş tatmini ve verimi yüksek işgücüne sahip olmaları sağlanacaktır.”

-Performans yeniden masada: Hükümet çalışanların tepki gösterdikleri bir başka düzenleme olan performans sistemini de yeniden gündeme getirdi. Geçen dönem tepkiler üzerine bu düzenle de rafa kaldırılmıştı. Programda, “Kamu sektöründe çalışanlar için yetenek ölçümü, tekrar yerleştirme ve norm kadro çalışmaları yapılacak, kamu sektörü insan kaynağının ödül ve performans sistemleri vasıtasıyla etkin yönetimi sağlanacaktır.” denildi.

İlla zorunlu BES: Hükümet bütün çalışanları zorunlu bireysel emeklilik sistemine (BES) geçirmekte kararlı. Geçen dönemde uygulama başlatılmış ancak çalışanların önemli bir bölümü sistemden çıkmıştı. Programda, “Çalışanların işverenleri aracılığıyla BES’e otomatik olarak katılması uygulaması yeniden yapılandırılarak daha sürdürülebilir hale getirilecektir.” ifadesi yer aldı. (Cumhuriyet internet, 22.9.18)

Asıl sorunlar: Ekonomi ve CHP

Asıl sorunlar: Ekonomi ve CHP
Yeni rejim daha da yerleşir ve ikinci haftasını doldururken ekonominin nasıl yönetileceği bilinmezliğini koruyor. Bu belirsizlik, iç ve özellikle dış sermaye kesimlerinde ülke yönetimine karşı güvensizlik ve bundan kaynaklanan olumsuzluklar yaratıyor. Yüksek döviz kuru ve yüksek faiz varlığını koruyor ve bu durum dar gelirlileri daha da yoksullaştırıyor.
Tepedeki uyumsuzluk
Şaşırtıcı gelebilir ancak ekonominin tepe yönetiminde uyum yok. Başkan Erdoğan ile ekonomi yönetimini teslim ettiği Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak arasında görüş birliği olduğu söylenemez.

Tek kişi yönetimlerinde, en önemli koltuklardan biri de Maliye’dir. Erdoğan bu bakanlığı, hazineyi ekleyerek, yani devlet kasasının anahtarını çok daha yakınında bulunan birine, damadına emanet etti.
Bakan, Merkez Bankası’nın bağımsızlığının tartışılmayacağını özenle öne sürüyor. Enflasyonun tek haneli olması gerektiğinin altını çiziyor; bir orta vadeli program-OVP hazırlığından söz ediyor. Vergi borçlarının yapılandırılmasıyla ilgili sürenin uzatılmayacağını vurguluyor.
Oysa Başkan Erdoğan yıllardır Merkez Bankası’nın bağımsızlığına karşıydı. Erdoğan, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı konusunda Hazine ve Maliye Bakanı’yla şimdilik ters düşmediyse de ekonomi biliminin bir geçeğini sürekli olarak tersyüz ediyor.

  • Erdoğan, geçen hafta hep yinelediği sözlerini yineledi : 
  • Yüksek faiz enflasyonun babasıdır; asıl nedenidir. 

Aynı günlerde küresel kapitalizmin yol göstericilerinden biri olan New York Times (11 Temmuz) bu sözlerle resmen alay ediyor ve bu akıl yürütmenin kemoterapi kansere neden olur denilmesinden pek de farklı olmadığının altını çiziyordu. 

Erdoğan ile damadı Bakan’ın görüşlerinin örtüşmemesi anlaşılan iç ve dış sermaye çevrelerini tedirgin ediyor. Özellikle küresel sermayenin yeni rejime pek de güvenmediği görülüyor. Yeni rejim ile birlikte, IMF ekonominin yıllık büyüme oranı öngörüsünü %4.4’ten %4.2’ye indirdi; uluslararası kredi değerlendirme kuruluşlarından Fitch Türkiye’nin notunu BB+’dan BB’ye düşürdü görünümünü de durağandan negatife çevirdi. Bir başkası da ekonominin durumunu incelemeye aldığını açıkladı. Acı gerçek o ki, küresel sermaye gideceği ülkeyi bunların değerlendirmelerine göre saptıyor.
Geçmişten gelen çok büyük bir güvensizlik nedeni daha var:

  • Kamu ihale düzeninin tümüyle düzensiz ve hukuk devleti kavramından tamamıyla uzak olmasıdır. 

Yeni rejimde; 

  • T. Varlık Fonu’ndan sonra TMSF kapsamındaki şirketlerin Saray’a bağlanması;
  • 703 saylı KHK ile Başkan’a şirket kurma yetkisinin verilmesi ve
  • üstelik büyük yatırımların olası zararlarının devlet bütçesinden karşılanacak olması,

    ihalelere ilişkin var olan güvensizliği çok daha derinleştiriyor.
    ****

CHP’de üç eğilim!

Gelişmeler o noktaya geldi ki, günümüzün Türkiye’sinde de herhangi bir olgunun açıklanması Erdoğan’a göre yapılıyor. Yeni rejime özgü inceleme yöntemi bu! 

Toplumun üzerine OHAL’i bile aratacak baskıcı düzenlemeler çökerken,
kurultay delegeleri üzerinden restleşmeler yaşayan CHP’de de Erdoğan’a göre, üç tarihsel eğilim gelişti.
Siyasal İslamcı rejimin yerleşmesini çok kolaylaştıran Kılıçdaroğlu, Erdoğan için: 

O bir diktatör, kutlamam; dedi ve ekledi; 

  • 16 Nisan halkoylaması da 24 Haziran seçimleri de gayri meşrudur. 

İnce’nin işi kolay; rejimi veri alıyor; daha önce Kılıçdaroğlu’na övgüler düzen sağcı yazarların alkışları arasında: 

-Adam kazandı, telefonla kutladım diyor.

Bu iki Erdoğan yaklaşımı kendisini kesmemiş olacak ki, Baykal’ın CHP’ye kazandırdığı (!) bir ara partiden istifa etmesine karşın Kılıçdaroğlu’nun da bir türlü vazgeçemediği milletvekili İlhan Kesici de Saray’a bizzat giderek Erdoğan’ı tebrik ediyor. 

Kısaca, ekonomi de CHP de sallanıyor! (Cumhuriyet, 23.7.2018)