Etiket arşivi: Orman yangınları

10 maddede AKP’nin Çevre ve Halk Düşmanlığı

TKP’nin günlük dijital gazetesi Boyun Eğme, yangınlar sürerken AKP’nin “Çevre ve Halk Düşmanlığı”nı 10 maddede özetledi.

https://haber.sol.org.tr/haber/yanginlar-surerken-10-maddede-akpnin-cevre-ve-halk-dusmanligi-310544  01.08.2021

“Bu insan hayatının değerinin olmadığı düzene, bu halk düşmanı iktidara karşı yapabileceğimiz çok şey var.

En çok da örgütsüzlük ve yalnızlık çaresiz bırakıyor. Oysa çaresiz değilsin. Yapılabilecek çok şey var.”

1. Yangın bölgesinde yüzlerce araçlık “Cumhurbaşkanı konvoyu” ile gezmek!

Türkiye’nin birçok ilinde yangın çıkan noktalardan biri de Muğla’nın Marmaris ilçesi oldu. Cumartesi günü buraya giden Erdoğan’ın araç konvoyu ilçede trafiğin durmasına, itfaiye araçlarının bekletilmesine yol açtı. Akıldan, bilimden ve planlamadan tümüyle kopmuş bu iktidarın icraatlarına bir de kibir ve görgüsüzlük eklenince ortaya çıkan manzara bu oluyor: Saniyelerin önem taşıdığı felaket anlarında bile kendini her şeyin üstüne koyan AKP’nin halk düşmanlığı!

2. Yangınla mücadele kabiliyetini özelleştirmelerle ortadan kaldırmak!

Yangınla mücadelede özelleştirmeler yüzünden büyük bir zafiyet yaşanıyor. 1925 yılında kurulan ve ülkemizin havacılık alanında en deneyimli kurumlarından biri olan Türk Hava Kurumu (THK), AKP iktidarı dönemi boyunca sürekli küçültüldü ve nihayetinde 2019 yılında kuruma kayyum atanarak bütünüyle tasfiye yoluna sokuldu. Bu sırada yangınla mücadele özel şirketlere ihale edildi. Bu şirketlerle yapılan anlaşmalar nedeniyle THK’nın elinde bulunan yangın söndürme uçakları ve diğer ekipmanlar (AS: donanımlar) kullanılamıyor. Yangınla mücadelenin özel şirketler eliyle yürütülmesi hem kapasite yetersizliğine yol açıyor, hem plansızlığa.

3. Her afette halktan para istemek!

Türkiye’nin dört bir yanında peş peşe yangın haberleri gelir, AKP iktidarı ise büyük bir pişkinlikle durumu seyrederken cep telefonlarına bir SMS düştü. Kızılay tarafından gönderilen mesajda yurttaşlardan 10 TL istendi. Ne bir afet yönetim planı, ne bir acil eylem örgütlenmesi olan AKP, yaşanan felaketin ortasında büyük bir yüzsüzlükle yurttaşlardan yine para istedi. Üstelik daha önce defalarca (AS: kezlerce) toplanmış olan deprem vergilerinin ve deprem bağışlarının buhar olup uçtuğu biliniyorken…

4.Afet ve acil durum yönetiminde kaos yaratmak!

AKP’nin hiçbir afet ve acil durum yönetim sistemine sahip olmadığı görüldü. Türkiye felaketle boğuşurken THK’nın kayyum başkanı Aşçı’nın düğünde olduğu ortaya çıktı. Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli’nin olaya müdahalesi “yangını gördüğünüz yerde kaçın” demekten ibaret kaldı. Bir de “Yangın söndürme uçağı yok. Cumhurbaşkanımız emir verdi, alacağız inşallah.” diyerek yüreklere su serpti! AKP’nin plansızlığının belki de en tuhaf örneği, onca bakanlığın organize müdahalesine ihtiyaç varken bölgede Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun boy göstermesi oldu. Yurttaşlar bu göstermelik ziyarete prim vermedi ve Bakan yuhalanarak protesto edildi.

5. Yangından hemen önce ormanlık alanları yapılaşmaya açan yasa çıkarmak

Bizler son üç gündür 32 ilde çıkan 112 yangınla boğuşurken yangınların başladığı 28 Temmuz günü Meclis’ten bir yasa geçti. Bu yasayla artık “turizm yatırımcıları” kıyılar başta olmak üzere orman arazilerine diledikleri gibi oteller, rezidanslar dikebilecek. Yani halk kıyılardan ve ormanlardan daha az yararlanacak, doğal alanlar turizmcilerin ve inşaatçıların insafına kalacak.

6. Yangın söndürmeyi beceremeyip ayıp örtmek için ırkçılığa sarılmak!

Yangınları söndürmeyi beceremeyen AKP, toplumda ırkçılığa zemin hazırlayarak daha tehlikeli yangınları körüklüyor. Konya’da Dedeoğlu ailesinin katledildiği gün Marmaris’te konuşan Erdoğan, ortada hiçbir kanıt yokken yangınların nedeninin sabotaj olduğunu kastederek “Ciğerimizi yakanın ciğerini sökmek boynumuzun borcudur.” dedi.

7.  Yangın bölgesinde canı burnunda halkın ihtiyaçlarını karşılamak yerine vatandaşın üzerine otobüsten çay paketleri fırlatmak!

AKP kriz anlarında görüntüyü kurtaramadığı gibi artık daha da batırıyor. Erdoğan tıpkı selden sonra Rize ziyaretinde yaptığı gibi, Marmaris’te de yangında hayvanları ve evleri yanan insanların üzerine dalga geçer gibi çay paketleri fırlattı.

8. Yangın söndürme uçağı yerine makam uçaklarına sahip olmak!

Cumhurbaşkanlığı bünyesinde tam 13 tane makam uçağı olan Türkiye’nin, yangın söndürme uçağının olmadığını Erdoğan’dan da duymuş olduk. Şu anda sahada dolaşan 3 uçak ise bizim değil Rusya’nın. Anlayacağınız binlerce hayatı kurtarmak için yangın söndürme uçağına verecek tek kuruşumuz yok ama Cumhurbaşkanı, bakanlar, müsteşarlar (AS: bu makam artık yok, Bakan Yardımcıları var) keyifle uçsun diye makam uçaklarına harcanacak milyonlarca lira paramız var.

9. Her yangın sonrası yanan bölgeye dikilen yeni otel ve yapılarla yangını fırsata çevirmek

Yangın sonrası ağaçlandırma yapılacak denilen pek çok ormanlık araziye beş yıldızlı oteller dikildi. Onlardan bir tanesi de yangının hala devam ettiği Bodrum’un Güvercinlik Koyu’ndaki arazi. 2008 yılında çıkan yangından sonra dönemin AKP’li Orman Bakanı tarafından ‘Otel yapılmayacak, ağaçlandırılacak.’ denilen araziye Titanic Otel yapıldı. Şimdi aynı bölgedeki son yangın sonrası aynı ağaçlandırma vaatlerini dinliyoruz.

10. Ağaçlandırma rekoru kırdığını iddia edip binlerce hektar orman arazisini ormancılık dışı amaçlar için şirketlerin kullanımına vermek!

Her başı sıkıştığında diktiği ağaçlarla övünen AKP, iktidarda geçirdiği yıllar boyunca binlerce hektar yeşil alanı yok etti. Karadeniz’de ve Kazdağları’nda maden işletmeciliği için binlerce ağaç kesildi. Orman Yasası AKP döneminde 40’a yakın değişikliğe uğradı. Sadece son 8 yılda, ormanlık alanların 334 bin 35 hektarlık kısmı “kamu yararı” için özel teşebbüslerin kullanımına açıldı. Ormancılık dışı amaçlar için kullanılan alanlar 739 bin hektara ulaştı.

Boyun Eğme’yi okumak için:

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 4 Ağustos 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ŞİVAN

Çözüm süreci döneminde Diyarbakır’da RTE ile kol kola sahneye çıkan Perwer, “En büyük düşmanımız Türk devletidir” dedi.

Dünya lideri bu günleri görerek el vermiştir!…

THK

13 uçaklı RTE orman yangınları konusunda yangın uçak filosunu yenileyemediği için THK’yı suçladı.

Yangın uçağı almayan, THK uçaklarına ödenek tahsis etmeyen, kayyum atayarak kurumu işlevsizleştiren, kendi uçaklarını lüks-şatafatla donatanların suçu yok mudur?…

HAVALE

RTE, “Yangını siyaset konusu yapmayın”

Cüppeli havaleyi aldı, diyanetin konusu oldu…

TEKBİR

Cüppeli Ahmet, “Tekbir getirin, yangını söndürür” diyerek Hadis-i Şerife atıfta bulundu.

Dinleyen ve inanan olduğu sürece üfüren eksik olmaz.

Cüppeliyi yangın bölgesine davet ediyorum. Hadi görelim…

KONVOY

RTE, orman yangınlarının devam ettiği Muğla’da yaptığı incelemelerin ardından konvoyla dolaştı, halka çay fırlattı.

Konvoy itibardır!

Yangın seyrederken çay keyfine doyum olmaz!..

GÖÇ

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli;

  • Düzensiz göç, adı konmamış bir istiladır, demografik yapımıza kumpastır.
  • Biz ilkesel olarak ülkemizde geçici statüde bulunan yabancı ülke vatandaşlarının, güvenli ve huzurlu şekilde tekrar kendi ülkelerine gönderilmesinden yanayız.”

dedi. Doğruya doğru…

DÜĞÜN

THK Kayyum Başkanı Cenap Aşçı Türkiye’nin her yerinde ormanlar yanarken düğündeydi.

Paraşütle göreve gelene yangın bile düğün bayram…

YARDIM

Her yer yanmaya başlayınca Diyanet, Kızılay, THK yardım çağrısı yaptı.

Bakan Çavuşoğlu da “Milletimiz cömerttir destek verir” diyerek valiliğin açtığı hesabı adres gösterdi.

“Devletimiz güçlüdür” diyenler yine millete sarıldı…

İZMİR

Milli sporcular olimpiyat köyünde okçu Mete Gazoz‘un altın madalyasını İzmir Marşı ile kutladı.

Atatürk gençliği…

GÜLÜŞ

Antalya Gündoğmuş’un AKP’li Belediye Başkanı Mehmet Özeren, evi yanan yurttaşlara TOKİ tarafından 20 yıl ödeme ile evler yapılacağını duyururken; ”Evi eski olan vatandaşlar, ‘keşke bizim de evimiz yansaydı’ diyecekler” diyerek güldü.

Sağ olsun, birkaç kişiyi güldürmüştür şu acılı günlerde!… (AS: cüruf anlayış!)

TRT

TRT ekibi “Hisarönü kurtuldu” diye yayın yaptığı için vatandaşlar tepki gösterdi.

RRT …

TOKİ

Yandaş medya yanan yerlere TOKİ’nin evler yapacağı reklamına başladı.

Yangın garantili ev yapım ihalesi mi verildi?..

GÜDÜMLÜ

Tarım Orman Bakanı Pakdemirli, Cumhurbaşkanı’nın talimatı ile yangın bölgesine gittiğini söyledi.

Bakan kul mudur, kukla mıdır?…
(AS: AY m.8 gereği Yürütme yetkisi salt Cumhurbaşkanında. Bu açıklamayı yapmasalar, Bakanlara “Sen kimsin hangi yetkiyle buradasın??” denebilir çoooook rahatlıkla.. İşte dünyada örneği olmayan Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi böyle ucube ve bilim dışı!)

MESELE

Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül, Twitter’da “CHP; orman yangınlarında PKK ile birlikte hareket etti. PKK ormanları yaktı, onlar işi başka yerlere çekip hedef şaşırttı. Çok kirli bir ittifak bu. Kılıçdaroğlu bir milli güvenlik meselesidir. Marmaris’i böyle yaktılar!” dedi.

Akıl, mantık meselesi… (AS: Ya ajan ya iyi yemleniyor..)

YAKINCA

Yandaş TV’de konuşan Aydınlık yazarı Gaffar Yakınca yangınla mücadelede iktidarın başarılı olduğunu söyledi.

  1. Yandaş medyadan yangın izlenince öyle görünüyor.
  2. Yanan bölgelerin kapsadığı alanı görme olanağı olsa da bir kere daha konuşsa.
  3. Adam “yakınca” filan değil bağırsak içine girmişe…

SORUYORUM                                        :

  1. THK’nu kayyuma emanet edip uçakları çürütenler millete nasıl hesap verecek?
  2. Cumhurbaşkanlığına 13 uçak alanlar, bakanlara lüks uçak alanlar, bu uçakların çerez parasına kaç tane yangın uçağı alabilirlerdi?
  3. O uçakların koltuklarında rahatsız olmadan oturmak nasıl bir şeydir?
  4. İHA’ların en ufak dumanı görüp haber verdiğini söyleyen yandaş medya, kilometrelerce kare alanın neden yandığını nasıl açıklar?..

ORMAN YANGINLARI ÜZERİNE

Dr. Ceyhun BALCI
ORMAN YANGINLARI ÜZERİNE – cumhuriyetciyorum (wordpress.com) 

Türkiye’nin onlarca ilinde çok sayıda yerde neredeyse eş zamanlı başlayan yangınların her birimizde yarattığı dehşeti sözcüklerle anlatmak zor. Bir zorluk da bu yangınlar üzerine yapılan kimi yorumlarla ilgili. İletişim olanaklarının yaygınlaşmasının yol açtığı acınası sonuçlardan birisini bu olay üzerine yazılanlar ve söylenenler üzerinden yaşıyoruz. Televizyonlarda uzman etiketiyle yer alanlardan ve sosyal medyada paylaşılanlardan bir demet!

  • Küresel ısınma sınırları aşma noktasına erişmiş. Böyle durumlarda yangınları doğal karşılamak gerekir gibi bir algı yaratılıyor.
  • Özensiz piknikçiler, arabasından dışarı izmarit atanlar da unutulmadı bu arada.
  • Tarla açmak için orman yakanlar ilkokul kitaplarımızın bilgisiydi diye düşünenler yanıldılar. Tarımı unutan ülkemizde çiftçiliği anımsayanlar birden bire harekete geçip kendilerine tarla açmaya giriştiler desek güldürmez miyiz herkesi?
  • Ülkemizin başının en büyük derdi olan betonlaşma görmezden gelinebilir mi? Orman yakmak bu betonlaşmanın ilk adımıdır ne de olsa.

Bu arada, bir önemli noktaya değinmemek olmaz. Cumhuriyet düşmanlığıTürk Hava Kurumu üzerinden eyleme dönüştüren iktidar, ihale şartnamesi üzerinden yürüttüğü aymazlığı sürdürmekte zorlanır oldu. Geçtiğimiz haftalarda yabancı şirketlere ödeme yapılmadığı için yangın uçaklarının işbaşı yapmadığı ve yangınlara uçakla söndürme yapılamadığı haberleri basına yansımıştı.

  • Bir yanda kullanılmayan THK uçakları diğer yanda parası ödenmediği için havalanmayan kiralık uçaklar.

Daha da kötüsü bu durumun basına yansımasıydı. Orman kundaklama için fırsat kollayanları harekete geçirmiş olması bile olasıdır bu haberlerin.

Sonuç olarak: bir terör eylemi olduğu kuşkusuz olan son orman yangınlarının denetim altına alınamamasında hükümetin önlemsizliği ve hazırlıksızlığı son derece açıktır.

Yazının başındaki başlıklara dönersek!

Türkiye’de hatırı sayılır bir kesim orman kundaklamaları karşısında dilini yutmuş gibidir. Dil ucuyla da olsa bu güçlü olasılığı seslendirene rastlamak neredeyse olanaksızdır. Oysa öznesiz eylem, dilbilgisi kurallarına da toplumbilim yasalarına da aykırıdır.

Onlarca ilde onlarca noktada aynı anda orman yangını çıkacak ve bunları tekil orman yangını olgusu gibi algılayacağız! Öyle mi?

Yakın ve uzak geçmişte ayrılıkçı terör örgütü PKK’nin eylemcilerinin de döpiyesli, kravatlı sözde siyasilerinin de bu konuyla ilgili epeyce açıklaması olduğu arşivlerde yapılacak kısa bir gezintiyle ortaya çıkartılabilir. Durum bu denli açık ve ortadayken dilini yutmuş gibi yapanlara ne demeli?

VİCDANSIZ ve AHLÂKSIZ, bu davranış biçimi karşısındaki sessizliği niteleyebilecek sıfatlardan ikisidir. Niteleme sayılarının okurların imgelem gücüyle daha da artırılabileceğinden  hiç kuşkum yok.

  • İktidarın Cumhuriyetle hesaplaşma uğruna ormanlarımızı tehlikeye attığı gün gibi ortada.

Buna karşılık, yaşanan yangınları terör eylemi değilmiş gibi niteleme çabaları da! Teröristlerin kod adlarını kitaplarına ad yapanların sözde siyasetinin orman yakmaya varmasına kimseler şaşırmamalı!

Türkiye beceri yoksunu bir iktidarla emperyal maşa terör örgütü ve sözde siyasetinin arasında sıkışmayacak kadar
önemli ve değerli bir ülkedir.

Bu önemli noktaya dikkat!

Orman

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
02 Ağustos 2021, Cumhuriyet

 

Şair Nâzım Hikmet“Davet” adlı şiirinde şöyle yazar:

Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu davet bizim…
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim…

Özgürlüğün ağaç, kardeşliğin orman ile anlatıldığı bu şiirde vurgulanan, insanın insana kulluğu sona ermediği için, dünyada ve Türkiye’de çevre ve doğa sorunları da son bulmamaktadır.

Kapitalizm adı verilen, insan ve doğa düşmanı ahlaksız düzenin, para ve kâr hırsı nedeniyle, doğanın dengesi yıkılmakta; dereler, nehirler, göller, denizler, topraklar, hava ve atmosfer kirlenmekte; karbon dioksit ve metan gazı üreten atıkların, kömür, petrol, doğalgaz gibi fosil yakıtların kullanımının neden olduğu küresel ısınmayla, orman yangınları da yaygınlaşmaktadır.
***
Kapitalizmin bir sonucu olarak gelişen ulaşım ve yapılaşma teknolojisiyle birlikte, insanların doğanın neredeyse tüm alanlarını kuşatması da bu süreci tetiklemektedir. Özellikle son yüzyılda yapılan yollar, yapılaşmalar, binalar ve kurulan yerleşim birimleri, binlerce yıl ulaşılmaz olan doğanın birçok bölgesini, insan tarafından ulaşılabilir hale getirmiştir.

İnsan, potansiyellik özelliğine sahip bir varlık olduğu için ve bu nedenle iyiye de kötüye de evrilebildiği için, insanın ulaştığı her yerde, canlılara, hayvanlara, doğaya bir zararın verilmesi olasılığı yüksektir. Bu nedenle doğanın her alanının insana ulaşılabilir kılınması, başlı başına bir ekolojik sorundur.

Bu ekolojik sorunun temel nedenlerinden bir tanesi, insan tarafından kurulan kapitalist düzendir.

  • Kapitalizm sorunu çözülmeden ekoloji sorunu çözülemez.

Çünkü insanı ahlaksızlaştıran, erdemsizleştiren, her şeyi para, kâr ve sermaye sınıfının zenginleşmesi ölçütüyle değerlendiren, böylece insanı, canlıları ve doğayı koruma altına alan değerleri yok eden kapitalizmdir. 19. yüzyıldaki sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan kapitalizm, günümüzde halen geçerli olan düzendir. Feodalizm ve kölelik gibi 19. yüzyıldan önce var olan sömürü düzenlerinde, insan zarar görmüş olsa da doğa ve doğadaki canlılar bu kadar zarar görmemişti.
***
Özel sektörün ve kapitalizmin temsilcisi konumundaki devletlerin, doğa felaketlerini önlemeye yönelik yatırım yapmamaları, bu yatırımları kâr getirmeyen yatırımlar olarak görmeleri, bu alana yapılan yatırımları, sermaye sınıfının kasasını doldurmayan ölü yatırımlar olarak görmeleri nedeniyle, ekolojik facialar önlenememektedir. Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde ortaya çıkan orman yangınları da bu çerçevede değerlendirilmelidir.

Olası yangınlara karşı ormanların korunması için gerekli yatırımlar zamanında yapılsaydı, Tarım ve Orman Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve ilgili diğer bakanlıklar ve kurumlar, koordineli (AS: eşgüdümlü) bir biçimde gerekli önlemleri alsalardı, bu yangınlar çıksa bile yayılmaları ve ortaya çıkan zararlar büyük ölçüde önlenebilirdi.

Türkiye’nin, söz konusu yangınların söndürülmesinde etkili bir rol oynayan yangın söndürme uçaklarına yeterli bir sayıda sahip olmaması bile hükümetlerin önceliklerinin neler olduğunu ortaya koymaktadır.

Kapitalist paradigma içinde, bu soruna kalıcı ve küresel bir çözüm bulunamasa da Türkiye’de bu soruna geçici ve yerel bir çözüm de bulunabilirdi. Örneğin “Cumhurbaşkanlığı”nın ve “Diyanet İşleri Başkanlığı”nın yıllık bütçesinden %10 oranında bir kısıntı yapılsaydı ve devletin ihalelerini tekeli altına alan beş şirket kâr oranlarından %10 oranında feragat etselerdi, günlerdir yaşanan orman yangınları, yayılmadan, 24 saat içinde kontrol (AS: denetim) altına alınırdı.

Ama öncelikle ağacı sevmek gerekir. Ağacı sevmeyenlerin, ormanı sevmesini beklemek, boş bir çabadır.

İktidar her an çözülebilir!

authorMERDAN YANARDAĞ

Saray’da panik havası hâkim. Erdoğan-AKP iktidarı şaşırtıcı bir hızla çözülerek hiç beklenmedik bir anda çökebilir. Çünkü böyle bir iktidarı sürdürebilmenin artık hiçbir tarihsel, maddi ve kültürel dayanağı bulunmuyor.

İktidar her an çözülebilir!

Ülke hızla daha öncekilerden farklı bir kaotik ortama sürükleniyor. Belirsizlik, endişe ve gelecek kaygısı giderek toplumun her kesimini kuşatıyor. Toplumsal anksiyete dönemin karakteristik özelliği haline geliyor. Tedirginlik, her şeye kuşkuyla bakma hali, her an, her şeyin olabileceğine ilişkin inancın yayılmasına yol açıyor.

Akdeniz ve Ege kıyılarını boydan boya saran orman yangınlarının “sabotaj” olduğu konusunda neredeyse genel bir kabul oluşmuş durumda. Dahası, bu yangınları Kürtlerin çıkardığına ilişkin inanç, toplumun kılcal damarlarında, ülkenin karanlık alanlarında tahminimizin ötesinde bir hızla yayılıyor.
Türkiye’de siyasal mimari öylesine kırılgan hale geldi, toplumsal doku öylesine bozuldu ki gerçekten her an her şeyin olabileceği bir iklim oluştu. Öyle ki uzaylılar gelse ve “işleri biz toparlayacağız” dese, kimse şaşırmayacak. Türkiye’nin bütün Akdeniz ve Ege şeridini içine alan orman yangınlarının iktidarı böyle derinden sarsmasının nedeni budur.

Ülke bıçak sırtında bir yolculuk yapıyor. AKP iktidarı aniden çökebilir. İslamcı hareketin örgütsel dokusu hızla çözülebilir. AKP, İslamcı hareketin geleneksel tabanına doğru daralarak, yeniden marjinal bir siyasi hareket haline gelebilir.

Yukarıda çizilen tabloya karşın iktidarı elinde tutmayı sürdüren AKP, gerçekte yolun sonuna gelmiş olduğunu görüyor. Ancak, iktidarı bırakmaya hiç niyeti olmadığını her eylemi ile ortaya koyuyor. Siyasal ömrünü uzatmaya, şerri bir rejimin kuruluşunu tamamlayarak “bin yıl” iktidarda kalmaya çalışıyor.

Toplumsal anksiyetenin giderek siyasal bir panik atak halini almaya başlamasının maddi nedenleri bulunuyor. Çünkü siyasal İslamcı hareketin bir iç savaşı bile göze aldığı, dahası bu yönde hazırlıklar yaptığı görülüyor. Afganistan ve Suriye’den sığınmacıların içinde eriyen cihatçıların böyle bir hazırlığın parçası olduğu bilgisinin neredeyse kesinleştiği anlaşılıyor.

SİYASAL İSLAM’IN İFLASI

Siyasal İslam, bütün hizipleri ve eğilimleriyle hem dünyada hem de bölgede yüz kızartıcı bir iflas yaşıyor. Bütün tezleri çöken, temel iddiaları yaşam tarafından yanlışlanan İslamcıların, Türkiye’de başarılı olmaları için bir neden bulunmuyor. Türkiye’de halen iktidarda olmalarının nedenini ise muhalefette, hatta solda aramak gerekiyor. Çünkü iktidarı almaya hazır ve istekli bir hareket olmadığı sürece kendiliğinden bir siyasal değişikliğin mümkün olmadığını bilmek gerekiyor.

Erdoğan-AKP iktidarının yarattığı en büyük hayal kırıklığı, hem İslamcı hem de demokrat olunabileceği varsayımını dramatik bir şekilde yanlışlamış olmasında yatıyor.

  • İslamcılar, belki de sonsuza kadar bir daha iktidar olamayacakları bir tarihsel döneme giriyor.

Dolayısıyla, AKP ve siyasal İslamcı hareket, iktidar oldukları gibi muhalefet de olabilecekleri “demokratik” bir sistem üzerinde uzlaşmak ve böylece kendi geleceklerini de garanti altına almak yerine, “kutlu dava” için, yani sonsuza kadar iktidarda kalma hesabıyla totaliter bir rejim kurdu. Bütün dünyaya yalan söyledikleri ortaya çıktı. Bu nedenle Saray’da bir panik olduğunu, Erdoğan’ın çevresinin hızla boşaldığını, nitelikli kadroların kendilerinden uzaklaştığı bir süreç başladı.

TARİHSEL TEZLERİ ÇÖKTÜ

Türkiye gericiliği, Cumhuriyetin (esas olarak laik niteliğinin) tasfiye edilmesi ve ılımlı da olsa İslami bir rejimin kurulması isteminin ideolojik ve tarihsel gerekçesi, Müslüman toplumlardaki Batı tipi modernleşme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlandığı varsayımına dayandırıyor.

Muhafazakâr-dinci tarih anlayışının temelini oluşturan bu hipotez, bir dönem ABD ve Batı’da da büyük ölçüde benimsenmiş görünüyordu. Dolayısıyla bu yaklaşımın oryantalist bir tarih tezi olduğunu ve sömürgeciler tarafından geliştirildiğini saptamak gerekiyor. Dolayısıyla bu hipotezi tartışmak, aslında emperyalizmle mücadele etmek ve Batılı beyaz adamın ideolojisiyle tartışmak anlamına geliyor.

Çünkü sözüm ona İslam dünyasının tarihine, kültürüne ve toplumsal dokusuna özgü, ama gerçekte Batı ile uyumlu yeni bir kalkınma ve uygarlık modelinin oluşturulması tezi, gerçekte emperyalist bir tezdir. Batılı beyaz adamın tarih anlayışına dayanır. Avrupa ve ABD de akademik ve siyasi çevrelerde 17-18. yüzyıldan beri ileri sürülen bir yaklaşımdır. İlginç bir şekilde bu emperyalist tez ile İslamcıların cumhuriyet eleştirisi aynı gerekçeye dayanır.

Batılı stratejist ve siyaset yapıcıları, Doğu’da geçen yüzyılın başlarında gerçekleşen ulusal (burjuva) devrimleri ve sosyalizm deneyimleriyle gelişen aydınlanma ve modernleşme süreçlerinin yarattığı bağımsızlıkçı anlayışı, tasfiye etmek istiyor.

Sosyalist devrimlerin de sonuçları itibarıyla Marksist yoldan birer aydınlanma ve devrimi olduğunu söylemek mümkündür. Çünkü uçsuz bucaksız Asya steplerinde yaşayan halkları, derin Çin coğrafyasının toplumlarını ortaçağdan, hatta yer yer takılıp kaldıkları komünal dönemden alıp 20. yüzyıla taşıyan tarihsel atılımı sosyalist devrimler gerçekleşmiştir.

Bu bağımsızlıkçı-ulusalcı duyarlılığı yüksek toplumlar ve devletlerin, şu ya da bu ölçüde emperyalizmin hareket alanını sınırladığı, en azından onu işbirliğine zorladığı, küresel sermayenin serbest dolaşımının önünde engeller çıkardığı gerçektir. Özetle; emperyalizmin hareket alanını daraltan bir işlev görmektedir.

ILIMLI-RADİKAL İSLAM AÇMAZI

Ilımlı İslamcılık kavramı ve bu kavrama uygun bir model ülke oluşturma stratejisi, yukarıda ifade edilen fikri arka planın ürünüydü. Model ülkenin Türkiye olabileceği düşünülmüştü. İşte AKP’yi kuran kadro bu arayışı gördü ve bu projenin, deyim uygunsa “ben hazırım” dedi ve üzerine atladı. Erbakan’ın “Milli Görüş” hareketini terk etmelerinin nedeni buydu.

İkiyüzlülüğe, yalana ve hileye dayalı (takiye) siyaset tarzının sağladığı manevra yeteneğiyle, önce emperyalistlerin hizmetini görüp, güçlenince de kendi programlarını uygulamayı düşünüyorlardı. Emperyalist odakların ise tek şartı vardı; ABD ve Batı ile ilişkileri bozmayacak nitelikte hükümetlerin işbaşına gelmesini sağlamak… Sorun da burada çıktı.

Batı, ılımlı ve radikal siyasal İslamcılık arasındaki diyalektiği anlayamamış, bu iki akımın bir biriyle etkileşimini görememiş ve her iki akımın aynı teolojik temelden beslendiği gerçeğini ıskalamıştır. Örneğin, IŞİD’in Irak ve Suriye’deki medreselerinde uygulanan müfredat (verilen eğitim, kaynaklar ve kullanılan kitaplar) ile Türkiye’de imam hatip okullarında verilen eğitimin ve referans alanlarının aynı olduğu görülememişti.

YENİ ORYANTALİZM

Yeni oryantalist ideologlara ve politikacılara göre, Müslüman toplumlar laik ülke olma hedefini bir yana bırakmalıdır. Bu hedef gerçekleşemeyecek bir rüyadır. Batıya özgüdür. Doğu’da ancak yumuşatılmış, radikalizm ve Batı düşmanlığından arındırılmış, en fazla sandığa dayalı bir İslami rejimi kurulabilir, daha fazlası değil.

Bu yaklaşıma göre, demokrasi ve laiklik Batı kültürünün ürünüydü. Bu tutum tam anlamıyla, dünyayı yağmalayan ve onu bir enkaz haline getiren, bütün zenginlikleri Kuzey Atlantik (Batı da diyebiliriz) havzasında toplayan beyaz adamın vahşi ideolojisiydi. BOP tam olarak bu anlama geliyordu. Kadere bakın ki kendilerini milli ve yerli sanan İslamcılar, bu projenin üstüne atladı. İşte şimdi Güney’in yoksulları, yıkılan ve enkaza çevrilen ülkelerinden kafileler halinde dünyanın Kuzeyine akıyor.

Yazının başına dönersek; Erdoğan-AKP iktidarı şaşırtıcı bir hızla çözülerek, hiç beklenmedik bir anda aniden çökebilir. Çünkü böyle bir iktidarı sürdürebilmenin artık hiçbir tarihsel, maddi ve kültürel dayanağı bulunmuyor. Bu nedenle her geçen gün daha fazla zor aygıtları devreye sokuluyor.

HALK TV Programımız : 31 Temmuz 2021

Dostlar,

31 Temmuz 2021 Cumartesi günü akşam saat 20:00’de HALK TV’de olacağız.. / OLDUK.. 

Bizim konuştuğumuz ilk 35 dakikada rating rekoru bir ke daha kırıldı..

Youtube erişkesi (linki) aşağıda.. Önce yangın hakkında bir Mülkiyeli olarak değerlendirme :

Yangın hakkındaki değerlendirmemiz sonrası aşağıda, izlemek için tıklayın (15-16 dk.)

Türkiye Nereye?” başlıklı  programın çok başarılı yürütücüsü Sn.  Fatih Ertürk‘ün konuğu olacağız haftalardır sürdürdüğümüz gibi. İlk 30 dakikada biz Kovit-19 Salgınının güncel durumunu irdeleyeceğiz.

31 Temmuz 2021 akşamı Sağlık Bakanlığınca açıklanan “resmi” tablo aşağıda..
Havuzdaki aktif hasta sayısı 221.353’e tırmandı. Bu rakam son sınırsız açılım – saçılımın başlatıldığı 1 Temmuz 2021 günü 80.662 idi, yaklaşık olarak 3’e katlandı salt 1 ayda! 5.430.940 olan toplam olgu sayısı 5.727.045’e yükseldi 296.105 artış ile.

Soralım iktidara : Her gün “aşı olun + tedbirli olun” diyerek 4. dalganın tırmanışını salt seyir mi edeceksiniz??

3. dalgadan çıktığımızı varsayarak tam gevşemeye geçtiğimiz 1 Temmuz 2021 günü turkuvaz tablo “resmen” aşağıdaki gibiydi :


Paylaşılan veriler değiştirilip sınırlandırıldığı için bire bir karşılaştırma olanağı yok. Ancak 5288 olan günlük yeni olgu – vaka sayısının 22.332’ye, nerdeyse 4 katına, 42 olan günlük ölüm sayısının ise 79’a tırmanarak 2 katına eriştiğini hemen görebiliyoruz, hem de hafta sonunda!

4 hafta içinde son derece hızlı bir tırmanma. Üstelik Kurban Bayramı sonu işe dönüş günü olan 26 Temmuz 2021 sonrasının yansımasını görmek için henüz erken.

Gerçekte 1 Temmuz 2021 verileriyle de tüm kısıtları kaldırarak tam gevşemeye geçmeye Epidemiyolojik olarak olanak yok-tu. Ancak AKP = RTE iktidarı bu bilimsel gerçekliği göz ardı ederek bir kez daha “bilerek risk aldı” ve turizm gelirleri, artan toplumsal basınç ve sınırlı sosyal devlet ödemelerini durdurmak için gerekçe yaptı.

Hızlandırılacak aşı kampanyasına bel bağladı diyelim AKP = RTE iktidarı.

Ancak plan gerçekte delik deşikti :
– Tam esnemeye hazır değildi günlük olgu ve ölüm sayıları vd.
– Aşılama ile hızla yeter toplumsal bağışıklık sağlama bir varsayım idi, olmadı.
– Sınır kapılarında çok gevşek tutulan önlemler pahalıya patladı.
– Delta varyantı, milyonlarca turist yollayan başta Rusya olmak üzere hızla yayılarak beklentileri alt üst etti..

Bunlar öngörülebilir miydi, EVET!
Öngörül(e)medi ya da risk mi alındı, EVET!
1 aydır dünya ortalamasının çok üstünde 10 kat hızla yükselen salgını iktidar seyir mi ediyor; ona da ne yazık ki  EVET!

Bu 1 ay boyunca fazladan, salgın alaturka – bilim dışı – ticari/ekonomik beklentiler ve “Allah kerim” ilkelliği yerine Epidemiyolojik ilkelere bağlı – bilimsel yönetilse idi fazladan kaç masum insanın hastalanması önlenebilir ya da ölümü engellenebilirdi? Veri tabanı elimizde olsa hesaplayabilirdik ancak yasak!

  • Geçtiğimiz hafta Dünya genelinde Kovit-19 olgu sayısı önceki haftaya göre %11 arttı, Türkiye’de ise %114!
  • Geçtiğimiz hafta Dünya genelinde Kovit-19 ölüm sayısı önceki haftaya göre %12 arttı, Türkiye’de ise %16!

Bu 2 çarpıcı veri, ülkemizde işlerin iyice sarpa sardığının kanıtı. “Ne yapalım, dünyada da salgın var..” savunmasını çürüten bir tablo. Evet, Dünyada da salgın var ama Türkiye’de salgının beteri yaşanıyor!

5,7 milyonu aşan toplam olgu – vaka sayısı ile Dünyada 7. sıradayız, oysa nüfus bakımından 17. sıradayız.

Dün dünyada toplam 643,191 yeni tanı kondu, Türkiye’de 22,332. Dünya nüfusunun kabaca %1,1’ine sahibiz ama günlük olgu -vaka sayısının %3,5’i bizde.

Aşılama da umulduğu gibi gitmiyor ve gerekli yüksek düzeyli (%80+) toplumsal bağışıklığa erişilemiyor. Uzayan – sarkan – yavaşlayan – aşı çekincesi ve reddi duvarına toslayan kampanya, salgını frenlemeye elvermiyor.

Bir yandan aşılama, bir yandan havuzdan doğal ya da yapay bağışıklığı zamanla sönümlenen / zayıflayanların hızla ayrılması, gerçek immünolojik toplumsal bağışıklık düzeyini yakalamayı seraplaştırıyor. Başkaca etmenlerin de payı ile denebilir ki;

  • Türkiye’de gerçek biyolojik bağışıklık (kağıt üstündeki aşılama oranı değil!), tüm çabalara karşın 1/3’ün üstünde değil. Ya da toplumun 2/3’ü hala Kovit-19’a karşı savunmasız!Bu gerçeklik akıldan çıkarılmamalı ve bir yandan aşılama oranı büyürken bir yandan salgının tırmanmasını açıklayacak başlıca risk.. Türkiye aşılamada ilk 10’da değil!Başta Avrupa, AB ve Avrupa ülkeleri, Avustralya, Japonya, S. Arabistan… yeni ve ek kısıtlara başvuruyor olabildiğince aşılamaya karşın..

Ne diyecek bu başarısız ve acı tabloya AKP = RTE!?

Öte yandan 7.88 milyar dünya nüfusunun %28,2’si en az 1 doz aşı aldı. Tam aşılılar %14,5. Toplam 4,1 milyar doz aşı yapıldı ve her gün 37,6 milyon insan aşılanıyor. Ne var ki, düşük gelirli – yoksul dünyada hiç yoktan tek doz Kovit-19 aşısı olabilenler hala %1,1!

Dolayısıyla bu aşıya erişim adaletsizliği hızla giderilmedikçe salgın uzayacak, yeni ve daha “hünerli” (!), gerçekte aşıya dirençli – daha kolay bulaşan – daha ağır hasta eden – daha çok öldüren varyantlar oluşacak. Son günlerin yeni belası bu kez Kolombiya Varyantı!

4. dalga tırmanmakta!

Veriler 2. dalganın ortalarındaki düzeyde..

Pek çok ülke değişik kısıtlara başvurmakta. Bloomberg’te kapsamlı bir derleme yayınlandı, bakılmasında çok yarar var.. (https://www.bloomberg.com/news/articles/2021-07-26/passports-for-pubs-mandatory-shots-europe-ramps-up-covid-fight?cmpid=socialflow-twitter-usiness&utm_medium=social&utm_content=business&utm_campaign=socialflow-organic&utm_source=twitter, 31.7.21)

Türkiye hiçbir şey yapmadan salgını seyredebilir mi??

Bir yandan “olağandışı” orman yangınları, bir yandan denetim altına alınamayan salgın…

Türkiye çok ağır, artık sürdürülemeyecek olan çok yönlü YÖNETİM BUNALIMI yaşıyor. Temel neden, dünyada örneği olmayan ucube “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” ya da açıkçası post-modern sultanlık! Atatürk Türkiye’si için onur kırıcı, çoook utandırıcı.

AKP = RTE iktidarı, doğrudan doğruya pek çok sorunun birincil kaynağı.

Bir an önce, bu iktidarın erken seçimle değiştirilmesi gerekiyor.

Türkiye için birincil öncelik budur.

Bilgi ve ilginize derin kaygı ve acı sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 31 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

Mülkiyeliler Birliği’nden Orman Yangınları Açıklaması

Mülkiyeliler Birliği Derneği
Sayın Ahmet Saltık,

Mülkiyeliler Birliği olarak ülkemizin farklı illerinde meydana gelen orman yangınlarını derin bir üzüntü ve endişeyle takip ediyor, hayatını kaybedenlerin yakınlarına baş sağlığı, yaralananlara ise acil şifalar diliyoruz. Günlerdir devam eden yangınlar nedeniyle harap olan ormanlık alanlardaki ağaçlar, bitkiler, hayvanlar ve diğer tüm canlılar için üzüntü duyuyoruz.

Bu vesileyle iktidarı tüm dünyayı etkisi altına alan iklim krizini ciddiye alarak bu alanda bütüncül politikalar üretmeye, doğal ya da insani faktörlerle ortaya çıkabilecek yangınların sebeplerini tüm yönleriyle araştırmaya, orman yangınlarını önleme ve yangınlara müdahale etme noktasında acil durum stratejileri oluşturmaya, başta ormanların turizme tahsis edilmesine izin veren yasalar olmak üzere bu alandaki ilgili mevzuatı günümüz ihtiyaçlarını göz önüne alarak yeniden düzenlemeye, vatandaşların ormanlık alanların kullanılması konusunda bilinçlendirilmesi için çalışmalar yürütmeye, orman yangınlarına en etkili teknolojik araçlarla gecikmeksizin müdahale edilebilmesi için kapasite geliştirmeye, yangınların önlenmesi, yangında zarar gören ormanlık alanların ve tüm ekosistemin nasıl iyileştirileceği konusunda bilim insanlarıyla ortak çalışma yürütmeye, yanan alanların imara açılmaması ve doğal haline bırakılması konusunda taviz vermemeye çağırıyoruz.

Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu

Dostlar, 

Bizim de üyesi olduğumuz Mülkiyeliler Birliği’nce yayınlanan, günce orman yangınları sorunumuz ilişkin basın açıklamasını web sitemiz okurlarıyla paylaşmak istiyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 31 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Em.)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Şiraze ‘fena halde’ kaydı…

Çünkü, Cumhurbaşkanı bir iki gündür ortalıkta yoktu ve hiçbir konuda hiçbir söz söylememişti. Çünkü, o hiçbir konuda hiçbir söz söylemediğinde, kimse ne yapacağını bilemiyor ve söylediğinde de, hiç tartışılmadan ya da muhakeme edilmeden, sadece onun dediği oluyor.

TRT haberlerinde (doğal olarak) ilk haber, diğer medya mecralarında olduğu gibi Türkiye’yi kasıp kavuran orman yangınlarıydı. Bu yangınları tabii ki iktidar çıkarmadı. Ama birinci derecede sorumlusu, bu ülkeyi yönetirken aldıkları yanlış kararlarla, sadece ülkenin on milyonlarca insanının değil, belki on milyonlarca ağacının da canını riske atan bu iktidardır. En basit ve somut örneği de, 20-25 milyon hektara varan bir orman varlığnı koruyabilmek için yeterli önlemlerin olmamasıdır. Türk Hava Kurumu’nun (THK) uçaklarına yangın söndürme görevini kasten vermemek için 100 litrelik bir farkla ihale düzenleyen, 4,900 litre kapasitesi olan THK uçaklarını, ihale şartını 5,000 litre olarak koyarak atıl durumda bırakmak, düpedüz vatana ihanettir.

Kıbrıs’a anma-kutlama ziyaretlerine, neredeyse devlet ricalinin her bir ferdinin “altına” bir makam uçağı tahsis edebilecek zenginlikte bir devlet, sarayın VİP filosu kadar bile yangın söndünme uçağına sahip değildir.

  • Bu ağır bir ayıp, gaflet, dalalet ve ihanettir. Yangınlara davetiyedir.

Bu kararlara imza atanlar, bu kararları destekleyenler, bu kararları uygulayanlar, adeta “bırakınız yansınlar” diyerek, bugün yaşamakta olan ağır felaketin baş sorumlularıdırlar.

Şu anda on binlerce insanın canla başla savaşmasına rağmen bir türlü tam olarak kontrol altına alınamayan yangınları, “teröristler mı çıkardı acaba?” diye abuk sabuk teorilerle uğraşanlar, öncelikle bu ihaneti görmek zorundadırlar.

Cumhurbaşkanı, sonunda ortaya çıkıp cuma namazı çıkışında “THK uçakları zaten bu yangınları söndüremez” diye akıl almaz açıklamasını yaptıktan sonra TRT haberlerinde yine “ilk cümlenin ilk sözcüklerindeki” yerini alacaktır belki. Ama soruna çare olmayacağı kesindir.

Tam da bu saatlerde, İstanbul Valiliği aldığı komik bir kararla “1 ay boyunca (30 Ağustos’a kadar) İstanbul ormanlarına giriş yasağı” koymuştur. Tam bir rezalet anlamına gelen bu karar, “Ben bu felaketleri önleme ve başgösterdiğinde de üstesinden gelebilme kapasitesine sahip değilim” demektir. Bir itiraftır.

Aynı zamanda da bir haksızlıktır. Yani, insanlara “ormanda davranma bilincini, gerektiğinde zorlayıcı önlem ve denetimlerle” aşılayarak pekala orman pikniklerine devam edilebilecekken, “girmesinler, dolayısıyla çözmüş oluruz” demektir bu. Akıl dışıdır. Çaresizliğin ve basiretsizliğin, iktidarsızlığın tipik bir örneğidir.

Daha da ilginci, bendeniz bu kararı eleştiren bir tweet attığımda bu tepkime karşı çıkanların, “girmesinler tabii ki” diye alkış tutmasıdır. Umarım bu alkışı tutanlar, Ege ya da Güney sahillerindeki otellerinden veya yazlık evlerinin sitelerinin havuz başlarındaki şezlonglarından tutmamıştır bu alkışı. Çünkü, İstanbul’da ormana giderek serinlemek veya piknik yapmak durumunda olanlar, bu toplumun “Ege-Güney-Yazlık-Havuz-Şezlong” nimetlerine uzak kitlelerdir. Fatura onlara mı çıkmaktadır?

Peki ya ormanlık alanların tam ortasında inşa edilmesine sorumsuzca izin verilen “zengin ghettolarının” sakinlerine nasıl bir yasak gelecektir? Onların bisiklet gezilerine, golf turnuvalarına, “barbecue partylerine de müdahale edilecek midir?

Şiraze iyice kaymıştır. Hem de fena halde.

Bir yandan pandeminin en azgın olduğu bir dönemde, bilim insanlarının tüm uyarılarına ve verilerdeki alarm verici gelişmelere rağmen “açılalım, saçılalım, turist gelsin, Ruble gelsin, Euro gelsin Dolar gelsin, esnafın gazını alalım, bize öfkesini yumuşatalım” diye Covid-19’un yayılmasına neden olacak kadar pervasız davranacaksın, bir yandan da, “Manavgat’ta orman yanıyor, söndüremiyoruz, o zaman İstanbul’un ormanını da kapatalım” demek, iyice yönünü pusulasını kaybetmektir.

  • Covid salgınının vardığı nokta ortadadır. Bunu yaratan da aynı “ne yaptığını bilmeyen, pusulası bozulmuş” iktidardır.

Aynı, göçmen sorununda yaptıkları hatalarla ülkeyi yol geçen hanına çeviren, sınırları delik deşik eden, bir büyük milli güvenlik sorunu yaratan, toplumsal ve ekonomik sorunların üzerine benzin döken, toplumsal barışı imha etmeye yol açan politikalarda olduğu gibi.

Türkiye, bu iktidarın elinde adeta haylaz bir çocuğun hassas oyuncaklara davrandığı bir ortama sürüklenmiştir. Sürekli kırılıp dökülmektedir. Oysaki, bu ülke bir “oyuncak” durumuna sokulmayacak kadar kutsal bir emanettir bizler için. Atalarımızın, kurucularının kutsal emaneti. İnsanı ile, doğası ile ağacı ile.

Bu pervasızlığa bir dur demek artık şarttır.

Canım ülkemin her bir yurttaşının, her metrekare toprağının ve ağacının korunması ve bekası için bu iktidarın değişmesi şarttır.

Sandık, bir an önce ortaya gelmelidir. Bunun yolu da bir erken seçimi zorlamaktır.

Muhalfetin elinde bunu yapabilecek anayasal araçlar vardır. Sadece oturduğu yerden, ve hatta çarşı pazar gezerek, “gidin artık” demekle olmaz bu iş.

Sadece “2023’ü beklemeyin” diye sızlanmakla olmaz.

Sandık… Hemen şimdi!..

Neden Japonya olamadık diye sorma, THK’ye bak…

Neden Japonya olamadık diye sorma, THK’ye bak…

Tuncay Mollaveisoğlu
Cumhuriyet
, 12.9.19

1952’de Türkiye’de motor fabrikası kapatıldı.

Dünyada uçak üretimini ilk yapan ülkeler arasındayken, uçak fabrikalarımızı da aynı zihniyet kapattı; GDP’ler; Genetiği Değiştirilmiş Politikacılar.

Emperyalizmin laboratuvarlarında özenle yetiştirilip Türkiye’de iktidara getirildiler.

Orman yangınlarında Türk Hava Kurumu’nun nasıl devre dışı bırakılıp işlevsiz hale getirildiğini Cumhuriyet’te özel haber seli ile gündeme taşıdık. Dün Orman Bakanı Pakdemirli’nin, Türk Hava Kurumu’nun (THK) elinde 20 uçak dururken Rusya ile uçak pazarlığı yaptığını haberleştirdik. Skandallar zincirinin başından bu yana Bakanlığın “THK alerjisini” anlamaya çalışıyorum. Açmama izin verin;

Yıl 1925… Cumhuriyet’in ilanından yalnızca 16 ay sonra Atatürk, Türk Tayyare Cemiyeti’ni (Türk Hava Kurumu) kuruyor. O dönem yalnızca gelişmiş ülkelerin ufkunda olan havacılık sanayisinin tüm ögeleri ile Türkiye’de oluşması hedefleniyor.

Atatürk, söz verdiği her şeyi yerine getiren eşsiz bir önder…
1929’da havacılığın en üst organı olan Uluslararası Havacılık Federasyonu’na (FAI) üye oluyor. THK mühendislerinden Selahattin Reşit Bey, motor ve pervane dışında tüm parçaları Türk malı olan ilk uçağımızı üretiyor.

1935’te Türkkuşu kuruluyor. Kurum Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen’in de aralarında yer aldığı savaş pilotlarını eğitiyor. Gökçen, ilk kadın savaş pilotu olarak adını tarihe yazdırıyor.

İstikbal göklerdedir” diyerek bin yıllık hedef ve vizyon ortaya koyan Atatürk, Türk gençliğini de uçurmak için peş peşe planör, motorlu uçuş ve paraşüt okulları açıyor. 1938’de kurumun yetiştirdiği pilot Ali Yıldız, 14 saati aşan planör uçuşu ile dünya rekorunu kırıyor. Planör atölyesi uçak fabrikasına dönüştürülüyor. İngilizlerle ortak seri uçak üretimine geçiliyor. 1939’da Etimesgut Uçak Fabrikası kuruluyor.

Türk Hava Kurumu’nun uçak fabrikasında yabancı uçak üretiminin yanı sıra tümüyle yerli tasarım uçaklar da üretiliyor. Salt 10 yılda 126 Türk uçağı göklerdeki yerini alıyor. THK’nin ürettiği uçaklara Batılı ülkelerden sipariş yağıyor! 1926’da temelleri atılan Kayseri Uçak Fabrikası’nda ise 15 yılda 200’den çok uçak üretiliyor.

Atatürk’ün “yalnızca uçak değil motor da üreteceksiniz” diye görev verdiği kadrolar 1945’te uçak motoru fabrikasını kuruyorlar. Fabrikada hem yabancı uçak motoru hem de yerli motor üretimi yapılıyor! İki yıl sonra uçakların aerodinamik testleri için dünyanın en gelişmiş rüzgâr tüneli Ankara’da kuruluyor.

Peki sonra ne oluyor? Bugün AKP’nin “devamı” olmakla övündüğü Demokrat Parti iktidarı Cumhuriyet’in olağanüstü emeği, birikimi, vizyonu ile kurulan tüm bu kuruluşları kapatıyor. ABD, 1948’de başlayarak Marshall yardımı ile ülkemize sızıyor. Özellikle uçak sanayisinde; “üretmeyin, bizden ucuz alın” uyutması ile savaş artığı uçaklarını Türkiye’ye veriyor. Dönemin asker – sivil yöneticileri bu tezgâha ortak oluyor.

Cumhuriyet tarihine adını altın harflerle yazdırmış, ilk uçağımızı üretmiş, ilk motorumuza imza atmış Türk Hava Kurumu, 1980’lerin ortasından bu yana yangın söndürme alanında kendini yeniden var ediyor. Bölgenin en güçlü yangın söndürme filosunu kuruyor. Son dönemde Orman Bakanlığı işte bu kurumu küçük yatırımlarla yeniden ayağa kaldırıp güçlendirmek yerine adeta tasfiyesine, yok olmasına zemin hazırlıyor.

Türk Hava Kurumu’nun kolunun kanadının kırılması, bir dönem yolsuzluklarla içinin boşaltılması, bu yolsuzluklara göz yumulması emperyalizmin ekmeğine yağ sürüyor.

ABD, yakın zamanda Uzay Kuvvetleri Komutanlığı’nı kurdu…

Düşünün, THK Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki gibi yönetilseydi, Türkiye bu yarışta nerede olurdu?