Etiket arşivi: Orhan Bursalı

Coşkun Özdemir : CUMHURİYET ve CUMHURİYETÇİLER

CUMHURİYET VE CUMHURİYETÇİLER 

portresi

Prof.Dr. Coşkun Özdemir

92 yıllık Cumhuriyet Gazetesine iktidar yargısı tarafından bir baskın bir saldırı gerçekleştirildi.
13 kişi göz altına alındı ve dün sabah 9 gazetecinin tutuklandığını öğrendik.
İlk günden başlayarak yüzlerce Cumhuriyet okuyucusu gazetenin avlusunu doldurdu ve bu hukuk dışı icraatı protesto ettiler.
Destekçiler eylemlerini 24 saat sürdürdüler ve gece nöbeti gerçekleştirdiler.

Bende en az 60 yıllık bir Cumhuriyet okuyucusu ve 35 yıl yazarlığını yaptığım gazetedeki kalabalığa katıldım.
Dün bir konuşma yaparak aydınlanmacıları birliğe çağırdım. Orada olmayanları sordum niçin bizimle değiller dedim. Bu sorgulama değil nedenleri araştırma çağrısı idi…

Gazetedeki değişimden rahatsız olabilirsiniz, eleştirecek çok şey bulabilirsiniz ve birçokları gibi artık okumayabilirsiniz.
Ama düşünün ki orada Türkiye’nin yüz akı yazar arkadaşlarımız var. Okumazsanız çok şey kaybedersiniz.
Orhan Bursalı, Erdal Atabek, Ataol Behramoğlu, Ali Sirmen, Zeynep Oral, Mine Kırıkkanat, Işıl Özgentürk, Erol Manisalı, Yakup Kepenek, Meriç Velidedeoğlu ve unuttuklarım sağlam ilkeli cumhuriyetçiler.
Hele yıllardır Bursalı’nın yönetimindeki Bilim Teknik‘i okumuyorsanız kaybınız çok büyük. Şimdi onu bağımsız çıkarıyor Orhan..

Gazetede ADD yoktu, 68’ler de öyle ÇYDD’den kimseyi göremedim. Üyesi olduğum TÜMOD yoktu ve TGB …
TGB’li gençlerle sık sık buluşuyorum ve yürüyüşlerine katılıyorum. Pırıl pırıl, Cumhuriyetçi, Aydınlanmacı Atatürkçü heyecanlı coşkulu çocuklar.
Cumhuriyet niçin onlara uzak durur, bunu anlamış değilim.

Evet, Gazeteyi eleştirmek çok doğal ama asıl çabamız Gazeteyi bizim Cumhuriyetimiz haline getirmek için çaba göstermektir.
Cumhuriyetçi ve Aydınlanmacı güçleri bir araya getirmek onları bir dayanışma içinde aydınlık bir Türkiye için savaşan yurtseverler niteliğine kavuşturmaktır.
Bugünkü ayrışma ve cumhuriyetçilerin en azından bir asgari müşterekte buluşamaması Cumhuriyeti çökertmek isteyen iktidarın yararına oluyor.
Bu aymazlıktan çıkmalıyız hiç gecikmeden; Cumhuriyet altımızdan kayıyor!

hoca.jpg========================================

Çooook teşekkürler değerli hocam Sayın Prof. Dr. Coşkun ÖZDEMİR…
Sizi İstanbul Tıp Fakültesindeki öğrencilik yıllarımdan beri 40+ yıldır tanımanın onurunu yaşıyorum.. Evet hocam,

  • …aymazlıktan çıkmalıyız hiç gecikmeden; Cumhuriyet altımızdan kayıyor!

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İç savaş yaşanabilirdi! Yeni dönemin farkında mısınız?

İç savaş yaşanabilirdi!
Yeni dönemin farkında mısınız?

portresi

 

Orhan Bursalı
Cumhuriyet, 07.08.2016

Bugün tabii ki 7 Ağustos 2016 mitingine yer vereceğiz. Kendi politik çemberimizin dışına çıkarak farklı şeyler yapmanın ve söylemenin zamanıdır. Bu nedenle deKılıçdaroğlu’nun ve CHP’li muhalefet kitlesinin mitinge katılması düşüncesini paylaştım. Çünkü Türkiye yeni döneme girdi. Çok önemli bir olay yaşadık. Darbe girişimi öncesi Türkiye ile sonrası Türkiye, iki farklı dönemdir.

İç savaş yaşanırdı
Fethullahçı teröristler, 15 Temmuz’u başarıp iktidarı ele geçirselerdi, Türkiye önemli ölçüde iç kargaşalığa, bir iç savaşa sürüklenebilirdi. Ordu’nun darbeci ve darbeye karşı birliklerinin birbirini yok etmeye çalıştığı bir ortam doğabilirdi. Halk kitleleri meydanlarda, sokaklarda olacaktı ve çok ağır kayıplar verilebilirdi. FETÖ teröristlerinin belgelenen acımasızlığı, bir kıyıma dönüşürdü.
Darbecilerin ABD ve AB’den destek aldıkları çok açık. Başarısızlık, onları derin bir hayal kırıklığına uğrattı.
Acaba ülke bir iç savaşa sürüklenseydi, bu destekleri fiili müdahaleye dönüşür müydü, bilmiyoruz. Ama bu olasılık kuşkusuz ki vardı.
Olan ülkeye olurdu. Bir Libya mı olurduk, yoksa Suriye mi, bilemiyorum. Ama kendimize özgü dağıtılmış bir Türkiye olurduk.

Yeni aşamanın farkındalar mı?
Darbe sonrası Türkiye yeni bir aşamaya geçti. Geçti de, çeşitli siyasal odaklar bunun gerçekten farkındalar mı, bu tartışmalı. Bugün itibarıyla Cumhurbaşkanı ve AKP yönetiminin farklı bir dil ve politika kullandıklarını görüyoruz.
Cumhurbaşkanı ilk kez “Anayasanın bana vermediği yetkiyi kullanmayacağım” diyor. Bu Cumhurbaşkanı’nın bekleme odasına aldığı ve işine geldiği gibi yorumladığı Anayasayı askıdan indirdiğinin işareti mi?
İhtiyatlı bir iyimserliği paylaşmamız için güçlü nedenler var.
Böyle olması ülkemiz için olumlu sonuçlar verebilir. Büyük kamplaşma ve yarılma, yerini, birbirini dinleyen ve doğal olarak uzlaşı arayan kitleleri ve siyaseti ortaya çıkartmalı. İlkeler üzerinde siyaset. Büyük bir felaket karşısında doğal sonucu mu yaşıyoruz? İnşallah!

Zarar büyük
Evet, bu darbe girişimini yaşamamız, bugüne kadarki çıkarcı – yararcı, otoriter ve kamplaştırıcı siyasetin sonucudur.
Onlar da Allah diyorlardı” gibi bir düşünceyle hareket etmenin, ülkeye her açıdan ve çok boyutlu verdiği zararın telafisi mümkün değil. Bu politikayı izleyenler de adeta bir bedel ödemeden iktidarlarını sürdürüyorlar. Ama çok ağırını ödeyebilirlerdi ve dolayısıyla ülkeye de ödetebilirlerdi. Türkiye ne yazık ki bugün hâlâ bir musibet bin nasihatten iyidir, darbımeselinin yaşandığı ülke. Bir sırat köprüsünden döndük. Yeni bir dönem derken kastettiğim budur.

Değişim gerçek mi?
RTE ve adamları, politikalarında çok temel değişiklik yapacaklarını söylüyor. Olabilir mi? Bugün, ilk aşamada bunu söylemelerinde, öteki-düşman olarak gördükleri muhalefetin darbe girişimine karşı durmasında, yok etmeye çalıştığı medyanın darbecilere direnmesinde şüphesiz ki etkisi vardır… Ama daha önemli bir şey var: Yalnızlık, Fetö’den sonra dış saldırılara karşı iktidarlarının açıklığı ve kırılganlığı. Bu iki yönden de doğru: Hem RTE iktidarı hem de ülke açısından. Bu açıdan, bir güç ve ittifak arayışının da çok önemli bir nedeni bu.

Mecbur kaldıkları için mi?
Sorun ve öğrenmemiz gereken mesele şurada: Acaba RTE (ve arkadaşları), mecbur kaldıkları için şimdilik taktik bir geri adım mı atıyorlar; yoksa yaşadıkları büyük olay, siyasetlerinde ve düşüncelerinde, hem kendileri hem ülke geleceği açısından ciddi bir “düzeltme” yaşamalarına / yapmalarına yol açmış mıdır?
Her şeyi bilen “teorik kalıplar”, pratikte bu sorunun yanıtını arayacağına, “tabii ki taktik” derler. Doğru çıkarsa “biz demiştik” diyecekler. Ama böyle olsa bile, yaklaşımlarının doğruluğunu göstermez.
Doğru olan, bugüne kadar izlenen siyasetin açmazlarına bıkmadan işaret ederek,
ana siyaseti etkilemeye çalışmaktır.


Umarım, Cumhurbaşkanı, önünde açılan pencereden doğru şeylere bakıyordur.

Bu darbeyi çağıran politikalarının özünü ve bütününü gözden geçiriyordur.

==================================

Dostlar,

Engin birikimli, çok deneyimli ve sağduyulu yazar, dostumuz Orhan Bursalı‘nın yazısına katacağımız çok şey yok. Ancak AKP – RTE açısından ağzımız çok yandığından, bunca akıl almaz acı örnekler ortada iken, biz yoğurdu üfleyerek yemeyi ısrarla sürdüreceğiz..

Dileriz darbe girişiminin içyüzü aydınlatıldığında, Türkiye’yi altüst edecek vahim gerçeklerle yüzleşmeyelim…

Sevgi ve saygı ile.
08 Ağustos 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Mesele sadece Ensar Vakfı değil; iktidarın zihniyeti!

Mesele sadece Ensar Vakfı değil; 
iktidarın zihniyeti!

Orhan Bursalı

Çocuklara, yaşamları boyunca izini taşıyacakları, normal yaşamlarına göre başkalaşım geçirecekleri ve sapmalar yaşayacakları tecavüz ve ağır taciz olayları ülkemizin genel sorunu! Burası tacizci – tecavüzcü bir ülke! Kıyaslayın AB ülkeleriyle bu gerçeği, görürsünüz. Kadın canileri ile dolu, aile içi ensestin zirve yapmasına rağmen gizli kaldığı, çocuklara her türlü kötü muamelenin yapıldığı bir ülke!
Türkiye katillerin – tecavüzcülerin fıkır fıkır kaynadığı bir ülke.
Bu açıdan mesele sadece Ensar Vakfı değil şüphesiz!
Yok yok mesele sadece orada çalışan o pisliğin suçu da değil.
Vakıf oraya sıradan birisini koymaz, kendilerine yakın seçme birini yerleştirir!

Vakıf tabii ki suçlu!
Ensar Vakfı, geçmişteki benzer olaylara sahne olmasıyla sabıkalı ve kendisine teslim edilen çocukları tecavüzlerden korumada umursamaz davrandığı ve titizlik göstermediği için suçludur.
Bakıyorum “Ne diye vakfı suçluyorsunuz, vakıf ayrı tecavüzcü ayrı” demiyor mu iktidar şakşakçıları! Çünkü vakıf iktidar sahiplerinin vakfı aynı zamanda. En tepeden en büyük korumaya, desteğe sahip! Yapılması gereken, şüphesiz ki sapığın yakasına yapıştıktan sonra vakıf hakkında da soruşturma açmak. Gel bakalım, sana bu kadar çocuk teslim ediliyor. Sen bu çocukları her türlü beladan, vicdansızdan, sapıktan korumak için ne yaptın, ne yapıyorsun, hangi önlemleri alıyorsun, diye sormak gerek!

‘Bize güvenme’ diyeceğine…
Bize güvenme, biz iktidarız, evet bize yakınsın ama mesele sana emanet edilen çocuklar olunca, milyon kilometre uzağız. Babam olsan canına okurum; ailelere karşı, bu ülkenin geleceğine karşı, tüm vicdanlara karşı hesap verecek herkes… Bu halt senin çatın altında nasıl yenir?” diyerek, öncelikle çocuk bakım hakkını elinden almak. Çocukları korumaya almak, ailelerine göndermek ve vakfın mal varlığını da çocukların eğitimine harcamaya mahkûm etmek… İktidar olsa, adam olsa iktidar bunu yapar. Böylece ülkenin iktidarı olduğunu gösterir. Ama öyle bir durum yok. İktidar olan Ensar Vakfı! Dolayısıyla büyük koruma şemsiyesi açılıyor.
Ama bu iktidarın (AS: AKP’nin!) adamları değil mi ki 6 yaşında kız çocukları evlenir fetvası veren!..

Mesele türban da değil, zihniyet
Bir kadın bakan, evet suçlu olan cezasını çekecek ama vakfın bu konuda ne suçu var, her yerde bu olabilir diyerek, olayı genelleştiriyor. Evet her yerde olabilir, ama bütün o yerler de hesap verir… Her yerde olabilir! Dikkat edin, bakan ve şürekâsı, olayı sıradanlaştırıyor. “Kardeşim tüm Türkiye’de olan bir şey… Ne yani tüm Türkiye’yi mi mahkemeye verelim?” gibi bir savunma…
Öyle bir bakan ki, psikolog yerine din adamı yerleştiren bir kafa yapısına sahip… Hayır türbanına laf etmeyeceğim, türbanın altındaki düşünce yapısına itiraz edeceğim… Biliyorum ki bu olaylar başa takılan türban ile ilgili değil. Ne başı açıklar gördü o makamlar ki benzer davrandı… Doğru dürüst davrananlara da yol gözüktü!

Önüne yatmak altına yatmak
Mesele, bir bakanın Sarraf’ı korumak için sarfettiği “önüne yatmak” deyimi üzerinde polemiğe indirgenerek aslında yaşanan büyük rezilliğin, büyük namussuzluğun üstü örtülmeye gidildi. Önüne yatmak altına yatmaya dönüştürüldü. Ve bir kadına bu nasıl söylenir noktasına getirildi. Vay vay vay… Sizin ekip değil miydi “Sayın Sarraf Bey”in önüne yatarız diyen?! O’nu mahkemelerden, yargıdan, polisten korumak için bunu söylemediniz de, yoksa o olay şimdi savunduğunuz-dediğiniz gibi mi oldu da haberimiz olmadı! İnsaf! Ar namus damarı olmayan birileri ortalıkta varken, neyine “önüne yatmak” deyimini kullanmak. Bunu tüm medyasıyla devasa bir kartopuna dönüştürecek bir iktidar yapısının varlığını mı unutuyorsunuz? Ben olsam o lafı etmezdim. Hayır yanlış olduğundan değil, ülkenin utanmazların egemenliğinde olduğunu bildiğim için…

================================================

Dostlar,

Sayın Orhan Bursalı, us yürütümüne (muhakemesine), birikimine, yazı yazma tekniğine çok saygı duyduğumuz bir yazar. Yukarıdaki yazısı da bunun örneklerinden. Belki biz duygusal davranıyoruz (?) ama Sn. Kılıçdaroğlu’nun yüreklilikle ve tüm çıplaklığıyla Türkiye’nin ve siyasal iktidarın yüz kızartıcı – utandırıcı gerçeğini dile getirmesi çok yerinde olmuştur. Şamatacılar her ne denli yapıp ettiklerinden utanma duygusundan sıyrılmış da olsalar, CHP Genel Başakanı’nın acı sözleri birer tokat gibi yüzlerinde şaklamıştır ve tarihe not düşülmüştür. Bu konudaki sözleri biz de web sitemize aktaralım :

*****

GENEL BAŞKAN KILIÇDAROĞLU’NDAN ERDOĞAN’A YANIT:
SAPIKLIĞIN ADRESİ KONUYU SAPTIRIYOR
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,
  • “Sapıklığın adresi konuyu saptırıyor. Hem cinsel sapıklığın adresi orada, hem siyasi sapıklığın adresi orada! Yani açıkça söylüyorum Recep Tayyip Erdoğan’dır. Bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum.” dedi.Genel Başkan Kılıçdaroğlu, 7 Nisan Dünya Sağlık Günü dolayısıyla Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi’ni ziyaret etti. Merkez Konseyi Başkanı Dr. Beyazıt İlhan tarafından karşılanan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, TTB Merkez Konseyi üyeleriyle bir süre görüşerek sağlık alanındaki sorunlara ilişkin değerlendirmelerini aldı. Toplantıda CHP Genel Başkan Yardımcısı Çetin Osman Budak ve Genel Sekreter Kamil Okyay Sındır da hazır bulundu.

    O ÇOCUKLAR BİZİM ÇOCUKLARIMIZ

    Toplantı sonrası basın mensuplarının sorularını yanıtlayan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, konuşmasına Regaip Kandil’ini kutlayarak başladı. Karaman’da yaşanan çocuk istismarına ilişkin, “O çocuklar bizim yavrularımız, bizim evlatlarımız diye düşündünüz mü? Bir anne çocuğunu sinek ısırsa, bakın altını çiziyorum çocuğunu sinek ısırsa yüreği dağlanır. Bunlarda nasıl bir ahlak, nasıl bir vicdan var emin olun anlamakta zorlanıyorum.” diyen Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları şöyle:

  • CİNSEL TACİZ SUÇLARINDAKİ ARTIŞ %449

    Önce Regaip Kandili, üç ayların başlangıcı bugün, bütün vatandaşlarımın Regaip Kandil’ini kutluyorum. Tabi en büyük arzumuz huzurlu bir Türkiye. En büyük arzumuz sokaklarında, caddelerinde, parklarında rahat gezebileceğimiz bir Türkiye. Umarım bunu gerçekleştirebiliriz. Elbirliğiyle, gönül birliğiyle bunu gerçekleştirebiliriz. Az önce Sayın Başkan sağlık konusunda bir çerçeve çizdi. Çerçevenin çok da olumlu olmadığını biliyoruz. Aslında hastaneye giden her yurttaşımız bu çerçevenin ne kadar sorunlu olduğunu yakından görüyor, tanık oluyor, biliyor. Beden ve ruh sağlığı konusunda ciddi sorunlarımız var. Özellikle son 10 yılda ruh sağlığı açısından ciddi ama çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Size bazı rakamlar vermek istiyorum değerli basın mensupları. Bugün Türkiye’de yaşayan her 4 kişiden birisi antidepresan hap kullanıyor. Kullanılan kutu sayısı 26 milyonu geçti. Bu rakam çok önemli bir rakam. Aile kurumunda ciddi sarsılmalar var, ciddi depresyon var aile kurumunda. Aile kurumu derinden sarsılıyor. Her 5 evlilikten biri boşanmayla sonuçlanıyor. Kadına yönelik şiddetin %1400 arttığı iktidar kanadından zaten ifade edildi. Uyuşturucu gençler arasında çok yaygın. 2007 – 15 arasında uyuşturucu kullanımındaki artış % 678. Gençlerimizi, çocuklarımızı koruyalım derken çocuklarımız ve gençlerimiz uyuşturucu batağının maalesef içinde. Cinsel taciz suçlarındaki artış % 449. Çocukların cinsel istismarındaki artış ise %434, %500’leri neredeyse buldu.

    Bütün bu tabloya baktığımızda beden ve ruh sağlığı açısından ciddi sorunları olan bir ülkeyle karşı karşıyayız. Eğer toplumun her kesimi şu veya bu şekilde şikayet ediyorsa, sorunlarını dile getiriyorsa, sorunlarını dile getirdi, diye cezalandırılıyor veya baskı altına alınıyorsa bu tablo derinleşerek devam edecek demektir. Dünya Sağlık Günü’nde herkese sağlıklar dilemek aslında işin en kolayı. Ama bütün sorun, sağlık dilemenin ötesinde herkesin sağlıklı bir yaşam sürmesini sağlamak, gerçekleştirmek. Tabii politikacılara bu görev düştüğü kadar doktorlara da düşüyor, öbür sağlık çalışanlarına da düşüyor. Ama her şeyden önce doktorların bu hizmeti vermesi için, sağlıklı bir hizmet verebilmeleri için uygun ortamın yaratılması gerekiyor. Düşünün, bir doktor yaşam kurtarmaya çalışırken bir başkası gelip doktorun yaşamını sonlandırabiliyor. Baskıya, şiddete, cinayete ortam hazırlayan tablolar maalesef her zaman var.

    NEDEN CUMHURBAŞKANI HER ŞEYE MAYDANOZ OLUYOR?

    Dokunulmazlıklar konusunda biz görüşlerimizi AKP’ye bildirdik. Son grup toplantısında da bütün bu ayrıntıları ben kamuoyuyla paylaştım. Arzu eden gazeteci arkadaşlarımız varsa iktidar kanadına vermiş olduğumuz önerileri alabilirler, sizlere verebiliriz. Çünkü kamuoyuna açık bu öneriler. Biz dokunulmazlıkların kürsü dokunulmazlığı dışında kalkmasını istiyoruz. Geçici bir düzenleme değil, sürekli bir düzenleme istiyoruz. 83. maddenin (AS: Anayasa’nın) değiştirilmesini istiyoruz. Bakanlar, iktidar partisinin getirdiği model içinde dokunulmazlığın dışında tutuluyor. Oysa asıl yolsuzluğu yapanlar bakanlar ve bakanların da bu sistemin içinde olması gerekiyor. Öyle anlaşılıyor ki, 17 – 25 Aralık yolsuzluk dosyalarından ötürü hala bir çekinceleri var ve Bakanları korumak istiyorlar.

    Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve Aileden Sorumlu Bakan’ın eleştirilerine gelince.. Sayın Davutoğlu da bu eleştirileri yaptı. Bakın değerli basın mensupları, siyasetin doğasında eleştiri vardır. Biz bir şey konuşuruz, bizi iktidar kanadı eleştirir, Başbakan eleştirir, Bakan eleştirir, partinin Genel Başkan Yardımcısı eleştirir, Grup Başkanvekili eleştirir, biz de yanıtını veririz. Bizim anlamakta zorluk çektiğimiz konu şu :

  • Neden Cumhurbaşkanı bu tartışmaların odağı haline geliyor? Her şeye maydanoz oluyor? İlla ben de konuşacağım… Kardeşim sen de sus ya, iki dakika sus, niye konuşuyorsun sen? Senin görevin toplumda huzuru sağlamak, sağduyulu mesajlar vermek senin görevin. Cumhurbaşkanlarından beklenen budur. Ben Davutoğlu’na cevap veririm. Ama o diyor ki, “Boş verin Davutoğlu’nu, boş verin Bakanı, ben sana söylüyorum sen bana cevap ver.” Sen kimsin ben sana cevap vereceğim? Bizim muhatabımız değil O. Muhatap almak istemiyoruz.
  • BUNUN ADI CİNSEL SAPIKLIKTIR

    Dün kullandığı ifadelere bakın. Emin olun önce bir kez sizlerden ve bizi izleyen yurttaşlarımdan özür diliyorum O’nun kullanacağı cümleyi kullanacağım için. Yaptığım eleştiriye karşı “Sapık” sözcüğünü kullanıyor. Peki, ben soruyorum, o zata soruyorum :
  • “Dolmabahçe’de oturup Kadıköy’den gelen vapurlardaki kadınlara bakıyorum, kızlara bakıyorum” demek nedir? Sapıklık değil mi bu? “Onları dikizliyorum” demek sapıklık değil mi? Türkçesini söyleyeyim, bunun adı cinsel sapıklıktır. Söyleyen kim? Bizzat itirafı yapan Sayın Erdoğan. “Seyrediyorum” diyor, “Bakıyorum” diyor. Kime? “Kadınlara, kızlara bakıyorum.” Senin görevin Dolmabahçe’de oturup kadınlara, kızlara bakmak mıdır? Böyle bir tablo olabilir mi?
  • Siyasi sapıklığa gelince, daha güzel bir örnek vereceğim. Bu zat çıkıp TBMM’de tarafsız olacağına ilişkin namusu ve şerefi üzerine söz verdi, yemin etti. “Tarafsız olacağıma dair namusum ve şerefim üzerine ant içerim” dedi Anayasanın gereği olarak. Şimdi ben soruyorum. Siyasi sapıklık nedir? Siyasi sapıklık Parlamentonun önüne çıkıp yemin ettikten sonra, o yeminini tutmayıp namusunu ve şerefini çöp sepetine atandır. Açıkça söylüyorum. Namus ve şeref kavramının bu topraklarda ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz. Sen nasıl kalkarsın da bu toplumun en değer verdiği iki konuda, namus ve şeref konusunda böyle bir tavır takınırsın? Şimdi ben soruyorum. Bunun adı siyasi sapıklık değil de nedir?

    CESARETİN VARSA, YÜREĞİN VARSA GEL KARŞIMA!

    Bakın, bunların hiçbirisi benim cümlem değil. Bunların hiçbirisi konusunda ben söz vermedim. Cümle onların, cümle Anayasanın maddesi, konuşan O. Ben yalnızca bir gerçeği toplumun önüne koyuyorum. Daha çok örnek verebilirim. Yeri gelince “Kadınları yüceltiyorum” diyor. Sen değil miydin “Al ananı da git” diyen, sen değil miydin? Sen değil miydin Soma’da yüreği yanan gencecik insana “İsrail dölü” diye bağıran? Şimdi kalkmış bize ders veriyor.
  • – Sapıklığın adresi konuyu saptırıyor.
    – Hem cinsel sapıklığın adresi orada, hem siyasi sapıklığın adresi orada!
    – Yani açıkça söylüyorum Recep Tayyip Erdoğan’dır.
    – Bu kadar açık, bu kadar net söylüyorum.

    Kendisine 50 kez çağrı yaptım. Senin cesaretin varsa, yüreğin varsa gel kardeşim karşıma. Senin istediğin televizyon kanallarında, artı psikologların da olduğu bir toplantıda oturalım konuşalım bakalım sapık kimmiş? Bakın ben çok net örnek veriyorum. Beni neyle suçluyor? Efendim ben Bakan hakkında demişim ki, birilerinin önüne yatıyor, Ensar Vakfı’nın önüne yatıyor. Bakın değerli basın mensupları, deyimler sözlüğüne baktım. “Önüne dikilmek, önüne düşmek, önüne geçmek, önüne gelen, önüne katmak, önüne yatmak” deyimleri var. Önüne yatmak ne anlama geliyor? İki anlama geliyor. Bir; bir kimsenin önüne boylu boyunca uzanmak. Örnek veriyor, yıkım ekiplerini engellemek için iş makinalarının önüne yatıyordu. Cümle böyle. Sizler de bu cümleyi çoğu zaman kullanmışsınız kendi gazetelerinizde veya televizyonlarda.

    MİLLİ EĞİTİM BAKANI DA ENSAR’IN ÖNÜNE YATTI

    İki; bir kişi veya kurumu korumak amacıyla elindeki imkanlarını kullanmak. Ona da örnek veriyor cümle olarak. Sen bildiğini yap gerekirse ben senin önüne yatarım. Şimdi bunu alıp da cinsel bir alana çekmek nedir biliyor musunuz? Onların kafalarının arkasında neleri düşündüklerini gösteriyor aslında. Tam bir ahlaksızlık örneği. Ensar Vakfı’nın önüne yatıyorsun. Evet bir daha söylüyorum. Çocuklara tecavüz yapılıyor, çocuklar tecavüze uğruyor, sen Bakansın, çocukları koruyacağın yerde kalkıp vakfı koruyorsun. Bu benim ağırıma gidiyor. O çocuklar hepimizin çocukları. Onların anneleri var, babaları var. Benim görevim o çocukları korumaktır. O çocuklara o tabloyu, o alanı hazırlayan kim? Ensar Vakfı’na o yurtları kim açtırdı? Bakın bir daha soruyorum : Ensar Vakfı’na ve KAİMDER’e o yurtları kim açtırdı? Kim görmezden geldi o yurtları? İmam Hatip Okulu Müdür Yardımcısı şunu söylüyor :

  • Bizim öğrencilerimiz Ensar’ın ve KAİMDER’in yurtlarında kalıyordu. Bir daha söylüyorum. İmam Hatip Müdür Yardımcısı diyor ki; “Bizim öğrencilerimiz Ensar’ın ve KAİMDER’in yurtlarında kalıyordu.” Peki, bu yurtlar yasal mı? Yasadışı. Vali nerede, Kaymakam nerede, Emniyet Müdürü nerede, Bakan nerede, Başbakan nerede? Biz bunları dillendiriyoruz onlar kıyameti koparıyorlar. Kaldı ki, önüne yatmayı bizim siyasette kullanan kişi de kendi Bakanları. Ben yeni bir kelime, yeni bir deyim icat etmedim zaten. Kendilerinin kullandığı bir deyimi kendileri için kullandım. Vatandaş için kullanırken bir şey değil, biz onlar için kullanırken kıyamet kopuyor. Yalnızca Aileden Sorumlu bu Bakan değil, Milli Eğitim Bakanı da Ensar’ın önünde yatmış durumda. Elbirliğiyle savunuyorlar. Bakın, çocukların haklarını savunan yok.

    ÇOCUKLAR KARAMAN’DA TECAVÜZE UĞRARKEN KONUŞTUN MU?

    Şimdi ben o diktatör bozuntusuna da seslenmek istiyorum:
  • Çocuklar Karaman’da tecavüze uğrarken sen konuştun mu arkadaş?
  • Ağzından bir cümle çıktı mı?
  • Sen nasıl insansın ya, gencecik 9 – 10 yaşında çocuklar istismar ediliyor, kalkıyorsun Ensar’ı savunuyorsun, ya bu çocukları savunan bir cümle bile kurmuyorsun?
  • Bir cümle dahi kurmuyorsun?
  • Sen de nasıl bir vicdan var, nasıl bir ahlak var sende?
  • Kalkmışsın bir de bize saldırıyorsun?
  • Sen hiçbir şey yapamazsın.
  • Cürmün olsa, oturduğun yer kadar senin cürmün, yakacağın yer o kadardır.
  • Biz haklıyız, biz namusluyuz altını çiziyorum.
  • Biz haklıyız, biz namusluyuz, biz çocuklarımızı koruruz.
  • Çocuklarımızın yaban ellere teslim edilmesine karşıyız.
  • Yine söyledim. İlköğretimde, ortaöğretimde yurt açma yetkisi Milli Eğitim Bakanlığı’nındır. Hiçbir vakfın, hiçbir derneğin yurt açma yetkisi yoktur. Bu yetki olmadığı halde bu vakıflar, bu dernekler, bu yurtları nasıl açtılar?Soru iki : Milli Eğitim Bakanlığı ilköğretimde ve ortaöğretimde bir yurt açtı mı? 14 yıldır iktidardalar. Bu fakir ailelerin çocukları bu yurtlarda kalacak. Bir yurt bile açamadılar tek bir yurt. 5 öğrencinin kalacağı yurt bile açamadılar.

  • HİÇ O ÇOCUKLARIN ÇEKTİKLERİ ACILARI DÜŞÜNDÜNÜZ MÜ?

    Onların kadınlarına da sesleniyorum. AKP’nin Parlamentoda olan kadınlarına da sesleniyorum. Sizin Bakanlarınız KAİMDER’in, Ensar’ın önünde yatarken, onları canhıraş bir şekilde savunurken siz hiç o çocukları düşündünüz mü? O çocukların ailelerini düşündünüz mü? O çocukların çektikleri acıları düşündünüz mü? O çocuklara bizim sahip çıkmamız gerekir diye düşündünüz mü? O çocuklar bizim yavrularımız, bizim evlatlarımız diye düşündünüz mü? Bir anne çocuğunu sinek ısırsa, bakın altını çiziyorum çocuğunu sinek ısırsa yüreği dağlanır. Bunlarda nasıl bir ahlak, nasıl bir vicdan var emin olun anlamakta zorlanıyorum.

    Beni protesto ediyorlar. Başımın üstüne, her türlü protestoyu yapabilirsiniz. Ben sizden sadece ve sadece bir şey bekliyorum. O çocuklara niye sahip çıkmıyorsunuz? O evlatlarımıza niye sahip çıkmıyorsunuz? O annelere niye sahip çıkmıyorsunuz? O anneler o çocukları niçin o yurtlara gönderiyorlar? Fakir oldukları için, gelirleri olmadığı için. Ama istiyor ki anneler, benim çocuğum okusun istiyorlar. Siz alıyorsunuz o çocukları iktidarın desteğiyle, altını çiziyorum iktidarın, bakanlıkların desteğiyle karanlık ellere teslim ediyorsunuz. Biz bunu eleştirince de kıyameti koparıyorsunuz. Çok üzgünüm, çok üzgünüm. Sorumluluk üstlenmesi gereken kişiler sorumluluk üstlenmiyorlar. Bütün sorumluluk CHP’deymiş. Şu akla, mantığa bakın. Emin olun çok üzgünüm.

    BEKLİYORUM DAVA AÇSIN

    Arkadaşlar, önce Sayın Bakan dedi ki, “Ben Kılıçdaroğlu’nu mahkemeye vereceğim.” Kendisinden özellikle istirham ediyorum derhal davayı açınız. Davayı açınız ki, bütün pislikleri o mahkemeye getirelim. Bekliyorum, Sayın Bakan’dan davayı açmasını bekliyorum.

    İki; Sayın Bakan’a bir soru sormak istiyorum :

    * “Ensar Vakfı’nda bir kere oldu diye vakıf mı kötülenir?” diye bir cümle kullandı. Bu bir kere bir annenin yüreğini nasıl sızlatmaz ben merak ediyorum nasıl sızlatmaz. Bu nasıl bir insani anlayıştır, nasıl bir insani boyuttur bu? Ben bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Bu konuda da bir ek açıklama yaparsa çok mutlu olurum. Gençlik Kolları, diğerleri eleştirebilirler. Hepsini biz yargıya götüreceğiz. Biz de yargıya götüreceğiz. Bize yapılan haksızlıklar konusunda biz de yargıya gideceğiz.

  • Ve bir çağrım daha diktatör bozuntusuna : Burada kullandığım ifadeler dolayısıyla dava açmasını bekliyorum. Çünkü dava açmalı ki, ben namus ve şerefin ne anlama geldiğini O’na mahkemede öğreteceğim. Ne anlama geldiğini, namus ve şerefin bu ülkede ne kadar önemli olduğunu ve ne anlama geldiğini ben O’na mahkemede öğreteceğim. Bekliyorum dava açsın.Arkadaşlar çok teşekkür ederim, çok sağ olun.

    =======================================================
    Dostlar,

    Bu sitede yakıcı soruna ilişkin biz de epey (birkaç  yazı) yazdık :

    – Karaman_faciası_uzerinde_bir_hekim_olarak_soyleyeceklerimiz..
    – KARAMAN’da_IRZINA_GECILEN_COCUKLARIMIZ….

    Sayın Kılıçdaroğlu’nun sözleri hiç olmazasa yüreğimize bir parça su serpmiştir. Ne yazık ki bizlerin biraz ağzını açması, eleştiriyi sertleştirmesi hemen RTE – AKP’nin davalarıyla engelleniyor, tehdit altında tutuluyoruz, apaçık sansür uygulanıyor.. Anayasa Hukuku Profesörü olacak adam Burhan Kuzu kalkıp “Yargı bizde, Yasama bizde, Yürütüme bizde..” diyebiliyor. AKP – RTE ülkeyi hemen her bakımdan teslim aldı.. Murteza Demir, çok dokunanklı yazısında “Kimisi memleketin ırzına geçiyor, kimisi de masum çocukların..” demişti özce..

    TOKİ, dibine dek piyasacı AKP düzeninde sözde dar gelirliye konut yapmak için kuruldu. Stratejik bir iktidar aracı oldu.. Buldozer gibi.. dilediği araziyi – arsayı kamulaştırıyor, hem de idari yargıyı nerdeyse tümüyle dışlayarak İVEDİ kamulaştırma yapabiliyor, 1 milyonu aşkın konut fazlasına neden oluyor, cami yapıyor, RTE’ye Atatürk Orman Çiftliği arazisinde hukuku, tarihsel mirası çiğneyerek aşırı lüks devasa kaçak saray yapıyor… Ama öğrenci yurdu yapmıyor! Tek başına AKP iktidarı 14. yılında ama öğrenci yurtları sorunu bilerek ve isteyerek çözülmüyor ve yandaş vakıf – dernek – şirketlere tarikat – tekke – türbe – zaviye gibi pislik yuvalarını kamufle edecek ticari – dinci – uçkur… rantları için peş keş alanları yaratılıyor..

    Eyyy AKP yandaşı yurttaş… 1 Kasım’da 23.5 milyon oyu AKP’ye boca eden yurttaş.. Bu tablonun suç ortağı sensin.. Hatta asli failisin.. Senden cesaret alıyor iktidardakiler.. İkide bir % 50 oy aldık.. diyorlar.. Temizle bakalım bu pisliğini eğer sen de ortak değilsen, bunca yozlaşmadı isen.. çıkarının – uçkurunun – cüzdanının… tutsağı olmadı isen..

  • Türkiye’nin en yakıcı ve acil sorunu AKP – RTE’den kurtulmaktır! 
    Bütün yığınak bu hedefe dönük yapılmalıdır bizce.. ve her geçen gün kuşatma daha da güçlendiririlmekte (tahkim edilmekte), işimiz güçleşmektedir..

    Sevgi ve saygı ile.
    10 Nisan 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Otoriterliğe karşı bir kampanya önerisi

Otoriterliğe karşı bir kampanya önerisi

Orhan Bursalı
Cumhurbaşkanı başkanlık rejimini bu ülkeye kabul ettirebilmek için propaganda ve kampanyasını adım adım tırmandırıyor. Son olarak bir eşik daha atladı ve ülkemizde otoriter bir rejimi yerleştirmek için oluşturulduğu açık olan yandaş derneklerin Yeni Anayasa Platformu’nun ilk toplantısında net açıkladı: Kuvvetler Uyumu’da dayalı bir başkanlık rejimi…

Biz bunun böyle olduğunu yazıp çizerken, bize nereden çıkartıyorsun, başkanlık sisteminde de denetleme, fren sistemi vardır diyenlerin yüzlerini görmek isterdim.
Evet kuvvetler ayrılığını gözeten değil; başkanlığı denetleyecek ve dengeleyecek bir başkanlık sistemi değil…
Tüm kuvvetlerin, yani yasamanın ve yargının, varsa geride başka kuvvetlerin hepsinin, başkanlıkla, yani Recep Tayyip Erdoğan’la uyum içinde çalışacağı, onun emir ve talimatları çerçevesinde hareket edeceği, kararlar alacağı ve uygulayacağı bir otoriter rejim…
Bana göre böyle bir rejimin adı faşizm veya faşizme çok yakındır, her şeyi tek adamın dudakları arasına verir. Örnekleri, bazı Latin Amerika ülkeleri, bazı Türki cumhuriyetler ve geçmişte
daha eskiye giderseniz diktatörlükler, büyük otoriter rejimlerdir.
Bunlar arasından Hitler ve Mussolini’ler çıkmıştır.
  • Cumhurbaşkanı’nın, başkanlık ve üniter devletin bir arada bulunabileceğine örnek olarak
    Hitler Almanyası’nı göstermesi, ne bir dil sürçmesiydi ne de sıradan bir örnekti.
Farklılıklar derinleşiyor

Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında var olan ve yazıp çizdiğimiz derin görüş farklılıkları,
net olarak ortaya çıktı.
Biz, Cumhurbaşkanı ile Başbakan’ın dile getirdiği Başkanlık Sistemleri’nin birbiriyle ilgili olmadığını, aralarında büyük farklılıklar olduğunu söyledik.
Davutoğlu, dengeleme ve denetleme sistemlerine dayalı bir başkanlığa evet demektedir,
aslında asıl istediği ise (bugünkü) başbakanlığa dayalı parlamenter rejimdir. RTE ve adamlarının parti içindeki gücü nedeniyle, Başkanlık Sistemi’ne evet demektedir. Fakat nasıl bir başkanlık sistemi olabileceğini de tarif ederek.

Şimdi Davutoğlu’nu izlemeye alın. “Kuvvetler uyumu”nu öngören bir sisteme evet diyecek mi. Evet demesi, kendi ipini çekmesi anlamına gelir. O takdirde dayatılana boyun eğmiş demektir.

İki merkez arasında gerilim
İki merkez arasında giderek adım adım büyük bir pozitif-negatif enerji biriktiğini şimdilik söylemekle yetineyim. Aynı zamanda Ankara’dan gelen kulis bilgileri de Başbakanlık ve çevresinde rahatsızlığın giderek arttığını gösterir niteliktedir.
Bu konuyu yarınki yazımda işleyeceğim.
RTE’nin “Türk tipi” ve “milli anayasa” gibi, bize göre ülkemizdeki demokrasi kırıntılarını da silip süpürecek, evrensel ilkeleri öngörmeyen, ülkenin en bağnaz düşüncelerine yaslanacak bir anayasa isteği piyasaya sürüldü. Bu da ayrı bir makale konusu.
Şimdi saflar iyice belirginleştiğine, RTE ülke çapında büyük bir “kuvvetler uyumlu otoriter bir lider” kampanyasını başlattığına göre, muhalefetin yapacağı önemli bir iş vardır.
Tabii ortada gerçek anlamda bir muhalefet varsa!

Karşı anayasa kampanyası
O da şudur: Derhal parlamenter rejimi savunan, uyumlu başkanın ne anlama geldiğini, uzun süreli ve düzenli kampanya, toplantı, panel, TV programları, gazete yazıları ile bir KARŞI-ANAYASA KAMPANYASI örgütlemektir.
RTE kendi programını resmen açıkladı.
Muhalefet ise Meclis’te anayasa komisyonunda “yeni anayasacılık oyunu” oynamaya hazırlanıyor. Önceki yazılarımda bunun bir büyük aldatmaca olduğunu vurgulamıştım.
Anayasa millet önünde oynanıyor. Büyük bir güç milleti büyük bir baskı gücü olarak kullanarak otoriter bir rejimi Meclis’in içinden ve üzerinden geçirmek için start verdi.

  • Otoriter güç, PKK saldırılarını, cinayetlerini ve buna karşı savaşı da,
    bu başkanlık kampanyasının parçası olarak görüyor.


    RTE’nin isteği belli, peki SİZ NE İSTİYORSUNUZ?


    Koyun gibi çarmıha gerilmeyi mi?
    ====================================

    Dostlar, 

    Sayın Bursalı’nın makalesine ekleyeceğimiz bir şey yok..Tayyip bey ama bilerek ama bilmeyerek meramını açık etmiştir.

    “Türk tipi Anayasa – Başkanlık” sözleri milyonlarca az eğitimli – az okuyan yurttaşa dönük bir sözel zihinsel (retorik) tuzaklardır.

    “Kuvvetler Uyumu” söylemi, tam da Tayyip beyin bakışından – duruşundan ne yapması gerektiğini çıkaran uysal – terbiye edilmiş sözde “erkler” in tam biatıdır. Bürokrasi gibi!

    Yasama – Yürütme – Yargı Erkleri (3 Kuvvet) Tayyip bey ile “uyum” içinde çalışacaklardır!

    Bu istem ve model irrasyoneldir (akıldışıdır) ve kabul edilmesi olanaklı değildir,
    çünkü demokrasiye aykırıdır!..
    Tek adam yönetimi ile totaliter – otoriter hatta despot bir sisteme hızla sürükelenir Türkiye.
    Dahası, Mussolini İtalyası ve Hitler Almanyasından daha beter olarak “Türk tipi faşizm”
    yeşil renkli / soslu olur. Yani dinci faşizm olur! Türkiye Ortadoğu’nun 2. Suudi Arabistanı olur..

    Biraz hava atıp (!) İngilizcesini söyleyelim : King Erdogan’s Turkey..

    “Olmaz olmaz!” demeyin; olmaaaz, olmaaaz..

    Sevgi ve saygı ile.
    1 Şubat 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Parçalanma tehlikesi karşısında toplum bilinci

Parçalanma tehlikesi karşısında
toplum bilinci

Sevgili okuyucular,

Parçalanmış bir toplum bilinci, Türkiye’yi tehdit eden iç ve dış odakların elini güçlendirir.
Ülke halkına, ülke bütünlüğünün bize kazandırdığı jeopolitik güç ve uluslarası konjonktürdeki yeri ötesinde, yapısal varlığının şikayet ettiğimiz fiziksel nitelikleri ile bile,
dünyada önemli bir yeri olduğunu anlatmak zorundayız.

Cumhuriyet Bilim – Teknik eki, 25 Aralık 2015

Etilerde bir kahveye girdim. Bütün dünyanın gençleri gibi canlı ve neşeli üniversiteli gençler kendi güncel sorunlarından, havadan sudan konuşuyorlardı. Yarım saat önce evde
Güneydoğu Anadolu’da acı verici ve huzur bozucu savaş haberlerini okumuş,
boş kentlerin harap sokaklarının fotoğraflarını görmüş, iç karartan yorumlar okumuştum.

Yarım saat farkla iki ayrı ülkede yaşıyordum.

Kahvedeki gençlerin ülkenin öbür ucundaki insanlık dramından haberi olmaması söz konusu olamazdı. Onları suçlamak da aklımın köşesinden geçmedi. Çünkü yalnızca bu gençler değil, bütün dünyanın insanları da, kaygıları kendi boyunlarına dolanmış olarak yaşıyorlar.

Fakat değişik ortamlarda yaşayan bu insanların ve onların davranışlarının
ülkenin parçalanmışlığını simgelediklerini düşündüm.
İnsanlar kendi sorunlarının yükünü ancak taşıyabiliyorlar.
Barış kavramı ile yanyana gelemeyecek dehşet verici cinayet haberleri insanları
etkilemiyor mu?

OLAN BİTENİ KADER GİBİ GÖRMEK

Gerçi yalnızca yol kazalarında (AS: Karayolları denen kanyollarında!) yılda onbin kişinin öldüğü bu ülkede, halkın ülkenin öbür ucundaki cinayetlere kaygısız, az okumuş ve beyni yıkanmış şizofren kesimler olabilir. Dünyanın hali, olan biteni bir kader gibi görenlerin sayısını artırıyor. Bu yaşam düzeninde, gününü kurtaranlar kendilerini mutlu bile sayabilirler.
Ne var ki bu tutum, toplumların ortak davranışına dönüşürse insanlığın geleceği güven altında olamaz. Türkiye gibi ülkelerin sorunu da budur.

Benim gibi çok uzun yaşamış insanların öğrendiklerine ve duyarlıklarına bu tavır uymuyor.
Biz bütünleşmiş bir toplum ideali ile yetiştirildik. Ülkenin nüfusu daha 20.000.000 olmamıştı. Acıda ve neşede bütünleşmek istiyorduk. Ulusu yaratmağa çalışıyorduk.

Bugün bütünleşmek için bütün araçlara sahibiz. Telefon, bilgisayar, internet akıl almaz bir
bilgi ağı oluşturuyor. Ulaşım, ülkenin iki ucunu birkaç saatte yanyana getiriyor.
Ama güncel yaşamda bu olanaklar, insanları bölmeye yarıyor gibi görünüyor.
İletişim ve ulaşım, sanki parçalanma aracı olmuş.

  • Dışarıdan ve içerden kimi güçler, insanlar arasındaki doğal farklılıkları
    onları ayrıştırmak için kullanıyorlar.

Ülkeyi ayakta tutacak sağduyu ve bilinç yerine dayanışmayı yok eden tarihi ayrıştırma yöntemi, Filistin, Lübnan, Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye’den sonra Türkiye’de de çalışıyor. Bütün İslam ülkelerini saymayalım.

  • Aklı başında bir insan Diyarbakır, Mardin, Hakkari’den ve doğuda yaşayan
    Kürt vatandaşlardan çok daha büyük Kürt nüfusunun Adana, Mersin, Ankara,
    Ege kıyıları ve İstanbul’da oturduğunu unutabilir mi?

Biz kendi kendimize harakiri mi yapıyoruz?

Emperyalizmin Irak ve Suriye’yi bizim ülkenin dengesini bozmak için araç olarak kullandığını düşünmek zor değil. Batı’nın elinde politik, ekonomik ve fiziksel çok araç olduğu meydanda. Doğrusu istenirse Rusya da, Türkiye için, Batı’nın parçasıdır.

BATININ BARBARLIĞI

Hobsbawm, Batı’nın en barbar olduğu yüzyılın 20-21. yüzyıllar olduğunu söyler.
Batı’nın egemenliğinde yeni bir dünya strüktürü (AS: yapısı) planladığını düşünün!
Türkiye politikacıları ve gazetecileri, sorunu kör bir iktidar ve muhalefet kavgasına indirgediler. Pratik sorunların boyutlarını sanki yabancı basından dinliyoruz.

Türkiye’deki 2.2 milyon Suriyeliyi Arap petrolcülere sattığımız yapılarda mı konuk edeceğiz? Bunların bir yıl karınlarını doyurmak için Angela Merkel’in vereceği paranın 1/3’ü, ikametleri, gerisi sağlıkları, eğitimleri için gider. Bu giderin ne denlisini Suriyelileri karın tokluğına çalıştırarak geri alırız? O sırada işsiz kalacak Türk halkı ne olacak?

Amerika ve Avrupa’nın ve şimdi de Rusya’nın burnunu soktuğu ve bir yanınArapları, öbürlerinin İran’ı kullandığı Irak ve Suriye savaşları, Libya’nın yok edilmesi, hatta
Yemen ve Sudan, Kuzey Afrika Müslüman ülkelerde olanlar.. Türkiye’ye de bulaşmadı mı?
Bu artık bir varsayım değil. Hint’ten Mali’ye kadar İslam dünyasına bir göz atın.
Bunlar demokrasi için mi oluyor!? Rusya’da, Çin’de, Amerika’da Hıristiyan dünyası içinde
öyle bir mücadele var mı? Oralar demokrasi içinde mi yaşıyor?

– Batı Müslümanlara kendi kendilerine acımamalarını ve birbirlerinin boğazını, Müslümanlık için kesmeyi öğretti!

Bunun için onlara silah verip para bile kazanıyor!

Petrolcüler ve Mısır, Batı ile, İran ve Asya’nın eski Rus sömürgeleri Rusya ile ortaklık ediyorlar. Biz de Yakın zamana kadar Rusya ile flört edip, Amerika ve Avrupa ile kırıştırdık.
Arap ve İranlılar Türkiye’nin parçalanmasından memnun.

Osmanlı ve Türkiye, Cumhuriyeti yalnızca Avrupa için değil, İran ve Araplar için de
bir baş ağrısıdır. Bunu aklınızdan çıkarmayın! 1. Dünya Savaşı’nda Arapların Türklere
nasıl davrandıklarını okuya okuya bitiremedik. En aptal Türk bile, Arapların Lawrence’ini anımsayabilir. Gerçi bilmeyecek denli cahilimiz de, çok şükür var. Bunlar iktidar kozu bile olsa, Türkiyeyi tehdit eder. Devletin sağladığı iletişim kendi içine kapalı gruplar arasında oluyor. Kimse bilişimi bilgisini artırmak, dünyanı köşesini bucağını ya da kendi tarihini öğrenmek için kullanmıyor. Tatlı reklamlarla uyutuluyor. İletişim araçlarını telefon yarenliği, internet oyunu için açıyor. Daha ciddi olanlar azınlık. Bilinçsiz, afyonlanmış bir yaşamın saptadığı bir iletişim düzeni içinde yaşıyoruz. Üyeleri eski kasabalardaki bir mahallenin sakinleri gibi.
Şimdi evden eve seslenmiyor ya da bakkalda buluşmuyorlar. İstanbul’la Van ya da İzmir’le
Los Angeles arasında telefonda buluşuyorlar. Bu düşünsel bir ilişki değildir.
Birbiriyle koklaşan hayvanlarınki gibi, fakat çağdaş ve elektronik bir koklaşma oluyor.

Kuşkusuz insanı hayvandan ayıran kimi özellikler kaldı. Bunlar insana özgü pozitif empatiler olabilir. Eskiden toplum üyelerini, cemaatleri, ulusu birleştiren dinsel ya da ulusal ideolojiler, bugün basit çıkar ve ihtiyatlı dayanışma ilişkilerine dönüştü. Bunun adına da uygarlık diyoruz.

Sevgili okuyucular,

İnsanların bu özelleşmiş sevgisi, tıpkı doğada olduğu gibi sırtlanlaşmış, tilkileşmiş, çakallaşmış, onları yalnız yakalayıp yemek isteyenlerin işine geliyor. Dünya politikası da böyle çalışıyor.

Yalnız kalanları, parçalananları tehdit ederek kontrol etmek kolaydır.
Aslan ve kaplanlar bile sürüden biraz ayrılan yalnız hayvanları parçalarlar.
Toplumların kendi içlerinde dağıtılmaları da benzer bir yöntemdir.

GÖÇ EDEN ANTİLOP SÜRÜLERİ

Politikacılar, yardım pozlarında, çıkar dağıtarak boş kafaları yönlendirirler.

Yalan, insanın korunma içgüdüsüne bağlı genetik bir özelliktir.
İnsan kendini korumak için, aldatmak için yalan söyleyebilir.

Bugün var gibi görünse de eski ideolojiler yok. Gerçekte milliyet, din, demokrasi, insan hakları, birkaç yalnız adamın dilinde kaldı. Bugün ayakta kalmak zor. Dünya çok kalabalık.
Her şey kapanın elinde kalıyor. Geri alacak vakit yok.

Ortalıkta fırsat kollayan, aslanlar ya da emperyalist ülkeler, uluslarası şirketler var.

Bütün aradıkları açlar, aptallar, afyon yutmuşlar. Anadolu kıyılarında, Yunan adaları için lastik bot sıralayan çakallar, bütün dünya sularında boy boy, av bekliyorlar.

İnsanlar güneye göç eden zebra, antilop sürülerine benziyor.

Saman alevi gibi yanan sönen cilalı, yavan sözler söyleyen bu adamlar,
toplum yararına ne konuşuyor? Gazeteler ne işe yarıyor? Partiler ne işe yarıyor?
Devlet ne için çalışıyor?

Seneca,

  • Bugünü yaşa, onu yarına feda etme!’ der.

    Bu ‘elindekinin değerini bil!’ demek.

    ==========================================

    Evet Dostlar,

    Gündelik haberlerin, tıp derslerinin arasında bunalarak FELSEFE’yi ihmal ediyoruz..
    Olmaaaazz..

    İşte Doğan Kuban bilgenin yazısı..
    Onlarsız kalamayız, kalmamalıyız..
    Ne çok ufuk açıyor Bilge adam Doğan Kuban birkaç dakikanızı ayırırsanız değil mi??
    O’nu hep okumalı Cumhuriyet Bilim – Teknik ekinde..
    Kendisi gibi bilge eşdeğeri Prof. Bozkurt Güvenç hoca ile diyalog ya da “yazı düetleri” ni de.
    Sağolsun Cumhuriyet, sağolasın Orhan Bursalı..
    Bu her hafta beyine – gönüle ziyafet 1500 sayıyı geçti!
    52 haftaya bölün, 30 yılı bitirmek üzere..
    Tam bir AYDINLANMA maratonu..
    Bir kez daha sağolsun Cumhuriyet, sağolsun Orhan Bursalı..

    Türkiye’miz, bu karanlık AKP fetretini de,
    epey güç olsa da tarihsel birikimi ile yenecek, yenmeli..

    AYDIN umutsuz olamaz; bu emperyalizmin ve işbirlikçilerinin ekmeğine yağ sürer!

    Daha da ileri gidelim ve ODTÜ Felsefe’den Prof. Ahmet İnam hocamızdan alıntılayalım :

    Mutsuzluk ahlaksızlıktır!

    Mutsuzluk_Ahlaksizliktir

    Sevgi ve saygı ile.
    27 Aralık 2015, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Aziz SANCAR : “..Nobel madalyasını 19 Mayıs’ta Ata adına Anıtkabir’e bağışlayacağım…”

Bir Nobel ziyafeti

Orhan Bursalı
NOBEL_odulunu_ATA'ya_adayacagim_AZIZ_SANCAR

 

Borular çaldı ve salonun üst katından aşağı doğru kıvrılarak inen koridorda önce İsveç üniversitelerine ait onlarca flama göründü. Flamalar yukarıdan salona doğru sarkıtıldı.
Sonra borular çaldı, Nobel kazananlar ve Kraliyet ailesi kol kola yavaş adımlarla
salona doğru inmeye başladılar.

Kuşkusuz bir Cumhuriyet yönetiminde görülmeyecek bir törenle karşı karşıyayız.
Kraliyetin korumasında bir Nobel töreni. Kraliyet, devlet başkanlığı rolünde aslında.
Kral 16. Gustav’ın bu 42. Nobel töreni.. Önde Kral, kolunda Tıp Nobeli’ni paylaşan
Çinli bilim kadını Tu Youyou. Sancar, 3. sırada ve Kral’ın kız kardeşi Kristina ile
kol kola indiler…

Büyük dikdörtgen salon; orta koridor, diklemesine uçtan uca Kraliyet ailesi ve
Nobel kazananlara ve eşlerine ayrılmış. 1340 konuğun masaları ise bu uzun masaya yanlamasına hazırlanmış. Biz uzun masa yanında, Sancar’dan 10 metre uzakta oturuyorduk.
Yemekleri geçiyorum, mükemmeldi, az ve özdü, törenseldi, eğitimli garson ordusu
eşzamanlı hizmet etti. Her servis arasında bir müzik gösterisi vardı.
İlk gösteride ışıklar azaltıldı, alacakaranlık içinde koridorun iki yanında kadınlı-erkekli
koro arya söyleyerek yürüdü, merdivende toplanarak aryalarını sürdürdüler.

‘Dünyayı umut kurtaracak’

Yemek sonrasında Nobel Komitesi başkanı ve grupları temsilen Nobel bilimciler,
göğüslerinde Kraliyet kuşağını çapraz taşıyan kızların eşliğinde kürsüye geldiler,
kısa ama etkili konuşmalar yaptılar.

Kısaca: Nobel Komitesi Başkanı Prof. Heldin çok anlamlı bir anekdot anlattı:
Bir ülke başkanı bir bilim insanına sormuş,

  • “Bilim ülkeyi savunmakta işe yarar mı?”Şu yanıtı almış: “Onu bilmem ama bilim ülkeyi savunmak için çok daha değerli kılar.”

Kimya Nobelcileri adına konuşan Tomas Lindahl, lisede kimyadan çaktığını söyledi…
Tıp grubu adına konuşan Campbell, Tıp Nobeli’nin parazit çalışmalarına verilmesini kastederek, “Parazitlere artık saygı gösterme zamanı geldi!” dedi. Ekonomi ödülünü alan
Angus Deaton
: “Bu Nobel ödülü İsveç’in bilime ve eğitime verdiği önemi gösteriyor.”

Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Rus muhalif kadın yazar Svetlana Alexievich en uzun konuşmayı yaptı, Stalin döneminin acılarına değindi:

Dünyayı nefret değil sevgi ve umut kurtaracak, nefret değil,
özgürlük anlık bir tatil değil zahmetli bir yoldur
dedi ve ekledi:

Yeni bir barbarlık dönemi içindeyiz, demokrasi emekli olmuş gibi..

Tören yine çalan borularla bitti ve Kraliyet ailesi Nobel konuklarıyla salondan ayrıldılar.
Sonrası şu: Yukarıda balo salonunda dans ve resepsiyon vardı.
Özlem Yüzak
, Sancar’a eşlik eden Kristina ile fotoğraf çektirdi.

Yemek öncesi Nobel töreni

Bu yemek töreninden iki saat önce de Nobel konseri dinlediğimiz konser salonu bu kez
Nobel töreni için hazırlanmıştı. Töreni biz bu kez üst balkondan çok güzel seyrettik.

Bu törenle ilgili fotoğrafları izlemişsinizdir. Kral, Kraliçe ve yakınlarına ait önde 4 sandalye, karşılarında 9 Nobel bilimci. Bilimciler konuşma yapmadılar, çalışmaları İsveççe ve İngilizce kısaca anlatıldı ve Kral’ın elinden bir bir ödül ve madalyalarını aldılar.

Sancar’ın sırrı nasıl patladı?

Sancar’ın Nobel madalyasını Ata’ya bağışlamasının öyküsü  :

Kaldığımız otelde Aziz Sancar ile baş başa yaptığımız görüşmede,

  • Orhan sana şimdilik açıklanmasını istemediğim bir bilgi vereceğim..

“..Nobel madalyasını 19 Mayıs’ta
Ata adına Anıtkabir’e bağışlayacağım…

Sır sırdır.. Tabii ki başımız üstüne. Ama olay farklı gelişti..

Stockholm Türkiye Büyükelçiliği’ndeki kabulde Sancar bu bilgiyi Devlete de açıklama gereği duydu. Büyükelçi Kaya Türkmen, Cumhurbaşkanı başdanışmanı Davut Kavranoğlu,
TÜBA Başkanı Ahmet Cevat Acar’ın da katılmasını istediği küçük toplantıda bunu Devlete açıkladı. Onlar da Cumhurbaşkanı’nın, ABD’ye gitmeden önce Sancar’ı mutlaka Ankara’da görmek istediğini bildirdiler. Sancar’ın programı böyle değişti. Pazartesi Ankara’ya uçuyor,
Salı görüşme var ve hemen arkasından ABD’ye, özlediği laboratuvarına kavuşacak

Kraliyet yemeği öncesi Sancar’la görüştüm ve madalyanın Ata’ya hediye edilmesi haberinin artık yayılabileceğini söyledim. “Bunu yazmak sana ait olsun, ne zaman istersen” dedi.
Nobel yemeğinde, sosyal medyada Sancar’ın bu kararının haber olduğunu görünce,
gazeteye gönderdiğimiz haberin başlıklarını değiştirdik:

Sancar, Spor ve Gençlik Bayramı 19 Mayıs’ta, anlamlı bir tarihte,

Nobel madalyasını Atatürk’e hediye edecek!

Anıtkabir’de nerede ve nasıl sergilenir, artık Genelkurmay karar versin…

=========================================

Dostlar,

Göğsümüz kabarıyor..
İçimiz içimize sığmıyor..
Heyecanımızı yenemiyoruz..
Hatta gözyaşlarımızı tutamıyoruz…

******

Prof. Aziz Sancar “insan gibi insanmış”!
Ülkesine, Cumhuriyet’e, onun eğitim sistemine… tüm bunları yoktan vareden – yaratan
Yüce ATATÜRK’e vefasını çok etkili ve benzersiz biçimde gösteriyor..

Çok anlamlı ve tarihe  not düşecek bir yöntemle..

Yüce ATATÜRK’ün ANIT KABİRİ’ne
19  Mayıs 2016’da NOBEL Madalyasını armağan edecek!

“Adam” belki 50 yıldır ABD’de, bir Amerikan kadını ile evli ama kökünü, kültürünü koruyor. Bilinç ve kararlılıkla..

  • “Ben Türk’üm, o kadar!” diyor BBC’nin etnik ayrımcı muhabirine.Türkiye’deki zibidiler “T.C.” yi kaldırıyor, “Türklüğü” yadsıyor ve Anayasadan çıkarmaya çabalıyor.. Bu denli yabancılaşma ve kurtarıcısına kin – nefret – vefasızlık dünyada yok!

    Prof. Sancar, sınırlı gelirini TÜRK EVİ‘ne ayırmış ABD’de..
    Atatürk ve Bayrağımızın fotoları ile bezeli..
    Ülkemizden gidenleri orada karşılıksız konuk ediyorlar..
    NOBEL ödülünden gelen 850 bin € parayı da bu amaçla kullanacaklar..
    Şu yüce gönüllülüğe bakar mısınız??

    Dileriz önümüzdeki yıl Prof. Sancar NOBEL Tıp ödülü de alsın..

    Bay RTE, Prof. Sancar ile 15 Aralık 2015 günü gürüşecekmiş..
    Dileriz saygıda kusur etmezler.. Bay RTE’nin egosu ve kompleksleri malum..

    Acaba bir Devlet Üstün Hizmet Madalyası düşünürler mi?
    Acaba TBMM’de bir konuşma yapmasını sağlarlar mı??

    Daha da önemlisi, NOBEL Tıp ödülü getirmeye ramak kalan bilimsel çalışmalarına
    maddi destek sağlarlar mı?

    Erdoğan, muazzam örtülü ödeneğinden veya başkaca açık kaynaklardan etik ve yasal düzlemde akçal destek sağlar mı??
    Devlet Üstün Hizmet Madalyası ile birlikte akçal ödül neden olmasın?

    Bunları düşünmek gerek…
    İşin teatral – törensel – politik şov yanı  karın doyurmaz ki!
    Utanma duygusu olanları utandırır, o kadar..

    Sevgi ve saygı ile.
    12 Aralık 2015, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

21. Yüzyılda Planlama Kurultayları ve Seminerleri – Kasım 2015

21. Yüzyılda Planlama Kurultayları ve Seminerleri –
11 – 14 Kasım 2015

21._Yuzyıl_Planlama_Sem_11Kasim2015

  Mülkiyeliler Birliği Genel Merkezi

Değerli “21. Yüzyılda Planlama Kurultayları ve Seminerleri” Katılımcıları,

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi ve Mülkiyeliler Birliği tarafından Prof. Dr. Bilsay Kuruç önderliğinde 11-14 Kasım 2015 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Mülkiye Şeref Salonu’nda “Bilim ve Aydınlanma”, “Teknolojiye Nasıl Bakabiliriz?” ve “21. Yüzyılda Toprak, Tarım ve Gıda” başlıkları altında “21 Yüzyılda Planlama 2015 Güz Seminerleri” düzenlenecektir. Bilginize sunarız.

Saygılarımızla,

Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu

==============================

Dostlar,

Saygın Bilim insanı, planlamacı, eski DPT Müsteşarı Prof. Dr. Bilsay Kuruç,
yaşı 80’i buldu ama dırmadan çalışıyor ve üretiyor..

“21. Yüzyılda Planlama Kurultayları ve Seminerleri” sürdüyor..

Emek verenlere çoook teşekkür ediyor ve desteklenmesini diliyoruz.
Sanırız bu 4. seminer.. Daha önce 2’sine katıldık ve 10-20 dakika arasında süren konuşmalarımız oldu.

Bu kez 11 Kasım 2015 günü sabah 10:00’da Prof. Aziz Sancar hocamızın Nobel ödülü hakkında 10 dakikalık bir konuşmayı Sn. Prof. Kuruç bizden rica ettiler..

NOBEL ödüllü yurttaşımız Türk Prof. Aziz Sancar‘ın
DNA Onarım Düzeneklerini aydınlatmasının
Halk Sağlığı’na / Toplum Hekimliği’ne neler kazandırabileceğini özetledik.

Bize verilen bu görevi 11.11.2015 günü sabah saat 10:00’da yerine getirdik.
SBF / Mülkiye Şeref Salonu hıncahınç doluydu. Yaklaşık 15 dakika, yansılarla
konuyu işledik. Bizden sonra da Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesinden
Prof. Dr. Nurettin Abacıoğlu konunun ilaçla sağaltım – Farmakloji boyutunu özetle işledi.

NOBEL ödüllü Türk Profesör Sayın Aziz Sancar‘ın kişisel dostu,
Cumhuriyet Gazetesi Bilim Teknik ekinin 30 yıla varan sebatlı yayımcısı saygın insan, dostumuz Orhan Bursalı da salondaydılar..

Bu sunumumuzu önümüzdeki günlerde sitemize koyacağız..

Planlama Semineri – Kurultayı 14 Kasım 2015 akşamına dek sürecek.
13 Kasım 2015 günü, Beslenme konulu son oturum sonrası biz de söz alarak Halk Sağlığı / Toplum Hekimliği açısından önemli Beslenme sorunlarına değindik ve
çözüm önerilerimizi sunduk.

Planlama Kurultaı bu kez 4 gün.. 11 Kasım’da başladı, 14 Kasım 2015’te bitecek..
Kitaplaştırılacak dileriz. Ayrıca kamera kayıtları alınıyor ve SBF / Mülkiye web sitesinde yayımlanacak..

İzlenmesini dileriz.. Programa erişmek için lütfen tıklar mısınız??

21._Yuzyıl_Planlama_Sem_Program_11Kasim2015.

Sevgi ve saygı ile.
14 Kasım 2015, Ankara
(Güncellenmiş)

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

RTE ‘mikro çalışmalar’ ile oy peşinde

RTE ‘mikro çalışmalar’ ile oy peşinde

Orhan Bursalı


Seçim süreci renkli epey hamlelerle geçecek. “Eğer oy dağılımında, AKP’yi tek başına iktidar yapacak bir sonuç çıkmayacaksa, neden seçim kararı aldılar, neyapacaklar da oylarını artıracaklar?” diye soruyoruz ya..


Cumhurbaşkanı, seçim sonuçlarını bu kez yukarıya tırmandırıp tek başına AKP iktidarı kurdurabileceği konusunda kendine güveniyor, demiştik önceki analizlerimizde.

AKP, büyük seçmen kitlelerini çekecek zamanlarını tüketti. Bu nedenle küçük hedeflere yöneldi ve oradan bir, buradan iki, şuradan üç oy politikasıyla, sepetlerini doldurma peşindeler.
Seçmen ve siyasal partiler üzerinde oy mühendisliği sürüyor. Her seçim öncesi, bir RTE/AKP klasiği olarak. İktidar torbasından bir Tuğrul Türkeş balığı çıktı. Tuğrul Bey ne tür açıklamalar yapacak ve MHP bütün bunlardan nasıl etkilenecek, göreceğiz.
Ama iktidarın, MHP üzerinde kum torbası çalışmalarına başladığı söylenebilir.

Saadet, AKP için hazine sandığı mı ?

RTE/AKP’nin 2. ve önemli “oy rezervi”, Saadet Partisi ve Büyük Birlik Partisi.
Bu sonuncusunun eski lideri Seçim Hükümeti’nde bakan. Bu, o kesime atılmış bir kancadır. Ama orada AKP’ye fazla seçmen yok.


AKP için büyük balık Saadet Partisi’dir. 3 Ağustos tarihli “% 41 parçalanır mı” başlıklı yazımda “Saadet Partisi’nden devşirme ve biraz oy beklentisi olabilir.
Bekleyin. Büyük Birlik Partisi oylarından kayabilir”, demiştim.

10 Ağustos “Erken seçim AKP için bir bomba” yazımda ise: “SP üzerinde manevragündeme düştü. Saadet Partisi liderliğinden bir kısmı, partisini satmaya hazır olabilir. Bu iş siyasal ve ekonomik ikbal kapılarını açmaya bakar. Peki, partinin seçmenleri koyun mu ki yöneticilerinin ikbali için tercihlerini mezara gömsünler.. Bilemem”. (bakınız, http://orhanbursali. blogspot.com.tr’de 2015 Ağustos Arşivi 3 ve 10 Ağustos tarihli yazılarım)
Zamanı geldi ve iki partinin genel başkan yardımcıları ilk toplantılarını yaptılar, Parti Başkanı Kamalak şartlarımıza yanıt verirlerse, tabii ki biz kardeşleriz” söylemine dikey ve beklenen geçişi yaptı!

‘Hepimiz kardeşiz’ söylemine geçiş
Tabii ki kardeşsiniz, bugüne kadar harala gürele müsamereniz, AKP’nin size muhtaç olacağı zamana kadardı. Nihayet, son seçimdeki yüzde 2.1 oyları, 1 Kasım seçimlerinde AKP/RTE için bir hazine sandığına dönüştü!
7 Hazirandan önce belki de AKP, Saadeti yokladı, fakat ya koşullarda anlaşamadılar ya da Saadet bu seçimlerde güç toplayacağız saptamasını yaptığı için yanaşmadı. Şimdi 2 puanını kaça devredecek onun hesaplaşması içindeler.
7 Haziran’dan önce Fatih Erbakan, zaten dümeni AKP’ye kırmış ve Kamalak’ı eleştirmişti.
Kamalak’ın yüzü gülüyor. İktidarın hırsızlıkları üzerine söylemleri falan hepsi bitti. O keskin söylemler çöpe.. Numan Kurtulmuş’un yoluna girdiler. Kaç milletvekili, 3 mü 5 mi.. Bence 10’dan aşağı inmesinler! Sonra tabii gelsin diğer devlet olanakları!
Kamalak ve adamları öyle de, Saadet Partisi seçmeninden kaçı Kamalak’ı izler bilmiyorum. Ben o seçmenin parti yönetiminden daha duyarlı olacağını düşünüyorum. Sencer Ayata’ya sordum, yüzde 1 alabilir, dedi.

Kürt aşiretleri AKP hedefinde
AKP, oradan yüzde 1, şuradan yüzde 0.5; oradan 1000 oyla 1 milletvekili, buradan 5 bin oyla bir milletvekili daha minik hesaplar peşinde, tek başına iktidar torbasına seçmen devşirmeye çalışıyor.
Haa, bir nokta daha var: Kürt seçmen üzerine AKP’nin saldırısı bir süredir devam ediyor. Tabii Kürt aşiretler üzerinden.. Önceki seçimlerde HDP bu aşiretler üzerindeki yoğun çalışmasıyla, aşiretleri AKP’den koparmayı başarmıştı. Şimdi AKP tersine hamleler peşinde. Sonuç alır mı? Sencer Bey, tersine, en az yüzde 1 Kürt oyunun daha AKP’den kopacağını söylüyor.
Evet, durumu gözlüyoruz, AKP’nin torbasındaki başka balıkları merak ediyoruz! Umutsuz bir çaba mı yoksa oylarını koruma, biraz artırma uğraşısı mı, izleyeceğiz.

Çözüm süreci seçimle çöktü

Çözüm süreci seçimle çöktü

Orhan Bursalı

Gazetelerimiz, siyasilerimiz “çözüm süreci” ile ilgili yazıyorlar. Mesela Cumhuriyet, internet sayfasında Erdoğan’dan çözüm sürecine bir tekme daha başlığıyla sundu. RTE’nin son konuşmasını. PKK-HDP, KCK, yani çözüm sürecinin Kürt tarafı da sanki AKP iktidardaymış gibi, çözüm süreci deyip duruyor!

İşin gerçeği ise AKP iktidarının seçim öncesi sürdürdüğü ve hepimizin “çözüm süreci” adıyla bildiğimiz sürecin, AKP’nin iktidardan düşmesiyle zaten ortadan kalktığı veya çöktüğüdür. Sanki ortada “partiler ve iktidarlar üstü” bir “süreç” varmış gibi davranıyor herkes. İktidara gelecek partiler veya kurulacak hükümetler bu süreci kalınan yerden sürdürmek zorundaymış gibi… Kısa bir anımsatma:

Çözüm sürecini, AKP hükümeti, özetle o zamanlar Erdoğan, Kürt örgütleriyle ve liderleriyle gizli-kapaklı sürdürüyordu. Esası taa Oslo’da 2010 öncesi başlayan gizli görüşmelere dayanıyor. Daha sonra Oslo görüşmeleri “patlayınca”, 3 yıl kadar önce resmi olarak sürdürülmeye başlandı. RTE’nin kumandasında MİT ve yetkilileri (Öcalan’la İmralı’da) ve hükümet heyetiyle (en son lideri Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan) İmralı-HDP-Kandil üçgeninde devam eden süreç, en son Dolmabahçe Deklarasyonu diye bilinen 10 maddelik açıklamayla sona erdi. Bu, seçimlerden birkaç ay öncesiydi.

Seçim propagandaları başlayınca RTE bu açıklamayı reddetti ve Kürt meselesi artık yok, Kürt yurttaşların sorunları var, dedi…

7 Haziran 2015 seçimlerine kadar, AKP “çözüm süreci”nin meyvelerini yedi. Yani oya tahvil etti. Tam bitmese de “çatışmasızlık durumu” bir oy primi yapmıştı. RTE, akil insanlar grubuyla da bu primi istikrarlı hale getirdi.

Kapalı av alanı bitti

7 Haziran’da, AKP’nin iktidarı kaybetmesiyle bu süreç sona erdi. Kürt meselesini “kapalı av alanı”na dönüştüren AKP’nin bu politikasına, Kürtler ve destekçileri de kilitlenmişti, inanmıştı. Dahası Demirtaş ve HDP’liler, Gezi Direnişi’ne, “eyvah AKP iktidarı yıkılacak, çözüm süreci sona erecek” korkusuyla karşı bile çıkmışlardı!

Bu köşede gizli pazarlıklarla Kürt meselesinin çözülemeyeceği, bunun ulusal bir sorun ve boyut olduğu, tüm partilerin katılımı gerektiği, milletin çoğunluğunun kabul edebileceği bir çözümün tartışılmasının şart olduğu vurgulandı. TV programlarında da bu görüşü savundum.

Şimdi ortada “çözüm süreci”nin bir tarafı yok. Acaba Kürtler kime sesleniyor çözüm süreci diye?

Ya, kurulursa bir koalisyon hükümeti bu süreci yeni baştan alacak, tarafların yeni iradesiyle konu tartışılacak ve ortak bir hareket belirlenecek… Ya da hükümet kurulamazsa, gidilecek tekrar seçimin sonucuna göre davranılacak… Hikâye budur.

CHP Meclis’te ortak bir partiler arası platformda bu sürecin tartışılmasını savunmuştu hep… Sanırım, bu doğru çözüm politikasını sürdürecek.

Bu süreç salt partilerle ve iktidarlarla sürdürülemez. Ulusal bir uzlaşma sağlanmadan çözülmesi zordur, kim buna tek başına yeltenirse, kendisi çözülme tehlikesiyle karşı karşıya kalır… Çünkü Kürtlerin, “özerklik”, “federatif yapı” gibi hareket etme istekleri vb. tüm Türkiye’yi ilgilendiren ulusal bir sorundur.

Silahlı saldırılar başlarsa

KCK / PKK yapıları bu süreç üzerindeki “silahlı vesayetleri” ile sonuca ulaşma politikalarını sürdürürlerse, güçlü bir tepki ile karşı karşıya kalırlar. Silahla bir yere varmaya son vermeliler. KCK’nin ilk aşama olarak “barajlara ve inşaatlara silahlı saldırı” kararı, terörü, öldürmeyi, silahı bu konuda hâlâ ana araç olarak gördüklerini gösteriyor. Bunun arkasından da devamı gelebilir. Umarım bu kararları da salt sözde kalır.

Böyle bir kararın, terörün, etkileri ve boyutları da çok olur.
Hatta, Türkiye’nin elde ettiği ve ülkeye rahat bir nefes aldıran seçim sonuçlarını tersine çevirecek etkileri bile yaşarız…
Bu ciddi tehlikeyi yarınki yazımda anlatmaya çalışacağım…

======================================

Dostlar,

Son derece aklı başında, sorumlu bir irdeleme okuyoruz Sayın Orhan Bursalı‘nın kaleminden. Bir devlet, bir ulus (Türk Ulusu) silahla tehdit edilerek bir yere varılamaz. Şiddet çıkmaz sokaktır.

Bu konuyu biz de bir makale olarak ele alacağız…

Bayram sonrası yoğun bir gündem Türkiye’yi sarıp sarmalıyor..
Herkes en üst düzeyde sorumlu davranmak zorunda..

Kolay gele…

Sevgi ve saygı ile.
19 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TÜRKİYE BÖLÜNÜR MÜ??


TÜRKİYE BÖLÜNÜR MÜ??

Orhan Bursalı


Ama Kürt meselesi salt bir iç sorun değil, dahası giderek tümüyle “dış dinamikler”denen
illetin rüzgârında gelişmektedir. Son durumu belirteyim:

Türkiye’nin Kürt meselesini birlik yönünde çözmek giderek olanaksızlaşıyor.
Çünkü, İmralı-Kandil ve BDP’nin önünde “özerk yapı” oluşuyor: Suriye!

Irak demiyorum. Irak’ta zaten ABD’nin himayesine giren Barzani’nin özerk devlet yapısı var. ABD üstelik Erbil’de askeri lojistik üs açıyor.
Suriye’de ikinci Kürt özerk yapısı biçimleniyor.
Burası PKK/PYD’nin. Kürtçe adıyla Kobani ve çevresi.

Esad yönetiminde yeni Suriye yapılanması

Batı, IŞİD’i Suriye’den kesip atmaya kararlı. ABD, müdahale birliklerini oluşturuyor;
bu kez daha hızlı davranacak. Obama’nın atadığı John Allen“IŞİD’e kara operasyonu geliyor” dedi. Ayrıca Irak Ordusu bu amaçla hazırlanıyor. Esad ile ABD arasında IŞİD’e karşı açıklanmamış bir işbirliği var. Güvenlik Konseyi’ne özel rapor hazırlayan Birleşmiş Milletler’in Suriye’de çözüm çalışmalarının Özel Temsilcisi Staffan de Misture,
Esad çözümün parçasıdır” diyor.


Bütün bunların sonucu, Suriye’de Esad yönetimi ülkeye egemen kılınacak,
PKK/PYD Kürt Özerk Bölgesi ile birlikte. Herhalde, Esad yönetimine ılımlı Şii muhalifler de entegre olacak. Yazmıştım: ABD Suriye, Irak, Libya’dan ders çıkardı: Müdahale ettiği ülke yönetimleri parçalanıp yok olursa, yerlerini terör örgütleri, üstelik onlarcası alıyor.
Şimdi devlet kurumlarını yıkma değil güçlendirme politikasına geçildi.


Yakın gelecek: Suriye’de Esad yönetimi ülkeye egemen kılınacak, tabii PKK/PDY Kürt Özerk Bölgesi ile birlikte. Herhalde, Esad yönetimine ılımlı Şii muhalifler de entegre olacak.

Kandil ve İmralı ile Suriye’de komşuyuz

Bu ne demek? Bizim iktidarın el altı-yeraltı müttefiki IŞİD kesilip atılacak,
Türkiye, Kandil İmralı-HDP ile bütünleşik bir Suriye Kürt Özerk Yönetimi ile
komşu olacak.

Kürt Silahlı ve Siyasi Hareketi ve “çözüm süreci görüşmeleri” esas olarak bu gelişmenin dinamiğine girdi. Belirttiğim gibi, PKK/PYD Batı’nın desteğini almış durumda. Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı iken alçakça Silivri’ye tıkılan İsmail Hakkı Pekin, Aydınlık’ta yayımlanan ve pazar gecesi de Habertürk’te Enine Boyuna’da paylaştığı bilgiye göre, PKK 235 uçaksavar silah aldı, TSK saldırı yaparsa kullanmak amacıyla!
“PKK ateşkes süreçlerini hep yeni silah yığınakları için kullandı” diyor.


PKK’li komutan Bersus, geçen cumartesi günü yayımlanan haftalık Der Spiegel’e konuşuyor:

IŞİD’e karşı Kobani’deki savaşlarda Alman silahları çok işe yaradı,
bunları bize peşmergeler verdi.

Almanların Barzani’nin peşmergelerini silahlandırdığı ve eğittiği haberlerini birkaç aydır okuyorduk. Almanlar el altından, beklendiği gibi, PKK/PYD güçlerini de silahlandırıyor.

Kılıf hazır: Biz vermedik, ellerine geçmiş! Silahlar yollarını şaşırmışlar!”
PKK’liler ellerindeki Alman malı bazukalarla IŞİD tanklarını çok iyi vurduklarını söylüyor.

IŞİD’e karşı tabii ki iyi silah gerek.
Ama Batı artık PKK’yi kucaklıyor ve onu terör örgütü olmaktan fiili olarak çıkartıyor

Ankara ve PKK ‘Barış için’ mi silahlanıyor?

Bu arada hükümet kanadından “barış oldu olacak” haberleri pompalanıyor.
Ortak açıklama yaparlar mı, yaparlar. Suya sabuna dokunmayan, barış-kardeşlik falanı içeren
bir açıklama beklenebilir. Kürt Silahlı ve Siyasi Hareketi’nin yapılanmasını sürdürmesi için daha zamana ihtiyacı var. Ankara’daki Meclis’e ihtiyacımız yok diyorlar. HDP’nin seçime katılıp baraja takılması pek umurlarında değil. Ordu da Güneydoğu’ya komandolar gönderiyormuş.

Görünen şu: Her iki taraf da silahlanıyor. Ankara’nın iç güvenlik paketinin bir hedefi de bu. Muhtemel çatışma hazırlıkları.. savaş, olasılıklar arasında ağırlıklı sanki.

Yeniden soralım: Türkiye bölünür mü?

Dış dinamizmin Kürt sürecini iyice kucaklamasıyla birlikte, içeride süreci kuşkusuz  hızlandıracak etki yapacak. Bazı akademisyenler de AKP’den hâlâ“sorunları kardeşçe çözmekten uzaklaşan bir Türkiye var. RTE’nin tek adam politikası yönetim bölgesel güç” olarak bahsediyor ve tecrit edilen RTE politikasını destekliyor!

Demokrasi ve hukuk yoksa, salt tek adam ve diktatörlük heveskârlığı varsa, ülkenin bölünmesi kolaylaşır. RTE çözüm sürecine “sandıkta oy devşirme mekanizması olarak” baktı.
Milletin temsilcilerinden gizli sürdürülen görüşmelerin vardığı nokta, Kürt tarafının
kazanç hanesine sürekli artılar eklemesi ile sonuçlandı.


2005’te RTE Diyarbakır konuşmasıyla aslında resmen başlattığı çözüm sürecini, 10 yılda
bu noktaya vardırdı. Ve tabii sürece gözü kapalı destek veren “liberal/sol”paydaşlarının katkılarıyla… Oysa daha başında ciddi bir süreci başlatılabilseydi, Meclis seferber edilebilseydi başka bir yere varabilirdik.

Ülkenin en büyük Ulusal Sorunu’nu “sandık ve güç alanı” gördü.
Çözümü bu noktaya getiren bir antidemokratik iktidar yapısı…
Şimdilik görünen o ki, seçimden sonra esas kaosu yaşama olasılığı artacak.

Yoksa ben rüyamda karabasanların tutsağı mı oldum?
Umarım öyledir… Yok yok, tabii ki öyledir… İnşallah…

====================================

Dostlar,

Bunca hengame içinde gözden kaçmaması gereken temel soru ve sorun budur.
Sayın Orhan Bursalı‘nın somut gelişmeler üzetinden akıl yürüterek vardığı aşama,
gerçekten bir karabasandır..

7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP’den kurtulmak,
Türkiye’nin geleceği bakımından elzem olmuştur.

Sevgi ve saygı ile,
18.02.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net