Etiket arşivi: Nobel Barış Ödülü

Biri “Barış” mı dedi?

author

İktidar yandaşı medyayı okur ya da izlerseniz, kabaca şöyle bir manzara ile karşı karşıya olduğumuzu zannedebilirsiniz:

Kuzeyimizde Rusya ile Ukrayna savaş ediyor.

Bütün dünya saf tutmuş bu savaşı kışkırtıyor.

Bu savaş kışkırtıcı, kana susamış ve insanların ölümünden zevk alan askeri bloklar, savaşın üzerine benzin dökmek suretiyle devam etmesinden yanalar.

Ancak…

Bütün bu olup bitenlere tepeden ve son derece tarafsız ve soğukkanlı bir konumdan bakabilen, “Büyük Küresel Resmi” görebilen, olağanüstü müthiş bir vizyon sahibi ve barış güvercini yürekli bir “milli değerimiz” var.

O da, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan (nam-ı diğer Reis).

Onun inisiyatifi ve dirayetli önderliği ile Türkiye silahları susturmak, bölgeye ve tüm gezegenimize hak ettiği barış ve huzuru getirmek için gecesini gündüzüne katıyor.

Bu yorumları yapan ve bu “gazı” pompalayanlar, herhalde meseleyi “Satürn, Uranüs veya Mars’tan” izliyorlar.

Sanki sözünü ettikleri “Ultra Barışçı Lider” ve onun yönlendirdiği dış politika, şu anda pek çok toprak parçasında askeri güç bulunduran, en az son 10 yıldır deyim yerindeyse çatır çatır silahlı çatışma ortamlarında askerleri ölen ya da yaralanan ve bunları “marifetmiş gibi” şehit evlatlarımızın boylu boyunca uzandığı musalla taşlarında atılan nutuklarda savunan biri değilmiş gibi.

Sanki, NATO denilen saldırgan askeri ittifakın her “S” (savaş) harfini telaffuz ettiğinde, aklından her “Ç” (çatışma) geçtiğinde eline tuzluğu alıp “Biz varız!..” diye askerimizi koşturmaya hevesli bir yönetim değilmiş gibi.

Sanki el âlemin şeriatçı kana susamış çapulcularını eğitip, komşu bir ülkenin rejimini değiştirmek için (hâlâ) Suriye topraklarında ya da ne amaca hizmet ettiğimizi kimin nerede saf tuttuğunun hesabını bile tutamadığımız Libya topraklarında askeri amaçla bulunmuyormuşuz, orada turistik etkinlik yapıyormuşuz gibi.

Sanki şu an çatışan iki ülkeden birine (Ukrayna) askeri teçhizat (İHA – SİHA) vermekle kalmayıp, bunu daha kalıcı bir savunma (siz saldırı diye okuyun) sanayi işbirliğine dönüştürmeyi (işin damat – mamat tarafına hiç girmiyorum) büyük bir marifet gibi kamuoyuna pazarlamıyormuş gibi.

Sanki o İHA’ların – SİHA’ların “hedefleri tam isabet vurması” görüntülerini iftiharla besleme medyaya servis edip, “Rus tanklarını, Rus askerlerini nasıl madara etti bizim İHA’lar ama… Kih kih” diye övünmüyorlarmış gibi. Tarafsız “arabulucu”yuz ya!

Sanki (daha neredeyse 3 vakit önce) çekilen ABD’nin adeta “taşeronu” konumunda Afganistan’da ille de bir rol üstlenmek için, yani başımızı Taliban’la da belaya sokmak ve orada bir NATO rolü üstlenmek için zıp zıp zıplayan, “dünyanın başka nerelerine asker yollayabiliriz?” diye adeta haritayı önüne açıp yer beğenmeye çalışan kendileri değilmiş gibi.

Sanki son 10-20-25 yıldır her fırsatta komşularının topraklarına “terörist kovalıyoruz” bahanesi ile “tankıyla topuyla paldır küldür dalmayı” büyük bir marifet diye pazarlayan bunlar değilmiş gibi.

Sanki (o kadar da uzağa gitmeden) kendi topraklarında bile her türlü sorunu, tankla topla, mermi ile, sopa ile, bomba ile çözmekten başka bir vizyonu olmayan, içeride ve dışarıda “barışın B’sinden bile nefret eden” başkalarıymış gibi…

Birtakım beslemeler de kalkmış, 1 haftadır destanlar yazıyorlar yandaş medyada:

Bu Reis var ya, bu Reis… Bu gidişle bu olayı çözer ve gelecek yıl Nobel Barış Ödülü’nü de alır inşaallah…”

Reis’in ne yiyip ne içtiğini, manda yoğurduna neler kattığını, hamd olsun kendi ağzından duyduk da…

Yandaşların ne yediğini ve her gece yatağa girmeden önce “ne içtiklerini” gerçekten merak ediyorum.

Ciddi bir bilimsel çalışma konusu olabilir.

ÇİPRAS İLE YAPTIĞIM GÖRÜŞME

ÇİPRAS İLE YAPTIĞIM GÖRÜŞME

Ümit YALIM
Milli Savunma Bakanlığı
eski Genel Sekreteri

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

*Çipras ile saat 16:15 sularında (08 Şubat 2019) Heybeliada vapur iskelesinin ön tarafında, yoğun bir kalabalık içinde karşısına geçerek görüştüm.

*Yunan Başbakanı Çipras ile yaptığım yüz yüze görüşmede kendisine,

  • “Bay Çipras, size bir sorum var. Ege Denizi’nde işgal edilen Türk adalarını ne zaman boşaltacaksınız?” 
    (Mr. Çipras, I have a question for you. When will you evacuate occupied Turkish Islands in the Aegean Sea?)  sorusunu yönelttim.

*Çipras’ın suratı asıldı ve cevap vermekte tereddüt etti. ……………….

ÇİPRAS KORUNUYOR AMA VATAN TOPRAKLARI KORUNMUYOR !…

*Çipras’ın korunması için Sahil Güvenlik Gemileri, Polis Deniz Botları ve Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü Teknelerinden oluşan bir filo görevlendiren Erdoğan ve Hükümeti, adalarımızın korunması için bir kayık bile görevlendirmiyor.

ERDOĞAN, BİR YILDIR DOSYA ÇIKARAMADI !…

*Erdoğan, 27 Ocak 2018’de, AKP Kocaeli İl Kongresi’nde yaptığı konuşmada,
bizzat kendisinin Yunan askerine teslim ettiği 18 Türk Adası ve 1 Türk Kayalığını
Lozan’a yüklemeye kalktı, Atatürk ve İnönü’ye iftira attı.

*Ancak, Erdoğan bir yıldır, bir dosya bile çıkaramadı ve iddiasını ispatlayamadı. Erdoğan’ın tarihi dosyaları ve iddiaları boş ve fos çıktı !…

*Erdoğan, akıntıya karşı kürek çekiyor. Erdoğan, boş yere uğraşmasın. Türk adalarını, Erdoğan’a da Yunanistan’a da yedirmeyiz.

Konu ile ilgili açıklamalarım ek dosyalarda gönderilmiştir.

Saygılarımla,
=====================================
Dostlar,

Yurtsever ve yiğit Türk subayı (E.) Alb. Sayın Ümit Yalım’ı bu çok yerinde girişimi için gönülden kutluyoruz, alkışlıyoruz..

Tek sözcük ile “BRAVO!” diye haykırıyoruz buradan…

****
Yüce ATATÜRK‘ü Anıtkabir’de ziyaret etmeyen ve uluslararası diplomatik kurallara saygısızlık eden Yunan Başbakanı Çipras’ı esefle karşılıyoruz..

AKP / RTE zaten dünden teşne böylesi bir davranışa ne yazık ki.. Türk hükümeti önceden bu konuda tavır koysa idi Çipras da ya paşa paşa Anıtkabir’e gider ya da çoooooooook zayıf olasılıkla gel(e)mezdi..

AKP / Erdoğan’ın bu perde gerisi davranışını – eylemsizliğini de esefle karşılıyoruz.

Oysa 30 Ağustos 1922’de Başkumandan Meydan Savaşında Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk Ordusuna yenilen ve tutsak edilen Yunan Ordusu Anadolu Komutanı General Trikupis, Mustafa Kemal Paşa’nın çadırında insanca davranış görmüş, kılıcı alınmamış, kahve ikram edilmiş ve teselli edilmişti bizzat Başkumandan Mustafa Kemal Paşa tarafından.. Bu kişi vefalı çıkmış ve ölene dek her yıl 10 Kasım günü Selanik’te Mustafa Kemal Paşa’nın doğduğu eve giderek saat 09:05’te saygı duruşunda bulunmuştu..

Yunan Kralı Venizelos, 1934’te, T.C. Cumhurbaşkanı Gazi Mareşal Mustafa Kemal ATATÜRK‘ü NOBEL Barış ödülüne aday gösterebilmişti..

O dönemlerde devletimiz böylesine saygın, dünkü düşmanlar bile böylesine saygılıydı.
Gerçekte, günümüzde Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün saygın manevi kişiliğinden esirgenen saygı bu davranışın sahiplerini – AKP/Erdoğan’ı- küçültmektedir.
*****
Erdoğan ve iktidarı, Yunan işgaline hatta silahlanmasına göz yumdukları 18 ada ve 1 kayalığın hesabını mutlaka ama mutlaka, er ya da geç vereceklerdir, vermelidirler..

Çipras ile basın toplantısında Erdoğan 2 soru ile sınırlamayı neden yaptı? 1 soruyu Yunan gazeteci, 2. soruyu da çanak olarak bir yandaş gazete görevlisi yöneltti. Erdoğan böylelikle kendi iktidarlarında işgal edilen vatan toprakları ile ilgili soru gelmesini de engelledi..

  • AKP’ye “oy” veren yurtsever yurttaşların vicdanının sızladığından ve vatanseverliklerinin derinden yaralandığından eminiz ve bunun gereğini parti içinde ve 31 Mart yerel seçimlerinde mutlaka yapacaklardır diye umuyor ve diliyoruz..

Ya MHP!? Yok, millete – devlete beka imiş.. Hadi oradan.. Andımızın okullarda okunmasına bile “evet” diyemeyen, çekimser kalan milliyetçi parti olur mu?? MHP çoktaaaaaan bitmiş ya da Devlet Bahçeli tarafından içeriden ele geçirilerek bi – ti – ril – miş – tir! Namuslu ülkücüler gereğini yapmadıkları sürece suça ortaktırlar.. Stepne oldukları parti, vatan topraklarının işgaline göz yummaktadır. MHP buna da isyan etmeyecekse, kırmızı çizgisi nerededir, kalmış mıdır??
****
Muhalefet, CHP – İYİ Parti bir kez daha TBMM’de genel görüşme önergesi vermelidir.
HDP’nin alacağı tutum da bu parti için turnusol kağıdı olacaktır..
AKP – MHP koalisyonunun gerçek yüzünü, halk, TBMM’de reddedilen her önerge ile bir daha, bir daha…. görmelidir..

  • İktidarın vatana ihaneti sürekli gündemde tutulmalıdır, yumuşak karındır!

SAVAŞTEPE KÖY ENSTİTÜLÜ HÜSEYİN KOCAKÜLAH’tan Dersler ve Zeytinin Teri


Dostlar
,

Bir 17 Nisan daha geldi.. KÖY ENSTİTÜLERİ‘nin sevgin (aziz) anıları ve acısı yüreğimizde tazelenir hep.. Aşağıdaki yazı bir meslektaşımızdan bize yıllar önce ulaşmıştı ve yazan bu anısını yazarak paylaşan sevgili meslektaşımız
Dr. Mehmet Uhri ile telefonla görüşerek kendisine teşekkür etmiştik.

Yazı 31 Temmuz 2006’da “benimturkiyem@yahoogroups.com” üzerinden paylaşılmıştı ve “Zeytinin Teri” başlıklı idi. Bu güzelim anı, bugünlerde gene dolaşımda..
İyi ki öyle.. Dr. Uhri’ye çok teşekkür edeiz bu anısını yazdığı ve paylaştığı için.. Savaştepe Köy Enstitüsü bitirenlerinden, bu yazının kahramanı “Hüseyin Kocakülah” amca, dileriz yaşamda ve esenlik içinde olsun.. Aşağıdaki fotoğrafta 90 yaşında iken kendisi ile söyleşi yapan Dr.Yasemin BRADLEY ile birlikte.. (25.7.2013)

Sevgi ve saygı ile.
15 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

SAVAŞTEPE KÖY ENSTİTÜLÜ HÜSEYİN KOCAKÜLAH’tan Dersler ve
Zeytinin Teri

Dr. Mehmet UHRİ

Aklın yolu birdir. Aşağıda yazılanlar bire bir yaşanmış bir olay. Yine aynı yönü işaret ediyor. Cehalet her kötülüğün anasıdır, deriz. Ülkemizde cehaletin aşılıp, üstüne kültür de eklenmedikçe bir değişimin olmasını beklemek, abesle iştigalden başka bir şey değildir.

” Arabamız su kaynatmasa durmayacaktık, o sıcak yaz günü Balıkesir’in Savaştepe ilçesinde. Yola çıkmadan önce arabaya bakım yaptırmış, hararet sorunu olduğunu söylememe karşın arıza bulamamışlardı. Dağda su kaynattıktan sonra motorun soğumasını bekleyip ancak Savaştepe’ye dek gidebilmiştik. Birlikte yolculuk ettiğim eşim ve kızımın da canı sıkkındı.
Günlerden pazardı ve her yer tatildi. Sanayi sitesinde arabaya baktıracak birilerini aradık, bulamadık. Can sıkıntısı ve çaresizlik içinde söylenirken tamirci aradığımızı duyan birileri aracılığıyla tanıştık Hüseyin amcayla. Elinde küçük bir alet çantası vardı. Yardımcı olmak istediğini söyledi. Motora yaklaştı, sesini dinledi. Kontağı kapatıp tekrar açtı. Hiçbir yere dokunmadan uzun uzun motoru ve çalışmasını izledi.

“Motorun soğutma sisteminde sorun görmediğinden” söz etti.
Bir süre daha bakındı.. Sonra “buldum galiba” diye haykırdı.

“Her şey normal görünüyor ve su kaynatıyor ise araba su eksiltiyor demektir. Muhtemelen kalorifer peteği delinmiş, su kaçırıyordur.
O takdirde döşemelerin ıslak olmalı” dedi.. Gerçekten de onca uzmanın çalıştığı servisin bulamadığı sorunu kısa sürede görmüştü. Arabanın kalorifer sistemi su kaçırıyor eksilen soğutma suyu yüzünden araba hararet yapıyordu. Kalorifer sistemini devre dışı bırakıp geçici bile olsa su kaçağını önleyip sorunu çözdü, Hüseyin amca.

Teşekkür edip borcumu sordum. Arabanın camındaki tıp armasını gösterdi;

– Doktor musun?
– Evet.
– Bizim hanımın yıllardır geçmeyen ağrıları var. Gelip bakarsan ödeşiriz. Ben de hanıma doktor götürmüş, gönlünü almış olurum.
Hem de çayımızı içer soluklanırsınız. Hep beraber, Hüseyin amcanın evine gittik. Tek katlı bahçeli şirin bir evdi. Hanımının yakınmalarını dinleyip, muayene ettim. Çoğu yaşlılığa ve menopoza bağlı yakınmaları için tavsiyelerde bulunup iki de ilaç yazdım. Kadıncağızın yüzü güldü. Teşekkür etti. Çay hazırlamak için izin istedi. Bu arada ilkokul çağındaki kızım boş durmuyor odaları karıştırıyordu. Bir şey kırıp dökmesin diye yanına gittiğimde evin bir odasının duvarlarının kitapla dolu olduğunu gördüm. Şaşkınlığım daha da artmıştı.

Muhabbet ilerleyince, tamirci sandığım Hüseyin amcanın gerçekte emekli ilkokul öğretmeni olduğunu 39 yıl devlet hizmetinde Ege’nin köylerinde çalışıp emekli olduktan sonra Savaştepe’ye yerleştiğini anlattı. Çocuklarının okuyup büyük şehre gittiğini burada hanımıyla
baş başa yaşadığından dem vurdu. – Neden buraya yerleştin?

– Ben okumayı, yazmayı, hayatı burada öğrendim. Sizler bilmezsiniz, unutuldu gitti. Ben Savaştepe Köy Enstitüsü‘nün ilk mezunlarındanım. Hasan Ali Yücel Maarif Vekili iken ilk köy enstitüsü burada açıldı. Burada öğrendim ben hayatı, bir şeyler öğretmenin nasıl mutluluk verdiğini. Ayrılamadım buralardan.

– Peki bu tamircilik işi nereden çıktı? – Dedim ya, bilmezsiniz sizler, Köy Enstitüsü mezunu olmanın ne demek olduğunu? O zamanın okulları sanırsınız. Halbuki orada bu toprağın çocuklarına okuma yazmanın yanı sıra çiftçiliği, hayvancılığı, inşaat yapmayı, yemek yapmayı, bozulanları tamir etmeyi, örgü örmeyi hatta az buçuk hekimlik yapmayı bile öğrettiler. Hayatı öğrendik ve öğretmen olup hayatı öğrettik çocuklara.
– Yani elinizden çok iş geliyor.
Köy enstitülerinde bilmeyi, öğrenmeyi, düşünmeyi, soru sormayı, aklını kullanmayı öğretiyorlardı. Zaten bu yüzden yaşatmadılar ya…

Bu arada çaylar geldi. Çayın yanında ekmek peynir ve zeytinden oluşan kahvaltı da hazırlamıştı Hüseyin amcanın hanımı.
Emekli olduktan sonra zeytinciliğe başladığını sofradaki zeytinin de kendi ürünleri olduğundan söz etti. – Zeytinin hikmetini bilir misin? Meyveleri ile karnımızı doyurmuş, yağını çıkarmışsız. Kandillerde yakıp aydınlanmışız, odunu ile ısınmışız. Giderek ona benzemişiz.
– Nasıl yani?
– İnsan da doğanın meyvesi değil mi? Sofradaki zeytin çanağından aldığı zeytini ışığa doğru tutup; – Doğup büyüdüğünde zeytin tanesi gibi acı, yeşil bir meyve insan. Çoğunu sıkıp yağını çıkarıp posasını da sabun yapıyoruz. Yani heba olup gidiyor. Bir kısmını sofralık ayırıyor selede tuza yatırıp acı suyunu atmasını buruşup bu hale gelmesini sağlıyoruz. Veya salamura yapıp olduğundan daha şişkin gösterişli hale getiriyoruz. İnsanlara da böyle yapmıyor muyuz? Okullarda okutup okutup hayata hazırladığımızı sanıyor ya şişiriyor ya da buruşturup atıyoruz insanları.
– “Sizin köy enstitülerinde yaptığınız da böyle bir şey değil miydi?” diye soracak oldum.. Hanımına baktı gülüştüler.
– Hurma zeytini bilir misin?
– Bilmem. Hiç duymadım.
– Ege’nin kimi yerlerinde olur. Ağaç aynı ağaçtır ama her yıl kasım ayı sonu gibi denizden karaya esen rüzgar ile zeytin ağaçlarına bir mantar bulaşır. Bu mantar zeytinin terini giderir, acısını dalında alır. Dalında olgunlaşır zeytinler. Toplandığında yemeğe hazırdır anlayacağın.
– Eeee.
– Köy Enstitüleri de böyleydi. Dalında olgunlaşan zeytinler gibi insanları oldukları yerde yetiştirmeye, onların bilgilerini de öbür insanlara bulaştırmayı amaçlamıştı. Doğup büyüdüğü ortamda olgunlaştırıyorlardı, insanı. Yaşama hazırlıyorlardı.

Sustuğumu görünce, Hanımından boşalan bardakları doldurmasını
rica etti.
– “İşte bu yüzden, öğrendiklerimin zekatını vermek, zeytinin terini hatırlatmak için buradayım, doktorcuğum, unutulsun istemiyorum.” dedi. Kitaplığından çıkardığı iki kitabı kızıma hediye etti. Vedalaştık. Arkamızdan bir tas su döküp, uğurladılar.

Dr. Mehmet Uhri

Not  : Bu yazı, emekli öğretmen Hüseyin Kocakülah ve Köy Enstitülerine emek verenlerin anısına adanmıştır. 

” Dünyada her millet, icraatına tahammül ettiği hükümetin sorumluluğuna ortak sayılır.”  /  Mustafa Kemal ATATÜRK

” İnsanın kazandığı paradan değil, paranın kazandığı insandan korkulur.” Atasözü

“TANRI, istencini egemen kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır; yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi istençlerini egemen kılmak için TANRI’yı kullanırlar.”  Giordano Bruno

“Adaletsizliği önleyecek gücümüzün olmadığı zamanlar olabilir ama; Adaletsizliğe itiraz etmeyi beceremeyeceğimiz bir zaman asla olmamalıdır!..” Elie Wiesel (Nobel Barış Ödülü Sahibi)

Nelson Mandela yaşamını yitirdi veeee uğurlandı..


Dostlar,

Kabilesinin kendisine verdiği adla “Madiba“, İngilizlerin kültür emperyalizmi politikalarıyla dayattığı adıyla da Nelson Mandela, yüze yakın devlet – hükümet – uluslararası kurum/kuruluş başkanı-temsilcisinin katılımı ile görkemli bir “tören haftası1 nın ardından toprağa verildi.. (15.12.13)

Mandela's_funeral_15.12.13

Mandela's_death_ceremony_15.12.13
Sevgi ve saygı ile.
17.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

==========================================

Dostlar,

Bir yıldız daha kaydı..

Nelson Mandela'nın hapisten çıkışının ardından geçen 20 yıl

Efsane özgürlük savaşçısı, Güney Afrikalı ulusal kurtuluş savaşçısı çileli ve o ölçüde onurlu yaşamını 95. yaşında noktaladı.

Apaçık söyleyelim; İNGİLİZ EMPERYALİZMİ Güney Afrika Halkına deyim yerinde ise uzun onyıllar boyunca kan kusturdu.. Fakat hiçbir zulüm – diktatörlük asla sürgit kalıcı olamıyor. Güney Afrika’nın karaderili onurlu insanları dabu zulme karşı meşru direniş haklarını kullandılar. Soweto direniş karargahları oldu. Appertheid rejiminin eli
çok kanlı idi.. Onbinlerce zenci ulusal kurtuluş savaşçısı İngiliz askerlerinin kurşunları ile
can verdi.

  • Her şehit, Güney Afrika’nın mazlum siyahi halkını özgürlüğüne
    daha da yaklaştırdı.. Ne yazık ki, özgürlüğün bedeli kan ve can idi..

AFRICAN NATIONAL CONGRESS, ayaklanmanın merkezi siyasal organıydı.

Sayın Prof. Türkkaya ATAÖV‘ün değerli kitabı AFRİKA ULUSAL KURTULUŞ MÜCADELELERİ adlı değerli yapıtından, “Kara kıta” daki çok kanlı özgürlük savaşlarının ve sömürgeci emperyalizmin yenilgisi ile kıtayı terkedişinin çok hazin,
çok kanlı tarihini bütün ayrıntılarıyla öğreniyoruz..

Afrika_Kurtulus_Mucaeleleri

Güney Afrika halkını onurlu acısını bir Dünyalı, bir “insan” duyarlığı ile
gönülden paylaşıyoruz..

  • O’nun, saygın Nelson Mandela‘nın tüberkülozlu (veremli!) akciğerlerinin
    kanlı balgamlı dinmeyen gece öksürüklerinin bizi karabasanla, ter içinde uykumuzdan uyandırdığı geceler olmuştur gençlik yıllarımızda..
    Şimi de birkaç damla gözyaşımızı tutamadığımız gibi
    ..

Güle güle örnek insan,
saygın özgürlük savaşçısı,
anti-emperyalist onurlu kahraman,
zalim İngiliz emperyalizminin diz çöktüremediği mazlum ulusal öncü,
zindanların tutsak alınamayan sabır anıtı bilgesi..

Bizlere öyle çok şey öğrettin ki..
Görkemli yapıtın Güney Afrika Cumhuriyeti de orada, Kara Kıta’nın en alt ucunda,
Ümit Burnu’na ev sahipliği yaparak dimdik ayakta..
Her ne kadar özgün Afrika adlarınız İngiliz adları ile değişmişse de..>
Her ne denli resmi (ana) diliniz İngilizce olmuş, anne diliniz assimile edilmişse de..
Bu utanç da insanlığın yüzkarası emperyalizmin hanesinde yazılı..
Onlar hala çocuklarına dünyaya bu yolla uygarlık götürdükleri masallarını utanmadan anlatıyorlar..

Ama Büyük ATATÜRK tarihsel eytişimin (diyalektiğin) gerekirci (deterministik) öngörüsünü orta yere serdi :

  • “..Sömürgecilik ve yayılmacılık (emperyalizm) yeryüzünden yok olacak ve yerlerine uluslararasında hiçbir renk, din ve ırk ayrıcalığı gözetmeyen yeni bir işbirliği ve uyum çağı egemen olacaktır..”

Sevgi ve saygı ile.
6.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Dosyayı pdf olarak okumak – indirmek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklayınız..

NELSON_MANDELA_Goctu

========================================

Nelson Mandela yaşamını yitirdi!

Muammer ELVEREN
6 Aralık 2013
NELSON MANDELA ÖLDÜ
  • Güney Afrika’nın efsanevi lideri Nelson Mandela,
    95 yaşında yaşamını yitirdi. Güney Afrika Cumhurbaşkanı Jacob Zuma,
    Nelson Mandela‘nın yaşamını yitirdiğini açıkladı.
NELSON MANDELA’NIN HAPİSTEN ÇIKIŞININ ARDINDAN GEÇEN 20 YIL

Güney Afrika’nın Efsane lideri 95 yaşındaydı. Mandela’nın ölümünü saat 22.45’te Devlet Başkanı Jacob Zuma ‘Halkımız babasını yitirdi’ sözüyle açıklarken
ulusal yas ilan edildiğini belirtti.

Haziran ayında Güney Afrika’nın Pretoria kentinde hastaneye kaldırılan Mandela,
3 ay hastanede kaldıktan sonra Eylül ayında Johannesburg kentindeki evine götürülmüştü. Dün gece yeniden durumu kritikleşen Mandela’nın eşi Graça Machel,
iki kızı, torunu ile eski eşi ve mücadele arkadaşı Winnie Mandela gözlerini kapayıncaya dek başında bekledi. 

GÜNEY AFRİKA’DA ‘ULUSUN BABASI’

Güney Afrika’da ‘Ulusun Babası’ olarak kabul edilen ve sık sık akciğer sorunu yaşamasının nedeni olarak da hükümeti düşürmek üzere yaptığı eylemler nedeniyle aldığı 27 yıllık hapis cezasının 18 yılını geçirdiği Robben Adası’nda yakalandığı tüberküloz hastalığının bıraktığı iz gösterildi.

Uzun yıllar beyaz ırkın yönetiminde olan Güney Afrika Cumhuriyeti’nde 1948-1994 yıllarında, Ulusal Parti hükümeti tarafından siyahilere uygulanan ayrımcılık,
1948 yılı genel seçimlerinden sonra resmileşerek sürdü. 1958 yılından başlayarak yasalarla da desteklenen Apartheid (ayrılık) sistemi, insanların derilerinin renklerine göre sınıflandırılmaları sonucu, beyaz azınlık dışında kalanların vatandaşlık hizmetleri ile devletin sağladığı sağlık ve eğitim gibi birçok hizmetten
daha az yararlanmaları gibi ırkçı bir zemin oluşturdu.

EFSANE LİDER YAŞAMINI YİTİRDİ

1990’DA ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞTU

Apartheid’ın dağılması, ırkçılığın engellenmesi gibi çabalarının yanı sıra yoksulluk ve eşitsizlikle de mücadele eden sosyalist demokrat Mandela
1962’de tutuklandı ve hükumeti düşürmek için komplo kurmak ve sabotaj hareketlerine destek vermekten ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.

Mandela “cezasını” (!) önce Robben Adası’nda daha sonra Pollsmoor Hapishanesi’nde çekti. 27 yıl sonra 1990’da uluslararası bir kampanya düzenlenerek hapishaneden çıkarıldı. Daha sonra Afrika Ulusal Kongresi Partisi Başkanı olarak ilk kez tüm halkın katıldığı seçimlerde 1994’ten 1999’a dek Güney Afrika Cumhuriyeti’nin ilk devlet başkanı seçildi.

Mandela iktidarıyla birlikte ırkçı-ayrımcı uygulamalar, Apartheid’a karşı
Anti-Apartheid
Hareketi ile ortadan kaldırıldı.

ATATÜRK ÖDÜLÜNÜ KABUL ETMEDİ

1992 yılında Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’ne yaraşır görülen Mandela,
ödülü kabul etmedi.

(A. Saltık’ın zorunlu açıklaması      :Bir ulusal özgürlük kahramanı olan
Nelson Mandela’nın reddettiği Atatürk Uluslararası Barış Ödülü” değildi..
Reddettiği, demokratik olmayan – faşist uygulamalara yönelen 12 Eylül Rejimi’nin
elinden bu ödülü almaktı. Reddiye ödüle değil, “verenlere” idi.. Ayrıca Fatih Altaylı’nın
Mandela ödülü almamakta haklıymış..  bölümünü de içeren yazısına da mutlaka bakılmalıdır.. http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2005/03/05/609146.asp, 5.3.2005)

Mandela’ya 1962’de Lenin Barış Ödülü, 1979’da Nehru Ödülü, 1981’de Bruno Kreisky İnsan Hakları Ödülü,1983 ‘te UNESCO’nun Simon Bolivar Ödülü verildi. 1993’te Nobel Barış Ödülü‘nü,
Eylül 1989 Eylül-Mayıs 1994 arası Apartheid’ın son döneminde Güney Afrika Cumhuriyeti devlet başkanlığı yapan
De Klerk ile birlikte aldı.

Savaş barış ödülü getiriyor!

Savaş, barış ödülü getiriyor!

necdet_sarac_portresi

Necdet Saraç

necdet.sarac@yurtgazetesi.com.tr
YURT, 02 Eylül 2013

Ortalık yalandan ve yalancıdan geçilmiyor. Bozacılar sürekli yalan üretiyor, Şıracıları da kendilerine şahit gösteriyorlar! Adına “müdahale” dedikleri savaşın ölüm demek olduğu, Irak’ın on yıllık tablosu bütün çıplaklığıyla orta yerde olsa da onlar Suriye’ye müdahalenin demokrasi getireceği yalanını yayabiliyorlar ve inanılır gibi değil ama, bu yalanlarına hatırı sayılır “müşteri” de buluyorlar!

Yalanlar öyle bir hal almış durumda ki, barış gibi birçok toplumsal değer bile anlamını yitirmiş durumda. Fransa’da neredeyse bütün solun desteğini arkasına alarak Sosyalist Parti adayı olarak, Cumhurbaşkanı seçilen François Hollande, tam bir emperyalist ülke lideri gibi konuşuyor. Hollande “Suriye’yi hemen vuralım” korosunda sesi en çok çıkanlardan biri, bizim Başbakan Erdoğan’la ve El Nursa cephesinin komutanı Ebu Muhammed el Sesi Culani ile yarışacak düzeyde fazla! Böyle biri, yani Hollande, dünyanın en saygın kuruluşlarından biri UNESCO (BM Bilim, Eğitim ve Kültür Örgütü) tarafından “Afrika’da barış ve istikrara yaptığı katkılardan dolayı” barış ödülüne layık görülüyor. Adında “barış” olan ödülün gerekçesinde Fransa’nın Mali’ye “İslamcı terör gruplarına yönelik” yapılan askeri müdahale olsa da, asıl gerekçenin uranyum olduğunu herkes biliyor! Ancak dünyada yalanın iktidarı yaşandığı için bunun hiçbir hükmü yok! Fransız Komünist Partisi savaşa karşı çıkıyormuş, Fransız Sosyalist Partisi içinde savaş karşıtı ciddi bir muhalefet varmış, bunların hiçbir karşılıkları yok!

Nitekim aynı şey Obama için de fazlasıyla geçerli! Obama, 2009 yılında “dünyada nükleer silah stokunun azaltılması çağrıları, Ortadoğu barışı için çalışması ve Müslüman dünyasına yaptığı açılım nedeniyle” hem Nobel Barış Ödülü’nü hem de
“10 milyon İsveç Kronu para ödülü” almadı mı? Benzer bir durum Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Erdoğan için de geçerli değil mi? Erdoğan’da daha sonra kendisinin de destek verdiği bir NATO operasyonu ile öldürülen Kaddafi’den “İnsan Hakları Ödülü” almıştı. 2010 yılında aldığı bu ödülden sonra ettiği laflar ise unutulur gibi değildi. Erdoğan bunları hatırlamak istemez ama biz hatırlatalım:

  • “Şahsımdan ziyade, ülkem ve milletim adına teslim aldığım bu ödülün, bölgesel ve küresel ölçekte, insan hakları noktasındaki mücadelemizi teşvik edeceğinden emin olabilirsiniz. Bu vesileyle bölgesel ve küresel ölçekte işbirliğinin geliştirilmesi yönünde gösterdiği gayretlerden ötürü Libya Lideri Muammer Kaddafi‘ye şükran ve takdirlerimi ifade etmek isterim.”

Obama, Hollande ve Erdoğan. Üçü de “barış ödülü” sahibi ama üçü de
1 Eylül Dünya Barış Günü’nde bile “savaş hemen şimdi” diyecek derecede savaşçılar! Savaşı hep barış, demokrasi ve özgürlükle yan yana kullanan bu şahsiyetlerin diğer ikisini bilemem ama bizim Başbakan’ın işi giderek zorlaşıyor.
Ne kadar süslü cümleler kurarsa kursun, en azından 2014 yerel seçimlerine kadar siyaseti gerilim ve savaş üzerine kurduğu için hızla irtifa kaybediyor. Kaybetme korkusunun yarattığı icraatlar özgürlük, eşitlik, hak ile beslenen süslü cümleleri dinlemiyor!

1 Eylül’de insanlar barış zinciri yapmasın diye Gezi Parkı’nı insanlara kapatıp, metro seferlerini iptal ettikten, insanların üzerine basınçlı su sıktıktan sonra; Eylül ayı ile birlikte büyük şehirlerde yükselecek muhalefeti bastırmak için, Güneydoğu’dan beş bin kişilik özel Jandarma Tugayı’nı İstanbul’a getirdikten, Sıkıyönetim dönemlerindeki gibi, üniversiteleri ve stadyumları genelge yayınlayarak muhalefete kapattıktan sonra; Erdoğan’ın “sadece bu bölgenin birliği ve dirliği için mücadele veriyoruz;
bu coğrafyadaki kardeşlerimize sadece nizam, huzur, istikrar, barış telkin ediyoruz.” demesinin hiçbir inandırıcılığı yoktur!

  • Tıpkı Ali İsmail, Ethem, Abdullah ya da Mehmet için, onlarca Gezi mağduru yaralı için tek bir duygusal ifadede bulunmadan Rabia işareti yaparak ağlamada olduğu gibi! 

Hele hele, Erdoğan’ın, Suriye’de Esad’tan kaçtığını söyleyenlere her türlü olanağı sunup, El Nursa Cephesi’nin saldırılarından kaçarak Türkiye’ye sığınan Suriyeli Arap Alevilerini ortada bıraktıktan sonra “Biz bu coğrafyada, her etnik kökene, her inanca
ve her mezhebe eşit mesafedeyiz. Sünni de, Şii de bizim kardeşimizdir.” demesi ise uzaktan bile görünecek kadar kuyruklu bir yalandır!