Etiket arşivi: Nazım Hikmet

Atatürk’ün dış görünüşü

Atatürk’ün dış görünüşü

Zülfü Livaneli

Zülfü Livaneli

İlkel toplumlarda beden, gelişmiş toplumlarda ise beyin gücü önemlidir

Genelkurmay Başkanlığı Atatürk’ün boyuyla ilgili açıklama yapmış.
Ne gereksiz bir çaba. Birkaç santim kısa ya da uzun olması neyi değiştirir ki?

Bir okurum, bu konunun gündeme gelmesini, Bizans’taki meleklerin cinsiyeti tartışmasına benzetmiş ki haklı.

İnsanın uzun boylu olması daha çok bacak boyuna bağlıdır.
Bunun da soy sopla, genlerle çok ilgisi var.

Mesela İskandinavlar uzundur, İtalyanlar kısa. Zaten kuzeyliler,
belki de haşin doğa koşullarıyla baş edebilmek için, güneylilerden daha uzundur.

Beyin, beden, karizma

Abraham Lincoln’e insanın ideal bacak boyu ne kadar olmalıdır diye sormuşlar;
O da “Yere uzanmaya yetecek kadar” cevabını vermiş.

Toplumların entelektüel gücü arttıkça gürünüşten çok beyne önem verilir.

Mesela İngilizler, bin yılın en önemli İngiliz’i olarak Shakespeare’i seçtiler.
Oysa temsili de olsa bir parça gerçeği yansıtan çizimlerde Shakespeare pek zayıf,
pek çelimsiz bir adam gibi görünüyor. Bir Afrika kabilesinde doğmuş olsa, bırakın
bin yılın adamı seçilmeyi, büyük ihtimalle, iyi döğüşemediği, ağaçlara tırmanamadığı için işe yaramaz biri sayılacaktı.

Çünkü ilkel toplumlarda beden gücü, gelişmiş toplumlarda ise beyin gücü önemlidir.
Az gelişmiş toplumlarda iri yarı ve korkutucu bir görünüş “karizma” sayılır.

Delip geçen bakışlar!

Yine de dış görünüşün önemi inkâr edilmemeli elbette. Montaigne “Güzellik insanlar arasında çok tutulan bir şeydir.” diyor. “Aramızdaki ilk anlaşma dış görünüşle başlar. Bedenin varlığımızdaki payı ve değeri büyüktür.”

Bence de doğru.

Zaman zaman Gazi Mustafa Kemal, askeri ve siyasi dehasının yanı sıra
bu kadar yakışıklı olmasaydı, aynı etkiyi yapabilir miydi acaba diye düşünürüm.
Çünkü gözlemlerine inanabileceğimiz birçok kişi, O’nunla karşılaştıklarında kapıldıkları “büyülü hava”dan söz eder. Nâzım Hikmet “altından bir baş” der ve O’nu sarışın bir kurda benzetir. Abidin Dino Ankara Palas’ta bir akşam resmini çizdiği Gazi’nin
etkileyici yüzünü anlatır. Dünyada pek çok film yıldızıyla çalışmış olan Zsa Zsa Gabor, O’nun yakışıklığının hiçbir erkekle mukayese edilemeyeceğini belirtir.

Gaziyle röportaj yapmış olan yabancı gazeteciler de yazılarına hep bu etkileyici görünüş ve “insanı delip geçen bakışlar”la başlarlar; “Olympos’tan inmiş bir Grek tanrısı gibi” demiş yabancılar vardır.

Lider olmanın, kahramanlığın, iktidarı elinde tutmanın, insanlarda hayranlık uyandırdığı bilinir ama işin önemli yanı Gazi’ye ilgili bu değerlendirmelerin bir kısmının,
o başarıya kavuşmadan önce yapılmış olması.

Bugün bile genç kızların, O’nun fotoğrafını ceplerinde taşıyıp, kollarına, sırtlarına dövmesini yaptırmalarında bu dış görünüşün bir etkisi vardır muhakkak.

Bu yüzden, eğer dış görünüşten söz edeceksek Gazi’nin, o dönemdeki Osmanlılara göre gayet normal olan boyundan değil de, bu çarpıcı yakışıklılığından ve karşısındaki herkesi etkilemiş olan yüz hatlarına yansıyan irade gücünden laf açmak gerekir. 

Bugünün Hollywood’unda bile bu kadar yakışıklı bir yüze rastlamak zor.
Dünya liderlerinde de.

İsterseniz koyun fotoğrafları yan yana ve bakın.

MASALLAR KORKUYA BAĞIŞIKTIR; KORKU KEŞKE MASAL OLSA

Dostlar,

Değerli meslektaşım, fakülte arkadaşım Prof. Dr. YILDIRIM B. DOĞAN’ın kaleme aldığı

MASALLAR KORKUYA BAĞIŞIKTIR; KORKU KEŞKE MASAL OLSA

başlıklı makalesini okumanın zamanı..

Kolay gelsin..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 24.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
===================================================

MASALLAR KORKUYA BAĞIŞIKTIR; KORKU KEŞKE MASAL OLSA

Prof. Dr. YILDIRIM B. DOĞAN

Korkudan söz edebilmek pek kolay olmasa gerek. Nedeni, korkuyu anlatabilmek için ille de korku sözcüğü ile baş başa kalmak gerekiyor. Bunu göze alabildiğiniz zaman kendinizi hazırlayın: ilk karşınıza çıkacak olan –tahmin bile edemezsiniz- masallarınızdır.

Çocukluğunuzda kaldığını düşündüğünüz ya da sizi bırakıp gittiğine inanmak zorunda olduğunuz masallarınız. Dinlerken kulak kesildiğiniz, tüm ruhunuzla içine düştüğünüz, her seferinde uykunuzu, beraberinde en güzel, en yürekli düşlerinizi size armağan eden masallarınız. Herkes masal dinler. Masal dinlemek istemeyeni yoktur. Kişi, dinlediği masalı belleğine yazar. Masal, kulağından doğru kişinin içine akar. Yürekte hapsedilen masal ayrıntıları uykuda düşlerle buluşur. Düşlerden beynin kıvrımlarında gizlenmeyi öğrenir. Çünkü hep orada kalacaktır. Dinlediği masal kendinindir. Herkesin masalı, bu nedenle farklıdır. Kişi, dinlediği masalı sahiplenirken onu kendi kılar. Yüreğinde konuk ettiği duygular; beyninde tutuklu kıldığı öfke veya nefret, -masalı ne söylüyorsa- ona göre biçimlenmiştir. Mucize beklentisi, mucizeleri sahiplenme; cezasız kalan suçlar, ağrımayan, acımayan yaralar; keyif olarak sakladığı örselenmeler; tükenmeyen soluk, bitmeyen cesaret, sonsuzluğu soluyan mutluluk ve daha onlarcası, binlercesi hepsi masalların barındırdığı duygulardır.

Biz büyüdükçe masallarımız bizden uzaklaşır. Sönmeye yazgılı yıldızlar gibi. Işığı kesilmemiştir ama uzaklaştıkça soğuyan ışığı -soluklaştığı için olsa gerek-insanda masalın tükeneceği duygusunu uyandırır. Uzaklaştığı duygusuna inandırıldığımız masallarımız barındırdığı tüm duyguları, beklentileri, niyetleri de beraberinde götürmüştür. Bir tanesi hariç! Nedense o hiç gitmez. Korku! Masalların yok olduğu yanılsaması erişkin olmanın mostrası diye kabullenmişizdir. Masalların yerini çirkin bir iştahla dolduran korku, varlığını borçlu olduğu masalları sevmez. Onları yok sayar. Aslında onlardan artık bir duygu olduğunu görmezden gelir. Kendi kendine var olmayı sürdürür. Var olabilmesi masalların yok olmasına bağlıdır. Sinsi bir biçimde, içimizde çoktan yuvalanmış olan korku biz büyürken gelişmesini sürdürür. Bizden ayrı bir biçimde büyüyor olması korkunun sinsiliğinden kaynaklanır. Farkına vardığımızda ise sözcüğün tam anlamı ile iş işten geçmiştir. Nereye kadar büyür diye sormayacak mısınız? Sorun isterseniz. Egemenimiz, sahibimiz olana kadar!

Tren görmemiş bir çocuk yoktur. Tren dendiğinde öfke ile özdeşleşen buhar kalabalığı içinde belirginleşen lokomotif akla gelir. Heybet böylesi bir şeydir. Taşıdığı azamete karşın çocuk için tren ürkütücü değildir. Trene dokunmayı istememiş tek bir çocukluk bile olduğunu sanmıyorum. Çocukluğun masalları dünyadaki tüm trenlerden daha büyüktür. Çocukluğu sarmalayan masallar sonsuzluğun kendisidir. Treni kapsayabilecek tek kılık –bu nedenle- masaldır. Çocuk için trene dokunma hissi korkudan bağımsızdır. Korku, çocuğun gözünde ağırlıksız bir sözcüktür. Farklı bir canlılığa sahip olduğunu düşündüğü, demirden yapılmış, tren denilen, deve dokunma coşkusunun yanında çocuk için korku bir hiçtir! Akla bile gelmez! Esamisi okunmaz. O yaş çocuğu zaten okuma bilmez.
Ankara’da Kurtuluş Meydanından başlayan bir bulvar vardır. Başladığı meydanı değişik yerlere bağlar. Başka kent yolları gibi -mecburiyetten olsa gerek- tıkanıktır. Zor soluk alıp verir ama ölmez. Ağaçsız, çiçeksiz, otsuz, kuşsuz, suya arkadaşlık etmeyen şeye yol denir mi? Böyle çakma yollara, korku ile yozlaşan kent taklidi yerlerde ‘bulvar’ adı verilir.

Bulvar boyunca TCDD sahipliğinde bir arazi vardır. Bu arazi bir süre bulvara yoldaşlık eder. Gelip geçen dolmuş ve otobüsler bu yoldaşlığa tanıktır. Bulvar komşuluğundaki bu arsada bir yere büzüşmüş sesi soluğu kesilmiş kenara çekilmiş trenler görürsünüz. İnanamazsınız. Görmek istemezsiniz. Kentin göğü altında ne kara renklerinden ne de öfke dolu beyaz dumanlarından eser kalmıştır. Baktığınız zaman ne masalın büyüsü ne de masalın treni sarmalayan kılığı vardır. Tasavvurunuzdaki dev yok olmuştur. Heybetinden pek çok şey kaybetmiştir. Trenlerin bir başınalığı içinizi acıtır. Anımsadığınız oyuncak trenlerinizin bile baktığınız trenlere kıyasla daha çok can taşır.

Siz büyürken gölgeniz büyüdü. Gölgeniz büyürken korkularınız büyüdü. Büyüyen korkularınız nedeni ile masallardan uzaklaştınız. Masallarınızın görkemli devleri, size sizi anımsatmasın, cesareti, deli doluluğu pek çok adam gibi duyguyu anımsatmasın diye her şeyi korku ile sarılıp sarmaladınız Bunu yapamadıklarınızı da bir kenara atarak korkudan büzüşmüş görüntüsü vererek kendi ödlekliğinize şan kattınız. Trenlere bakarak ne kadar büyüdüğünüzü düşünmek mi şiarınız?

Ne oldu masallarınıza? Uzaklaşan aslında sizsiniz. Görmüyorsunuz. Çaresizsiniz. Çaresizliğiniz haklı olduğunuzu göstermez. Kulaklarınızdan fışkıracak kadar ruhunuzu doldurmuş korkunuz sizi –zaten- hep haklı kılıyor. Bıkmadınız mı haklı olmaktan?
Hak taşıyan bir saptama var ama: Kimse imgeleminin böylesine saldırı altında kalmasını istemez!

Neler oluyor?

Sizinle birlikte gölgeniz büyümüştür. Sözcükleriniz çoğalmış, renklenmiştir. Gölgenizi, sözcüklerinizi, imgeleminizi besleyen masallarınızdır. Masallarınız heybetini yitirirken gölgeniz uzamış sözcükleriniz dallanmıştır. İmgeleminizde kuraklık baş göstermiştir. Gölgeniz uzamıştır; daha çok korkasınız diye. Sözcükleriniz –yapraksız, çiçeksiz- yalın dallar gibidir. Ürkütücü bir çapraşıklığa sahiptir; korkunuz size egemen olsun diye! Şaşırırsınız: Nereden çıktı bu korku diye sorarsınız. Bir yerden çıkmadı. Masalların gerisindeydi. Sinsi olmayı öğrendi. Gizliden gizliye beslenmeyi öğrendi. Masallarınıza arkanızı döneceğiniz anı kolladı. Siz masallarınızdan uzaklaşana dek sabretti. Ne zaman ki gölgeniz sizi ürkütmeye başladı o zaman saklandığı yerden ortaya çıkıverdi. Ne zaman ki sözcükleriniz size bile anlaşılmaz gelmeye başladı işte o zaman korkunuz kendini göstermeye başladı demektir. Efendinizle tanışma zamanı gelmiştir.

Afrasından tafrasından yeni egemenin kim olduğu artık belli. Bir an önce ona biat etmek zorundasınız. Yoksa! Neler olmaz ki! Unutmayın: Egemeniniz ne derse odur! Size yön veren korkunuzdur.

Korkunuz, beğenmediği her şeye masal muamelesi yapar. Korku, masallardan asla hoşlanmaz. Çünkü merakı besleyen masallardır. Kaf dağını aşma isteğini, azmini, muhalefetini yaratan masallardır. Masalını yitirmemiş birey kendi korkusuna bağışık hale gelmiş bireydir.

Söylemenin tam sırası: Masallarınızın uzaklaştığı falan yok. Hızla uzaklaşan sizsiniz! Sizi terkisine alan korkunuz nedeniyle uzaklaşanın masallar olduğunu sanıyorsunuz. Hayır, uzaklaşan aslında sizsiniz! Neden mi?

Bir düşünün: bebeğinize masal anlatacağınız zaman geldiğinde kafanızı kaldırıp gökyüzünde uzaklaşan yıldız mı aradınız? Hayır. Uzaklaştığı için ortalıkta masal falan kalmadığını sanıyordunuz. Değil oysa! Hiçbir masal insanoğlunu asla yalnız bırakmaz. Kendi kendini masalsız kılan masallara arkasını dönen insandır. Masal hep yerinde kalmıştır. Gölgenizin izinde ondan uzaklaşan sizsiniz. Bebeğinize anlatmak istediğiniz zaman çağırdığınız için masal çıkıp gelmedi. Yerindeydi. Uzaklaştığınız yere dönen siz oldunuz.

Hazır dönmüşken keşke orada kalsanız diyeceğim ama sınırımı biliyorum. Sizi korkunuzdan vazgeçireceğimi düşünerek yazımın tek bir satırını bile okumayacağınızın ayrımındayım. Buna katlanamam doğrusu. Gene de söylemeden edemeyeceğim. Masalların olduğu yere dönüşünüz masallarınızla buluşmak amacını taşımıyor. Keşke öyle olsa. Korkunuza ortak arıyorsunuz. Buldunuz: Şimdi bir çocuğunuz var. Bir an önce çocuğunuzu oradan uzaklaştırmak istediğiniz için oraya döndünüz. Masallar çocuğunuz kapar diye kaygılandınız. Merak etmeyin; çocuk yiyen devler olmasına rağmen masallar çocuk yemez! Ama korku, hem sizi hem çocuğunuzu hatta o çok alımlı bulduğunuz gölgenizi bile yer bitirir. Tüketir! Çocukların neden artık masalsız kaldığını anlıyorsunuz sanırım.
Sizi suçlamıyorum. Korkuyorsunuz çünkü. Korkmayı öğrendiğiniz için masallarınız umurunuzda değil. Bütün bunlar yalnızca sizin sorumlusu olduğunuz olumsuzluklar değil. Siz, size belletildiği üzere davranıyor ve düşünüyorsunuz. Siz, sizden istendiği için korkuyorsunuz. Siz, başkaları aynısının tıpkısını yaptığı için korkuyu kendi iç derebeyiniz biliyorsunuz. Çaresiz kalmamak için korkuyu hayallerinize bile izin vermeyen hoyrat bir egemeniniz kıldınız. Tek yoldaşınız, sürekli olarak kulağınıza çaresizliği fısıldayan korkunuz.

Korkmadığınız takdirde başınıza geleceklerden korkmayı mutlak öğrenirsiniz.
Olmadı öğrenmek için sıraya girer beklersiniz. Sıra mutlak surette size de gelecektir. Korkuyu öğrenmek üzere kendi gönlünüzle kuyruğa girip bekliyor olmanız çok acıklı. Gülünç değil. Bundan sonrasını masal diye anlatırsam daha çok korkmanız olasılığı var(!) Bu nedenle masal sözcüğünü şimdilik bir kenara bırakıyorum.

Masal sözcüğünü bir kenara bıraktığıma göre başka neden söz edebilirim sizce?
Korku diyeceksiniz. Deyin. Korku sözcüğünün çadır tiyatrosu soytarılığında ‘güya’
kılık değiştirmiş olanından söz edeyim: İktidar!

İktidar bir erktir. Söz konusu erki sonsuz süre ile taşımak isteyen, taşımaya yazgılı olduklarına inananlara iktidar ehli adı verilir. Ehliyetleri ehil olduklarından değil bezirgânlıktan kaynaklanır. Bunların grup olabilmişleri olabildiği gibi güruh olmaktan öteye geçememişleri de vardır.

Neyi ne kadar biliyorlar diye aklınıza gelebilir? Sarıldıkları iktidarı bırakmamayı istediklerini bilip dururlar. Malumat hamalı yapıları bilgi barındırmaz.

Barındırmamalıdır. Bilgi şekilsiz bedenlerinde dolayısı ile yapışkan zihinlerinde ciddi aksü lamellere yol açabilir. Korkuyu da mı bilmezler diye soracaksınız?

Korku için bilmek gerekmez. Kullanma kurnazlığına sahip olmak yeterlidir. Yemek tarifi akıcılığında anlatmak isterim. Siz öyle daha iyi anlarsınız diye değil. Ben ancak böyle anlatabildiğim için.

İlk adımda korkuyu ekmek gerekir. İktidar erkinin bireye korkuyu ekmek isteği ve kararlılığından bireyin haberdar olmaması gerekir. Kişi için korku, hikmeti kendinden menkul yol kenarında biten otlar gibi algılanmalı. Kişi, onun kendi korkusu olduğuna inanmalı.

Yol kenarındaki otları yağmur, kar, rüzgâr ve ısı besler.

Ya içimizdeki, kendimizden bildiğimiz korkuyu? Onu kim/ler besler?
İktidar erkine sahip çıkmış olan güruh besler. Nasıl?
Kaygılarınızı çoğaltarak!
Ne zaman çocuk sahibi olmak gerek? Kaç tane? Kimler?
Nasıl çocuk yetiştireceğinizi biliyor musunuz? (Ya bilmiyorsanız?)
Kendinizden korkmayı öğrendiniz. Bunun için kitaplar okudunuz. Filmler seyrettiniz. Beton girintilerinde büzüşerek yaşamayı öğrendiniz. Habil olup Kabil’inizi yarattınız. Kabil olup Habil’inizi beklediniz.

Dua etmeyi öğrendiniz. Ah etmeyi bellediniz. Ellerinizi bacaklarınızın arasında kavuşturup kader adını verdiğiniz teslimiyeti kucağınızda büyüttünüz.
Böyle olasınız diye insanlığınıza, masallarınıza rahmet okutan zalimlere oy verdiniz. Aman korkuyu başınızdan eksik etmesinler diye.
Size düşen bir şey daha var: Öğrendiklerinizin tamamını ocuğunuza nasıl öğreteceksiniz?

Ya öğretemezseniz?
İşte korku duyacağınız bir şey daha!
Korkmayın.

Tüm korkularınız karşısında sizi koruyacak tek şeyi gözden kaçırıyorsunuz.
İktidar erkini taşıyan ehillerle uzak yakın bağlantısı olmayan bir araç. O kadar masum ki! Tecavüze uğramış kör kız onun yanında bar yosması boyama sarışından beter bir
ahlak sergiler. Yok, artık daha neler demeyin. Psikiyatriden söz ediyorum.

İktidar ehlinin gerek korkuyu ekerken gerek beslerken gerekse korkuyu iklimleme aracı gibi kullanırken hiç vaz geçemediği taşeronu psikiyatridir. Belli bir tıp disiplininin amacından uzaklaştırılarak yozlaştırılmasından söz ediyorum. Psikiyatri ruh sağlığı ve hastalıkları klinik tıp dalına verilen isimdir. Unvanı ile birlikte psikiyatri uzmanlığı yaftasını taşıyanların sağlıktan bahsettiklerine tanık oldunuz mu hiç? Varsa yoksa hastalık! Hastalık adından başka ne bir bildikleri var ne de hatırladıkları! Hangisi korkutucudur; sağlık mı hastalık mı? Hastalık tabii.

İktidar erki, ehliyetli ehliyetsiz güruhu bir araya getirdikten sonra egemenliklerini sür-git bir biçime sokmak için kullanmak için psikiyatriden daha uygun bir araç isteseler de bulamazlar.

Çağın korkusunu oluştururken psikiyatri kadar kullanışlı olanı var mı? Üstelik ederi neredeyse sıfır. Sistemleşen egemenlik nasıl ruh hekimlerinin yetişeceğinin tanımını yapmıştır. Nasıl bir ruh hekimi?

Bilgisayar mekanikliğinde tanı koyan; düşünmeyen, hissetmeyen ama korkan, masallarına arkasını dönmüş, ruhu büzüşmüş ruh hekimleri yetiştiren sistem hegemonyasını sürdürecek, iktidarına ortak çıkmadan yaltaklık edecek yalakalarını var ettikten sonra onları aramaz. Koşa koşa onlar gelirler. Onlar, gelebilmek için neler yaparlar neler! Dernekler kurarlar, Kongre eğlenceleri düzenlerler. Kitap(lar) yazarlar. Maydanozdan rüşvete her bir şeyin uzmanı olarak nöbet tutarlar. Anında televizyona çıkmak, uzatılan her mikrofona konuşmak için. Neden yalnızca aklınıza Türkiye geldi ki? Dünyanın çoğu yerinde böyle.

Ancak değişmeyen bir hızla kendini tüketmek, kendi korkudan tir tir titrerken bir de korkutmaya çalışarak ayakta kalmaya çalışmak yalnızca gelişemeyen ülkeler için geçerli.
Korkmak kişiyi güçlü kılmıyor. Korktuğu için iktidar ortağı olabilene yalnızca ben değil başka kimsenin rastlamış olabileceğini sanmıyorum.

Korkutmak? Tek başına iktidar olmak için yetmez. Yoksa gülünç bir hale gelirsiniz. Korkutabilmek için belli bir güruhun içinde olabilmek gerek. İktidardan söz ediyorum. İktidar korkutmalı. Öfkelenmeli mi? Öfke, iktidara yakışmayan korkaklığın tezahürüdür. Güç sahibi olmanın omnipotensi (tüm güçlülük zehabı) bazen kısa devreye yol açarak sara benzeri öfke ataklarına yol açabilir. Kimseyi korkutamaz. Ama kendi çok korkar. İktidar böyle olumsuz sonuçlara da yol açabilmektedir.

İktidardan söz ediyorum. İnsanın kendini insanca yönetebilmesinden değil. Korkunun egemen güçlerce bir araç olarak kullanılabilmesinde kimliksiz ve kişiliksiz bir unsur olarak psikiyatrinin kullanılışı mesleğin ilkelerinden ve doğru uygulamasından bağımsızdır.

Korkularınız karşısında sizi korumasını beklerken medet umduğunuz psikiyatri ummadık ne işler açıyor başınıza! Farkında mısınız? Siz psikiyatriyi, size, insan halini armağan eden bir derinlik olarak görürken o kuyunuzu kazan bir taşeron(muş) meğer. Bezirgânlar evrensel, ebed müddet iktidarları için psikiyatriyi kullanıyorlarsa eğer sorumlu kim? Korkularına sahip çıkanlar mı? Yoksa masallarına arkalarını dönenler mi?
Buna –şu andan başlayarak-kararı verecek olan sizsiniz.

Korkunun yol açtığı eylemlerinizi bilmek ister misiniz? (Bilmiyorsanız eğer psikiyatri, elindeki uzun tanı listesi ile yardımınıza koşmaya hazırdır) Eylemleriniz:
Soru sormazsınız. Yanıt aramazsınız. Ama öfkelenirsiniz. Ama kurban olmayı göze almışsınızdır. Kimi yok edeceğinizi, neleri yok sayacağınızı bildiğinize inanırsınız.

Görmezden gelinmeye alışmışsınızdır. Var olmak muhalefet demek. Ne korku verici!
En iyisi yok sayılmak! Korkunun mayası kuşkudur. Ekşi de olsa asla eksik etmesiniz. Elinizden gelse içtiğiniz suya bile ekleyeceksiniz. Korkusundan vazgeçmektense ölmeyi yeğ tutanların kahramanlık menkıbeleri(!) sabah akşam ettiğiniz duanız olmuş.
Sizi bu hale getiren siz oluyorsunuz. Psikiyatri, iştahla sürdürdüğünüz korku sürecinin -iktidarın size zevkle sunduğu- ikram tepsisi.

Daha şimdiden uzanmaya başladınız bile. Oysa korku karın doyurmuyor.
Tuhaf açlıkların nedeni yalnızca. Şair’e nazire yapmanın tam sırası şimdi:

“Mademki ruhunda korkun var,
Benden izin sana,
Kork korkabildiğin kadar”
(Nazım Hikmet)