Etiket arşivi: NATO

Güvenilmez ABD’yle güvenli bölge kurulur mu?

Güvenilmez ABD’yle güvenli bölge kurulur mu?

Barış Doster
Cumhuriyet, 17.8.19

Suriye’nin kuzeyinde kurulacak güvenli bölge konusunda ABD’yle pazarlıklar sürse de, Türkiye, en yetkili ağızlardan ABD’ye güvenmediğini dillendiriyor. Ülkemizi yönetenler, ABD’nin Türkiye’yi oyaladığı yönündeki endişelerini saklamıyorlar. Bizzat Dışişleri Bakanı, “Münbiç gibi olmasına, ABD’nin oyalamasına izin vermeyiz” diyor. Deneyimli komutanlar; güvenli bölge tanımı, güvenli bölgeye ilişkin beklentileri, PKK terör örgütü ve uzantılarına yönelik tutumları taban tabana zıt olan iki ülkenin güvenli bölge konusunda uzlaşmasının hayal olduğunu söylüyorlar. 
Bu noktada temel soru şu:

Türkiye, Suriye’nin bütünlüğünü, Suriye’yi bölmek isteyen ABD’yle mi sağlayacak; Suriye’nin bütünlüğünü savunan Suriye devletiyle mi?

PKK terör örgütü ve uzantılarına karşı çok haklı ve meşru bir mücadele yürüten Türkiye, bu terör örgütlerine “kara gücüm” diyen, onları Türkiye’ye karşı koruyan ABD’yle güvenli bölgenin derinliğine ilişkin kilometre hesabında uzlaşsa bile, esas meseleyi görmezden mi gelecek? 
Bu sorulara yanıt ararken, hiç uzağa gitmeden, yakın dönemin yakıcı gündem maddesi olan S-400 konusunda ABD’nin bize neler dediğini anımsayalım. Anımsayalım ki, bugün ve gelecekte karşılaşacağımız soruları yanıtlamak kolay olsun.

S- 400 pazarlıklarından ders alındı mı?
ABD, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 savunma sistemi almasını engelleyemeyince, önce Türkiye’yi F-35 savaş uçaklarının üretim sürecinden çıkardı. Hemen sonra, ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası’nı (CAATSA) gündeme aldı. Ardından da Türkiye’ye, “S-400’leri aldın, bari aktif hale getirme” demeye başladı. Türkiye’yi ikna etmek için de vaatlerini sıraladı. 
S-400’leri aktif hale getirmezsen, serbest ticaret anlaşması yaparım; Obama döneminde satmadığım Patriot füzelerini satarım; seni yeniden F-35 savaş uçaklarının üretim sürecine dahil ederim. 
ABD’nin etkili düşünce kuruluşlarından olan, ülkenin müesses nizamıyla derin ilişkileri bilinen Atlantik Konseyi’nin üyesi, Rand Corporation uzmanı Hans Binnendijk ise daha ileri gidip dış politika, savunma ve güvenlik çevrelerinin etkili yayın organı Defence News için kaleme aldığı yazıda özetle şunları önerdi:

Türkiye, NATO’nun S-400 sisteminden yararlanmasını sağlayabilir. S- 400 sistemini kullanacak kadro, çokuluslu hale getirilebilir, NATO personelinin kullanımına açılabilir. F-35 savaş uçakları, S-400 radarına girdiğinde, S-400 sisteminin çalıştırılması yasaklanabilir. S-400 savunma sisteminin hem NATO savunma ağı hem F-35 savaş uçaklarının bilgisayarıyla bağı koparılabilir. Böylelikle, S- 400’ler daha etkisiz bir hava savunma sistemine dönüşür, fakat bu, Erdoğan’ın ödemek durumunda kalacağı fiyatın bir parçası olur. (“A last chance for Turkey? There could still be time to fix the S-400 issue”, www.defencenews.com; 29 Temmuz) 
Soru kısa ve acı. Türkiye, şimdiye dek pek çok konuda ABD’den yediği kazıkları unutup güvenli bölge konusunda ABD’ye nasıl güvenecek?

YENİ ASKERLİK YASASI

YENİ ASKERLİK YASASI

Dr. CİHANGİR DUMANLI

E. General, Cumhuriyet, 5.6.2019

  • Yürürlüğe girmesi hedeflenen yeni askerlik yasası TSK’nin gücünü azaltarak ulusal güvenliğimize açık bir tehdit oluşturmaktadır. Söz konusu yasa Türkiye’nin güçlü ve caydırıcı bir askeri güce en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde TSK’nin gücünü ve eğitim düzeyini düşürecek niteliktedir. Ulusal güvenliğimizi tehdit eden bu yasaya karşı başta ilgililer olmak üzere tüm ulusun uyanık ve tepkili olması bir zorunluluktur.

[Haber görseli]

Hızla yasalaşmakta olan ve İstanbul seçiminden önce yürürlüğe girmesi hedeflenen yeni askerlik yasası TSK’nin gücünü azaltarak ulusal güvenliğimize açık bir tehdit oluşturmaktadır. Şöyle ki: 

1) Askerlik süresinin kısaltılması 
Yasa ile askerlik süresi altı aya indiriliyor. Bunun ilk bir ayının eğitim merkezlerinde temel askerlik eğitimi; beş ayının da kıtalarda yapılması eğitim düzeyini düşürür. Bir ayda yeterli temel eğitim verilemez. Geri kalan beş ayda ise birlik mevcutları azalacağından özellikle mürettebatla kullanılan silahların eğitiminde zafiyet yaratır. Askerlik süresi 24 aydan 20 aya; daha sonra 18 aya indirildiği dönemlerde topçu batarya komutanlığı yapmış birisi olarak mevcutların düşmesinin eğitimde yarattığı zafiyeti görmüş birisi olarak yazıyorum. 

2) Altı ayını dolduran yükümlülerin terhis edilmesi 
Halen TSK’de dört tertip erbaş ve er görev yapmaktadır (1998/3, 1998/4, 1999/1 ve 1999/2) bunlarda ilk iki tertip altı ayını doldurduğundan yasanın yürürlüğe girmesi ile terhis edilecek. Bu TSK mevcudunun yarıya düşmesi demektir. İçerde terörün devam ettiği, baharla birlikte her gün şehit haberlerinin geldiği; Suriye kuzeyinde ABD silahları ile donatılmış ve eğitilmiş terör örgütünün toprak bütünlüğümüzü tehdit ettiği, Doğu Akdeniz’de enerji mücadelesinin yoğunlaştığı; Ege’de adalarımızın işgal edildiği, Karadeniz’de NATO – Rusya güç mücadelesinin devam ettiği, ABD’in İran’a yönelik saldırgan tutumunun yoğunlaştığı bir güvenlik ortamında TSK’nin gücünün yarıya indirilmesinin kimin çıkarlarına hizmet edeceğini okurların takdirine bırakıyorum. Balkan Harbinden önce “savaş çıkmaz” rahatlığı ile en eğitimli 75 bin asker terhis edilmiş, yerleri rediflerle doldurulmuştu. Bunun neye mal olduğunu Balkan faciasının acı deneyleri ile yaşadık. Erken terhisin İstanbul seçiminden önce yasalaşması da seçim yatırımı olduğunu düşündürmektedir. 

3) Bedelli askerliğin kalıcı hale getirilmesi 

  • Bedelli askerlik Cumhurbaşkanının daha önce söylediği gibi hukuka, anayasanın eşitlik ilkesine ve kamu vicdanına aykırı ve ulusal birliğimizi bozacak niteliktedir. 

    4) İsteyenlerin ek altı ay maaşlı askerlik yapması 
    Yasaya göre altı ayını dolduranlar isterlerse bir altı ay daha ayda 2000 TL maaşla askerliğe devam edebilecekler. Bu durumda bir birliğin (Ör: piyade bölüğü) bir kısmı parası olmadığı için zorunlu askerlik yaparken, bir kısmı da aynı işi maaşla yapmış olacak. Bu durum kıtalarda ikilik yaratır. Askerliğin temel değerleri olan birlik-beraberlik ve disiplini bozar. Bazılarının can vererek yaptıkları vatan hizmetinin para karşılığı yapılması ulusal değerlerimize aykırıdır. 

    5) Cumhurbaşkanına askerlikten muaf tutma yetkisinin verilmesi 
    Yasanın 2. maddesi şöyle: 
    “Barışta, olağanüstü hal veya seferberlik hallerinde veya savaşta, askerliğini henüz yapmadan, cumhurbaşkanınca gerekli görülen sahalarda özel olarak görevlendirilen gönüllüler, cumhurbaşkanınca belirlenen şartlara uydukları takdirde askerlik hizmetinden muaf tutulur.” 
    Böylesine muğlak ifadelerle cumhurbaşkanına bu yetkinin verilmesi TBMM’nin yetkilerini cumhurbaşkanına devretmesi anlamına gelmektedir. Anayasaya ve kamu vicdanına aykırıdır. Bu yetkinin kötüye kullanılma olasılığına karşı hukuki bir önlem de bulunmamaktadır.

6) Sonuç 
Söz konusu yasa Türkiye’nin güçlü ve caydırıcı bir askeri güce en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde TSK’nin gücünü ve eğitim düzeyini düşürecek niteliktedir. Söz konusu yasa daha önce Balyoz-Ergenekon gibi kurmaca davalarla
– ordunun general/amiral ve subay gücünün zayıflatılması;
– askeri okulların kapatılması;
– askeri adalet ve sağlık sisteminin kaldırılması

gibi darbelerle birlikte düşünüldüğünde emperyalizmin Sevr Anlaşmasında yapamadığının yüz yıl sonra gerekleştirilmesidir. (Hatırlanacağı gibi Sevr Türk ordusunun gücünü sınırlandırmayı ve askeri okulların kapatılmasını öngörüyordu). 

Ulusal güvenliğimizi tehdit eden bu yasaya karşı başta ilgililer olmak üzere tüm ulusun uyanık ve tepkili olması bir zorunluluktur.

AMERİKAN AMBARGOSUNUN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

AMERİKAN AMBARGOSUNUN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Onur Öymen

Amerika’nın Türkiye’ye uygulamayı kararlaştırdığı ambargolarla ilgili olarak medya kuruluşlarının ve Bloomberg Televizyonunun bu sabahki (2 Ağustos) programında sorularına karşılık özetle şunları söyledim:

Amerika’nın Türkiye’ye karşı ambargo uygulama kararı çok yanlıştır. Bu karar yalnız Türkiye ile Amerika arasındaki ilişkilere değil, NATO’nun temelini oluşturan dayanışma ilkesine de büyük zarar verecektir.

Geçmişte de Türkiye’ye Amerikan ambargosunun örneği vardır. 1975 yılında Amerikan Kongresi Türkiye’nin Kıbrıs müdahalesine tepki olarak ve baskı yapmak amacıyla ülkemize silah ambargosu uygulamıştı. O zaman Türkiye Kıbrıs konusundaki haklılığının verdiği güçle baskılara direnmiş ve ülkemizdeki üs ve tesislerden Amerikan askerlerinin yararlanması yasaklamıştı. Üç yıl süren ambargo sırasında Türkiye hiçbir taviz vermemiş, sonunda Amerika geri adım atarak ambargoyu kaldırmak zorunda kalmıştı. Bu defaki ambargolara karşı da haklılığımızı kanıtlayarak etkili bir tepki göstermek gerekmektedir.

Amerika’nın şikayet ettiği konularda çözüm diplomatik müzakere veya uluslararası hukuk yoludur. Türkiye’ye yönelik eleştirilere diplomasi yoluyla cevap vermek, haklılığımızı kanıtlamak gerekmektedir.

Demokrasi, adalet ve insan hakları alanında başka ülkeleri eleştirerek yön vermeye çalışan Amerika aynı alanda başka ülkelerin eleştirilerine kapalıdır. Böyle eleştirilere muhatap olmamak için Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonundan çekilmiştir.

Amerika, gene aynı nedenlerle 123 ülkenin katıldığı Uluslararası Ceza Mahkemesini kuran Roma Sözleşmesini onaylamamıştır. Çeşitli ülkelerle, Amerikan askeri ve sivil yetkililerini bu mahkemeye şikayet etmeyecekleri taahhüdünü almak için görüşmelerde bulunmuştur.

Amerika, Economist Intelligence Unit’in, ülkeleri demokratik standartlarına göre sıralayan listesinde “eksiksiz demokrasiler” arasında yer almamaktadır. Türkiye de maalesef eksiksiz demokrasiler arasında geçmemektedir. Türkiye’nin bu alandaki eksiklerini gidermek bizim iç sorunumuzdur ve başka ülkelerin baskısıyla çözüm aramak doğru değildir.

  • Her halde Amerika’nın ambargosunu haklı bulmak mümkün değildir.

Saygılar, sevgiler. 02.08.2018

 

6-7 Eylül’den Dink Cinayeti’ne

6-7 Eylül’den Dink Cinayeti’ne

Fatih YAŞLI
BİRGÜN Gazetesi, 07.09.16
http://www.birgun.net/haber-detay/6-7-eylul-den-dink-cinayeti-ne-127290.html 

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Nasıl ki resmi tarih için “bütünüyle yalandan ibarettir” denemezse, gayri resmi tarih de her zaman gerçeğin tüm çıplaklığıyla yansıtıldığı bir ayna olarak görülemez; tıpkı resmi tarih gibi o da gerçekliği eğer, büker, çarpıtır, kendi “dünya görüşü”ne uygun bir hale getirir ve öyle sunar.

Resmi tarih, 6-7 Eylül olaylarını “Selanik’te Atatürk’ün evine bombalı saldırı düzenlenmesine milletin verdiği doğal refleks” olarak anlatır ve bu gerçeğin bütünüyle çarpıtılması demektir. Ancak liberal ya da muhafazakâr tarih yazımı da başka bir çarpıtmaya başvurarak şöyle der: “6-7 Eylül, İttihatçılıktan Kemalizm’e uzanan devlet geleneğinin ve vesayet rejiminin bir yansımasıdır.” (AS: Yıl 1955, Demokrat Parti tek başına iktidarda, Adnan Menderes Başbakan..)

Oysa olan biteni “bir siyasi geleneğin tezahürü” ya da aynı anlama gelmek üzere “devletin değişmez özü” üzerinden açıklayan bu yaklaşım açıkça “metafizik” bir nitelik taşımaktadır; çünkü olayları maddi bağlamlarından, gerçekleştirdikleri dönemin sınıfsal ilişkilerinden ve emperyalist dünya sistemi içindeki güç mücadelelerinden bağımsız olarak değerlendirmektedir. Bu ise az önce söylediğimiz üzere gerçekliğin eğilip bükülmesinden ve çarpıtılmasından başka bir şey değildir.

Peki o halde 6-7 Eylül nedir, 6-7 Eylül’de ne olmuştur?

Öncelikle şunun bilinmesi gerekmektedir, Türk dış politikasının 1950’lere kadar “Kıbrıs sorunu” diye bir gündemi hiç olmamıştır, Kıbrıs diye bir başlık yoktur. Ancak ne zaman ki Ada’da İngiliz emperyalizminin egemenliğine karşı Rumların merkezinde durduğu ve Kıbrıslı solcuların, komünistlerin de desteklediği bir ulusal direniş filizlenmeye başlar, Türkiye yönetici sınıfı da emperyalizmle işbirliği içinde meseleye dâhil olur ve ortaya bir “milli dava” çıkar.

Kıbrıs’ın Türkler ve Rumlar arasında bölünmesi talebini dile getiren “Ya Taksim Ya Ölüm” sloganı bu dönemi sembolize etmesi bakımından önemlidir ve aslında doğrudan İngiltere’nin Ada’ya dair planlarını yansıtır. Çünkü Ada’da Türklerle Rumlar arasındaki ihtilaflar büyüdükçe İngiliz egemenliğinin devamı kolaylaşacak, Ada halkının “self-determinasyon” talebi Birleşmiş Milletler gündemine gelemeyecektir.

6-7 Eylül bu perspektifle hayata geçirilir, İngiliz ve Türk istihbaratının işbirliğiyle, Atatürk’ün Selanik’teki evine yönelik düzmece bir saldırı tertiplenir ve sonrasında yine bu işbirliğinin ürünü olan “Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti” (KTC) aracılığıyla İstanbul’da halk sokağa dökülerek Rumlara yönelik iki gün süren bir yağmaya girişilir. Geriye dönüp bakıldığında plan başarılı olmuştur denilebilir; çünkü o zamandan bu zamana Ada’daki iki halk arasındaki ihtilaf da, İngilizlerin imtiyazlı konumu da devam etmektedir.

Demek ki mesele basitçe “İttihatçı geleneğin azınlıklara düşmanlığı” ya da “Kemalistlerin homojen bir ulus yaratmak için Rumları Türkiye’den kovması” değildir. 6-7 Eylül, emperyalizmden, emperyalizmle ilişkilerden ve Soğuk Savaş’ın ruhundan, yani anti-komünizmden azade bir şekilde okunamaz, aksi bir okuma bize gerçeğin ancak küçük bir kısmını verir ve geri kalanını ise tahrif eder, çarpıtır.

6-7 Eylül’ün üzerinden elli yılı aşkın bir zaman geçti (AS: 61. yıl!), 6-7 Eylül bu ülkenin azınlıklarına dair utanç tarihimizin bir parçası olmaya devam ediyor; benzer bir şekilde, bundan dokuz yıl önce gerçekleşen Hrant Dink cinayeti de alnımızdaki bir kara leke olarak yerini koruyor. Elimizdeki tek teselli ise 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası ortalığa saçılan belgeler sayesinde cinayetin iç yüzünün ve arkasındaki güçlerin açığa çıkması.

Dink cinayetinin de tıpkı 6-7 Eylül gibi bir siyasal dizayn operasyonu olduğunu ve birden fazla failin işbirliğiyle gerçekleştiğini artık çok daha net bir şekilde görebiliyoruz. Dink cinayetini yeni rejim inşasından ve bu inşa için yürürlüğe konulan emperyalizm destekli tasfiye operasyonlarından, yani Ergenekon ve Balyoz’dan ayrı bir şekilde anlamak mümkün görünmüyor, Dink’in katledilmesini mutlaka ve mutlaka yeni rejim inşası bağlamına oturtmak gerekiyor.

Trajik olan ise tıpkı 6-7 Eylül gibi Dink cinayetinin de liberal çarpıtmadan nasibini almış olması. Cinayetteki emperyalizm destekli Cemaat parmağını ve cinayetin yeni rejimin toplumsal mühendislik projesinin bir parçası olarak işlendiğini bilinçli bir şekilde gizleyen bu akıl, suçu “İttihatçı devlet geleneği”ne ya da “Kemalist vesayet rejimi”ne atmakta en ufak bir tereddüt göstermemiş, sonrasındaki süreci de “devlet bağırsaklarını temizliyor” diye desteklemişti, gelinen nokta ise burası oldu.

O halde yazıyı şöyle bitirelim: İlla ki 6-7 Eylül’den Dink cinayetine uzanan bir gelenekten söz edeceksek, asıl olarak emperyalizmle Türkiye yönetici sınıfı ve Türk sağı arasındaki ilişkiye bakmamız gerekiyor. Bu gelenek halen sürüyor, memleketi de beladan belaya sürüklemeye devam ediyor.

======================================

Evet Dostlar,

BİRGÜN Gazetesi yazarlarından Sn. Fatih Yaşlı‘nın sosyalist bakış açısıyla 6-7 Eylül 1955 acıklı (trajik) olaylarını değerlendirmesini paylaştık. Mederes hükümetini ayrıca bir gündem oyununa da gereksinimi vardı. DP tabanını pekiştirme (konsolide etme) gereeği şiddetle algılanıyordu. Nitekim sonraki yıllarda bu yapay politik gerilim VATAN Cephesi biçiminde somutlanarak Ulus DP’den yana adı geçen bu Cephe’ye kaydolanlar ve “ötekiler” olmak üzere ikiye ayrıldı. Radyolardan günlerce anılan Cephe‘ye üye olan yandaşların adları okundu. DP ve Başbakan Menderes bu gerilimden yararlanarak iç ve dış politikadaki özellikle ekonomik sorunları, ödenemez duruma gelen dış borçları halk yığınlarından saklamaya çalıştı. Ancak Türkiye tarihinin en ağır ekonomik bunalımı yaşandı ve

  • Türkiye Temmuz 1958’de uluslararası moratoryum isteyerek borçlarını ödeyemeyeceğini (=iflasını!) ilan etmek zorunda kaldı.

IMF gönderildi ve 1 $ = 2,80 TL’den 9 TL’ye çıkarılarak (çoklu kur) %300’ü aşan devalüasyon yaptırılarak 359 milyon $ dış borç (IMF kredisi diyorlar..) verildi (ayrıca 256 milyon $ borç ertlendi) ve daha alınacak daha çooook süt var hesabıyla “inek” kesilmedi! (4 Ağustos 1958 Kararları)

Sayın yazar Fatih Yaşlı bu kritik boyutu gözden kaçırmış. Yaşama ve sorunlara bir ideolojik gözlükle bakılınca ciddi yanlışlara düşülebiliyor. Büyük ATATÜRK bu nedenlerle olsa gerek, yaşamda en gerçek yol göstericinin akıl ve bilim -ya da BİLİMSEL AKILCILIK– olduğunu ısrarla vurgulamıştı. Ayrıca Kıbrıs Türkleri “self determinasyon” haklarını kullanıp KKTC’yi kurdular.. 30 yılı geçti (15 Kasım 1983).. Kaç ülke tanıdı?

Ayrıca İngiltere’nin Agratur ve Dikelya’daki üsleri uluslararsı anlaşmalarla güvenceye alınmıştır. Bu üsleri oradan kaldırmanın hukuksal yolu yoktur. Askeri gücü ola varsa buyursun kaldırsın.. Adadadaki 2 halkın çatışmasının – çatıştırılmasının İngiliz üslerine etkisi yok..

Daha çok yazmayalım, Fatih beye ayıp olacak.. Ama gazetede köşe yazmak bize çok ciddi bir iş olarak görünüyor.. Her durumda yönetimlerin saydam ve hesap sorulabilir olması ve bu tür mide bulandırıcı dalaverelere giriş(e)memesi dileğimizdir.

Bu arada, Hrant Dink cinayeti dahil karanlıkta bırakılan tüm cinayetler elbette aydınlatılmalı ve hesabı sorulmalıdır ki caydırıcı olabilsin sonrası için.. Bu amaçla ilk olarak içerdeki gladyoyu – kontrgerillayı tasfiye etmek zorunlu. 4 Nsan 1952’de NATO‘ya girdiğimizden / sokulduğumuzdan bu yana hiçbir iktidar bu yakıcı ve süregelen sorunun üzerine gidemedi..

Sevgi ve saygı ile.
07 Eylül 2016, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Obama’nın Türkiye’de yaptırdığı darbeyi Putin nasıl “Şah-Mat” etti!

Obama’nın Türkiye’de yaptırdığı darbeyi
Putin nasıl “Şah-Mat” etti!

HALA NATO’DA KALACAK MIYIZ ?

AVRUPA BİRLİĞİ’NE GİRME HAYALİ DE ARTIK BİR SON BULSA !

(AS : Uzunca ama çok önemli yazının sonunda bizim önemli, kısa notumuz var!)

Merhaba,

Dün Antalya’dan bir beyin cerrahı arkadaşımın, akademisyen bir arkadaşından alarak bana ilettiği yazıyı gerçekten ilginç bulduğumdan sizlerle paylaşmak istedim. Yazı şöyle;

Dün yabancı basında Türkiye ve KKTC ile ilgili haberleri karıştırırken çok ilginç bir yazıya rast geldim. Yazının orijinali Fransızca yazılmış. Yazarı da Hannibal Genseric. Yazı La Cause du Peuple’de 27 Temmuz günü yayınlanmış, orijinal başlığı ise “Comment Putin a fait «échec et mat» au coup d’état d’Obama en Turquie” ve yayın adresi

https://fr.sott.net/…/28679- Comment-Poutine-a-fait-echec- et….  

Signes des Temps: Le Monde pour les Gens qui Pensent. Des nouvelles et des commentaires sur les événements mondiaux.

Yazı başlığının Türkçe çevirisi “Obama’nın Türkiye’de yaptırdığı darbeyi Putin nasıl Şah-Mat etti”.  Yazının içeriği çok ilginç geldiği için önce yazarın kim olduğunu, yazdıklarının komplo teorisi mi yoksa araştırmaya dayalı gerçekleri mi yansıttığını araştırdım. Hannibal Genseric
Fransız bir Matematikçi ve Bilgisayar Mühendisi. Yani kafası somut analizler yapan bir yapıya sahip. Fransa’da yaşayan ünlü bir araştırmacı ve yazar. Araştırma ve yazı alanı Uluslararası ilişkiler ile dünya politikası. Çok çarpıcı bulguları var. Mesela yazılarından bir tanesinde “Genetikçiler atalarımızın Araplar olduğunu söylüyor. Le Pen ve Claude Gueant’de Arap kökenli” diyor, kanıtları ile birlikte. Jean-Marie Le Pen (baba) ve Marine Le Pen (kızı) Fransa’nın en aşırı sağcı siyasi parti olan Ulusal Cephe’nin eski ve yeni liderleri.

Hannibal’ın söz konusu yazısında 15 Temmuz darbesi ile ilgili bugüne değin duymadığımız ve Türk basınına yansımamış, ama demek ki batı dünyasında, özellikle batılı istihbarat birimlerine ulaşan bilgiler var.  Genseric, 15 Temmuz Darbesi’nin Amerikan Ordusu ve NATO tarafından organize edildiğini, planlayıcılarının da CIA, MI6 ve Mossad olduğunu ve sonucunun da Türkiye’yi Anglo-Siyonist Eksen’den (Anglo-Sionist Axis-ASA) uzaklaştıracağını ve Şangay İşbirliği Organizasyonu’na (Shanghai Cooperation Organization-SCO) veya da Gelişmekte Olan Ülkeler Grubu olarak tanımlanan BRICS’e (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) yaklaştıracağını belirtmekte.

Yazıda özetle dikkat çeken bölümler şunlar: 

  • KGB çok iyi çalıştı ve 15 Temmuz Darbesi ile ilgili bilgileri Rus Başkan Vladimir Putin’e
    çok önceden iletti.
  • Rusya, Türkiye Hükümetini haberdar etmek için ayrıntılı bilgi topladı ve darbecilerin kullanacakları silahlara karşı bir koruma sistemi oluşturdu.
  • İncirlik Üssü’nden yöneltilen bu boyuttaki bir darbenin fiyasko ile sonuçlanmasının nedeni Rusya’nın iki tarafa da çalışan ajanları saf dışı bırakmış olmasıdır.
  • Bu darbede İncirlik Üssündeki yüksek rütbeli subayların kullanılması çok aptalca oldu.
    Bu hata darbenin CIA tarafından yapıldığını ortaya çıkardı.

Batı güçleri Erdoğan başta olduğu müddetçe, Yeni Dünya Düzeni (New World Order-NWO) projesinin hedefi olan Dünya Devleti’ni kurmanın mümkün olmayacağını artık anlamışlardı. Erdoğan’ın Orta Asya Türk Devletleri ve bir kısım Orta Doğu ülkeleri ile güçlü bir blok kuracağını anladılar ve bu darbeyi planladılar. Kremlin, Türkiye’nin NATO ve AB ile arasının bozulduğunu biliyordu. Başarısız bir darbenin Türkiye’yi Rusya’ya yakınlaştıracağını hesaplayıp, darbe süresince Türk Hükümetine destek verdi. Rusya, Suriye, İran ve Batı ülkeleri darbe yapılacağını biliyorlardı. Bunun kanıtı da darbe günü batı dünyasının İstanbul ve Ankara’ya canlı yayınla bağlanmış olması. CNN’in ünlü sunucusu Christiane Amanpour ise darbeden 2 gün evvel tüm kamera ve yayın ekibi ile Türkiye’ye gelmişti. Darbe anında İstanbul’da canlı yayın yapması tesadüf değildi.  

Putin, danışmanı Alexander Dugin’i, Türkleri darbe konusunda uyarması için, Ankara’ya
çok gizli bir şekilde gönderdi. Dugin Türk Hükümetine uzun bir darbeciler listesi verdi.
Darbecilere karşı darbe yapılması”bir ay önceden bazı darbecilerin kimliklerinin öğrenilmesi ile başlatıldı. Türk hükümeti 2 bin Türk askerinin (hava ve deniz) tutuklanması için savcıya talimat verdi. Mahkemeler bu talebi reddetti. Feto’cu yargıçlar darbeci generallere bir şeylerin ters gittiği haberini ilettiler. Bu şekilde, darbenin öne alınması zorunda kalındı. 24 saat sessizliğini koruyan Amerikan ve Batı medyası, darbenin başarısız olacağını anlayınca, tipik yanıltıcı propaganda ile ortaya çıktı;

“Bu darbe Erdoğan’ın kendisine karşı darbe yapıldığı fikrini yaymak için düzenlediği bir “Sahte Darbe”dir. Bu yüzden uçağı İstanbul üstünde F-16’lar tarafından vurulmamıştır.” 

Oysa gerçek, bu söylemden çok farklıydı :

  • Türk F-16’larının peşinde Karadeniz’in uluslararası hava sahasında, yani İstanbul semalarında uçan bir uçağı vurabilecek uzaklıkta uçmakta olan 7 Rus uçağı ve darbeci uçaklara kilitlenmiş iki S400 füzesi vardı. F-16 pilotlarına ihtar edildi: “Erdoğan’ın uçağına tek bir atış yaptığınız takdirde hepiniz vurulacaksınız!” Bu sebeple, Türk jetleri Erdoğan’ın uçağına ateş edemedi.
İncirlik ABD Üssünden 42 helikopterin yok olması ilk anlarda izah edilemedi. Sonradan öğrenildi ki, bu helikopterler Türkiye’yi işgal edecek güçlere katılmışlardı. Bu nedenle Türk hükümeti İncirlik üssünü 2500 polisle kuşatıp sistemlerini çalıştırmamaları için elektriğini keserek Amerika’ya “ne yaptığınızı biliyoruz, bu yüzden askerlerinizi ve sistemlerinizi bloke ettik” mesajını iletti. Bunun üzerine, Obama işgal gücü koalisyonunun (birçok ulustan oluşan ordu) operasyonunu durdurdu.

Söz konusu yazının boyutu benim yazdıklarımın neredeyse 3 misli kadar. Size yazıyı vurucu noktalarıyla özetlemeye çalıştım. 15 Temmuz darbesinin arkasında bize aktarıldığı gibi yalnızca FETÖ ve CIA yok.

Prof. Dr. Ata ATUN
Yakındoğu Üniversitesi

*****

Dostlarım, bu yazı aklımdaki birkaç soruya yanıt oluşturacak veriler içerdiği kadar, yeni soruların doğmasına da neden oldu. 

1. RTE’nin darbeden üç gün önce ortadan yok olup, darbe günü öğle saatlerinde Sözcü muhabirleri tarafından Marmaris’te bulunmasına rağmen darbe sırasında oradan da helikopter ile dağlara kaçırılmasını ve darbeyi “eniştemgil”den öğrendim demesini inandırıcı bulmuyordum. 

2. Bu kadar istihbarat eksikliği olmasına karşın, darbeden saatler sonra tutuklama ve açığa almalar başlarken Hakan Fidan’ın yerinde kalmasını açıklayamıyordum. Tahminim o ki,

RTE Rusya’dan gelen bu istihbaratı açık etmemek için darbeden haberi olmayan bir avanağı oynadı.

3. Darbe sivil halka açılan ateş, TBMM’nin bombalanması, Özel Harekat Karargahı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığının vurulması gibi açıklanamaz ve orantısız güç kullanımı ile bana göre darbe olmaktan çok bir savaş sürecine benziyordu. Burada söylenilenlere bakarsak, bu başlangıcın arkasında bekleyen bir koalisyon gücü işi işgale kadar götürmek üzere bekliyormuş. Ancak Hüseyin Obama abimizin operasyonu iptal etmesiyle, senaryo gereği açılışı yapan “Fetoşist” darbe tayifesi arkasına dönüp kimseyi göremeyince g.t gibi ortada kalıp, daha fazla dayatmadan tıpış tıpış teslim olmuş.

4. Darbeden bir hafta  veya on gün kadar önceydi yanılmıyorsam, bizim Uzun Adam’ın durup dururken yelkenleri indirip Rusya’dan özür dilemesi kadar, her gün RTE’ye saydıran Putin Bey’in de birden bire siyaset meleği kesilip “Başgan”a bir zeytin dalı uzatarak “gel elimi öp, barışalım” tavrı bana tutarsız ve havada gelmişti. Şimdi bir anlam kazandı.

5. Darbe girişiminden sonra bizimkilerin ABD’ye kafa – göz, ana – avrat dalmalarına karşın Okyanus ötesinden cılız mırıltıların çıkmasını açıklayamıyordum. Başka zaman olsa Hüseyin eline beyzbol sopasını alıp “bana Recebi bağlayın” derdi. Demedi. Dut yemiş beceriksiz bir bülbül gibi kaldı.

6İncirlik’ten kalkan helikopterlerin (sayısının 42 olduğunu bu yazıdan öğrendim) dönmediğini, Dedeağaç’a kaçan subayların helikopterinin hala Yunanistan’da olduğunu bildiğimiz halde gerek Savunma Bakanı, gerek ise Boşbakan defalarca TSK’nın envanterinde eksik ağır silah yok dediler. Meğer uçaklarımız Türkiye’nin işgaline soyunan sevgili Nato müttefiklerimize intikal ettiği için kayıp olarak değerlendirilmiyorlar.
Öyle ya… Silahlarımız NATO envanterinde göründüğüne göre kayıp sayılmaz. (!?)

7. Recep’in 15 Haziran’dan sonra “Esed” ile ilgili olarak Putin’in söylemlerine yaklaşır ifadeler kullanmaya başlamasına anlam verememiştim. Ortadoğu’da Rusya tarafından şekillendirilmesine çalışılan Rusya, İran, Irak, Suriye, Türkiye ittifakı tohumlarının bu gevşemede etkisi olduğu anlaşılıyor. Kulislerde Ankara’ya gelen ABD Genelkurmay Başkanı‘nın, Türkiye’nin NATO‘dan ayrılarak bu ittifakın tarafı olmasının Türkiye’ye hesap edilemeyecek faturalar çıkartabileceğine yönelik tehditleri bu olasılığın kuvvetini vurguluyor.

Şimdi… Hannibal Genseric’in aktardığı bu bilginin doğru olduğunu var sayarsak aklıma şu soru geliyor:

Türkiye’de bir yönetim değişikliğini planlayan dış-koalisyonun, bu çuvallamanın ardından
biz yanlış yaptık, pardon Recep Abi… bi daha olmaz” diyerek evlerine çekilmiş olduklarını beklemek safdillik olur. “Öyleyse ne zaman” sorusu bundan sonra bizlere diken üstünde, tekinsiz, belirsiz ve hatta paranoyak bir yaşam tarzı dayatacak gibi görünüyor. Acaba bu salt bir komplo teorisi mi, yoksa ciddi bir istihbarat çalışması mı? Eğer doğruysa, bu son yıllarda Irak’tan sonra ABD’nin yaşadığı en büyük sıçış öyküsüdür. Ne dersiniz?

Kalın sağlıcakla…

Barbaros ERKMEN (02.09.2016)
*************

Dostlar,

Bize açık kaynaklardan ulaşan (hep olduğu gibi) uzunca bir e-iletiyi hiç dokunmadan yukarıda sunduk. Başından beri yazdığımız üzere;

15 Temmuz 2016 darbe girişimini ve aktörlerini AKP – RTE önceden haber almıştır ve karşı önlemlerini alarak denetimli
bir biçimde “bir süre” sahnelenmesini kurgulamıştır.

Olaydan 50 gün sonra yaşananlar, geriye dönük (retrospektif) olarak bu tezi desteklemektedir.

Birkaç OHAL Kararnamesi ile Türkiye, başta TSK olmak üzere yerden yere vurulmuş, adeta kelepçelenmiştir. Olağan koşullarda AKP – RTE’nin düşünü bile göremeyeceği, onlarca yıl iktidarda kalsa bile denemeye bile cesaret edemeyeceği girişimler = AKP sivil darbesi,
15 Temmuz Darbe girişim bahane edilerek OHAL rejimi altında yapılarak Türkiye teslim alınmıştır. 2023’e = Anadolu Federe İslam Devleti’ne giden yolun mayınları temizlenmektedir..

Gelişmelere bu gözlükle bakılmasında saymakla bitmez yarar vardır..
Türkiye “40 Katır ya da 40 Satır” lanetli ikilemine mahkum edilmiştir.

Yazı zaten yeterince uzun, biz daha önce de paylaştığımız yorumumuzu kısa tutuyoruz.
Dinci – gerici AKP cenderesini aşabilmek için önce doğru tanı koymak zorundayız.
Artık “cambaza bak!” ucuz oyunlarını bu halk yutmamalıdır.

Ve yaşamının kumarını oynayan, Türkiye’yi ateşe sürükleyenlere :

El mi yaman bey mi yaman; göreceğiz..

Sevgi ve saygı ile.
03 Eylül 2016, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ELEKTRONİK İSTİHBARAT

ELEKTRONİK İSTİHBARAT

portresi

Nurullah AYDIN
7 Mayıs 2016-ANKARA 

İstihbarat örgütleri; dünya pazarlarında rekabet eden uluslararası şirketler, organize suç örgütleri hatta sıradan vatandaşlar bile bugün teknolojik yöntemlerle bireylerin ya da kurumların iletişimine müdahale edebilmektedirler. Gelişen teknoloji; bireylerin adam adama markaj yöntemiyle izlenmesi metodu yerine teknik takip ya da elektronik harp denilen metotları öne çıkarmıştır. 

Elektronik takip, İşitsel takip, (taşınabilir minyatür vericiler, telefon dinleme aygıtları, gizli mikrofonlar ve kaset kaydediciler).

Görüntülü takip (fotoğraf makineleri, kapalı devre ve kablolu televizyon, gece görüş araçları veya uydular) ve

Algılayıcılarla takipte ise, manyetik algılayıcılar, sismik algılayıcılar, gerilim algılayıcıları, kızılötesi algılayıcılar ve elektro manyetik algılayıcılar kullanılmaktadır. 

Silahlarımıza hedef saptırılabilir.

Atış kontrol sistemlerimizin modernizasyonunun asla İsrail’e yaptırılmamalıdır.

Atış kontrol sistemlerimizin modernizasyonunun zulüm ile anılan ülkelere yaptırmak büyük yanlıştır. Motor yurtdışından zaten temin ediliyor. Montajı burada yapılacaktır. Yani büyük bir sorun olmaz. Bu sistemler programlanabilir. Yani bizim bilgimiz dışında yazılımlar ve programlar yüklenirse bir savaş durumunda verilen sinyaller ile hedeften sapması sağlanabilir. Öte yandan sinyaller aracılığıyla hareketleri modernizasyon yapan ülke tarafından kontrol edilebilir. Hedefler vurulmaz, komuta kontrol sistemleri bir yerlere kod gönderebilir. O bir yerlerde terör ile anılan İsrail olunca tehlikenin boyutu iyice artmış olur. 

Savunma sanayimiz bunun üstesinden gelir

Atış kontrol sistemi elektronik optik esaslı olup tankların en önemli ve teknolojik yeridir. Bu daha önce tank modernizasyonu kapsamında İsrail’e yaptırılmıştı. Oysa Türkiye’de bu teknoloji mevcuttur. Savunma firmalarımız bu işin üstesinden gelecek durumdadır..

Türkiye’nin bu elektronik araç ve gereçler açısından 1951 yılında NATO’ya girmesi ile (AS: 1952 olacak) birlikte ABD askeri ağına fiilen girdi. Türkiye göbekten İsrail, ABD ve İngiltere’ye bağlanmıştır. 

Komple bir paket olarak başta tank modernizasyonu olmak üzere araçlarımızın bakım onarımları emperyalist ülkelere yaptırılmamalıdır. 

Şifreler ellerinde

NATO doğrultusunda yapılan askeri anlaşmalar ile teknik donanım haberleşme ve tüm iletişim faaliyetlerinin ortak NATO şifreleme sistemine göre şekillenmiştir.

Ağırlıklı olarak hava ve deniz araçlarındaki yazılımlar ABD firmalarınca dizayn edilmiştir. Türk yazılım firmaları bu konuda yer almamıştır. 1990’dan sonra ise İsrail teknoloji transferi ile özellikle hava kuvvetlerinde elektronik mekanizma İsrail teknolojisine dayanmış kara birliklerinde ise tank modernizasyonu İsraillilere verildiği için tank atışlarındaki mekanik yapı şifreleme kodu yine İsrail’in eline geçmiştir.. 

İnsansız uçak anlaşması da belli ülkelerle yapılmıştır.

2005 yılında ise insansız uçak anlaşmasının da İsrail ile yapıldı. İsrail ve ABD insansız uçak olayını Lübnan, Filistin, Irak ve Afganistan’da uygulamaktadır. Yalnızca iddia edildiği gibi bir coğrafi alan fotoğraflaması için değil, silah ile donatılarak yerdeki hedefleri de yok etmektedir. Irakta birçok kişi bu yolla katledilmiştir.. 

MİT’in araç gereçleri de ülkemiz için risk oluşturan gizli servisler tarafından sağlanıyor. 

MİT’in tüm istihbarat araç gereçleri tümüyle İsrail-MOSSAD, ABD-CIA, İngiltere-MI6 ağına göre dizayn edilmiştir (AS: tasarlanmıştır). Dolayısıyla TSK’nın, Emniyet Teşkilatının ve MİT’in ABD, İngiltere ve İsrail elektronik ağı içinde olduğu bir durumda bunlardan ayrı bir şekilde hareket kabiliyetimiz yoktur. İşte Türkiye’nin elini kolunu bağlayan budur. Türkiye hareket edememektedir.

  • Askeri casus uyduları ile Türk güvenlik güçlerinin hareket alanı belirlenebilmekte koordinatları tespit edilebilmekte ve PKK’ya rahatlıkla yansıtılabilmektedir. 

Güvenlik güçlerinin büyük yitiklerinin nedeni budur. Ulusal yazılım için ASELSAN artık devreye sokulmalıdır. 

Dış güdümlü elektronik sistemlerin denetim dışı bırakılacak, uydu müdahalesini bertaraf edecek (AS: dışlayacak) yeni elektronik sistemleri geliştirilerek silahlı gücümüz millileştirilmelidir.. 

Günün Sözü: Olan biteni doğru kaynaktan öğren ki yanılmayasın.

==============================================================

Dostlar,

Sayın Nurullah Aydın’ın uyarıları son derece yerinde..
AKP hükümeti gereğini yapar mı, yaptırır mı ki??
Genelkurmay yeterince ağırlığını koyabilir mi??
Ulusal güvenliğimiz ve şehit – gazi olan vatan evlatlarının vebali, bu zorunlu ulusal politikaları uygulamayan – uygulatmayanların olacaktır.

Sevgi ve saygı ile.
09 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

45 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi..

45 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi..


Dostlar,

45 yıl sonra 12 Mart 1971 askeri darbesi için aşağıdaki yazımızı bir kez daha paylaşmak istiyoruz..

Ekleyelim ki; derin şaşkınlık içindeyiz (!), 45 yıl sonra Türkiye, nasıl da 12 Mart 1971 askeri darbesi öncesi koşullara benzer bir kıskaç ortamında gene??

Tarih tekerrür mü ediyor??
Niye?
Tarih, ondan gerekli dersi çıkaramayan “aptallar” için yinele(n)mez mi?
Biz aptal mıyız???
Biz aptal mıyız????
Biz ap – tal …..

Sevgi ve saygı ile.
12 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

*********

43 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi

Dostlar,

12 Mart 1971 askeri darbesi yapıldığında Hacettepe Tıp Fakültesi’nde
1. sınıf öğrencisiydik. Bir anımızı aktararak başlayalım :

Hacettepe Tıp Fakültesi kütüphanesinde ders çalışmaktaydık.
Kaynak araştırırken bir kitap gözümüze ilişti :

  • MARKSİZM ve GERİLLA SAVAŞI..

Dikkatimizi çekti, ödünç aldık akşam evde okumak üzere. Tuzluçayır’da bir gecekonduda kiracı idik. Emniyet Komiser Yardımcısı babamız Artvin’de
Şark hizmetinde” idi. EGO otobüsünden son durakta indik ama daha 10 dakika kadar yürümemiz gerekiyordu. Tepede, yol ağzında bir asker, elinde silahı ile nöbetteydi. Başımıza çook işler açabileceği korkusuna kapıldığımız kitap çantamızdaydı.
Ya bizi durdurur ve ararsa? “Tehlikeli” üstelik de kırmızı renk ciltlenmiş bu “Kitabı” (?) bulursa halimiz ne olacaktı? Ailenin büyük çocuğu bizdik, babamız uzaklardaydı.
Bacaklarımız titremeye başlamıştı. Geri dönemezdik, deyim yerinde ise “çaktırmamak” da gerekliydi. Bütün hünerimizi (!) kullanarak, 1-2 dakikalık süreci saatlermişçecine, büyük gerilimle yaşayarak evimize doğru yürüdük. Yüreğimiz göğsümüze sığmıyordu..

Neyse, korktuğumuz başımıza gelmemişti..

Gece bir miktar karıştırdık ve sabah ilk iş olarak iade ettik bu “belalı” (!) kitabı.
Daha sonrasında da endişemiz bitmedi. Ya o kitap bir “tuzak” idiyse ve biz fişlendiysek?

***********************

Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç Hazretlerine..

Sosyal uyanışın ekonomik gelişmeyi aştığını ve “bu elbisenin” ülkeye bol geldiğini, daraltılması gerektiğini buyuruyordu. Demesi oydu ki; 1961 Anayasası’nın getirdiği demokratik hak ve özgürlükler rejimi sorunun temel kaynağıydı.

Gerçekte ise “sorun” çok kaynaklıydı.. Türkiye İşçi Partisi, adil seçim sistemi
(Ulusal Artık –
Milli Bakiye) sayesinde 15 sosyalist milletvekilini TBMM’ye taşımıştı (1965). TBMM’de ezber bozmaktaydılar. Çetin Altan harika konuşmalar yapıyordu.
İsmet İnönü, CHP Genel Başkanı olarak, “CHP’nin Ortanın solunda olduğunu” açıklamak zorunda kalmıştı.

İşçi hareketleri, sendikalar, öğrenci eylemleri, üniversitelere yansıyan
68 Fransa Üniversite Gençliği Eylemleri, ekonomide gelinen bıçak sırtı,
16 Şubat 1969 Beyazıt Kanlı Pazar’ı, 15-16 Haziran 1970 işçi eylemleri..
 vb.

O zamanki adıyla “anarşi” ülkede kol geziyordu. Necip (soylu) halkımız,
“anarşik eylemlere” karışanlara “anarşit” diyordu. Gerçekte bu terimin doğrusu “Anarşist” idi. “Anarşizm” bir ideoloji idi kurulu düzene karşı kullanılan.
Bu ideolojiyi benimseyen ve uygulayanlara ise “Anarşist” denmekteydi.

“Anarşi” ve “Anarşitler”, “solcu ve yıkıcı” olarak niteleniyordu. Ülkenin ulusal varlıklarına sabotajlar düzenliyorlardı (!). Kökleri dışarıda idi. Marksist-Leninist idiler!
Örn. Marmara araba vapurunu batırmışlar, Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’ni yakmışlardı! Sonradan bu eylemlerin provokasyon olduğu kanıtlanmıştı ama
amaca da ulaşılmıştı ne yazı ki..

Asker ve polisle çatışıyordu “bu anarşitler..”, banka soyuyorlardı.

“Anarşitleri” ihbar eden ve yakalanmalarını sağlayan “sayın muhbir yurttaşlar
hatırı sayılır para ödülü almaktaydılar.

*****

12 Eylül 1980 darbesi sonrasında ise bu kez “anarşi” yerine “terör”, “anarşit” yerine “terörist” gelmişti. Gene bir Marksist-Leninist örgüt ile karşı karşıya idik.
Kökü gene dışarıda idi, yıkıcı ve bölücü idi..

Senaryo yineleniyordu “yeni kurban aktörler ve yeni retorik” ile..

*****

Bu gidişe bir “dur denilmesi” zamanı gelmiş hatta geçmekteydi de..

12 Mart Muhtırası hazırlandı12 Mart 1971‘de Genelkurmay Başkanı
Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri komutanı Muhsin Batur‘un imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay‘a  verildi ve Demirel hükümeti istifaya zorlandı. Muhtıra’da şöyle denildi :

  • Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
  • Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.
  • Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize… 

Süleyman Demirel, Başbakanlık koltuğunu terk etti, şapkasını alıp gitti..
Zaten, O’nun deyimiyle “Ülke 70 sente muhtaç” durumda idi.
Belki de hakkında hayırlı olurdu bu mola.. (kendi deyimiyle 6 kez gitti, 7 kez geldi!)

“12 Mart Balyoz hareketi ve büyük gözaltı” başladı.
Hukuk Profesörü Nihat Erim Başbakan oldu ve bir hukukçunun başına gelebilecek
en ağır yıkımı kendi diliyle başına sardı, hukukun en temel ilkelerinden birini çiğnedi :

“Makable şamil kanun yapacağız..” buyurdu.
(Geçmişe yürürlüklü yasa yapacağız..)

Büyük atasözüdür, “Dilim dilim, başıma giydirir kara kilim..”

Ülke genelinde sıkıyönetim, balyoz gibi “anarşit” lerin üzerine indirildi.
Toplumda ve Ordu’da “sol” hatta “Kemalizm” adına hemen tüm ögeler (unsurlar)
tasfiye hatta imha edildiler.. 12 Eylül kalanları temizledi.. AKP ile ise “eradikasyon” (kökünü kazıma) devrede.. Hatta Ordu’nun tasfiyesi..

Bu kez günah keçilerinin jargonu “Darbeci”!
AKP Hükümeti tam bir paranoya içinde..
Uçan kuşlar, esen yeller, akan sular… her şey ama her şey AKP’ye DARBE’yi anımsatıyor!

Onmaz bir politik paranoid bozukluk ve türevi darbe obsessif- kompülsif bozukluğu..

Bu yüzde yüzlerce yurtsever, öncü, gazeteci, yazar, asker… yıllardır içerde..
Balyoz mu demezsiniz, Ergenekon mu, Askeri Casusluk mu…?
Gırla komplo AKP hükümetine karşı..
Düşmanını yarat, yalanı büyük söyle ve belki, bir süre sonra sen de inan!
Ne hazin seyran..
Neyse ki bu günlerde biraz tavsadı bu hezeyan..

*****

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan..
“3 Fidan” 20’li yaşlarında idam edildiler.
Oysa hiçbir yaralama ve öldürme eylemleri olmamıştı.

******************

1961 Anayasası’nın 35 maddesi değiştirildi ve Muhtıra’nın başındaki komutanın
Bu anayasa bol geliyor..” bağlamındaki yakınmasının gereği yapıldı.
Anayasa Hukuku Profesörü Nihat Erim Başbakan iken..

Rejim zap-ü rapta alındı.. “Anarşit” ler temizlendi ve “anarşi” durdu(ruldu)!

Necmettin Erbakan, sağcı-dinci-milliyetçi-muhafazakar ilk partisini kurdu ve
hatırı sayılır oy aldı.. Önlenemeyen yükseliş başlamıştı ve 12 Eylül sonrasında,
Anayasa Mahkemesince birkaç kez kapatılıp ertesi gün yenisi açılan
Erbakan partilerinden Refah Partisi 1. parti oldu ve Çiller’li DYP ile
Refah-Yol Koalisyonunu kurdu,

Erbakan Başbakan bile oldu!

  • 12 Mart 1971 Darbesi Erbakan’ı iktidar yaptı..
  • 12 Eylül 1980 Darbesi de O’nun “Milli Görüş Gömleğini Çıkaran”
    ayrık otu çocuklarını, RT Erdoğan – Abdullah Gül ve takımını iktidar yaptı.

İşte size son 40 yılın kısa bir siyasal-tarihsel panoraması..

Veee, son darbe de bu 2 kritik dönüşümde kullanılarak işlevini şimdilik tamamlayan,
NATO süreçlerinde 1952’den bu yana “başkalaştırılan” (metamorfoza uğratılan)
TSK’ya vuruluyor..

Sonrası mı.. yazmaya gerek var mı?

***************************

Ama bu lanetli “Yeni Sevr” (BOP!) mutlaka bozulacak.

Büyük Atatürk‘ün hedefe attığı şaşmaz ok yoluna devam edecek :

  • Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır..

Sevgi ve saygı ile.
12.3.14, Ankara
(Geçen yıl bu gün yazdığımız yazının güncellenmiş biçimidir..
yazının pdf formatı için : 43_Yil_Sonra_12_Mart_1971_Darbesi)

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

Amerika bize silah vermez ama…

Amerika bize silah vermez ama…

portresi

 

 

Bülent ESİNOĞLU
bulentesinoglu@gmail.com 

Dikkat etmişinizdir. Bölgemizde, gerilimin yükseldiği ve ateşli çatışmaların çoğaldığı dönemlerde, Amerika ve Batının bize silah ve helikopter satmadığı konusu gündeme gelir. Batıdan silah ve askeri eğitim isteği iki yüz yıllık sorunumuzdur.

Sanayi devriminin ıskalanması, bu tür bir sorunun sürekli gündemde kalmasını sağlar.
Ordunun sürekli modern silah istemi vardır. İktidarlar bu sorunu yok sayarlar.
Sonra da, çevremiz yanmaya başlayınca, istemler gündem yapar.
Dinsel ağırlıklı eğitim veren ülkelerin, hem sanayi devrimini, hem de teknolojik devrimleri ıskaladığını görürüz.

İşin esası; bilimsel eğitim mi, bilim dışı eğitim mi sorusuna gelir saplanır.

Devletin başındaki kişi, bir milyon imam ve hatip yetiştirilmesiyle övünüyorsa,
teknoloji devrimi yakalanamaz. (AS: 1,2 milyonu geçtiğini Bay RTE söyledi bu ay..)

Silahlar en yüksek teknolojilerle üretilirler. Bu nedenle de, nitelikşi eğitim ve bilimin,
geniş kitlelerce öneminin kavranmış olmasını gerektirir.

Geniş bir bilim kitlesi olmadan, teknoloji devrimi olmaz.
İkinci ve daha önemlisi; üretmektir.
Üretimin olmadığı yerde, teknoloji de üretilemez. Her şey ithal edilerek de üretim olmaz.

Dönelim PKK’ya açık açık silah verdiğini söyleyen Amerika’nın
bize silah satmaması konusuna… Amerika hem sizi komşularınızla çatışmalı tutar,
hem de gerekli silahları satmaz. Teknoloji ver deseniz vermez. Sat dersin satmaz. Çin’den
silah alayım dersiniz, olmaz der. Ama Türkiye’yi İran ve Rusya gibi ülkelere karşı
ön cephe olarak kullanır.

Hürriyet Gazetesinde bu gün çıkan bir habere göre; Amerika bize helikopter, akıllı mühimmat, insansız hava aracı ve bizim üretemediğimiz deniz araçlarını vermediğini haberleştirdi.
Haberin kaynağı elbette Ordu. Öte yandaan başta NATO olmak üzere, tüm Avrupa ve ABD bizi Rusya’nın üzerine sürmek için sıraya girmiş durumdalar.

Bir ülkenin modern silah üretememesinin elbet başka nedenleri de var.
NATO, OECD, Dünya Bankası, Gümrük Birliği, ABD ile İkili Anlaşmalar,
Gizli İstihbarat Antlaşmaları gibi tüm Batı kurumları Türkiye’nin içindedir. Bu kurumlar bu denli Türkiye’nin içindeyse, bağımsız karar alma olanakları Türkiye’nin elinde değil demektir.

Sen silah üretme ben sana silah vereceğim” diyeceksin, ülkeyi teknoloji yoksulu ülke haline getireceksin, sonra da Rusya ile çatışmalı ol diyeceksin.
Amerika ile birlikte olunca, hiç komşumuz olmayacak gibi bir sonuç çıkıyor.
Ticaretimiz tıkanıyor. Ticaret olmayınca, üretim olmuyor. Teknolojik gelişimin ticaret ile yakından ilgisi olduğundan, güçlü bir devlet olamıyoruz.

Eğer ülkemizden, bir Atatürk gelip geçmemiş olsaydı, bugünleri de göremeyecektik. Cumhuriyetin parasız devlet eğitimiyle yetiştirdiği kişiler hala ülkeyi ayakta tutuyorlar.

Eğitimi, yeniden, bilimsel ve teknik düzeyi yüksek bir yere getiremezsek, ileride devletimiz bile olmaz. (9.10.2015) 
===============================

Dostlar,

Teşekkürler sevgili Esinoğlu dostumuz diyoruz…
Metindeki renklendirmeler, koyu fontlar vb. bize ait..
Neleri öne çıkardığımız görülüyor..

Türkiye Batı ile 4 Nisan 1952’de somutlanan NATO‘ya giriş süreciyle başlattığı tehlikeli süreci 63 yıl sonra köktenci biçimde gözden geçirmek ve yeni seçenekler üretemek zorunda..

Atlantik ittifakı ülkemizi parçalanmanın eşiğine sürükledi.

Seçenek, BATI ASYA BİRLİĞİ gibi duruyor..

Tam BAĞIMSIZLIĞI ve egemen eşitliği titizlikle koruyarak..

Sevgi ve saygı ile.
24 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

BARIŞ MI DEDİNİZ?


BARIŞ MI DEDİNİZ?

 portresi_Anit_Kabir'de

Suay Karaman

 

 

7 Haziran’da yapılan seçimlerin ardından ülkemiz herkes tarafından anlaşılamayan bir şekilde karıştı, olaylar çıktı, ölen ve yaralananlar oldu. Ne yazık ki bu durum halen sürmektedir. Siyasal partiler ve demokratik kitle örgütleri ise başka dünyalarda yaşamakta, hatta  kimileri emperyalizmin ekmeğine yağ sürmektedirler. Emperyalizm, MHP’ye AKP’ye sahip çıkma görevini verirken, CHP’ye de PKK terör örgütüne sahip çıkma görevini vermiştir. (AS : ???)

İlk Kurşun Gazetesi’nde yayınlanan 3 Ağustos 2015 tarihli “Açılım mı Demiştiniz?” adlı yazımın son paragrafında şunlar yazmaktaydı: “Hem Türkiye Cumhuriyeti devletinin, hem de PKK terör örgütünün beraberce silahları susturmalarını isteyenler, yine şaşırmaktadır. Dünyanın hiçbir yerinde silah bırakan devlet görülmemiştir.”

Ağustos başında gazetecilerle yaptığı söyleşide “Devlet silah bıraksın demiyorum. Devlet tabii ki kendini koruyacak” diyerek, PKK terör örgütüne silahları susturarak, elini tetikten çekme çağrısı yapan Selahattin Demirtaş’ın bu sözünde samimi olup olmadığını zaman gösterecektir. Çünkü ABD ve AB emperyalizminin kucağında oturarak siyaset yapanlara asla güven olmaz, olmamalıdır da..

Selahattin Demirtaş, 12 Ağustos 2015 Çarşamba günü Brüksel’de ABD’ye çağrı yaparak, ‘NATO’yu Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kuzey Irak’taki PKK hedeflerine yönelik operasyonlara karşı belirgin bir konum almaya’ çağırdı. Ayrıca açılımın sürmesi için Avrupa Birliği’nin de Türkiye’ye baskı yapmasını istedi. Selahattin Demirtaş ABD’ye yalvarırken, ABD Başkanı da, “Türkiye PKK’yı bırakıp, IŞİD’e odaklansın” diye açıklama yapmıştı. Böylece BOP haritası için el birliğiyle çalışmaların sürdürüldüğü anlaşılmaktadır.

HDP, başkan Apo’nun projesidir, bunu unutmadan çalışmalıyız” diyen ve “Bu halk Abdullah Öcalan’ın posterini Kürdistan’a asamayacak da, nereye asacak? Buna alışsanız iyi olur, çünkü biz daha başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz, heykelini..” diyen Selahattin Demirtaş’ın söylemlerinde hep terör örgütüne destek vardır. Emperyalizmin beslediği terör örgütünün barış getireceğini düşünenlerin, düşünce sistemlerinin eksik olduğu anlaşılmaktadır.

Savaş iki ordu arasında yapılır; PKK terör örgütü, emperyalist şebekeler tarafından desteklenen bir öldürme kuruluşudur: yaptığı savaş değil, vurup kaçmaktır, sabotajdır, terörist eylemlerdir. Savaşta sağlık personeline dokunulmaz ama PKK terör örgütü ambulansa bile saldırmakta ve içindekileri yaralamaktadır.

Barış ne zaman istenir? Barış için bir savaşın olması gerekir.  PKK terör örgütünün yaptığı savaş değil, terörist eylemlerdir. Her devlet, terörist eylemlere karşı savunma yapar. Terörle mücadele eder, (AS : terör örgütü) silah bırakmadan müzakere etmez. Bu sahte barış çığlıklarının ardında Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ve Türkiye Cumhuriyeti’ni suçlu konuma sokmak yatmaktadır. Emperyalist güçlerin barış süreci, PKK terör örgütüne dokunmayalım, güçlensinler, gerektiğinde kullanırız anlamına gelmektedir.

Barış silahların ucunda değildir, olmamalıdır da.. Onurlu toplumlar, silahların gölgesindeki demokrasi istemlerini kabul etmez, etmemelidir de.. Barış, katille gelmez, hırsızla gelmez, emperyalizmin kucağına oturarak asla gelmez, gelmemelidir de.. Barış ülkenin bölünmesiyle, parçalanmasıyla da gelmez. Barış, PKK gibi terör örgütüne, gerilla diyerek ya da özgürlük savaşçısı diyerek de gelmez.

Barış sevgiyle gelir, dostlukla gelir. Barış, paylaşımda eşitlikle, insanca bir düzenle gelir. Barış ağalık, şeyhlik, feodalite düzenine son vererek gelir. Barış yurdunu ve insanlarını severek gelir. Barış ülkedeki tüm insanların kardeşlik temelinde buluşarak, ulusal politikalarla kalkınarak gelir. Barış, ülkesinin aydınlanması için özverili çalışmalar yapılarak gelir. Emperyalizmi ve işbirlikçilerini kovmadan, tam bağımsızlık olmadan barış da olmaz..

============================

Dostlar,

Yurtsever ve yürekli birikimli yazar sevgili Suay Karaman arkadaşımıza bu yazısı için
teşekkür ederek sizlerle paylaşıyoruz..

“.. Emperyalizm.. CHP’ye de PKK terör örgütüne sahip çıkma görevini vermiştir.” suçlamasını oldukça ağır ve kanıtlanması güç.. olarak değerlendiriyoruz..

Öte yandan AB – ABD’nin, PKK’ya sahip çıkmak için eteklerinin tutuşması ibret vericidir. Açılmayan gözleri, duymayan kulakları, mühürlü vicdanları uyarmalıdır bu tablo..

Hiç sıkılmadan “2 taraf da silah bıraksın..” diyerek uluslararası hukukun en temel ilkelerini bilerek çiğnemekte ve bir oldubitti, de facto durum yaratmaya çabalamaktadırlar ki terör örgütü ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti denk tutulsun! Zavallı Batı, bu denli zavallılaşacak mıydı??

Bir yanda Türkiye Cumhuriyeti Devlet, vardır, egemen ve bağımsızdır; ulusal ve uluslararası hukuk gereği silah kullanma tekeli vardır; karşı yanda ise AB – ABD – İsrail beslemesi bir terör örgütü bu 3’lü adına vekaleten ülkemiz ile 31 yıldır savaşmaktadır.. Sıcak çatışma artık
“orta yoğunluklu” düzeye tırmandırılmıştır.. İç kalkışma – isyan tohumlanmak istenmektedir..
Ancak Türkiye Devleti, devlet aklı ve yetkesi (otoritesi) ile hukuk içinde kalarak bu belayı da defetmeyi bilecektir.

Başarı asla bu tablonun asli faillerinden olan AKP iktidarının değil; kanlarını – canlarını veren Türk askerinin, polisinin, yurttaşının… özverili ULUSUN ve kadim Devlet geleneğinin olacaktır. AKP ile değili AKP’ye karşın.. Bu ayrımı yapmak olağanüstü önemlidir..
Zorla sürüklendiğimiz “yinelenecek seçim”de (erken seçim değil!) halkımız,
bu çıplak gerçeğin gereğini yerine getirecek biçimde oyunu kullanmalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
10 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İç Güvenlik Paketiyle Atatürkçüler Sindirilecek

ADD Uyardı :
“İç Güvenlik Paketiyle Atatürkçüler Sindirilecek”

ADD, Meclis’te görüşülen İç Güvenlik Yasa Tasarısı’nın gerçek amacını şu cümleyle açıkladı:

  • ” İktidar kendisine PKK ile pazarlık alanı açmayı hedefliyor.”
    ADD’den yapılan açıklamada, “AKP iktidara geldiğinde Apo hapiste, PKk ise bitmiş idi.
    Terörü büyütüp bugün Doğu ve Güneydoğu’yu PKK’ya teslim eden, orada devleti fiilen
    yok eden bu iktidardır.” denildi.

AKP ile PKK Anlaştı

İktidarın PKK ile anlaşarak, Türkiye’nin belirli bölgelerinde egemenliği terör örgütüne devrettiğini iddia eden ADD şu saptamayı yaptı:

“Anayasa değişikliği için onlarla birlikte hareket etmek isteyen, kısacası Cumhuriyet’i yok etme amacında PKK ile el ele veren AKP, İç Güvenlik paketini gerçekten teröre karşı mücadele için çıkarıyor olabilir mi? Hayır.”

“Aslında bu yasa ile iktidar, bir yandan seçim öncesi kendisine PKK ile pazarlık alanı açmayı hedefliyor. Asıl hedefi yırtseverler. Silivri’de toplanan Anıtkabir’e koşan yurtseverleri sindirmek için çıkarılıyor…

Bu yasa; yasaklara karşın ADD öncülüğünde Ulus Meydanı’nda toplanıp barikatları yıkan,
kar kış, yağmur çamur demeden Silivri önlerinde toplanan, Tandoğan Meydanı’nda milyonlarca olup Anıtkabir’e koşan, Gezi direnişinde bağımsızlık ve özgürlük istemiyle ayağa kalkan milyonlarca yurtsveri sindirmek için çıkarılıyor.

Bu iç güvenlik yasası; ülkeyi ancak savaş koşullarında uygulanabilecek bir sıkıyönetim rejimine sokarak, bu rejimin hukuk tanımaz ortamında her türlü yetkiyi siyasette toplayarak 2023 hedefine varmak isteniyor.

Bu yasa; Türkiye’nin NATO’dan bağımsız, NATO komutasında olmayan tek silahlı gücü jandarmayı sivilleştirerek, dört bir yanı terör tehdidi altındaki ülkemizin terörle mücadelede
en iyi yetişmiş, en deneyimli ve mobil birliklere sahip olan tek gücünü polis gibi siyasetin emrine sokmak ve teröre karşı etkisiz kılmak için çıkarılmak isteniyor.

Bu paketin yasalaşmaması için herkesi mücadeleye çağırıyoruz..”

========================================

Dostlar,

20 Şubat 2015 günü öğlen saatlerinde Ankara Adliyesi önünde idik..

Yukarıda verdiğimiz toplu basın açıklamasına katıldık..

Çağrıyı biz de paylaşmak istiyoruz..

Sevgi ve saygı ile,
21.02.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net