Etiket arşivi: Mustafa Kemal Paşa

SICAK GÜNDEM TV Programımız

Dostlar,

Bu günkü TV konuşmamızı izlemek için tıklayınız :
https://www.youtube.com/watch?v=GcjczBmya58 
***
Bu gün, 26 Ağustos 2021..
Hem Büyük Selçuklu Hükümdarı Alpaslan ordularının Bizans (Doğu Roma) İmparatoru Romen Diyojen’i yenerek Anadolu’ya girişlerinin 1050. yılı hem de Mustafa Kemal Paşa‘nın emperyalist orduların maşası Yunan işgalcilerini Anadolu’dan süpürmek için 1922’de başlattığı Büyük Taarruz‘un 99. yıldönümü.
Anadolu’yu 1050 yıl önce Türklere açan, Türk Yurdu yapan atalarımız gibi, 100 yıl önce emperyalist işgal ve yok oluştan bizleri kurtaran Mustafa Kemal Paşa ile silah – dava arkadaşlarını, tüm şehit ve merhum gazilerimizi ölçüsüz, ödenemez bir minnet ve şükran ile selamlıyoruz.

Dünya aleme bildirimimizdir                        :

  • Anadolu – Lozan Adlaşması ile çizilen Ulusal And (Misak-ı Milli) sınırları biz Türklerin tapulu – tabulu yurdudur, vatanıdır.
  • 17. Türk Devletimiz Türkiye Cumhuriyeti, bu topraklarda sonsuza dek başı dik ve özgür yaşayacaktır, yaşatılacaktır; hedefi Büyük ATATÜRK koymuştur; ÇAĞDAŞ UYGARLIK DÜZEYİNİ AŞMAK! Güncel sıkıntılar geride bırakılacaktır. Tarihin başka bir seçeneği yoktur, olamayacaktır da..
  • Eski deyimle “cümle alem” bu şaşmaz eytişimsel (diyalektik) gerçeği iyice bellemelidir.

Horasan Erenlerinin, orta Asya Türkmenlerinin Anadolu’yu Türkleştirmek üzere büyük atağı.. Alpaslan Ordusu’nun sağ kanat komutanı Saltık Paşa.. (Alpaslan’ın dileği ile Erzurum’da Saltukoğulları Devletini kurarak arkadan saldırıları engellemişler, 132 yıl boyunca, Moğol saldırılarına dek  devletlerini yaşatmışlardır.. ailemizin köküdür..)
***
En azından son 800 yıldır Ön Asya’ya / Anatholia’ya Batı’lı tarih kaynakları TURCHIA demekteler. 1071’den 250 yıl kadar sonra Anadolu’da Türkleştirmenin başarıldığı anlaşılıyor, kabul ediliyor. Nasıl, askeri güçle demografik yapıyı değiştirerek..

Dikkat           ; günümüzde de Türkiye’ye benzer bir demografik operasyon -henüz- açıktan askeri güç kullanılmadan dayatılmakta. AKP İktidarı hem teşne hem de kendi kendini mahkum etmiş durumda. Açıkları ve ekonomik çöküntü nedeniyle yakayı kökten Atlantik ötesine kaptırmış, tutsaklaşmış durumda ne yazık ki..
***
SICAK GÜNDEM Youtube kanalından yayın yapan Sn. Burcu Uğur, bu gün bizimle bir TV söyleşisi yapacak.. 3 “Sıcak Gündem” maddesi belirlendi..


Bir uzman konuk; 3 sıcak gündem              :

1. 26 Ağustos Büyük Taarruz’un 99. yılı
2. Kovit-19 salgını kritik dönemeçte mi?
3. Ulusun sağlığı nicedir?

3 temayı yaklaşık 15’er dakika olarak işlemeye çalışacağız.

Kovit-19 küresel salgını (pandemisi) kritik bir dönemeçte Türkiye ve Dünya için. Durum özenle irdelenmeli.

Ve Ulusumuzun sağlığı… Halk / Toplum Sağlığı ne durumda?
Bunca çok yönlü örselenme (travma) karşısında tablo nedir ve neler yapılmalıdır??

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 26 Ağustos 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

98. YILINDA LOZAN ANLAŞMASI’na SAHİP ÇIKMAK : KRİTİK BİR TARİHSEL GÖREV

Dostlar,

Bu akşam, 01 Ağustos 2021 Pazar, saat 20:30’da Avusturya’dan yayın yapan DÜZGÜN TV’nin konuğu olacağız / olduk..

Ülkemizi kasıp kavuran orman yangınları elbette ana derdimiz. Küçük bir ayraç ile Lozan haftası kapanırken, Avusturya’daki dostlarımızın böyle bir dileği oldu. Konumuz, aşağıdaki görselde olduğu gibi :

Etkinliği düzenleyen Sn. Kazım Balaban aşağıdaki görseli paylaştı :


Sunumumuzun ardından 110 Power Point yansısını pdf olarak web sitemize koyacağız/burada :

DÜZGÜN_TV_Lozan_AHMET_SALTIK_01.8.21

Lozan Kahramanı aziiiz İsmet Paşa‘nın hukuk danışmanlarından Prof. Dr. Veli Saltık ailemizdendi. Bu bağlamda Lozan Barış Andlaşmasına özel bir ilgimiz var. Geçtiğimiz yıllarda bu bağlamda konferanslarımız, TV programları, makalelerimiz oldu. Bir bölümü web sitemizde yüklü. Sanırız şu SEVR haritasını dikkatle incelemek, Lozan’ı anlamaya yetebilir, yetmeli :

Üstteki harita, hain Osmanlı padişahı 6. M. Vahdettin‘in kabul ettiği Sevr faciası – yıkımı idi; 10 Ağustos 1920.. Yani Türk Ulusu’nun ölüm fermanı, tarihten silinme planının son adımı idi.

23 Nisan 1920’de Ankara’da Mustafa Kemal Paşa başkanlığında açılan ulusal Meclis TBMM ise bu anlaşmayı tanımadığını, yırtıp çöpe attığını ve imzalayanları hain ilan edip lanetlediğini haykırıyordu tüm dünyaya.. Seçim sizin.. Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 01 Ağustos 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

CHP’nin Tarihi Görevi

Mehmet Tomanbay (@mtomanbay) | TwitterProf. Dr. Mehmet TOMANBAY
22. DÖNEM ANKARA MİLLETVEKİLİ
Cumhuriyet, 07 Temmuz 2021

Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktıktan sonra Milli Mücadele’yle ilgili ilk açıklamasını 22 Haziran 1919’da Amasya’da yapmıştır. Tarihe “Amasya Tamimi” olarak geçen ve Atatürk tarafından kaleme alınan açıklama, “Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir” cümlesiyle başlar. “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” cümlesiyle de çözümün ne olduğunu belirtir.

KİRLİ İLİŞKİLER SAÇILDI

Mustafa Kemal ve arkadaşları Milli Mücadele’nin yol haritasını, Erzurum ve Sivas kongreleriyle çizmişlerdir. Sivas Kongresi, Cumhuriyetin kurulmasında en önemli dönemeçlerdendir. CHP’nin 2. Kurultayı’nda Atatürk, Sivas Kongresi’ni “partimizi doğuran kurultay” olarak tanımlar. Bu sözüyle

  • CHP’ye, “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti” olan cumhuriyetimizi, ebediyete kadar koruma, kollama görevini vermiştir.

Cumhuriyetin kuruluşundan beri egemen olan demokratik parlamenter sistem, 16 Nisan 2017’de yapılan anayasa değişikliği referandumuyla terk edildi. Yerine “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen tek adam rejimi egemen kılındı. TBMM işlevsizleştirildi. Otoriterlik ve kutuplaşma arttı. Kuvvetler ayrılığı yok edildi. Denge, denetleme mekanizmaları ortadan kaldırıldı. Egemenlik kişiselleştirildi. Artık Türkiye’yi denetlenemeyen, partili bir cumhurbaşkanı yönetmektedir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin uygulanmasıyla ekonomide,
dış politikada, toplumsal sorunlarda sıkıntılar giderek büyümüştür

  • Salgın hastalığın da iyi yönetilememesi sonucu, işsizlik olağanüstü artmış, gelir dağılımı daha da bozulmuştur.

TL’deki değer kaybı durdurulamamıştır. Vatandaş yükselen enflasyon karşısında, her zamankinden daha çok ezilmiştir. Libya’da, Suriye’de, Doğu Akdeniz’de geri adımlar atılmıştır. AB ve ABD’yle ilişkilerde iyileşme olmamıştır.

  • Organize suç örgütlerinin kirli ilişkilerinin devleti nasıl tahrip ettiği de son dönemde kamuoyuna yansımıştır.

MİLLET İTTİFAKI’NIN SORUMLULUĞU

Bu ortamda siyasal mücadele yaşamsal önemdedir. Muhalefet partilerinin, ülkemizi hızla sonu belirsiz noktaya yaklaştıran gidişe dur deme sorumlulukları büyüktür. Yapılması gereken, Amasya Tamimi’nde Atatürk tarafından belirtilmiştir. Kötü gidişe dur deme görevi milletindir. Milleti örgütleme sorumluluğu da kurucu parti CHP’nin ve genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nundur.

Bu anlamda Kılıçdaroğlu, CHP’nin sorumluluğuna uygun bir politikayla “Millet İttifakı” adıyla muhalefet partileri arasında önemli bir dayanışmayı başarmıştır. Bu politika ilk meyvesini yerel seçimlerde vermiş, Millet İttifakı birçok belediye başkanlığı kazanmıştır. Bu başarı, CHP ve Kılıçdaroğlu’na yönelik beklentiyi daha da artırmıştır. Her geçen gün artan ekonomik, siyasal ve toplumsal sorunları aşabilmek için Millet İttifakı’nı daha da genişletmek, güçlendirmek zorunludur. Milletin büyüyen sorunlarını, Millet İttifakı’nda bir araya gelen güçlerin azmi çözebilir. Türkiye’nin toplumsal yapısı ve toplumdaki hassas dengeler nedeniyle, ittifakın genişletilip güçlendirilmesi kolay değildir. Ancak ülkemizin birliği, dirliği için bu zor görev başarılmalıdır.

Atatürk, ülkemizin içinde bulunduğu tehlikeli durum karşısında, Anadolu’da binlerce yıldır tasada, kıvançta bir arada yaşamış, aynı gelenek, görenek, inanca sahip kesimleri, etnik ve mezhepsel farklılıklarına bakmadan, ayrım yapmadan bir araya getirmişti. Ümmetten millete geçmeyi başarmıştı. Cumhuriyeti kurmuştu. Şimdi de millet, her kesimden siyasi liderin aynı sorumlulukla davranmasını beklemektedir. Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nın diğer liderleri, ittifakı desteklemek isteyen, Atatürk ilke ve devrimlerine sadık, güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönmeyi arzulayan irili ufaklı her partiyi ve parti liderini, ittifak çatısı altında buluşturma sorumluluğuyla karşı karşıyadırlar. Cumhuriyetimizin esenliği ve kurtuluşu, Millet İttifakı’nı kuran Kılıçdaroğlu ve diğer genel başkanların bu zor ama tarihi görevi başarmalarına bağlıdır.

102 Yıl Sonra Amasya Genelgesi

102 Yıl Sonra Amasya Genelgesi

Mustafa Kemal Paşa Samsun’da bir aya yakın kaldı. 12 Haziran’da Havza yoluyla Amasya’ya geçti. Orada eski Bahriye Nazırı Rauf Bey, 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa ve 3. Kolordu Kumandanı Refet Bey ile buluşup toplantılar yaptı. Görüşmeler sonunda, Mustafa Kemal Paşa’nın önceden hazırladığı ilkeleri kapsayan bir metin üzerinde anlaşma sağlandı.
12. Kolordu Kumandanı Mersinli Cemal ve 15. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşaların da görüşleri alındıktan sonra kimi düzeltmelere uğrayan metin, 21/22 Haziran gecesindeki
son toplantıda kesin biçimini aldı. Bu “Amasya Kararları” ertesi gün, yani 22 Haziran 1919’da asker ve sivil ilgililere telgrafla bildirildi. Amasya Tamimi olarak tanınan altı maddelik metnin 1. maddesi şöyledir:

Vatanın tamamiyeti, milletin istiklâli tehlikededir. Hükûmeti merkeziyetimiz
İtilâf Devletlerinin tesir ve murakabesi altında mahsur bulunduğundan deruhde ettiği mes’uliyetin icabatını ifa edememektedir. Bu hal milletimizi madum (yok) tanıttırıyor. Milletin istiklâlini gene milletin azmü kararı kurtaracaktır. Milletin halü vaz’ını
derpiş etmek (göz önüne almak) ve sadayı hukukunu cihana işittirmek için her türlü tesir
ve murakabeden azade bir heyeti milliyenin vücudu elzemdir.

Anadolu’nun bil-vücuh en emin mahalli olan Sivas’ta millî bir kongrenin serian in’ikadı takarrür etmiştir. Bunun için tekmil vilâyatı osmaniyenin her livasından ve fırka ihtilâfatı nazarı dikkate alınmaksızın muktedir ve milletin itimadına mazhar üç kadar zatın
sürati mümkine ile yetişmek üzere hemen yola çıkarılması icap etmektedir.”
(Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, C. III, Vesikalar, İstanbul 1934, s. 47)

Amasya Kararları‘na genelde bakılınca, bunların Türk Millî Mücadelesi’nin ana programını oluşturduğu, Mustafa Kemal Paşa’nın siyasal dehası ve yüksek askeri yeteneği sayesinde
adım adım gerçekleştirildiği gözlenir.

Mustafa Kemal Paşa Amasya’dan sonra, Rauf Bey ile birlikte, Sivas ve Erzincan üzerinden Erzurum’a gitti. İngilizlerin baskısı sonucunda 8 Temmuz 1919 gecesi askerlikten ayrılmak zorunda kalan Kemal Paşa, 23 Temmuz 1919’da Erzurum’da toplanan Doğu vilâyetleri temsilcilerinin kongresine sivil olarak “Sine-i millette bir ferd-i mücahit” olarak katıldı ve kongreye başkan oldu. Onun ustaca yönetimi sayesinde, Erzurum Kongresi’nin
7 Ağustos 1919’da yayınlanan bildirisi, Amasya Kararlarına uygun olarak hazırlandı.

On maddelik Bildirgede Millî Mücadele’nin hedeflerini daha ayrıntılı olarak belirliyor ve
bu hedeflere varmak için yapılacak işleri belirliyordu. 2. maddede “Osmanlı vatanının tamamiyeti ve istiklali millimizin temini ve makamı saltanat ve hilafetin masuniyeti için
Kuvây-ı Milliye’yi âmil ve iradei milliyeyi hâkim kılmak esastır” hükmü açıklanıyordu.
4. maddede, merkezi hükümetin yabancı bir devletin baskısı altında kalması halinde
“Hukuku milliyeyi kâfil tedabir ve mukarrerat ittihaz olunmuştur” ibaresi bulunuyordu.
6. maddede “30 Teşrinievvel sene 1334 (AS: 30 Ekim 1918, Mondros Silah Bırakışması) tarihindeki hududumuz dahilinde kalan… ezici çoğunluğu İslamlar teşkil eden… ve yekdiğerinden gayrikabili infikâk (ayrılamaz) özkardeş olan din ve ırkdaşlarımızla meskûn memâlikimiz” cümlesi, vatan sınırlarını Mondros Mütarekesi imzalandığı gün ordularımızın hakimiyeti altında bulunan toprakları çeviren hatla çiziyordu. 8. maddede “Milletin içinde bulunduğu hâli zücret ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat tevessülüne hacet kalmadan hükümeti merkeziyetimizin Meclisi Milli’yi hemen ve bilâ ifâtei zaman (zaman kaybetmeden) toplaması” isteniyordu. (Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, İstanbul, 1960, s. 106-107)

Kaynak : http://www.tarihtarih.com/?pnum=8&pt=Cumhuriyet+D%C3%B6nemi
*****
Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere,
Ulusal Kurtuluş Savaşımızın bu kritik dönemecinde emeği geçen tüm vatanseverlere şükranla..

Vatanın tamamiyeti, milletin istiklâli tehlikededir.
Milletin istiklâlini gene milletin azmü kararı kurtaracaktır.

Sevgi ve saygı ile. 22 Haziran 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 TÜRK MİLLETİNİ “KOYUN SÜRÜSÜ” OLARAK GÖREN VE ONLARI BATILI CELLÂTLARIN KANLI ELLERİNE TESLİM EDEN TİPİK BİR OSMANLI PADİŞAHI – VAHDETTİN

TÜRK MİLLETİNİ “KOYUN SÜRÜSÜ” OLARAK GÖREN VE ONLARI BATILI CELLÂTLARIN KANLI ELLERİNE TESLİM EDEN TİPİK BİR OSMANLI PADİŞAHI – VAHDETTİN

ve 

-BU KORKUNÇ  TÜRK  KATLİAMINI  DURDURMAK ÜZERE
SAMSUN’A  ÇIKAN  O BÜYÜK TÜRK KAHRAMAN-

Güzide Filiz Tuzcu
Tarihçi
19 Mayıs 1919

19 Mayıs 1919 –  19 Mayıs 2021,  “Büyük Atatürk’ümüzü Anma ve Gençlik Bayramımızın 102. Yıldönümü Asil Türk Milletine KUTLU OLSUN” diyerek yazıma başlıyorum. Ancak bu kutlamanın hemen ardından durup, çok iyi düşünmemizi ve kendimizi sorgulamamızı istiyorum. Bu bağlamda 19 Mayıs 1919 tarihinin, Türk Milleti için nasıl yaşamsal bir dönüm noktası olduğunu anlayabilmek için KURTULUŞ VE KURULUŞ TARİHİMİZİ doğru bilmemizin ve doğru öğretmemizin ne kadar önemli olduğunu vurgulamak istiyorum.

Çünkü 1938 sonrasında biz Türklere tarihimiz maalesef doğru anlatılmamıştır! Şöyle ki : Tarihimiz budanmış, hatta Osmanlılar lehine değiştirilmiş ve sansürlenmiştir! Böylece Milletimize “MİLLİ HAFIZA” kazandıracak olan Tarih İlminin bilhassa engellendiğini ve TARİHSEL GERÇEKLERİN Türklerden bilhassa gizlendiğini önemle vurgulamak istiyorum.

Gizlenen söz konusu tarih gerçekler nelerdir? Bunların başında – Büyük ve Bilge Atatürk’ün yaşamsal derecede önem verdiği, muazzam medeniyetler tarihini kapsayan Antik Türk Tarihimiz gelmektedir.  Dünyada varlığı bilinen en eski kavim – en eski ulus olan Türklerin 16 bin yılın üstünde devasa bir geçmişleri vardır. Türklerin, Paleolotik Çağlardan, yani en erken taş devrinden itibaren (AS: başlayarak) Orta Asya’da (eski adıyla Türkmenistan – Türklerin Diyarında), Anadolu, Akdeniz ve Ege Adaları ve Doğu Avrupa topraklarında var oldukları – yerleşik düzene geçtikleri ve dünya medeniyet mirasının temelinde yer aldıkları bilimsel verilerle – arkeolojik ve biyolojik bulgularla kanıtlanmıştır. Ancak Tarih biliminin gün ışığına çıkarmış olduğu – Türklerin lehine olan söz konusu bu Gerçek Antik Tarih, tamamen (AS: tümüyle) kendi siyaset ve çıkarları doğrultusunda hareket eden emperyalist batılılarca baskılanmış, antik adlar ve kronoloji Greklerin ve İtalyanların lehine değiştirilerek,  antik medeniyetlerin “TÜRK Orijinleri” gizlenmiştir! Ve Batı menşeli (AS: kaynaklı) bu sahte antik tarih, 1938 sonrasında kimi önemli Türk siyasetçiler ve sözde bilim insanlarınca da maalesef desteklenmiştir!

Neden mi? Çünkü Türklerin verimli – zengin topraklarına göz koyan Batılılar, bu toprakların binlerce yıllık sahiplerinin Türkler olduğunun bilinmesini, 20 yüzyıl başında da, şimdi de kesinlikle istememektedirler. Bunun için onlar, sahte bir tarih senaryosu yazdırarak, “Türkleri uzak Asya’dan gelmiş, işgalci, göçebe, barbar ve medeniyetsiz – aşağı tabaka – 2.  3. sınıf insanlar” olarak tanımlamış olup, 1. Dünya Savası sonrasında da Türk soykırımı gerçekleştirmek ve Türk topraklarını tamamen ele geçirip, Türkleri Anadolu’dan atmak üzere bütün güçleriyle harekete geçmişlerdi…

Ve bu hak – hukuk – bilim tanımaz – saldırgan – işgalci  emperyalist  güçlerin  en büyük yardımcıları da, Türklerin yüzyıllarca sadakatle hizmet ettikleri – hatta kulluk ettikleri Osmanlıların soyundan gelen son padişah Vahdettin olmuştur! O Vahdettin ki Rauf Orbay’a

  • Türk Milleti koyun sürüsüdür, idaresi için bir çoban lâzım, o çoban da benim demiştir.  (Rauf Orbay Hatıraları, s. 240 – 241)

Vahdettin aynen düşündüğü gibi de hareket etmiş ve Türk Milletini, mezbahaya sürülen koyunlar gibi işgalci güçlerin kanlı ellerine teslim etmiş, bu korkunç saldırılara, tecavüzlere ve katliamlara razı gelmeyen Türkleri  – yani Milli Güçleri de “asi” ilân ederek, yabancılarla birlikte ortak oluşturduğu Osmanlı ordularını üzerlerine saldırtarak, Anadolu’yu Türk kanıyla sulanan – kan gölüne çevirmiştir. Yani Türkler hem dış güçlerin saldırılarına, hem de bu dış güçlerle – kendi saltanatını korumak üzere işbirliği yapan – kendi padişahlarının ihanet ve saldırılarına maruz kalmışlardır…

1938 sonrası Türklerden gizlenen ikinci bilimsel gerçek ise son derece görkemli – medeni ve güçlü bir geçmişe sahip olan Türk Milletinin, Osmanlı devrinde (600 küsur yüzyıl…), Osmanlı padişahlarınca “Türklük ve Din maskesiyle” başlarına getirilen korkunç  felâketler ve yıkımlardır! Bir başka deyişle Türkler, Osmanlılarca derin köklerinden koparılmışlar, Osmanlı padişahlarına, onların yabancı – Hıristiyan / Yahudi cariyelerine, eşlerine, nedimlerine (Osmanlı şehzade ve padişahlarının erkek oda hizmetçileri iç oğlanlar, ki padişahlar sırf bu devşirme iç oğlanlardan  hoşlanıyorlar diye bunlar, Ordu Komutanları, Sancak Beyleri, Beyler Beyleri, hatta Sadrazam bile yapılmışlardır)  bu yabancılara  kul – köle edilmişlerdir!

Örneğin Kanuni Sultan Süleyman, oda hizmetçisi – oda arkadaşı – devşirme iç oğlan Hıristiyan Pargalı genci (ona İbrahim adını takmıştır) koskoca Osmanlı İmparatorluğuna sadrazam yapmıştır! Böylece Türkler, yabancı kökenli bu devşirme yöneticilere tutsak edilerek, binlerce yıllık tarihleri, kahraman ataları, ulusal kimlikleri ve özgürlükleri tümüyle unutturulmuş, ve ayrıca

  • Kuran’ın tebliğ ettiği İslam ile ilgisi olmayan sözde bir İslâm ile kandırılarak, ümmet anlayışı içinde eritilmişler ve

kendi kurdukları – emekleri, kanları ve canlarıyla  yaşattıkları imparatorlukta aşağılanarak, cahil ve yoksul düşürülmüşlerdir!

O halde Büyük Atatürk salt işgalci dış düşmanlarla karşı savaşmamıştır, iç cephede yüzyıllarca Türk düşmanlığı güden – Türkleri ezen Osmanlılar ve onların fanatik taraftarlarıyla da savaşmak zorunda kalmıştır.  Böylece O, Türk Milletinin hak ve hukukunu, yaşam hakkını ve yurdunu iç ve dış düşmanlara karşı cesaretle – büyük özverilerle savunmuş, Türkleri yeryüzünde yok olmaktan – evsiz – yurtsuz perişan kalıp, başka topraklara sığınmaktan, başkalarına muhtaç olmaktan ve köle olmaktan da  kurtarmıştır. İşte 19 Mayıs 1919, bu kurtuluşun ilk dev adımdır.

Ancak 10 Kasım 1938’den sonra Türk Milleti, ne yazık ki bir kez daha iki yüzlü siyasetlerle – takiyye ile kandırılmış, bir kez daha tarihinden, kültüründen, KURAN’IN TEBLİĞ ETTİĞİ GERÇEK İSLÂM’dan koparılmıştır! Türkler bir kez daha Gerçek İslâm Dini ile hiçbir ilgisi olmayan, Türklere tümüyle yabancı Arapça ezberlere, otomasyona bağlanmış – biçimsel – ruhsuz ibadetlere ve simgesel kıyafetlere (AS: giysilere) dayanan sahte bir dine mahkum edilmişlerdir! Söz konusu bu tarihsel gerçekleri gündeme getirmeden hiçbir Ulusal ya da Dinsel Bayramımızı kutlamaya kanımca hakkımız yoktur!

O halde her ULUSAL ve DİNSEL BAYRAMLARIMIZDA”, Tarih biliminin ortaya koyduğu bu yaşamsal gerçekleri vurgulamamız ve 1938 sonrası “Cumhuriyet Kazanımlarımızın” nasıl bir bir saldırıya uğradıklarını sürekli yinelememiz gerekmektedir.

Ki bu kazanımlarımız içinde kanımca en önemlisi de şudur :

19 Mayıs 1919’a dek yüzyıllarca ezilen, aşağılanan, dayatma ve baskılarla “kula kul edilen Türk Milleti”  bu tutsaklık ve zulümden kurtarılmış, kendi yazgısını kendi eline almış, binlerce yıllık köklü ÖZÜNE DÖNDÜRÜLMÜŞ, böylece yeniden Türklerin kendine güven duymaları sağlanarak, kendi Devletince değer gören, yarınlarına umutla bakan, onurlu, saygın, özgür ve mutlu birer vatandaşlar olmaları sağlanmıştır.

Hatta anımsatmak isterim ki; Osmanlılardan kalma içimizde bunca hain ve düşman barındıran bir millet olarak bugünlere dek sapasağlam ayakta kalabilmemiz, bugünlere gelebilmemiz bile o 19 Mayıs 1919 –  10 Kasım 1938 dönemi muazzam kazanımlarımız sayesindedir.

Şayet Mustafa Kemal Paşa Aziz Türk Milletini ve Binlerce Yıllık Türk Yurdu Anadolu’muzu kurtarmak azmiyle her türlü tehlikeyi ve yokluğu göze alarak, dahice  planlar ve  olağanüstü özveriler göstererek, hatta canını bile ortaya koyarak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkıp, KURTULUŞ MEŞALESİNİ yakmasaydı ve her adımında büyük savaşımlar vererek, cesaretle ve  kararlılıkla yürümeseydi – kahramanca savaşmasaydı, bugün ne Türkiye Cumhuriyeti vardı, ne Türkçe Dilimiz, ne İslâm Dinimiz,  ne Türk Kültürümüz vardı,  ne de onurumuz,  özgürlüğümüz ve Türklüğümüz vardı…

Son olarak şunu belirtmek isterim ki;

Bizler Büyük Atatürk’ü 19 Mayıs’ta bir kez daha tarifsiz sevgi, saygı, minnet ve özlem duygularımızla, rahmetle anarken, O’nu tarihsel bakış içinde – empati (AS: özdeşim) yaparak – NUTUK’u / SÖYLEV’i dikkatlice okuyarak, o günleri hayalimizde canlandırarak O’nu anmamız gerekmektedir.

Evet 19 Mayıs 1919, Büyük Atatürk’ümüzün  ve O’nun çok sevdiği Asil Türk Milletinin GERÇEK DOĞUM GÜNÜDÜR!

KUTLU OLSUN!
KUTLU OLSUN!
KUTLU OLSUN!
Nice binlerce senelere inşallah…

ULUSAL EGEMENLİK NE DEMEK??

ÖZÜR AÇIKLAMASI :

Karşı taraftan kaynaklanan teknik sıkıntılar yüzünden bu yayını yapamadık. Özür dileriz. Telafiye çalışacağız.
*****

Dostlar,

Bu gün 23 Nisan 2021..
TBMM’nin Mustafa Kemal Paşa çağrısı ile ve önderliğinde açılmasının 101. yılı..
Türk İstiklal Platformu‘nun çağrısıyla bir konferans düzenledik.

  • Ulusal Egemenliğin ne olduğunu konuşacağız..

ULUSAL EGEMENLİK NE DEMEK??

Altbaşlıklarımız şöyle :

– Egemenlik nedir?
– Ulusal Egemenlik nedir?
– Günümüzde Ulusal Egemenliğin modası geçti mi?
– Küreselleşme – Emperyalizm ve Ulusların egemenliği
– Atatürk ve Tam Bağımsız – Egemen Türkiye
***
Lütfen tıklayınız :

rtmps://a.rtmps.youtube.com/live2

Canlı yayın erişkesi (linki) saat 21:00’de etkinleşecektir.

Sevgi ve saygı ile. 23 Nisan 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Hekim, Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimci (Mülkiye)
ADD Genel Başkan Yrd. (2004 -2006)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ ve BAZI GÜNCEL SORUNLAR

Dostlar,

Yetkin kamu hukuku öğretim üyesi Sn. Prof. Dr. Rona AYBAY, bizimle çok değerli bir çalışmasını paylaştı. 9 Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisinde yayınlanan (cilt 21, syf. 2729-2742, özel sayı, 2019)

MONTRÖ BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ ve BAZI GÜNCEL SORUNLAR” başlıklı makale çok yol gösterici olsun ülkemize. Özellikle iktidara ve Erdoğan’a..

Makaleyi okumak için aşağıdaki erişkeye (linke) tıklamak ve pdf dosyasını (14 sayfa) indirmek gerekiyor..

RONA-AYBAY-1

Prof. Aybay, kapsamlı makalesini şöyle bağlamakta :

SONUÇ

Montrö Sözleşmesi ile kurulan düzen, Türkiye tarafından 80 yılı aşan bir süredir sorumlulukla yürütülmektedir. Dışişleri Bakanlığımızın diplomatları bu süre içinde; askeri yetkililerle, hukukçularla ve denizcilik alanındaki teknik uzmanlarla işbirliği içinde, konunun gerektirdiği ciddiyetle çalışmışlardır. Böylece hem Türkiye’nin ulusal çıkarları korunmuş hem de uluslararası yükümlülüklerin gereği yerine getirilmiştir. Süresi, 1956’da (yani yarım yüzyılı aşkın bir süre önce) sona ermesine karşın Montrö Sözleşmesinin hala yürürlükte kalmasında, hiç kuşkusuz, bunun da önemli etkisi vardır. Özetle şu 2 saptamayı yapabiliriz:

(i) İkinci Dünya Savaşı gibi bir felaket dönemini de kapsayan 80 yılı aşkın süre içinde; Sovyetler Birliği’nin, savaş sırasında Alman gemilerinin Sözleşmeye aykırı geçişlerine göz yumulduğu savlarına dayanan ve sonuç vermeyen; sonradan zımni olarak geri aldıkları tehditleri dışında ciddi bir diplomatik çekişmeye yol açılmamış olması Türkiye açısından övünç verici bir durum olmuştur.
(ii) 1936’dan sonra, Boğazlardan geçen gemilerin sayısındaki ve hacimlerindeki büyük artış; özellikle akaryakıt tankerlerinin karıştığı deniz kazalarının yol açtığı can kayıpları, maddi zararlar ve çevre felaketleri karşısında; Türkiye Boğazlardan geçişte güvenlik sağlamaya yönelik önlemler alma gereksinimi duymuştur. Bu alanda gösterilen çabalar başarıya ulaşmış; Türk yetkililerince hazırlanmış Boğazlar Tüzüğü, sonuç olarak uluslararası Denizcilik topluluğu ve IMO tarafından kabul edilmiştir. Bunun sonucu olarak, Boğazlardaki deniz kazalarının sayısında apaçık belirgin bir azalma sağlanmıştır. Montrö Sözleşmesindeki “geçiş serbestliği” ilkesinin gerek Türkiye’de yaşayan insanların, gerek Boğazları kullanan yabancı bayraklı gemilerdeki insanların güvenlikleri ve genel olarak çevre kirliğinin önlenmesi gibi amaçlar bakımından en uygun biçimde yorumlanması; sonuç olarak insanlığın yararınadır.”
***

Bilindiği gibi söz konusu sözleşme, İstanbul ve Çanakkale Boğazları üzerinde Lozan Andlaşmasında sağlanamayan egemenliğin kurulmasına elveren stratejik önemde bir uluslararası sözleşmedir. Mustafa Kemal ATATÜRK, son derece yetkin diplomatik çabalar ve sabırla egemenliğimizi sınırlayan bu ciddi sorunu çözmüştür. Sözleşme’den en çok rahatsız olan ülke ABD ve NATO’sudur. Rusya öbür kritik muhataptır. Karadeniz’de savaş gemisi bulundurma hak ve yetkisi, büyük ölçüde kıyıdaş (sahildar) ülkelerle sınırlandırılmaktadır. ABD – NATO ise, Rusya’nın burnunun dibine dek askeri tehdidi uzatmak isteklisidir. ABD yanlısı (haydi güdümünde demeyelim..) AKP iktidarı, 2 arada bir derede kalmış sayılabilir.

Bu gibi diplomatik açmazlarla başetmek üzere Mustafa Kemal Paşa bizlere, hala geçerli altın dış politika ilkeleri bırakmıştır. Bunların başında uyduluk değil TAM BAĞIMSIZLIK gelmektedir. İçişlerine karışmama – karıştırmama, dışişlerinde karşılıklılık ve özellikle büyük devletlerle ilişkilerde denge politikaları..

ABD’ye olağanüstü bağlı (uydu!) ve NATO üyesi Türkiye, Atlantik ötesinden gelen bu bağlamdaki sınırların kaldırılması istemleri karşısında dengelemede bocalamaktadır.

KANAL İSTANBUL da bu ikilem bağlamında değerlendirilebilir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi uluslararası hukuk açısından tarafları bağlayıcıdır. O yüzden, deyim yerinde ise, bu Sözleşme “by pass” edilmek istenmektedir Kanal girişimiyle. Oysa Montrö Boğazlar Sözleşmesi, savaşta ve barışta, Türkiye’nin savaşa girmesi / girmemesi durumlarında salt İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından geçebilecek savaş gemilerinin sayısı – silah donanımı.. ile ilgili değildir. Ek olarak bu gemilerin Karadeniz’de kalma süreleri de sınırlandırılmıştır. Bu bakımlardan Kanal İstanbul, ABD – NATO’nun tüm “dertlerine” (!) yeterince deva olamayabileceği gibi, değiştirilemez kadim kuzey komşu Rusya’yı karşımıza almak sonucunu da doğurabilecektir.

  • Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmayalım..

Ne var ki, AKP iktidarı “fena halde” ABD – NATO bağımlısı – bağlısı olup, Atlantik ötesinden verilen “büyük direktif“e karşı koyma istenci (iradesi) gösterememektedir. Tüm toplumsal karşı çıkmalara, olağanüstü ekonomik sıkıntılara, salgın için bile yeterli para bulunamamasına karşın birkaç on milyar Doları birçok açıdan çok tehlikeli bu projeye ayırmayı göze almasına ne denebilir? Kimbilir, Atlantik ötesi, kritik önemi nedeniyle koşullu finansal destek vaadetmiştir!?

Erdoğan’ı, canhıraş bir biçimde Kanal İstanbul’u savunmaya mahkum eden tablo çok açık!

Umar, diler ve uyarırız ki; AKP = RTE, bir Cumhurbaşkanlığı Kararı / Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile ya da TBMM üzerinden bile olsa böylesine bağışlanmaz, fahiş bir tarihsel çılgınlığa / ihanete girişmez..

Türkiye AKP = RTE‘nin çiftliği değildir ve olmayacaktır!

Montrö’yü tartışmaya açmak bile Türkiye için bir sağkalım (beka) sorunudur!

Sevgi ve saygı ile. 28 Mart 2021, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Hekim, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (Mülkiye)
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Anayasa Hukuku PhD Öğrencisi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Avusturya ADD Sanal Ortam Konferansları

Avusturya ADD
Sanal Ortam Konferansları

AVUSTURYA ADD’den SANAL KONFERANS.. (açık erişimli)

KONUŞMACI : Dr. M. Hüsnü BOZKURT, ADD Genel Başkan Adayı

Konu                                              :

İKİNCİ MİLLİ MÜCAELEDE
ADD OLARAK GÖREVLERİMİZ

Hüsnü Bozkurt Özgecmis

Değerli Üyeler, Değerli Atatürkçüler,

Daha önce gerçekleştirdiğimiz Zoom konferanslarımıza devam etmekteyiz. Önümüzdeki hafta birbirinden değerli iki konuğumuzun katılımıyla gerçekleştireceğimiz 2 Zoom konferansının duyurusunu sizlerin ilgisine sunuyoruz.

10 Aralık 2020 Perşembe saat 18:00’de Avusturya Saati (Türkiye Saati 20:00’de) gerçekleştireceğimiz konferansın konuğu eski CHP Konya Milletvekili ve aynı zamanda ADD Genel Merkezi Başkan adayı Sayın Dr. Mustafa Hüsnü Bozkurt olacaktır.

Konferansımızın konusu “İkinci Milli Mücadele’de ADD Olarak Görevlerimiz” olarak belirlenmiştir. E-postamızın ekinde etkinliğimizin afişini, Sayın Bozkurt’un Özgeçmişini ve ADD Genel Merkezi Başkan Adaylığını açıkladığı çağrı metnini bulabilirsiniz.

Konferans bağlantı bilgileri:

https://ataturk-at.zoom.us/j/81131341761

Meeting ID: 811 3134 1761 (bağlanmak için şifre gerekmemektedir)
==================================
Dostlar,

Avusturya ADD şubesini kuran ve yıllarca Başkanlığını yapan, halen de hak ettiği üzere “Kurucu Başkan” olarak andığımız dostumuz Sn. Erol Güçlü ve şimdiki Şube Başkanımız Sn. Yusuf Genç var olsunlar, hiç durmuyorlar..

Sanal ortam olanaklarını kullanarak, Viyana kapılarından bizleri, Dünyayı aydınlatma çabalarını sürdürüyorlar. Bu bağlamda ilk toplantıyı 19 Eylül’de bizimle yapmışlar ve Korona salgınını konuşmuştuk 2 saate yakın..
O oturum ile ilgili tüm bilgilere (erişim dahl) web sitemizden ulaşablirsiniz :

10 Aralık günü çok özel bir gün.. DÜNYA İNSAN HAKLARI GÜNÜ
Toplantının o gün olması bizim önerimizdi..
Mustafa Kemal Paşa, Anadolu halklarının yaşam hakkını Batı emperyalizminin Sevr ile soykırım yaparak gerçekleştirmek istedikleri lanetli planı bozan en büyük insan hakları savunucusu hatta gerçekleştirenidir.
Bu olgu, O’nun 100. doğum yılılna (1981) armağan olmak üzere 1979’da UNESCO Genel Kurulunda 156 ülkenin oybirliği ile aldığı kararda da özellikle vurgulanmaktadır..
KEMALİST öğreti (ideoloji), İnsan Hakları için de güvence sağlamaktadır.
ADD, bu ideolojinin ülkemizde egemen olması için vargücüyle çalışmayı sürdürmelidir.

Emek verenlere şükranla.

Sevgi ve saygı ile. 10 Aralık 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

 

 

 

VERANSIN TV Programımız

Dostlar,

Bu gün, 4 Eylül 2020 günü, Sivas Kongresi’nin 101. yılında, yursever yayıncılık yapan VERYANSIN TV’nin değerli programcılarından Sn. Erdem ARAY ile birlikte olduk.

Şanlı Sivas Kongresini, Mustafa Kemal Paşa’nın eşsiz önderliğini, Tıbbiyeli Hikmet‘i andık kısaca..

TELE1’e dönük ekran karartmanın yüz kızartıcı olduğunu vurguladık..

AKP = RTE‘nin ülkede ÇİFTE SANSÜR dayattığını; medyaya da, KORONAVİRÜS verilerine de apaçık ve ciddi oranda sansür uygulandığını belirttik..

Turkuvaz / AKP Yeşili tablonun günlük verilerinin nasıl akıl almaz çelişkilerle dolu olduğunu somut hesaplarla bir kez daha ortaya koyduk..

Tek çare kaldı :
En az 14 gün TAM KAPATMA!

Hem de artık bu kez oyalanmadan, ayak sürtmeden, gecikmeden..

  • OHAL ilanı için bahane üretmekten zinhar kaçınarak!Okulların açılmasını 2. yarıyıla erteleyerek, turizmi kapatarak…..
    Ülkeye giriş – çıkışları denetim altına alarak..
  • Masum insanlar daha çok ölmesin!Türkiye Cumhuriyeti AKP = RTE’nin bir AŞ’i değil!

    Onurlu ve saygın, büyük bir devlet; köklerine dönmeli ve bu kıyıcı kuşatmayı hıza yarmalı!
    ****

50 dk. süreli programımız bu gece 21:00 sonrasında VERYANSIN TV youtube kanalında.

İzlenmesi, paylaşılması ve gereğinin gecikmeden yapılması dileğiyle..

Örn. AKP dışı tüm belediyelerin salgının başından bu yana toplam ölüm rakamlarını açıklaması kaçınılmaz bir görev olmuştur.

Gerçek ölüm rakamları AKP’nin açıkladığı gibi 6 binlerde midir, yoksa birkaç katı mıdır?
Kaç katıdır??
Çıplak gerçek ortaya çıkmalı ve AKP = RTE iktidarının halka dürüst davranmadığı deşifre edilmelidir..

50 dk. süreli programımız bu gece 21:00 sonrasında VERYANSIN TV youtube kanalında.


Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 04 Eylül 2020, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Sivas Kongresi

Sivas Kongresi

PROF. DR. HAKKI UYAR

Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgiyle sonuçlanması, yüzyıllardır Batı karşısında gerileyen Osmanlı Devleti’nin sonunu da beraberinde getirdi. İmzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması, Sevr Barış Antlaşması’nın habercisi gibiydi.

İttihatçı liderlerin yenilginin ardından ülkeyi terk etmeleri, yerlerine gelen rakiplerinin (Hürriyet ve İtilaf Fırkası) galip ve işgalcilerle işbirliğine yönelmesi beraberinde bir iktidar boşluğu da yarattı. Eli kolu bağlanan bir millet, etkisiz kılınmak istenen bir ordu ve işbirlikçi hükümet, kara günlerin habercisi gibiydi.

Başkanlık sorunu Devlet otoritesinin ve gücünün ortadan kalkması, Moğol istilası sonrası Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılmasıyla oluşan küçük beylikleri ve Timur-Yıldırım Beyazıt savaşı sonrasındaki Fetret dönemine benzemektedir. İşte Sivas Kongresi de oluşan otorite boşluğunu ortadan kaldırmayı ve milli birliği sağlamayı amaçlıyordu.

Kongrede yaşanan ilk sorun başkanlık sorunuydu. Mustafa Kemal Paşa’nın kongreye başkan seçilmesi engellenemedi. Bu sorunun ardından bir diğer sıkıntı, kongrede edilecek yemin metni konusunda yaşandı… Kongre, milli” bir dava peşinde olduğu için İkinci Meşrutiyet döneminin parti kavgalarının buraya yansıması istenmiyordu.

Bu nedenle particilik yapılmayacağı üzerine yemin edilmesi önerilmekteydi. İlk iki gün yemin metninin nasıl olacağı, İttihat ve Terakki’nin adının yer alıp almayacağı, İttihat ve Terakki’nin yemin metninde eleştirilip eleştirilmeyeceği ciddi bir şekilde tartışıldı.

İlginç bir şekilde İttihat ve Terakki kadroları genel olarak Milli Mücadele yanlısı bir tavır içine girerken (aralarında mandacılar, yerel direnişten yana olanlar vs. olsa da) Hürriyet ve İtilaf Fırkası yönetici ve üyeleri ise Milli Mücadele karşıtı, İngiliz yanlısı bir tavır içindeydiler. HİF üyesi olup Milli Mücadele’yi destekleyen istisnai birkaç kişi vardır. Rıza Nur ve Sivas HİF yöneticisi Emiri Paşa (Emir Paşa Marşan), Mustafa Kemal’den yana tavır aldı. Hatta Birinci Meclis’te milletvekili olarak bulundu.

Manda fikrinin kongreye damgasını vurdu. Fikri destekleyenler genel olarak bakıldığında İstanbul ağırlıklı bir yapıdır. Wilson Prensipleri’nin etkisindeki grubun etkili bir lobi olduklarını, iyi propaganda yürüttüklerini söylemek gerekir. İsmail Fazıl Paşa, Kara Vasıf, Refet Bele, Bekir Sami ve İsmail Hami (ünlü tarihçi İsmail Hami Danişment) beyler önde gelen temsilcileridir. Bunlara karşı olarak Anadolu delegeleri bağımsızlık yanlısıdır.

Manda fikrinin bağımsızlığı zedelemeyeceği, manda fikri rahatsız ediyorsa yerine zaheret” (yardımcı olma) denilebileceği, ABD’nin Filipinleri medenileştirdiği gibi bizi de medenileştirebileceği (Halide Edip’in Mustafa Kemal Paşa’ya mektubundan), mevcut gelirimizin borçlarımızın faizlerini bile ödemeye yetmeyeceği dile getirilen konulardı. Hami Bey, manda kelimesinin anlamına takılmayalım, diyordu.

MANDA MESELESİ

Manda fikrinden yana olan Kara Vasıf, kongrede görüşlerini şöyle ifade etti:

… müstakil yaşamağa vaziyet-i maliyemiz müsait değildir. (…) Parasız, ordusuz ne yapabiliriz? Onlar tayyare ile havada uçuyorlar, biz henüz kağnı arabasından kurtulamıyoruz! Onlar dretnot (bir savaş gemisi türü) yapıyorlar, biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz. Bu hallerde bugün istiklalimizi kurtarsak bile yine günün birinde bizi taksim ederler.”

Kongre sırasında –özel bir sohbette- Mustafa Kemal Paşa arkadaşlarına şunları söylüyor:

  • “İstanbul’dan gelen arkadaşlarımız hâlâ bu manda konusunda nasıl ısrar edebiliyor ve bunun bağımsızlığı engelleyici olmadığına inanıp inandırmaya çalışıyorlar?”

‘HASTALIKLI RUH HALİ’

“İstanbul’dakiler ve buradakiler umutsuz ve hastalıklı bir ruh haline sahip insanlardır. Yabancı işgalinin baskısı altında cesaret ve ümitlerini kaybetmiş olmanın verdiği üzüntüyle ve hastalıklı bir ruh haliyle hareket ediyorlar. Bunun başka türlü açıklaması yoktur.”

Yine aynı özel sohbette Tıbbiyeli Hikmet, manda aleyhtarı olarak şunları dile getirmişti:

  • Paşam, temsilcisi bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun reddeder ve ayıplarız. Varsayalım ki manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i ‘vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı’ adlandırır ve lanetleriz.”

Mustafa Kemal Paşa’nın Tıbbiyeli Hikmet’e verdiği yanıt da şöyle idi:

  • “Evlat, için rahat etsin. Gençlikle gurur duyuyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak bile mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm!

Amerikan mandaterliğini ehveni şer (kötünün iyisi) olarak görenlerin baskısı o kadar çoktu ki Mustafa Kemal Paşa sık sık kongre genel kuruluna ara vermek zorunda kalıyordu.

4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi’nde ülkedeki tüm Müdafaa-i Hukuk cemiyetleri Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (A-RMHC) çatısı altında birleştirildi. Erzurum Kongresi sırasında kurulan Heyet-i Temsiliye tüm ülkeyi kapsayacak şekilde genişletildi.

TARİHSEL BENZERLİK

Bu kongrenin bir başka önemi de; bir yandan Mondros Ateşkes Antlaşması ertesinde ortaya çıkan kurtuluş yollarından Tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak ve bölgesel kurtuluş yolları birleşirken, diğer yandan Amerikan mandaterliğini savunan kitlenin de birleşen iki yol içinde çözünmesinin sağlanmasıdır. M. Kemal Paşa’nın önderliğinde birleşmesidir. Bu birleşmeye katılmayan ve ihanet çizgisine kayan İngiliz himayesini savunan İstanbul Hükümeti ve Padişah-Halife idi.

Damat Ferit Paşa hükümetini istifaya zorlamak için İstanbul’la iletişim bağlantısı (telgraf) kesildi. İstanbul’un Anadolu ile bağlantısının kesilmesi, Bizans’ın İstanbul’a sıkışarak Anadolu ile bağının kesilmesine ve Türklerin Anadolu’yu tümüyle fethine benzetilebilir. İstanbul Hükümeti de Bizans gibi İstanbul’a sıkıştı. Damat Ferit Hükümeti istifa etti. Meclisi Mebusan seçimlerinin önü açıldı. Misakı Milli kararını bu Meclis alacaktı. Dolayısıyla İstanbul, asi ilan ettiği Anadolu’daki hareketle masaya ilk kez Sivas Kongresi’nin sağladığı başarı ile oturdu (Amasya Görüşmesi).

SEMBOL ŞEHİR

Sivas, Milli Mücadele’nin birkaç sembol şehrinden biri… Milli birlik yolunda ilk adımın atıldığı, İstanbul Hükümeti ve işgalcilere karşı kararlı bir direnişin sergilendiği, ilk gazetenin çıkarıldığı (İrade-i Milliye), ilk kadın örgütlenmesinin (Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti) yapıldığı şehir… Ankara’dan sonra Milli Mücadele’nin en önemli şehri… Sivas olmasaydı, Ankara da olmazdı. Sivas’ın Madımak olaylarıyla değil de hem Türk tarihindeki ve hem de Milli Mücadele’deki yeriyle anılmasını, değerinin bilinmesini diliyorum.