Etiket arşivi: Mustafa Kemal; “Ne mutlu Türküm diyene!”

Alb. Ümit Metin’in Mektubu


E. Amiral Türker Ertürk

portresi_gulumseyen

Alb. Ümit Metin’in Mektubu

Bugün size Hadımköy Askeri Ceza ve Tutukevi’nde esir edilmiş olan Deniz Kurmay Kıdemli Albay Ümit Metin’in bana gönderdiği mektubu, bu köşeye sığacak biçimde özetlemeye çalışacağım. Kendisini tanıyorum gerçekten yurtsever, çalışkan,
üstün niteliklere sahip pırıl pırıl bir subaydır. Şu anda bile, bu denli haksızlığa uğramasına karşın, ülkesi için canını hiç çekinmeden feda edeceğine olan inancım tamdır.

“ Sayın komutanım,

Deniz Astsubay Meslek Yüksek Okulu Komutanı iken 27 Mayıs 2011’de
iftira ürünü ‘Amirallere Suikast‘ davasından tutuklandım. Bire bir aynı dijital veriler ile 19 Eylül 2011’de ise Balyoz davasından ikinci kez tutuklandım.
Her iki soruşturmada da savcılar bana ayni sahte dijital verileri sordular.
Her ikisinde de suçsuzluğumu kanıtlamama rağmen iki defa aynı sahte dijital verilerden tutuklanmış oldum.
 Üzerime atılan bir iftira nedeniyle 20 aydır tutuklu bulunmaktayım. Kendi memleketimde esir tutulmaktayım.

Bazı dijital verilerin içinde adım geçtiği için, hakkımda 16 yıl hüküm verildi.
Gerekçeli kararın ‘Sanıkların hukuki durumlarının değerlendirilmesi‘ bölümünde
‘İsmi hassas personel listesinde eksi olarak işaretlenmiş ve dönemin Güney Görev Grup Komutanının mesai saatleri ve sonrasında faaliyetlerini takip etmek üzere Aykar Tekin ve Berker Emre Tok’u görevlendirdiği, amiralin faaliyetleri ile ilgili belirtilen yazıları hazırladığı‘ ibaresi yer almaktadır.

İftira ürünü suçlamalar gerekçe

Anılan dönemde Güney Görev Grubu Komutanı Tuğamiral Nusret Güner’dir.
Ne iddianamede, ne ek delil klasöründe, ne de davanın herhangi bir dosyasında benim, Tuğamiral Nusret Güner’i takip etmek üzere adı geçen subayları görevlendirdiğime, amiralin faaliyetleri hakkında yazılar hazırlandığına ilişkin tek bir dijital veri bile yoktur. Sahte delili bile olmayan, tümüyle iftira ürünü bir suçlamanın gerekçesi ile
karşı karşıyayım. Şimdi soruyorum size, bu nasıl gerekçeli karardır?

Size bu konu ile ilgili başka bir hususu aktarmak istiyorum. İftira ürünü iddiada Komutanı mesai saatleri ve sonrasında faaliyetlerini takip etmek üzere
Berker Emre Tok’u görevlendirdiğim gerekçe olarak gösterilmektedir.

Birincisi benim tarafımdan böyle bir görevlendirilme yapıldığına dair hiçbir dijital veri yoktur. İkincisi ve daha önemlisi, Berker Emre Tok, anılan tarihte Gölcük’te bulunan Trakya fırkateyninde görevliydi. Duruşma sırasında mahkemeye sunulan resmi evrakta bahse konu subayın izleme yaptığı komutandan
tam olarak 730 km uzakta görev yapmaktaydı. 
Soruyorum size,
Gölcük’te görev yapan bir subay Aksaz’daki bir amirali takip edebilir mi?

Bir tek bu gerekçe bile dijital verilerin sahte olduğunun çok açık kanıtıdır.
Bize bu tuzağı hazırlayanlar; Ağustos 2002 öncesinde Aksaz’da bulunan Trakya firkateyninin 5 Ağustos tarihinde Gölcük’e bağlandığını ve hizmet dışına çıkarıldığı 30 Haziran 2003 tarihine dek Gölcük’te bulunduğunu bilmemelerinden dolayı bu hatayı yapmışlardır.

Ama asıl acı olan; bu durumun mahkemede resmi evraklar ile kanıtlanmasına karşın, mahkeme heyetinin hala aynı yalanı gerekçe yapabilmesidir.

Maalesef her aşamasında ayrı hukuksuzlukları yaşadığımız bir mahkeme süreci sonucunda, kendi içinde çelişkilerle ve yalanlarla dolu bir gerekçeli kararla karşı
karşıya kaldık. Minareyi çalan kılıfını hazırlayamamış, minare kılıfa sığmamış,
her tarafından patlak vermiştir. Halkımız mahkeme sürecini izleyemediği için,
bizim ne tür haksızlıklara uğradığımızı göremedi. Ama siz yazdığınız yazılar ile uğradığımız haksızlıkları yurtseverlere duyurarak bizim sesimiz oldunuz. 
Gösterdiğiniz çabalar için çok teşekkür ediyorum.

Hüküm verilen Türkiye’nin geleceği

Mahkemede yargılanan ve hüküm verilen yalnızca bizler değiliz.

  • Adaletin yok olduğu bir toplumun geleceği de yok olacağından,
    burada yargılanan ve hüküm verilen Türkiye’nin geleceğidir.

Sizlere gerçek adaletin ve özgürlüğün olduğu bir Türkiye ortamında buluşmak üzere, sağlıklı ve huzurlu günler diliyorum. “

==============================

Değerli Kardeşim,

Size bu haksızlıklar yapılamasaydı, Ergenekon, Balyoz ve Amirallere suikast gibi operasyonel davalar vizyona konamasaydı bugün nasıl Narko-Terör Örgütü Lideri, bebek katili ve Kürt kızlarını tabularından kurtarma görevlisi ile ülkemizi bölmek ve parçalamak için don ile fanila gibi olunur ve pazarlık masasına oturulurdu?

Bugün komşumuz Suriye’ye terör ihraç ediyoruz, Irak’ta bölücülük, İran’a düşmanlık yapıyoruz. Cumhuriyetimizin tüm kazanımları ve değerleri emperyalizme peşkeş çekiliyor. Tüm komşularımız için istikrarsızlık kaynağıyız. Ülkemiz adete bir terör üssü ve casuslar için cirit alanı haline gelmiş. Adım adım Türkiye ortaçağ karanlığına doğru götürülüyor. Şu anda emperyalizmin bizden daha onursuz taşeronu yok gibidir.

Bir düşün sizler içeri atılmasaydınız bunlar mümkün olabilir miydi?
Beni sorarsan, ettiğim yemine hala bağlıyım ve anamdan emdiğim süte
hala ihanet etmedim. Bizim bu ülkeye,
Atatürk’e ve Türk devrimlerine bağlılığımız mezara kadardır! Hiç kuşkun olmasın, geldikleri gibi gideceklerdir.
Geçmişte olduğu gibi şimdi de bedel ödemek yurtseverlerin görevidir.

Ne Mutlu Türküm Diyene!

============================

Dostlar,
Bu yazıyı atlamışız.. 26.2.13’te bize ulaşmış, geciktik, bağış dileriz..

Altemur Kılıç : Türk, Türk’e karşı

Altemur Kılıç

Türk, Türk’e karşı

Bütün dünya -Avrupalılar Hıristiyanlar- yüzyıllarca “Türk” ten, Türk’ün gölgesinden korktular! “Müthiş Türk” deyimi, edebiyatlarına yansıdı.. Avrupa’da analar çocuklarını “Türkler geliyor” diye korkuttular.. Fakat “Türk’e” karşı alerji Osmanlı’da da vardı; “Türk” adeta aşağılama anlamındaydı…

“Etrakı bi idrak” yani ‘idraksız, akılsız Türkler “ derlerdi.

Kurtuluş Savaşını aslında ‘Türklük’ imanı ile kazandık ama Yakup Kadri’nin Yaban romanında Anadolu’da bir köylü kendisine, Türk diyen yolcuya “O senin dediğin Haymana Ovası’nda bulunur” der!

***

Aslında Yusuf Akçura gibi dış Türklerin ektikleri Türklük tohumunun İttihatçılar tarafından filizlendirilmiş -Türklük- şuuruna son noktayı Mustafa Kemal, “Ne mutlu Türküm diyene!” sözleriyle koymuştu. Atatürk, bu şuuru tarih ve dil çalışmalarıyla bilimsel temellere de dayandırmak istedi.

Kendisi için en büyük nimetin “Türk doğmuş olmak” olduğunu söyleyen Atatürk eklemişti;

-Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim…

Türk kelimesi ve anlamı yıllarca bütün Anayasalarda değişmez madde olarak yer aldı. Ve bugünkü anayasanın da değiştirilemez hükümlerinden! Ama ne garip ve ne acı tecellidir ki bunca yıl sonra Yeni Anayasa’da “Türk vatandaşlığı” mı yani “Türk” mü, yoksa “Türkiye vatandaşlığı” mı, yani “Türkiyelilik” mi yer alacak sorunu tartışılıyor!..

Bazı “Türkler” adeta, “Türk”e karşı. “Türk” demekten korkuyorlar…

***

Kafalar karışık… AKP, “ Türkiyelilik”ten yana…
Acaba böyle denirse bunun; eyalet sisteminin, demokratik özerkliğin ve “Büyük Kürdistan”ın yolu olacağının farkındalar mı?

BDP de tabii bu deyimden yana. Fakat Cumhuriyet’in kurucu partisinde, ambleminde en öne çıkan ok “milliyetçilik” olan Klıçdaroğlu’nun CHP’sinde kafalar iyice karışık…

Taban “Türk”lükten yana, ancak bazı allameler ise, bu sıfattan kurtulmak için dolambaçlı paragraflar tavsiye ediyorlar. Kimileri burada Türk sıfatının bir ırkı temsil ettiği gerekçesiyle kaldırılmasını istiyor.

Bugünkü TBMM’de “Türk” lükte ısrar eden tek parti MHP…

Tabii yabancılar da çoktan “Türk”en kurtulmak isterler. Stratejik müttefikimiz NATO’nun Soğuk Savaş yıllarındaki Başkomutanı Alexander Haig, Brüksel’deki kapalı bir toplantıda “Bizi Sovyetlerden Türkler kurtarır ama sonra bizi onlardan kim kurtaracak?” demişti.

Kürt dostları da hep “Kürtlerin haklarından” bahsederler ama “Türk”e karışıdırlar…

ABD, tam etnik bir çıfıt çarşısıdır. Her etnik grup vardır. El Kaide’nin New York’ta İkiz Kuleler’e saldırısından sonra tehlikeye karşı Amerikan milliyetçiliğinin canlandırılması için her taraf Amerikan bayraklarıyla donatıldı ve TV’lerde bir kampanya başlatıldı. Kadınlar erkekler ekranlarda; “Benim anam Rus, babam İngiliz ama ben Amerikanım” dediler. Yani “Ben Amerikalıyım” demediler…

***

Biz şimdi, yüzyılların hazinesini çar çur etmeyi tartışıyoruz. Ben burada kardeşim Melih Aşık’ın sözlerini tekrar edeceğim; “Her milletin bir adı vardır. Bu milletin adı kısaca “Türk Milleti” dir… Türk sözcüğü bir ırkı, etnisiteyi temsil etmez. Türk milleti, kendi öz adının değiştirilmesine PKK veya ABD istedi diye izin vermez”.

Sözün bittiği yer budur…

Biz “Türkiyeli“ filan değil TÜRK’üz…

Ne Mutlu TÜRK’üm Diyene” !