Etiket arşivi: Mustafa Aydınlı

ÇOK YAŞA FAZIL SAY!

ÇOK YAŞA FAZIL SAY!

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Kaz Dağları’ndaki eşi görülmemiş orman kıyımına karşı son derece yerinde şiddetli tepkiler verilirken -çünkü sanki işgal altında imişiz ya da bir sömürge ülkesiymişiz gibi iktidarın bilgisi, izni hatta teşviki ile inatla sürdürülüyor!– geçtiğimiz hafta dünyaca ünlü piyano sanatçısı Fazıl Say bölgeye gelerek bir mini konser verdi. Daha sonra kısa bir konuşma yapan Say, Bugün Türk halkıyla onur duydum.. dedi. Ardından, kamp alanında bulunan yurtsever – doğasever çilekeş çevrecilere seslenen Say;

  • “Bu gezegende insanlar olarak gelecek için bir şeyler bırakmak istiyorsak korumak zorundayız. Yaşatmaktan, yaşamaktan yana olmalıyız.
  • Müzik de zaten bunu anlatıyor diye düşünüyorum.” dedi.Say’ın piyano resitali yerli ve yabancı basın kurumlarından büyük ilgi gördü.

Kaz Dağlarındaki benzeri görülmemiş vahşi talana bu ölçüde kapsamlı bir karşı çıkış hepimiz için, gelecek için, çevreye duyarlık ve vatan toprağını koruma adına bir umut; Fazıl Say’ın da belirttiği gibi gerçekte “Halkımızla gurur duymak gerek”!

Sorun çevreyi koruma, küresel yabancı sermaye ve yerli işbirlikçilerince vatan toprağının yağmalanmasını önleme tarihsel sorumluluğu olunca akan sular durmalıydı, öyle de oldu!

Gerçekte Kazdağları vahşeti, buzdağının görünen yüzü, bardağı – sabırları taşıran bir simge oldu. Ülkemizin hemen hemen her yanı benzer talan riski altındadır. Say’ın verdiği özlü ileti, Kazdağları özelinde ülkenin dört bir yanı için yanan yüreklerin isyan çığlığıdır.

Türkiye’de yabancılara verilen maden arama izni alanı 150 bin km2 olup, ülkemiz yüzölçümünün yaklaşık 1/5’i gibi devasa bir orana ulaşmaktadır! (http://www.guncelmeydan.com/pano/turkiye-cokuyor-maden-yagmasi-t22300.html, erişim: 24.8.19)

Dünyaca ünlü bir piyano sanatçısı, Kazdağları’nın doruğunda, neredeyse bir ton ağırlığında bir piyano ile ne yapmak istiyor?!

İşte sanatçı duyarlığı, sanatçı sorumluluğu budur. Sanatçılar ve bilim insanları sürekli halka öncülük etmek zorundadır! Ülkenin genel gidişine yön gösterip iktidarları uyarmak yükümündedir. Tarihin gerçek aydına yüklediği temel bir sorumluluktur bu. Halkın gerisinde kalan popülist sanat da, sanatçı da gerçek işlevini yerine getiremez. Büyük ATATÜRK‘ün saptaması ne denli yerindedir :

  • “… Sanatkâr da toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır..“

Sanatçı, doğası / toplumsal işlevi gereği karşıttır (muhaliftir). Sanatçı “Sade suya tirit” çekemez. Çekerse o sanatçı değil yağdanlık olur. Sanatçılar sürekli halktan yana tutum almak zorunda olduğundan, iktidar balonlarını şişiren değil iğneleyen konumdadır. Bu nedenledir ki toplumcu sanatçı, akustik konser salonlarının konforunu terk ederek, deyim yerinde ise piyanosunu alıp dağlara vuruyor yolunu… Onbinlerce yurtsever insanımız da O’na eşlik ederek yan yana, omuz omuza Kazdağ’ına tırmanıyor. O insan omuzlarıdır ki, tarihte nice faşist rejimleri yerle bir etmişlerdir.

Artık sabırları taşan ve “evrensel meşru direnme hakkı“nı kullanan Halk, dağlara çıkıp İzmir’in Dağları marşını omuz omuza haykırıyor. “Yaşa Mustafa Kemal Paşa, yaşa / Adın yazılacak mücevher taşa” nida ve nağmeleri o gün, 18 Ağustos 2019 günü, onbinlerin ağzında dağlarda, kayalarda, kadim Ege’de yankılanıyor. Bulutlar gökyüzüne evrene yayıyor o çığlıkları. Hüzünlü ama geleceğe güvenle bakan, bir umut, bir kükreyiş, bir dik duruştur bu. Haklı olmanın verdiği yaman özgüvenle. Köroğlu‘na gönderme de (nazire) var yurdum insanının coşkun eyleminde :

  • Ferman Bolu Beyinin ise dağlar bizimdir!

BBC, AKP iktidarında ülkemize  – dünyaya yaşatılan Kazdağları vahşetini;

  • Gelmiş geçmiş en büyük orman katliamı

diye tüm dünyaya duyurdu. Yıkım bu boyutta olunca, yatağında hala rahat uyuyabilen yurttaşlar ve sanatçının – aydının da kendini tez elden sorgulaması gerekiyor. Kazdağlarında doğa kırımı (katliamı) ile gündeme oturan Kanadalı maden şirketi Alamos Gold, CEO’su John McCluskey’e göre yaklaşık 4 milyar $ değerinde altın çıkarmak uğruna dağlarımızı – ormanlarımızı, yaşam hakkımızı, geleceğimizi katlediyor. Toprağımızı ve sularımızı ölümcül siyanürle zehirliyor.

İçimizi dağlayan bir boyut da, çıkarılacak altının salt %4’ünün Türkiye’ye bırakılmasıdır. İyimser hesapla bu rakam 160 milyon $! Yaratılan doğa kırımının kısa – orta – uzun erimde ülkemize yüklediği dönüşümsüz bedelin bu rakamın altında olduğunu iktidar kanıtlayabilir mi? Yapılabilirlik (feasibility) raporları var mıdır, nerededir? Bu firmaya verilen teşvik, beklenen gelir 160 milyon $’a denk midir?? Tüm bunların kamuoyuna belgeli olarak açıklanması zorunludur. Oysa TEK ADAM REJİMİ saydamlığa ve hesap vermeye – sorulmaya engel! Yoksa böyle yapabilmek için mi dayatıldı ülkemize cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denen ucube ve dünyada örneği olmayan çağ dışı yönetim biçimi??!!

TBMM felç, Padişahtan öte yetkili TEK ADAMA soru bile sorulamıyor!

  • Yoksa, 17+ yılda Türkiye’yi 130 milyar $ dış borçla alıp 4 katına çıkaran (500+ milyar $!) AKP = RTE; borç batağında nefessiz mi kaldı da göz göre göre bu yürek yakan – ciğerimizi söken talana – yağmaya ses çıkar(a)mıyor??!!

Öte yandan Kanada ağaca o denli önem veriyor ki, bayrağı ile simgeleştirmiş. Bizim ülkemizde ise 200 bine yakın ağacı gözünü kırpmadan katlediyor. (Bkz. ÜLKENİN CİĞERLERİNİ SÖKME TEŞVİĞİ başlıklı yazımız..) Gerçekte bu firmaya o maden arama – işletme ruhsatı verenleri sorgulamak gerekmez mi? Kendileri için son derece uygar (!) bu ülkeler, gelişmekte olan ülkeler söz konusu olunca bir anda barbarlaşabiliyorlar. Yanına içimizden ortaklar alarak!

Fazıl Say’ı Kazdağları’nın tepesinden yalnızca, dünya dinlemedi. Daldan dala konan kuşlar, kelebekler, ürkek tavşanlar, uğur böcekleri, karıncalar ve uzaklara saklanan binlerce canlı varlık, Kazdağları’nın kadim sahipleri de dinledi huşu ile. Kuşku yok ki, dost bir ses olduğunu duyumsadılar. İnanıyoruz ki, bir zaman sonra Fazıl Say’ın yontusu dikilir o çam ağacının dibine. Doğaseverliğiyle ve yurtseverliğiyle ölümsüzleşen Fazıl Say’ın.

Karıncasından, üveyik kuşlarına, kekliğine, ceylanına, tilkisine, tavşanına dek kısacası konuşamayan tüm yaratıkların sesi oldu Say… Dalda filiz veren çam ağacının, titreyen meşe yaprağının, tomurcuk açan kır çiçeklerinin sözcüsü, çığlığı ve de ağıdı oldu… Yaşamak ve yaşatmaktan yana olalımdedi.
Biz ne diyoruz; sen de çok yaşa Fazıl Say, sen de çok yaşa!

ÜLKENİN CİĞERLERİNİ SÖKME TEŞVİĞİ

ÜLKENİN CİĞERLERİNİ SÖKME TEŞVİĞİ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Sayın Recep Tayyip Erdoğan ne demişti; “Biz İstanbul’a ihanet ettik, bunda benim de payım var..” O denli doğru söylediniz ki sayın Cumhurbaşkanı, tarife benim sözcük hazinem yetersiz kalıyor. Yalnızca İstanbul’a mı, öbür illeri ayırdınız mı? Ülkemizin öbür illeri ve bölgeleri ayrıcalıklı mı? İstanbul’un suçu ne tek başına? Ben bir anımsatma yapsam, acaba ülkenin büyük bölümü kapsama alanına giriyor olabilir mi?

Örneğin kaç belediye başkanını –istifaya zorlayarak– görevden aldınız? Bunların suçları neydi? Görevden aldığınıza göre suçlu olmalılar. O halde cezaları nerede? Hukukta bir kural vardır; Suçsuz ceza olmaz! Cezasız kalan suç??.. Bilgisizliğimi hoşgörün,  istifa ettirerek görevden aldığınız belediye başkanlarının olduğu illerde de ihanet olabilir mi? Yine soralım; 1. derecede sit alanı, Salda Gölü’nün başında Azrail nöbet tutuyor, burada da böyle bir belirti var mı?

Mitolojiye göre tanrıların tanrısı Zeus, Kazdağlarının doruğunda Troia Savaşlarını izliyordu. İlk güzellik yarışması Kazdağlarında yapılmıştır. Kainat güzeli Afrodit birinci gelmiştir. Kazdağları da Afrodit kadar güzel değil mi? Kazdağları yalnızca doğal durumu ile değil, kültürel yönüyle de dünyanın ilgisini çekmektedir. Ayrıca Kazdağlarının sahibi insanlardan önce tavşanlar, tilkiler, kuşlar, sincaplar, geyikler, kaplumbağalar, kelebekler, uğur böcekleri ve ağaçlar değil midir? Binlerce ton siyanür zehiri dökülerek katledilen on binlerce ağaç ve canlı, bozulan ekolojik denge, gene kapsama alanı dışında mı kalıyor? Niçin??!

Biz, “yaş kesen, baş keser” olarak bilirdik, İktidarınız bunu “yaş kesen, hoş keser” e dönüştürdü. Doğaya karşı bu acımasızlığınız nedendir? Çevresi boğum boğum yeşil, halka halka, rengarenk Uzungöl yok artık! Çevresine betondan kelepçe vuruldu. Burada da bir ihanet belirtisi, hatta sonucu var mı? Kim sorumlu?

Mardin’in en güzel üzüm bağları ve zeytinlikleri alev alev yanıyor.
Şirince’de ağaç katliamı başladı, başlayacak (mermer ocakları için), Matematik Köyü yakınlarında.
Aydın’da kurulu jeotermal santrallerin incirleri, zeytinlikleri, çocukları, kadınları, erkekleri, yaşlıları hasta ettiğini biliyor muyduk? Ülkede kanser oranının hızla artmasını neye bağlıyorsunuz?
Şimdi Munzur’un en verimli su kaynaklarında sıra, o da yok edilmek üzere. Altın ve mermer ya da dolayısıyla RANT, kapitalizmin tapıncı kâr  uğruna… Dünya var olalı beri, insanlar o altını ve mermeri çıkarmadan yaşadı ama susuz ve havasız ne denli yaşayabilir? Buna ne diyeceğiz?

Karadeniz’de çeşit çeşit kuşların sesleri, suların şırıltısı esen rüzgarın uğultusu ile bir senfoni oluşturuyordu. HES’lerle o suları kuruttunuz. O kuşları susturdunuz. O doğal müzikal koro yok şimdi!

Dalaman’da çıkan yangında, Bakanlık emriyle yangın söndürme uçakları kullanılmadı. Binlerce ağaç yandı. Milyonlarca börtü böcek yandı, yok oldu. Arılar öldü, evet evet arılar öldü. Arılar ölürse doğal yaşam da ölür, bunu biliyor muyduk? Yangından geriye geyiklerin boynuzları ile kaplumbağaların kabukları kaldı! Peki, bunun gerçek adı ne? Son zamanlarda sıklaşan bu vb. “yangınlar“ salt fiziksel, olağan, rastlantısal doğa olayları mı? Fıtrat mı yoksa??!

Ulusal – uluslararası ölçekte sabotaj, kasıt, yeni 2B arazileri yaratma.. dürtüleri ardalanda gerçek belirleyiciler olmasın! O zaman Devletin istihbaratı gerçeği ortaya koyacak, güvenlik güçleri önlem alacak ve kamuoyu da adeta seferberlik ruhu ile dayanışma amacıyla aydınlatılmayacak mı?

Yeni din ve yeni tanrı “Rant“ hazretleri midir??

Kuzey Ormanları, Akkuyu, Hasankeyf, Eskişehir, Alpu Ovası, Yatağan, Marmaris Okluk Koyu, Aydın, Manisa, Arhavi…. yakınlarında Selçuk-Şirince kasabası var, say say bitiremiyoruz doğa katliamlarını. Geçmişte bu boyutta yıkıcı olaylar yaşanmadı ülkemize. Nedir hikmeti bu uğursuzlukların??? TEK ADAM rejiminizin bu ağır tabloya tanısı nendir?? Hangi çözümler önerilmektedir ve hangi önlemler alınmıştır, alınacaktır? Rejimin kalbi TBMM uzuuuun mu uzun tatillerde.. Meclis incelemesi yok, araştırması yok, soruşturması yok, yaptırım gücü yok…

TEK ADAM REJİMİ ile devasa sorunları olan ülkemiz çaresizlik içinde kıvranmakta.. 21. yy’da dünyada örneği olmayan ve Türkiye’ye asla yakışmayan bu ucube rejim hem çok ağır sorunların nedeni hem de haliyle çözemeyeni!

Kanadalı Alamos Gold şirketi Türkiye’yi kandırdı mı? Yoksa dolandırdı mı? Çıkarılacak altının yalnızca %4’ü bize bırakılıyor. Yetmiyor, bir de bu şirkete teşvik kredisi 865 milyon TL sunmuşuz. Buyrun yalanlayın yalanlayabiliyorsanız. Ülkenin ciğerlerini sökme teşviği! Böylesi bir bezirgan pazarı dünyanın neresinde var??

Yarın bir kez daha “kandırıldım“ mı diyeceksiniz??! Kuzum siz, ha bire kandırılmak için mi oradasınız?? Bu ne mene bir söylemdir ki, gözünün içine bakaaaa bakaaaa “82 milyon“ salak – aptal – geri zekalı…. varsayılmaktadır!?

Kanada bayrağı akçaağaç yaprağıdır, %46’sı ormanlarla kaplı bir yeşil denizdir bu devasa ülke. Orada tek bir ağacı bile kafanıza göre kesemezsiniz. Ormanlarını gözleri gibi koruyorlar. Hatta bayraklaştırarak simgeleştirmişler. Oysa ülkemizde ormanlarımızı vahşice katlediyorlar. İşte Batı emperyalizmi böylesine ikiyüzlü iken, bizim gözümüzü iyice, iyice açmamız gerekmez mi?

Sonuç olarak                       :

  • Bu iktidar döneminde Doların yeşili, doğanın yeşilini tutsak almıştır.
    Tutsak işlemi yapılmakla kalsa bari; ülkemizin doğası, meydan okurcasına ve dönüşümsüz biçimde talan edilerek, peş keş çekilerek yok edilmektedir.
  • Bu meydan okuyucu politika sürdürülemez bir dayatmadır Türk ulusuna karşı..
  • Ve öyle sanıyoruz ki; iktidarın meşruluğu sorunu doğuracak kertede vahimdir!

KAZDAĞLARI (İDA) KANAYAN YARAMIZ

KAZDAĞLARI (İDA) KANAYAN YARAMIZ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Balıkesir ili Edremit ilçesi sınırlarında Edremit Körfezi’nin kuzeyinde bulunan Kazdağları Milat’tan önceki yıllara dek tarihi ile çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Flora ve faunası (insan dışında var olan canlı biyolojik zenginlik; sırasıyla bitki ve hayvan türleri) ile ünlü bir ulusal (milli) parkımızdır. Bir doğa harikasıdır. Dünyada Mitoloji –ve efsaneler– Dağı olarak da bilinen İda (Kazdağları), tarihte ilk güzellik yarışmalarının yapıldığı yer ve Troi  (Truva) savaşlarının çıkış nedeni olarak da biliniyor. Efsaneye göre Hera, Afrodit ve Athena arasında tarihin ilk güzellik yarışması burada yapılmıştır. Yine efsaneye göre bu yarışmayı Afrodit kazanmıştır.

İda (Kazdağları) derin vadi ve kanyonları ile pek çok hayvan türü (fauna) ve bitki örtüsünü (flora) büyük bir biyolojk tür varsıllığı (zenginliği) ile bağrında barındırmaktadır. İyotlu oksijen deposu olarak bilinir. İda Dağında eriyen kar suları Edremit, Akçay ve Altınoluk’un denizine Ege’ye), içme ve kullanma sularına da karışmaktadır. Kazdağları’ndan esen iyotlu oksijen miktarı yüksek rüzgar Altınoluk, Şahinderesi, Boğaz yerleşiminde tıpkı (adeta) oksijen çadırı oluşturmaktadır. Dünyanın üç büyük oksijen deposundan biri olarak bilinmektedir.

Gerçekte Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Kazdağları’nın yöre ve ülke turizmine katkılarını planlaması gerekirken, İda Dağı’nın dünyada sayılı sağlık merkezleri arasında yer alması için “neler yapılabilir“i tasarlaması gerekirken, İda’nın başında, oksijen bulutları yerine kara bulutlar dolaşıyor!

Kazdağları’nın 200 bine yakın ağacı vahşice kesiliyor, dilim dilim istifleniyor o ağaçlar. Sonra o ağaçların kökleri kılcal damarlarına dek temizleniyor ve altın sarısı, kına kırmızısı güzelim – caanım topraklar, höllük eler gibi eleniyor, o topraklarda kök ve solucanlar da içinde (dahil) hiçbir canlılık belirtisi kalmayıncaya değin ayıklanıyor.. Dahası, bu caaanım yurt toprakları üzerine 20 bin ton siyanür boca ediliyor!!

Kanadalı mı, her nereliyse yabancı şirketler, Kazdağlarını acımasızca katlediyor!

Doğal yaşamı dönüşümsüz biçimde öldürüyor. Toprağa dökülen tonlarca siyanür zehiri, eriyen kar suları ile yöre sularına karışıyor.

Bölgenin içme suları zehirleniyor.

Yetmiyor, oksijen depoları yok ediliyor.

İnsanlar zehirleniyor, hayvanlar zehirleniyor, doğal yaşam asla geri döndürülemeyecek biçimde kalleşçe yok ediliyor rant uğruna!

Kuşların yuvaları yıkılıyor, tilkinin, tavşanın, ayının, kurdun, kuşun yuvası dağıtılıyor. Çekirgeye, kelebeğe, uğur böceğine, solucana bile yaşam hakkı tanınmıyor. Ceylanlar sığınacak ağaç gölgeleri için kaçışıyor; İda solduruluyor, susturuluyor..

  • Bu yaman katliam, “uygar” (!) dünyanın gözü önünde ve
    AKP iktidarının bilgisi, izni hatta teşviki yapılıyor!!!

Buzlar arasında sıkışan bir balinayı kurtarmak için seferber olan “uygar” (!) dünya ülkeleri, şimdi Türkiye’de eşsiz bir doğa ve kültür hazinesi, insanlığın ortak değeri, gelecek kuşaklara korunarak aktarılması zorunu olan emanetin görülmemiş katliamı en ceberrut, en kaba, en yoz hatta en soysuz biçimde yapılırken ne denli duyuyor?

Yürekler mühürlü, kulaklar sağır, vicdanlar taşlaşmış!

Kimse duymuyor bu ülkenin duyarlı insanlarının, yurtseverlerinin çığlığını..

Hiroşima – Nagazaki’ye 6 ve 9 Ağustos 1945’te 2 atom bombası atıldı. Bilim insanlarının belirttiğine göre o topraklarda hala ot bile bitmiyor!

  • Siyanürle altın aramak, o topraklara sessizce atom bombası atmak gibi birşey!

Doğal yaşam köktenci ve dönüşümsüz biçimde yok ediliyor.
Yaşamın solduğu yerde altın kimlere ve ne işe yarar ki??

Alman düşünür Karl Marks diyor ki :

  • “Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser!” 

Altın, yaşamın kaçınılmazı mıdır?

Zerrece insafın yok vahşi kapitalizm, her şeyin para, vicdanın kurusun insanlık düşmanı!

Kızılderili atasözündeki gerçeği öğrenince insanlık, her şey için çoook geç olacak. Diyor ki Kızılderili reis;

  • “Son ağaç kesildiğide, son nehir kuruduğunda, son balık avlandığında..
    işte o zaman paranın yenmediğini anlayacaksınız..”

    Günümüzün rant tutsakları, kâr uşakları sefiller; altının da yenmediğini, yenemeyeceğini!
    *****

    Image result for Emperyalizm elini Kazdağlarından çek

    Kaz dağları ülkemizin yıllardır kanatılan yarasıdır.
    Daha geç olmadan bu katliam der-hal durdurulmalı; insanlık adına, ülke sevgisi adına, uygarlık adına, gelecek kuşaklar adına..

    Unutulmasın; o katledilen her bir ağacın, kurdun – kuşun, tilkinin – tavşanın, kelebeğin – uğur böceğinin… her bir canlının ahı yakacaktır iç ve dış sorumlularını, böylece bilinmeli.

15 TEMMUZ VE ÖRDEK YUMURTASI

15 TEMMUZ ve ÖRDEK YUMURTASI

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

15 Temmuz 2016, Cumhuriyet tarihinin en kanlı ve şeriatci bir darbe girşiminin 3. Yıldönümünü de geride bıraktık. Önce bakalım, 15 Temmuza nasıl gelindi?

15 Temmuz öncesi mevcut iktidar, FETÖ kısa adlı terör örgütü ile ortak hükümet kurmuştu! İkisi birbirinin ruh ikiziydiler. Ortaktılar, FETÖ özellikle yargıyı, askeri ve sivil kurumları ortağının desteğiyle ele geçiriyordu. Ergenekon, Balyoz, Oda TV ve Casusluk… davaları FETÖ kumpasları ile ve bütün hızı ile devam ediyordu. Devletin en üst kademesinden “Ben bu davanın savcısıyımdeniyordu.  FETÖ’yü devlet kadrolarına bu iktidar alıyordu, bu iktidar; “Beraber yürümüştür, aynı yollarda” Bu iktidar; “Beraber ıslanmıştır yağan yağmurda”.. Daha sonra kerhen, “Ne istediniz de vermedik?” itirafından açık seçik anlaşılacağı üzere, FETÖ’yü bizzat şimdiki iktidar büyütüp beslemiştir.

O da bu fırsattan yararlanarak başta yargı ve askeri istihbarat kurumlarını ele geçirmiştir. O günün önemli isimlerinden Bülent Arınç, Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’e

  • Ankara’yı FETÖ’ye parsel parsel sattın demiştir.

Dahası; üniversite giriş sınavı, polisliğe giriş sınavları, KPSS.. soruları çalınarak, on binlerce masum gencimizin geleceği karartılmıştır. Kendi deyimleri ile “Milli orduya kumpas kurulmuştur”, “FETÖ devleti ele geçirdi” gibi muhalefetin itirazlarına, Zamanın Milli Eğitim Bakanı Hüseyin  Çelik “Bu söze kargalar bile güler” diyerek adeta halkla ve muhalefetle alay etmiştir. İktidarın bakanları FETÖ terör örgütü başına, methiyeler düzmekte, bir yolunu bulup ABD’ye giderek birlikte fotoğraf çektirmekte, FETÖ kurumlarının açılış kurdelalarını kesmekte, Amerika’ya gidince onu görme konusunda birbirleri ile yarış etmekteydiler.

Ülkenin en mahrem yerlerinden TSK’nın kozmik odasına dek giriliyor, bilgi ve belgeler yurt dışı istihbarat örgütlerinin ellerinde dolaşıyordu. Bir dinci terör örgütünün böylesine şımartılmasının, devlete ve millete mutlak bir bedeli olacaktı, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, bunun doruğa çıktığı andır.

  • Kozmik Oda’ya girildikten sonra devletimizin yurt dışındaki yabancı istihbarat servisleri ile terör örgütlerine yerleştirdiği (sızdırdığı) 813 yurtsever görevlimizin tamamına yakını şehit edildi…” (26. Genelkurmay Başkanı E. Org. İlker Başbuğ, aktaran Sabahattin Önkibar, “Kozmik Oda İhaneti ve 813 şehit”, AYDINLIK, 16.06.2018)

Evet, FETÖ terör örgütü ülkeyi bir ahtopot gibi sarmıştı. Bunu artık sıradan insanlar bile görüyordu, rahmetli CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç;

  • Bu Fetullah Gülen kimdir? Nedir? Bir araştırılsın, bu yılan önce sizi sokacak!

dediğinde AKP milletvekilleri kürsüde üzerine yürüyor, Kamer Genç’i dövmeye kalkıyorlardı. Cumhuriyet Gazetesi yazarı Hikmet Çetinkaya FETÖ ile ilgili kitaplar yazmakla kalmıyor, köşesinde iki yazısından birini bu konuya ayırıyordu, Cumhuriyet Gazetesi tam sayfa ilanlarla tüm Türkiye’yi uyarmaya çalışıyordu;

  • Tehlikenin farkında mısınız?”

diye, fakat kimse duymuyordu. “Yüreklerin kulakları sağırdı”. Devletin en tepesindeki kişi bile, 15 Temmuz darbesini, devletin yetkili ve yetkin kurumları dururken, ancak olayı eniştesinden öğrendiğini söyleyebiliyordu!?

İlginctir, AKP İstanbul Milletvekili Prof. Burhan Kuzu, Habertürk TV’de çok çarpıcı açıklamalarda bulunuyor; AKP ile Fethullah Gülen Cemaati arasındaki işbirliğini açıkça itiraf ediyordu. Kuzu, dolaylı olarak, iktidarda kalabilmek için cemaati kullandıklarını, CHP’nin araştırma önergelerini de bilerek reddettiklerini söyleyerek çarpıcı itiraflarda bulunuyordu. (21 Nisan 2017, https://www.haberturk.com/tv/programlar/video/turkiyenin-nabzi-20-nisan-2017-burhan-kuzu/260349)

Yıllardır Cumhuriyetin altı oyuldu. Bunun böyle olacağı belliydi. Neden şaşırıyoruz? Birileri tavuğun altına ördek yumurtası koyuyor. Civcivler çıkınca tavuk şaşırıyor. Yavrular durmadan, göle koşup gidiyor, suya dalıyor. Tavuk; “Yahu bunlar bana hiç benzemiyor” dermiş. Şimdi şaşırıyoruz FETÖ bize benzemiyor. Neden benzesin ki? Yıllardır tavuğun altına ördek yumurtası kondu. Ördek yumurtasından tavuk çıkar mı?

 

30 AĞUSTOS ZAFERİ NEDEN ÖNEMLİ?

30 AĞUSTOS ZAFERİ NEDEN ÖNEMLİ?

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Zafer Bayramı’nda toplu taşıma araçlarının ücretsiz yapılmasını isteyen Bursa Belediye Meclisi Üyelerine, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı  Alinur Aktaş’ın “30 Ağustos, halkın genelini ilgilendiren bir bayram değildir..” anlamına gelen sözlerine karşılık geçtiğimiz yıl 31 Ağustos 2018’de yayınladığım bir yazımı bir kez daha paylaşmayı yararlı buluyoruz.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, Söylev’inde şöyle yazıyor; “Sevr Andlaşması yalnızca yenilmiş bir ulusa dayatılan askeri anlaşma koşulları değildi. Batılı emperyalistlerin yüzlerce yıldır Türk ulusuna karşı hazırlaya geldikleri bir SUİKAST planıydı.”

Yani kötü niyetle, hile ve tasarlayarak bir ulusun bütünüyle ortadan kaldırılması planı!

Üstüne basarak yineliyoruz; 1, 2, 3… kişiye SUİKAST düzenleyip yok etmekten söz etmiyor o büyük insan; “Türk ulusuna dönük, yüzlerce yıl boyunca hazırlanan bir SUİKAST planından” dikkat çekiyor. Salt ülkemizin işgali ve kaynakların sömürülmesi değil, söz konusu olan TÜRK ULUSUNUN KÖKTEN YOK EDİLİP TARİH SAHNESİNDEN SİLİNMESİ!

Bu, dehşet verici bir saptama ve bir ölüm – kalım (beka!) uyarısıdır. 30 Ağustos (1922) Utkusuunun (Zaferinin) anlamı bu açıdan büyüktür, tarihsel bakımdan kritiktir.

30 Ağustos, Ulusumuzun, kendisine Batı emperyalistlerince biçilen ölüm fermanını yırtıp tarihin çöplüğüne fırlatmasının belgesi, bir dik duruşun, kutsal isyanın destanıdır Mustafa Kemal Paşa komutasında.

“Emperyalizmin bütün ordularıyla var güçleriyle işgal ettiği Osmanlı ülkesinin 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkesi’nden (Mütareke) sonra 30 Ağustos 1922’ye gelinceye dek geçen yaklaşık 3,5-4 yıla yakın süre içinde adım adım her yeri, bütün kaleleri, tersaneleri Mustafa Kemal Paşa’nın Söylev’inde belirttiği gibi ele geçirilmiş, işgal edilmiş, orduları dağıtılmış, haberleşme sistemine el konmuş, donanmasına el konmuş tersanelerine girilmiş ve daha da ürküncü (vahimi); bütün bunlar Osmanlı’nın son padişahı 6. M. Vahdettin ve O’nun ekibinin tümüyle derdest edilmesi, ele geçirilmesi, deyim yerindeyse devşirilmesi (ihaneti!) sayesinde olabilmiştir.” (http://ahmetsaltik.net/arsiv/2015/08/93._YILINDA_30_ AGUSTOS%E2%80%99un_9-Eylul_1922nin_Guncel_Anlami_30.8.20151.pdf)

Padişahla, Saltanatla, Halifelikle kurtuluşun olamayacağını gördüğü için Mustafa Kemal Paşa Anadaolu halkına başvurmak üzere Samsun’a çıkmaya karar vermiştir. Sevr Antlaşması bin  yıldır yaşadığımız topraklardan sürülmek, tutsak alınmak, sömürülmenin de ötesinde, kökten yok ediliş tasarımının Antlaşmasıdır! Mustafa Kemal Paşa önderliğinde Lozan Anlaşmasının, 30 Ağustos Utkusunun değeri, anlamı bu bakımlardan çok büyüktür, yücedir. Dahası, yanmış yıkılmış Osmanlı ülkesinde Anadolu halkının adeta küllerinden diriliş destanıdır.

30 Ağustos Utkusu bir başka yönüyle de mertliğin, yiğitliğin, emperyalizme ve onun sırtını sıvazlayıp üzerimizi işgale gönderdiği uşaklarına karşı verilmiş salt bir kurtuluş savaşı dersi değil; aynı zamanda bir uygarlık dersidir. Örneğin Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, Anadolu’daki işgalci Yunan orduları komutanı Trikupis’i tutsak aldıktan sonra, karargâhında kahve ikram ederek, onuruna saygılı davranmıştır. Kılıcı alınmamış, kahve ikram edilerek teselli bile edilmiştir! Başkumandan Mustafa Kemal Paşa 30 Ağustos Utkusunu izleyerek 9 Eylül 1922’de İzmir’e girişinde, ayaklarının altına serilen Yunan bayrağını çiğnememiş, bir ulusun onuru olduğunu belirterek yerden kaldırtmıştır.

Onun içindir ki Yunan Kralı Venizelos, Kemal Paşa ile yıllarca düzenli yazışmış, 1934’te Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermiştir! Gerek Trikupis, gerek Venizelos, yaşadıkları yıllar boyunca Atatürk’ün Selanik’teki evini her 10 Kasım günü düzenli olarak ziyaret etmişler, anısına saygılarını sunmuşlardır.

Mustafa Kemal Paşa bize mutlaka yenilmesi gereken 2 düşman, 2 hedef gösterdi :

İlki “Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm” ikincisi “bizi yutmak isteyen kapitalizm” idi. Bunlarla savaşımı “meslekedinme gereğini vurgulamıştı. Bu iki kadim düşmanı yenmeden özgür, mutlu, uygar bir gelecekten söz edilebilir mi? Bunlarla sürekli savaşım (mücadele) yaşam biçimimiz, adeta 2. mesleğimiz olmalıdır. Emperyalizmle ve kapitalizmle savaşımı akıl, bilimle sürdürmek ve ekonomik utkularla taçlandırmamız gerekiyor Batı uygarlığını aşmak için.

Conkbayırı’nda “Hattı müdafaa yok, sathı müdafaa var” askeri doktrinini askeri yazına (literatüre) kazandırmıştı.

30 Ağustos utkusunun önem ve anlamını kavramak için sözü çok değerli Cumhuriyet tarihi yazarımız Falih Rıfkı Atay’a bırakalım (F. R. Atay Çankaya, syf. 363, aktaran A. Saltık)

  • Nemiz varsa; bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak; hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz.”

AKP’li Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı  Alinur Aktaş’ın 30 Ağustos, halkın genelini ilgilendiren bir bayram değildir..”  söyleminin* sorumluluğunu da üstlenerek.. “Demek ki Devrim Tarihimizi yeterince öğretememişiz..” diyerek gereğini yapmak üzere..

Nice 30 Ağustos Zaferlerini kutlamak dileğiyle..

  • 31 Mart 2019 yerel seçimini kıl payı kazanan AKP’li Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı  Alinur Aktaş, daha sonra sözlerinin yanlış anlaşıldığı yönünde açıklamada bulunmuş, Belediye Meclisinden oybirliği ile 30 Ağustos Bayramında toplu taşımanın ücretsiz yapılması kararı onanmıştır. Bu sonuç sevindiricidir ve dileriz Aktaş’ın savunması içtenliklidir. Tersi durumda ise Cumhuriyetçi birikimin kendini savunma gücünü saygı ile selamlamak yerinde olacaktır..

HALK KAZANDI, HAK KAZANDI

HALK KAZANDI, HAK KAZANDI

Mustafa AYDINLI

31 Mart 2019 yerel seçimlerin de, Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul BŞB Başkanlığını kazanması üzerine, bu sitede “Barış dili kazandı” diye yazmıştık (03 Nisan 2019; http://ahmetsaltik.net/2019/04/03/baris-dili-kazandi/). Mazbatanın geri alınarak seçimlerin yenilenmesi üzerine de, yapılacak yeni seçimin bir “vicdan seçimi” olacağını belirtmiştik (02 Haziran 2019, http://ahmetsaltik.net/2019/06/02/vicdan-secimi/). Devamındaki makalemizde ise İstanbul’un Türkiye’nin özeti olduğunu açıklamıştık.

İstanbul BŞB Başkanlığı seçiminin yenilenmesini dayatan Cumhur İttifakı büyük bir hezimete uğramıştır. İstanbul BŞB Başkanlığı seçimi, “tek adam rejimi“ne karşı, bir demokrasi referandumuna; bu topraklarda yaşayan insanların bir vicdan muhasebesine dönüşmüştür. Ceberrut tek parti devleti çökmüş, milli irade kazanmıştır.

Saygın hukukçuların belirttiği gibi, yok hükmünde olan 16 Nisan 2017 halkoylaması (referandumu) tam anlamıyla tartışmalı duruma gelmiştir. Atı alanın Üsküdar’a geçemeyeceği anlaşılmıştır. Rejimin değiş(tiril)mesine neden olan yok hükmündeki söz konusu hileli (1,5 milyon dolayında mühürsüz zarf ve oy pusulası ile sonuç tam tersi değiştirildiğinden) halkoylamasından beri, ülke her alanda freni patlamış kamyon gibi yokuş aşağı gitmektedir. Ekonomi çökmüş, yoksulluk artık diz boyunu çoktan geçmiş, şirketler peş peşe konkordato ilan ediyor… Halk soğana, hayvanlarımız samana muhtaç olmuştur.

Ülkemizde ölçüsüz bir talan; tarikatlar, cemaatler, yandaşlar kanalıyla, halkımızın kutsal inançları sömürülerek, Allah ile kul arasına girilerek en sefil biçimde sürdürülmektedir. “Partimize oy verirseniz cennete giderseniz” gibi akıllara durgunluk veren propagandaları bile, iktidar partisi AKP’nin eski Bakanları düzeyinde derin şaşkınlıkla gözlemledik..

Seçim sürecinde akıl almaz bir kampanya yürütüldü. Halka parmak sallandı. Halk tehdit edildi. Kendi dışındakilere “Zillet İttifakı” dendi dendi. Barış söylemi unutuldu, kendi dışındakilere herkese terörist dendi. Rakibine “oyları çaldılar” gibi aslı astarı olmayan iftiralar atıldı. Hem aday B. Yıldırım hem de AKP’li CB Erdoğan bu iftiraya sarıldılar. Oysa yönlendirilen – baskı altında tutulan YSK bile iptal gerekçesinde “oy çalınması” konusuna değinmedi. Çünkü böyle bir şey yoktu ama yalan öylesine büyük söylenmeliydi ki, bir süre sonra söylenen / söyletenler de inanmalıydı. Nitekim hiçbir kanıt gösteremeyince bu kez “siyaseten çalma” gibi bir zırva ile karşılaşıldı. Gerçekten zırva tevil götürmüyordu.. İftira atmak da serbest.. hem de tarafsızlığını Anayasaya karşın ayaklar altına alan bir Cumhurbaşkanı tarafından..

Oysa şaibeli halkoylamasına dayalı Anayasa değişikliği ile CB’na partisinden istifa etme yükümü kaldırıldı ama CB yemininde Anayasada “tarafsız olma” yükümü yerli yerinde.. Bu ne ucube rejimdir ki, Devletin birliğini temsil eden ve başı olan kimse, bir kentin belediye başkanlığı seçimlerinde Devlet olanaklarıyla apaçık ve aşağılayıcı propaganda yaparak partisinin adayına oy istemek için çok sayıda miting ve TV programları yapabilmiştir. Bu denli çarpıcı örnekleri Dünya demokrasi tarihinde görmek olanaklı değildir ve gerçekte AKP rejimi Anayasal meşruluk sınırlarının çooooooook  uzağına ve epeydir savrulnuş bulunmaktadır.

Deyim yerinde ise, zorla ve ak gaspıyla yeniletilen seçimde halk adeta MEŞRU SAVUNMA ile iktidara çok şiddetli bir tokat atmıştır.. “Öyle 13-14 bin oy farkıyla BŞB Başkanı olunmaz..” diyen AKP Genel Başkanı Erdoğan’a halk, “al sana 807 bin oy farkı, yeter mi!? demiştir adeta. Tabii anlayana.. Öte yandan 1994’te İstanbul BŞB Başkanlığı seçimini, sol oyların bölünmesi nedeniyle ancak %24 oyla kazanabildiğini Erdoğan unutmuş görünmekte, unutturmaya çabalamaktadır. İmamoğlu Erdoğan gibi %24 oyla değil, iktidarın tüm baskılarına karşın %54 oyla kazanmıştır. İktidarın bu tabloyu çok iyi ve doğru okuması her şeyden önce kendi yararınadır.

Bu süreçte Anamuhalefet CHP lideri Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na linç girişimi bile kurgulanarak yapılmış, yalan bildirim ve kamera hileleri ile Ordu Valisine hakaret edildiği tezgahlanmış, bir kez olsun barış ve sevgi dili kullanılmamıştır. Halka bir tebessüm çok görülmüştür. Devletin seçim yenilemekle ettiği masraf bir yana, halk tatil programı yapamaz olmuş, gidenler geri dönmek gibi yeni bir zaman ve ekonomik giderle baş başa kalmıştır. Seçim öncesi ve seçim günü kent içi ulaşım seçenekleri bir ölçüde iptal edilmiş, Hatay – İstanbul sabah uçağı ertelenmiş….. insanlar Erzincan’dan İstanbul’a otobüsle ayakta gelmişlerdir!

İktidarın gözü öylesine kararmıştır ki, bu topraklarda yaşayan insanların vicdanlarını, haklıdan yana olma, masumdan – mazlumdan – mağdurdan yana olma asilliğini, geleneğini görememişlerdir. Göremiyorlar ki; bu halk, tehdide, şantaja, yalana, dolana, talana boyun eğmez ve eğmeyecektir! İstanbul’da erişilen demokrasi zaferi için en en uygun açıklama budur.

Seçim sonuçları, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ilke ve ideallerinden sapmanın ülkeyi ne duruma düşürdüğünü halkın gördüğü buna verdiği tepkisel yanıt olarak okunmalıdır.
Artık Türkiye’de ucube Tek Adam Rejimini dayatma ve sürdürme olanağı kalmamıştır!
Erdoğan ve AKP’si 2 kez topal ördek konumundadır. Zaten TBMM’de salt çoğunluğu yoktur, şimdi de stepnesi parti ile birlikte toplam %45 oy alabilmiştir İstanbul BŞB Başkanlığı seçiminde. İstanbul Türkiye’yi çok iyi temsil edebilecek bir örnektir. AKP = RTE halk desteğini byük oranda yitirmiştir.

  • Artık sıra, “yeniden parlamenter demokrasi” isteminin yüksek sesle dile getirilmesindedir.. Cumhur İttifakı karşısında Millet İttifakı birliğini güçlendirerek sürdürmeli; yeni süreci ustalıkla yönetmelidir.

23 Haziran’da yenilenen seçim sonuçları; İstanbul’a ihanet edenlere, bu ihanetlerini itiraf ve sorumluluklarını Erdoğan’ın ağzından kabul edenlere İstanbul halkının, örneğin şimdilik ortaya dökülebilen 847 milyon TL’lik alın terinin yandaşlara, tarikat – cemaatlara – mahdum vakıflarına, bankamatik AKP üyelerine… talan edilmesine artık izin verilmeyeceğinin kararlılığıdır.

Bu sonucun alınmasında başta akıl, hukuk ve demokrasi dışı politikalarıyla AKP – MHP; sonra da tersine çabalarla CHP, HDP, İYİ PARTİ, SP ve pek çok toplum kesiminin katkısı vardır. Bu bir toplumsal savunma refleksidir. “Beka sorunumuz var” diye halkı tuzaklamaya kalkanların, bölücü örgütün başı ile flörte – pazarlığa girişmesi ve HDP oylarını tarafsız kalmaya çağırmaya yeltenmesi başlı başına bir fiyaskodur ve suç-tur! MHP’nin ise bu girişimlere sessiz kalıp sonra boşu boşuna esip – gürlemesi, gerçekte bir kez daha Bahçeli misyonunu içyüzünü sergilemiştir.

Düşünün ki, büyükçe bir bina ve birisi “yangın vaaaaar!” diye bağırıyor. Herkes çıkış kapısına koşuyor. Türk halkı bu iktidardan kurtulmak, yangından kaçarcasına “kurtuluş kapısı” aramaktadır ve çözümü bulmuştur : Bütün demokrat – cumhuriyetçi kesimlerin elbirliği!

Bu sonucun alınmasında “T.C.” simgesinin pek çok kamu kurumlardan kaldırılmasının, Andımızım Danıştay kararına karşın okunma yasağının sürdürülmesinin, hukuk tanımayan OHAL KHK’ları ile toplumda yaşanan ölçüsüz dramların, bir bütün olarak Cumhuriyetin kurucu değerlerine savaş açılmasının, ekonomiyi çökertmenin de elbette belirgin payı var. Mustafa Kemal Paşa ve İsmet İnönü gibi 2 ulusal kahramana “İki ayyaş” nitelemesi densizlikleri, “Lozan hezimettir” zırvaları, “Doksan yıllık reklam arası” saçmalıkları…. unutulmadı.

Türk halkı sağduyusu ile kendisini kuşatan tehlikeyi görmüş, ve olağan tepkisiyle toplumsal bir AKP = RTE’ye red ittifakı oluşturmuştur.

“Tek adam rejimi”ne karşı isyan iradesi sandığa yansımıştır.
Sonuçta halk kazanmıştır, taşlar yerine oturmuş, hak kazanmıştır.

  • Türkiye hızla normalleşecek, bağırsaklarını temizleyecek ve bu AKP fetret devri parantezi kapatılacaktır. 

HUKUK DEVLETİ VE DEMOKRASİ

HUKUK DEVLETİ VE DEMOKRASİ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Sayın Prof. Dr. Emre KONGAR bir köşe yazısında (Cumhuriyet, 07.06.2019) hırsızlık, zulüm ve demokrasi konularında 5 önemli saptamada bulunmuş. Diyor ki;

Tarih ve siyaset bilimi bize şu gerçekleri öğretmiştir: 
        1) Her zalim hırsızdır… 
        2) Her hırsız zalimdir! 
        3) Hırsızlığın ve zulmün egemen olduğu toplumlarda Hukuk Devleti de çöker: 
        4) Toplumun her kademe ve aşamasında hırsızlık ve zulüm yaygınlaşır; kaba kuvvet egemen olur… 
        5) Zulüm ve yolsuzluk, zalimler ve hırsızlar iktidardan gidene kadar devam eder.” 

Tekirdağ’dan İstanbul’a doğru yola çıkıyorsunuz arabanızla, yol boyunca önemli ışıklı trafik kavşaklarında, kırmızı ışıkta duran arabalara pet şişeyle su dağıtılıyor. Su dağıtanların üzerinde falanca partinin T-gömleği (tişörtü; T-shirt), bir bölümünün ellerinde bayrak ve filamalar. Bir şey demeye gerek yok, hangi partinin dağıttığı anlaşılıyor. Bugüne dek bizim gördüğümüz ilk uygulama. Bir pet şişe  suyla seçmenin gönlü kazanılmaya çalışılıyor. Olur mu? ‘Bir kahvenin kırk yıl hatırı’ olduğuna göre, bir pet şişe suyun da bir ay hatırı olsa seçimler biter. Sonrasında bırakın kırmızı ışıkta durmayı, asfalt üzerinde bir hafta yatsanız kimse bir damla su vermez.

Binlerce pet şişe suyun faturasını kim ödüyor, kaynağı nereden geliyor? Ömrümüzde hiç meyve vermeyen ağaca su dökeni görmedik. İnsanlar kişisel olarak cebinden, yolda gelip geçene neden bedava su dağıtsın? O halde dağıtılan suyun bedeli, dağıtanların ücreti… kuşkuludur ki, meşru olmayan yollardan elde ediliyordur?? Toplumsa bu tür meşru olmayan yolsuzlukları kanıksamış durumda.

Ülkemiz insanı yolcu geçme garantili yollara geçmeden, araba geçme garantili köprülerden geçmeden, uçma garantili havaalanlarına uçmadan, hasta garantili şehir hastahanelerine hasta olmadan… para ödüyorsa; ki ödüyor; peki, içtiği pet şişe suyun parasını gerçekten vermediğini mi sanıyor? Altından kalkılamayan vergiler ödenirken, dünyanın en pahalı petrolü alınırken, iğneden ipliğe zam üstüne zamlar gelirken… nedeni – kaynağı nedir, hiç düşünüyor muyuz?

Sarayların o “itibardan tasarruf edilmeyen” lüks giderleri, içilen ejder meyveli, efuli, Aloevera, orman meyveli spesiyallerin paralarının kimin cebinden çıktığı sanılıyor acaba?

Kısacası yolsuzluğun ve hırsızlığın halkı boğduğu bir ülkede, o suçu bastırabilmek için “smoothie zulmü” şarttır! Zulmün olduğu yerde hukuk bağımlıdır. Bağımlı hukukun olduğu yerde, hukuk devletine Allah rahmet eylesin. Çıra yak ara, demokrasiyi bul, bulabilirsen. Ne var ki, her karanlık gecenin bir de sabahı var.. Her karakışın bir de baharı olduğu gibi.. AKP karanlığı ya da zalım karakışının da sonuna gelindi. AKP = RTE parantezi kapanıyor. Alametler öylesine çoğaldı ki;  baksanıza, 27 Haziran 2019 günü Saraçhane’de İstanbul BŞB Başkanı Sn. İmamoğlu’nun görevi devralması nedeniyle düzenlenen törene yüzbinlerce coşkulu – umutlu, o ölçüde de kararlı insanımız katılıyor ama yandaş – kiralık – satılık basın bu olayı haber değerinde görmeyebiliyor! Akıl tutulmasından da ötedir ve “akılsız” her eylem gibi kendini de “sahibini” de hızla felakete sürüklemekten öte hiçbir şeye yaramayacaktır..

Muhalefet, bu muazzam enerji birikimini çok büyük bir politik sorumlulukla yöneterek önümüzdeki birkaç yılda ülkeyi AKP karanlığında kurtarmak gibi ağır bir tarihsel sorumlulukla yüklüdür. Tarihsel zaman hızlanmış ve kritik dönemeçlere yönelmiştir. Türkiye’nin, sürüklendiği karanlık eşikte, tarihte örneği görülmemiş ustalıkta siyaset mühendisliği tasarımlarına gereksinimi vardır.. Halk hazırdır, öncüler de ellerini “ulusal birlik” ekseninde çabuk tutmalıdır.

 

 

İSTANBUL SEÇİMLERİ

İSTANBUL SEÇİMLERİ

Mustafa AYDINLI

İstanbul BŞB Başkanlığı seçimi çoğu kesimlerin belirttiği gibi artık bir yerel seçim olmaktan çıkıp, Türkiye’de bir demokrasi mücadelesine dönüşmüştür. Gereksiz ve haksız bir seçimdir. Ekrem İmamoğlu’nun kazandığı seçim, YSK marifeti ile 18 gün sonra mazbatası elinden alınarak hakkı gasp edilmiştir. YSK, yaklaşık 250 sayfalık gerekçeli kararında kayda değer gerekçe bulamamış, bulduğu gerekçeyi de yine kendisi çürütmüştür. 23 Haziran seçimlerinin yenilenmesinin hukuksal, vicdani, insani.. hiçbir açıklaması yoktur.

23 Haziran seçimlerine doğru toplumsal vicdan ayağa kalkmış; AKP bırakın kendi dışındaki siyasal güçleri, kendi tabanındaki akıl – vicdan, etik değerler sahibi koşullanmamış, hatta ılımlı (mütedeyyin) pek çok insana söz dinletememektedir. Ülkede, kestirilenin çok üstünde bir İmamoğlu rüzgarı esmekte, hatta fırtınaya dönüşmektedir. Cumhur İttifakı, İmamoğlu’nun kesin kazanacağının ayak seslerini duymaya başladı. Bu nedenle, Partili Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan İstanbulu’un 39 ilçesinde yapacağı mitingleri iptal ediyor. Bahçeli ise, İstanbul’a sermeyi tasarladığı  mitili her nedense, bir türlü ser(e)meden geri topladı.

Hele hele 17 Haziran 2019 gecesi E. İmamoğlu – B. Yıldırım T tartışması sonrası…

Bunun anlamı; seçim yitirilirse, yitiren AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan değil, Binali Yıldırım olacak. Ardından, şu aralar en ön saflarda AKP propagandası yapan İçişleri Bakanı S.S. olacak. Böylece büyük gücün saygınlığı (itibarı) güya sarsılmayacak gibisinden akıl / ayak oyunları.

Anlaşılıyor ki; İstanbul BŞBB seçimini kazanmak için her yol mübah! İmralı sakinine durup dururken verilen olanaklar, Binali beyin Diyarbakır turu ve Kürt kökenli yurttaşa vıcık vıcık yaklaşımı, Irak Kürdistanı’na Dışişleri Bakanını yollama, her adımı takiyye ve AKP = RTE propagandasına bulanmış 19 Mayıs Samsun çıkarmaları da yaraya merhem olmayacak. İktidar çok geniş toplum kesimleri katında güvenilirliğini, içtenliğini yitirmiştir. Her yerden eli boş dönüyor. 17. yılında AKP iktidarı, aynı ırmakta ve aynı suda 2. kez yıkanmaya çalışıyor. Kadim Herakleitos’un uyarısı ile “Aynı nehirde 2. kez yıkanamazsın”; nafile çaba AKP=RTE‘den.

İktidar mensupları; siz İmamoğlu’nun resmen kazandığı seçimi YSK marifeti ile gaspettiniz. İstanbul BŞB başkanlığı seçimini ne pahasına olursa olsun geri almak istiyorsunuz. Muazzam kent rantından yoksun bir siyasal ortamı içinize sindiremiyorsunuz, prestij sorunu yapıyorsunuz.
Ama geçen yıl doğrudan “Reis”in ağzından itirafla bu kente “ihanet” ettiğinizi söylediniz. İhanet ettiğinizi en yetkili ağızdan itiraf ettiğiniz, 25 yıldır yöntegeldiğiniz kenti gene yönetmeye  adaysınız! Kimle? En ağır toplarınızdan biri, TBMM Başkanlığı koltuğundan söküp aldığınız Binali Yıldırım’la! Kim Binali Yıldırım? Daha önce İzmir BŞB başkanlığına da aday yapılmış, İzmirli o makama yaraşır (layık) görmemiş. %49,5 oyla seçim kazanan Prof. Davutoğlu’nun elinden başbakanlık, Reis’in politik operasyonu ile alınarak, “sadık” B. Yıldırım’a altın tepside sunulmuştur. Tek özelliği ‘düşük profilli ve sadık olması’dır. Biat etmesi = koşulsuz – sorgusuz itaatidir. Düşük profilli sadık, İzmir’e başkan yapılmamışken İstanbul’a, nasıl başkan olabilir?

Daha önce, İstanbul’un seçilmiş BŞB başkanı, AKP’li Kadir Topbaş’tı, neden Erdoğan’ın apaçık zorlamasıyla istifa ettirildi? 5 yılı dolmadan, neden!? Halk bunu sorgulamayacak mı? Suçu – FETÖ bağlantısı varsa neden yargılan(a)madı ve hukuksal yaptırımını görmedi? Balıkesir, Bursa, Niğde ve Ankara’da yaptınız benzer operasyonu.. Ne şiş yansın ne kebap öyle mi?

23 Haziran 2019’da boşu boşuna yenilenecek olan İstanbul BŞBB seçimleri için en ön saflarda cansiperane çalışan AKP’li İçişleri Balanı SS’in birkaç yıl önce Demokrat Parti Genel Başkanı iken söylediklerinden bir bölümüne kulak verelim :

  • “Yaklaşık 4 yıldır, 5 yıldır nereye köprü yapacakları belli ama bekliyorlar. Mesele İstanbul’un trafik sıkışıklığını çözmek değil rantı kapmak, arazileri toplamak, kendi ceplerini doldurmak. Buna birilerinin dur demesi lazım. Buna kim dur diyecek?… İdaresiyle birlikte AKP’yi AKP’nin bir problem alanı olarak ortaya çıkmaktadır. Belediyelerdeki kayırmacılıklarını, yandaş kollamalarını, yolsuzluklarını ve kendi çekirdek kadrolarıyla ortaya koymuş oldukları ilişki ağlarını her birimiz biliyoruz… AKP Türkiye’yi getirip bir bombanın üzerine oturtmuştur. Değerli arkadaşlarım bu bomba patlayacaktır. Ve bu bombadan Türk milleti zarar görecektir. Bu milletin inançları zarar görecektir, bu milletin ekmeği zarar görecektir...Türkiye AKP’yi taşıyamıyor, AKP de Türkiye’yi taşıyamıyor. AKP şımardıkça şımarmıştır. Milletin kendilerine verdiği desteğin sonsuz bir destek olduğunu zannetmektedirler ve Türkiye’yi gerdikçe germektedirler… Biraz önce de söyledim bir bombanın üzerinde oturuyoruz ve bu bombanın pimi de ne yaptığını bilmeyen iktidarın yani hükümet partisinin elinde.”
    ***
    Biz de aynen, siyasal transferci libero Süleyman Soylu gibi düşünüyoruz.
    Herkesi sözünün arkasında durmaya çağırıyoruz.

 

 

 

 

 

VİCDAN SEÇİMİ

VİCDAN SEÇİMİ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

YSK’nın verdiği karara göre, İstanbul’da Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi yeniden yapılacak. Aynı zarfa 4 farklı seçim için oy pusulaları koyan seçmen, 3’ünü doğru yapmış birisinde hile var!? Yani aynı seçmen, aynı sandık kurulu, aynı il – ilçe seçim kurulları ve de aynı YSK.. Üç oylamada doğru BŞB Başkanlığı oylamasında AKP’nin oyları çalındı!? “Hiç olur mu böyle şey?” derseniz, “AKP iktidarında oluyor..” bu sorunun yanıtı. İlginç olanı da YSK, zorla-ma iptal gerekçesinde “oy çalınmasından” söz etmiyor. Binali bey kıvırtıyor çalma iddiası için.

Sözü dolaştırmadan söylersek, açıktan 82 milyon yurdum insanının gözünün içine baka baka, tüm dünyanın gözünün içine baka baka, bir hak gasp edildi. 9 milyona yakın seçmenin iradesi yok sayıldı. Bunun aksine çocukları bile ikna edemezsiniz.

YSK’nın hukuk dışı kararı, Cumhuriyet tarihinin en ürkütücü tablolarından biridir. Ülkemizde pek çok olumsuzluklar zamanla yaşanmış olabilir, ancak seçimler yönünden böylesi bir garabet ne görüldü, ne duyuldu, ne de yaşandı. Oysa özgür seçimler, açık sayım – döküm ve yargı gözetimi – yönetimi evrensel demokrasi ilkeleri, olmazsa – olmazlar!

Bu ağır tablo, iktidarın ve adalet dağıtma makamındakilerin görevlerini kötüye kullanması, haksızlığı meşrulaştırması, dahası tek adamla yönetilmenin kaçınılmaz sonuçlarının kılıf uydurulamayan göstergesidir. “Seçme hakkının gasp edilmesine acaba halk ne der?” kaygısı zerrece yoktur. “Acaba dünya bu kabul edilemez akıldışılığa ne der?” tasası da yoktur. Oysa halkın seçme iradesini gasp etmek ayıptır, günahtır, bağışlanamaz bir suçtur, yüz kızartıcıdır, demokrasinin katledilmesidir!

Sokağa çıkacak halimiz olsun, halkın yüzüne bakacak gözümüz olsun endişesi de hiç kalmamıştır. Ne büyük çelişkidir ki; her fırsatta ölçüsüz din sömürüsü yapan, dini siyasete pervasızca alet eden AKP iktidarı; oruç tuttukları Ramazan ayının ilk günlerinde bu din dışı – dine asla sığmayan garabeti halka reva görmüş, Allah’ın bile bağışlayamadığı kul hakkı yemiştir.

Kazanalım, yeter ki kazanalım, ötesi hiç önemli değil..” sanrısı (hezeyanı) ile sağduyu olmaksızın akıl dışı davranılmıştır. Her türlü etik, moral, hukuksal, politik, insani değer hiçe sayılmıştır. Vicdanlar çok ağır yaralanmıştır. Hatta toplum vicdanı kanatılmıştır. İstanbul’un muazzam rantları, akılları başlardan almaktadır!

Ekrem İmamoğlu’nun alın teri hakkı, göz göre göre, hukuk eğilip bükülerek; hiçbir geçerli gerekçeye ve kanıta dayanmadan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yetki belgesi (mazbata) elinden alınmıştır. 1,5 milyon dolayında mühürsüz oy ve zarfın kullanıldığı ve YSK tarafından daha seçim sürerken bunların “geçerli ” kabul edildikleri bir başka faciayı 16 Nisan 2017 halkoylamasında yaşamıştık. Aslında ülkenin saygın hukukçuları, başta sayın Prof. Dr. Sami Selçuk ve öbürleri her fırsatta 16 Nisan 2017 halkoylamasının yok hükmünde olduğunu ısrarla yazıyor, anlatıyorlar. Anlaşılan “yok hükmünde yönetiliyoruz”!? AKP bunu hep yapıyor ne yazık ki! Örn. Edoğan bir AYM kararını tanımıyor, saygı da duymuyor! (Basın önünde söyledi..). 7 Haziran 2015 seçimlerini de beğenmemişti TEK ADAM ve hükümet kurdurtmayarak, ülkeyi kan revana boğarak birkaç ay sonra 1 Kasım 2015’te genel seçimleri yeniletmiş, %41’lere düşen oylarını %49’lara çıkarmayı her nasılsa becermişti! Deneyimliler..

Ne var ki, her nasılsa tepelere gelmiş – getirilmiş birilerinin seçim sonuçlarını beğenip – beğenmemesine göre seçmen iradesi onay görecek ya da iptal edilecekse; o rejimin adı son yüzyılların bile siyasal literatüründe yok; arkaik dönemlere gitmek gerek..

23 Haziran 2019’da İstanbul’da bu seçim yenilenecek. Bu seçim artık salt İstanbul’un değil, tüm Türkiye’nin seçimidir. Artık bir vicdan, hak, hukuk, uygarlık, adalet, hakkı teslim etme, iradenin gaspına isyan seçimi yapılmaktadır. Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin çok ötesindedir.

Adına “Vicdan” denen içsel pusulayı iyi kavrayamazsak bu seçimde doğru karar veremeyiz. Anayasa md. 138’e göre Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.” Bizim YSK, bu anayasal yükümden bağışık mıdır? YSK, Sarayın buyruğu ile mi karar vermektedir!? Tuğla kalınlığındaki hukuk kitapları, yasalar, anayasalar, uluslararası sözleşmeler.. yargıçların vicdanları ile harman olmak yaraşmaz mı bizim YSK’ya da??

Ünlü öyküdür, çoğumuz biliriz : 18. yy. Alman hükümdarlarından Frederick The Great, bugün kendi adıyla anılan sarayını yaptırırken, sarayın bahçesinde bulunan ve artık o saray ölçüsünde ünlü yeldeğirmeninin de kamulaştırılmasını ister. Değirmencinin arazisini satmaması üzerine önerilen para artırılır, ancak değirmenci yine reddeder. Sinirlenen kralın gönderdiği “zorla alırım” iletisine ise değirmenci; hukukçuların bir onur belgesi gibi duvarlarına asması gereken o ünlü yanıtı verir:

“Alamazsin! Berlin’de hakimler var.” Hukuk devletinin felsefesini özetleyen bu veciz başkaldırı – meşru direnme, yaklaşık 2 yy’dır bütün dünyada yüce adalet ülküsünün dillerden düşmeyen bir göstergesine, bir motto‘suna dönüşmüştür.

İstanbul’lunun alın teri, vergisinden, belgelere göre 847 milyon TL’si cemaatler ve iktidarın yandaş kuruluşları ve vakıflarınaa aktarılmıştır. İktidar, böylesine devasa bir rant kapısını kolay vermeyecektir. Ancak halk da gerçeği görmüştür. Alın terlerinin İstanbul için harcanmasını isteyecektir. Halk, bu hakkaniyetli sürecin küçük bir örneğini de tatmıştır üstelik; İmamoğlu’nun 19 günlük İstanbul BŞB Başkanlığı döneminde önerdiği aylık öğrenci biletlerini 85 TL’den indirimle 40 TL’ye almaya başlamıştır.

Ulusun aklı, vicdanı, adalete sahip çıkma duygusu ve bilinçli seçmen sağduyusu baskın olacak, gasp edilen hakkını asla bağışlamadan koruyacak, mağduru kollayacak ve İmamoğlu daha büyük oy farkıyla yine kazanacaktır.. Halkla inatlaşan, tarih boyunca er ya da geç, hep ama hep yenilmiştir. 23 Haziran’da da böyle olacak, gerçekten “Her şey çokkk güzel olacaktır!”

19 MAYIS; KURTULUŞA GİDEN YOL

19 MAYIS; KURTULUŞA GİDEN YOL

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
18 Mayıs 2019, Çorlu

19 Mayıs 1919 özgürlüğe, bağımsızlığa ve kurtuluşa giden yolun başlangıcı. Çağın akışına ayak uyduramayan Osmanlı devleti çöküşün eşiğine gelmiş. Amerikan mandası veya İngiliz himayesinin ötesinde bir çıkış göremiyor. Hatta son Osmanlı padişahı VI. M. Vahdettin, “Tacım-tahtım yerinde kalsın da, ötesini nasıl biliyorsanız öyle yapın..” tam teslimiyeti içindeydi, Mondros ateşkesi sonrası emperyalist işgalci güçlere karşı.

Mustafa Kemal’in Samsun’a ilk adımı atmasıyla, ülkenin yazgısını değiştirecek kutsal direniş başlamış oluyordu. Yalnızca “yedi düvel” denen 7 emperyalist devlete karşı değil, aynı zaman da iç isyanlara karşı da olağanüstü bir savaşım yürütülüyordu. İç isyanların en tehlikelisi, İngiliz işbirlikçisi Anzavur’du. Bu isyanın ilk çıkış noktası Çanakkale’nin Biga İlçesidir. Dinci söylemleri kullanarak Düzce, Gerede dolaylarına dek kar topu gibi büyüyerek ilerledi. Bunu Konya’da Delibaş İsyanı ve Yozgat’ta Çapanoğlu İsyanı gibi pek çok isyan izledi. Dini siyaset ve bir isyan aracı olarak kullandılar. Osmanlı devletinin zayıf düşmesi ile birlikte ülke içindeki yabancı azınlıklar da ayağa kalkmıştı.

Mustafa Kemal’in başında bulunduğu ulusal kurtuluş mücadelesi veren Kuvayı Milliye, üç önemli güce karşı amansız mücadele vermiştir.

1. Emperyalist dış güçler
2. Emperyalistlerin ülke dışında ve içinde gayrimüslim ve müslim işbirlikçileri.
3. Osmanlı padişahı Vahdettin, hanedanı,  kimi Osmanlı devlet adamları, devşirme Osmanlı yöneticileri ve onların kışkırttıkları “İslâm Görünümlü” kimi tarikatlar

Önemle anımsatmak isteriz ki; tarihten günümüze “Türk düşmanlığı ortak paydasında buluşan bu üçlü şer grubu“, her zaman ve her koşulda tam bir işbirliği içinde hareket edegelmişlerdir…”(1)

Bu nedenledir ki Mustafa Kemal ATATÜRK Söylev’inde şöyle demiştir:

  • Saygıdeğer ulusuma şunu öğütlerim ki; bağrında yetiştirerek, başının üstüne dek çıkaracağı adamların kanındaki ve vicdanındaki öz mayayı çok iyi incelemeye dikkat etmektenhiçbir zaman geri kalmasın. (Gazi Mustafa Kemal, Nutuk – Söylev, Cilt 2, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1999, s. 811.)

Yine Mustafa Kemal Paşanın şu veciz sözleri bize gerçeği anlatmak için yeterlidir sanırız :

  • “Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri eğitimin derecesi ne olursa olsun, en önce ve her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, ulusal geleneklerine düşman olan bütün ögelerle mücadele etme gereği öğretilmelidir.” (1923)

Ulusal Egemenlik üzerine : “Eşitliğin, özgürlüğün ve adaletin dayanağı Milli Hakimiyettir. Hakimiyet-i Milliye ise milletin namusudur, haysiyetidir ve şerefidir.”

Kemalizm, veya Atatürkçü Düşünce Sistemi, bir Çağdaşlaşma Tasarımı’dır. Bir Uygarlık Projesi’dir. Ata’nın deyimleriyle “Us ve bilim” O’nun manevi mirasıdır ve “sürekli devrimcilik” ile kendini sonsuza dek yenilemesinin kesin güvencesidir.” (2)

Mustafa Kemal Paşa için 19 mayıs öylesine önemlidir ki, doğum tarihi olarak 19 Mayıs gününü seçmiştir. “Mustafa Kemal Paşa ilişkileri iyi tutmayı önemseyen İngiltere Kralı 8’inci Edward, Türkiye’den Atatürk’ün doğum tarihini sordurur. Her yıl Atatürk’ün doğum gününü kutlamak istemektedir. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’ın imzasıyla verilen yanıtta, Atatürk’ün doğum günü “19 Mayıs 1881” olarak bildirilmiştir. Aslında, ATATÜRK’ün doğum günü, net olarak kayıtlı değildir. Ancak, İngiltere’ye verilen bu yanıt, O’nun yaşamındaki en önemli tarihin 19 MAYIS 1919 olduğunu kanıtlamaktadır…

O’nun sonsuzluğa göçüşü, salt Türk Ulusunu değil, bütün dünyayı ayağa kaldırdı… Cenaze törenine pek çok asker ve devlet adamı katıldı. Ancak, en anlamlısı, Fransız Generali Gourrot’un katılımı idi…

Sağ kolunu 1915’te Çanakkale Savaşında yitiren Fransız General Gourrot (Guro) ANKARA’ya koşup geliyor ve

  • “Seni selamlamak için bir kolum daha var” diyerek, Gazi M. Kemal ATATÜRK’ün cenazesini gözyaşları içinde selamlıyordu.” (3)

19 Mayıs’ı anlamak ve kahramanı Mustafa Kemal Paşayı hayranlıkla anıp selamlamak, kuşaktan kuşağa tarih boyunca anlatmak için bundan daha anlamlı ve örnek tarihsel olay olabilir mi?

Kaynaklar
1-19 Mayıs 1919 – TARİHTEN BİR KESİT  G.Filiz tuzcu  20 Mayıs 2018,
http://ahmetsaltik.net/2018/05/20/19-mayis-1919-tarihten-bir-kesit/ 
2 – 19 Mayıs 1881’in 125. Yılına Armağan: Emperyalizm Türkiye’den Ne İstiyor?
Viyana konf. 14.06.2006, http://ahmetsaltik.net/2018/05/20/19-mayis-1881in-125-yilina-armagan-emperyalizm-turkiyeden-ne-istiyor/
3- Atatürk’ün doğum günü (19 Mayıs) Şahap Osman Aras. 21 Mayıs 2018
http://ahmetsaltik.net/2018/05/21/ataturkun-dogum-gunu-19-mayis/