Etiket arşivi: Mustafa Aydınlı

YANIYORUZ

Mustafa AYDINLIMUSTAFA AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Yanıyoruz“, yazın yaşamıma başlayalı attığım en ürkütücü, en acı başlıktır. Keşke bu başlıkta bir yazıyı kaleme almasaydım. Keşke ülkemizin dört bir yanından yangın haberleri gelmeseydi. Keşke yangınlar daha başladığı noktada söndürülebilseydi, bugün dördüncü gününde (AS: 28 Temmuz – 2 Ağustos, 6. gün!) hala yangınlar sürüyor. Yanan ormanların alevi, dumanı gökyüzü ile buluşuyor. 21 kentte devam eden 63 (AS: 100’ü aşkın noktada! 35 ildeki 138 orman yangınından 129’unın denetim altına alındığı belirtildi.) ayrı yangın için “yanıyoruz” demeyecektim de, ne diyecektim?

İçimiz yandı, akciğerlerimiz yandı, bunlar artık klasikleşmiş deyimler. Ben televizyonlarda orman yangınlarını izleyemem. Yangında devrilen her ağaç, yanan karınca, kanadı kavrulan kuşlar, tilki, tavşan, dağ keçileri, ceylanlar, kaplumbağalar ve onların yavruları sanki içimden bir parçayı alıp götürür. Yangından yarı kurtulan canlıların geriye dönüp bakışları, büyük olasılıkla yavrularını izlemeleri ya da aramalarından daha büyük dram olur mu? Bu nedenle yangın görüntülerinde gözlerimi kapatırım.

Yaz sezon (mevsimi) olması nedeniyle yangınların çıkmasına, iklimsel koşullar son derece elverişli. Çok sayıda yangının eşzamanlı çıkması, kasıtlı yakma olaylarını da aklımıza getiriyor. O bir olasılık, ancak biliyoruz ki yangınların yaklaşık % doksanı insan kaynaklı. Ormana söndürülmeden atılan sigara izmaritinden, söndürülmeyen mangal küllerine kadar, dikkatsizlikler orman yangınlarına sebep oluyor.

Yangınsız bir yıl geçirdiğimiz genelde olmuyor. Sadece bizde değil dünyada da benzeri yangınlar çok oluyor. Demek ki yangınlar yaşamımızın bir gerçeği. Önemli olan yangınlar olmadan ne tedbir (önlem) aldığımız. Bugünkü teknolojide yangınları büyümeden önlemenin olanakları var. Bugüne dek genelde yangınları THK (Türk Hava Kurumu) uçakları, söndürüyor ve önlüyordu. Kayıtlara göre 2002 yılında THK’nun 19 yangın söndürme uçağı varken, bugün yarısı kadar olsun yangın söndürme uçağının olmamasını kimseye anlatamazsınız. Cumhuriyetin her kurumunu yıkıp işlevsiz hale getirmekte mahir olan iktidar, belli ki THK uçaklarını da hangarda çürümeye terk etmiş.

Eski THK Başkanı’nın açıklamaları ile Tarım Bakanı’nın açıklamaları birbiri ile çelişiyor. 19 uçakla devir alan iktidardan şimdi uçak sayımızı 29’a, 39’a çıkarmasını beklerdik. Yangın uçakları sıfıra düşerken, maşallah Cumhurbaşkanlığı makam uçak sayısı, üçü geçmezken şimdi sayı 13’e çıkmış. Hem de en pahalı ve lüks uçaklarla “itibardan taviz verilmemiş” (AS: “İtibardan tasarruf olmaaz! Bay RTE)

Basından edindiğimiz bilgilere göre; “Fransa Cumhurbaşkanı’nın 8 makam, 32 yangın söndürme uçağı var, İspanya’nın 3 makam, 74 yangın söndürme uçağı var. İtalya’nın 8 makam, 88 yangın söndürme uçağı var. ABD’ni ise makam uçağı bizimkinin bir alt modeli, yangın söndürme helikopter sayısı 1000 adet. Bizim Kazdağları’nın köküne siyanür döken, bayrağı ağaç yaprağı olan Kanada’nın 136 adet yangın söndürme uçağı var, bizim makam uçağımız 13, yangın söndürme uçağı sıfır, şu an 3 adet kiralandı.”

Ne diyelim “itibardan taviz vermeyin”. İtibarınıza bir yıldız olarak; yanan binlerce dönüm ağacı, yanan kuşları, tavşanları, tilkileri, ayıları, dağ keçilerini, kaplumbağaları, karıncaları, ceylanların feryadını da ekleyin.

THK’na kayyum atanmış, kayyum heyeti başkanı Cenap Aşçı Beyefendi nerede? Memleket yanarken düğüne gitmiş. Merak ediyorum, Cenap Bey evlenenlerin mutluluğuna iştirak ederken (AS: katılırken), yanan canlılar, kökünden devrilip kül olan ağaçlar hiç aklına geldi mi? Ne yapalım ki “Alt yanımızı kurt yese, üst yanımızın haberi yok”.

Bu arada, Din bilginlerine bir sorum olacak: Bir canlının yaşamının son bulmasına sebep olursak o dilsiz varlıkların AHI tutar mı?

Yangın söndürme işi “hizmet alımı çerçevesinde” özel sektöre ihaleye verilmiş. Eh yakınlarına, yandaşa verecek hali yok ya! Ne denli çok yangın, o denli çok para. Böyle rezalet görülmemiştir. Gerçi yangınlar sönmüyor artıyor, ama umarım ‘söndürme garantilidir’.

Garanti kapsamında bari söndürün; yanıyoruz, yanıyoruz, yanıyoruz!

ATATÜRK’E, O’na YENİLENLER KADAR SAYGI DUYMADINIZ

Mustafa AYDINLI
EğitimciYazar

Geçtiğimiz hafta sonu Ayasofya’daki programda eski imam Mustafa Demirkıran, AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan ve TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un da dinlediği sırada Mustafa Kemal Atatürk’ü hedef alarak. Bunlardan daha zalim ve kafir kim olabilir?! gibi sözlerle küfür ve hakarette bulundu.

Peki kim bu eski imam? Cumhurbaşkanının aile dostu, memleketlisi, eşi imamın oğlunun düğününde nikah şahidi. Güneysu İlim Öğrenenlere Yardım Vakfı mütevelli heyeti üyesi, gazeteler bu vakfa 2017 yılında vergi muafiyeti (AS: bağışıklığı) sağlandığını yazıyor. YÖK Başkanı Yekta Saraç’ın babası Muhammed Emin Saraç’ın hem öğrencisi hem de dünürü olduğunu öğreniyoruz. (AS: Erdoğan’ın hocası olduğu fotoğrafları da sosyal medyada paylaşıldı!)

Partili Cumhurbaşkanı ve TBMM Başkanının önünde bu açık ve ağır saygısızlığın yapılmasına hiç ses çıkarılmaması kaygı vericidir. Bir an düşünüyor insan; Mevlana’nın bir sözünü anımsıyorsunuz, Suskunluğum asaletimdendir. Her söze verecek yanıtım var. Ancak, bir söze bakarım söz mü diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye! Uzayan sessizliğin gerekçesi bu olabilir mi?

Oysa anımsayalım, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu birkaç önce adli yıl açılış töreninde iktidarı eleştirince, o zaman başbakan olan Erdoğan, “Doğru söylemiyorsun, siyaset yapıyorsun diye gürlemiş ve salonu terketmişti. Hatta Cumhurbaşkanı Gül’ü de kolundan tutarak salondan çıkarmıştı. Demek ki anında tepki verilebiliyormuş. Fakat son örnekte de “Camide siyaset yapılmaz” diyemediler. Haliyle düşünüyoruz, söyleyene değil, söyletene bak.

Atatürk’e kin ve nefretlerini imamlar aracılığı ile kusuyorlar.

Kuşku yok ki bu imamlar daha önce Mustafa Kemal’e idam fermanı hazırlayan Şeyhülislam Mustafa Sabri’lerin (AS: ki Sevr paçavrasına da onay vermişti bu zat!), hain Damat Ferit’lerin, Keşke Yunan galip gelseydi diyebilen, Fesli Kadir’lerin,* Menemen’de Asteğmen Kubilay’ın başını kesen Derviş Mehmet sapıklarının devamıdır.

Tüm bunlardan sonra, kimi aklı evveller diyor ki; “Atatürk’ün asgari saygıyı hak ettiği konusunda uzlaşalım”.. Sahi mi diyorsunuz? Vay vay vay, bu ne değerbilirlik böyle (!) ? Beyler – hanımlar; bir ülkenin kurucu kahramanları için “en az” saygıyı hak ettiği değil, “en üst düzeyde” saygıyı hak ettiği tartışılacak bir olgu değildir. Biz o defteri yüz yıl önce kapattık. Cumhuriyeti kurarken o uzlaşmayı yapmıştık. Yeni bir uzlaşma pazarlığı Cumhuriyet ve yarattığı artı değerleri hiçe saymak anlamına gelir.

Bir dönem Mustafa Kemal’le savaşmak zorunda kalanlar, yenildikleri halde Atatürk’e saygıda kusur etmemişlerdir. ‘Bükemedikleri bileği öpmüş, Sezar’ın hakkını Sezar’a vermişlerdir’ işte birkaç örnek :

  • İşgal ordularını İzmir’de denize döktüğü Yunanistan’ın Başbakanı Venizelos, 1934 yılında Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermiştir.
  • UNESCO 1981 yılını, 100. doğum yılında, tüm dünyada “Atatürk Yılı” ilan etmiştir.
  • General Nikolaos Trikupis,  Batı Anadolu’yu işgal eden Yunan ordularının komutanı, 30 Ağustos 1922 günü Türk askerinin önünde, Yunan birliklerinin başında kaçarken 2 Eylül gecesi Türk askerlerine tutsak düşüyor. General Trikupis’i alıp Başkumandan Mustafa Kemal Paşaya getiriyorlar. Üzülmeyin generaldiyor. “Siz görevinizi sonuna dek yaptınız. Askerlikte yenilmek de vardır. Napolyon da geçmişte tutsak olmuştur. Size karşı büyük bir hürmet hissi besliyoruz. Konuğumuzsunuz. Yakında her şey düzelecektir. Buyurun, dinlenin.” (1) demiş, sıcak çay söylemiş ve kılıcını bile üzerinden almamıştır.
  • General Trikupis her yıl 29 Ekim’de düzenli olarak, Atina’daki Türk Büyükelçiliği’ne giderek Atatürk’ün fotoğrafı önünde saygı duruşunda bulunmuştur, öldüğü güne dek. (2)
  • Sağ kolunu 1915’te Çanakkale Savaşında yitiren Fransız General Gourrot (Guro); Kalkıp Ankara’ya Mustafa Kemal’in cenaze törenine geliyor ve “Seni selamlamak için bir kolum daha var.diyor, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün cenazesini gözyaşları içinde selamlıyor.” (3)

Keşke Mustafa Kemal’e tarihte yendiklerinin duyduğu ölçüde saygı duyabilseydiniz, “en az” onlar ölçüsünde değerbilir olsaydınız, O’nun sayesinde bu yaşama, makamlara erişebilenler olarak..

“Vefa” salt Hıristiyanlara özgü bir değer mi, İslamiyette hiç yeri yok mu ?

Dipnotlar :
1-Hikmet Saim, Usta gazeteciler Açıklıyor, Nasıl Atlattım?
2-Ekşi sözlük
3-Atatürk’ün doğum günü (19 Mayıs) Şahap Osman Aras. 21 Mayıs 2018
* Fesli Kadir’in ipliğini pazara çıkaran, Prof. Dr. Ahmet Saltık ile Cevizkabuğu programında tartışmasını izlemek için tıklayınız (veya kopyalayıp google arama motoruna yapıştırarak..)
https://youtu.be/Z_dNl4oEXY4?t=2489
https://youtu.be/Z_dNl4oEXY4

Bu video 1,2 milyondan çok kez izlenmiştir.

MANİLERLE 128 MİLYAR DESTANI

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

 

 

Oldu mu yar oldu mu?
Dertler derman buldu mu?
128 milyardan
Haber alan oldu mu?
***
Akşama aç yatayım
Tarla takım satayım
128 milyarı
Nasıl çöpe atayım
***
Söyle gittin nereye?
Tuz basarım deriye
128 milyarla
Gel beriye beriye
***
Gülüm sarardı soldu
Gözlerim yaşla doldu
128 milyarın
Akıbeti ne oldu?
***
Tuz basarım yaraya
Sığmaz köşke saraya
128 milyarsız
Servet düştü yarıya
***
Dinmez gözde yaşımız
Çok ağrıdı başımız
128 milyar
Ekmeğimiz aşımız
***
Yok Oğuzlar, Kayılar
Bak karıştı sayılar
128 milyarı
Ham yapıyor dayılar
***
Aydınlı görür gözü
Alan söyler sözü
128 milyarsız
Kahrolur insan özü

KANAL İSTANBUL JEOPOLİTİK İNTİHAR

Mustafa AYDINLIMUSTAFA AYDINLI

Kanal İstanbul gündeme geldiği günden beri konunun uzmanı bilim insanlarınca tartışılıyor. Hazırlanan raporlara göre, her geçen yıl Boğazlardan geçen ticari yük gemilerinin sayısı azalıyor. Çünkü farklı taşıma seçenekleri günümüzde artmıştır. Anlaşılan, iktidarın en önemli gerekçe olarak; “Trafiği rahatlatmak için kanal açıyoruz” sözü pek inandırıcı değil.

Bu azalmanın önemli nedenlerini Prof. Dr. Haluk Gerçek şöyle açıklıyor:

“Birkaç nedeni var. Bir kez gemi boyutları büyüdüğü için kapasitesi yüksek olan az sayıda gemiyle daha çok yük taşınabiliyor. İkincisi, özellikle petrol ve doğalgaz geçişleri konusunda alternatif (AS: seçenek) boru hatları oluşturuldu. Ayrıca Rusya, Karadeniz havzasındaki limanlar üzerinden yaptığı taşımacılığın bir bölümünü Baltık limanlarına kaydırdı. Bütün bunlar İstanbul Boğazı’ndaki trafiği azaltan nedenler.”

Kanal boyu güzide tarım alanları imara-inşaata açılacak, Katar’lı ortakları ile birlikte baştan paylaştıkları büyük bir rant getirisi sağlanacak. Ranta dayalı projeler ve arazi talanları eşi görülmedik bir çevre erozyonuna yol açacak. Üzücü olan bu felaketin geriye dönüşü yok. Bu yok oluş bilim insanlarının değerlendirmesidir. İktidar ne İstanbul halkını, ne de bilim insanlarını bu konuda ikna edemiyor. Kendine güvense İstanbul halkına sorar ve bu konuda referanduma (AS: halkoylamasına) gider. Gidemez, çünkü sonucu baştan biliyor. Bu bir zor projesidir. İstanbul’un yazgısı ile oynanıyor, ama halkına sorulmuyor. Oysa İktidar demokratlıkta sözü kimseye bırakmıyor. Görünüşe bakılırsa haksız da sayılmaz (!)

Alanında uzman bilim insanları, Kanal İstanbul’un büyük bir felakete yol açacağını değerlendiriyor. Sonuç olarak proje ekolojiyi tahrip edecek, su canlılarının önemli bir kesimini yok edecek, karada ve denizlerde biyoçeşitliliği geri dönülmez bir biçimde bozacak. Depremi tetikleme olasılığı artacak. Montrö Boğazlar Sözleşmesini tartışılır duruma gelecek. Sorunlu olan İstanbul trafiği daha da sorunlu olacak. İstanbul’un nüfusu en az 1.2 milyon artacak. İstanbul 3 parçaya bölünürken, Avrupa yakasında bir ada oluşacak. Marmara ve Karadeniz’de öngörülemeyen doğa olayları yaşanabilecek. Su havzaları kuruyacağı gibi, kalan sulara da deniz suyunun karışması sonucu içme sularının tuzlanacağı endişesi baskın kaygı.

İBB’nin düzenlediği Kanal İstanbul Çalıştayında konuşan eski TUBİTAK Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Cemal Saydam, “Kanal İstanbul etkileriyle Marmara denizinde biriken sülfür dioksit, çürük yumurta kokusu ortaya çıkaracak. Çürük yumurta kokusu hayırlı bir koku değil. Sülfür dioksit’in etkileri ise erkekliği öldürür…Ayrıca Marmara denizinde balığı unutun. ” diyor.

İstanbul’u yöneten yerel yönetimin hiç mi söz hakkı, hiç mi görüşü yok? Yerel yönetimin görüşü neden alınmıyor? İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu proje için “Bu proje İstanbul’a bir ihanet projesi bile değildir. Resmen bir cinayet projesidir. İstanbul için gereksiz bir felaket projesidir. Bu proje bittiğinde İstanbul bitmiş olacak. Bu şahane kent yaşanamaz olacak. Temiz hava, su, altyapı, trafik açısından çözülemez sorunlarla baş başa kalacak. Ne Boğaz geçişi, ne deniz trafiği yoğunluğu, ne de ekonomik olarak böylesi bir Kanal gereksinimi söz konusu değildir. Yalnızca yeni rant alanları yaratmak uğruna hazırlanmış, yol açacağı yıkıcı sonuçlar hiç düşünülmemiştir.” demektedir.

İktidarın tek dayanağı bir varsayım üzerine, “Boğaz trafiğinin 2071’de 86 bin gemi geçişi / yıla dek çıkacağı ve güvenliği tehdit edeceği” yönündedir. Oysa bilimsel gerçekler ve eldeki veriler iktidarı tümüyle yalanlıyor. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Haluk Gerçek’e göre “Boğaz’dan geçen gemi trafiğiyle ilgili istatistikler gerçekte çok ilginç. 2007 yılında 56.606 olan yıllık gemi trafiği, bugüne doğru geldikçe, istikrarlı bir biçimde azalıyor. Örneğin 2018’de bu sayı 44 bin düzeyine dek inmiş. Yani bir yandan geçiş sisteminde güvenlik artıyor, öte yandan gemi trafiğinde zaten bir azalma söz konusu…Tehlikeli madde taşıyan gemiler, örneğin 2018’de bu tür yük taşıyan gemilerin sayısı 9247 idi. Halbuki 2007’de bu sayı 10 binin üzerindeymiş. Dolayısıyla tehlikeli yük taşıyan gemi sayısında da bir azalma var… 2007’de toplam kaza sayısı 700’e yakınken, 2017’de bu sayı 250 dolayına düştü. Bu kazaların önemli bir bölümü makine veya dümen arızasından, bir kesimi de Tüzük ihlalinden, kaynaklanıyor.”

Yerel yönetimin ve bilim insanlarının görüşü,

  • “Kanal İstanbul ranta dayalı, doğayı tahrip eden ucube bir projedir.”

Öte yandan Montrö’yü tartışmaya açarak, ABD’ye göz kırparak iktidarda kalmanın payandası olarak kullanılmak isteniyor. Halkın oyuna dayalı seçilebilme şansını çoktan yitiren iktidar, Cumhuriyet’in tüm birikimlerini satmasına karşın ekonomiyi düzeltemiyor. Sıra Montrö gibi uluslararası sözleşmeleri geçersiz kılmaya geldi. Bu konuda TBMM Başkanı Mustafa Şentop “Cumhurbaşkanı Montrö’yü bile kaldırabilir” diyerek konuyu tartışmaya açmış oldu.

SÖZCÜ yazarı sayın Yılmaz Özdil “Montrö’yü bırak delmek, biraz esnetmek bile, jeopolitik intihardır… Darbe marbe palavraları, sinsi sinsi Montrö’yü delmeye çalışırken suçüstü yakalanmış olmanın öfkesidir, gerisi hikayedir.” ifadesini kullanıyor.

Kanal İstanbul, ülkemizde şu an yaşanan hiçbir güncel sorunu çözmüyor; işsizlik, pahalılık sürüyor hatta Türkiye’ye egemenlik, güvenlik, savunma, ekolojik denge, çevre ve şehircilik konusunda geriye dönüşü olmayan sorunlar çıkarıyor.

Yarın “Biz bu kente ihanet ettik, bunda benim de payım var” demek hangi yaraya merhem olur? Boğazlar ve Marmara Denizi ölür, İstanbul ölür!

Kısacası Kanal İstanbul’la Türkiye halkı kazanmayacak, aksine Katar ortaklığı ile ranta dayalı bu proje, ABD’nin çıkarlarına hizmet ederek, geriye dönülmez bir “jeopolitik intihar” gerçekleştirilmiş olacaktır.

ŞİİR KÖŞESİ : AY’A GİDERİZ AY’A

ŞİİR KÖŞESİ…

 

Mustafa AYDINLI
Eğitimci, yazar

 

AY’A GİDERİZ AY’A

Yıldızlar saya saya
Ay’a gideriz  Ay’a
Hay aklınla çok yaşa
Ay’a gideriz Ay’a

Dört şeritli yol Ay’a
Dünya da kaldık yaya
Sığmaz köşke saraya 
Aya gideriz Ay’a

Yokmuş popoda donu
Gelir elbet bir sonu
Ay’a gitmektir konu
Ay’a gideriz Ay’a

Ay’a gitmek derdimiz
İşsiz kalmış ferdimiz
Dar geldi ya yurdumuz
Ay’a gideriz Ay’a

Sığmaz olduk karaya
Aklı verdin kiraya
En son gelecek Ay’a
Ay’a gideriz Ay’a

Ay’da hayat var mıdır?
Dünya bize dar mıdır?
Haram yemek kâr mıdır?
Ay’a gideriz Ay’a

Ay’la bozduk kafayı
Tutmaz oldu bu sayı
Sevdin köşkü, sarayı
Ay’a gideriz Ay’a

Galaksiler geçerek
Gezegenler seçerek
Bize sabit yer gerek
Ay’a gideriz Ay’a

Bizde Dünya lideri
Hani bunun gideri
Halk bir kemik bir deri
Ay’a gideriz Ay’a

Biraz parsa kapmaya
Orda saray yapmaya
Göle çaldık bir maya
Ay’a gideriz Ay’a

EYVAH, REFORM YAPACAKLAR !!!

EYVAH, REFORM YAPACAKLAR !!!

Mustafa  AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Değerli dostlar, iktidarın ülkemize hizmetleri ekonomide, siyasette, iç ve dış politikada, haberleşme ve iletişim özgürlüğünde, eğitim, sağlık, işsizlik gibi konularda yaptığı hizmetler say say bitmez(!) Biz bu günkü yazımızda, bu güzide çalışmaların yalnızca bir bölümünü inceleyeceğiz. Havuzdan bir bardak su alıp analiz edeceğiz.

İktidarın baştan ne yapacağını bilmiyorsanız, onu okuyamıyorsunuz, hamleleri karşısında şaşkına dönüyor, bozguna uğruyorsunuz. İyi bir satranç oyuncusu karşıdakinin ne hamle yapacağını ve ne anlama geldiğini bilen kişidir.

Ben bugünkü iktidarı çözdüm, olaylar karşısında hiç şaşırmıyorum. İktidar hangi konuya el attıysa bilin ki tersini yapacak. Durum, bu iktidar için kesin ve şaşmaz doğrudur. Bu tezden bihaber olanlarımız, olaylar karşısında sudan çıkmış balık gibi şaşkına dönüyor.

Dünya liderimizin akşam söylediğini sık sık sabah yalanlaması bundandır. Demirel tezi devreye giriyor; “Siyasette dün dündür, bugün bugündür”

Örneğin Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesinin yaratacağı olumsuzluklar sıralandı, sonra da bir baktık Ayasofya Müslümanlara ibadete açıldı. Hem de bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’e Diyanet İşleri Başkanı’nın ağzından lanet okuyarak!!??

“Kürt açılımı, analar ağlamasın” filan dendi, o günden bugüne Kürt yurttaşların elinden mendil eksik olmadı. Yasal olarak kurulmuş HDP’nin lideri Selahattin Demirtaş mapustan çıkamıyor. HDP’nin seçilmiş bütün il belediyelerine kayyum atandı. Sevgi belirtisi bunlar..

“Alevi açılımı” dedi, Alevi yurttaşlarımız istediği dinsel bilgiyi alamıyor. Zorunlu din dersi ile Vahabi kültürü dayatılıyor. Alevi yurttaşların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde zorunlu din derslerinin insan haklarına aykırılığı hakkında kazandığı davalar hiçe sayılıyor.

“İşçi kardeşlerimizin 1 Mayıs’ı emek ve dayanışma günü olarak kutlamaları için karar almış bulunuyoruz” dendiğinde, ben işçi kardeşlerimizin 1 Mayıs’ta temiz bir dayak yiyeceklerini anlamıştım.

“Çiftçimizin yüzü gülecek” dendi, mazot alamayan çiftçi traktörünü, tohumluk buğdayını sattı.

“Ekonomi zirve yapacak dediler”, dip yaptı, Merkez Bankası 40 milyar $ ekside.

“Ben İstanbul’u eşimden çok seviyorum” filan dendi, sonra da kendileri açıkladı, “Biz İstanbul’a ihanet ettik”… Dünya liderimiz yalan söyleyecek değil ya, İstanbul’a ihanet edildiyse edilmiştir!

Şimdi “Hukuk reformu yapalım” denince ne yalan söyleyeyim, “eyvah” dedim! Anladım ki, henüz iktidarın sopası yapamadıkları, vicdanının sesini dinleyen pek çok yargıç ve savcımızın da hakkından gelecekler; az da olsa kalan çağdaş yasaları kökten silecekler.

Eyvah eyvah, reform yapacaklar!!!

 

 

 

ÇORUM HABER Gazetesi ile söyleşimiz..

ÇORUM HABER Gazetesi ile söyleşimiz..

TÜRK DEVRİMİ, SÜREKLİ KARŞI DEVRİM GİRİŞİMLERİ İLE BOĞUŞMAK ZORUNDA KALDI..

 

Söyyleşi için, Sn. Mustafa AYDINLI‘ya ve Çorum Haber Gazetesine teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 12 Kasım 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Çorlu DEVRİM Gazetesi ile söyleşimiz…

Çorlu DEVRİM Gazetesi ile söyleşimiz…

Cumhuriyetimizin Kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Sonsuzluğa Göç Edişinin 82. Yılında Özel Söyleşi..

Sn. Mustafa AYDINLI‘ya teşekkürlerimizle…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sevgi ve saygı ile. 12 Kasım 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

MANSUR YAVAŞ’A KIZIYORUM

MANSUR YAVAŞ’A KIZIYORUM

Mustafa AYDINLI
Eğitimci Yazar

Sayın Mansur Yavaş’a  kızıyorum dostlar. Hem de öyle böyle değil, tepeden tırnağa kızıyorum. Şunun şurasında daha 2. yılını doldurmadan yaptıklarına bakıyorum, kızılmayacak gibi değil. Neredeyse çeyrek yüzyıldır biz böyle şeylere alışkın değildik, ‘Eski köye yeni adetler getirmeye başladı’. Neymiş efendim, “Ankara Cumhuriyet’in başkentiymiş. Türkiye’nin çağdaş, modern, gülen ve görünen yüzü olmalıymış.” filan.

Yaşadığımız pandemi günlerinde tutturmuş, kenar mahallelerdeki işsiz güçsüzlerin, çoluk çocuk gecekondusuna sığınmış ailelerin bakkal borçlarını kapatacağım diye. Kapatmış da, vatandaş bakkala borcu nedeniyle utana sıkıla giderken.

Bakkal müjdeyi veriyor vatandaşa;

-Haydi gözünüz aydın, dün bir Hızır geldi. Kim olduğunu bilmiyorum. Veresiye defterlerini alıp gitti, bakkala borcunuz yok.

Askıda fatura“, “askıda ekmek“… Veren belli değil, alan belli değil. Şaşaa yok, tantana yok. Çaresiz vatandaşın yüzü gülüyor, içine bir umut, bir ışık doğuyor. Ülkede böyle insan, böyle idareci de olacakmış demek. Nesli tükenmiş de olsa.

Sahi ben neden kızıyorum Sayın Yavaş’a? Gelecekte “dinozorların heykelini diken adam” olarak anılmak varken, “nesli tükenen dinozor” olarak anılacak (!)

Öte yandan Ankara’yı bilimin, kültürün, uygarlığın başkenti yapmak çok zor ve çetin iştir. Akıl vermek gibi olmasın ama Sayın Yavaş, aslında işin kolayı var. Örneğin arabanızla yontuların yanından geçerken “tükürüp geçseniz yontuların içine” daha pratik degil mi? (!)

Yine geçen gün kavşaklara ve köprülere kaç liraya mal olduklarını yazdırmış. Dedik ya nesli tükenmişlerden. Biz siyaseti kasayı doldurmak olarak değil, keseyi doldurmak olarak biliriz. Yoksa yanılıyor muyum? Örneğin, Ankara’yı parsel parsel satmak varken… Sonra işi laf kalabalığına getirip, halkın karşısına geçip, pişkin pişkin gülmek varken… Siz tutun, köprünün üstüne şu fiyata mal oldu diye yazın. Olacak iş mi bu?

Demek ki Sayın Yavaş farkında değil. Neredeyse son çeyrek yüzyılda siyasetin iklimi değişti. Siyaset toplum için midir, yoksa ticaret için mi? Balığı ‘bulanık suda’ avlamak varken, siz tutun köprünün üstüne maliyetini yazın. Atasözüdür anımsatayım, “İbadet de gizlidir, kabahat de.” Gizli olmayınca “parsel parsel” nasıl satacaksınız?

Sonra Sayın Yavaş, bugün akıldaneliğim tuttu kusura bakmayın. Size avantadan bir akıl daha.. “Ankara’yı parsel parsel satmanın” hiçbir ‘cürmü cezası’ filan yok. Olsa olsa Sayın Kılıçdaroğlu sizi görevden alır. Mahkemeye verecek değil ya. Konu unutulur gider yahu. Ben “lekelenirim, karalanırım mı?” diyorsun. Kolayı var.  Bir televizyon şirketi kurarsınız, oradan anlatırsınız. ‘Beyaz, bembeyaz, ak pak’ olursunuz gider. Sonra yeleli aslanlar gibi dolaşırsınız milletin karşısında, otuz iki dişinizi göstererek (!)

Kahramanmaraş’ta edebiyat öğretmeni Aziz Serin, uzaktan eğitim yaparken internette yaşadığı sorun nedeniyle öğrencilerine ders anlatabilmek için çıktığı tepede, kalp krizi geçirerek yaşamını yitirmiş.

Sayın Yavaş bu öğretmenin de acısını içinde duymuş. Şimdi öğretmeni tanıyan, duyan, hesaba alan mı var? “Öğretmen maaşları fazla diye” yakınıldığı, öğretmen evlerinin, lokallerinin elinden alındığı dönemde bu ne hümanistlik böyle?

Ayrıca Sayın Yavaş, Kars’ta, Van’da, Erzurum’da, Diyarbakır’da en ücra köylerde uzaktan eğitim alabilmek için çekmeyen internet nedeniyle tepelerde koşturan, ‘yalın ayak başı kabak’ köy çocuklarının da sesini duymuş. Açıklama yapıyor; buralara dek teknoloji götürmeye ben hazırım diye.

En ücra köylerdeki çocukların heyecanını duymak, onların feryadını duymak… Onların gözyaşları nasıl oluyor da toprağa değil, Sayın Yavaş’ın taa Ankara’da yüreciğinin başına damlıyor?

Bu nedenlerle kızıyorum Sayın Yavaş’a. Şu üç günlük dünyada, bir tarikata girip, bir şeyhin eteğine yapışıp, “Ankara’yı parsel parsel satmak” varken, siz tutun sınır boylarındaki çocukların feryadını duyun, dinleyin. Olacak iş değil (!)

 

 

 

MARŞ MARŞ, YERLERİNİZE!

MARŞ MARŞ, YERLERİNİZE!

Mustafa Aydınlı - BiyografyaMustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Ayasofya’daki ilk cuma hutbesinde

  • “Vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar” sözleri ile ad vermeden Atatürk’e lanet okudu!

Birlik ve beraberliğe, en çok gereksinimimiz olduğu şu günlerde, dinin sevgi ve hoşgörüye dayalı iletilerini vermesi gerekirken; Vatanın kurtarıcısı ve Cumhuriyetin kurucusu M. Kemal Atatürk’e lanet okumak ülkede infial / isyan yaratmıştır.

İstanbul 4 yıl, 10 ay, 23 gün İngiliz işgalinde kalmış (13 Kasım 1918, 6 Ekim 1923), kentin anahtarını İngilizlere Padişah Vahdettin teslim etmişti. İstanbul’u da, Ayasofya’yı da işgalden kurtaran Mustafa Kemal, Diyaneti kuran da O! Ali Erbaş da oturduğu koltuğu O’na borçlu. Ayrıca Murat Bardakçı’nın açıklamalarına, göre vakfiyede öyle bir metin de yok.

Bir din adamı neden yalan söyler? Neden gerçekleri çarpıtır? Neden kurucusuna ve kurtarıcısına hakaret eder? Çok düşündürücü değil mi? Bu tutum nankörlük değil de nedir? Peki, İslam inancında nankörlüğe yer var mıdır, nankörlük eden “neye uğrar” ??!! Dahası ahlak dışı bir davranış değil midir bu iftira; özünde İslam dini “iyi – güzel ahlak” odaklı değil midir??

Mustafa Kemal’in bir bölüm sözde din adamlarınca saldırıya uğraması ilk değil. Şeyhülislam ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti, İslam Teali Cemiyeti’nin kurucusu Mustafa Sabri, Mustafa kemal Paşa hakkında idam fermanını kaleme alan kişi ve Sevr’in imzalanması için özel çaba harcadı.

  • “Mustafa Kemal ve Ankara hükümeti kahpedir… Kudurmuş haydutlar, caniler…
    Eyy Allah’tan korkmayan, eyy peygamberden haya etmeyen mahluklar… Bunların dinsizlik derecesi tasavvur edilemez, cenabı hakkın gazabı ve laneti bunların üzerine olsun… Yunanlara fazla zayiat verdirmek bizim için hayırlı ve menfaatli olamaz, İngilizleri kızdırırız, İngiliz gibi muazzam devlete karşı katiyen kazanma ihtimali yoktur… Yunan ordusu halifenin ordusudur, asıl kafası koparılacak mahlukat Ankara’dadır..”

Fesli Kadir Mısıroğlu da “Keşke Yunan galip gelse” diyenlerdendi. Belli ki Ali Erbaş da bunlardan el almış.

Yurtsever din bilgileri de var elbette, Ankara Müftüsü Rıfat Börekci ilk Diyanet İşleri başkanı idi. Günümüzün aydın din bilginlerinden Sayın Cemil Kılıç gibi. Kılıç, attığı bir tivitte şöyle diyor :

  • “İnsanlığın dincilere tutsak düşen dinlerden çektiği nedir Allah aşkına?
  • Tıpkı Muaviye’nin cami kürsülerinden Ehlibeyte lanet okutması gibi,
    bu gün de kürsülerden Cumhuriyet’in kurucusuna ad vermeden lanet okunuyor.
  • Unutma! Bu gün minberden isim vermeden Kadir Mısıroğlu’na rahmet,
    Atatürk’e de lanet okundu.
  • Bu gün Atatürk’ün kurduğu devletin bir memuru, Atatürk’e lanet okudu.
  • Susanın kanı kurusun.”
    Can Yücel ; “Bana ‘Şiirlerinde küfretme.’ diyorlar usulsüz. Ulan nasıl anlatayım bu kadar o….. çocuğunu küfürsüz?” demektedir.

Neyzen Tevfik ise bir şiirinde;

Ben sana _ok demem,
_oklar duyar ar eder.
Bir zerren düşse _oka,
Onu da mundar eder..

diye başlayan ancak 2. dörtlüğünü buraya almaktan bizim de “hâyâ” edeceğimiz dizelerle içinden taşan ölçüsüz ve haklı isyanı dile getirir..

Geldiğimiz yer tam da burasıdır ve halkın duyarlığı, sinir uçları ile neden bilerek ve isteyerek, adeta kör kör gözüm parmağına oynanır; anlamak ve anlatmak olanak dışıdır!
Anlaşılan AKP = RTE “gidici” olduğunu kesin ve net olarak görmektedir.. Bu çöküşü geciktirme  derdindedir. Kısa günün kârı yanı sıra, ehh, bir miktar daha kutuplaşma ve tabanını bir arada tutma çırpınışı..
Yalnızca batmıyorlar, insanlık tarihinde utanca da boğuluyorlar..
****
Edebiyat dersinde öğretmen yazılı yoklama yapıyor, öğrenci noktalama işaretlerini nereye koyacağını bilmiyor. Kompozisyon bitince tüm noktalama işaretlerini en sona yazıyor ve “Marş marş yerlerinize” diyor.

Biz de Can Yücel ve Neyzen Tevfik’in sözlerini nereye koyacağımızı bilmiyoruz,
nereye yakışıyorsanız oraya, marş marş yerlerinize diyoruz.
=============================

Dostlar,

Biz de dökelim içimizi                       :

1. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memuru, tüm ulusumuzdan ve Yüce ATATÜRK’ün
aziiiiiiiiiiiiiz anısından açıkça özür dilemelidir.
2. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memuru, derhal görevinden istifa etmelidir.
3. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memuru hakkında derhal, halkı kin ve düşmanlığa teşvikten ve Atatürk Hakkında Yasayı çiğnemekten adli işlem / ceza kovuşturması başlatılmalıdır.
4. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memuru hakkında derhal 657 s. yasa kapsamında disiplin soruşturması başlatılmalı ve hak ettiği en ağız ceza, DEVLET MEMURLUĞUNDAN ÇIKARMA yaptırımı uygulanmalıdır.
5. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memuru, AKP = RTE / Partili Cumhurbaşkanı tarafından görevinden azledilmeli ve Erdoğan da halktan ve Atatürk’ten özür dilemelidir.
6. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memurunun söz konusu konuşması YOK HÜKMÜNDE SAYILMALI, yerine Büyük ATATÜRK’e açık şükran ve minneti de ifade eden yeni bir metin tarih kaydına geçirilmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 26 Temmuz 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com