Etiket arşivi: Milletler Cemiyeti

Türkiye ve Birleşmiş Milletler


Türkiye ve Birleşmiş Milletler

anil cecen

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Atatürkçü Düşünce Derneği
Yazı Kurulu 
ve Bilim Danışma Kurulu Üyesi

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana uluslararası topluluğun içinde bulunmaya dikkat etmiş ve bu doğrultuda başta Birleşmiş Milletler olmak üzere
bütün uluslararası kuruluşlarda ya kurucu ya da sonradan üye olarak yer almıştır.

  • Türk Devletinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, çağdaş uygarlığı ve
    çağdaş uluslar ailesinin onurlu bir üyesi olmayı Türkiye Cumhuriyeti için
    başlıca hedef olarak ortaya koymuştur.

Atatürk’ün emanetini geleceğe taşımak üzere işbaşına gelen yeni yönetimler,
kurucu önderin izinden giderek evrensel alanda etkin olmaya çaba göstermiş ve
dış ilişkilerini sürekli olarak geliştirerek, çağdaş dünyanın en önemli ülkelerinden biri olmuştur.

1. Dünya Savaşı sonrasında, 2. bir cihan savaşı çıkmasını önlemek üzere kurumuş olan Milletler Cemiyeti içinde de yer alan Türkiye Cumhuriyeti, 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulan Birleşmiş Milletler örgütünde kurucu üye olarak yer almıştır. Üçüncü dünya savaşını önlemek üzere kurulan Birleşmiş Milletler kısa zamanda gelişerek bütün devletleri çatısı altına almış ve böylece dünya kıtalarını kapsayan evrensel bir örgütlenme haline gelmiştir. Bir anlamda geleceğin dünya devletinin ön hazırlıklarını yapan Birleşmiş Milletler, her alanda kendisine bağlı bir düzen içinde çalışan uluslararası kuruluşlar aracılığı ile bütün dünyayı kucaklamaya çalışmaktadır.

  • Birleşmiş Milletler bir insanlık idealinin örgütlenmiş yapılanmasıdır.
  • İnsanlığın ortak ideali, 7+ milyar insanın barış içinde ve
    uygarlığın bütün nimetlerinden yararlanarak yaşamalarıdır.
İnsanlığın bilinen on bin yıllık tarihinin her dönemi savaşlarla dolu geçmiş ve bu yüzden milyonlarca insan ya yaşamını yitirmiş ya da engelli kalmıştır. Savaşlar yüzünden bir türlü kalıcı barış elde edilememiş ve her dönemde bu yüzden kanlı çatışmalar
devam edip gitmiştir. Her savaş döneminde eski devletler yıkılmış, savaş sonrasında  yeni devletler devreye girerek farklı bir dünya düzeni ortaya çıkmıştır.
Tarihin çeşitli dönemlerinde bu gibi gelişmeler belirleyici olmuş ve insanlığın kaderi
buna göre biçimlenmiştir.

Barış tarih boyunca her zaman istenmiş ve aranmıştır ama bir türlü sürekli barış
elde edilememiştir. İnsanların sürekli yeniyi arayan tutum ve davranışları
yerleşik düzenlerin kalıcı olmasını engellemiş ve bu yüzden devletlere bağlı olarak gerçekleştirilen, kamu düzenleri çökmüştür. Yerleşik düzenlerin sıcak çatışmalar yüzünden çökmesi, her zaman savaşları öne çıkarmış ve bir türlü sürekli ya da kalıcı barış ortamı güçlü bir biçimde gerçekleştirilememiştir.

İnsanoğlunun karakteri kaderi olmuş, rekabet ve çekişmeler yüzünden kalıcı barış düzeni bir türlü kurulamamıştır. 1. Dünya Savaşı sonrasında 2. Dünya Savaşı
Milletler Cemiyeti ile engellenemeyince, bunun yerine daha güçlü bir uluslararası örgüt olarak Birleşmiş Milletler kurulmuştur. Atatürk Cumhuriyeti, savaşlara karşı bir barış ve güvenlik devleti olarak kurulduğu için Birleşmiş Milletler hareketi içinde kurucu üye olarak yer almış ve San Fransisco belgesini imzalayarak, dünyanın en büyük evrensel örgütlenmesi olan Birleşmiş Milletlerin oluşum sürecine katkıda bulunmuştur.
2. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkım ve milyonlarca insanın yitimi, Birleşmiş Milletlerin güçlü bir örgüt olarak kurulmasını zorunlu kılmıştır. Amaç evrensel barış olduğu için, büyük ve güçlü devletleri bu doğrultuda baskı ve denetim altına alacak evrensel bir kuruluş olarak Birleşmiş Milletler örgütü zorunluluk kazanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Atatürk, H.G. WELLS adlı bir tarihçinin
DÜNYA TARİHİ kitabını okuduktan sonra geleceğin dünya devletinin nasıl kurulacağı ve nasıl örgütlenmesi gerektiği konularında düşüncelerini dile getirmiş ve bu doğrultuda evrensel barışın zorunlu olduğunu vurgulamıştır. Dünya tarihini bir komutan olarak
iyi bilen Atatürk, sürekli barış için tüm savaşların önlenmesi gerektiğini iyi biliyordu. Ama barış için her zaman savaşa hazır olmanın zorunluluğunu da görebiliyordu.

  • Türkiye Cumhuriyeti emperyalizmin yıktığı bir imparatorluk sonrasında
    verilen bir ulusal kurtuluş savaşı ile ancak kurulabiliyordu.

Geleceğin dünya devletlerinin barış içinde kurulabilmesi için Birleşmiş Milletlerin,
tüm savaşları önleyebilecek güçlü bir örgütlenmeyi, dünyanın bütün kıtaları üzerinde tamamlaması gerekmektedir. Kurucu önder Atatürk’ün izinden giden Türk devletinin Birleşmiş Milletler çatısı altında daha da etkin olarak kalıcı bir dünya barışı için mücadele etmesi elzemdir.

“Yurtta barış ve dünyada barış!”

ilkesinin yanına “bölgede barış“ı da ekleyerek Türkiye Cumhuriyeti, Orta Doğu’daki savaş sürecini Birleşmiş Milletler ile paslaşarak ve güçlü bir dayanışma sağlayarak gerçekleştirebilmektedir.
Zorunluluk –miletin yaşamı tehlikeye düşmedikçe– yoksa savaşın bir cinayet ve katliam olduğunu iyi bilen bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletlerin
ilk evre kararlarının savunuculuğunu merkezi alanda yapmalıdır.

Namus ve Cesaret…

Av. Ertuğrul Latif KAZANCI
Eski ADD Genel Başkanı

Ertugrul_Kazanci_portresi

Namus ve Cesaret…

  • 25 Aralık 1973 günü aramızdan ayrılan İsmet İnönü,
    Atatürk’e saldıramayanların ilk hedefidir. Onların yükselttikleri Cumhuriyet
    ve devrim değerleri, kimilerince yıkılmak istenilen amaçlardır.
    Atatürk’ün deyişiyle: “Her büyük işin ehli ve faili” İnönü,
    Ulusun ters dönmüş alınyazısını yenmiş” komutan,
    Mudanya ve Lozan” yapıcısı diplomat,
    yetkin ve demokrat bir devlet adamıdır.

Toplumsal bellek, bazı özdeyişlerin tazeliğini koruduğuna tanıktır.
Örneğin İsmet İnönü;

  • Namus erbabı, en az namussuzlar kadar cesaretli olmadıkça
    o ülke sömürge olur.” der.

Sömürü, biri dışa bağlı, bir diğeri ise içten içe olmak kaydıyla iki türlüdür.
Emperyalizmin “mazlum” uluslar üzerindeki yüzyıllara dayalı saldırısını Anadolu’da yenilgiye uğratan irade, dış sömürüyü yok eden güçtür.

1936’daki iş yasasıyla emeği değerlendiren, “Kamu İktisadi Teşekkülleri” eliyle çalışma, üretim ve ucuz tüketim sağlayan adımlar, iç sömürü karşıtlıklarıdır.
1940 yılında “Köy Enstitüleri” kuran, “vurguncu, tefeci ve teneffüs ettiğimiz havadan bile haksız kazanç peşindeki batakçı tüccarı” silmek için 1942’de “Varlık” vergisi çıkaran, 1945 yılında “çiftçiyi topraklandırma” yasası ardında
yer alan tavırlar, yine iç sömürüye karşı çıkışlardır.

Cumhuriyet ve devrimin halktan yana tüm safhalarında birbirlerine güç vererek tamamlayan iki öğe daima Atatürk ve İnönü’dür. Örneğin, 28 Eylül 1930 tarihli “Cumhuriyet” gazetesinde, başbakanlık görevinden istifa eden İnönü’ye ilişkin bir haber şöyledir:

“İsmet İnönü, devlet yönetiminin başkalarınca üstlenilmesine fırsat vermek için başbakanlığı yeniden ve Atatürk’ün ısrarına karşın kabul etmemekte direnmiş,
ısrardan sonra kabul etmiştir. İnönü’nün başbakanlığı kabul etmeme direnişini açıklayan Atatürk, ‘İktidar mevkiinin başka bir deneyime dayanıklılığı olmadığını’ belirterek
‘Eğer İnönü, hükümet kurmaktan kesin şekilde kaçınsaydı, başbakanlığı bizzat üstlenmekten başka çare kalmazdı. Ya ben, ya o’ demiştir”.

Değer ölçütü…

Namus erbabı, eğer namussuzlar kadar cesaret sahibi olmasalardı;
“Kurtuluş” Savaşı’nda İstanbul hükümetinin idam fermanından korkarak zafer için
çaba göstermezlerdi.

Namus erbabı, eğer namussuzlar kadar cesaret taşımasalardı,
bu ülke boş ve asılsız kör geleneklerin tutsaklığına teslim olacaktı.

Namus erbabı, eğer namussuzlar kadar cesaretli davranmasalardı,
“aymazlık, sapkınlık ve hıyanet” içindeki karanlıklar “galebe” çalacaklardı.

Namus, sadece bireysel söz ve davranışlarla sınırlı değildir.
Namusun onurlu sınırsızlığı, ülke ve ulusa yönelen bağlılıktır.
Mandacılığı yadsıyan, emperyalist ülkelere peş keş edilmiş siyasetleri silkeleyen
ve tıpkı şanlı Anadolu İhtilali gibi dirençlerle yoğurulmuş kalkışmalardır.

Halk kitlelerini yanıltarak toplumsal değer yargılarını saptırmak ve böylece politikada kulaç atmak, namusluca iş değildir. İnönü’nün ölçütü şudur:

“Politika ciddi bir iştir. Çünkü devlet yönetme sanatıdır. Politikacı da devlet yönetme sanatına talip olan kişidir. Onun için özü ve sözü doğru olmalıdır.”

İnönü, “doğruluk” kıstasıyla politika ve politikacıyı namus kavramı içine çekmektedir.

İnönü’nün: “Varsın bütün ret ve inkârlar devri üzerimde yaşansın” yaklaşımını göze alarak teşvik ettiği demokrasiyi, devrim değerlerini yok etme pahasına
çoğunluk diktalarına döndürenleri, tarih yargılayacaktır.

Sonuç

“İnönü Savaşları” kahramanı, “Mudanya Ateşkesi” ve “Lozan” antlaşmalarının yapıcısı, Cumhuriyetin kurucularından İnönü’yü
sevgiyle anıyoruz. İsmet İnönü, bu ülke ve halkın şükran duyması gereken
en saygın kişilerindendir.

O, kendisini düzeysizce hedefleyenlere de hep tek yanıtla yetinmiştir:

“Haydi canım sen de!..”
(Cumhuriyet, 25.12.12)

============================================

Dostlar,

Değerli dostumuz, ADD’de dava arkadaşımız (kendileri Genel Başkan iken biz de Genel Başkan Yardımcısı ve zaman zaman da Genel Başkan Vekili idik)
Av. Ertuğrul Latif Kazancı‘nın yazısı tek sözcükle “mükemmel” bir derleme..

Hoşgörüsüyle ve hoşgörünüzle bir minik ama önemsediğimiz katkı yapalım :

1936 tarihli İş Yasası Türkiye’nin ilk iş yasası değil.

ILO (International Labor Organization – Uluslararası Çalışma Örgütü)
1919 kuruluşlu, Milletler Cemiyeti‘nden de eski bir uluslararası uzmanlık kuruluşudur (1920). Atatürk’ün Türkiye’si 1932’de (18 Temmuz) “özel çağrı” ile bu kuruma üye olur. ILO’ya üyelik ise 9 gün daha öncedir (9 Temmuz 1932). ILO’nun da katkılarıyla ülkemiz, büyük Atatürk döneminde, emeğe saygısının ürünü olarak İŞYASASI çıkarır.

Ancak, 1. TBMM’nin 151 sayılı ve 1921 tarihli yasasının adı “AMELE BİRLİĞİ” dir. O saygın 1. TBMM, ülkemiz daha sıcak savaş içinde iken, işgal altında iken, özellikle Zonguldak kömür madenlerindeki işçilerimiz için, Osmanlı’nın beceremediği eylemi (kadük olan 1865 tarihli Dilaver Paşa Nizamnamesi!) olağanüstü ağır koşullar altında başarmıştır. Günümüzde, Ankara Hoşdere Caddesindeki “Zonguldak Amele Birliği” binası, bu bağlamda nostaljik ve narin bir tarihsel yapı olarak dünden bugüne bize – tarihe çok değerli bir emekçi armağanıdır.

(Daha sonra 1971’de 1475 sayılı İş Kanunu ve 2003’te 4857 sayılı İş Kanunu’nu yaptık. 30 Haziran 2012’de İş Güvenliği Yasası çıkardık.. Ancak Türkiye iş sağlığı ve güvenliği bağlamında dünyanın en olumsuz ülkelerinden olmayı sürdürüyor
ne acı ki..)

Büyük Atatürk’ün kadim dostu ve can yoldaşı İsmet İnönü‘ye sonsuz şükranla..

Sevgi ve saygı ile.
25.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Israel, Gaza fighting rages on as Egypt seeks truce

Dostlar,

İsrail’in Filistine’e dönük vahşeti durdurulamıyor...

Bu kez gene Gazze Şeridi..
Adeta lanetli topraklar..

6 Kasım ABD seçimlerinin hemen ardından tırmandırılan kabul edilemez şiddet..
Yüzlerce ölü ve yaralı, sakat kalacak insan.
Gazze’de günahsız kadın, çocuk ve yaşlılar..
Harabeye dönüşen ev ve işyerleri..
Yaşam alanları tüketilmiş durumda.
Bu gidişle BM’nin de yazgısı 2. Dünya Paylaşım Savaşı öncesindeki Milletler Cemiyeti‘ne dönüşecek.

Felç olmuş bir BM Güvenlik Konseyi..

Bu arada Türkiye ve Dünya’da Obama / Romney bahsi oynayan saflar görmeli ki, ABD’nin kurumlaşmış siyaseti açısından değişen bir şey yok..

Ünlü söylemle “Garp cephesinde yeni bir şey yok..”

Obama da ABD’nin çelikleşmiş gizli devletini aşacak irade göster(e)medi..
Nobel barış ödülü almasına karşın.. Haberden şu alıntı yeter fikir veriyor Obama’nın pozisyonu ve”çaresizliği” (!) hakkında :

  • President Barack Obama said; ….. Israel had the right to self-defense.
    (İsrail’in kendini savunma hakkı var.. )

Bu arada bizde de, hariçten gazel okuyanlar yüksek perdeden gürlüyor..
Kuru gürültü..

  • BOP eşbaşkanları ancak, içeride eğitilmemiş yığınlara dönük
    aldatıcı propaganda yürütebilir.
  • Asıl misyonları kendi ülkelerini de parçalamak ve Büyük İsrail‘in
    hizmetine sunmaktır.

Ne denli hazin değil mi?

Büyük fotoğrafın bir parçası da açlık grevleri üzerinden kamuoyunu ve de
-kaldıysa- devlet aklını tutsak almak
ve olmadık ödünleri koparmak..

Bir ülkede yargıda dil birliği olmazsa egemenlik kalır mı?

Bu bir kapitülasyondur ve Osmanlı’da bile yabancılara bu denlisi tanınmamıştır.

Büyük şehir belediye yasası da ülkeyi eyaletleştirmenin ve başkanlık (tek adam!) rejimine hazırlamanın kaldırım taşları..

Bu hengamede, üstün performansı (!) ile Guiness’e girmesi mutlak olan TBMM tarafından yasalaştırıldı.
Bakalım Çankaya yine noterlik gibi mi davranacak?
Aksini umacak denli saf olamazsınız..

Bütün bunlar biz “idamı” konuşurken oldu; yine gündem oyununa geldik
ve de Obama’nın seçimi almasını izleyen 10 güne nasılsa sığdırıl!?

************************

Dostlar,

Aşağıda Reuters’ten İsrail’in Gazze saldırısı ile ilgili kapsamlı bir yorum ve yürek paralayan fotoğraflar sunuyoruz.
Haberi Türkçeleştirme olanağımız ne yazık ki yok..
Ama fotoğraflar her şeyi anlatıyor ve “uygar” dünya aciz (!) seyrediyor..

Sevgi ve saygı ile.
18.11.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

**********************************************
Israel, Gaza fighting rages on as Egypt seeks truce

By Nidal al-Mughrabi and Jeffrey Heller

GAZA/JERUSALEM | Sun Nov 18, 2012 9:35am EST

(Reuters) – Israel bombed Palestinian militant targets in the Gaza Strip from air and sea for a fifth straight day on Sunday, preparing for a possible ground invasion while also spelling out its conditions for a truce.

Palestinian firefighters extinguish a fire after an Israeli air strike on a house in Gaza City November 18, 2012. REUTERS-Ahmed Jadallah

Palestinians launched dozens of rockets into Israel and targeted its commercial capital, Tel Aviv, for a fourth day. The “Iron Dome” missile shield shot down two of the rockets fired toward Israel’s biggest city but falling debris from the interception hit a car, which caught fire. Its driver was not hurt.

In scenes recalling Israel’s 2008-2009 winter invasion of the Gaza Strip, tanks, artillery and infantry massed in field encampments along the sandy border. Military convoys moved on roads in the area newly closed to civilian traffic.

Palestinians inspect a destroyed house after an Israeli air strike in Gaza City November 18, 2012. REUTERS-Ahmed Zakot

Prime Minister Benjamin Netanyahu said Israel was ready to widen its offensive.

“We are exacting a heavy price from Hamas and the terrorist organizations and the Israel Defence Forces are prepared for a significant expansion of the operation,” Netanyahu said at a cabinet meeting, giving no further details.

Palestinian officials said 56 Palestinians, most of them civilians, including 16 children, have been killed in small, densely populated Gaza since the Israeli offensive began, with hundreds wounded. More than 500 rockets fired from Gaza have hit Israel, killing three civilians and wounding dozens.

Israel unleashed intensive air strikes on Wednesday, killing the military commander of the Islamist Hamas movement that governs Gaza and spurns peace with the Jewish state.

Israel’s declared goal is to deplete Gaza arsenals and press Hamas into stopping cross-border rocket fire that has bedeviled Israeli border towns for years and is now displaying greater range, putting Tel Aviv and Jerusalem in the crosshairs.

AIR STRIKE ON MEDIA CENTRES

In air raids on Sunday, two Gaza City media buildings were hit, witnesses said. Eight journalists were wounded and facilities belonging to Hamas’s Al-Aqsa TV as well as Britain’s Sky News were damaged.

Israelis take cover in a bomb shelter as a siren sounds warning of incoming rockets near the scene where a rocket fell earlier in the coastal city of Ashkelon November 18, 2012. REUTERS-Nir Elias

An employee of Beirut-based al Quds television station lost his leg in the attack, local medics said.

The Israeli military said the strike targeted a rooftop “transmission antenna used by Hamas to carry out terror activity”, and that journalists in the building had effectively been used as human shields by the group.

Three other attacks killed three children and wounded 14 other people, medical officials said, with heavy detonations regularly jolting the Mediterranean coastal enclave.

Egyptian President Mohamed Mursi said in Cairo, as his security deputies sought to broker a truce with Hamas leaders, that “there are some indications that there is a possibility of a ceasefire soon, but we do not yet have firm guarantees”.

Egypt has mediated previous ceasefire deals between Israel and Hamas, the latest of which unraveled with recent violence.

A Palestinian official told Reuters the truce discussions would continue in Cairo on Sunday, saying “there is hope”, but that it was too early to say whether the efforts would succeed.

U.N. Secretary-General Ban Ki-moon will be in Egypt on Monday for talks with Mursi, the foreign ministry in Cairo said. U.N. diplomats earlier said Ban was expected in Israel and Egypt this week to push for an end to the fighting.

Asked on Israel Radio about progress in the Cairo talks, Silvan Shalom, one of Netanyahu’s deputies, said: “There are contacts, but they are currently far from being concluded.”

Listing Israel’s terms for ceasing fire, Moshe Yaalon, another deputy to the prime minister, wrote on Twitter: “If there is quiet in the south and no rockets and missiles are fired at Israel’s citizens, nor terrorist attacks engineered from the Gaza Strip, we will not attack.”

Members of the Palestinian Civil Defense search for victims under the rubble of a destroyed house after an Israeli air strike in Gaza City November 18, 2012. REUTERS-Suhaib Salem

SYRIAN FRONT

Israel’s military also saw action along the northern frontier, firing into Syria on Saturday in what it said was a response to shooting aimed at its troops in the occupied Golan Heights. Israel’s chief military spokesman, citing Arab media, said it appeared Syrian soldiers were killed in the incident.

There were no reported casualties on the Israeli side from the shootings, the third case this month of violence that has been seen as a spillover of battles between Syrian President Bashar al-Assad’s forces and rebels trying to overthrow him.

Israel’s operation in the Gaza Strip has so far drawn Western support for what U.S. and European leaders have called its right to self-defense, but there was also a growing number of appeals from them to seek an end to the hostilities.
 

British Foreign Minister William Hague said on Sky News that he and Prime Minister David Cameron “stressed to our Israeli counterparts that a ground invasion of Gaza would lose Israel a lot of the international support and sympathy that they have in this situation”.

Israel’s cabinet decided on Friday to double the current reserve troop quota set for the Gaza campaign to 75,000. Some 31,000 soldiers have already been called up, the military said.

Netanyahu, in his comments at Sunday’s cabinet session, said he had emphasized in telephone conversations with world leaders “the effort Israel is making to avoid harming civilians, while Hamas and the terrorist organizations are making every effort to hit civilian targets in Israel”.

Israel withdrew settlers from Gaza in 2005 and two years later Hamas took control of the slender, impoverished territory, which the Israelis have kept under blockade.

NETANYAHU IN RE-ELECTION BID

Ben Rhodes, a deputy national security adviser to President Barack Obama, said the United States would like to see the conflict resolved through “de-escalation” and diplomacy, but also believed Israel had the right to self-defense.

A possible sweep into the Gaza Strip and the risk of major casualties it brings would be a significant gamble for Netanyahu, favored to win a January election.

The last Gaza war, a three-week Israeli blitz and invasion four years ago, killed 1,400 Palestinians, mostly civilians. Thirteen Israelis died in the conflict.

The current flare-up around Gaza has fanned the fires of a Middle East ignited by a series of Arab uprisings and a civil war in Syria that threatens to spread beyond its borders.

One significant change has been the election of an Islamist government in Cairo that is allied with Hamas, which may narrow Israel’s maneuvering room in confronting the Palestinian group. Israel and Egypt made peace in 1979.

On Saturday, Israeli aircraft bombed Hamas government buildings in Gaza, including the offices of Prime Minister Ismail Haniyeh and a police headquarters.

A Palestinian man sits amongst the rubble of a destroyed house after an Israeli air strike in the northern Gaza Strip November 18, 2012. REUTERS-Mohammed Salem

Israel’s Iron Dome missile interceptor system has destroyed more than 200 incoming rockets from Gaza in mid-air since Wednesday, saving Israeli towns and cities from potentially significant damage.

However, one rocket salvo unleashed on Sunday evaded Iron Dome and wounded two people when it hit a house in the coastal city of Ashkelon, police said.
(http://www.reuters.com/article/2012/11/18/)

Ahmet SALTIK

21 Ekim 2012


Geleneksel Türk Dış Politikasında Savaşın Yeri

© Ulusal egemenlik, geleneksel Türk dış politikasının hem hedefi hem de aracıdır.  Bundan dolayı, dış politikayı yönetecek olanlar, en büyük güç kaynağı olan ulustan yetki almalılar ve ulusun gücüne dayanmalıdırlar.

 

Prof. Dr. Metin KALE
Osmangazi Üniv. Tıp Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi

  • “Savaş zaruri ve hayati olmalıdır. Millet hayatı tehlikeye uğramadıkça, harp bir cinayettir.” Atatürk

Prensipleri ve ilkeleri Atatürk tarafından saptanan Türkiye’nin dış politikası ve uluslararası ilişkileri gelenekselleşmiş bazı özellikler gösterir.

Bu ilişkileri düzenlerken Atatürk’ün, eylemini olayların akışına bırakmayıp önceden planladığı, bu ilişkilerde maddi değerlerden çok manevi değerlere önem verdiği,
bütün kararlarının altında halka inanç, güven ve saygının yattığı, ulusal egemenlik ve tam bağımsızlığı vazgeçilmez koşul saydığı ve bu ilişkileri realizm ve akılcılık temelleri üzerine inşa ettiği görülür.

Cumhuriyetin kuruluş aşamalarında Atatürk’ün maddi değerlere çok önem vermemiş olması, O’nu, Osmanlı devlet adamlarından ayıran özelliklerinden biridir. İmparatorluğun çöküş dönemleriyle Cumhuriyetin kuruluşuna kadar geçen devrede Osmanlı devlet adamlarında akıllılığın ve becerikliliğin ölçütü Avrupalılardan borç bulabilmekti. Bu kişilere göre, borç bulunmadıkça devletin yaşayabilmesine olanak yoktu. Hatta bazıları işi daha da ileri götürerek, devletin yaşayabilmesi için Türkiye’nin başka bir devletin güdümü altına girmesini istiyordu. Bu tür düşünceleri asla benimsemeyen ve şiddetle reddeden Atatürk, bir ulusu maddi yıkımdan çok, moral değerlerin yozlaşmasının çöküntüye götüreceğini belirtiyordu.

O’nu bu şekilde düşünmeye iten, özgün ruh yapısı ve Türk ulusuna olan engin sevgisi ile halkta gördüğü mücadele ve dayanma gücüydü.

Ulusal egemenlik, geleneksel Türk dış politikasının hem hedefi hem de aracıdır. Bundan dolayı dış politikayı yönetecek olanlar, en büyük güç kaynağı olan ulustan yetki almalılar ve ulusun gücüne dayanmalıdırlar. Ulustan yetki almayan, ona dayanmayan veya inanmayan kişi ve kurumların ulus adına, yabancı uluslarla görüşmeye ve konuşmaya yetkileri olamayacağı bellidir. Diğer taraftan, yabancı uluslar da giriştikleri taahhütleri ulusuna benimsetebilecek kişi ve kurumları muhatap sayarlar.

Atatürk’e göre ulusal iradeye dayanmayanların, bir ülke adına hareket etmeleri yasal değildir ve yetkisiz şekilde yapılan uluslararası işlemler de adına yapılan ülkeyi bağlamaz. Bu düşünce, yabancı devletlerin de ciddiye aldığı bir yöntemdir.

Atatürk döneminin dış politikasının vazgeçilmez ana hedefi “tam bağımsızlık”tır.

Bu görüşünü 9 Haziran 1921’de Ankara’ya gelen Fransa temsilcisi Franklin Bouillon’a

  • “Tam bağımsızlık bugün bizim üzerimize aldığımız görevin özüdür.
    Bu görev bütün tarihe ve ulusa karşı yüklenilmiştir.” şeklinde ifade eder.

Tam bağımsızlığın önemli bir koşulu, dünyadaki güç dengelerini iyi hesap edebilmek ve büyük bir devletin etkisi altına girmemeye özen göstermektir. Tam bağımsızlık ülkeyi, uluslararası ilişkilerde tek başına ulusal sınırlar içine hapseden bir anlayış olmadığı gibi, “Dış yardımla çatışır, onu engeller” görüşü de yanlıştır. Ulusal bağımsızlığı ve ulusal çıkarları tehlikeye sokmayacak dış yardımdan kaçınılmaz.

Geleneksel Türk dış politikasında çok önemli ilkeler söz konusudur.
Bunların başında, başka ulusların içişlerine ve ülke bütünlüğüne karışmama gelir. Bu ilkeye başta İslam ve Ortadoğu ülkeleri olmak üzere bütün komşularımızla olan ilişkilerde özen gösterilmelidir. Bu özellik büyük güçlüklerle ve uğraşlarla dış politikaya kazandırılabilmiştir. Bu ilkeye bağlı kalınmadığı takdirde neler olabileceğini Atatürk şöyle dile getiriyor:

  • “Ulusa şunu ihtar ettim ki; kendimizi dünyanın hâkimi zannetmek gafleti,
    artık devam etmemelidir. Gerçek yerimizi, dünyanın vaziyetini tanımamaktaki gafletle, gafillere uymakla ulusumuzu sürüklediğimiz felaketler yetişir.
    Bile bile aynı faciayı devam ettiremeyiz.”

Yurtta barış, dünyada barış” uluslararası ilişkilerdeki diğer bir ilkedir. Yurtta ve dünyada barışı savaşta olsun, zaferden sonra olsun Atatürk kadar gerçekten isteyen ve koşullarını sağlayan başka bir lider yoktur. Yaptığı bütün savaşlar aslında, barışın gerçekleştirilmesine yöneliktir. Ondaki barışçılık yurt ve ulus bilinciyle, tarihi doğru yorumlamasının bir sonucudur. Bu barışçı anlayışladır ki, ulusal savaş “Misakı Milli veya Ulusal And” sınırları içinde kalmıştır. Türk ulusal Kurtuluş Savaşı yasal bir savaş olup, uluslararası hukukun bir devlete izin verdiği yegâne savaştır. Atatürk, “Vatanın bütünlüğü ve ulusun bağımsızlığı tehlikeye düşmedikçe” savaşı bir cinayet olarak gören bir anlayışa sahiptir.

Hayalci ve maceracı davranışlardan çok, çile çeken Türk milletinin ıstıraplarını çok iyi bilen Atatürk serüvencilikten uzak bir dış politika izlerken, aynı zamanda aktif olmayı da ihmal etmemiştir. 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi öncesi dönemde görüldüğü gibi aktif bir diplomasi uygulanmış, Türkiye 1930’larda Avrupa gelişmeleri hakkında fikrine değer verilen bir ülke olmuştur. 1928 tarihli Briand Kellog Paktı konusundaki Türkiye’nin ilgi ve desteği, 1934’te Balkan Antantı ve l937’de Sadabat Paktı konusundaki öncü rolü aktif politikanın bir göstergesidir.

Ayrıca 1937’de Hatay’ın anavatana katılması sorununda izlediği aktif politika ile yine dost ve komşu bazı İslam ülkelerinin Milletler Cemiyeti’ne katılmasındaki Türkiye’nin çabaları ve başarısı bu çerçeve içinde değerlendirilebilir.

Türk dış politikasında kamuoyunun ulusal sorunlarda önceden hazırlanmasına da
çok önem verilir. Kamuoyunu inandırmadan eyleme geçmek dış politikada çoğu zaman talihsizliklere yol açar.  Bir ulusun bölünmez bütünlüğü çeşitli şekil ve davranışlarla saldırı emelleri besleyenlere gösterilebiliyorsa, saldırı heveslileri bu emellerinden vazgeçebilirler.

İçine düşeceğimiz her karanlık durumda;

  • Işığımız her zamanki gibi Atatürk ilkeleri ve devrimleri olacaktır.

(Cumhuriyet, 20.10.12)