Etiket arşivi: Merdan Yanardağ

15 TEMMUZ’un AKP – ERDOĞAN AÇISINDAN SOSYO-POLİTİK PSİKOLOJİK ARDALANI

15 TEMMUZ’un AKP – ERDOĞAN AÇISINDAN SOSYO-POLİTİK PSİKOLOJİK ARDALANI

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

Yetkin İktisatçı sayın Mustafa Pamukoğlu, sitemizde yayınladığımız (16.7.17) “FETÖ’nün mali örgütlenmesi” başlıklı makalesinde önemli bir irdeleme yapıyor, belirlemeleri ve önerileri var (lütfen tıklayınız : http://ahmetsaltik.net/2017/07/16/fetonun-mali-orgutlenmesi/). Genel bir çözümleme (analiz) yaptığı. FETÖ‘ye ilişkin ayrıntılı akçalı (mali) bilgileri FG’in (Fetullah Gülen) 35 yıl 1. yardımcısı olan Nurettin Veren’den öğreniyoruz. Habertürk TV’de 2006’da Merdan Yanardağ 2 gece saatler boyunca bu kişi ile derinlemesine söyleşi yapmıştı. Sayın Yanardağ bu çok önemli söyleşiyi yazıya dökerek kitaplaştırdı ve yayınladı:

Kuşatılan Türkiye

  • Kuşatılan Türkiye : Gülen Hareketinin Perde Arkası

Bugünlerde bir kez daha dikkatle okumanın ya da video kayıtlarını dikkatle izlemenin zamanı.

Ayrıca değerli yazar Serdar Akinan’ın “BUZDAĞI”
adlı yapıtı.. Kitap kapağındaki çizime dikkat:

Buzdağı’nın üstünde Türkiye; altında ise
AKP – FETÖ – CIA var!

 

Buzdağı  Serdar Akinan

15 Temmuz adına AKP = RTE tarafından yaptırılan törenlerin – ritüellerin, bunca abartılı, duygu sömürüsü yüklü, dinci istismar odaklı olması; Kuran’ın – Caminin – Selaların – Şehit – Gazilerin, maneviyat ve mistisizmin… katılması, gözyaşlarıyla ıslatılmış algı operasyonu, vıcık vıcık popülizm (halk yardakçılığı) ve ağır toplumsal hipnotizmanın.. ardalanında ne yatıyor acaba?
Ankara ve İstanbul’da 2 dev anıt hangi alternatif tarih yaratma çabasının figürü?

Çok net sosyopolitik-psikolojik gerçektir :

  • Sabahlara dek minarelerden yüksek sesli selalar korku bastırma ritüelidir.

Farklı düşünen insanların Anayasal hakları ayaklar altındadır. Herkesin bu selaları sabahlara dek dinleme  zorunluğu  olmadığı gibi, hiç kimsede böyle bir yetki de yoktur.

Açıkça suç işlenmiştir.

Böyle bir şey ancak dinci – şeriatçı ilkel ülkelerde olabilir.

Bilinç altına itilmesi gereken / zorunlu olan yoğun korkular vardır?
Suç ortaklığının gün ışığına çıkması / çıkarılması paniği ciddi olarak yaşanmaktadır? 

Kendilerince de itiraf edilerek Kandırıldık söyleminin yetmeyebileceği,
atakların üstlerine üstlerine geleceği hezeyanıyla

  • Saf ve masum halktan / müritlerden savunma hattı / canlı kalkan oluşturma mıdır kurgulanan??

    15-16 Temmuz 2016 gecesinde olduğu gibi.. 250 ölüm, iki bini aşkın yaralı kurban yetmemiş midir!

  • Ne denli trajiktir ki, sorumlular en önde “anma” yapmaktadır!?
    Bu açık günah çıkarma, neyin ve ne ölçüde diyeti olabilir ki??
  • “Bakın, bana bir şey yapacak olursanız milyonlar sokağa dökülür
    ve bedelini feci ödetir size..”

gözdağı / retoriği midir; binler / onbinlerce olduğu savlanan kişisel para-militer birliklere ek??

Bu dehşet dengesi nereye dek sürdürülebilir ki Türkiye’de?

2. Büyük Dünya Paylaşım Savaşı sonrası NATO – Varşova (Warsaw) Paktı ekseninde yaşanan soğuk savaş yılları – dehşet dengesine uluslararası toplum bile dayanamadı ve “Détant” (Yumuşama) politikaları ile zorunlu olarak karşılıklı uzlaşmaya gidildi..

Türk halkı da acı gerçekleri er ya da geç, yavaş da olsa öğrenecektir, öğrenmektedir.

16 Nisan deli saçması halk oylaması
nda AKP + MHP bloku gene de salt çoğunluğu sağlayamamışYSK hileye alet edilerek tam hukuksuz – gayrımeşru bir fiili durum
(Anayasa değişikliği ile gerçekte rejim değişikliği!) ülkemize dayatılmıştır.

  • Asıl darbe Saray’ın 20 Temmuz darbesidir! Bu durum kabul edilemez, sürdürülemez!

    Kitleler bu hazin oyunların ayrımındadır. Ne yazık ki her geçen gün ek – yeni ve daha ciddi hatalar sürdürülmektedir.

    Klasik diktatoryal tırmanış, “bir süre” tepede kalış (plato dönemi)ve ka-çı-nı-la-maz çöküş!

    Tarihsel eytişimin (diyalektiğin) şaşmaz yasası budur. AKP = RTE de aynı yasaya bağlıdır
    ve ne yazık ki uzlaşma – normalleşme zamanları, seçenekleri hoyratça tepilmektedir.

    Tüm iyiniyetli uyarı çabaları adeta kayalara çarpıp sönümlenmektedir!?

  • Büyük ADALET YÜRÜYÜŞÜ – MALTEPE MİTİNGİ’nde yapılan 10 maddelik çağrıya uzlaşmacı yanıt vermeye en çok gereksinimi olanlar artık bu kitleler değil, AKP = RTE‘dir!

Sevgi, saygı ve kagı ile. 17 Temmuz 2017, Ankara

FETÖ’nün mali örgütlenmesi

FETÖ’nün mali örgütlenmesi

Mustafa PamukoğluMustafa Pamukoğlu

 Aydınlık Gazetesi, 16.7.2017

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır.)

FETÖ ve benzeri örgütlerin temel gücü mali yapısıdır. Mali güce ulaşmak bu tür örgütlenmeler için temel gerekliliktir.

Bir örgüt kurmak ve bunu geliştirmek için paraya ihtiyaç vardır. Bu para 3 temel yoldan
temin edilir. FETÖ bu üç kaynağı en iyi organize eden örgüt olarak yıllardır faaliyet gösteriyor.

1-Yurt içi ve yurt dışı bağış ve yardımlar
2-Ticari faaliyet gelirleri
3-Devlet teşvik ve destekleri

BAĞIŞLAR VE YARDIMLAR

Bağış ve yardımları temin etmek için örgütün ikna edici veya aldatıcı bir misyonunu ve amacını ortaya koymak gerekiyor. FETÖ burada “Ilımlı İslam” teorisi ile din için eğitim amacı ile faaliyetini sürdürdü. Dini anlamak için eğitim şarttır, iddiası ile hareket edildi. Eğitim için de okullar açmak ve bu okullarda eğitilecek donanımlı kişilerle misyonun geniş halk yığınlarına ulaşmasını sağlamak öncelik olmuştur.

Bu misyon ve vizyonla hareket eden FETÖ öncelikle bağış ve yardımları her türlü amaç ve faaliyette bulunan çeşitli dernekler ve vakıflar kurarak sağlamıştır. Çünkü dernekler ve vakıflar vergi avantajları nedeniyle bağış ve yardımları en kolay biçimde temin eden kurumlardır. Bunun yanında aidatlar, giriş ödentileri, sponsorluk gibi destekler de dernek ve vakıflar bünyesinde kolaylıkla organize edilebilmektedir.

TİCARİ FAALİYETLER

Vakıf ve dernekte toplanan kaynakların büyümesi ve kazanç sağlaması için gelir getirici alanlara aktarılması gerekir. Bunun için de iktisadi faaliyetlere girmek ve şirketler kurmak gerekir. FETÖ bunu eğitim kurumları şirketleri ile başarılı biçimde yapmıştır. Önce dershaneler sonra ilköğretim, lise sonrasında da üniversiteler kurarak temel amacı eğitim olan ama kazanç da sağlayan iktisadi faaliyetlere girişmişlerdir. Eğitim kurumları yanında medya şirketleri ve örgütlenmesi de sağlanınca ticari hayatın en önemli kazanç getiren etkili alana girilmiştir.

BÜYÜK ŞİRKETLEŞMELER

Ticari faaliyetler FETÖ güç kazandıkça farklı bir anlayışla da yapılmaya başlamıştır.
Bu misyona inanan tüccar, iş adamı, esnaf ya kendi şirketine ya da kurulacak başka şirketlere yine aynı inançta olan kişileri ortak almaya başlamıştır. Ortaklık ya isme ya da hamiline (yani kimin ortak olduğunun belli olmadığı ve onu mutemet bir kişinin temsil ettiği) olmak üzere dev şirketler kurulmaya başlamıştır. Öte yandan sermayeler birleştirilerek yeni işler ve projelere girilmeye başlanılmış ve dev şirketler ve finans kurumları ortaya çıkmıştır.

DEVLET TEŞVİKLERİ

Bu ticari faaliyetleri kolaylaştıran ve kazançları artıran birçok teşvik ve destek vardır. Biz burada vergi teşviklerinden en önemlilerini sayalım. FETÖ kurumları bundan fazlasıyla yararlanmıştır.

*Dernekler ve vakıflar vergi mükellefi değildir. İktisadi faaliyet gösterirlerse bu faaliyetleri vergiye tabidir.
*Kamu yararına çalışan dernekler ve Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti (AS: bağışıklığı) tanınan vakıflara yıllık toplamı beyan edilecek gelirin %5’ini (kalkınmada öncelikli yöreler için %10’unu) aşmamak üzere, makbuz karşılığında yapılan bağış ve yardımlar vergiye tabi kardan indirilir.
*Öğrenci yurtları, camiler, din eğitim verilen yerlere yapılan bağışlar ve harcamalar vergiye tabi gelirden indirilebilmektedir.
*Fakirlere yardım amacıyla gıda bankacılığı faaliyetinde bulunan dernek ve vakıflara bağışlanan gıda, temizlik, giyecek ve yakacak maddelerinin maliyet bedelinin tamamı vergiye tabi kardan indirilir.
*Okul öncesi eğitim, ilköğretim, özel eğitim ve orta öğretim özel okulları, özel kreş ve gündüz bakımevleri ile Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti (AS: bağışıklığı) tanınan vakıflara veya kamu yararına çalışan derneklere bağlı rehabilitasyon merkezlerinin işletilmesinden, beş hesap dönemi itibarıyla (AS: boyunca) elde edilen kazançlar vergiden istisnadır.
*Vakıf üniversitelerine yapılan bağışlar gider olarak indirilebilmektedir.

HAVUZ SİSTEMİ

FETÖ mali örgütlenmesinde en önemli lokomotif yukarıda saydığımız şekilde elde edilen kazançların ve kaynakların havuza alınarak imamlar (mutemetler-eminler) tarafından bir finans kurumu gibi yönetilmesidir. Bu sistemin motivasyonu güçlü dayanışma ve harekete olan sabit inançtır. Unutmayalım ki, bu havuzun en büyük destekçisi de FETÖ’yü kullanan ABD derin devleti ve diğer uluslararası işbirlikçileridir.

  • 15 Temmuz darbe girişimin önlenmesi ile bu dev mali örgütlenme de çökertildi.

Yeniden dirilmeleri bu mücadelenin kararlılık ve samimi biçimde devam etmesi halinde zor gözüküyor. Ama uyanık olmak da şart!
=========================================
Dostlar,

Yetkin İktisatçı sayın Mustafa Pamukoğlu önemli bir irdeleme yapıyor, belirlemeleri ve önerileri var. Genel bir çözümleme (analiz) yaptığı. FETÖ‘ye ilişkin ayrıntılı akçalı (mali) bilgileri FG’in (Fetullah Gülen) 35 yıl 1. yardımcısı olan Nurettin Veren‘den öğreniyoruz. Habertürk TV’de 2006’da Merdan Yanardağ 2 gece saatler boyunca bu kişi ile derinlemesine söyleşi yapmıştı. Sayın Yanardağ bu çok önemli söyleşiyi yazıya dökerek kitaplaştırdı ve yayınladı:

  • Kuşatılan Türkiye : Gülen Hareketinin Perde Arkası

Kuşatılan Türkiye

Bugünlerde bir kez daha dikkatle okumanın ya da video kayıtlarını dikkatle izlemenin zamanı.

Ayrıca değerli yazar Serdar Akinan’ın “BUZDAĞI” adlı yapıtı..

 

 

 

 

Buzdağı Serdar Akinan

Kitap kapağındaki çizime dikkat:
Buzdağı’nın üstünde Türkiye; altında ise
AKP – FETÖ – CIA var!

15 Temmuz adına AKP = RTE tarafından yaptırılan törenlerin – ritüellerin, bunca abartılı, duygu sömürüsü yüklü, dinci istismar odaklı olması; Kuran’ın – Caminin – Selaların – Şehit – Gazilerin, maneviyat ve mistisizmin… katılması, gözyaşlarıyla ıslatılmış algı operasyonu, vıcık vıcık popülizm (halk yardakçılığı) ve ağır toplumsal hipnotizmanın.. ardalanında ne yatıyor acaba? Ankara ve İstanbul’da 2 dev anıt hangi alternatif tarih yaratma çabasının figürü?

Çok net sosyopolitik-psikolojik gerçektir : Sabahlara dek minarelerden yüksek sesli selalar korku bastırma ritüelidir. Farklı düşünen insanların Anayasal hakları ayaklar altındadır. Herkesin bu selaları sabahlara dek dinleme zorunluğu olmadığı gibi, hiç kimsede böyle bir yetki de yoktur. Açıkça suç işlenmiştir. Böyle bir şey ancak dinci – şeriatçı ilkel ülkelerde olabilir.

Bilinç altına itilmesi gereken / zorunlu olan yoğun korkular vardır?
Suç ortaklığının gün ışığına çıkması / çıkarılması paniği ciddi olarak yaşanmaktadır?
Kendilerince de itiraf edilerek “Kandırıldık” söyleminin yetmeyebileceği, atakların üstlerine üstlerine geleceği hezeyanıyla saf ve masum halktan / müritlerden savunma hattı / canlı kalkan oluşturma mıdır kurgulanan?? 15-16 Temmuz 2016 gecesinde olduğu gibi.. 250 ölüm,
iki bini aşkın yaralı kurban yetmemiş midir! Ne denli trajiktir ki, sorumlular en önde “anma” yapmaktadır!? Bu açık günah çıkarma, neyin ve ne ölçüde diyeti olabilir ki??

  • “Bakın, bana bir şey yapacak olursanız milyonlar sokağa dökülür ve bedelini feci ödetir size..”

gözdağı / retoriği midir; binler / onbinlerce olduğu savlanan kişisel para-militer birliklere ek??

Bu dehşet dengesi nereye dek sürdürülebilir ki Türkiye’de?
2. Büyük Dünya Paylaşım Savaşı sonrası NATO – Varşova (Warsaw) Paktı ekseninde yaşanan soğuk savaş yılları – dehşet dengesine uluslararası toplum bile dayanamadı ve “Détant” (Yumuşama) politikaları ile zorunlu olarak karşılıklı uzlaşmaya gidildi..

Türk halkı da acı gerçekleri er ya da geç, yavaş da olsa öğrenecektir, öğrenmektedir. 16 Nisan deli saçması halk oylamasında AKP + MHP bloku gene de salt çoğunluğu sağlayamamış, YSK hileye alet edilerek tam hukuksuz – gayrımeşru bir fiili durum (Anayasa değişikliği ile gerçekte rejim değişikliği!) ülkemize dayatılmıştır.

  • Asıl darbe Saray’ın 20 Temmuz darbesidir! Bu durum kabul edilemez, sürdürülemez!

    Kitleler bu hazin oyunların ayrımındadır. Ne yazık ki her geçen gün ek – yeni ve daha ciddi hatalar sürdürülmektedir. Klasik diktatoryal tırmanış, “bir süre” tepede kalış (plato dönemi) ve ka-çı-nı-la-maz çöküş! Tarihsel eytişimin (diyalektiğin) şaşmaz yasası budur. AKP = RTE de aynı yasaya bağlıdır ve ne yazık ki uzlaşma – normalleşme zamanları, seçenekleri hoyratça tepilmektedir. Tüm iyiniyetli uyarı çabaları kayalara çarpıp sönümlenmektedir!?
  • Büyük ADALET YÜRÜYÜŞÜ – MALTEPE MİTİNGİ’nde yapılan 10 maddelik çağrıya uzlaşmacı yanıt vermeye en çok gereksinimi olanlar artık bu kitleler değil, AKP = RTE‘dir!

Sevgi ve saygı ile. 16 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Rifat Serdaroglu : KAÇ TANE BİR NUMARA VAR?

KAÇ TANE BİR NUMARA VAR?

Rifat Serdaroglu

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Şehitlerimizi de ayırdılar! AKP yöneticilerinden, vatan savunmasında PKK ve IŞİD katillerinin şehit ettiği çocuklarımızı ne hatırlayan var ne bir Fatiha okuyan!

  • Kimler tarafından ve ne uğruna şehit edildiklerini bilmediğimiz 15 Temmuz kontrollü darbe girişimi şehitlerini Aydın Doğan bile andı!

Artık her şeyi açık-açık konuşma zamanıdır. 15 Temmuz’un üzerinden 1 yıl geçti.
AKP-FETÖ iş birliğinin tiyatro kısmını seyretmekten bıktık. FETÖ ile ilgili iki kitap yazdık. Birincisini 15 Temmuz’dan 6 ay önce, ikincisini 4 ay önce yayımladık. Ne yazdıysak o oldu.
Hadi şimdi beraberce gerçekleri bir daha yazmaya devam edelim:

FETÖ (Fethullah Gülen Terör Örgütü) uluslararası bir organize terör ve istihbarat örgütüdür.

Fethullah Gülen’in bu devasa örgütü tek başına bu seviyeye getirmesi ve yönetmesi akla ve mantığa aykırıdır.

Cemaat, Türkiye’de büyümek için sağdan-soldan çok sayıda partiyi ve lideri kullandı. İki kişi Cemaatin FETÖ’ne dönüşmesinde başrolü oynadı. Turgut Özal ve Kenan Evren. Cemaat bu ikisinin himayesinde, özellikle darbe lideri Evren döneminde okullaşma ve büyük maddi güç elde etme sürecini tamamladı.

Cemaatin FETÖ’ye dönüşmesi evresinde örgütün BİR numarası elbette ki Fethullah Gülen’dir.

Cemaat ne zaman ki Türkiye’de gelişmesini tamamladı, Fethullah Gülen önce Vatikan’da Papa’nın elini öptü ve O’na teslim oldu, sonra da CIA kontrolünde dünyaya açılmaya başladı.
CIA, 1999 yılında PKK terör örgütünde etkinliği bitmiş, kullandığı uyuşturucudan beyni sulanmış Öcalan’ı paket yapıp Türkiye’ye teslim etti!
Aynı CIA, yine 1999 yılında Fethullah Gülen’i Amerika’ya götürdü, yeni elemanını 107.000 metrekarelik (AS: Nurettin Veren 137 dönüm, 8 villa.. demekte.. Merdan Yanardağ, Kuşatılan Türkiye – Gülen Hareketinin Perde Arkası, 30. bs. syf. 25) bir çiftlikte silahlı koruma altına aldı!

Kim Türkiye’ye Abdullah Öcalan’ı verip, Fethullah Gülen’i rehin aldıysa o FETÖ’nün diğer BİR numarasıdır. Tabii ki bu kuruluş CIA’dır, yani Amerika Derin Devletidir.

CIA satın alıp eğittiği FETÖ militanlarını Türk Devletinin en önemli birimlerine yerleştirmek, Türk Ordusu’nun Atatürkçü subaylarını, ordudan uzaklaştırıp komuta heyetini çökertmek,
22 Müslüman ülkenin sınırlarını değiştireceği projeye Eşbaşkan olacak, hırsı aklından ve vatan sevgisinden yüksekte olan birini, daha Belediye Başkanlığından keşfetmişti!
CIA; yapayalnız yaşayan sevgisiz bir diğer adamına emir vererek, genel seçimlere henüz 1,5 yıl varken Türkiye’yi erken seçime götürttü.

Ilımlı İslam-Muhafazakâr Demokrat- Dinlerarası Diyalog-Kürdistan Devleti gibi önemli konularda kendisi gibi düşünen AKP’yi destekleyerek iktidar yaptı.

  • 11 (on bir) sene gibi uzun bir zaman FETÖ ve AKP koalisyon ortağı gibi çalıştılar.

Bu arada AKP’nin bilgisi ve izni ile Ankara-Kızılay’da bir binada sayıları 35-50 arasında değişen CIA uzmanları taktisyen olarak yıllarca çalıştılar. 11 yılda Cumhuriyetin Değerleri, Hukuk Devleti, Demokratik Kazanımlar, Kuvvetler Ayrılığı, Anayasa çiğnendi. Türk Devletinin binlerce yıllık sırları Kozmik Odanın kapısı FETÖ elemanlarına açılarak, CIA’ya servis edilmesine izin verildi.

Kim 11 sene FETÖ ile koalisyon ortaklığı yapmışsa,
Kim “11 senede ne istediler de vermedim” dediyse,
Kim “FETÖ ile bizim menzilimiz aynı olduğu için onlara yardım ettik” dediyse,
Kim “Rabbim ve milletim beni FETÖ’ne yardım ettiğim için affetsin” diye suç ikrarında bulunduysa!

Herkes bilmelidir ki, FETÖ’nün diğer BİR numarası da odur.
Bu kişi AKP Genel Başkanı ve Dönemin Başbakanı Erdoğan’dır.

FETÖ’nün İKİ numaralı elemanları çoktur!
Cumhurbaşkanlığı makamından “Cemaate her türlü yardımı yapın” diye yurtdışındaki tüm Türk Devleti Temsilciliklerine resmi talimat yazan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, Bakan Sadullah Ergin, Bakan Hüseyin Çelik, Bakan Bekir Bozdağ; Kadir Topbaş, İ Melih Gökçek, Tansu Çiller, Mehmet Ağar, Erkan Mumcu, Özel Paşa ön sıradaki İKİ numaralardır…

Değerli Okurlar;
Bunlar gerçeklerdir. Bu yazıdaki her cümle Türk Milletinin önünde söylenmiştir. Belgeleri dört dile çevrilmiş, sesli ve görüntülü olarak bizde mevcuttur. Soru şu olmalıdır;
Türk Devletinin Cumhuriyet Savcıları ve Yargıçları, dağ başında görev yapan bir öğretmeni yalnızca Bank Asya’da parası var diye “FETÖ mensubu” kabul edip zindana atıyor da FETÖ’nün siyasi ayağını görmüyorlar mı?
Zavallı bir Askeri Okul öğrencisini hapse atan adalet sistemi, nasıl oluyor da iş siyasetçilere gelince kör olabiliyor?

Bir ülkeyi yönetenlerde vicdan, Allah korkusu, utanma duygusu kalmadıysa her türlü kötülüğü yapabilirler. Örneğin bu tarihi gerçekler için bize dava açabilirler.
Yalnız herkes şunu çok iyi bilmelidir ki, cübbelerini FETÖ’ne veya iktidara kiraya verenlerin sonları Zekeriya Öz denen hainden daha beter olacaktır.

Kim zalimlere kulluk edip, mazlumları ezerse onların yerleri Esfeli Safilin’dir…

Not; Bu yazıdakilere itirazı olan AKP üst yöneticilerinde yüreğin gramı varsa,
istedikleri televizyonda tartışalım. Hadi bekliyorum!

Sağlık ve başarı dileklerimle, 12 Temmuz 2017
================================================
Evet dostlar,

Eski Sağlık Bakanı, günümüzün harman yürekli araştırmacı – yazarı Sn. Rifat Serdaroğlu’ndan mitralyöz gibi bir yazı daha.. Diktatörlük sınırlarına girmiş bir rejimde bunca acı – yakıcı gerçekleri cesaretle yazmak için salt çok sağlam bilgilere sahip olmak da yetmez..

Sn. Rifat Serdaroğlu’nun yaşına gelmiş niceleri yaşamlarının sonbaharının tadını çıkarmakta. Bizim gibi birileri gecenin ilerleyen saatlerinde mışıl mışıl uyumak…. yerine ter dökmekte.. Kezlerce yazdık, artık AKP = RTE despotik rejiminin sürdürülebilir yanı, mecali kalmadı..

AKP Gn. Bşk ve CB Erdoğan’ı dün AKP Grup toplantısı konuşmasında tanıyamadık. Müthiş bir gerginlik, öfke, kızgınlık, kin, nefret, aşağılama, hakaret…. Anamuhalefet CHP’ye ve Gn. Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na dönük olarak sergilendi.. AKP grubuna dönük çok üst düzeyde ajitasyon çalışması yapılmış oldu. “15 Temmuz kontrollü darbe girişimi” anması için 1 hafta ayrılmıştı devletin tüm olanakları ile. TBMM’de yapılacak toplantıda salt AKP ve MHP var. Öbür 2 parti yok..

AKP = RTE, “Büyük Adalet Yürüyüşü” nün ulusal ve yabancı kamuoyunda doğurduğu büyük yankının ayrımında ve bundan ölçüsüz derecede rahatsız. Şimdiye dek görmediğimiz derecede gergin ve ağır sataşma – aşağılama içerikli, baştan sona ötekileştirici – dışlayıcı ve gözdağı veren hatta açık açık tehdit eden “sokağa çıkamazsın” a dek varan bir nefret söylemi.. Hedef belli; AKP tabanı ve kamuoyunda oluşan ADALET YÜRÜYÜŞÜNE dönük sempatiyi kırmak, oluşan olumlu sosyal psikolojik iklimi kırmak ve sulandırmak, nötrallaştirmek, giderek silip unutturmak..

Ancak AKP = RTE‘nin bunun olanaksız olduğunu, artık ADALET YÜRÜYÜŞÜ – MİTİNGİ ÖNCESİ / SONRASI Miladı yaşandığını, azıcık siyaset bilimi nosyonu varsa kabullenmesi gerek. Ne yazık ki yazmaktan yorulduğumuz üzere tüm bu iç – dış süren uyarıların gerçek ve ciddi iletisini almak ve ülkemizi normalleştirmek seçilecek tek ve en  akla uygun yol iken; siyasal tarihte diktatörleşen ve zulme sarılan – saplanan kişi – iktidarların “tipik” davranış modelini izliyoruz.. Atipik olan bir şey yok! Öngörülebilir olgulara tanık oluyoruz.

Dolayısıyla bu filmin sonu belli ve bütün alametler gösteriyor ki yakın; öyle ya da böyle, diyalektik olarak lanetli yılların sonuna geldik.. Uzatmanın süresi ve “ödenecek bedel” hem AKP = RTE’nin siyasal körlüğü ve inadına hem de başta CHP – Kılıçdaroğlu, muhalefet partilerinin izleyeceği sakin – akılcı – yaratıcı politikalara – araçlara bağlı..

Sevgi ve saygı ile. 13 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Durdu Özbolat : IŞİD TÜRKİYE’de KAFA KESMEYE BAŞLARSA..

Durdu Özbolat: IŞİD Türkiye'de kafa kesmeye başlarsa...

Durdu Özbolat
IŞİD TÜRKİYE’de KAFA KESMEYE BAŞLARSA..
YURT Gazetesi, 20.02.16

Patlama Ankara’daki patlama ve etkilerini irdeleyince, hemen karşımıza, ‘Kim yaptı? Niye yaptı? Yoksa bu bir işaret fişeği miydi?’ sorusu çıkıyor. Ankara’nın ‘tam kalbinde’ çok büyük bir eylem oluyor. Yalnızca TSK mensuplarımız değil, sivil insanlar, kadınlar, çocuklar bu kirli savaşın kurbanı olarak şehit ediliyor. Bu saldırıyı nefretle kınıyoruz. Bu utanılacak katliama kimse mazeret uyduramaz. Hiçbir açıklaması da, izahı da olamaz Bu kirli saldırıyı yapanlar adına da utanılacak bir eylem türü. MİT Başkanı Hakan Fidan, ‘zaafiyet yok’ açıklaması yaptı. Maalesef bu açıklama, ‘vaziyeti düzeltmeye’ yetmiyor. Sizce yetiyor mu? Bu saldırı önlenebilir miydi?  Önlenmeliydi. Öğrenilmeli ve önlenmeliydi. PKK ve PYD  açıklamaları yaparak, eleştirerek Bu işin içinden çıkamazsınız. Kusura bakmayın. Ben kısa süre önce iktidarı bu sütunlardan uyardım. Ama uyarımın dikkate alınmadığını görüyorum. Yarın ya da bir gün yetişmesine ve beslenmesine göz yumduğunuz IŞİD Türkiye’de daha kanlı eylemler yapmaya  ve kafa kesmeye başlarsa ne yapacaksınız? Rusya ve İran’ın desteklediği Suriye  rejiminin sıkıştırmasıyla, Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan şimdilik ‘uyutulmuş’ IŞİD militanları kanlı eylemlere başlarsa ne yapacaksınız? Tasnif yapmayacağım ama, daha dün Suriye’de Rock müziği dinlediği için bir gencin kafasını kesenler yarın Türkiye’ye geldiklerinde ne düşünecekler?

Anayasa görüşmeleri öncesi ‘üçüzlere’ ve CHP’deki ‘tombili baykuşlara’ açık çağrıda bulunarak, yeni anayasa görüşmelerinin de koalisyon görüşmeleri gibi ‘istikşafi (AS: karşılıklı birbirini keşfetme, ne düşündüğünü anlama) görüşme durumuna geleceğini’ gene bu sütunlardan yazmıştım.  Masanın devrileceğini de. Kimse kusura bakmasın. CHP’yi, çoğunlukla ‘siyasete rastlantıyla girmiş kişiler’ yönetmeye çalışıyor. Maalesef CHP sol değerler üzerinden siyaset yapma şansını yitiriyor. Ya bu değerleri  HDP’ye kaptırırsa ne yapacak? İşler iyiye gitmiyor deyince çok bozuluyorlar. Bizim, CHP’nin hiç ama hiçbir biçimde yıpratılmasına gönlümüz razı olamaz. Yalnızca yol göstermeye, bildiğimiz doğruları ‘edebimizle’ söylemeye çalışıyoruz. Bu salt hakkımız değil, görevimizdir de.. Önüme geleni partiden atarım havası ile bir yere varamazsınız.. Gerçek olan şey şudur :

Türkiye’de çok acı bir patlama oldu. Bu patlama Türk siyasetine, dış politikasına, ekonomisine yönelikti. Bu patlama gerek AKP’yi, gerek CHP’yi, gerek MHP’yi gerekse HDP’yi uyandırmalıdır. Özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı. Siyaset sahnesinin başrol oyuncuları ve aktörleri uyanarak, gereğini yapmalılar. Türkiye’miz uluslararası camiada çok yalnızlaşıyor. Güven veren bir reçete yazan muhalefet şart. O görev CHP’nindir,  adres de. Ama CHP seçimde %25-30 türküleri söylüyor. Sonuç ortada ve CHP bu davranışıyla  ‘iktidar hedefi’ ni unutmuş olmuyor mu? CHP finans çevrelerine,  dış dünyaya  böyle bir hedef koyarak iktidar olacağı umudunu veremez. Lütfen gerçekçi ve kendimize karşı dürüst olalım. Bize oy veren 12 milyon insana saygı duyalım. Onların umudunu kırmayalım. Çünkü umudunu kırdığınızda ‘umutsuz insanlar’ başka arayışlara girer. Siyasetçinin görevi  en olumsuz koşulları  olumlu duruma getir-
mektir. Maalesef CHP’de ‘anlık değerlendirmeler’ ve  ‘aklına gelen ilk şeyleri söyleyen’ bir ekip var. Cenaze  törenlerine katılmak yetmez. Altına yüzlerce ‘hakaret’ yazılan tweetler de yetmez.. Bu olup bitene kimse ‘ne oluyor?’ diye itiraz etmiyor. Görmezlikten geliyor, yok sayıyor. Ama  köşede bucakta yönetimi de  genel başkanı da  yerden yere vuruyorlar.  Yüzüne gelince de ‘siz her şeyin doğrusunu yapıyorsunuz efendim’ diyorlar. O da bu sözde değerlendirmeleri  doğru sayıyor. Bizim gibi birisi de doğruyu söylediği zaman, eleştirdiği zaman ‘asi hanesine’ yazılıyor. Kraldan çok kralcılar da durumdan görev çıkarıyor. Onlar çatlasa da patlasa da doğru bildiğimi söylemeye devam edeceğim. Yanlış yönetim anlayışı zoruma gidiyor.  Tekrar ediyorum. Bunu düzeltmemiz gerek..

========================================

Dostlar,

Sayın Durdu Özbolat, YURT Gazetesini epey zamandır kişisel özverisi ile ayakta tutuyor. Merdan Yanardağ ve takımı (ekibi) görevde kalsaydı gazete şimdikinden çok daha ileride olurdu kanımızca.. Hala bu girişim yapılabilir, yapılmalıdır.

Durdu bey içtenlikli bir CHP’lidir ve sadelikle düşüncelerini köşesine aktarmış. Yazdıkça daha da olgunlaşır ve gelişir elbette. Gazetenin düzeltmenleri de en azından başlangıçta, daha bir özen gösterirlerse Sayın Özbolat’ın yazılarına, bizce yerinde olur.

Yazının içeriği ve endişeleri önemlidir.
Başlıkta sorduğu soru yabana atılmamalıdır, dehşet vericidir..
Bu ülke kaç kez Alevi – Solcu kıyımı yaşamış bir ülkedir!
Hiç kimse ama hiç kimse en küçük bir hukuk dışı işlem görmemelidir bu ülkede artık.
Ülkemizde her – ke – se CAN ve MAL GÜVENLİĞİ sağlamak iktidarın vazgeçilmez
ilk ve ivedi görevidir. Bunun bağışlanır yanı yoktur..

Soner YALÇIN‘ın SÖZCÜ Gazetesinde 02 Şubat 2016 günü yazdığı “UYUYAN HÜCRELER” başlıklı çok önemli yazısını bu bağlamda anımsatıyor ve mutlaka okunmasını diliyoruz..
(http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/soner-yalcin/uyuyan-hucreler-3-1070944/)

Bir de sorumuz var :

  • MİT Başkanı, ülkemizde bir kıyımda en az kaç insan ölürse vicdanına uyarak istifa edecek acaba?? Gerçekleri, gördüğü baskıları… açıklayarak istifası için ek olarak kaç kurban gerek??

    Sevgi ve saygı ile.
    22 Şubat 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Merdan YANARDAĞ : Hukuksuzluğa karşı çıkalım; ancak…

 

Merdan YANARDAĞ

Hukuksuzluğa karşı çıkalım; ancak...

Başta Kanaltürk Televizyonu olmak üzere Fethullah Gülen Cemaatine yakınlığıyla tanınan Koza-İpek Grubu’na bağlı medya kuruluşlarına el konularak yönetimin kayyuma devredilmesi üzerine çok yönlü bir tartışma başladı.

Kanaltürk Televizyonu’na polis zoruyla girilmesi, çalışanlara yer yer şiddet uygulanması ve yayının kesilmesi kabul edilebilir değildir.

Diğer taraftan el koyma ve kayyuma devretme işleminde bir hukuksuzluk söz konusuysa, bu uygulamaya ilkesel olarak karşı çıkılmalıdır. Amaç basın özgürlüğünü ortadan kaldırmaksa buna karşı çıkmak demokrasinin bir gereği ve gazeteci olarak bizlerin sorumluluğudur.

Ancak, başta Hrant Dink’in öldürülmesi olmak üzere, Danıştay Yüksek Yargıcı Mustafa Özbilen, Trabzon’da Rahip Santoro, Malatya’da Zirve Yayınevi cinayetlerinin örgütleyicisi ve azmettiricisi olan; Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk davaları olarak bilinen siyasal tertipleri kurarak yüzlerce aydını, gazeteciyi, akademisyeni, siyasetçi ve askeri haksız ve hukuksuz şekilde yıllarca hapislerde çürüten; devlet içinde illegal şekilde örgütlenerek rejimi değiştirmeyi ve zaten on yıllardır içi boşaltılan Cumhuriyeti yıkarak (AKP ile birlikte) yerine dinci faşizan bir düzen kurmaya çalışan yasadışı bir örgütten söz ettiğimizi de unutmamalıyız.

Öncelikle şunu anımsatmalıyız; Koza-İpek Grubu‘na bugün operasyon yapanlar, Cemaatin eski ortağı, onu koruyan, önünü açan, büyüten, başta Adliye ve Emniyet olmak üzere devlet içinde derinlemesine örgütlenmesini sağlayan ve birlikte Cumhuriyeti yıkarak yerine ılımlı da olsa bir islami rejim kurmak için yola çıkan AKP iktidarıdır.

Bu kirli tarihsel dönemde dinci faşizan AKP-Cemaat koalisyonunun en büyük destekcisi, ona rıza ve meşruiyet üretenler ise, bir kısmı soldan gelen liberaller oldu.

  • Birlikte yıktıkları Cumhuriyet’e kimin hakim olacağı ve
    geleceği kimin belirleyeceği konusunda çıkan bir anlaşmazlık
    ve ardından başlayan çatışma sonucu bu aşamaya geldik.

Bu kavga, Tertibin tartışmasız şekilde ortaya çıkmasını sağladığı gibi, sıradan insanların gözünde de görünür ve anlaşılır kıldı. Ergenekon tertibi çöktü. Bu ve bağlı davaların nasıl kirli bir tertip ve yalan üzerine kurulduğu ortaya çıktı. Emniyet içindeki yapılanmanın şefleri Hrant Dink cinayetinden tutuklandı.

  • Başta AKP ve Cemaat olmak üzere siyasal islamcılar, muhafazakar sağcılar
    ve liberaller arasında oluşan gerici tarihsel blok çöktü.

Unutmayın; daha birkaç yıl önce bu ülkede gazeteciler tutuklanıyor, gazete ve televizyon binaları basılıyor, rektörler, akademisyenler sabaha karşı götürülüyor, TSK içindeki Kemalist subaylar, Alevi kökenli askerler tasfiye ediliyor, ama bugün “demokrasi ve basın özgürlüğü” diye ayağa kalkanlar, “askeri vesayet yıkılıyor” ya da “Kemalist despotizim çöküyor”  diye, dahası “darbeciler” yargılanıyor yalanına sarılarak, destek veriyordu.

Cemaat ve AKP iktidarı, alık liberalleri ve solcuları avlamak için bu davalara Susurluk artığı bazı isimler ile ülkücü mafya bozuntularını da dahil etmiş ve fakat onlar hakkında anlamlı tek bir soruşturma yapmamıştı. Cumhuriyetin tasfiyesiyle sonuçlanan bu büyük tertibi, Emniyet ve MİT merkezli olarak yeniden yapılandırdıkları Kontrgerilla (Gladyo) aracılığıyla kurmuşlardı.

Üretilen sahte dijital deliller, kendilerinin gömdüğü silahlar -ki bunlar kullanılamaz durumdaydı- çiğnenen hukuk, engellenen savunma hakkı, lehte kanıtların dikkate alınmaması, lehte tanıkların dinlenmemesi, çoğu yüz kızartıcı suçlardan mahkum olan gizli tanıkların sahte ifadeleri bu davaların temelini oluşturuyordu. Bütün bu hukuksuzluklar olanca açık kanıtlarıyla ortaya konulduğu halde, kimse bunlara kulak asmamıştı.

Çıkarılan bütün anti-demokratik yasalara, yapılan bütün gerici ve faşizan anayasa değişikliklerine, ironik biçimde özgürlükçü ve demokratik gerekçelerle “yetmez ama evet” denilerek destek veriliyordu. Cemaat yayınları “Onlar gazeteci değil” diye manşet atıyor, televizyonlarının ekranlarından o karanlık ve kanlı tertibin senaryoları yayınlanıyordu.

Nedim Şener, Merdan Yanardağ, Soner Yalçın, Tuncay Özkan, Mustafa Balbay gibi gazeteciler sırf AKP muhalifi ya da Cemaatin yapılanmasını deşifre ettikleri, bu konuda kitap yazdıkları için tutuklanacaklardı. İnanılır gibi değil ama, o dönemde “basın özgürlüğü” demek, hukuktan söz etmek hemen “darbeci” diye suçlanmak için yetiyordu.

Hukuku bir kez yıktınız mı, oyunun kurallarını bir kez değiştirdiniz mi bir gün o silah size de döner. Bugün Koza-İpek Grubu’na yapılan operasyona karşı çıkanlar, bütün bunları da anımsamalıdır.

Keskin Kalem
http://abcgazetesi.com/yazar/hukuksuzluga-karsi-cikalim-ancak-1007.html

ÖNCEKİ YAZILARI

================================

Dostlar,

Merdan Yanardağ (KESKİN KALEM) son yıllarda Türkiye’nin yetiştirdiği çok değerli – birikimli – araştırıcı – yürekli – yurtsever araştırmacı gazeteci – yazarlardan biridir.

Bu nitelikleri nedeniyle de AKP –  Cemaat kumpaslarında hapislere atılmıştır.

“Türkiye’nin elektronik gazetesi ABC” adı verdikleri bir web sitesinde “keskin kalemiyle” yazılarını sürdürmektedir. Bu siteyi izlemek ve destek vermek gerekir..

ABC

http://abcgazetesi.com/…

Teşekkürler sevgili Merdan Yanardağ kardeşimiz ve bu sitenin değerli yazarlarına..

Sevgi ve saygı ile.
30 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Hüsnü Mahalli; IŞİD Gerçeği : Mezhepçi terörün 70 yıllık hikayesi

Hüsnü Mahalli IŞİD Gerçeğini yazıyor..

Portresi

Mezhepçi terörün 70 yıllık hikayesi

YURT, 02.08.2015

ABD Başkanı Roosevelt’in, 2. Dünya Savaşı sonunda komünizme karşı en sadık müttefiki Suudi Kralı Abdülaziz El Suud oldu. Kral, tüm varlığıyla hizmete hazırdı, ABD de ‘Allahsız komünistleri’ yok edecekti. Dinci terörün adımları böyle atıldı…

İkinci Dünya Savaşı sonrasında toplanan Yalta Konferansı ile dünya Batı ve Doğu olarak iki bloğa ayrıldı. Sovyetler Birliği liderliğinde Doğu ve ABD önderliğinde kapitalist ve emperyalist Batı. Doğu’ya karşı savaş planları ile ülkesine dönen Başkan Roosevelt yolda kendine müttefik aramaya başladı. O müttefik de onu bekliyordu. Hicaz Kralı Abdülaziz El Suud. Ülkeyi bile kendi adına tapulayıp adını Suudi Arabistan Krallığı yapmıştı. Elbette dönemin patronu İngiltere ile anlaşarak. İngilizler çok bonkördü. Osmanlıya ayaklanan Suud ailesine Suudi Arabistan ve Haşim’i ailesine Ürdün diye ülkeler vermişlerdi. Ama artık Batı’nın patronu Amerikaydı. Başkan Roosevelt, Abdülaziz ile 14 Şubat 1945’te Kızıl Deniz’de Amerikan Zırhlısı Quincy’de buluştu. Yüzlerce poz verdiler. Bedevi kralı kandırmak çok kolaydı. İngiliz üretimi olan adam bundan böyle ABD himayesine girecek karşılığında da sonsuza dek ABD’nin hizmetinde olacak.

Petrol parası ve dini ile. Belki de din değil, sapkın ‘Selefi Vahabi mezhebi’ demek gerekir.
Din ve mezhep ABD ve müttefiklerinin hizmetinde olacaktı. Suud Hazretleri de öyle yaptı. 1947’de ABD’nin Filistin topraklarında Yahudiler için İsrail devletini kurmasına ses çıkarmadı.

İhanet öyle başlamıştı

Kral Hazretleri Filistin’e sahip çıkanları da arkadan vurdu. Çünkü onlar anti-emperyalist, anti-Siyonist üstelik milliyetçi ve devrimciydi. Abdülaziz Hazretleri bu kavramlardan hiç hoşlanmazdı. ABD’liler ona ‘Bu devrimciler ve Milliyetçiler komünist ve komünistler Allahsız’ demişti. ABD; Abdülaziz ile de yetinmemişti. Nisan 1946’de Missouri Zırhlısını İstanbul’a göndererek İslam alemimin en önemli ülkesi Türkiye’ye de çengel atmış ve Menderes’in yolunu açmıştı. İkinci önemli ülke Şii İran çantada keklik idi. Hep beraber İsrail’in dostu olarak ABD’nin hizmetine girmişlerdi. Tek ağızdan : ‘Allahsız Komünistler yok edilmeli’ diyorlardı.

En etkin silah:

Din Üstelik Sünni Türkiye’nin yanında Şii Iran var ve her ikisinin müttefiği Sünnîlerin en hakikisi Suudi Arabistan var. ‘En hakiki’ diyorum çünkü Amerikalılar onları çok seviyordu. Seviyordu çünkü adamların Mekke ve Medine’sinin yanı sıra çok petrolü vardı. Petrol demek para demek. Komünistleri ve tüm müttefiklerini yok etmek için çok paraya ihtiyaç vardı. İşte hikaye böyle başladı. Suudiler İslam dinini yozlaştırmak, içini gerçek değerlerinden boşaltmak ve dini emperyalizmin hizmetine sunmak için her yola baş vurdu. IŞİD bu gerçeğin çok doğal ve kaçınılmaz sonucudur.

Suudi deyince CIA anlaşılmalıdır

Bu amaçla Suudiler dünyanın neresinde olursa olsun her türlü İslamcı parti, örgüt, dernek, cemaat, okul, cami ve kişilere milyarlarca dolar dağıtmaya başladı. Yani sürekli adam satın aldılar. Bu gerçek bilinmediği süreç bugün IŞİD’i anlamak olanaksız. Son 70 yılda bu coğrafyada din adına yaşanan tüm kanlı olayların arkasında ve içinde mutlak olarak Suudi parası ve parmağı vardır. Mısır’da 1952’den sonra Nasır’a karşı ayaklanan ya da ayaklandırılan Müslüman Kardeşlerin arkasında Suudiler vardı.

Suriye’de 1976-1982’de Baba Esad’a karşı ayaklandırılan Müslüman Kardeşlerin arkasında Suudiler ve bölgesel müttefikleri vardı. Türkiye dahil bu coğrafyada din adına yaşanan tüm rezaletlerin arkasında Suudiler vardı.

Usame Bin Ladin Pakistanlı bir gazeteciye röportaj verirken

Ama Suudilerin arkasında ve içinde bulunduğu en önemli hikaye Kaide ve Taliban örgütleridir. Kissinger ve Brzezinski’nin Sovyetler Birliği’ni dağıtmak için kurguladıkları Yeşil Kuşak projesinin emrinde çalışacak örgütler. Nitekim de öyle oldu. Suudi ve Pakistan istihbaratı ile birlikte CIA bu işi de becerdi. Önce Pakistan ve Afganistan İslamcıları hazırlandı ve onlara Mücahit denildi. Onlar için özel Rambo filimler bile çekildi. Batılı emperyalistler İslamı ve Müslüman Mücahitleri çok sevmişti. Onlar da Batı’yı ve büyük patron ABD’yi. Yani CIA’yı… Usame Bin Ladin ve adamlarını bulup Kaide efsanesini yaratan zeka bu kadar olurdu. Görev de hazırdı : ‘Önce Afganistan’da savaşın sonrasına birlikte bakarız. Gerekirse Çeçenistan ve Bosna’ya gider orada İslamı perişan edebilirsiniz. Bazen ABD işbirlikçileri tarafından yönetilen Arap ülkelerini de karıştırabiliriz. Örneğin Cezayir’i. Ama Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin kral, emir ve şeyhlerine dokunmak yok. Bize hizmet ettiğiniz sürece dost kalır birlikte çok iş yaparız. Arkanızda hep bizim gücümüz ve Suudi parası olacak. Kimin olursa olsun ve kaynağı ne kadar karanlık ve pis olursa olsun yeşil sermaye hep yanınızda olacak. Yaklaşık iki trilyon dolar. Çalmak, çarpmak, hırsızlık yapmak, rüşvet almak ve her türlü yolsuzluk mübah . Din adına bazen de mezhep. Keşke şu İran Devrimi olmazsaydı da hep birlikte tıkır tıkır iş yapmaya devam etseydik. Zamanı gelince o işi de kendi bildiğimiz yönde kullanırız. Sovyetler ve komünistler yok olunca yeni düşman bulmamız gerekecek. Sünniler’in düşmanı Şii’ler. Bu da yetmezse her ikisini düşman belleriz. Bu konuda bize yardım edecek çok kişi buluruz. Allah razı olsun Suudi dostlarımızdan. Biraz da provakasiyon yaptık mı iş tamam’.

CIA tarafından kandırılmak

Bu dalga aynı dönemlerde Türkiye’ye uğramıştı. Ama ortada bir sorun vardı : Mızmızlanmaya başlayan Usame. CIA tarafından kandırıldığını düşünüyordu. Adamlar ona ‘ Şu Afganistan işinde bize yardım et biz de sana söz Filistin sorununu çözeriz. Bu da yetmezse gıcık aldığın Arap iktidarları devirme konusunda da sana yardım ederiz’ demişler. Zavallı Usame de saf saf buna inanmış, ama sonunda kendini açıkta bulmuş. Baktı olmuyor intikam almanın peşine düşmüştü. 2-3 sataşmadan sonra 11 Eylül’e gelindi. Hepsi Suudili 19 ruh hastası ‘kahramanca’ emperyalizmin sembollerine saldırmıştı. Öncesinde Taliban ruh hastaları dünya uygarlığını bir parçası olarak tarihi Buda heykellerini parçalamıştı.

IŞiD’e giden yol

Ama, İslamcı Taliban ve Kaide ele ele vermiş eski patron ABD’ye kafa tutuyordu. Çok kızmış gibi görünen Patron aslında bundan çok hoşlanmıştı. Yeni düşman arayışında sıkıntı çeken Patron komünistlerden sonra bu kez Müslümanlar’ı düşman ilan etmişti. Herkesin gündeminde ‘İslami terör’ vardı. Terör olunca sektörü de geliştirilmeliydi. Yüz milyonlarca kamera dünyanın her tarafına yerleştirildi. Herkes herkesi görür ve dinler oldu. ‘İslamcı teröristler’ hariç! Haçlı Seferi ilan edildi ve hemen peşinden Afganistan işgal edildi. Müslüman ülke bu kez eski hamisi tarafından işgal edilip perişan edilmişti. Patron iş tutmuşken Irak’ın da icabına bakıldı. Dönemin Dışişleri Bakanı Colin Powell Eylül 2003’te ‘ Sırada önce Suriye sonra da diğer ülkeler olacak’ demişti. Hiç kimse onu ciddiye almamıştı. Oysa adam planını bile hazırlamıştı. Haziran 2004’te bildik oyunun ilk adımı atılmıştı. BOP, yani Büyük Ortadoğu Projesi. Üstelik Ankara’da Suud dostu İslamcı bir iktidar vardı ve bu iktidarın başındaki kişi, BOP’un ‘Eş Başkanı’ olmaktan dolayı çok sevinçliydi.

Adnan Menderes de Türkiye’de yolu açtı

11 Eylül’e doğru…

1988’de Sovyetler Afganistan’dan çekilince CIA’nin Mücahit grupları birbirini boğazlamaya başladı. Bu da çok normal çünkü hemen hemen hepsi din adına iktidar peşindeydi ve tümü ruh hastasıydı. Öyle olmasaydı bugün ortalıkta görünürledi. Durum karışınca CIA; Suudi ve Pakistan istihbaratçıları ile birlikte Taliban’ı kurup Eylül 1996’da Kabil’de iktidara taşıdı. Bu arada Afganistan’dan ayrılan Bin Laden, Arap ülkelerinde İslamcı karşı-devrimlerin peşine düşmüştü. Adamları 1988-1989’da Cezayir’de az kaldı iktidarı ele geçiriyordu. Hem de demokratik seçimle. CIA ve Suudi parası beyinlerin yakınması ve toplumların karanlıklara sürüklenmesi yolunda çok iyi iş yapıyordu.

Siyasal İslamcılık Arap ve Müslüman ülkelerde moda olmuştu.

*****

Yarın: Eski dost düşman olmaz

– Herkes Ankara’nın bütün karanlık ve pis işlerini biliyor’
– IŞİD 4 yaşındaki çocuğu annesinin kafasını kesmesi için eğitti

http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/mezhepci-terorun-70-yillik-hikayesi-h93430.html

=====================================

Dostlar,

Sayın Hüsnü Mahalli‘nin IŞİD’in gerçek yüzü – arka düzlemi hakkında son derece önemli
yazı dizisinin ilk bölümü 02.08.2015’te YURT Gazetesinde yayımlandı.
6 Ağustos 2015 günü de 5. bölümü.. Hepsine de web sitemizde yer vermiş olduk..
Sanırız sürecek ve bir yayın yasağı gelmezse onları da vereceğiz..

Son yılların en önemli gazetecilik olaylarından biri bu yazı – inceleme – araştırma dizisi.

Sayın Mahalli’yi de, Merdan Yanardağ yönetimideki başarılı YURT Gazetesini de kutlarız.
Dileriz bir kitaba da dönüşür ve daha da kalıcılaşır..

“Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir (teknik).. Bilim ve tekniğin dışında yol gösterici aramak cahilliktir, aymazlıktır, sapkınlıktır…” Mustafa Kemal ATATÜRK

Büyük Atatürk‘ün yalnız Türkiye’de değil, tüm dünyada anlaşılması gerek..

Kim yapacak??
Bu evrensel sorumluluk, eski Yugoslavya Devlet Başkanı Mareşal JB Tito‘nun da vurguladığı üzere Anadolu’da Mustafa Kemal’in evlatlarının omuzunda değil de kimlerin omuzunda??

Sevgi ve saygı ile.
6 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Küresel gericiliğe karşı direniş ve Suriye!

'Haziran'dan  AKP rejimine karşı direniş çağrısı

Artık bir iktidar işgalcisi olan AKP ve Tayyip Erdoğan yönetimi sonunda Türkiye’yi Ortadoğu bataklığının içine attı. Türkiye’de Cumhuriyet düşmanlığı, bölgede aynı anlama gelmek üzere Aydınlanma ve laiklik karşıtlığı yapan AKP iktidarı, kendi kurduğu tuzağa kendisini, dolayısıyla Türkiye’yi düşürdü.Bugün ABD ve Batılı emperyalist ortakları ile işbirlikçi AKP yönetiminin Suriye konusundaki hesaplarının bütünüyle yanlış çıktığı açıkça görülüyor. (AS: Biz de kezlerce bu uyarıyı yaptık.)

Bilgisiz, birikimsiz ve görgüsüz AKP kadrolarının, hem Suriye’deki Baas rejiminin gücünü ve toplumsal desteğini hem de ülke sosyolojisini, kültürünü ve tarihsel derinliğini kavrayamadığı net şekilde orta çıktı.

Tayyip Erdoğan-Ahmet Davutoğlu ikilisinin hamaset edebiyatını aşamayan tarih bilgisi ve siyasal sığlığı Türkiye’yi tam anlamıyla bir bataklığa sürüklüyor.

Öyle ki, bırakalım diyalektik analiz yöntemini, matematiksel düşünme yeteneğinden bile yoksun olan bu siyasal islamcı kadro; bölgedeki etnik, dinsel ve siyasal dengeleri bile bütünlük içinde ve doğru şekilde okuyamadı.

Oysa Arap ulusçuluğu ve modernleşmesinin tarihsel merkezlerinden biri olan Suriye’de rejim, Irak’tan farklı olarak toplumsal ve entelektüel bir desteğe sahip…

Suriye’de rejimi destekleyen etkili bir aydın sınıfı bulunuyor. Durum o kadar açık ki, Suriye’de iç savaş neredeyse 5 yıla yaklaştığı halde, kayda değer tek bir entelektüel, bir yazar, edebiyat insanı çıkıp da Esad rejimine karşı savaşanların yanında yer almadı. Ne Suriye’de ne de büyük Arap dünyasında…

Çünkü Rejim kendi varlık gerekçesini ve tarihsel temellerini ahlaki, felsefi ve entelektüel bakımdan güçlü bir şekilde açıklayabiliyor.

Diğer taraftan Beşşar Esad iktidarı liberalleşme ve piyasa ekonomisi yolunda geçmişte,
bazı yanlış adımlar atsa da, Baas rejimi hala halkçı, kamucu, anti-emperyalist ve anti-siyonist çizgisini koruyor. Suriye rejimi, geniş Arap coğrafyasında Filistin davasını kararlılıkla destekleyen tek ülkedir.

Ancak, Sünni siyasal islamcılık (mezhepçilik) öyle ilkel bir Ortaçağ anlayışı ve aklı reddeden bir teolojiye dayanıyor ki, Şam yönetimi Hamas’a yıllardır ev sahipliği yaptığı halde Esad’ı emperyalistler ve küresel gericiliğe ilk satan onlar oldu.

Burnunun ucunu görmek

Bilimsel analiz yeteneğinden yoksun oldukları bilinen AKP yöneticileri, özellikle Ahmet Davutoğlu ve Tayyip Erdoğan, merkezi Avrasya’daki ( Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu)
güç mücadelesinin temelindeki olguların da pek farkında değil. Türkiye’nin merkezinde
yer aldığı bu enerji bölgesinin, gezegene egemen olma savaşının en önemli alanı olduğunu
hiç kavrayamadıkları anlaşılıyor.

Dahası, dünyada yeni oluşan güç merkezlerinin bu çatışmadaki konumunu Rusya, Çin ve İran’ın Ortadoğu ve Hazar Havzası’ndaki yaşamsal çıkarlarını; özellikle İran ve Rusya’nın bölgesel rolü ve ağırlıklarını da yanlış hesapladıkları görülüyor.

Nitekim güçlü bir diplomasi ve devlet geleneğine sahip olan, uzun süredir kendi gücüne dayalı kişilikli ve onurlu bir dış politika izleyen İran’ın nükleer programını başta ABD olmak üzere Batı’ya kabul ettirmesi, sadece bölgede değil, dünyada da son yıllardaki en önemli gelişmedir. Çünkü bu olay, yeni bir küresel ve nükleer gücün yükselmesi anlamına gelmektedir.

Buna karşın Cumhuriyet Türkiye’sinin mezhepçi (siyasal islamcı) AKP yönetimi, bölgede İran’ı, Suriye’yi ve büyük bir Şii ve Alevi nüfusu karşısına alan, adına “Yeni Osmanlıcılık” denilen, akıl, bilgi ve mantık dışı bir politika izlemekte ısrar etti.

Oysa İran bugün Irak’ta da, Lübnan’da da, Yemen’de de ve en önemlisi Suriye’de de en önemli güçtür. Ve şunu bir yere yazın; eğer İran Yemen’de Suudi Arabistan’la girdiği güç mücadelesini kazanırsa, karşısında ne ilkel Körfez Emirlikleri ne de Suudi rejimi tutunabilir.

Ancak, dünyayı okuma ve hayata bakış seviyesi imam hatip ufkunu aşamayan siyasal İslamcı politikacılar, Şark tüccarı kurnazlığıyla herkesi idare ederek işleri yürütebileceğini sanıyor.
Bu nedenle yıllardır yukarıda sayılan olguları hiç hesaba katmadılar.

Bölgesel savaş riski!

Anımsanacağı gibi, önceki yıl NATO’dan yapılan açıklamada, Suriye’ye yönelik doğrudan bir askeri müdahalenin içinde yer alınmayacağı resmen ilan edildi.

Hiç kuşku yok ki, bu karar esas olarak ABD’nin tutumunu yansıtıyordu. Durum böyle olunca Türkiye, iki yıl boyunca ABD ve Batılı ortaklarının çıkarları ve baskısı sonucu tek başına
Suriye ile savaşın içine sokulmak istendi. Tayyip Erdoğan’ın sırtı sıvazlandı.

Ortada basit bir siyaset manevrası yoktu. Sonuçları Türkiye bakımından çok ağır olacak
yeni bir oyun kuruluyordu.

Sadece Rusya’nın, Suriye’ye yapılacak askeri bir müdahaleye karşı aldığı sert tutum ve
bir nükleer savaş uyarısı yapması ve İran’ın Suriye’ye yönelik açık bir saldırı halinde
savaşa gireceğini ilan etmesi bile durumun ciddiyetini gösteriyordu.

Bu arada Türkiye’nin başta doğalgaz olmak üzere bu iki ülke ile büyük hacimli ticari ilişkilerinin bulunması, AKP’nin içinde yer aldığı matrisin hiç farkında olmadığını ortaya koyuyordu. Davutoğlu Ahmet Bey ve Tayyip Erdoğan herkesi aptal yerine koyabileceklerini sanıyordu. Durumun böyle olmadığını kısa süre sonra acı bir şekilde göreceklerdi.

Öte yandan, Suriye’ye açık bir askeri müdahalenin Türkiye, İran, Lübnan, Suudi Arabistan, Katar ve Bahreyn’in ilk dalgada içinde yer alacağı bir bölgesel savaşa yol açabileceğini de unutmamak gerekiyordu. İkinci dalgada bu savaşa Rusya’nın müdahale etmesi kaçınılmazdı.

Bu nedenle ABD ve Batı, 2012’de ateşi tutmak için bir maşa kullanmaya karar vermiş görünüyordu. Bu maşa AKP iktidarı olacak, Suriye rejimi Türkiye aracılığıyla, bu iki ülke arasında lokalize edilen (sınırlanan) bir savaş yoluyla devrilecekti. Hesap buydu.

Ancak bu savaş aynı zamanda, bölgesel bir Sünni-Şii mezhep çatışması, kanlı bir ilkel boğazlaşma anlamına gelecekti. Hesap edilmeyen önemli olasılıklardan biri buydu.
Kürtler ve Hizbullah gibi önemli bölgesel güçlerin bu savaşa girmesi kaçınılmaz olacak, Aleviler de Şiilerin yanında yer alacaktı.

Böyle bir bölgesel yangının, eğer Rusya’nın uyarılarını dikkate almamız gerekirse -ki kesinlikle alınmalıdır- İsrail, ABD ve İngiltere’nin de dâhil olacağı; Çin’in İran, Suriye ve Rusya’nın yanında yer alacağı bir dünya savaşına bile yol açma olasılığı vardı.

Çünkü Suriye’ye yönelik emperyalist müdahalenin sonraki hedefinin İran olduğu çok açıktı. Suriye ve İran’ın düşmesi, Rusya ve Çin’in dünyanın kırmızı bölgesi, yani en önemli
stratejik alanı ile bütün fiziki, siyasal, kültürel ve askeri ilişkilerinin kesilmesi demekti.
Buna izin verilemezdi, nitekim vermediler de…

Suriye, emperyalizme ve küresel gericiliğe karşı direniş ekseninin en önemli halkası haline gelmiş durumdaydı. Söz konusu stratejik denklem nedeniyle bu halka kopmadı.

Kıytırık Ortadoğu ülkesi

ABD ve Batılı ortakları, yukarıda ortaya konulan nedenlerle, yani bölgesel ya da dünya ölçeğine sıçrayacak bir savaştan kaçınmak ve fakat Suriye’yi ve elbette ardından İran’ı etkisizleştirmek için uzun süre cepheye Türkiye’yi sürmek istedi.

Mezhepçi ve dar ideolojik hesaplarla hareket eden AKP, hem kendisini iktidara taşıyan ve orada tutan ABD ve Batılı güçlere diyet borcunu ödemek hem de aydınlanma ve laiklik düşmanlığı gibi genetiğine ait nedenlerle, kendisine biçilen bu rolün üzerine atladı. Böylece Türkiye 2012 yılından beri, yani 3 yıl boyunca Suriye iç savaşını kışkırtan, bu ülkedeki Ortaçağ artığı
dinci teröristlere para, silah ve üs sağlayan bir “haydut devlet”konumuna sürüklendi.

Başka bir anlatımla AKP, Cumhuriyet Türkiye’sini, kendi kuruluş amaçları ve başlangıç ilkelerine ihanet eden; bölgesel gericiliğin bir parçası olan ve bu anlamda Suudi Arabistan
ve Katar gibi çağdışı rejimlerin peşine takılan kıytırık bir Ortadoğu ülkesi haline getirdi.

Belli ki AKP diyet ödüyordu. Çünkü, ABD ve Batılı ortaklarının destekleri olmasaydı,
her gün bir general tutuklayan, muhalefeti devlet terörüyle bastıran AKP, değil 13 yıl,
3 yıl bile iktidarda kalmazdı.

Cumhuriyetin tarihsel kazanımlarını tasfiye ederek yerine ılımlı da olsa bir İslam rejimi kurmak isteyen AKP hükümeti, iktidarı kaybetmekten ölümcül bir korku duyuyordu.
AKP iktidarı, ABD ve Batılı ortakları ile İsrail’in taleplerine bu nedenle “hayır” diyemiyordu.

Esad kalınca Erdoğan gidecekti, gidecek!

AKP, iç dinamiklerin yanı sıra, kendi programları ve hedefleri ile emperyalizmin
(özellikle ABD’nin) bölgesel ve küresel siyasetleri arasındaki örtüşme ve uyumun yaşandığı
bir topludurumun (konjonktürün) sağladığı olağan dışı tarihsel koşulların sonucu olarak
iktidara tırmandı.

Ancak iç ve dış dinamikler arasındaki bu uyum 2013’ten itibaren (AS: başlayarak)
hızla bozuldu. Dünyada ve bölgedeki gelişmeler, AKP’yi iktidara taşıyan iç ve dış dinamikler arasındaki örtüşmeyi ortadan kaldırdı. Sonuçta AKP, toplumsal muhalefetin de yükselmesiyle birlikte 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde ağır bir yenilgi aldı.

Ancak, AKP seçimlerde halk tarafından iktidardan düşürülmesine karşın, yerine yeni hükümet kurulamadığı için Türkiye’yi yönetmeye devam ediyor. Öyle ki, 20 Temmuz 2015’te Urfa’nın Suruç ilçesine, Kuzey Suriye’deki Kobani Bölgesi Kürt Yönetimi’ne insani yardım götürmek amacıyla gelen 32 sosyalist genci katleden IŞİD’in, hemen üç gün sonra Türkiye sınırında görev yapan bir astsubayı öldürmesi de AKP yönetimine denk geldi.

Deyim uygunsa eli mecbur kalan AKP hükümeti, Suriye’de IŞİD mevzilerini bir hava harekâtıyla vurarak, ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyona katılmak zorunda kaldı.

Çünkü daha önce mezhepçi ideolojik kaygılar ve hesaplarla IŞİD’e karşı oluşan emperyalist ittifaktan uzak duran AKP’nin önünde başka bir seçenek kalmamıştı. Oysa ABD ve Batı Suriye’de yenilgiyi çoktan kabul etmiş, Esad yönetiminin yerinde kalmasına razı olmuştu.

Esad kalırsa Erdoğan gidecekti. Esad kaldı. Şimdi Erdoğan gidecek.

Bu kaçınılmaz. Bölgedeki siyasal mücadele sürecinin diyalektiği bunu gerektiriyor.
Şimdi sıra, hem Türkiye için hem de bölge için bir güvenlik sorunu haline gelen Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştırmaktadır.Tarihsel çağrı

– Türkiye çözülüyor, toplumu birleştiren bütün zeminler parçalanıyor.
– Hassas ve kırılgan bir inanç haritası ve etnik mimariye sahip olan Türkiye,
bir iç savaşa doğru sürükleniyor.

Olumlu ya da olumsuz bir anlam yüklemeden, salt bir durum tespiti olarak belirtmek gerekirse; Cumhuriyet’in birleştirici ilkeleri ve toplumu ulus olarak bir arada tutan başlangıç varsayımları akılsızca tasfiye edildi. Yerine, toplumu oluşturan unsurlardan sadece birine dayalı olarak bir “Sünni-İslam rejimi” kurulmak istendi. Bu amaca ulaşmak için toplumu ayakta tutan kurumlar ve bütün birleştirici zeminler imha edildi.Bu durum, Türkiye’nin kendisini oluşturan bütün unsurların daralarak ufalanmasına yol açacak en tehlikeli gelişmedir. Bu nedenle, içinde bir çağrı da taşıyan şu tarihsel tespiti yapmak gerekiyor:

Türkiye’de gericiliğe karşı yürütülecek mücadele,
bütün bölge halklarının kaderini belirleyecektir.
 

=================================

Dostlar,
 

Usta ve birikimli gazeteci – yazar Sayın Merdan Yanardağ yine çok önemli bir makale yazdı.. Sayın Yanardağ’ı YURT Gazetesinde dikkatle izlemek ve O’ndan öğrenmek gerekiyor.Çözümlemesine ve saptamalarına büyük ölçüde katıldığımızı belirtmek isteriz.

Sevgi ve saygı ile.
27 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Siyasal İslamın tükenişi

Siyasal İslamın tükenişi

portresi_olgun

 

Merdan Yanardağ
nerdan.yanardag@yurtgazetesi.com.tr

 

 

Küresel sermaye adına ve ondan aldığı güçle 13 yıldır Türkiye’yi yöneten, Cumhuriyetin ima ettiği bütün modern ve ilerici değerlere savaş açan ‘Siyasal İslamcı’ AKP iktidarı kesin bir çöküş süreci yaşıyor.

Kuşkusuz bu cumhuriyetin temsil ettiği bütün değerler ilerici ve devrimci değil. Çünkü Cumhuriyet kendi kurucu unsurlarının ihanetine uğrayarak, zamanla tutuculaştı. Böylece kendi başlangıç ilkelerine karşı savaşan, NATO’ya girişiyle birlikte anti-emperyalist niteliğini kaybeden, Kürt sorununun çözümü konusunda başarısız olan ve nihayet kendi evlatlarını katlederek düşmanlarını ise besleyen bir karakter kazandı.

İhanete uğrayan Cumhuriyet 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri faşist darbelerinden geçerek siyasal İslamcı bir partiye, AKP’ye teslim edildi. Türkiye 2003’ten itibaren, varlık nedeni Osmanlı-Türk modernleşmesine, aydınlanmaya ve Cumhuriyete düşmanlık olan bir gücün eline düştü ve 60 yıldır devam eden karşı devrim büyük ölçüde tamamlandı.

Ama artık yolun sonuna gelindi. Türkiye tarihsel bir kavşakta duruyor; toplum ya geleceğini insanlığın bütün ilerici birikimini içererek yeniden kuracak ya da bir önceki çağın değerler dünyasına iade edilerek, içine doğru büzülecek ve sonu belirsiz karanlık bir yola girecek.

Aslında Türkiye böyle bir karanlık yola, AKP-Cemaat koalisyonunun Ergenekon ve bağlı davalar üzerinden kurduğu tertiple 2007-2008 dönemecinden sonra girdi.
Ancak AKP’nin temsil ettiği dinci gericilik ve siyasal İslamcı koalisyon amacına tam olarak ulaşamadı. Daha önceki merkez sağ partilerden farklı olarak mevcut rejim ve kurulu düzenle uyum değil çatışma içinde olan AKP, Cumhuriyeti yıktı ama yerine kendi rejimini ve düzenini tam olarak kuramadı.

Bugün, sürekli siyasal kriz üreten toplumsal gerilimin nedeni budur.

İktidardan ve servetten daha çok pay isteyen İslamcı ve muhafazakâr sermaye çevreleri adına bir yağma düzeni kuran amerikancı AKP artık yolun sonuna gelmiş durumda. Bu aybaşında yapılan (7 Haziran) seçimlerinin sonucu yolun sonuna gelindiğinin resmen de tescil edilmesinden başka bir şey değil.

Dolayısıyla laik Cumhuriyet’in yıkılması ve yerine ılımlı da olsa, dinci bir rejimin kurulması amacına dayalı iktidar blokunun önlenemez bir çözülme sürecine girmesi kaçınılmaz görünüyor.

Şimdi bu tabloya biraz daha yakından bakalım.

Eskisini yıktılar ama…

Laik Cumhuriyeti, seküler hukuk düzenini ve elde ne kaldıysa ‘Aydınlama’nın kazanımlarını Cemaatle birlikte tasfiye eden AKP için ‘Birinci Cumhuriyet’i yıkmak zor olmadı. Zaten kurucu güçlerinin ihaneti sonucu, içi büyük ölçüde boşalmıştı. Ancak 1923 Cumhuriyeti’ni yıkan siyasal İslamcı koalisyon ikincisini kuramadı.

Dinci ve faşizan bir yönetim oluşturuldu, ama bu iktidar tam olarak bir ‘Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ kuramadı. İktidarını, hükümet değişimlerinden etkilenmeyecek kalıcı bir rejime dönüştüremedi. Siyasal İslamcılık dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kaçınılmaz bir başarısızlığa doğru sürüklenmeye başladı. Bugün Türkiye’nin en önemli kriz alanını bu durum oluşturuyor. Eski rejim yıkıldı ama yenisi kurulamadı.

Siyasetten ekonomiye, eğitimden kültüre kadar uzayan geniş bir alanda tam bir kargaşa, belirsizlik, kuralsızlık var. Bütün gelenekler ve toplumu bir arada tutan ortak değerler yıkılmış bulunuyor.

Tehlikeli kumar..

Diğer taraftan AKP başta Ortadoğu ve Suriye’de olmak üzere, izlediği dış politikada da tam bir başarısızlığa uğramış durumda. Sıcak para girişine ve mali operasyonlara dayalı ekonomik gelişmenin de sonuna gelindiği görülüyor.

Spekülatif büyümenin, katma değer yaratmayan ve üretmeyen bir ekonominin sürdürülemeyeceği sadece ilgili çevrelerce değil, okur-yazar sıradan yurttaşlar tarafından da saptanıyor.

AKP, ABD ve Batı’nın güvenini de kaybetmiş görünüyor. Öngörülebilir ve güvenilir bir ortak olmadığı yönündeki görüş yerleşiyor. AKP’nin özellikle Sünni İslam’a dayalı dar ‘ideolojik’ belirlenimli bir bölge politikası izlemesi rahatsızlık yaratıyor.

Mısır’da Mursi’nin devrilmesi, Suriye’de rejimin ayakta kalması, AKP hükümetini hiç olmadığı kadar zor durumda bırakıyor. Ortada tam bir yenilgi var. Erdoğan bölge için güvenilmez ve yalnız bir lider halinde ortada kalmış görünüyor.

AKP ve Erdoğan, Türkiye’yi IŞİD’in tedarikçisi bir Körfez Emirliği düzeyine düşürüyor. Bu dinci terör örgütünün Tunus ve Kuveyt’te masum insanlara yönelik olarak üst üste yaptığı katliamlar, AKP ve Erdoğan’ın nasıl tehlikeli bir kumar oynadığını gösteriyor.

Bugün dünyada herkesin bildiği sır şudur; AKP iktidarı ve onun lideri Tayyip Erdoğan, Ortadoğu’da aralarında IŞİD’in de bulunduğu Ortaçağ artığı dinci/mezhepçi örgütleri destekledi, donattı, para ve silah verdi. O silahlar Adana’da TIR’lar içinde Jandarma tarafından yakalandı.

Kuzey Suriye’deki Kürt bölgesi Kobani’de 146 kişiyi öldüren, yüzlerce kişiyi de yaralayan dinci teröristlerin Türkiye’den gittiğini, AKP Hükümetinin verdiği kimlikleri taşıdığını YURT Gazetesi yayınladığı belgelerle bir iddia olmaktan çıkardı.

Siyasal islamın yenilgisi

Günümüz dünyasında ve bölgemizde yaşanan siyasal, toplumsal ve kültürel gelişmelere bakıldığında tartışılmaz şekilde ortada çıkan gerçek şudur: Siyasal İslamcılık dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ağır bir yenilgi sürecine girdi. İslamcıların 21. yüzyıl’ın başında modern bir devleti ve toplumu yönetme yeteneğine ve birikimine sahip olmadıkları anlaşıldı. Bölgede olup bitenler ve Türkiye örneği bunu kanıtladı.

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de IŞİD’de simgelenen siyasal İslamcılığın bir geleceğinin bulunması imkânsız görülüyor. Bırakın insanlığın ilerici birikimini ve modern değerleri, Kuveyt’te Şiilerin namaz kıldığı camide bile katliam yapan bu mezhepçi anlayışın, insanlığın geleceğinde bir yeri olabilir mi? Onlar insanlığa ancak bir ortaçağ cehennemi sunabilir. AKP ve Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği çizginin IŞİD ve benzerlerinin siyasal pratiğini aynen uyguladığını kimse söylemiyor. Ancak, aralarında bir fikir akrabalığı olmadığı ileri sürülebilir mi? AKP ve Erdoğan’ın son 4-5 yıldır, bu ruh hastası katiller sürüsünü desteklediği, onlara üs, silah, para ve tıbbi malzeme verdiği inkâr edilebilir mi?

Diplomatik yalanlama açıklamalarını ise geçiniz.

Gezi’nin/ Haziran’ın rolü
AKP İktidarındaki çözülmeyi başlatan, onun siyasal ömrünü biçen en önemli toplumsal eylem ve tarihsel gelişme Gezi/Haziran direnişidir. Çünkü bütün ülkeyi saran ve toplumu kuşatan ‘Gezi Eylemleri’ karşı devrime geçit verilmeyeceğini ortaya koydu. Gezi direnişine karakterini veren tutum, laiklik, aydınlanma ve insanlığın ilerici birikimi karşısında alınan tutumdu. Elbette başka özellikleri ve renkleri de vardı ama bu esastı.

Yaklaşık 10 milyon yurttaşın katıldığı bu direniş bütün siyasal dengeleri değiştirdi. Liberal-muhafazakâr blokun kurduğu ideolojik hegemonyayı yıktı. Ülkenin ve toplumun tarihsel yönelimini yeniden belirleyen Gezi/Haziran direnişi, iktidar koalisyonunu da çözdü. Durumu saptayan Cemaat, hızla AKP’ye tavır alarak yeni bir pozisyon belirlemeye yöneldi. Cemaat gazete ve televizyonlarının “Camide içki içildi” yalanına katılmamaları, bu bakımdan önemli bir işaret ve tutum değişikliğiydi.

AKP-CHP hükümeti!

Bu nedenle başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batı, küresel ve yerli büyük sermaye çevreleri bugüne kadar bütün pis işlerini gördürdükleri AKP’yi bütünüyle gözden çıkaramıyor. Ancak, AKP’nin mutlak güç olacağı tek başına iktidarından yana da değiller.

CHP’ye ise bu dönemde daha yakın olmak isteseler de programındaki halkçı-kamucu kimi taleplerden dolayı kuşkuyla yaklaşıyorlar.

Durum böyle olunca AKP’nin CHP ile, CHP’nin ise AKP ile terbiye edileceği bir büyük koalisyondan yana tutum alıyorlar.

Galiba Türkiye, Tayyip Erdoğan’ın görece etkisizleştirildiği böyle bir restorasyon (onarım) hükümetine doğru sürükleniyor. Bu, en çok iki yıllık bir hükümet olacaktır.

Eğer 45 gün sonra seçim olmazsa 2 yıl sonra kesin olarak Türkiye yeniden sandık başına gidecek. (YURT, 28.6.15)

===============================

Dostlar,

Öngörülü ve birikimli yazar Sn. Merdan YANARDAĞ’ın bu yazısı da  öbürleri gibi ufuk açıcı..
28 Haziran’da yazılmıştı ve aradan geçen 1 hafta bile kendisini doğrular yönde..

Sayın Merdanoğlu’nun sorumluluğunu üstlendiği YURT Gazetesinde çok değerli yazarlar bulunuyor. Bu gazeteyi izlemek, destek olmak birikimli yazarlarının öngörülerinden yararlanmak bizce yerinde bir davranış olur.

Sevgi ve saygı ile.
04 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İktidarın çeteleşmesi ve kurtuluşun yolu


Dostlar,

Sayın Merdan Yanardağ’ın YURT Gezetesi genel yayın yönetmeni olarak bu gazetede yazdığı başyazılar, gerekse SOKAK TV’deki yorumları tam anlamıyla 4 – 4’lük!
Tam bir yetkinlik ve derinlikle üstelik yüreklilik ve yurtseverlikle kalema alınmakta.

Aşağıdaki yazısında TSK’ya dönük eleştirilerini daha kısa ve daha diplomatik olarak
biz de sitemizde yazmış (
AKP’nin SURİYE İLE SAVAŞ ÇIKARMA OYUNLARI;
http://ahmetsaltik.net/2014/03/29/akpnin-suriye-ile-savas-cikarma-oyunlari/, 29.3.14)
ve 29 Mart 2014 günü 79. Ankara SESSİZ ÇIĞLIK eyleminde konuşmamızda da
dile getirmiştik..

Evet, TSK çok ama çok özenli omak zorunda.
Mustafa Kemal Paşa’nın ocağı, Peygamber Ocağı TSK, 2200 yıla varan
kadim geçmişiyle “önemli” hatalar yapma lüksüne hiç mi hiç sahip değil.
12 Mart, 12 Eylül kamburları ve ek olarak Ergenekon – Balyoz ve öbür kumpas davalardaki kabul edilemeyecek sinik tutumlarının kamburu gözler önünde ve belleklerde çok taze iken..

Türkiye’nin politik yönetimi, ülkemizi, uluslararası hukuk deyimiyle “Haydut Devlet” tanımına sürüklemektedir ne yazık ki.

TSK bu süreçte nerede duracaktır?

Eleştirileri kategorik olarak ve “in toto” (toptan!) reddetmek, yanıt yetiştirmek..
TSK’ya ne kazandırır ve de acı gerçekleri zerrece değiştirir mi?

TSK’nın önünde, bir bölüm personeli ve geniş halk yığınları olmak üzere,
değinilen nedenlerle “oluşan” güven bunalımını onarmak başlıca gündem – tasa olmak gerekirken…

Sevgi ve saygı ile.
31 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================

İktidarın çeteleşmesi ve kurtuluşun yolu

portresi_olgun

 

 

Merdan Yanardağ
merdan.yanardag@yurtgazetesi.com.tr

YURT Gazetesi, 30 Mart 2014

Bir Suriye savaş uçağının, geçen hafta sınır ihlali yaptığı gerekçesiyle Türkiye tarafından vurularak düşürülmesi üzerine, 25 Mart 2014 tarihli Yurt Gazetesi’nde yazdığım yazıya, Genelkurmay Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) adına yaptığı bir açıklama ile yanıt verdi. Ancak TSK’nın bu resmi açıklaması, gerçekte benim eleştirilerimi doğrulamaktan başka bir anlam taşımıyordu. Genelkurmay açıklamasında özetle, benim yazıma yanıt vermeye çalışırken, önceki gün ortaya çıkan ve yalanlanmayan yeni ses kayıtları, eleştirilerimin hafif kaldığını ortaya koydu.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun makamında yapılan bir toplantının kayıtlarından oluşan bu ses bandı, devletin adeta bir çete tarafından ele geçirildiğini gösteriyordu.

Türkiye’nin 5. sınıf bir provokasyonla Suriye ile savaşa sokularak,
Türkiye’nin bir olağanüstü hal (AS: OHAL) rejimine sürüklenmek istendiği anlaşılıyordu. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Bakanlık Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler arasındaki konuşmada;

  • Suriye’ye 4 kişi gönderilerek oradan Türkiye’ye 8 füze atttırma yoluyla
    bu ülke ile savaş çıkarılabileceği konuşuluyor.

Deyim uygunsa bu konuda neredeyse “geyik” yapılıyor.

Bu tabloda en vahim olanı ise, TSK komuta kademesini elinde tutan kadronun da
bu “halk ve cumhuriyet düşmanı” siyasal ekibin bir parçasına dönüşmeye başladığını dramatik biçimde ortaya çıkarıyor.

Bu ülkenin çocuklarının yaşamları üzerinden kumar oynanıyor.

Bölgeyi kan gölüne çevirecek bir tertibin nasıl kurulacağı konuşuluyor ve
böylece hem iç hukuk hem de uluslararası hukuk çiğneniyor. Suç işleniyor.

Ben de adı geçen yazımda tam da bu konuyu, TSK’nın iktidar partisinin iç politik gereksinimlerinin bir aracı durumuna gelmesinin yaratacağı sonuçları gündeme getirdim. Ancak, bu kışkırtma (provokasyon) hazırlığı yalnızca benim tezlerimi doğrulamakla kalmadı, deyim uygunsa her şeyin üstüne bir de tüy dikti.

İsterseniz önce adı geçen yazımdan bir bölümü özetleyerek buraya alıp,
ne söylemiştim onu anımsayalım:

Cumhuriyetin ordusu !..

  • “TSK, Suriye’de Esad’a karşı El Kaide’ye destek veren Erdoğan Hükümeti’nin yanlış ve gerici politikalarına alet olmamalı. Suriye jetini düşürmek bu oyuna alet olmaktır. Erdoğan’ın bu tür komploları TSK’nin zaten yıpranmış olan saygınlığını (itibarını) daha da zedeler.“

AKP Hükümeti ve Başbakan Erdoğan kirli bir oyun oynuyor.

İktidar meşruiyetini yitiren, Türkiye’yi eskisi gibi yönetemeyen Erdoğan Hükümeti, sindirdiği ve teslim aldığı Türk Silahlı Kuvvetleri’ni, kendi siyasal geleceğini kurtarmak için bir araç olarak kullanıyor.

“Hızla yalnızlaşan, daha açık bir ifadeyle içeride ve dışarıda kendisini destekleyen güçlerde büyük bir daralmayla karşı karşıya kalan AKP, bir çıkış arıyor.
Bu nedenle AKP Hükümeti, Türkiye’yi karanlık operasyonlarla bir “olağanüstü hal rejimi” yönetimine doğru sürüklemeyi planlıyor.

“İşte AKP’yi bu yönetme krizi ve tecrit durumundan çıkaracak gelişmelerden biri de ülkeyi Ortadoğu’da sürükleyebileceği bir macera olacaktır. Daha somut bir anlatımla, düşük yoğunluklu olsa da Suriye ile girişilecek bir savaş, AKP’ye hem bir olağanüstü hal ilan etme olanağı sağlayacak hem de bu gerekçeye ve hukuka yaslanarak cumhurbaşkanlığı ve genel seçimleri erteleme olanağı sunacak.

“Bu kirli senaryonun yaşama geçirilebilmesi için Erdoğan’ın elindeki tek araç
Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Yani komutanlarını ve en parlak personelinin bir bölümünü sahte kanıtlar ve darbe suçlamalarıyla tutukladığı, dolayısıyla saygınlığını
beş paralık ettiği TSK, Erdoğan’ın elindeki tek araçtır.

“Görüldüğü kadarıyla TSK’nın verili (mevcut) komuta kademesi AKP Hükümeti ve Erdoğan’ın bu kirli planının bir parçası durumuna geliyor. Suriye’de dinci gericilere ve emperyalist saldırganlığa karşı, deyim uygunsa bir ‘nefsi müdafaa’ savaşı veren Esad kuvvetlerine karşı TSK’nın haksız bir operasyon düzenleyerek bir uçağı düşürmesinin başka bir anlamı bulunmuyor.

“Suriye uçağını düşüren TSK, gerçekte kendi değerlerine, geleneklerine ve bağlı olduğu Cumhuriyetin ilkelerine aykırı hareket ediyor. Siyasal İslamcı teröristlere karşı savaşan Baas rejimine karşı pratikte dinci gericilerle aynı çizgiye savruluyor.

Suriye’de kirli savaşın bir parçası olmak TSK’ya onur kazandırmayacaktır.

“TSK’nın 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 gibi Amerikancı, gerici ve faşist darbelerle sicili zaten yeterince kirliydi. Suriye’de içine sürükleneceği bir haksız savaş,
daha da bozacaktır. Onu Ortadoğu’nun kıytırık bir hurma cumhuriyeti ordusuna çevirecektir.

“Erdoğan’ın bölgede El Kaide’ye ve Esad’a karşı savaşan her türlü cihadçı güce
destek veren politikalarına alet olmak TSK’nın işi değildir.

“TSK ya Cumhuriyet’in ve Ulusun Ordusu olacaktır ya da AKP’nin ve dinci gericiliğin silahlı gücü…”

Yukarıya geniş bir özetini aldığım bu yazıya 26 Mart 2014 tarihli Genelkurmay Başkanlığı açıklamasıyla verilen yanıtta ise, “TSK’nın siyasete çekilmek istendiği” belirtilerek bu girişime izin verilmeyeceği vurgulanıyor. Açıklamada ayrıca, TSK’nın
ilan edilen “angajman kuralları” nın gereğini yaptığı ve Suriye uçağını düşürmekten “mutluluk duymadığı” da özellikle belirtiliyor.

Öncelikle şunun altını çizelim :
TSK eğer angajman kuralları ve sınır ihlalleri konusunda bu denli duyarlı ise,
ayda ortalama 3-4 Yunanistan uçağını düşürmesi gerekiyordu. Yüksek hız yeteneğine sahip bir jetin bir ülke sınırını birkaç dakika süreyle 1-1,5 kilometre geçmesi sınır ihlali diye değerlendirilemez. Dinci militanlara karşı kendi sınırlarında meşru bir operasyon yapan Suriye uçağını uyarmak yeterliydi. Kaldı ki, uçak Suriye topraklarında düşürüldü.

Şimdi sormak gerekiyor : Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler’in de dahil olduğu “provokasyon toplantısı” ile uluslararası hukuk çiğnenerek düşürülen bu uçak arasında bir ilişki var mı?

Ayrıca altını çizelim : TSK doğrudan mevcut siyasal iktidar tarafından siyasetin içine çekilmiş durumda, hem de kirli bir siyasetin. ..

Öte yandan dünyanın bütün orduları gibi TSK da dar anlamda “partici” olmasa bile
son çözümlemede siyasal bir kurumdur. Öyle de olmak zorundadır.

BİR KEZ DAHA ‘YARATICI YIKICILIK’ ÜZERİNE

Türkiye’de herhangi bir iktidar değişikliği, on yıllara yayılan, tarihin akışını ve toplumun genetiğini deforme eden bozulmayı ortadan kaldıramaz.

Köklü bir dönüşümü yapacak, toplumu yeniden tarihin aktığı yatağa taşıyacak
bir iktidar değişikliğine gerek var.

Eski rejime, zihniyet dünyasına, ortaçağ değerlerine ait olan bütün kurumları ve değerleri bir kez daha ve bu kez köklü biçimde yıkmadan yeni bir gelecek kurmak olanaksızdır. Gereksinimimiz olan şey; felsefi bir atılım, yenilenme ve yıkıcılıktır.

Yalnızca özgürlükçü, eşitlikçi ve toplumcu değil;
temiz, aydınlık ve modern bir gelecek kurmak, insan aklını ve onurunu
yeniden iade etmek için bile bütün karşı devrim kurumlarını yıkmak,
başta dinci yobazlık olmak üzere her türden gericiliği tasfiye etmek gereklidir.

Dolayısıyla, bugünlerde çokça sözü edilen “uzlaşma” kavramının, içinde taşıdığı
bütün iyi niyete karşın bir anlamı bulunmuyor.

Vergi kaçırmadan çıkarılacak bir tarihsel ara bilanço olmadan,
insanlığın bütün ilerici birikimine karşı savaşan gericilikle kesin bir hesaplaşmaya gitmeden ve bu defteri kapatmadan, Türkiye’nin huzura kavuşması olanaklı değil.

Başka bir anlatımla Osmanlı-Türk modernleşmesi ve Aydınlanma atılımıyla gericiliğin giriştiği yüz yıllık tarihsel hesaplaşma tamamlanmadan Türkiye’nin 21. yüzyılda
yoluna devam etmesi çok zor.

İkiyüzlü bir toplum ve ülkenin daha çok ayakta kalması neredeyse olanaksız.

İşte bu büyük tarihsel eylemin ve insan etkinliğinin adı yaratıcı yıkıcılıktır.

Türkiye ya bu hesaplaşmayı yaşayacak ya da ufalanacak…
Ya dinci bir karanlığın içine gömülerek içine kapanacak ya da yeni bir tarihsel atılım yapacak. Ya acı çekerek kıytırık bir Ortadoğu hurma cumhuriyetine dönüşecek
ya da yaratıcı bir yıkıcılıkla yeni ve aydınlık bir gelecek kuracak.

İşte Türkiye böyle bir tarihsel koridorun içinden geçiyor.
Tarih bizi yeni bir yaratıcı yıkıcılığa çağırıyor.

(http://www.yurtgazetesi.com.tr/iktidarin-cetelesmesi-ve-kurtulusun-yolu-makale,7617.html)

Merdan Yanardağ’a verilen cezanın kanıtları açıklanmalıdır!

Dostlar,

YURT Gazetesi’nin başarılı genel yayın yönetmeni, toplumcu yazar – aydın
Sayın Merdan Yanardağ kardeşimize verilen terör örgütü üyeliği gerekçeli
10.5 yıllık hapis cezası içimizi bir “yanardağ”a çevirdi..

Ergenekon davası boyunca böyle bir örgütün varlığı kanıtlanamadı.

Ama, varlığı kanıtlanamayan, Emniyet’in, Genelkurmay’ın “yok” dediği
sanal örgüte üyelikten, özel yetkili İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi
çooook ağır cezalar yağdırdı..

Mahkeme, gerekçeli kararını bir an önce yazmalı ve hükümlerine temel oluşturan maddi olguları, somut kanıtları tek tek ortaya koymalıdır.

Kaldı ki, öyle derin usul hataları yapıldı ki, karar Yargıçlar Sendikası ve eski İstanbul Barosu başkanı çok deneyimli hukukçu Turgut Kazan’a göre YOK HÜKMÜNDE.. (Hukuk diliyle Mutlak butlan ile sakat). Örn. karar alma sürecine mahkemenin duruşma yapan asıl üyelerine ek olaral yedek üyeler de, -kendi itiraflarıyla- katıldılar..

Bu konuda sitemizde yer alan aşağıdaki yazımıza da bakılmalıdır :

Ergenekon Davası Kararı yok hükmündedir! (15.8.13)
(http://ahmetsaltik.net/2013/08/15/ergenekon-davasi-karari-yok-hukmundedir/)

Ergenekon davası kararlarını bu milletin hazmetmesi olanak dışıdır.
Bu vicdanları isyan ettiren intikam cezaları, mutlaka adalet zeminine taşınacaktır..

Sevgi ve saygı ile.
15.8.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================

Merdan_Yanardag'a_verilen_cezalarin_kanitlarini_aciklayin_YURT_15.8.13

Haber Merkezi – Ergenekon davasında verilen ağır cezalara aydınlardan tepkiler sürüyor. Genel Yayın Yönetmenimiz Merdan Yanardağ’a verilen 10 yıl 6 ay hapis cezası sanatçı ve gazetecileri ayağa kaldırdı.

LEVENT ÜZÜMCÜ: KANITLAR HALKA SUNULMALI

Ünlü oyuncu Levent Üzümcü, Ergenekon kararlarıyla ilgili “Cezaları gerektiren bütün kanıtlar halka sunulmalıdır” yorumunu yaptı.

NURAY MERT: MAHKEMELER SİYASİ BASKI ARACI

Gazeteci Nuray Mert ise “Mahkemelerin siyasi bir baskı aracı olarak kullanıldığını düşünüyorum” dedi. Yanardağ’a verilen cezayı kınayan Mert, “Asıl önemlisi, bu davanın ‘statüko ile hesaplaşma’ olarak takdim edildiği halde, hasaplaşma olması gerçeğinin göz ardı edilmesinden bahsediyorum” diye konuştu.

TUNCAY ÖZİNEL: BU ÜLKEDE ADALET ÖLDÜ!

Yanardağ’a verilen ağır cezayı bir hikaye ile anlatmak istediğini belirten tiyatrocu Tuncay Özinel ise şöyle konuştu: “Ölümlerin çan çalarak ilan edildiği bir ülke varmış. Çan bir defa çalındığında, halktan biri, iki defa çalındığında, asillerden biri, üç defa çalındığında, saray çevresinden biri, dört defa çalındığında ise kral ölmüştür. Günün birinde çan sesi duyulur. Bu kez çan beş kere çalar. Meraklanan kalabalık, ‘Nedir bu beş çan sesi?’ diye sorar ve ‘Adalet öldü!’ yanıtını alır. Evet bu ülkede adalet öldü!” yanıtını verdi.

PELİN BATU: ADALET SİSTEMİNE İNANCIMIZI KAYBEDİYORUZ

Oyuncu ve yazar Pelin Batu, Merdan Yanardağ’a verilen hapis cezasına tepki göstererek “Ne yazık ki adalet sistemine olan inancımızı her geçen gün kaybediyoruz” dedi. Bu yapılanların sadece okuyan yazan kesime değil herkese karşı uygulandığını belirten Batu, “Sokaktaki halkın kafası çok karışık. Sapla saman birbirine karışmış şekilde” diye konuştu. Yurtdışındaki gazetelerin Ergenekon davasıyla dalga geçtiğini hatılrlatan Batu, “Amerikalılar bile ülkemizde adalet sistemiyle dalga geçiyor. Türkiye’de ki en büyük sorun hukuk sistemindedir. Doğru düzgün bir anayasa istiyoruz ancak bu zihniyetle zor görünüyor” yorumunu yaptı.

MUSTAFA MUTLU: DAVA SİYASİ

Gazeteci Mustafa Mutlu, bir dönem birlikte çalıştığı meslektaşı Merdan Yanardağ’a destek verdi. Ergenekon mahkemesinin kararlarının yok hükmünde olduğuna dikkat çeken Mutlu, “Çünkü yedek hakimler karara katılmıştır” dedi. Mutlu, Merdan Yanardağ’ın bugüne dek meslek ilkelerinden zerrece sapmadığını vurguladı. Davanın siyasi olduğunu ifade eden Mutlu, “Mahkemenin ağır cezalar içeren hükmünün Yargıtay’da bozulacağından kuşkum yoktur” diye konuştu.

OKTAY EKŞİ’DEN DESTEK ZİYARETİ

CHP İstanbul Milletvekili ve Gazeteci Oktay Ekşi, Merdan Yanardağ’a verilen hapis cezasının ardından gazetemize destek ziyaretinde bulundu. CHP’li Ekşi, Genel Müdürümüz Ezgi Seda Özbolat ve Yazıişleri Müdürümüz Hicran Aygün’le görüştü.

Oktay_Eksi'den_YURT'a_ziyaret_15.8.13