Etiket arşivi: Maden Yasası

MERALARI YOK ETMEK HALKA SON İHANET OLUR


MERALARI YOK ETMEK HALKA SON İHANET OLUR

Orhan Özkaya

Meraları yok ederek halkı ve ülkenin hayvan varlığı açlığa terk edilmiş olunacaktır.

Yeni çıkartılan “Torba Yasa” ile mera, yayla, otlak, yaylak, kışlak, harman yerleri gibi tarım alanlarının önce kiralanıp sonra da satılabileceği ve bunun için Kırklareli’nin 70 köyündeki meralarda bu işlemin başlatıldığı ortaya çıktı. Hayvancılığın bel kemiğini teşkil eden mera, otlak ve diğerleri mevcut yasaların emrettiği hükümlere göre satılması, kiralanması demek; ülkenin insanlarının aç kalmasının yanı sıra hayvan varlığının da açlığa terk edilmesi demektir. Bu yerler,  “Devletin hüküm ve tasarrufundaki yerlerdendir. Bu yerlerin özel mülkiyete konu olması mümkün değildir.” Bu durum Türkiye Cumhuriyeti Yasalarında belirlenmiştir. Satacak kamu varlığı, halkın malı bırakmayanlar işi, devletin arsalarına,
tarihi okullarına kadar indirgediler. Sıra meralara, yayla, yaylak, otlak, harman yerleriyle kışlaklara geldi.

4234 sayılı ilk Mera Yasası ve 3402 sayılı Kadastro Yasası’nın 16. maddesi,

Mera, bir veya birden fazla köy ve kasaba halkının bağımsız olarak veya birlikte kullandığı yerlere denir. Yetkili makam tarafından ayrılan veya böyle bir ayırma bulunmamasına karşın başlangıcı bilinemeyen zamandan beri (kadimden), ilgili kasaba ve köy tarafından mera olarak kullanılagelen ve hak sahiplerinin mevcut kullanma (intifa) hakları dışında üzerinde eylemli ve yasal iyelikte bulunmadıkları arazilerdir.” diye tanımlamaktadır.

Meraların hiçbir koşulda özel iyeliğe (AS: mülkiyete) konu olamayacağı devletin ve kamunun ortak malı yerler olduğu belirtilmektedir. Bütün bu devlet ve kamusal engelleyici,
caydırıcı önlemlere karşın meralar satış tahtasına konmaktan kurtulamamıştır.
Devlet demek, bir anlamda halk demektir; İktidar ya da hükümet gücü demek değildir.

Meralar yerli ve yabancı şirketlerin insafına terk edilemez

Bu alanlar üzerindeki yapılaşmalar, yerel yönetimlerin görev ihmalinden doğmuştur.
Bu durum yeni bir oy avcılığına dönüşüp, siyasal rant sağlanacaktır. Yaylak, kışlak, otlak, harman ve panayır yerleri de aynı yasanın etkisinden kurtulamayacaktır. Bu alanlarda da, 2004 yılından önce yapılan yapılar affa uğrayacaktır. Yetkililer, “buralarda yıkılmasında yarar bulunmayan; çok katlı binalar, siteler yıkıma tabi tutulmayacak”, “derme-çatma” yapılaşmaya ise izin verilmeyerek yıkılacaktır” diye konuya yaklaşmaktadır. Yani yine
toplumun en altta kalan kesiminin gözünün yaşı, çeşmeler gibi akmaya devam edecek!
Bu durum aynı zamanda “imar affı” uygulamasının bir kopyasıdır.

Uygulama, dünyamızın çevre yıkımlarıyla ısınarak geldiği bu ürkütücü aşamada, dünya ve Türkiye çevrecilerinin feryatları na aldırış etmeden gerçekleştirilmekte. Ne köylü ve ne de çiftçi düşünülmekte, tarımın her kolu öldürüldüğü için, hayvancılıkta payına düşeni alıyor. Kuraklık ve açlık,
bir süre sonra ülkemizde de ölümlere neden olursa, her halde ona da alıştırılacağız!

 Bir ülke bu kadar dengeden çıkartılır mı?               

Daha önce, 5462 sayılı “Organize Sanayi Bölgeleri Yasası”, 2634 sayılı “Turizmi Teşvik Yasası”, 2924 sayılı “Orman Köylülerini Kalkındırma Yasası”, 4915 sayılı “Kara Avcılığı Yasası”, 3213 sayılı “Maden Yasası”, 7269 sayılı “Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirler ile Yapılacak Yardımlara Dair Kanunlar” tarafından da meralar vasıflarını kaybediyordu. Yine “Serbest Bölgeler”, “Endüstri Bölgeleri” ve
son çıkartılan “Kentsel Dönüşüm Yasası”gibi yasalarla meralar özel mülkiyete veya
49-99 yıllığına kiralamaya açık hale getirilmişti. Ancak bütün bu durumlara karşın,
mevcut Mera Yasası’na göre mahkemeyle bu uygulamalar iptal ettirilebiliyordu.
Yeni çıkartılan yasayla bu yol tümden kapandı. Bir süre sonra bu alanlar da
satılarak yabancıların eline geçecek.

Bir ülkenin ekseni ve dengesiyle bu kadar oynanır mı?

=======================================

Dostlar,

Sayın Orhan Özkaya eski Tapu Kadastro Genel Müdür yardımcısıdır.
Alanına çok egemen bir yurtsever bürokrattır. Yabancılara taşınmaz ve özellikle toprak satışlarının ciddi sakıncalarını Türkiye’nin yöneticilerine ve kamuoyuna anlatabilmek için
çok emek harcamıştır. Pek çok kitap yazmıştır… Birkaçı aşağıda..

yabanciya-toprak-satisi-orhan-ozkaya

Sayın Özkaya‘nın yukarıdaki yazısı da son derece önemli ve uyarıcıdır.
Kendisine teşekkür borçluyuz..

Bir eski Maliye Bakanı “babalar gibi satarım, satıca alıp götürmüyor ya,
ülkeye yabancı sermaye geliyor…” türünden saçma sapan sözler ediyordu.
Şimdilerde, bu geri dönüşümü neredeyse olanaksızlaşan sürecin sakıncaları
daha da belirginleşiyor.

Zaten 6330 sayılı Büyükşehir / Bütünşehir yasası uyarınca son yerel seçimler sonrası
(30 Mart 2014) 750 bin + nüfuslu 31 ilde hiç köy bırakılmamış, 17 bine yakın köy
sabah kalkınca kentin mahallesine dönüştürülmüş idi. Dolayısıyla köy tüzel kişiliği
ortadan kalkmış (mahalle muhtarlığının tüzel kişiliği ve mal varlığı yoktur..) ortak taşınmaz mallar da başta otlak – yayla ve meralar olmak üzere Büyükşehir Belediye Başkanlığı tasarrufuna geçirilmişti.

Kentsel rantlardan sonra sıra kırsal kesim arazilerini imar planları oyunlarıyla ranta çevirmek tasarlanıyordu. Bir bölümünü de yapılaşmaya açarak.. Ya da yabancıların büyük tarımsal arazileri şirketler kurarak ele geçirmeleri ve topraklarımızda tarım yapmaları..
Kendi insanımızı ise dün sahibi olduğu topraklarda ırgatlaştırarak.. Şu kör talihe bakınız ki, toprak köleliği (reaya, serflik) sanki yüzyıllar gerisinden hortlatılarak geriye döndürülüyor.

Toprak reformu ile topraksız köylüyü topraklandırmak (Toprak işleyenin, su kullananın!?) ise artık Kaf Dağının ardında düşer ötesi bir özlem mi?? Hani Köylü milletin efendisi idi??

Köylüsünü Cumhuriyetin başı dik yurttaşı yapmak yerine, kendi ülkesinde, üstelik de
yabancı feodallerin (toprak ağaları), LANDLORD’ların post-modern kölesi yapmak zilleti de varsın AKP’nin ve yandaşlarının omuzlarında kalsın..

*****

Kapatılan İl Özel İdarelerinin malları da yandaş belediyelere kaymakam ve valiler eliyle dağıtılmıştı.

Son derece tehlikeli – kritik bir dönemece gelmiş bulunuyoruz.
AKP’nin gözü kara, çünkü ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak istiyor.
2023’e dek mutlaka.. Bu uğurda göze alamayacağı hiçbir şey yok..
Ülke yangın yerine döndürüldü ve Hedef 2023 ile Cumhuriyet’e nokta koyarak
Anadolu Federe İslam Devletini, Bay RTE’nin de Halife – Sultanlığını ilan etmek.

Bu kıyamete gidişin mutlaka durdurulması gerek..
En temel tarihsel sorumluluk, yurtsever – vatansever, çıkar çarkına bulanmamış,
vicdanını ve ülkesini – vatanını satmamış – satmayacak AKP’li vekillere ve tabana düşüyor.
Sakın unutulmasın, aynı gemideyiz!

Böyle gidere kendi vatanımızda yaşam olanağımız kalmayacak.
Dr. Erdal Atabek‘in ünlü kitabının adı gibi : KENDİ YURDUNDA SÜRGÜNSÜN..
Ormanlık arazilerin 2B oyunu ile orman olmaktan çıkarılarak yıllardır zilyedi
(tapulu maliki olmadan fiili malik, ekip – biçen) olan köylülere satılması zaten bir
kıyamet alameti zorbalık değil miydi ??

Duyuyor musunuz ey AKP’liler..
Yoksa uyuyor musunuz??
Ya da siz de testinizi – küpünüzü doldurma telaşında mısınız bu yağma ganimet – talan düzeninde??

Hangisi, hangisi??
Ve intifada ne zaman???

Sevgi ve saygıyla.
31.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Özgen ACAR : Maden Şehitleri…


Maden Şehitleri…

Dostlar,

Sayın Özgen Acar’ın “Maden Şehitleri” başlıklı yazısını Cumhuriyet‘te yayımlandığı gün, 5.12.14 günü sizlerle paylaşacaktık ama gözden kaçırmışız..
Birkaç gün geç de olsa bu yazı okunmalı.. Sn. Acar’ın kalemine sağlık..

Maden ve öbür iş cinayetlerine kurban giden tüm emekçilerin aziz anılarını
saygı ile selamlıyoruz. 

Sevgi ve saygıyla.
09.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================================

Maden Şehitleri…

portresi
Özgen ACAR
Cumhuriyet, 05.12.14,

 

Bu yazıyı 4 Aralık “Madenciler Günü” nedeniyle Soma-Ermenek şehitlerine sunuyorum…

***

İzmitli hemşerimiz Azize Barbara’nın, Romalıların zulmünden kaçarak madencilere sığındığı 4 Aralık günü, dünyada “madenci, jeolog, demirci, duvarcı, marangoz, çatı kaplamacısı, elektrikçi, mimar, itfaiyeci” gibi mesleklere adanmıştır.
Türkiye’de madencilikte sorunlar, son yıllarda Sultan hazretlerinin “ben” demesi ile başladı!

Yasalara göre maden “aramak” isteyen özel ya da tüzel kişiler hazırladıkları dosyaları Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın (ETKB) Madencilik Genel Müdürlüğü’ne verirlerdi. Gerekli durumlarda dosyaya Çevre ve Şehircilik ya da Orman bakanlıklarının “olurunu” da içeren yazı eklenirdi.

Sonrasında ETKB, uygun görürse, istenen yörede “arama iznini”verirdi. Ancak Sultan’ın sadrazamlığı döneminde, 6 Haziran 2012’de bu izin ETKB’den alınarak,
Başbakanlık’a verildi. Sonrasında ne oldu? Bu “izin” işini irdeleyecek konunun uzmanlarından oluşan bir kadro Başbakanlık’ta bulunmadığı için, yanıtlar gecikti.
“İzin” bekleyen arama ruhsatı sayısı 10 bine yaklaştı. 2013’te verilen izin sayısı
84’te kaldı.

Bu arada bir gerçeği iki hafta önce Cumhuriyet açıkladı. Soma madeni ruhsatı sahibinin Bilal oğlanın TÜRGEV’ine bağış yaptığı ortaya çıktı. Parasını veren, madende düdüğünü çalar olmuştu!

ETKB’nin maden sondaj hedefi 5 milyon metre olarak açıklanmıştı. Ne var ki Sultan
ve Bilal odaklı “ben” izinlerinden dolayı uygulamada sondajlar 2012’de 55 bin metrede, 2013’te 5 bin metrede kaldı. Türkiye %4 büyürken, madencilik %3.3 oranında küçüldü. Ayrıca, sondaj araç gereçleri yapanların üretimleri de azaldı.

***

Öteki madenleri bırakıp Soma ve Ermenek’te yaşanan facialar nedeniyle “kömüre” odaklanmak için 1826 yılına gidelim! Zonguldak Ereğli’nin Kestaneci köyünden Uzun Mehmet askerliğini denizci olarak yaptı. Geminin komutanı, tezkeresini alan öteki erlerle birlikte kömürleri göstererek memleketlerine döndüklerinde, sağda solda bunlardan görürlerse kendisine haber vermelerini ve ödüllendirileceklerini söyledi.

Mehmet, köyünde bir gün değirmende sıra beklerken çalı çırpıyla ateş yaktı.
Ama bu sırada kimi taşların, tıpkı komutanın gösterdiği “kömür” gibi yandığını gördü. Örneklerden topladı, doğruca İstanbul’a komutanına göstermeye gitti.
Komutan 5 bin kuruşluk ödül verdi. Ayrıca ömür boyu 600 kuruş aylık bağlattı.
Uzun Mehmet, köyüne döndü… Bir süre sonra ağalar, kıskandıkları Mehmet’i zehirleyerek öldürdüler. Yıllarca sonra Uzun Mehmet’in heykeli “kömür faciası” yaşayan ilk şehit olarak dikildi.

***

Sonrasında Zonguldak taşkömürü ocaklarının işletilmesine başlandı.
Osmanlı, madenlerin “işletme hakkını” Fransızlara verdi. 1920’de TBMM Fransızların bu“imtiyazını” iptal etti. Türk madenciliği devreye girerken Zonguldak’ta bir de madencilik yüksekokulu açıldı.

“Devletin malı olan her maden” gibi kömürün işletilmesi için 1957’de
“İktisadi DevletTeşekkülü” olarak Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu (TKİ) kuruldu.
Yıllar geçti… TKİ dışlanarak, “devletin malı kömür” özel ya da tüzel kişilere peş keş çekildi. Bu uygulama da yetmedi… Ruhsatı kapan özel ya da tüzel kalantorlar,
2004’te Maden Yasasında yapılan değişiklikle sağladıkları ve Fransızca bir sözcük olan “rödovans” uygulaması denilen “taşeronları” devreye soktular.

Amaç, kömürü “düşük maliyet” ile çıkarmaktı. Maliyet düşünce işçi ücretleri
“boğaz tokluğuna” indirgendi. “Sigorta, kıdem tazminatı” gibi haklar dışlandı.
Güvenlik “sıfırlandı”. Türkçesi ile kömürün çıkarılmasında“it ite, it kuyruğuna…”
benzeri bir yönteme gidildi! Şimdilerde “izin”, “ben” odaklı “vakıflarca” tezgâhlanıyor!

‘Şûrâ-yı Saltanat’!

Osmanlıcada “şûrâ-yı saltanat” deyimi “bizzat sultanın başkanlığında yapılan
yüksek düzey devlet memurları toplantısına” deniliyordu. Günümüzde de Sultan,
salı günü “din şûrasına” dönüştürülen “Milli Eğitim Şûrası’nda” döktürdü.
Günümüz gençlerinin bilgisizliklerini ve yabancı dili kullandıklarını,
Türkçe’ye özen göstermediklerini eleştirdi.

Ancak kendi konuşmasında “yeni neslin dizaynına anaokuldan” başlanacağını,
“eğitimin insan formatlama aracı olarak kullanıldığını”söyledi. Ne dersiniz,
Sultan rahmetli annesinin Türkçesiyle mi “dizayn”edilip “format”landı?
Daha önceki konuşmalarından da kimi sözcükler aklımızda kaldı. 17 Aralık yolsuzluk olayından söz ederken de bolca “legal, illegal, dezenformasyon, montaj” sözcüklerini kullanarak gösterdiği “trend” ile “performansını” yansıtmamış mıydı?

Atalarımız ne demişti? “Dinime küfreden bari…”