Etiket arşivi: laiklik

Atatürk’ün Hacıbektaş’ı Ziyareti : 23 Aralık 1919


Dostlar
,

Mustafa Kemal Paşa Kurutuluş Savaşı için Anadolu halkını 19 Mayıs 1919’da başlayarak ilmik ilmik hazırlar. Bunu başlıca Kongrelerle yapar..

Artık Ankara’ya dönerek savaşımı TBMM ile sürdürecektir.

Sivas’tan gelirken Hacıbektaş’a uğrar ve Postnişin Cemalettin Çelebi ile görüşür.

1700 altın dolayında yardım yapılır kendisine.

Bir de Cemalettin Çelebi sorar :

– Kurtuluştan sonra Cumhuryet ilan edecek misiniz ??

Kemal Paşa, Çelebi hazretlerinin kulağına fısıldar :

– Evet Çelebi hazretleri, Kurtuluştan sonra Cumhuryet ilan edeceğim..

Bu ziyaretin aytıntılarını Rıza Zelyut’un yazılarından öğrenelim..

Anadolu Alevileri, kurulmasından başlayarak Cumhuriyet’e hep kol kanat gerdiler.

Ne yazık ki en ağır bedeli de Osmanlı döneminde de Cumhuriyet sonrasında da
onlar ödediler..

Fakat Cumhuriyet’in erdemlerine, başta LAİKLİK olmak üzere sadakatle bağlılıklarını sürdürmekteler..

  • Milli Mücadele Yıllarında Serçeşme’nin Tavrı.. 

9 sayfalık bir pdf dosyası.

Okumak için lütfen tıklar mısınız ??

Türkiye’nin yoğun gündeminde birkaç gün geri kaldık yayımlamakta..

Ata’nin_Hacibektas_Ziyareti

Sevgi ve saygı ile.
23.12.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

İşte Danıştay’ın türban kararları


İşte Danıştay’ın türban kararları!

portresi

 

Bülent Serim
Anayasa Mahkemesi E. Raportörü
3.11.13

 

 

Danıştay, türban konusunda bugüne kadar verdiği kararlarla çelişen yeni bir karara imza atmıştır. Son karar, Danıştay’ın nasıl “dönüştüğünü”; 12 Eylül 2010 referandumuyla kabul edilen Anayasa değişikliklerinin amaca ulaştığını göstermektedir.

Son kararla türban konusunda yaşanan içtihat değişikliğini anlayabilmek için olayın kısaca açıklanması gerekir.

Bir öğrenci Açıköğretim Fakültesi sınavına türbanla girmiş, gözlemci öğretmen de, uyarılarına karşın direnen öğrenciye “sınava gelmedi”işlemi yapmıştır. Açılan dava üzerine, Eskişehir 2. İdare Mahkemesi yapılan işlemde “hukuka aykırılık bulmamış”tır. Ne var ki, konu itiraz üzerine Danıştay 8. Dairesi’nde görüşülmüş ve Anayasa’nın“Eğitim ve öğrenim hakkı” başlıklı 42. maddesinde “kimsenin eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağına” ilişkin düzenlemeye vurgu yapılarak, İdare Mahkemesi kararı bozulmuştur. (Aydınlık, 06.01.2013)

Bu kararı veren Danıştay 8. Dairesi 1970’li yıllardan beri, yükseköğretimde ve kamu kurum ve kuruluşlarında türbanın anayasal ilke ve kurallarla bağdaşmadığını savunup, türban yasağına ilişkin işlemleri hukuka uygun bulan bir yüksek yargı yeridir.

NE DEĞİŞTİ ?

Önce karardaki yanlışları sergileyelim; sonra da eski kararlara bir göz atıp yeni kararın ne anlama geldiğini yorumlayalım.

1) Anayasal kurallarda bir değişiklik olmadığına göre, bu karar, yargının siyasal iktidarın görüşüne uygun karar verecek bir yapıya kavuştuğunu, anayasal değişikliğin amacına ulaştığını göstermektedir.

2) Danıştay 8. Dairesi’nin son kararında belirtildiğinin tersine, Anayasa’nın 42. maddesi yalnızca “Eğitim ve öğrenim hakkını” değil, aynı zamanda “ödevini” de düzenlemektedir.

Maddede, kimsenin eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağı belirtildikten sonra, eğitim ve öğretimin Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda yapılacağı vurgulanmış ve “eğitim ve öğrenim özgürlüğünün anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmayacağı” açıkça belirtilmiştir.

Atatürk ilke ve devrimlerinin temeli laiklik olduğuna, Anayasa Mahkemesi türbanı laiklik ilkesine aykırı bulduğuna göre, Anayasa’ya sadakat, bunun tersine uygulama ve yorum yapılmasını ve karar verilmesini engeller.

Çünkü “sadakat”, söz konusu eğitim hakkı olsa bile, özgürlüğü anayasal ilke ve kurallarla sınırlandırmaktadır. Ki bu sınırlandırma bizzat 42. maddede bulunmaktadır.

SİYASAL İSLAMIN SİMGESİ

3) Türban, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından, “siyasal İslam’ın simgesi” olarak kabul edilmiştir. Diğer yüksek mahkemelerin kararları bilinmektedir. Yargıtay’ca da türban, “laikliğe başkaldırı ve siyasal simge” olarak nitelendirilmiştir. (Y.8.CD; 29.11.2002 günlü karar; Sabah, 2.12.2002)

4) Yine son kararda, “yükseköğretim hakkının özüne dokunulduğu” vurgulanmıştır. Yani Danıştay “eğitim ve öğrenim hakkının özüne dokunulduğu” kanısındadır. Çünkü Anayasa’nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlükler sınırlandırılırken “özüne dokunulamayacağı” kuralı bulunmaktadır.

Oysa, türbanlı öğrencinin sınava ya da derse alınmaması, eğitim hakkının özüne dokunmamaktadır. Öğrencinin anayasaya sadakat borcu gereği başını açıp sınava ve derse girmesine engel bulunmamaktadır. Yani öğrencinin eğitim hakkı kamu gücünce sınırlandırılmamakta; siyasal İslamın simgesi olan türbanı seçmekle kendisi bu haktan vazgeçmektedir.

  • Nitekim AİHM Büyük Dairesi, Leyla Şahin / Türkiye davasında
    türban yasağının, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
    eğitim hakkına ilişkin kuralını zedelemediğine karar vermiştir.

Bu nedenlerle, kararın, türban yasağının eğitim hakkının özüne dokunduğuna ilişkin gerekçesi de hukuka uygun değildir.

Ayrıca belirtmek gerekir ki, tüm yüksek mahkeme kararlarında “siyasal İslam’ın simgesi” kabul edilen türbana yasak getirilmesi, bir özgürlük sorunu değil, siyasal ve hukuksal sorun olarak ele alınmalıdır.

SORUN OKUMA SORUNU DEĞİL

Av. Dr. Tennur Koyuncuoğlu’nun çok isabetli deyişiyle, türban sorununun altında, “kızların okuma özgürlükleri değil, toplumun ahlaksal açıdan hizaya getirilme, küçük yaşta aileleri tarafından örtüyle tanıştırılan kızların dinsel kuşatılmışlık terbiyesini sürdürme çabası vardır. Muhafazakârların amacı, din, aile, ahlâk sınırlamalarıyla kadını erkeğe itaat eden yardımcı, ikincil konumda tutabilmek, erkek egemen düzeni koruyabilmektir. Ülkemizde bu eğilim türbanla özdeşleşmektedir.”
(Cumhuriyet, 5.3.2008)

Unutulmamalıdır ki, 4+4+4 “İslami eğitim sisteminde”, kız çocuklarının ergenlik çağının başlangıcı olan 13 yaşında, açık lise uygulamasıyla eve kapatılmasının iki ana nedeninden biri türban, diğeri sosyalleşmelerinin önlenmesidir.

GEÇMİŞTEKİ TÜRBAN KARARLARI

5) Şimdi Danıştay’ın geçmişte verdiği türbanla ilgili kararlarına bakalım.

AİHM Büyük Dairesi’nin yukarıda anılan kararında belirtildiği gibi, Türkiye’deki “en yüksek iki mahkeme olan Danıştay ve Anayasa Mahkemesi, türban konusunda yerleşik içtihat oluşturmayı başarmışlardır.” İşte AİHM’nin “yerleşik içtihat” dediği Danıştay kararlarından birkaç örnek vermek istiyoruz.

– Duruşmalara, laiklik ilkesi ve meslek gereklerine aykırı olarak türbanla giren avukatın Ankara Barosu’ndan kaydının silinmesinde hukuka aykırılık yoktur. (D.8.D.; 25.2.1974, E.1973/2964, K.1974/960)

– 1980’li yılların başında, sıkmabaşın modernize edilmiş biçimi olan türbanın yükseköğretim kurumlarında serbest bırakılması için YÖK tarafından bir yönetmelik düzenlemesi yapılmıştır.

Bu yönetmelik düzenlemesinin yargıya taşınması üzerine Danıştay, 1984 yılında, “aydın, uygar, Cumhuriyetçi gençler yetiştirmekle görevli olan eğitim kurumlarında” başörtüsü yasağının hukuka uygun olduğunu kabul ederek; başörtüsünü serbest bırakan kuralları Anayasa’nın laiklik ve eşitlik ilkelerine ve Devrim Yasaları’nın korunması amacına aykırı görüp iptal etmiştir.

– Danıştay 1984’den sonra verdiği kararların tümünde, kuşkusuz yukarıdaki içtihat değişikliğine gelinceye kadar, yükseköğretim kurumlarında türban yasağını kaldıran yönetsel düzenlemeleri ve işlemleri, aynı gerekçelere dayanarak iptal etmiştir.

– Uyarılara karşın avukatlık stajını türbanla sürdüren stajyerin, laik hukuk devleti ilkesi ve avukatlık mesleği ile bağdaşmayan bu davranışı nedeniyle staj listesinden adının silinmesinde hukuka aykırılık yoktur. (D.8.D; 5.7.1993, E.1992/3342, K.1993/2611; 2.3.1994, E.1993/843, K.1994/686)

– Türbanla derslere ve sınavlara girmekte ısrarcı olan ODTÜ öğrencisine verilen disiplin cezası, öğrencinin davranışı “Atatürk ilke ve devrimler doğrultusunda öğrenci yetiştirmek” amacıyla bağdaşmadığı için hukuka uygundur. (D.8.D; 6.12.1995 günlü, K.1995/4162, K.1995/4170 sayılı kararlar)

– Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, üniversitelerde türbanla derslere ya da sınavlara girmekte ısrar eden öğrencilere üniversite yönetimlerince verilen disiplin cezalarının hukuka uygun olduğuna ilişkin yargı kararlarını onarken şu değerlendirmeyi yapmıştır:

“Yükseköğretim kurumlarında öğrencilerin kılık ve kıyafetlerinin; Anayasa’nın 174. maddesiyle anayasal güvenceye alınan Devrim Yasaları’na, Anayasa’nın başlangıç bölümü ile 2, 24 ve 42. maddelerindeki ilke ve kurallara, Cumhuriyet’in özgün niteliklerine ve 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası’nın 4 ve 5. maddelerindeki amaç ve ilkelere uygun olması gerekir.”

Anayasa Mahkemesi 1989 (K.1989/12) ve 1991 (K:1991/8) yıllarında verdiği kararlarda, yükseköğretim kurumlarında türbanı serbest bırakan yasal düzenlemelerin Anayasa’ya aykırı olduğuna hükmetmiştir.

Anayasal ve yasal kurallara göre;

— Yükseköğretim öğrencisi, Atatürk ilke ve devrimlerini özümsemiş ve ilke ve devrimler doğrultusunda davranan kişiler olmalıdır.

— Çağdaş kıyafet ve görünüme ters düşen, dinsel nitelikte kılık kıyafet giyen, başörtüsü veya türban takan öğrencinin Atatürk ilke ve devrimlerine aykırı davranış içinde olduğu açıktır.

Bu nedenle, türbanla derslere girmekte ısrar eden öğrenciye verilen disiplin cezasında hukuka aykırılık yoktur.” (17.6.1994 günlü, K.1994/327 sayılı karar)

– Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 1996 yılında, önüne gelen bir dava nedeniyle hukuksal durumu yorumlamış; Anayasa’nın başlangıcı, 2, 42, 174. maddelerine ve Anayasa Mahkemesi’nin türban yasağını hukuka ve Anayasa’ya uygun bulan 1989 ve 1991 yılında verdiği kararlarına dayanarak, “Anayasa’ya aykırılığı saptanmış olan, boyun ve saçların başörtüsü ve türbanla kapatılmasının, kılık kıyafet serbestisi dışında olduğuna” karar vermiştir. Böylece Anayasa Mahkemesi’nden sonra bir başka yüksek mahkeme olan Danıştay da türban yasağının kalkmadığını kabul etmiştir.

– Türbanla görev yapan Cerrahpaşa Tıp Fakültesi memurunun, “ideolojik veya siyasi amaçla kurumun huzur, sükun ve çalışma düzenini” bozduğundan, “kamu görevinden çıkarma cezasıyla” cezalandırılması hukuka uygundur. (DİDDK; 7.5.1999, YD itiraz no. 1999/229)

– Danıştay 8. Dairesi, 2010 Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitim Giriş Sınavı (ALES) sonbahar dönemi kılavuzundaki türbanla sınava girilmesine olanak sağlayan düzenlemenin yürütmesini durdurmuştur. Daire kararında, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve AİHM’in türbanla ilgili kararlarına yer verilerek, bu anayasal ve yasal kurallar karşısında dava konusu düzenlemenin hukuken kabul edilebilir bir dayanağının bulunmadığı vurgulanmıştır. (Gazeteler, 19.01.2011 ve Cumhuriyet, 14.07.2011)

YENİ DANIŞTAY YENİ KARAR

Tüm bu örnek kararlar, Danıştay’ın 2010 Anayasa değişikliği ve arkasından Danıştay Yasası’nda yapılan değişiklikle üye yapısı yeniden oluşturuluncaya dek türban konusundaki istikrar kazanmış içtihadını kanıtlamaya yeterlidir. Ancak yeni Danıştay’ın oluşmasından sonra artık tüm yargı gibi Danıştay da siyasal iktidara ayak bağı olmaktan çıkmıştır. Oysa önceki oluşumuyla Danıştay, “ayak bağı” değil, Atatürkçü devlet ideolojisini savunup anayasal görevini yerine getiren bir Yüksek Mahkeme idi.

Üstelik değişiklikten sonra Danıştay, anayasal ve yasal görevini yapıp yükseköğretimde türbana geçit vermeyen kamu görevlilerini de korumaktan vazgeçmiştir.
Kamu görevlilerinin yargılanıp yargılanmamasına karar veren son merci olan
Danıştay 1. Dairesi (önce 2. Daire idi), türbana izin vermeyen kamu görevlileri,
bu bağlamda öğretim elemanlarının “yargılansın (lüzum-u muhakeme)”
kararlarını hep “yargılanmasına gerek yok (men’i muhakeme)”a çevirmiştir.

Günümüze gelindiğinde ise Danıştay’ın, siyasal iktidarın talimatıyla YÖK ve üniversitelerin hukuku dolanarak fiilen serbest bıraktıkları türban uygulamasına yardımcı olduğu, hukuk içinde görevini yapan öğretim elemanlarını adli yargıya teslim ettiğini görmekteyiz. Ne yazık ki adli yargı da, yukarıda açıkladığımız bunca anayasal gerekçelere karşın, “eğitim özgürlüğü” kılıfı altında öğretim elemanlarını cezalandırmaktadır.

2010 yılında Anayasa’da yapılan değişikliklerin tek amacının ve hedefinin yargıyı siyasallaştırmak ve siyasal iktidarın güdümüne sokarak hukuka AKP penceresinden bakmasını sağlamak olduğunu yazdığımızda bizi “niyet okumakla” suçlayanların, Danıştay içtihadındaki bu değişiklik karşısında (kuşkusuz adli yargıdaki değişimle birlikte) söyleyecek sözleri olmalıdır.

Dr. Ceyhun BALCI : CUMHURİYET; 90. Yıl


CUMHURİYET

“Aklımın kabul etmediği hiçbir şeyi kabul edemem!”
(Rene Decartes, Kartezyen felsefenin temel ilkesi)


Ceyhun_Balci_portresi

Dr. Ceyhun BALCI

Doksanıncı yılında Cumhuriyet’i tanımlamayı sürdürüyoruz.
Gizemini çözememiş olduğumuzun göstergesi olabildiği gibi;
erdemlerinin sayısızlığını yansıtıyor olma olasılığı da hoş bir durum!

Fesi, sarığı atıp şapka takmak mı?

Kavranması güç, anlaşılmaz Arap abecesini bırakıp, Latin harflerine geçmek mi?

Yoksa, toplumun yarısı olan kadını insan yerine koyup
bir büyük insanlık ayıbına son vermek mi?

Üniversite Reformu ile bilime geniş bir pencere açmak mı?

Hem halife hem de padişah olmak varken adam olmayı yeğlemek mi?

……………………..

Cumhuriyet, dünyada emperyalizme karşı başarıya ulaşan az sayıdaki savaşlardan birisinin baş tacı oldu!

Tepeden indi! İmzasını atabilenin okur-yazar sayıldığı cehalet denizinde
başka türlü olamayacağı için!

Cumhuriyet Devrimler sürecinin ilk köşe taşıydı.

Bu yoksul, bilisiz ve karanlık coğrafya belki de dünyanın başka hiçbir yerinde erişilmemiş bir hızla yaşadı ilk 15 yılı! Öyle bir hız ki; uygarlık ve çağdaşlıkla olan
300 yıllık fark kapandı!

Kesintiye uğramaları devrimlerin yumuşak karnı!

Eğitim devriminde başlayan yozlaşmanın önünde sonunda
Laiklik, Milliyetçilik, Devletçilik, Halkçılık ve şimdi de Cumhuriyetçilik ilkelerini tartışılır kılması beklenmeyen bir durum değildi.

Yaşamı boyunca dokuz köyden kovulan Dekart (Descartes),
asırlar sonra Anadolu’ya Cumhuriyet’le geldi!

Cumhuriyet düşünmek, kuşkulanmak ve sorgulamaktı!
Kısacası“Aklın kabul etmediği hiç bir şeyi kabul etmemekti!”

Adam olmaktı!

Cumhuriyet kesintiye uğradıysa kaldığı yerden sürdürülmeli!

Yok eğer sonlandıysa yeniden kurulmalı!

Hayvanlar aleminin en üstünü yaftasını kendisine yapıştırıveren insanın,
insanlığa borcu var!

Cumhuriyet onurdur, Cumhuriyet namustur, Cumhuriyet aklını kullanmaktır!

90. yıl bu bilinçle kutlu olmalı!

TÜRK DEVRİMLERİNE CAN VEREN SİHİRLİ SÖZCÜK “LAİKLİK” NEDİR?


TÜRK DEVRİMLERİNE CAN VEREN SİHİRLİ SÖZCÜK “LAİKLİK” NEDİR?

İzzet Polat AROLAT
Atatürkçü Düşünce Derneği
Bilim Danışma ve Yazı Kurulu Üyesi

Atatürk devrimlerinin özü; bağımsızlığını yitirmiş, bilimde, sanatta, teknikte,, ekonomide, yaşamın hiçbir alanında başarı göstermemiş koskoca bir
Osmanlı İmparatorluğu. Okuma-yazma oranı erkeklerde %10, kadınlarda %4.
Yıkılmış viran olmuş bir ülkeden, çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmış,
halkı mutluluk içinde çağdaş bir ulus yaratmaktır.

Durumu kısaca özetlemek gerekirse; yükselme dönemi dahil, yönetim padişahların elindeydi, yasaları o koyardı. Dünya işlerine vezirler, din işlerine şeyhülislam bakardı. Hilafetin kabulü ile (1517) ve sonraki yıllarda din yönetim içinde gittikçe ağırlık kazandı. Bilim ve teknikten gittikçe uzaklaşıldı. Devlet din kurallarına göre yönetilmeye başlandı.
Oysa Batı toplumları, Rönesans ve Reform hareketleriyle Ortaçağ karanlığından kurtuldular. Bilim ve akıl tek yol gösterici olarak kabul edildi. Din giderek dünya işlerinden elini çekti. İnsanların vicdanlarında yüce yerini aldı. Aklın ve bilimin yol göstericiliği, beraberinde, bilimde, teknikte, sanatta, ekonomide yeni ufuklar açtı. Derebeyliklerin, imparatorlukların yerini cumhuriyetler aldı. Demokrasiye giden yolun önü açıldı.

Osmanlı Devletinde ise; matbaa 1450’li yıllarda icat edildiği halde Osmanlı Devletine 278 yıl sonra ancak girebildi. Osmanlı tebası Rumlar ve Ermeniler, kendi matbaalarını kurdular. İncil’i ve Tevrat’ı kendi dillerine çevirdiler. Kuran-ı Kerim 1931 yılında Atatürk’ün sayesinde Türkçe’ye çevrilebildi. Ezan halen Arapça okunuyor.
1450’li yıllarda İtalya’da üniversite kuruldu.

Fatih Sultan Mehmet ise Ali Kuşçu ve Molla Hüsrev’i medrese kurmakla görevlendirdi.
Yani 1500’lü yıllardan başlayarak Batı, din ve devlet işlerini ayırırken, aklı ve bilimi yaşamın bütün alanlarında yol gösterici olarak kabul ederken, bizim toplumumuz giderek taassubun pençesinde geriledi, durakladı, parçalandı.
Sanayide hiçbir başarı gösteremedi. Ticaret büyük ölçüde Rum ve Ermeni tüccarların elindeydi. Para ve güç Galata bankerlerinin eline geçmişti.
Devlet dış borçların faizini bile ödeyemez durumuna düşmüş,
vergilerini Duyun-u Umumiye aracılığı ile topluyordu.

Emperyalist ülkeler çökmüş devleti soymakla yetinmiyor, topraklarını da elerlinden alarak Türkleri Anadolu’dan sürmek istiyorlardı.

Birinci Dünya Paylaşım Savaşından yenik çıkmıştık. Sıra topraklarımızın paylaşılmasına gelmişti. İşte tam bu sırada Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal ortaya çıktı. Paşalar ve Türk halkı O’nun arkasındaydı. Dünyanın ilk Kurtuluş Savaşı kazanılmış, Lozan’da sınırları çizilmiş bağımsız bir Türk Devleti kurulmuştu.
Sıra daha büyük, daha zor bir savaşa gelmişti. Çağdaş dünya milletlerinin eşit, çağdaş, saygın bir üyesi olmak.

Bu hedef daha büyük Devrimi gerçekleştiriyordu.
Büyük Atatürk işte bu devrimi gerçekleştirdi.

Batı toplumu Rönesans ve reform hareketleriyle sürekli ve hızlı bir değişim sürecine girmiştir. Derebeylikler yıkılmış, Kilisenin dinci taassubu, yani ortaçağ karanlığı yerini Aydınlanma devrimine bırakmıştır. İmparatorluklar Cumhuriyet’e giderek Demokrasiyle yönetilen Devletlere dönüşmüştür.

Bilimde, sanatta, teknikte hızlı bir gelişme olmuş kıtalar keşfedilmiş, deniz ticareti
başta olmak üzere, ekonomide büyük gelişmeler olmuştur.

1789 Fransız İhtilali kardeşlik – eşitlik – özgürlük hareketlerinin ateşleyicisi olmuştur.

Fakat bütün bu gelişmeler yıllarca süren savaşları da beraberinde getirmiştir. Yüzbinlerce insanın ölümüne neden olmuştur.
Eşitlik ve özgürlük sloganıyla başlayan aydınlanma hareketi,
aynı zamanda sömürgeciliği de beraberinde getirmiştir.

Ancak hiçbir bilgi birikimi olmayan yanmış yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden çağdaş uygarlık düzeyine erişmiş bir ülke kurma girişimi gerçekçi olabilir miydi?
Yukarıda işaret ettiğimiz gibi Batı’nın 500 yıla yakın sürede on binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan, bilim, sanat adamlarının ağır bedeller ödeyerek gerçekleştirdiği aydınlanma devrimini başarmak olanaklı olabilecek miydi?

  • Halk bilerek, isteyerek cahil bırakılmıştı.

Medreseler, tekkeler, zaviyeler elinde insanlar köleleşmişti. 13 milyon olan nüfusun yaklaşık yarısı sıtma, verem gibi salgın hastalıkların pençesine düşmüştü.
Genç nüfus büyük ölçüde savaş meydanlarında ölmüştü.
Nüfus çocuklar, yaşlılar ve kadınlardan oluşuyordu.

Kalkınmanın önündeki en büyük engel Saltanat kaldırılmıştı. Cumhuriyet ilan edilmişti.

Fakat en büyük hedef olan çağdaşlaşma nasıl gerçekleşecekti?
Kalkınmanın eşitlik ve özgürlük hedefini gerçekleştirecek sihirli sözcük “Laiklik” ti.
Cumhuriyet’in ayakta kalması beklenen amaçlara ulaşmada akıl ve bilim yol gösterici olacaktı ama sağlıklı kararlar verebilmek için kör inançlardan kurtularak,
aklın özgürleşmesi gerekiyordu.

İşte bu özgürleşmenin sigortası Laiklik olabilirdi.

Din işleriyle dünya işlerinin ayrılması, dinin insan vicdanındaki yüce yerini alması
ve dünya işlerini ise akıl ve bilimin yol göstericiliğiyle çözmek gerekiyordu.

400 yıl hilafetle yönetilmiş, geri kalmış yoksulluğun yazgı gibi kabul edildiği bir toplumda, aklı ve bilimi yol gösterici olarak kabul etmek pek de kolay değildi.
Toplumun yarısını oluşturan kadınların %4’ü okuma yazma biliyor ve sofradaki yeri öküzden sonra geliyordu. Çok kadınla evlilik, mirastan 1/2 oranında pay alma
yasal olmakla birlikte kadınların mirastan pay almaması dinin buyruğu algılanıyordu.

Kadınları yasa karşısında eşit duruma getiren Medeni Kanun kabul edilmişti. Mecelle’nin kaldırılarak İsviçre’den alınan medeni kanunun kabulü
çok büyük bir değişimdi.

Ekonomik kalkınma büyük başarıyla sürüyordu. Gerici ve bölücü güçlerin desteklediği başkaldırılar Devrimin kararlı yaptırımı ile önleniyordu.

Latin harflerinin kabulü Kültür Devrimi’nin dev adımlarından biriydi.
Kılık kıyafette yapılan değişiklikler bile gerici dirençle karşılanıyordu.
Fesin kaldırılmasında bile güçlükler çıkarılmıştı.

Takvim değişti. Ağırlık ölçüleri, çağdaş milletlerle aynı oldu.

  • Devrimin aydınlatma feneri laiklik, 1931’de Altı Ok‘un önemli bir ilkesi oldu.

Laiklik yalnız, din ve devlet işlerinin ayrılması değildir.
Aynı zamanda inanç özgürlüğünün bir güvencesidir.
Ayrıca tüm yaşamı kapsayan bir yaşam biçimidir.
Sanatta, bilimde özgürlüktür.
Sosyal yaşamda ayatta yol gösterici akıl ve bilimin dayandığı temel ilkedir.
Şeriata karşı Medeni Yasadır. Padişahlığa karşı Cumhuriyet, ümmete karşı millettir. Sosyal yaşamda kadın erkek eşitliğidir.
Kulluğa karşı, bireyin özgürlüğüdür.

Yani insanı insan yapan tüm girdilerin ana kaynağı, besleyicisidir.

Ulus olmanın olmazsa olmazıdır.
Laik olmadan bir ülke bağımsız olabilir mi?
Laik bir toplum mutlaka bağımsızdır.

Demokrasi, her anlamda gelişmiş toplumların yönetim biçimidir.
Bir ülke laikliği tüm bireyleriyle içselleştirmemişse o ülkede Demokrasiden
söz edilemez. Toplum ümmetten millete geçememişse o tür toplumlarda demokrasi olamaz.

Demokrasi fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür insanlar ister.

Özgür insan da ancak laik bir toplumda gelişir.

  • Ülkeyi yeniden ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyenlerin, en çok saldırdıkları, Devrimin laiklik ilkesidir.

Laik düşünce toplumda egemen değilse o toplum her türlü gerici akımın cirit attığı bir ortam oluşturur.

Cumhuriyet’in, Devrimciliğin, Halkçılığın, Milliyetçiliğin, Demokrasi’nin yaslandığı temel ilke Laikliktir.

Laiklik, İslam dinin yücelmesinin de temel ögelerinden biridir.
Atatürk, 1 Mart 1924’te TBMM’nin 2. dönem 1. toplanma yılını açarken,
sözü dine getirerek, bunun gibi mensubu olmakla içimizin rahat olduğu ve
mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri olabildiği gibi bir siyasa aracı olmaktan kurtarmak ve yüceltmenin gerekli olduğu gerçeğini işlediğini gözlemliyoruz.

Büyük Atatürk hurafeler elinde tutsak olmuş bir ümmet toplumundan;
medeni, çağdaş bir ulus yaratmak istiyordu. Kendi kararlarını kendilerinin verdiği,
özgür bireylerden oluşan bir toplum, elbette ki çağdaş ulus olmanın önkoşulu
laik eğitimden geçer. Şeyhler dervişler ülkesinde çağdaşlıktan söz edilemez.
Onun içindir ki, 29 Ekim Cumhuriyet’in ilanından dört ay sonra Tevhid-i Tedrisat adlı Öğretimin Birleştirilmesi yasasını çıkarmıştır.

Öğretimde birliği sağlamak amacıyla, daha sonra gerici kültür kaynakları medreseler, tekkeler, zaviyeler kapatılmıştır. Bu yolla çağdaşlaşmanın önündeki engeller kaldırılmıştır.

Din işlerine bakmak üzere Diyanet İşleri Başkanlığı durulmuştur.

Sonraki yıllarda Latin harflerinin kabulü ile okuma ve yazma kolaylaştırılmış,
geniş halk kitlelerine ulaşma olanağı doğmuştur.

Devrimlerin hemen hepsi dikkatle incelendiğinde, demokrasiye giden hedef
mutlaka görülecektir.

Demokrasi ise, başka girdilerle birlikte Laiklik ilkesine yaslanmaktadır.
Bir ülkede laiklik ilkesi içselleştirilmeden uygulanan demokrasi eksiklidir.
Giderek sömürge demokrasisine dönüşür.

Laiklik; her türlü inanç, gelenek ve toplumsal baskıdan kurtulmak ve
özgür davranmak demektir.

Her türlü gelişmenin büyülü anahtarı Devrimlerle birlikte Laiklik ilkesidir.

Atatürkçülük İdeoloji midir?


Dostlar,

Sayın Av. Ertuğrul L. Kazancı’yı site okurlarımız iyi tanırlar.
Arada bir Cumhuriyet’in 2. sayfasında çok değerli irdelemeler yazar.
Derinlikli, ufuklu, nitelikli birikime ve kalem ustalığına dayalı..
Damıtılmış, özgün ve de kendine özgü bir Türkçe ile..
(Yılların Edebiyat öğretmenliğinin de katkısıyla..)

Kendileriyle ADD yönetiminde 2004-2006 arasında Genel Başkanlık dönemlerinde birlikte çalıştık (biz Gn. Bşk. Yrd. idik, zaman zaman da kendilerine vekalet ettik..)

O’ndan öğrenmeyi sürdürüyoruz..
Aşağıdaki makale, son derece doyurucu bir içerik ve keyif veren bir biçemle (üslupla)

“Atatürkçülük İdeoloji midir?” sorusunu irdelemekte ve “Elbette ideolojidir!” sonucuna varmakta.

Sevgi ve saygı ile.
09..10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================

Atatürkçülük İdeoloji midir?

Ertugrul_Kazanci_portresi

ERTUĞRUL KAZANCI
Eğitimci-Hukukçu

  • Atatürkçülük ya da Kemalizm; tam bağımsızlıktan yana, antiemperyalist, ulusalcı, laik ve halkçı-devletçi çizgisiyle ilerici-toplumcu bir modeldir.
  • Kamu yararı içeren ‘Altı Ok’ simgeli, evrensel nitelikli Cumhuriyet ve
    devrim ideolojisidir.

İdeoloji sözcüğü, felsefe, ekonomi ve sosyolojide değişik anlamlarda kullanılmışsa da siyasal bir yüklendirmeyle, “kurallaşmış düşünsellik” karşılığı alır. Filozof Traccynin tanımı baskın görüştür:

İdeoloji;düşünceleri etkileyen bilimsellikle, toplumsal yararlı tutumların zincirlenerek düzenlenmesidir.” 

İdeoloji; “politik, sosyo-ekonomik, kültürel, hukuksal, estetik, moral, deneyimsel ve maddesel değerler içermelidir. Öğreti’den ayrılmalıdır. Öğreti yani doktrin,
bilim ve felsefede toplumcu görüşün oluşturulması için saptanan sistemli ilkelerin safhalaşmasıdır. O halde ideoloji, kamu yararlı, bilimsel öğretilere tümden ulaşan, kurallaşmış siyasal düşüncelerin somut düzenidir.

İdeolojideki, düşünyapı, bilimsel ve akla dayalı tasarımlarla kesinleşmiş öğeler, gelişigüzel kullanımlara hedef olmamalıdır. İdeoloji olarak öne sürülen kapitalizm
ve merkantilizmin, liberalizm perdeli sunuları, emperyalist dışavurumlardır.

Ekonomist Dengelidge“Liberalizm, kapitalizmin merkez bankası ve iktisadi suçlara özgürlüğüdür.” der. Kapitalist cebri aygıtsallık olan faşizm, yıllarca ideoloji sayılmıştır. Siyaset bilimci Duverger’e göre, “Faşizm, bir ideoloji değildir; çünkü efsanelerle içli-dışlı olan kapitalist sistemin uygulaması ve liberalizmin ayağıdır”.

“Büyük burjuvaziye devletçe mali destek verilmesini” öneren ve koloni edinmeyle değerli madenlere ulaşarak sermaye birikimi öğütleyen görüşmerkantilizmdir. Merkantilizmin, Adam Smith eliyle biçimlenen,“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” sloganlı kapitalist ekonomi açı; büyümenin, piyasa mekanizmalarına ilişkin kılınmasıdır. Öyleyse hepsi, kamu yararından yoksun, “ekonomik-politik”
kâr modelleridir. Marksizm ise bilim, akıl ve kamu yararı açısından bir ideolojidir. Çünkü “insanlığın kurtuluşu” teorisine dayanan, deneyimlerden sonuçlar çıkaran siyasal, sosyo-ekonomik ve felsefi bütünlük taşımaktadır. Marksizm de önceki toplumcu öğretilerden etkilenmiştir.

Atatürkçülük..

Kamu yararlı özgün düzenlemedir.

  • “Biz, bizi yutmak isteyen kapitalizme ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı bir meslek izleyenleriz.” 

ilkesi, asli kurucu iradenin temel beyanıdır (*).1937’de Atatürk tarafından kaleme alınan el yazılı ifade, ideolojik “Kemalizm” sözcük ve ilkelerini içermektedir (**). Her iki sözcük de özdeştir. Kemalist düşünce,

“Altı Ok” açılımında;

  1. Cumhuriyetçi, 
  2. ulusalcı, 
  3. halkçı, 
  4. devletçi, 
  5. laik ve 
  6. devrimcidir.

Anahtar ilke, sürekli”devrimciliktir. Önceki sosyo-ekonomik gelişmelerden esinlenen ama bağımsız bir özgünlüğe ulaşabilen karakterdedir. Totaliterlikten uzak
ve çoğulcudur. Sömürülmüş insanlığın ulusal demokratik devrimlerini ayağa kaldıran özdedir.

1925 ve 1930’lardaki Terakkiperver Cumhuriyet” veSerbest” partilerden biri
iç isyanlar ve suikastlara, diğeri kargaşalara koşmamış mıdır? Birisi mahkemece kapatılırken öteki kendisini dağıtmamış mıdır? Yasal olanağa karşın, rejimin devrimci ruhundan çekinilerek karşıt partiler yoksa sorumluluk nerededir? 1945’te çok partili yeni ortam hazırlanmamış mıdır? Bunlar ve uzantılarının, halkçı demokrasideki payları neler olmuştur?

Atatürkçülük, güçlü kamu girişimciliği öncülüğünde, eğitim, hukuk, sağlık, çalışma ve barınma yaşamını iyileştirmek isteyen yaklaşımdır. 1936’daki İş Yasası’yla, toplum düzenini emeğe ve hukuka dayandırmak isteyen yapı önemsenir. “Ülke ekonomisini devletin eline bırakan” bir anlayışı giderek kesinleştirir(***). Cumhuriyet tarihinin %9’luk en yüksek ekonomik büyüme hızı, İnönü hükümetlerinin 5 yıllık kalkınma planlarında halkçı-devletçi başarının göstergesi olur.

Kemalizm, ezilen bir halkın koşullarından doğar. Ülke sevgisi, ağırlıklı dil, tarihsel yaşam ve kültür ortaklığının iç içe geçmiş köklerini, üniter potada kaynaştırmak amaçlıdır. Tasa ve kıvanç bileşkesi, bütüncül toplumcu ahlakla birlikte üstte tutulur. Egemenlik hakkı sahibi ulusa, kanat geren ilerici devlet yaklaşımı vardır. Devrimcilik, kökten değişimci ideolojik rehber, ulusçuluk; tam bağımsızlığı öngören, şovenizm dışı yurtseverliktir. “Cumhuriyeti kuran halkın, ulus olduğu” temel görüştür.
Laiklik ise vicdan özgürlüğünün yanı sıra, evrensel değerli ilişkiler ölçütüdür.

1937’de anayasaya “yaşamsal uzlaşma” olarak yerleşen “Altı Ok”olgusu, özgün ve benzersiz bir düzenlemedir. Bu olgu etrafında liberal, şoven, teokratik ve ayırımcı zihniyetin karşısına çıkılması, şimdilerin acil durumudur. “Lozan” esasında, emperyalist siyasetlere karşıtlıkla NATO’dan çekilmelidir. Çokuluslu şirketlere tanınan kapitülasyonları, sömürüyü, talancı özelleştirmeyi, sendikasızlaştırmayı, delinen Öğretim Birliğini reddetmelidir. Kemalizm, Asya-Afrika halklarının sömürgeciliğe karşı direncindeki kalıcı etkidir. Güney Amerika’daki kamuya yararlı işlerin esin kaynağıdır. Günümüzde Karayipler’den, Venezüella’ya uzanan halkçı-devletçi projeler, “Kemal Atatürk” levhalı sosyal fabrikalardadır.

Lenin’den Cinnah ve Castro’ya, Chavez’den Nkrumah’a, Mao ve Nehru’ya kadar övgüler, Atatürkçü düşünce ve uygulamalar için dile getirilmiştir.

Sonuç

Özgün bir ideolojik karakter, halk egemenliğini öngörerek ülkenin “ulus-devlet” kimlikli dirlik ve esenliğini; yönetsel, sosyo-ekonomik ve kültürel açılardan sağlayabilecek seçenektir.

M.E. Bozkurt’un deyişiyle: “Anadolu İhtilali’nin verileri, ‘Altı Ok’ içindedir.

(Cumhuriyet 05.10.2013)

Buna Kemalizm diyoruz”.

(*) Yol, yöntem (1922).
(**) CHP Kurultay prog. (1937).
(***) Atatürk (1937)

Demokratikleşme (!) Paketinde Laik Cumhuriyet Hedef Alınmıştır!


Demokratikleşme (!) Paketinde Laik Cumhuriyet Hedef Alınmıştır!

Tansel_Colasan


Tansel ÇÖLAŞAN

Atatürkçü Düşünce Derneği
Genel Başkanı

 

 

Laiklik:

1) Laik ya da seküler devlet dine dayanmaz. Osmanlı Türk Anayasacılığı teokratik
ya da yarı teokratik bir sistemden laikliğe doğru evrilmiştir. 1876 Kanun-u Esasi’sinde yer alan “devletin dini İslamdır” hükmü, 1923 Anayasa değişikliğine ve
1924 Anayasasına (ilk dönemde) girmiş ancak 1928’de metinden çıkarılmış
1937’de laiklik Anayasal ilke olmuştur.

2) 1961 ve 1982 Anayasaları laiklik konusuna geniş yer vermiş koruyucu düzenlemeler getirmişlerdir.

3) 1982 Anayasasına göre “laiklik”, Cumhuriyetin değiştirilemez, değiştirilmesi teklif bile edilemez niteliklerindendir (md. 2-4-14).

Devletin temel amaç ve görüşleri arasında Cumhuriyeti, laiklikle özdeşleşmiş bir
devlet şeklini korumak da vardır (md.5).

  • Egemenlik bağsız koşulsuz millete ait olup;
    kaynağı bakımından laik özelliktedir.
1982 Anayasası, laikliğin ön koşulu olan, devletin din esaslarına dayanmaması ilkesini kabul etmiştir. Devletin sosyal, ekonomik, siyasal veya hukuksal temel düzenini bir ölçüde de olsa, din kurallarına dayandırılamaz (md. 24/son). Yani dinin devlet işlerine karıştırılmaması ve devletin temel düzenine bir ölçüde de olsa dayanak oluşturmaması buyruğu vardır.

  • Laiklik ilkesinin gereği, kutsal din duyguları devlet işlerine ve politikaya
    kesinlikle karıştırılamaz (başlangıç/5).

Temel hak ve özgürlükler bakımından bu hükmün yansıması; bu hak ve özgürlükler
“laik cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz”
(md. 14/1) ve

  • “Kimse devlerin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma… amacıyla….
    istismar edemez.”
    (md. 24/son)

“Eğitim ve öğretim, Atatürk devrim ve ilkeleri doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim-öğretim yerleri açılamaz.” (md.42/3)

  • Siyasal partiler laik cumhuriyet ilkelerine uymak zorundadırlar (md.68/4-69/5)

Milletvekili ve cumhurbaşkanı yeminlerinde laik cumhuriyeti ilkesine bağlılık sözü verilir. (md.81,103)

Bu hükümler halen yürürlükte olan 1982 Anayasasında yer alan laiklik ilkesini koruma amaçlı kurallardır.

  • Anayasada yer alan laiklik ilkesi yargı kararlarıyla da korunmuştur.

Anayasa Mahkemesi; 1970’ten beri laik devlet ilkesinin korunmasına ilişkin önemli kararlar verdi: Laiklik, önce “dinin devlet işlerinde egemen ve etkili olmaması esasını benimseme” anlamına gelir. (07.03.1989 gün, E:1989/1-K:1989/12 sy. karar)

Çağdaşlaşmayı hızlandıran ve Türk Devriminin kaynağı olan laiklik ilkesi, toplumun akıl ve bilim dışı düşüncelerle yargılardan uzak kalmasını amaçlar …
Laiklik; Türk Devrimi’nin, Cumhuriyet’inin özü ve ulusal yaşamın temelidir
Atatürk ilkelerinin en önemlisi laikliktir.” (04.11.1986 gün ve (E:1989/11-K:1989/26 sy. karar)

Türk Anayasa hukukunun laiklikte bulduğu özgün anlam budur.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM), Leyla Şahin ve Refah Partisi kararlarında, “laiklik, Türk devletinin kurucu ilkelerinden biridir ve Türkiye’de Demokratik Sistemin korunması için önemlidir.” vurgusu yapmıştır. (Leyla Şahin; 44774/98-İHAM 4. daire 29.06.2004-B. Daire10.11.2005) *

1982 Anayasasının yukarıya alıntı yapılan ilkeleri ile Anayasa Mahkemesi ve İHAM’ın söz konusu kararları bugün hâlâ yürürlüktedir. Hiçbiri ortadan kaldırılmamıştır.
Hukuk dünyası ve doğallıkla siyasal iradeyi bağlayıcı niteliktedir.

Ne var ki; son yıllarda Yasama ve Yürütme eliyle yürürlüğe konan çok sayıdaki yasa ve yönetmelik kuralı ile gerek Anayasanın Laiklik temel ilkesi gerekse Anayasa Mahkemesi ile İHAM kararları yok sayılmaktadır. Anayasamız gereğince bir siyasal partinin
bu tür eylemlerin odağı olması durumunda bu husus kapatılma nedenidir.

Gelinen noktada şanssızlık, hakkında bu gerekçelerle açılmış ve siyasal konjonktür nedeniyle “kapatılma” kararı verilememiş bir siyasal parti şu anda iktidardadır ve Anayasa’ya aykırılık oluşturan eylemlerin odağı olmaya devam etmektedir.

  • 30.09.2013 günü Başbakan tarafından açıklanan “Paket” te yer alan;
    kamuda türbanın serbest bırakılmasına yönelik olarak Kılık Kıyafet Yönetmeliğinde yapılacağı belirtilen değişiklikle, buna koşut olarak TCK’da yapılması planlanan değişiklikleri Anayasada yer alan ve korunan laik temel düzene ve yargı kararlarına aykırıdır.

Halkımız laik Cumhuriyetin hedef alındığını görmüş, tepkisini koymuş,
bu gidişe DUR demiştir.

Şimdi sıra siyasettedir. Muhalefetin halkın iradesini arkasına alıp,
birlikte güç oluşturmasını ve bu gidişe DUR demesini beklemek hakkımızdır.

(*1982 Anayasasına göre Türk Anayasa Hukuku; Bülent Tanör – Necmi Yüzbaşıoğlu)

Mübarek Gidince Devrim Mursi Gidince Darbe

Mübarek Gidince Devrim Mursi Gidince Darbe

portresi2

 

ONUR ÖYMEN

 

 

Mısır’daki son gelişmeler:rle ilgili olarak bazı siyasetçilerin gösterdikleri tepkiler 
şu soruları akla getiriyor :

Diyorlar ki, darbenin her türlüsüne karşıyız.
Soru: Doğru. Peki, Hüsnü Mubarek’in devrilmesinden sonra Mısır’da ordunun yönetimi ele geçirmesine ne tepki gösterdiniz? Askeri yönetimle ilişkilerinize mesafe
koydunuz mu?

Cvap: Hayır koymadınız. Sayın Başbakan 13 Eylül 2011’de Mısır’a gitti. Cuntanın lideri Tantavi’yi Savunma Bakanlığında ziyaret etti. Cunta hükümetiyle Stratejik İşbirliği antlaşması ve bazı ekonomik antlaşmalar imzaladı. ABD Dışişleri Bakanı Clinton da
16 Mart 2011’de Kahire’yi ziyaret ederek Cunta yönetimine siyasi ve ekonomik destek vaat etti.

Diyorlar ki, Mursi demokratik seçimle işbaşına gelmişti, demokratik seçimle gitmeliydi.

Soru: Mursi askeri yönetimin hazırladığı koşullarda düzenlenen ve seçmenlerin yarısının katıldığı bir seçimde oyların % 51’ini kazandı. Yani toplam seçmenlerin % 25’inin oyunu aldı. Peki, seçim koşulları demokratik miydi?Cevap: Bazı siyasi partiler seçimlerin demokratik olmadığını, bir kısım seçmenin
oy vermesinin engellendiğini, Mursi’nin yurt dışındaki aşırı İslamcılardan büyük miktarda para yardımı aldığını ileri sürdüler. Askerler evvelce yüksek düzeyde görev yapmış olanların seçimlere katılamayacağını ilan etti. 10 aday veto edildi. Muhalefetin adayı
El-Baraday, bu kadar anti demokratik seçim olmaz, diyerek adaylığını geri çekti.
Bütün bu iddialara rağmen Mursi’nin Mısır’ın ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olduğu
ilan edildi.Diyorlar ki, askerlerin hedefi Müslüman Kardeşler iktidarıydı.Soru: Müslüman Kardeşler yasal bir siyasi parti miydi?Cevap: Hayır evvelce değildi. Geçmişinde çeşitli suikast girişimleri (Başkan Nasır’a yönelik girişim de dahil), kundaklama eylemleri, silahlı eylemler vardı. Demokrasi ilkelerine karşı olan bu parti (Müslüman Kardeşler) cihat yöntemini savunuyordu. 1954 yılından beri yasaklıydı. Mubarek’ten sonra iş başına gelen Cunta,
Müslüman Kardeşleri meşrulaştırdı. Kendi partilerini kurmalarına olanak sağladı.

Diyorlar ki, Mursi demokrasiye inanan bir liderdi.

Soru: Mursi gerçekten çağdaş demokratik değerleri savunuyor muydu?

Cevap: Pek söylenemez. Mursi, örneğin kadınların ve Hıristiyanların Cumhurbaşkanı olamayacağını söylüyordu. Cumhurbaşkanının dini görevleri olduğunu ve kadınların bu görevi yerine getiremeyeceğine inanıyordu.

  • Yani demokrasinin vaz geçilmez şartı olan din, mezhep ve cinsiyet eşitliği ilkesine karşı çıkıyordu.

Mursi’nin iş başında olduğu dönemde Mısır demokratik ülkeler sıralamasında 109., Basın özgürlüğü sıralamasında 158. sırada geliyordu. Mursi kendine aşırı yetkiler sağlayan ve şeriatçı özellikler taşıyan bir anayasayı muhalefetin itirazlarına rağmen dayatmış, muhalefet anayasa hazırlık çalışmalarından çekilmişti. Öyle anlaşılıyor ki, Mursi’nin hedefi otoriter bir din devleti kurmaktı. Büyük halk kitlelerinin protestosuna rağmen, arkasında halkın yarısının oyu olduğunu ileri sürerek
demokratik uzlaşma yoluna gitmedi.

Diyorlar ki, Mursi başarılı bir yönetim sergiliyordu. Kendisine yeterince zaman verilmedi.

Soru: Mursi döneminde Mısır’ın ekonomik durumu nasıldı?

Cevap: Ekonomi hızla geriye gidiyordu. Merkez Bankası dövizleri % 60 gerileyerek 2004’ten bu yana en düşük düzey olan 15,2 milyar dolara düştü. İşsizlik % 13,2’ye ulaştı. 2010 yılından bu yana 1 milyon kişi işini kaybetti. Açlık sınırının altındakilerin oranı 2009’da % 14 iken % 17’ye çıktı. Küçük çocuklarda beslenme yetersizliği %27’den
% 31’e yükseldi. Turizm hızla geriledi. Halkın beşte ikisinin günlük geliri 2 doların altındaydı.

Diyorlar ki, bütün dünya Mısır’daki darbeyi kınadı.

Soru: Hangi ülkeler kınadı, hangileri destekledi?

Cevap: Amerika kaygılarını belirtti ama darbe sözünü kullanmadı. İngiltere ve
bazı Avrupa ülkeleri kınadı. Türkiye’de AKP sözcüsü halkı direnmeye çağırdı.
Arap ülkelerinin çoğu ile Arap Ligi askeri müdahaleyi yapanlara destek verdi.

Soru: Bundan sonra ne olabilir?

Cevap: Şimdiden kestirilemez. İlk haberler iç açıcı değil. Bugün bazı aşırı sağcı grupların saldırısı sonucunda Sina yarımadasında bir asker öldü. İki asker yaralandı.
Uluslararası toplum Mısır’ı bir an önce sadece sivil yönetime değil, aynı zamanda gerçek bir demokrasiye kavuşması için desteklemelidir. Bunun yolu da laiklikten geçer.

  • Halkı Müslüman olan ülkelerde laiklik olmadan demokrasi olmaz.

Mısır’da Şark tipi, kısıtlı bir demokrasiyi savunmak ileride yeni sorunlar ve çatışmalar yaratabilir.

Soru: Türkiye ne yapmalı?

Cevap: Bence Türkiye de Mısır’ın bir an önce çağdaş, demokratik ve laik bir devlet haline gelmesini teşvik etmeli, Mısır halkını karşısına almaktan kaçınmalıdır.
Bir askeri müdahaleyle iş başına gelmesinden sonra Kahire Büyükelçimizin
Nasır’a karşı gösterdiği ölçüsüz ve gereksiz tepkiler üzerine Mısır’la ilişkilerimizin
uzun yıllar düzeltilemeyecek biçimde bozulduğu unutulmamalıdır. Türk Hükümeti,
Mısır’ın Müslüman Kardeşlerden ibaret olmadığını fark etmeli ve
Müslüman Kardeşlerin Mısır’da ve onun etkisiyle Orta Doğu’da zemin kaybetmesini Türkiye açısından bir yenilgi gibi görmemelidir.

Çağdaş, laik, özgürlükçü bir demokrasi anlayışının Orta Doğu’da yaygınlaşmasının Türkiye’nin çıkarlarına da hizmet edeceğini unutmamalıdır.

Rifat SERDAROĞLU : UNUTULMAYACAKLAR..

 

Rifat SERDAROĞLU

portresi3

UNUTULMAYACAKLAR
Tarih, içinden geçtiğimiz süreci yazarken üç isimden mutlaka bahsedecektir.

Aydın Doğan-Ferit Şahenk-Turgay Ciner.

Bu üç kişi de Atatürk Cumhuriyetinin, Türk Demokrasisinin ve Türk Milletinin kendilerine ve ailelerine bahşettiği olanaklarla süper zengin oldular.
Teşebbüs Hürriyetinin olmadığı Şeriat Yönetimlerinde ve İslami Devletlerde bu üç kişinin mahalle bekçisi veya kenar mahalledeki bir camide müezzin olmaları bile mümkün değildir.Bunların bugün neleri varsa tamamını, Atatürk Cumhuriyetine borçludurlar.

Bu üç kişi, Atatürk Cumhuriyetine ve onun en önemli ilkesi olan Lâiklik İlkesine sahip çıkacakları yerde, Federe İslam Devleti ve Kürdistan’ı kurmak isteyenlere arka çıktılar.
Cumhuriyetin ilkelerinin teker-teker çiğnenmesini, tarihin en büyük yolsuzluklarını toplumdan sakladılar. Saklamakla kalmadılar, olayları çarpıttılar, toplum hafızasını AKP lehine yönlendirdiler.
İlkesizliğin, çıkarcılığın, paraya ve güce tapmanın en çirkin örneklerini verdiler.

Türkiye’yi 11 senedir “Tek Başına” yöneten Başbakan Erdoğan,
bu üçlüyü çeşitli yöntemlerle kendisine “Emireri” haline getirdi. Kimine vergi denetim memurlarını bölük-bölük gönderdiler. Kiminin ağır cezadaki davalarını temizlediler. Kimine büyük ihaleler verip, sesini kıstılar.

Bu üç “Patron” da, televizyon ve gazetelerini AKP ve PKK’nın ruh ikizi yöneticilere devrettiler. Milli duruş sergileyen, yazı ve sözlerinde Türk Milletinden yana tavır koyan yazar ve gazetecileri, AKP’nin talimatıyla kovdular. Yerlerine, Deniz Feneri-Yimpaş-Belediye yolsuzluklarına bulaşmışCumhuriyet ve Atatürk düşmanlarını doldurdular. Televizyonlarından cemaat ve tarikat artıklarının her gün Türk Milletini kutsallarına hakaret etmesine göz yumdular. 
İçlerinden bir tanesi bile “Ben varlığımı Atatürk Cumhuriyetine borçluyum. Özgür ve tarafsız yayın yapmak benim onurumdur. Onurumdan ödün veremem. Elinizden geleni yapmakta serbestsiniz.” demek cesaretini gösteremedi.

Bu üç kişi Türk Milletinin hafızasını yok sayıyor, bunlar nasıl olsa unutulur sanıyorlarsa, çok yanılıyorlar. AKP öncesi bir olay karşısındaki tavırları ile
benzer olayın şimdi yaşanması karşısındaki tavırları bire bir kayıt ediliyor.
Bu üç kişi korktukları için ve menfaat karşılığı AKP’ye biat etmekle,
yalnızca bugünlerini kazanmış oldular. Ama yarınlarını kesin olarak yitirdiler.

Türkiye, AKP aracılığıyla önce eyaletlere sonra Federe İslam Devletine dönüşür ve Öcalan’ın planladığı ve bir ABD-İsrail projesi olan “Kürdistan” devleti kurulursa, bu üç kişinin ellerindeki basın gücü ve tüm servetleri bir mollanın vereceği “Fetva” ile ellerinden mutlaka alınacaktır. Çünkü bu üç kişiyi hiçbir zaman kendilerinden kabul etmeyeceklerdir. Onlar bu kişileri “kullanılacak kişi” olarak görürler.
Eğer Demokratik Cumhuriyet kazanır ve Şeriatçısı-Kürtçüsü-Bölücüsü sandığa gömülürlerse, gelen yeni iktidar, eğer yaşamak istiyorsa bunların her şeyini didik-didik edecek ve her türlü kirli ilişkiyi ortaya çıkaracaktır.

İzninizle bir örnek vermek istiyorum :

  • Perşembe günü Urfa-Akçakale’de Suriye adına savaştığı söylediği ve Erdoğan’ın “Evlatlarım” dediği üç bin kadar silahlı Hizbullah militanı, sınır kapımızdaki görevlilerimize saldırdılar. Biri polis olmak üzere dört görevlimizi öldürdüler, 12 vatandaşımızı yaraladılar, askerlerin nöbet kulübelerini yaktılar ve itfaiye araçlarına da ateş ettiler!

Bu korkunç olay başka bir iktidar zamanında olsaydı, bu üç medya grubu olayı günlerce gündemde tutar, o iktidarı düşürünceye dek yayınlarına devam ederdi.
Şimdi; Başbakan Erdoğan’ın deyişiyle “Sıkıysa” yazsınlar!

Türk Milleti bir gün uyanacak ve gerçekleri görecek.

İşte o gün, ekmeğini yedikleri suyunu içtikleri Türk Milletine ihanet edenler,
bırakın gazetelerini satmayı, sokağa çıkamayacaklar.

Atatürkçülüğün 10 Temel İlkesi.. / 10 Basic Principles of Ataturk Ideology

Konuk yazar Mehmed Şevket Eygi : Laiklik / Secularism-Laicité

Laiklik_Mehmet_Sevket_Eygi_6.6.12