Etiket arşivi: laik ve demokratik hukuk devletini katledenler

Toplumsal Karamsarlık Aşılmalı…


Dostlar,

Sevgin (aziz) dostumuz, ADD yönetiminde uzun yıllar birlikte çalıştığımız, son olarak (2004-6) kendilerinin genel başkan bizim de genel başkan yardımcısı / vekili olarak görev yaptığımız… Sayın Av. Ertuğrul Latif KAZANCI‘nın nefis bir makalesini paylaşalım.. Sn. Kazancı’yı kutlayarak ve teşekkür ederek..

Toplumsal Karamsarlık Aşılmalı…

Aşılacak Sayın Kazancı, aşılacak…
Korku onların; umut, azim ve kararlılık bizim dağlarımızı tutmuştur..

Sevgi ve saygı ile.
18.3.14, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Not                  :

Sn. Kazancı bu gün (18.3.14) incelikle telefon ederek teşekkürlerini ilettiler ve Atatürk dönemi kalkınma hızı için verdiklkeri yıllık ortalama %9 rakamı için bize kaynak sunacaklarını belirttiler. Elbette, sevinerek düzeltiriz.. Ancak yetkin ve kıdemli Ekonomistler Prof. Dr. Bilsay Kuruç ve Prof. Dr. Korkut Boratav ile İktisatçı Selim Somçağ’ın rakamını paylaştık biz.. 15 yılın toplam büyümesi %98, yıllık ortalama da 98/15= % 6,53..
=====================================

Toplumsal Karamsarlık Aşılmalı…

Ertugrul_Kazanci_portresi

 

Av. Ertuğrul KAZANCI
Eğitimci – Hukukçu 

 

  • Türkiye’ye çöken karamsarlığı, aydınlıklara doğru çevirmek ulusun iradesindedir. Çünkü ‘çivisi çıkmış’ bir hâl ve gidişe çare bulmanın anahtarı yine halkın kendisidir. Eğer bu ülkenin insanları, %52.6 oranındaki bir çoğunlukla ‘ülkelerinin kötüye gittiğini’ teşhis ederek, saptamışlarsa
    işin demokratik gereğini de yapmalıdırlar.

“Cumhuriyet” gazetesinde yayımlanan bir kamuoyu yoklaması, Türkiye gerçeğini ayrıntılı bir şekilde sergilemektedir. Çıkarılan genel sonuca göre halkın çoğunluğu: “Türkiye kötüye gidiyor” kanısındadır. Siyasal iktidarın medyaya müdahale etmesini doğru bulmayanlar %68.4 düzeyindedir. Ortaya çıkan bir başka gerçek de düşünce ve anlatım özgürlüğünün bir önceki yıla kıyasla %48 oranında azaldığına inanılmasıdır.

Sade bir yurttaş için böylesine kötü veriler yansıtan bir ülkede yaşamak zordur.
Halk, siyasal iktidar eliyle uygulanan “ceberut” yönetime tepki duymaktadır.
1950’lerden bu tarafa, pek kısa koalisyon hükümetleri dışında tek sermayesi;
din simsarlığı, bağnazlık ve safsata olan zincirleme bir politik tutum görülmekte ve sezilmektedir.

Toplumsal yaşamı bir karabasan örneği ezen öğeler bellidir.
Cumhuriyet ve Devrim değerlerine saygısız, kapitalizme tutsak,
maddesel hırsları öne alan yolsuzluk şebekeleri geçit resmindedirler.
Siyasal arenayı bir kan davasına çeviren, temel hak ve özgürlükleri hiçe sayan,
laik ve demokratik hukuk devletini katledenler bellidir. Adil yargı ilkesini dışlayan, teokratik totaliterliğe hevesli çark dönmektedir. İşte halkımızın saptayıp, yakındığı gerçek budur.

       Tedirginlik                    :

“Türkiye, kötüye gidiyor” diyen çoğunluğun kanısı, yakın tarihi ve yaşadığımız günleri bilinçle değerlendirmekten doğmaktadır. Halkımızın düşüncesi odur ki;
bu ülke, bağımsızlık ve özgürlük uğruna kendisini ulusuna adayanların canı pahasına kurulmuştur. Yakılıp, yıkılmış yoksulluklara düşürülmüş bir halk “mazlum uluslar” adına emperyalizme karşıt başkaldırıyı gerçekleştirmiştir.

      “Yoktan yonga çıkararak” %9’luk (AS : 1923-38 arası ortalama %6,53!)
bir kalkınma hızıyla ekonomik başarılara imza atmış, Osmanlı’nın borçlarını bile ödemiştir. O günlerde Nâzım Hikmetin sözüyle:

  • Anadolu’da bahtiyar olmak için toprakta, havada, suda her şey vardı.
    Her şey hazırdı”
    .

İşte halktan yana olarak kurulan devrimci sistem, hazır olan tüm yaşamsal kaynakları toplum için seferber etmiştir.

Demokrasinin vazgeçilmezliğine ilişkin aşamalar; 1925,1930 ve 1945’li yıllarda Atatürk ve İnönü’nün öncülükleriyle somutlaştırılmıştır. İlerici ve toplumcu
tüm gelişmeler, hak ve özgürlüklerin gündeme gelmesinin yanı sıra ulusal birliğin doruğa çıkması devrimin özellikleridir. İç ve dış haince bağlantıların yarattığı kargaşalara karşı rejim, Cumhuriyet ve devrim ilkelerini kollayacak hukuksal önlemleri almaktan da geri kalmamıştır.
Çünkü; “Her türlü melanetin” hangi kisve ve aldatıcı politikalardan geldiği
akıldan çıkarılmamıştır.

Kurtuluş savaşı, İnönü’nün deyişiyle; “Yarın ne yapacağı bilinmeyen eşkıya” için kazanılmamıştır. 9 Eylül 1922 günü İzmir’e giren silahlı güç, zaman içinde hangi saldırgan paktların buyruğuna gireceğini de herhalde düşlememiştir. Çünkü “istiklâl-i tam” ilkesinden asla şaşmayacak bir yurtsever anlayış vardır. “Küçük Amerika” olma uğruna Türkiye’nin onurlu varlığını heder edenlere karşı Nâzım Hikmet’in seslenişi daha kulaklarda çınlamamıştı:

  • “Hiçbir korkuya benzemez; halkını satanların korkusu !..”

Cumhuriyet, kamu iktisadi kuruluşlarını ekonomik anıtlar olarak dikerken, yıllar sonra bunların haramilere peş keş çekileceğini bilememiştir. “Son Sosyalist devleti yıktık naraları atarak Anayasa’da özelleştirmeye yol açan çokuluslu şirketlerin adamları,
%15 oranındaki kamu mallarını talancılara ihale etmişlerdir.

1923-50 arasında faili meçhul siyasal cinayetler, hırsızlık şaibeleri,
Devletin katillerle işbirliği yaptığı dönemler var mıdır? Yozlaşma, dikta, polis devleti, hukukun üstünlüğünü dışlama olmuş mudur? Ama şimdi bunların tamamı
söz konusudur. İşte yurttaşlarımız, bunlardan tedirgindir.

Halkımız; kamu vicdanını asla rahatlatmayan; “dublaj ve montaj” gibi savunmalarla yönetilen bir devletin ciddiyetinden, saydamlığından ve dürüstlüğünden kuşku duymaktadır. Yine halkımız, yaşadığı her günün bir öncekine göre daha keyifli,
dengeli ve güvenceli olmasını istemektedir. Karmakarışık bir kamu düzensizliği içinde çırpınmaktan bunalmıştır.

 Sonuç                        :

Türkiye Cumhuriyetinin saygın halkı, hak etmediği; siyasal, sosyo-ekonomik ve kültürel bulanıklığı anlaşıldığı kadarıyla çekmeyecektir. Doğası buna elvermemektedir. Önümüzdeki süreç, aklı başında bir çoğunluk eliyle; ilerici ve özgürlükçü demokratik gelişmelere tanık olacaktır. Çünkü karamsarlığın toplumsal bir ivmeyle aşılacağına inanmak için artık çok güçlü nedenler bulunmaktadır.(Cumhuriyet, 17 Mart 2014)