Etiket arşivi: Laik hukuk

Anayasa tuzağı ve kötü niyetli anayasacılık

ALİ RIZA AYDIN
Anayasa Mahkemesi Eski Yazmanı (Raportörü)
22.12.2022, HABER SOL
https://haber.sol.org.tr/yazar/anayasa-tuzagi-ve-kotu-niyetli-anayasacilik-359651

  • Burjuvazinin anayasası yalnızca diliyle değil, özüyle de bütünsellik oluşturur.
  • Dilindeki hukuksal gösteriş, özündeki sömürüyü saklamak için kullanılır.

Toplumsal düzenle bu sistem içinde uygulanacak rejim, anayasanın ana konularındandır. Bireysel ve toplumsal hak ve özgürlükler, egemenlik, siyasal örgütlenme ve çalışmalar, seçme ve seçilme hakkı, güvenceler, eşitlik ve adalet, toplum içinde devlet, devlet içinde iktidar, doğa, ekonomik haklar, planlama… Anayasal tezler sıralanır gider.

Bunların içinde iki unsur (öge) öne çıkar. Birincisi din ve/veya soy aklından kurtularak ortaklaş(ıl)an hukuk, laik hukuk. İkincisi ekonomi politik.

Anayasal alan insan aklının ürünü olarak siyaset ve kamu yönetimi bilimine, anayasa hukuku teorisine (kuramına) bırakılmış gibi gözükse de asıl belirleyici ekonomi politiktir.

İçinde cumhuriyet, demokratiklik, sosyallik, yasa önünde eşitlik, laiklik, çeşitlendirilmiş hak ve özgürlükler, güvenceler, sınırlandırmalar, ne barındırırsa barındırsın soru duraksamasız sorulur:

  • Sınıflı toplumun, sömürü düzeninin, burjuvazinin anayasası mı?
  • Sınıfsız, sömürüsüz toplumun anayasası mı?

Birinci soru içindeki anayasa, genellikle kapitalist/emperyalist yüzlerini göstermek yerine insan hak ve özgürlükleri, demokratik toplum düzeni, eşitlik gibi kavramlarla öne çıkar; egemenliğin soyut olarak ulusun olduğunu söyler ve yetkili organlara, temsilcilere kullandırır.

Bu düzen mülkiyet hakkı, girişim ve sözleşme özgürlüğü, özelleştirme, kamu-özel paylaşımı (Ortaklığı / İşbirliği), para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasaları gibi düzenlemelerle; devlete kapitalist/emperyalist düzeni koruma, hak ve özgürlükleri sınırlandırma görevleri vererek sürdürülür.

Burjuvazinin anayasası yalnızca diliyle değil, özüyle de bütünsellik oluşturur. Dilindeki hukuksal gösteriş, özündeki sömürüyü saklamak için kullanılır. Ki o dildeki ve özdeki “hak ve özgürlük” denilenler emekçilerin uzun, sancılı ve kanlı savaşımlarıyla kazanıldığı halde…

Sömürücü düzenin, uluslararası ilişkilerde de emperyalizmin hukukundaki tuzaklar söz ve öz içinde saklı. Emekçilerin savaşımlarıyla kazanılanlar, sömürenler tarafından sömürülenlere baskı olarak dönüyor. Daha önce yazdığımız, varmış gibi gösterilen ama yine Anayasa hükmüyle uygulatılmayan grev hakkı; laikliğin din özgürlüğü içinde yok edilmesi en tipik örneklerden ikisi.

Anayasa tuzağının sahteliklerle dolu önemli özünün, burjuva niteliğinin yanına iki ekleme yapılabilir:

Birincisi hem sermaye sınıfının hem de temsilcilerinin istek ve gereksinmelerine uygun olarak hukukun hukuksuzlukla birlikte yürümesi. Başta cumhuriyetin nitelikleri ve laiklik ilkesi olmak üzere, Anayasanın ihlal edilmesi, ihmal edilmesi, çifte standart uygulanması, rafa kaldırılması bu olağandışılığın olağanlaşmış durumunu gösterir.

  • Anayasa vardır ama egemen sınıfa, sömürüye hizmet eder.

Dinin devletin, hukukun, siyasetin ve toplumsal yaşam tarzının içine yerleştirilmesi, parlamentonun parmak sayısına sıkıştırılması ve sermaye sınıfına bağlılığı, yargının halkın hak arama ve denetim aracı olmaktan çıkarılıp sermayenin ve siyasal iktidarın denetim aracına dönüştürülmesi bu düzene uyumun örnekleri. Buraya yargı kararlarındaki çelişkiler ve kaotik (karmaşık) durumla birlikte, siyasal iktidarın işine geldiğinde “tanıyorum”, gelmediğinde “tanımıyorum” dediği keyfiliği de eklemek gerekiyor.

İkinci tuzaksa, kötüye kullanılan (istismarcı) hukuk ve anayasacılık. Türkiye’nin anayasa yolculuğunda örnekleri var. Daha başlangıçta ilerlemeci ve aydınlanmacı dönemin devamında, faşizmi işaret eden eğilimler ve emperyalizmle bütünleşme görüyoruz. Anayasayla özdeş devrim yasalarına ve yasaklarına karşın laikliğin adım adım kemirildiğini, Türk-İslam tezinin ağırlığını görüyoruz. İnsan hak ve özgürlükleri adımları atılırken, bu adımların sermayenin ve siyasal temsilcilerinin sınıfsal istek, gereksinme ve çıkarlarına dayanılarak nasıl engellendiğini görüyoruz. 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 sonrası daralma ve otoriteyi görüyoruz.

Yirmi yıl boyunca Anayasa üzerinde oynama, değiştirme rekorunu elinde tutan AKP kötüye kullanılan anayasacılık konusunda hayli becerikli. 2008 yılında yaptığı Anayasa değişikliği bunlardan biriydi. Anayasa Mahkemesinden döndü. Bu denetim, ne 2010 (yargıya darbe) ne de 2017 (başkanlı rejime geçişle parlamenter rejime darbe) Anayasa değişikliklerini önleyebildi. Birçok maddesinde yer verilen laiklik ilkesinin yok edilmesini hiç önleyemedi.

AKP’nin CHP’den yasa teklifiyle aldığı pas sonrası hazırlayıp Meclise sunduğu Anayasa değişikliği baş örtünme ve kıyafet gibi dinsel simgelerin kullanılmasının önünü açmayla ve sıkıştırılmış aile tanımıyla anayasacılığın kötüye kullanılmasının örneklerinden biri olarak gündeme kondu.

Değişiklik teklifleriyle Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi
teklif bile edilemez 2. maddesi dolaylı yoldan değiştirilmek isteniyor;

  • Anayasa, Cumhuriyetin niteliklerini, anayasal düzeni bozmak, laik hukuk devletini
    ortadan kaldırmak amacıyla kullanılıyor.

Kutsal din duyguları devlet, hukuk ve siyasete karıştırılırken, hukuk kurallarının yerine dinsel davranış kurallarının geçirilmesi anayasaya yerleştirilerek yok edilen laikliğin üstüne beton dökülecek.

Sonuçta “aydınlanmacı, bilim ve akla dayalı, egemen halk” söyleminden “sömürülen, kul durumuna getirilen, sermayenin ve siyasetinin ve de dinselin egemenliği altına sokulmak istenen halk”a geçişin anayasal yolculuğu hiç de saklama gereği duyulmadan yaşama geçiriliyor.

Cumhuriyetin kuruluş ve varlık nedeni bugün, siyasal İslam yönünden daha uygun bir cumhuriyete dönüştürüldü, sermaye sınıfının emekçiler üzerindeki denetimi daha kolay ve baskıcı duruma getirildi. Şimdi bu hedefler, anayasallık kötüye kullanılarak, taçlandırılmak isteniyor. Hem de düzen içi muhalefetin desteğiyle!

Sınıflı toplumun, sömürü düzeninin, burjuvazinin anayasası, varsa tüm iyiniyetine karşın, tuzaklara çok açık.

Bu ülkede işçiler var ve işçi sınıfı yaşamının her anında sınıfsal tuzakların ve sömürü gerçeğinin deşifre edilmesiyle uğraşırken, hak savaşımlarını sürdürüyor.

Sınıfsız ve sömürüsüz toplumun, sosyalist cumhuriyetin anayasası, emekçilerin anlık hak savaşımlarıyla ve çözüm belgeleriyle birlikte gerekli siyasal, toplumsal ve ekonomik koşulların yaratılmasıyla yaşama geçecek.

Cumhuriyet Devrimi’nin 100. yılına mücadele azmiyle merhaba!

Zülal Kalkandelen
Zülal Kalkandelen
zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr

01 Ocak 2023, Cumhuriyet

Dünyanın döndüğünü savunmanın kilise karşıtlığı olarak değerlendirildiği günler artık geride kaldı; bugün aklı başında kimse dünyanın yerinde sabit durduğunu savunmuyor. Hatta Vatikan, kilise tarafından yargılanan Galileo Galilei’den 366 yıl sonra özür bile diledi…

Tarihte bağnaz dincilerin tepki gösterdiği isimlerden biri de Charles Darwin’di.

  • Tüm canlı türlerinin doğal seçilim yoluyla birkaç ortak atadan evrildiğini
    savunduğu için kıyamet koptu.

Sonunda İngiliz Anglikan Kilisesi, Darwin’in ölümünden 126 yıl sonra, ünlü bilim insanından özür diledi. O’nu yanlış anlayıp, yanlış tepki verdiklerini ve başkalarının da O’nu yanlış anlamasına neden olduklarını itiraf ettiler…

Galilei, kazığa geçirilip yakılmaktan kurtulmak için görüşlerini inkâr etmek (yadsımak) zorunda kalmıştı. Bir diğer (başka) İtalyan bilimadamı Giordano Bruno ise dünyadan başka pek çok gezegen bulunduğunu söylediği için 1600 yılında Katolik Kilisesi’nin kararıyla yakılarak öldürüldü. O da Tanrı’yı reddetmiyordu oysa… Sadece (Yalnızca) Tanrı ile evrenin aynı gerçeğin iki farklı yansıması olduğunu söylüyordu.

Darwin ise dini inancını “agnostik” (bilinemezci) olarak tanımlasa da O’nun kaderi Bruno’nun ve Galilei’nin kaderinden farklıydı. Bunun nedeni, Bruno’nun yakıldığı 1600’den Darwin’in doğduğu 1809 yılına kadar olan dönemde, insanlığın Aydınlanma ekseninde kat ettiği yoldur. Rönesans’ın açtığı yolda ilerleyen toplumlarda zaman içinde din ve devlet işlerinin ayrılması noktasına gelinmiş, bilimsel özgürlükte mesafe alınmıştı.

DEVRİM KARŞITLARININ İKTİDARI

Batı’nın, ortaçağın tutucu skolastik felsefesinden kurtulup Rönesans’ın özgürlük kavramından Aydınlanma’ya uzanması, tarihin en önemli süreçlerinden birisi. Yıkıcı (Yakıcı?) gerçek şu ki; şeriatın hüküm sürdüğü Osmanlı, bu süreci fena halde ıskaladı…

  • Aydınlanma’nın yaşadığımız topraklara gelişi,
    1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla oldu.

Batı’nın yüzyıllar önce ulaştığı aşamayı halka yaşatmak için, dogmayı reddedip aklın egemenliğini ve laik hukuku savunan, emperyalizme karşı gelip halkın kendi kaderini (yazgısını) kendisinin belirlemesi ilkesini hayata (yaşama) geçiren Mustafa Kemal Atatürk, hâlâ dincilerin hedefidir.

  • Türkiye, 21. yüzyılda tarikatçıların yürüttüğü karşıdevrime sahne oluyor.

Tarih kitapları ileride 2002-2022 Türkiye’sini anlatırken siyasal İslamcıların Cumhuriyet kazanımlarını birer birer yok edişinden, Evrim Teorisinin (Kuramının) müfredattan çıkarılışından, devlet kurumlarını yönetenlerin Atatürk’e lanet okuyuşundan, tarikatların ve cemaatlerin devlete çöküşünden, “Şahsım Devleti”nden, emekçilerin ve kadınların haklarındaki gerilemeden, yargının siyasallaşmasından, üniversitelerde bilim insanlarına yapılan zulümden söz edecek…

O kitaplar gerçekleri yazarsa, yıllar sonra bunları okuyanlar, bizim Galilei, Bruno ya da Darwin’e yapılanları okurken hayrete düştüğümüz gibi hayrete düşecek.

  • Laiklik karşıtı odak haline gelmiş, emperyalizm güdümlü bir iktidarın hukuku hiçe sayan baskısını ve yağmasını okuyacaklar…

100 YIL GEÇTİ AMA…

Batı’daki durumu ve Cumhuriyet Devrimi’nin Aydınlanma boyutunu değerlendirirken insanın aklına şu soru geliyor:

Acaba bazılarının (kimilerinin) Cumhuriyet Devrimi’nin değerini anlaması için, kilise özürlerinde olduğu gibi en az 100 yıl geçmesi mi gerekiyor?

Ne hazindir ki 100 yıl geçti ama siyasal İslamcılar, İkinci Cumhuriyetçiler ve
laik Cumhuriyet düşmanları akıllanmadı; emperyalizm güdümlü olduklarından
akıllanmaları da olanaklı görünmüyor.

Bu nedenle bizdeki durum Batı’nın ortaçağından daha vahim. 

  • Laik Cumhuriyetin 100. yılının kutlanacağı 2023’te, onu tamamen kaybetme
    (tümüyle yitirme) riskiyle karşı karşıyayız.

Bazıları, bırakın 100 yıl sonra Cumhuriyet Devrimi’nin değerini anlamayı, ona son darbeyi indirmek için hazırlık yapıyor. 

İşte bu gerçeğin bilinciyle eşitlik, özgürlük, laiklik ve hukuk devleti için daha da güçlenen mücadele azmiyle yeni yıla merhaba!

Halil Çivi şiiri : MUSTAFA KEMAL’in ÖĞRETMENİYİM

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

Değerli dostlar,

Bu gün 24 Kasım Öğretmenler Günü!

Bu duygularla yazdığım şiiri beğenilerinize sunuyorum.
Mustafa Kemal Atatürk‘ün Başöğretmenimiz ve çağdaş uygarlığın rotamız olduğunu unutmadan; başta öğretmenlerimiz ve öğrencilerimiz olmak üzere, tüm halkımızın;

ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLSUN!…
XXX

MUSTAFA KEMAL’in ÖĞRETMENİYİM

Akıl, bilim rotasından çıkamam,
Mustafa Kemal’in öğretmeniyim.
Nesilleri cehaletle yakamam,
Mustafa Kemal’in öğretmeniyim.
Xxx
Cumhuriyet sevgisiyle yaşarım,
Laiklığin ışığıyla koşarım,
Demokrasi umuduyla coşarım,
Mustafa Kemal’in öğretmeniyim.
Xxx
Hiçbir uygarlığa düşman olamam
Çıkar için milletimi bölemem,
Düşeni kaldırır, bakıp gülemem,
Mustafa Kemal’in öğretmeniyim.
Xxx
Eğri büğrü gidişleri sezerim,
Özgürce düşünür, özgür yazarım,
Hurafeyle savaşmaya hazırım,
Mustafa Kemal’in öğretmeniyim.
Xxx
Öğrencimi canım gibi severim,
Yobazlığı beyinlerden kovarım,
Başarıyı takdir eder, överim,
Mustafa Kemal’in öğretmeniyim.
Xxx
Akıl, bilim, barış, sevgi ekerim,
Kin ile nefreti toplar, yakarım,
Cebiri, şiddeti özden sökerim,
Mustafa Kemal’in öğretmeniyim.
Xxx
Kadını erkeği eşit bilirim,
Bilim Çin’de olsa, gider alırım,
Çağdaşlığın devrimcisi olurum,
Mustafa Kemal’in öğretmeniyim.
Xxx
Ruhumu makama, paraya satmam,
Yoksulu dışlayıp, zengini tutmam,
Öğrenciler açsa, asla tok yatmam,
Mustafa Kemal’in öğretmeniyim.
Xxx
Öğrencime din ve mezhep soramam,
Irka, dine bakıp notlar veremem,
Laik bir yurttaşım, bir fark göremem,
Mustafa Kemal’ in öğretmeniyim,
Xxx
Halil Çivi haksızlığa gelemem,
Laik bir hukuktan ayrı kalamam,
Din, mezhep diyerek halkı bölemem,
Mustafa Kemal’in öğretmeniyim.
Xxx

23 Kasım 2022
Prof. Dr. Halil Çivi
Çiğli / İZMİR

MÜFREDAT VE FETVALARDA MEDENİ KANUN KARŞITLIĞI

MÜFREDAT ve FETVALARDA
MEDENİ KANUN KARŞITLIĞI

Mustafa SOLAK
Tarihçi – yazar

Medeni Yasa; Ulus egemenliğini, laikliği, kadın-erkek eşitliğine dayalı bir aile birliği içermesi, yargıca takdir yetkisi tanıması, dilinin sadeliği gibi nedenlerle 17 Şubat 1926’da kabul edilir, 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girer.

Medeni Yasanın getirdiği önemli haklar

1) Resmi nikâh zorunlu hale getirildi.
2) Tek eşli evlilik zorunlu hale getirildi.
3) Mirasta kız ve erkek çocukların eşit pay almaları sağlandı.
4) Tek yanlı olarak erkeklerin olan boşanma hakkı eşit koşullarla kadınlara da tanındı.
5) Kadınlara istedikleri işte çalışabilme hakkı tanındı.
6) Patrikhane ve konsoloslukların yargı yetkileri sona erdi.
7) Laik hukuk anlayışı toplumun her kesiminde uygulanır duruma geldi.
8) Türkiye’de hukuk birliği sağlandı.

Müfredat, ders kitapları ve Diyanet’in fetvalarında da eşitlik ve kadın hakları konusunda geriye gidildi. Ders kitaplarında ve fetvalarda Medeni Yasaya ve bu kanunun kadın-erkek eşitliği, milli birliği sağlama amaçlarına aykırı şu anlatımlar yer almaktadır:

  1. Kocaya 4’e dek çok eşli olma hakkı.
  2. Anneleri ile zifafa girilmeyen üvey kızlarla evlenilebilir.
  3. Boşama yetkisi kocaya verilmiştir, koca yetkisini başkasına devredebilir.
  4. Boşama için kocanın mahkemeye gitmesine gerek yok, “boş ol” demesi yeterli.
  5. Boşamadığı halde kasten yanlış beyanda bulunan Maliki ve Hanbeli eşini boşamış sayılıyor.
  6. Zifaf gerçekleşmeden yapılan boşama geçerlidir.
  7. Kadını âdetli iken boşamak geçerli.
  8. Çocuk olmaması boşanma sebebi sayılıyor.
  9. Mirastan kız çocuklara, erkeğin yarısı kadar pay verilir.
  10. Evlatlık ile evlat edinen arasında mirasçılık ilişkisi yoktur
  11. Kadının “açmasına izin verilen avreti; yüzü, bilekleriyle birlikte elleridir”,
  12. Mezheplere göre avret yeri, farklı düzenlendi.
  13. Elbise, karşı cinsin dikkatini çekmemeliymiş.
  14. Mirasçı, farklı dinden ise mirastan pay alamaz.
  15. Kadına bakmak haram.
  16. Kürtaj “cinayettir” yaklaşımı var.
  17. Estetik yasak.
  18. Tekfir eden (dinden çıkan) erkekse Müslüman bir kadınla evlenemez.
  19. Dinini ve ahlakını beğendiğiniz dünürün oğluna kızınızı vermezseniz yeryüzünde fitne ve bozgunculuk olurmuş.
  20. Kadın, eşinin sevmediği kimseleri evinize sokmamalı ve hoşlanmadığı kimselerle konuşmamalı imiş.
  21. ….

Milli birlik ve emperyalizme direnmek için mücadele edilmeli

Eğitimdeki ve fetvalardaki bu ifadelere karşı son 1,5 yıldır CKD ve Türk Kadınlar Birliği dışında çaba sarf edene rastlamadım. Kadının özgürlüğü erkeğin özgürlüğüdür. Erkeği önce ana yetiştirir. Dahası ülkemiz, ABD ile enstrümanları PKK ve FETÖ ile mücadele ederken milletin arasına ayrılık sokmak yanlıştır. Kadını erkeğiyle milli birlik halinde emperyalizme direnebiliriz. Mücadele edelim.

Kadın-erkek eşitliği için şunlar yapılabilir:

a. Müfredat ve ders kitapları kadın-erkek eşitliği yönünden incelenmeli ve cinsiyet eşitliğine uygunluğunun denetimi yapılmalı.
b. Kadınlara yönelik ayrımcılık içeren ifadeler müfredat ve ders kitaplarından çıkarılmalı.
c. Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimin tüm kademelerinde zorunlu ders olarak yer almalı.

NOT: Müfredat ve ders kitaplarındaki Medeni Kanun’a karşıtlığa ilişkin, “Gayrimilli Eğitim” ve “Diyanet’in Fetvaları” kitaplarım okunabilir. Daha da önemlisi mücadelede değerlendirelim.

Medeni Hukuk Bizi Medenileştirdi mi?


Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Ruhsar Yanmaz, ADD Bilim – Danışma ve Yazı Kurullarında birlikte çalışmaktan keyif aldığımız bir Cumhuriyet kadınıdır. Yüce Atatürk‘ü ve ne yapmak istediğini – ne yaptığını derinlemesine kavramış ve bu Çağdaşlaşma tasarımını sahiplenmniştir. Güleryüzlü, dostça ve çalışkan kişiliği ile sevgi ve saygımızı kazanmıştır.

Yarın, 4 Ekim 2013, Devrim’in “Türk Kanun-u Medenisi” nin 1926’da yürürlüğe sokulmasının 87. yıl dönümüdür. Ruhsar hoca, o görkemli yasanın ürünüdür. Bunun bilincindedir ki; Devrimin ilk üniversitesi olan Ankara Üniversitesi’nin Ziraat Fakültesi öğretim üyesi olmasına karşın, Medeni Yasa rejimini aydın sorumluluğu ile irdeleyen değerli bir makale “klavyeye almıştır” (artık “kaleme” değil!).

Sayın Bayan Prof. Yanmaz’ın yazısından çok şey öğreniyoruz.

Kendisini öncelikle aydın sorumluluğu ikincil olarak doyurucu makalesi için kutlayarak, ADD web sitesinde de yer alan bu çalışmasını paylaşmak istiyoruz.

  • “Medeni Yasa” seküler bir devlet – toplum yaşamının omurgasıdır.

Onu ve çok değerli kazanımlarını koruyup kollayarak geleceğe daha da geliştirerek taşımak, bize bu değerli kalıtı – emaneti bırakanlara ve gelecek kuşaklara karşı vazgeçilmez yükümümüzdür.

Ekleyelim ki; Yüce Atatürk‘ün öncülüğündeki devrimci – aydınlanmacı genç Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’ini ilan etmesinin üzerinden 3 yıl bile geçmeden, seküler – laik bir toplum – devlet düzenini seçerek Batı’dan – İsviçre’den Medeni Yasa’sını uyarlamıştır. Doğrusu Batı’lılara bir kez daha “pes” dedirtmiştir Anadolu Rönesansı‘nın mimarları. Böylelikle, beklenmedik bir gelişme yaşanmıştır :

  • Lozan Antlaşması (24 Temmuz 19213) uyarınca “azınlık” (minority) sayılan gayrı müslim yurttaşlar (Rum, Ermeni ve Yahudiler), cemaat önderleri aracılığıyla Türk Hükümeti’ne başvurarak Medeni Yasa’ya bağlı olmak istediklerini dilekçe ile bildirmişlerdir. (Bkz. “90. Yılında Lozan Anlaşması ve Türkiye’nin Geleceği” başlıklı makalemiz; 24.72012’de http://ahmetsaltik.net/wp-admin/post.php?post=2729&action=edit, izleyen gün www.add.og.tr’de)

Bu olgu, genç Türkiye Cumhuriyet’inin insan haklarına ve demokratikleşmeye dönük içtenliğinin ve kararlılığının somut göstergesi olarak değerlendirilmiş,
uluslararası toplum katında pek haklı olarak, ülkemize saygınlık ve güven kazandırmıştır

Anılan destansı devrimci dönüşümleri gerçekleştirenlere, başta Türk Devrimi‘nin de Başkomutanı olan Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere, en yakın
dava ve silah arkadaşlarına, dönemin Başbakanı İsmet İnönü‘ye şükranlarımızı sunuyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
03.10.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

========================================

Medeni Hukuk Bizi Medenileştirdi mi?

portresi

 

Prof. Dr. Ruhsar YANMAZ
Atatürkçü Düşünce Derneği 
Bilim Danışma ve Yazı Kurulu Üyesi

Ülkemizi yönetenler görevlerine başlarlarken hukukun üstünlüğü üzerine yemin ederler. Uygulamaya bakıldığında ‘Hukuk herkese gerekli’ derler ama, ülkemizde son dönemlerde hukukun üstünlüğünün tehlikeye girdiğini görüyoruz.

Hukuk, toplumları düzene sokmak için geliştirilmiş kurallar bütünüdür. Hukuk kuralları devletin yaptırım gücüne bağlı olduğu için, yöneticilerin hukuka bakışı toplumun gelişimi üzerinde etkilidir.

“Medeni hukuk” denilen hukuk dalı, toplumdaki insanların kişisel, aile, varlık, borç ve miras hakları ile ilgili kuralları düzenler. Buna göre medeni hukuk kuralları evrensel olan toplumlarda insan hakları en üst düzeyde uygulanır. Medeni hukuk, adından da anlaşıldığı gibi toplumları uygarlaştırmayı hedefler. Dolayısıyla bir ülkenin ne kadar demokratik olduğu, sahip olduğu Medeni Hukuk Yasası ve bunun uygulanış biçimiyle de değerlendirilir.

İnsanlar toplum yaşamına geçtikten sonra, aralarında çıkan anlaşmazlıkları çözümlemek için yasalar hazırlamışlardır. İlk Medeni Hukuk kuralları Doğu Roma İmparatoru Jüstinyen tarafından MS 6. yy’da İstanbul’da (O zamanki adıyla Konstantinopolis) yapılmıştır.

Osmanlı döneminde toplum düzeni şerî hukuk kuralları dikkate alınarak, padişahın yetkisi altında sağlanmaya çalışılmıştır. Bu dönemdeki uygulamalarda kadınların toplum düzeni içindeki hakları yok kabul edilmiş, eğitim hakları, miras hakları şeriat yasalarına göre değerlendirilmiştir. Tanzimat döneminde, hukuk sistemindeki aksaklıkları gidermeye yönelik düşünceler dillendirilmeye başlanmış; Reşit Paşa, Ali Paşa ve Fuat Paşa Sultan Aziz’e Fransız Medenî Kanunu’nun aynen kabul edilmesi için girişimde bulunmuşlardır. Ancak medrese kökenli Ahmet Cevdet Paşa’nın itirazı sonucu, 1851 maddeden oluşan Mecelle denilen (Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye), 20 Nisan 1859’dan başlayarak 16 yılda 16 bölüm olacak şekilde hazırlanmış ve 16 Ağustos 1876’da yürürlüğe girmiştir. Yani dini düşünce nedeniyle hak ve hukuk sistemi 16 yıl beklemek zorunda kalmıştır. Dini esaslara göre hazırlanan Mecelle’de, kişi, aile ve miras hukuku kurallarına yer verilmemiş, eşya ve borçlar hukuku esas alınmıştır. Aile hukukuna ilişkin düzenlemeler 25 Ekim 1917’de “Aile Hukuku Kararnamesi” ile getirilmiş, ancak bu kararname İstanbul Hükümeti tarafından 19 Haziran 1919’da yürürlükten kaldırılmıştır.

Kurtuluş savaşı sonrası Mustafa Kematl Aatürk’ün en önemli icraatlarından biri de Medeni hukuk kurallarını yeniden düzenlemesi olmuştur. Türk Medeni Kanunu’nun esası Atatürk devrimlerinin temeli olan dinsel (AS : şer’i, Şeriata dayalı) hukuk düzeninden laik hukuk düzenine geçişine dayanmaktadır. Nitekim Atatürk, 1923’te Bursa’da halka yaptığı bir konuşmada, “Yeni Türkiye’nin 1000 yıl öncesine dayalı kurallara göre oluşturulmuş Mecelle yerine, en uygar ulusların kullandığı hukuk kuralları ile yönetileceğinin..” de sinyallerini vermiştir.

Medeni Yasa hazırlıkları 1923’te başlamış, bu amaçla Batılı ülkelerin yasaları incelenmiş ve en sonunda en gelişmiş yasa olan ve İsviçre’de 1912’de yürürlüğe giren İsviçre Medeni Yasası benimsenmiştir. Benimseme gerekçeleri arasında basit dille yazılmış olması, kadın-erkek eşitliğine dayalı bir aile düzenine dayanması ve yargıca takdir yetkisi vermesi bulunmaktadır.

Yasa hazırlanırken Avrupa’daki en eski yurttaşlık yasalarından olan Fransız Medeni Yasası’nın eskimiş olduğunun kabul edilmesi, Avusturya Medeni Yasası’nın Habsburg Hanedanının “mutlakiyetçi” anlayışını yansıtır nitelikte bulunması, Alman Medeni Yasası’nın ise çok teknik bir metin olması nedeniyle kabul edilmemesi, Atatürk ve arkadaşlarının Türkiye için öngördükleri uygarlığın hedefini açıklama açısından önemlidir.

Türk Medeni Kanunu tasarısı hukukçu milletvekilleri, öğretim üyeleri, yargıç ve avukatlardan oluşan 26 kişilik bir kurulca hazırlanmıştır. Taslak 20 Aralık 1925‘te Bakanlar Kurulu’nda (3. İnönü Hükümeti) görüşülerek kabul edilmiştir.

O dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt tarafından kaleme alınan gerekçe bölümünde yer alan sözlerin bugün geldiğimiz koşullarda hâlâ geçerli olması da ülkemizdeki Medeni hukuk kurallarının ne derece uygulandığının bir göstergesidir. Bozkurt, gerekçede;

  • Türkiye halkının, adaletin uygulanmasında kuralsızlık ve sürekli kargaşa karşısında bulunduğunu, halkın kaderinin rastlantı ve talihe bağlı, birbiriyle çelişkili ortaçağ dinsel hukuk kurallarına bırakıldığını belirtmiştir. Yine gerekçede Türk adaletinin
    bu karışıklıktan, yokluktan ve ilkel durumdan kurtarılması için, modern ve yeni bir Türk Medenî Kanunu’nun hızla yapılarak uygulamaya konulmasının zorunlu hale getirdiği de vurgulanmıştır.

4 Nisan 1926 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan yasa, 6 ay sonra,
4 Ekim 1926’da yürürlüğe girmiştir.

Medeni Hukuk yasasının temel olarak getirdiği yenilikler aşağıdaki gibi sıralanabilir :

  • Türkiye’de hukuk birliği sağlanmıştır.
  • Tek eşle evlilik esası getirilmiştir.
  • Ailede kadın-erkek eşitliği sağlanmıştır.
  • Evlilikte resmî nikâh zorunluluğu getirilmiştir.
  • Kadınlara, istedikleri mesleğe girebilme hakkı tanınmıştır. 
  • Böylece kadın ve erkekler arasında ekonomik ve sosyal alanlarda eşitlik sağlanmıştır.
  • Kadınlara mahkemelerde tanıklık yapma, miras ve boşanma konularında
    erkekle eşit haklar verilmiştir.
  • Patrikhane ve konsoloslukların yargı yetkileri sona erdirilmiştir.
  • Laik hukuk anlayışı toplumun her kesiminde uygulanır duruma gelmiştir.

Doğal olarak yasanın işleyişi sırasında ortaya çıkan aksaklıkları gidermek amacıyla
Türk Medeni Kanunu’nda ilki 1938’de olmak üzere 15 kez değişiklik yapılmış,
1988 ve 1990’da çıkarılan yasalarla 6 maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.

1994-98 arasında yeni Anayasa hazırlama çalışmaları başlamıştır. Yeni yasa için, 1971 ve 1984’te yayımlanan 2 öntasarı ile İsviçre Medeni Yasası, bir ölçüde Alman Medeni Yasası, Fransız Medeni Yasası ve İtalyan Medeni Yasasından yararlanılmıştır. 1999 seçimleri nedeniyle yürürlük alamayan tasarı, seçim sonrası yeniden ele alınmış; sonunda 1 Ocak 2002’de yeni Türk Medeni Kanunu’nun kabul edilmesi ile ‘İsviçre Medeni Yasası’nı esas alan ve 4 Ekim 1926’da yürürlüğe giren yasa yürürlükten kaldırılmıştır.

1926’da uygulamaya konan ve temeli laik (dinin devlet işinden ayrıldığı), demokratik
ve hukuka saygıya dayanan O günkü medeni Hukuk kurallarının günümüze gelindiğinde daha modernleşmesi beklenirdi. Nitekim toplum bu hukuk düzeni içinde laikliği benimsemiş, öbür Müslüman ülkelerde görülmeyecek biçimde dinini yaşar duruma gelmiş, kadınlar hukuksal haklarının bilincine varmış ve haklarını savunur hale gelmiştir. Ancak 1950’li yıllarda başlayan, ardından 1980’li yıllardan sonra ivme kazanan ve 2000’li yıllarda hızla artan dini esaslara dayalı eğitim ve hukuk anlayışının ülkemizin medenileşmesinin önündeki 2 büyük engel olduğu görülmektedir. Ülkeye yönetmeye istekli olanların laik düzene bakış açıları nedeniyle modern bir hukuk sistemi getirebilecekleri konusunda kuşkular bulunmaktadır. Geçmiş yıllarda insan haklarına uyulmadığını, hukuksuzluk olduğunu, demokrasiden uzaklaşıldığını söyleyenlerin,
bugün hukuka uygunluk altında hukuksuzluk yapmaya devam etmeleri düşündürücüdür.