Etiket arşivi: küresel ısınma

Türkiye Nüfusu Hızla ve Tehlikeli Düzeyde Art(ırıl)maya Devam Ediyor!

Türkiye Nüfusu Hızla ve Tehlikeli Düzeyde Art(ırıl)maya Devam Ediyor!

TÜİK : 2015 SONU TÜRKİYE NÜFUS VERİLERİ AÇIKLANDI..

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları – 2015

  • Türkiye nüfusu 31 Aralık 2015 tarihi itibarıyla 78 741 053 kişi oldu.
  • Türkiye’de ikamet eden nüfus 2015 yılında, bir önceki yıla göre 1 045 149 kişi arttı.
  • Erkek nüfusun oranı %50,2 (39 511 191 kişi), kadın nüfusun oranı ise %49,8 (39 229 862 kişi) olarak gerçekleşti.
  • Türkiye’nin yıllık nüfus artış hızı 2015 içinde binde 13,4 (%1,34) olarak gerçekleşti
    Yıllık nüfus artış hızı 2014 yılında ‰13,3 iken, 2015 yılında ‰13,4 oldu.
  • İl ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranı %92,1 oldu. İl ve ilçe merkezlerinde ikamet edenlerin oranı 2014 yılında %91,8 iken, bu oran 2015 yılında %92,1’e yükseldi.
    Belde ve köylerde yaşayanların oranı ise %7,9 olarak gerçekleşti.
  • İstanbul’da ikamet eden nüfus bir önceki yıla göre %2 artış gösterdi. Türkiye nüfusunun %18,6’sının ikamet ettiği İstanbul, 14 657 434 kişi ile en çok nüfusa sahip olan il oldu.
    Bunu sırasıyla %6,7 (5 270 575 kişi) ile Ankara, %5,3 (4 168 415 kişi) ile İzmir, %3,6 (2 842 547 kişi) ile Bursa ve %2,9 (2 288 456 kişi) ile Antalya illeri izledi. Bayburt ili ise 78 550 kişi ile en az nüfusa sahip il oldu.
  • Türkiye nüfusunun ortanca yaşı yükseldi. Ülkemizde 2014’te 30,7 olan ortanca yaş,
    2015’te önceki yıla göre 0,3 yıl artış göstererek 31 oldu. Ortanca yaş erkeklerde 30,4 iken,
    kadınlarda 31,6 olarak gerçekleşti. Ortanca yaşın en yüksek olduğu iller sırasıyla Sinop (39,3),
    Balıkesir (38,8) ve Kastamonu (38,3) iken, en düşük olduğu iller ise sırasıyla Şanlıurfa (19,3), Şırnak (19,5) ve Ağrı (20,3)’dır.

2015_nufus_piramidiÇalışma çağındaki nüfusun oranı bir önceki yıla göre değişmedi. Ülkemizde 15-64 yaş diliminde bulunan (çalışma çağındaki) nüfusun oranı 2015’te bir önceki yılda olduğu gibi %67,8 (53 359 594 kişi) olarak gerçekleşti.
– Çocuk yaş dilimindeki (0-14) nüfusun oranı ise %24’e (18 886 220 kişi) gerilerken, 65+ yaştaki nüfusun oranı %8,2’ye (6 495 239 kişi) yükseldi.
– Türkiye’de kilometrekareye düşen kişi sayısı arttı. Nüfus yoğunluğu olarak ifade edilen
“1 km2’ye düşen kişi sayısı”, Türkiye genelinde 2014’e göre 1 kişi artarak 102 kişi oldu. İstanbul, km2’ye düşen 2 821 kişi ile nüfus yoğunluğunun en yüksek olduğu ilimiz oldu.
Bunu sırasıyla; 493 kişi ile Kocaeli, 347 kişi ile İzmir ve 283 kişi ile Gaziantep izledi.
Nüfus yoğunluğu en az olan il ise bir önceki yılda olduğu gibi, km2’ye düşen 12 kişi ile
Tunceli oldu. Yüzölçümü bakımından ilk sırada yer alan Konya’nın nüfus yoğunluğu 55,
en küçük yüzölçümüne sahip Yalova’nın nüfus yoğunluğu ise 275 olarak gerçekleşti.

AÇIKLAMALAR

Yerleşim yeri nüfusları, İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü (NVİGM) tarafından güncellenen Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS)’nden alınan nüfusla birlikte, kurumsal yerlerde kalan nüfus dikkate alınarak hesaplanmıştır.
Kurumsal yerlerde (kışla, cezaevi, huzurevi, üniversite öğrenci yurtları vb.) kalanlar uluslararası tanım gereği ikamet adreslerinin bulunduğu yerleşim yeri nüfusuna değil, kurumsal yerlerin bulunduğu yerleşim yeri nüfusuna katılmıştır.

Ayrıca il, ilçe, belediye, köy ve mahallelere göre nüfuslar belirlenirken; NVİGM tarafından, ilgili mevzuat ve idari kayıtlar uyarınca Ulusal Adres Veri Tabanı (UAVT)’nda yerleşim yerlerine yönelik olarak yapılan idari bağlılık, tüzel kişilik ve isim değişiklikleri dikkate alınmıştır.

========================================

Dostlar,

TÜİK, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da 28 Ocak günü geçtiğimiz yılın nüfus verilerini yayımladı. Temel verileri yukarıda aktardık. Nüfus piramidinin altındaki açıklama ve hesaplama bize ait.. Yinelemek yersiz ama vurgulamak gerekir ki:

– Türkiye nüfusu 2015 yılı boyunca 1 milyon 45 bin kişi armıştır. Bu rakam geçen yıl 1 milyon 30 bin idi. Doğal Nüfus artış hızı (doğumlar – ölümler) önceki yıl % 1,33 iken, 2015’te % 0,1 puan artarak %1,34 veya %o (binde) 13,4 olmuştur. 2015 için büyüme hızı % 2,9 verilmiştir. Buna göre net büyüme hızı % 2,90 – % 1,34 = % 1,56’dır. Bu korkunç bir durumdur gelişmekte olan bir ülke için.. Karşılığı yoksullaşma ve işsizliktir. Nitekim her 2 veri de 2015 içinde kötüleşmiştir. AKP iktidarı ve RT Erdoğan bindikleri dalı kesmektedirler adeta.
Siyasal İktidarlar genellikle ekonomik sorunlara bağlı olarak düşerler.

Yine TÜİK verilerine göre;

Yoksulların yarısından çoğunu çocuk ve gençler oluşturuyor!

Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2014 sonuçlarına göre, eşdeğer hanehalkı kullanılabilir kişi medyan gelirinin %50’sinin altında gelire sahip kişilerin Türkiye’de oranı %15’tir (Yoksulluk!). TÜİK bu oranı daha önce %60 olarak alıyordu.  2015’te söz konusu ortanca gelir Dolar olarak gerilemekle birlikte, TÜİK bu rakanın %50’sinin altını “yoksulluk” olarak tanımlayarak gerçekte yoksul nüfus oranını rakam oyunuyla aşağı çekmeketedir.
Yine de bulunan rakam % 15’tir ve hehalde öncelikle TÜİK yetkilileri, bu veri karşısında
acı acı gülümsemektedirler. Siyasetçiler ise devekuşu tutumunu bırakıp kara kara düşünmelidir.

Yoksul hanelerin ortalama hanehalkı büyüklüğü 5,1 iken, yoksul olmayan hanelerin hanehalkı büyüklüğü 3,4’tür (Türkiye ortalaması 3,6). Bağımlı çocuğu olan hanehalkları yoksulların %91,2’si. Yoksulların %38,2’sini 0-14 yaş çocuklar, %18,5’ini ise 15-24 yaş gençler oluşturmaktadır. 0-14 yaşta her 5 çocuktan 2’si; 15-24 yaşta ise her 5 gençten 1’i yoksuldur,
bu rakamlar Türkiye ortalaması olarak verilen makyajşı rakam %15’in çok üstündedir ve
AKP – RTE hala hızlı nüfus artışını teşvik edebilmektedirler!
Bu politika en hafif deyimiyle gaflet ve dalalet değil midir?

Yoksul kişilerin %23,5’ini okuryazar olmayanlar, %14,7’sini bir okul bitirmeyenler oluşturmakta. Bu oranlar yoksul olmayan kişiler için sırasıyla %8,8 ve %6,2.
Yoksulların %52,7’si lise altı, %7,8’i lise düzeyindeki eğitimliler, %1,3’ü ise
yüksekokul bitirenler. Yoksul olmayan kişilerin içinde lise altı eğitimlilerin oranı %52,7,
lise bitirenlerin oranı %18,5, yüksekokul bitirenlerin oranı ise %13,8.
(http://www.tuik.gov.tr/basinOdasi/haberler/2016_9_20160121.pdf, 28.01.2016)

*****
1 milyon 45 bin kişiye daha yıl içinde iş bulunacaktır, konut sağlanacaktır, yiyecek – giyecek bulunacaktır.. Ayrıca 3 milyonu bulan – aşan yabancı nüfus da bu ülkede..

Türkiye’nin bu anormal ve gereksiz, akıl dışı nüfus artış hızını düşürmesi gerekir.

Tayyip bey ve AKP hükümeti stratejik hata yapmaktadır. Türkiye nüfusunun bunca hızlı artışını teşvik etmek ekonomi – politik açıdan bir siyasal kadro için intihar anlamındadır.

Bir kez daha uyarıyoruz :

Türkiye nüfusu çok gençtir. Ortanca yaş 31 yıl gibidir. 65+ yaş %8,2, 0-14 yaş %24 kadardır. Her 4 kişiden 1’i 0-14 yaşında çocuktur. 15-64 yaş dilimi işgücüne katılım oranı %68’e varmaktadır. Bırakalım “genç nüfusu”, Türkiye’de 18 yaş altındaki nüfus neredeyse nüfusun 1/3’üdür,

Türkiye nüfusu, -deyim yerinde ise- “çocuk” tur!

Nüfusun yaşlanması günümüz koşullarında olağan durumda kaçınılmazdır. Bundan kaçınılmaz.
Ancak önlemi, nüfus artışını teşvik değildir. Böyle yapılırsa çifte baskı altında kalınır.
Bir yandan yüksek doğurganlık yükü, bir yandan kaçınılmaz biçimde artan yaşlı nüfusun yükü..

Yapılması gereken nüfus artışına teşviki derhal kesmek ve aileleri 1 çocuk yapmaya yönlendirmektir. Bu takdirde “sandviç etkisi” nden korunmak olanaklı olur.

Unutulmasın; Türkiye altın değerinde bir fırsat sahibidir şu kesitte.
O, “Demografik fırsat penceresi” dir ve 1 kezliktir. Bir kez daha böylesi bir dönem yaşamak olanaklı değildir. Yani, %1,34’lük görece (hatta epey!) yüksek nüfus artış hızı ve çok genç nüfus bileşimi ile 35-50 yıl boyunca Türkiye “Demografik fırsat penceresi” (Demographic Opportunity Window) içinde olacaktır. Bunun anlamı, “yüksek” ama “çok anormal olmayan” bir nüfus artış hızıyla nüfus artışı baskısında ezilmeden, yaşlı da olmayan bir genç nüfus avantajı yakalamak demektir. Yukarıdaki verilere ek, Toplam Doğurganlık Hızı 2,26 olup (TNSA 2013) bu verilerle, dinamik bir denge durumu 3-4 on yıl yaşanacak demektir. “Nüfus yaşlanıyor” endişesini yersiz takıntı yapmaksızın, eldeki çook genç nüfusun niteliğine yatırım yapmak gerekmektedir.
Bu da başlıca sağlık ve eğitim yatırımlarıdır. İnsanımızı 4. Sanayi Devriminde tutunacak ve rekabet edebilecek nitelikte iyi eğitmektir.

Üstelik : Yukarıda verilen 2,26 düzeyinde Toplam Doğurganlık Hızı, 2013 TNSA verileriyle, çiftler doğurganlıklarını denetleyebilselerdi 0,6 puan daha eksik olarak 1,66 büyüklüğünde gerçekleşecekti. Pratik anlamda bu veri, 3 ve 4 çocuklu ailelerin son çocuklarını fazladan, istemeden, gebelikten korunamadıkları için edindikleri anlamına gelmektedir. Oysa çiftlerin doğurganlıklarını denetlemeleri temel bir insanlık hakkıdır.

Anayasa’nın 41. maddesi gereğince aile planlaması hizmetlerinin
Devlet tarafından verilmesi zorunludur.

AKP iktidarı, çarpık ve bilim dışı hatta iyi niyetli olmadığı söylenebilecek dinci – politik tercihleriyle nüfus artışını teşvik etmektedir.
Bu çok yanlış pro-natalist politika, ülkemize giderilmesi olanaksız yükler yüklemektedir.

AKP daha çok az eğitimli kitlelerden oy almaktadır kendi belirlemesine göre.

Çok çocuk alt ve yoksul katmanların belini bükmekte ve daha da yoksullaşmalarına
neden olmaktadır. Yoksulluk kısır döngüsünden çıkılamamakta, Aile Sigortası Kolu’nun özellikle kurulmadığı ülkemizde bu milyonlarca yoksul kitle, iktidar yandaşı tarikat – cemaat – parti üçgeninde tutsak edilmektedir. Bu kitleler kalabalık, niteliksiz bir “sürü”ye (Sosyolojik anlamda) dönüştürülmekte ve oy deposu kılınmaktadırlar.

  • Bu politika, en hafif deyimiyle ahlaksızlıktır!

AKP, Anayasa’nın ilgili buyruğuna (m. 41) aykırı davranarak anayasal suç işlemektedir.

Aile planlaması hizmetleri bilerek ve isteyerek tavsatılmaktadır (ihmal edilmektedir).
Hele 10 haftayı geçmeyen istenmeyen gebeliğin sonlandırılması hakkı (2827 sayılı
Nüfus Planlaması Yasası md. 5 gereği) fiilen engellenerek kullandırılMAmaktadır.
Hem kürtaja karşı olunmakta, hem de bu sorunun etkili ve gerçek çözümü olan modern kontraseptif (gebeliği önleyici) yöntemlerin etkin ve yaygın olarak kullanımı istenmemektedir. Bu politika hem suç, hem insan haklarına aykırı hem de son derece çelişkilidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHM, Mayıs 2012’de kürtaj (D&C) yasağının
kadın haklarının ihlali olduğuna karar vermiştir!

Yıllık nüfus artış hızı EU-28’de % yarımın altındadır. Türkiye’de bu hız EU-28 ortalamasının
3,5 katı dolayındadır. Dünya Yıllık nüfus artış hızı ortalaması %1,1 olup, Türkiye bu veriden de %0,24 puan ya da % 22 daha yüksek bir hıza sahip!

Geçelim Türkiye’yi; Dünyanın da 7,4 milyarı aşan muazzam insan kalabalığını kaldıramadığını, başta UNFPA (BM Nüfus Fonu) olmak üzere, her yandan gelen verilerle çarpıcı biçimde öğreniyor, küresel ısınma vb. sorunlarla da yüzleşerek yaşıyoruz.

Dünya ve özellikle Türkiye, hemen HER AİLEYE 1 ÇOCUK ilkesine sarılmalı ve
yaşama geçirmelidir.

(Bkz : http://ahmetsaltik.net/arsiv/2014/11/Nufus_sorunlari_-ve_-politikalari1.pdf)

Sevgi ve saygı ile.
28 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Çevre ve İnsan Sağlığı / Environment and Human Health


Sevgili öğrencilerimiz,
Sevgili www.ahmetsaltik.net konuklarımız

AÜTF (Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi) Dönem 2’de verdiğimiz 2’şer saat süreli
(223’er kişilik 2 alt kümeye)ÇEVRE ve İNSAN SAĞLIĞI başlıklı dersimizin güncellenmiş yansılarını izlemek için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız ??

Cevre_ve_Insan_Sagligi_Ahmet_Saltik

Cevre_ve_Insan_Sagligi_kapak_yansisi

Bundan önce
“5 Haziran Dünya Çevre Günü-2015′
e de bir armağanımız olsun..”
demiştik..
Yine güncelledik.

21. İklim Doruğu‘ndan (COP-21, Paris) olumlu sonuçlar ve uzlaşma çıkması umuduyla..
Toplantı 11 Aralık 2015’te bitecek..

HER AİLEYE 1 ÇOCUK; Başka çare yok!

Bir de tasarruflu ve çevreye saygılı yaşamı mutlaka uygulamak..

Sevgi ve saygı ile.
06.12.2015, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Dünya İklim Zirve Konferansı ve Türkiye

Dünya İklim Zirve Konferansı ve Türkiye

Hakkı Keskin

Prof. Hakkı Keskin
hakki@keskin.de

AYDINLIK, 04 Aralık 2015, 10:59

150 devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla, Paris’te 11 gün sürecek olan Birleşmiş Milletler “Küresel Isınma ve Hava Kirliliği Konferansı” yapılıyor. Amaç küresel ısınmayı olası kısa sürede 2 derece ile sınırlandırmak. Küresel ısınma, son yılların temposuyla devam ederse;

– yüzyıl sonunda bunun 5 dereceye çıkabileceği,
– eriyen buzulların bazı kıyı ve ada ülkelerini sualtında bırakacağı,
– Dünya’nın kimi bölgelerinde aşırı kuraklığın orman yangınlarına ve çölleşmeye yol açarken
– kimi bölgelerinde de sel felaketlerine neden olacağı,

bilimsel araştırmalarla ortaya konuyor.

Son yıllarda bu felaketlerin birçok ülkede zaman, zaman yaşanmakta olduğu da görülmektedir.

Küresel ısınmaya ve hava kirliliğine, sera gazı etkisi yaratan fosil yakıt (kömür, petrol, doğalgaz, bor) kullanımının neden olduğu biliniyor. Fosil yakıtların ise, Dünya enerji kullanımının %90’ların üstünde olduğu belirtiliyor. Özellikle ABD, Çin, Hindistan ve Rusya’nın, küresel ısınmada çok büyük paylarının olduğu, her yıl yapılmakta olan Küresel İklim Zirve Toplantılarında, son olarak da Kopenhag’da, bu ülkelerin uzlaşmaz tavırlarının anlaşmayı engellediği söyleniyor.

Kömürün, evlerin ısıtılmasında kullanıldığı yıllarda, şehirlerin bir kara bulutun altında kaldığını, ben 1979’da bulunduğum Ankara’dan biliyorum. Çankaya’dan çektiğim fotoğraflarda, kent görülemez durumdaydı. Benzer durumu şimdi çok daha büyük ölçüde Pekin yaşıyor. O kadar ki, sağlığa büyük tehdit oluşturan kömür ve araba egsoz dumanına (smokuna) karşı insanlar maske takarak dışarıda bulunabiliyor! Hatta bu nedenle bazen okullar tatil ediliyor. Sağlığa zarar veren bu koşulları birçok ülke insanı, özellikle kış aylarında yaşamak zorunda kalıyor.
 

KURTULUŞ YENİLENEBİLİR ENERJİ KULLANIMINDA

Küresel ısınmanın sınırlandırılabilmesi ve hava kirliliğinin azaltılmasının sağlanabilmesi için, çözümün yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasında olduğu kanıtlanmış bulunuyor.
Yenilenebilir enerji kaynaklarını;
 
– güneş,
– rüzgar,
– deniz dalgası,
– jeotermaller (yeraltı suları) ve
– hidrolik enerjiler (nehirler) oluşturuyor.

Özellikle güneş, rüzgar ve dalga enerji kaynakları, tükenme riski olmayan, iklimsel ısınmaya, hava kirliliğine yol açmayan ve dışa bağımlılığı gerektirmeyen, tükenmez ve temiz enerji kaynaklarıdır.

Bu nedenle özellikle birçok Avrupa ülkesi, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasına büyük önem vermektedir. Japonya-Fukuşima’da yaşanan büyük nükleer felaketten hemen sonra, enerjisinin %15’inden çoğunu nükleer enerjiden sağlayan

Almanya, 2020 yılına değin çalışmakta olan
tüm atom santrallerini (8 adet) kapatacağını

ve enerji açığını yenilenebilir enerjiden sağlayacağına karar verdi.

Şu anda Almanya kullandığı enerjinin üçte birini yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlamaktadır. Enerji politikasındaki bu yeni yaklaşım, hızla kabul görmekte ve yayılmaktadır.

Türkiye enerji bakımından dışa çok büyük oranda bağımlı bir ülkedir, özellikle de Rusya’ya.

Türkiye hızla, çok zengin olduğu yenilenebilir enerji kaynaklarını, güneşi, rüzgarı ve jeotermal kaynaklarını kullanarak, dışa bağımlılığını çok kısa zamanda en aza indirebilir.
Türkiye 2013 yılında ithal ettiği enerji için 55,9 milyar Dolar ödedi. Türkiye ithalatının %22,2’ sini bu sektör oluşturuyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarının olası büyük ölçüde devreye girmesiyle, ekonominin en büyük sorunu olan dış ticaret açığı da, neredeyse tümden kapatılmış olacaktır. AKP günümüze değin, alternatif (AS: seçenek) enerji kaynaklarına gereken önemi vermemiştir. Bu yanlış politikadan ivedi olarak dönülmelidir.
 

TÜRKİYE’DE DOĞAYI KORUMA BİLİNCİ YOK DÜZEYDE

Aday ülke olduğumuz AB ülkelerinin çoğunda, doğayı ve çevreyi korumak, 30 yılı aşkın bir süredir, en önemli ve öncelikli politikadır. Bu amaçla kurulmuş, parlamentolara girmiş ve zaman, zaman da hükümet ortağı olmuş siyasal partiler bulunmaktadır (AS: Yeşiller Partisi gibi). Bu partilerin zorlaması sonucu, öbür partilerde çevre ve doğayı koruma konusunda daha duyarlı konuma gelmişlerdir.

On yıllardır Batı Avrupa ülkelerinde çöpler ayırt edilerek farklı çöp kutularına atılmaktadır. Kağıt, karton, cam. şişe gibi atıklar ayrı ayrı bidonlara atılmaktadır. Türkiye’de bulunduğum sürede biriktirdiğim gazeteleri, alışkanlığım nedeniyle çöp kutusuna atamıyorum. Biriktirdiğim onlarca gazete atığının, kaç ağaçtan oluştuğunu düşünerek, büyük bir vicdan azabı duyuyorum. Gazeteleri iple bağlayıp, çöp kutusunun yanına bırakarak, onların en büyük çevreci olarak gördüğüm toplayıcılar tarafından alınmasını umuyorum.

Türkiye’de kentler ivedi olarak hiç olmazsa karton, kağıt, cam şişelerin ve mutfak çöpünün ayrı ayrı bidonlara konmasını, toplanmasını ve bunların değerlendirileceği geri-dönüşüm (recycling) işlemi görmelerini, artık ivedi olarak gündemlerine almalıdırlar.

Plastik şişede su ve içecek satın alırken, satın alınan içeceğin değerinin yarısı kadarı da şişe için ödenmekte, boşalan şişe, geri-dönüşümlü kullanılabilmesi için, marketlerde bulunan otomatlara atılarak ezilmekte ve otomata attığınız plastik şişe karşılığı olarak parası geri ödenmektedir. Böylece çevre düşmanı bu atıkların, yol kenarlarına ve hatta araba camı açılarak dışarı atılması engellenebilecektir. Marketlerden istendiği kadar bedava alınan poşetlerde yine büyük bir sorun oluşturmaktadır. Batı Avrupa ülkelerinde marketlerde poşetler büyüklüğüne göre parayla satılmaktadır.

Türkiye çevreyi ve doğayı korumak için bu güzel örnekleri artık daha çok gecikmeden uygulamaya koymalıdır. Bu konudaki vurdumduymazlığı anlamak gerçekten olası değildir.

====================================

Evet dostlar,

“Dünya İklim Zirve Konferansı” (COP21) nı önemsiyoruz. Bu bağlamda sitemize birkaç yazı koyduk. Toplantı 11 Aralık 2015’te bitecek, dileriz kapsamlı bir uzlaşma çıksın ve alınan ortak kararları küresel toplum olarak paylaşıp destekleyelim. Dünya artık bunca nüfusu ve yüklenmeyi kaldıramıyor.. Kimi uzmanlara göre, böyle giderse Gezegenimizde ancak yüz yıl dolayında yaşam umudumuz var! Ünlü İngiliz Fizikçi Prof. Stephan Hawking‘e göre ise böyle gider ve uzayada yeni koloniler edinemezsek uygarlığın en çok bin yıl önrü vardır..

160 yıl kadar önce Kızılderili Reis, topraklarını satın almak isteyen Beyaz adama ne güzel ders vermişti:

Dünya bize atalarımızdan miras kalmadı;
o, çocuklarımıza koruyarak aktarma borcumuz olan bir emanettir..

*****

Anayasa’nın 56. maddesi çok açıktır :VIII. Sağlık, çevre ve konut

A. Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması

Madde 56 – Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek
Devletin ve vatandaşların ödevidir…

*****
Maddenin ilk paragrafında “çevre” sözcüğü başlıklarla birlikte 6 kez geçmekte ve
çevreyi geliştirme
– çevre sağlığını koruma
çevre kirlenmesini önleme

Devlete ve vatandaşa ORTAK ödev olarak verilmektedir…Devlet de yurttaşlar da anayasal hak ve yetkilerini kullanarak ödevlerini ortaklaşa yerine getirlemelidir. Türkiye’de bu kültür ve disiplini hızla yaşama geçirmek zorundayız. Daha fazlası için, AÜTF (Halk Sağlığı Anabilim Dalı) Dönem 2’de verdiğimiz “Çevre ve İnsan Sağlığı” başlıklı ders yansılarımıza (111 yansı) bakabilirler.

http://ahmetsaltik.net/2014/11/21/cevre-ve-insan-sagligi-environment-and-human-health/

Önceki Orman Bakanlarından Sayın Osman Pepe’nin 11 yıl önce verdiği feryat gibi demeç nasıl unutulabilir?? (yansı 88 ve 89)

  • Ülkenin güzelliklerine işbirliğiyle sahip çıkılmalı.
    Kentsel yerleşim, tarım ve sanayi alanlarının dağılımını gösteren kent çevre planlamasına gereken önem verilmiyor.
    Herkes istediği yere istediği şeyi yapabileceğini düşünüyorsa, yalnızca düşünmekle kalmıyor bunu da yapıyorsa,
    – yarın kalkınmış 
    büyük Türkiye’nin insanının karnını doyurabilecek tarım arazileri sanayi yayılmasıyla karşı karşıya kalıyorsa,
    – yeraltı suları çekiliyorsa..
    – 
    Trakya’da bundan 15 yıl önce yeraltı suları 150 m’de iken bugün 400-450 m’ye inmiş.
    Bu ne demek biliyor musunuz? Ülke elden çıkıyor demektir, ülke çölleşiyor.
    – Cennet gibi bir ülke yaşanmaz duruma getiriliyor.
    – Bütün bunların önüne geçebilmek için çevre yatırımlarına ağırlık vermek gerekiyor.

    Nüfus artış hızını mutlaka frenlemek ve çevreye saygılı tasarruflu yaşama mahkumuz!
    HER AİLEYE 1 ÇOCUK; BAŞKA YOLU YOK!

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK
    Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
    AÜTF Halk Sağlığı AbD

    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

TTB Paris İklim Konferansı COP21’de

 

Türk Tabipleri Birliği, 30 Kasım-11 Aralık 2015 tarihleri arasında Paris’te gerçekleştirilecek olan Paris İklim Konferansı COP 21’e katılıyor.

Sağlık ve Çevre Birliği (Health and Environment Alliance – HEAL) Delegasyonu bünyesinde yer alan TTB, 4 ve 5 Aralık’ta gerçekleştirilecek iki panelde yer alacak. Delegasyonda
Türk Tabipleri Birliği’ni TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan ve
Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Kayıhan Pala temsil ediyorlar.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan, program kapsamında ilk olarak 4 Aralık 2015
günü 09.30-12.30 arasında gerçekleştirilecek ​​“Sağlıkçılar Sağlıklı Enerji ve İklim için Eylemde” başlıklı panele konuşmacı olarak katılacak. Sağlık ve Çevre Birliği HEAL, Fransız Tabipleri Birliği (Conseil National de l’Ordre des Médecins – CNOM), Dünya Tabipler Birliği (World Medical Association – WMA), Uluslararası Tıp Öğrencileri Dernekleri Federasyonu (International Federation of Medical Students Associations – IFMSA) tarafından düzenlenen panel İngilizce ve Fransızca olarak gerçekleştirilecek ve web stream aracılığı ile canlı yayın yapılacak.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan, 5 Aralık 2015 günü de “Küresel İklim ve
Sağlık Zirvesi”
nde konuşmacı olarak yer alacak. Koordinasyonunu, Küresel İklim ve Sağlık Birliği (Global Climate and Health Alliance), Dünya Sağlık Örgütü, Fransız Sağlık ve Çevre Derneği (Société Française de Santé et Environnement – SFSE) ve Alman Uluslararası İşbirliği Kurumu (Deutsche Gesellschaft für Internationale Zusammenarbeit – GIZ) ve Sağlık ve Çevre Birliği HEAL’in üstlendiği zirve 08.00-17.00 arasında gerçekleştirilecek.

Paris İklim Konferansı’nda müzakereciler yeni ve küresel bir iklim sözleşmesini yaşama
geçirebilmek için çalışacaklar. Bu çerçevede, COP21, uluslararası sağlık camiası için,
iklim değişikliği müzakerelerine sağlıkla ilgili başlıkları taşıyabilmek ve iklim değişikliği ile mücadele için geliştirilecek politikaların sağlık boyutuna dikkat çekerek, müdahale edebilmek için önemli bir platform olma özelliği taşıyor.

===================================

Dostlar,

Küresel İklim Değişikliği ve başlıca türevlerinden olan Küresel Isınma,
kestirilen ya da sanılanın çok ötesinde bir maliyet yüklüyor Küre’ye..
Bu maliyet salt akçal değil ya da akçal bedellerle karşılanabilir türden değil!
Çünkü niteliği gereği Doğa kaynaklarında durdurulamayan ve geri döndürülemeyen yitiklere neden olmakta. Örn. çölleşme, tarım topraklarının azalması, gıda üretiminin düşmesi, açlığın ve acı sonuçlarının yaşanması gibi..

Bu sorunların hatırı sayılır düzeyde kaynağı, yabanıl (vahşi) kapitalizmin dizginlenemeyen maksimum kazanç hırsı. Ancak bu vahşi sömürü ve doğa katliamının sürdürülebilirliği kalmadı. Bu bakımdan, egemenler ciddi önlemler almak zorunda. Elbette tunç yasa kâr maksimizasyonundan vazgeçmelerini bekle(ye)miyoruz ne yazık ki.. Yetmedi, alınacak önlemlerin maliyetinin de elden geldiğince gelişmekte olan ülkelere yansıtılmak isteneceğini biliyoruz.. 21. yy’da İnsanlığın ulaştığı uygarlık düzeyi açısından emperyalistler adına da utanmak sanırız bizlere düşüyor.

Tipik örneğini Suriye – Irak sığınmacılarında izliyoruz..
BOP bağlamında Ortadoğu’nun mazlum halklarını ateşe veren ABD – AB emperyalizmi ve bunların maşası politikalar izleyen BOP Eşbaşkanları ve Türkiye, şimdilerde AB’nin ödenip ödenmeyeceği belirsiz 3 milyar € rüşveti karşılığında AB’nin sığınmacı deposu olmayı kabullenebiliyor.. Üstelik halen AB’de olanların da çoğunun iadesi koşul ile.

Bir yandan da BOP Eşbaşkanlığı serüveni ile ateşin ortasında kalan Türkiye, kendisini savunmaktan acizmişçesine habire yabancı silahlı güçleri ülkesine kabul ederek..
Yani örtük işgale uğrayarak..
Haa, bu arada bir de müjde : Katar’a artık vizesiz gidebilecekmişiz!

COP-21 Doruğunun kararları izlenmeli, sahip çıkılmalı.

Sevgi ve saygı ile.
02 Aralık 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Mısır’da ve Suriye’de Siyasal İslam

Mısır’da ve Suriye’de Siyasal İslam
(Cumhuriyet 26.08.2013)

Turkkaya_Ataov_Portresi_Ermeni_soykirimi_belgesi_yok

Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV

ABD Suriye’de şimdi kendi yaratığı “El Kaide”cilerden ürküyor. Libya ve Irak’taki gibi sivil hedefleri de bombalayamaz. Bir umudu, Şam’da bir general kümesinin varlıklı sınıflar yararına Esad’dan da kurtulmasıdır.

“Siyasal İslam” tartışması Mısır ve Suriye’de akan kanla dünya gündemine iyice oturdu. Bu kavram, vuruşkan dincilik ve İslamcı uygulama her yerde aynı değil. Ne tarihte, ne şimdi. Körfez’de Vahabilik, Şii İran, Filistin’de Hamas ve Lübnan’da Hizbullah birbirlerine benzemezler.

Batı’daki “İslam korkusu” gerçekte iki tarafın da işine yarıyor. Batı’nın muhaliflerini böldüğü için emperyalizmin ve emperyalizme karşıymışlar gibi bir maske taktırdığı için İslamcıların ekmeklerine yağ sürüyor. Siyasal İslam önderleri genelde “çağımız emperyalizmi” olan küreselleşmenin ve “eşitsizliğin güvencesi özelleştirmenin” tırmandırdığı yağma fırtınasının destekçileridir. Mısır’daki sözde dinciler, (Hıristiyan) Kıptilere karşı ne denli acımasız olduklarını son haftalarda da kanıtladılar; kendilerini Müslüman sayan Şii, Alevi ve Ahmedilere karşı da acımasızdırlar; insanlığın yarısını oluşturan kadınları ikinci sınıf saydıklarını herkes bilir. Ancak laik siyasetle solun çözemediği sorunların yarattığı kızgınlığı siyasal (aynı zamanda kişisel) kazanca çevirmesini bilmişlerdir.

Bu sorunların çözümünün din kitabında olduğunu tüm köktendinciler, yani Yahudi, Hıristiyan ve Hindu bağnazlar da savunuyorlar.

Oysa küresel ısınma gerçeğinin çözümü Şiiliğin “Saklanan İmamı”nda mı, Brahmanizmde mi?

* Doğa kendinin kimya, fizik ve matematik kurallarını herhangi bir duanın okunması nedeniyle değiştirmez.

Teknolojiyle gelişen makinelerin büyüttüğü işsizlik sorununun çözümü İncil’de mi, cihatçıların söylemlerinde mi? Kişi başına en yüksek gelir yabancıların çıkardıkları petrolden zenginleşen Birleşik Arap Emirlikleri’ndedir; ancak bu ülke müspet ilimlerde öne fırlayan tek bir bilim adamı yetiştirmedi.

Siyasal İslam, önündeki engelleri Nasır, Burgiba, Bin Bella ve Esad gibi temelde laiklerin başarısızlıkları ve ABD’nin desteği sayesinde aştı. Afgan savaşında mücahitleri uluslararası sahneye sokan Vaşington yönetimiydi; Pentagon’un silahları, büyük bankaların paraları ve Friedman’ın neo-liberal ekonomi düşünceleriyle.

– Uluslararası büyük sermayenin dünyayı ele geçirmesinde “ilk darbe” alanı, petrolü bol ve konumu uygun Müslüman kuşağıdır.

Üstelik Çin, Rusya ve öteki olası rakiplerine karşı bir fırsatlar diyarıdır.
Ayrıca bölge jandarması, nükleer İsrail de oradadır.

Yeni bağlaşığı, petrole ve Dicle-Fırat sularına egemen konuma geçebilecek Kürtlerin bir bölümüdür.

ABD’nin Mısır ve Suriye ile ilgisi bu yüzdendir. Tunus’un soy-sop hırsız başkanı
Bin Ali halka kurşunlarla ateş ederken, Obama’dan bunu kınayan tek bir söz gelmemişti. Mısır’da emperyalizmin ve İsrail’in dostu Mübarek’ten memnundu.

Müslüman Kardeşler’in desteğiyle seçilen Mursi’nin kısa sürede peş peşe demokrasi karşıtı kararlarıyla İslamcıların saygınlığı önemli ölçüde azalmıştı. Adaleti ve içişlerini kendi baskısı altına aldı, yandaşı olmayanlara kapıları kapattı. Halktan kaçırır gibi hazırlattığı anayasaya ekmeği, elektriği ve benzini olmayan çok sayıda yurttaş karşıydı.

ABD siyasal İslam seçeneğinden bu nedenle uzaklaşıp Mübarek dostu generallerle konuşmaya başladı.

    ABD’nin “ırkçı İsrail”le özel ilişkileri vardır

, anayasası bile olmayan Suudiler’le onun peyklerine ses çıkarmaz, ama yandaşı olmayan Esad’a karşı çıkmıştır.

Kuşku yok ki Mısır’da bir “darbe” oldu.

İktidarı alanlar “Arap Baharı”nın başlangıcında alanlara sığmayan milyonlarca yurttaş değil, sömürgen sınıfın koruyucusu, ABD emperyalizminin uygulayıcısı ve şahlanan emekçilerin önünü kesmek isteyen varlıklı generallerdir.

Mısır ordusu (ve Suriye’de İslamcılar) ne işsizliği azaltır, ne halka hizmet götürür, ne de demokratik hakları sayar. Yapacağı “halk devrimi”nin boğazını sıkmak, Esad’ın ordusunu kendine karşı çevirmektir. O devrimi ne Mursi yandaşları ne de generaller yaşatır. Her ikisi de halkın çoğunluğunun karşısındadırlar; ikisi de iktidarlarını savunmak için dişlerini tırnaklarına takarlar. Sıradan insan da (generallerden ve dinci geçinenlerden) haklarını almak için dişlerini tırnaklarına takmak zorundadır.

ABD Suriye’de şimdi kendi yaratığı “El Kaide”cilerden ürküyor. Libya ve Irak’taki gibi sivil hedefleri de bombalayamaz. Bir umudu Şam’da bir general kümesinin varlıklı sınıflar yararına Esad’dan da kurtulmasıdır. Ne Fransız mandasının iktidara hazırladığı bu Alevi azınlığın üst kaymağı, ne de ABD emperyalizmi Suriye’de halk denetiminde bir demokrasiye yanaşır. Vaşington her ikisinde de kendine “kul-köle” olacakları arıyor. Mısır’da “general atı”na oynadı; Suriye seçeneklerinde o da var.

Niyagara Şelalesi / Niagara Falls..

Başta aşırı nüfus artışı, kendi hatalarımızla Dünyayı yaşanmaz kıldık. Küresel ısınma bir yeryüzü cehennemi.. Hızla, geç kalmadan tersine önlemler almalıyız. Sitemizde dün de bu soruna ilişkin 2 dosya koyduk.. İnceleyelim, paylaşalım ve uygulayalım..

niagara_falls

HASTALIKLARIN KALITSAL, BÖLGESEL ve ÇEVRESEL ÖZELLİKLERİ / The Hereditary, Regional and Environmental Features of Diseases

Hastalıklarin_kalitsal_bolgesel_ve_cevresel_ozellikleri.