Etiket arşivi: KOVİT-19

SALGIN VERİLERİNİN EPİDEMİYOLOJİK DİLİ

SALGIN VERİLERİNİN EPİDEMİYOLOJİK DİLİ :

SAYILAR BİZE NE SÖYLÜYOR?


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Em.)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com     facebook.com/profsaltik    twitter  @profsaltik
BİRGÜN, 16 Mart 2021, syf. 10  PDF : BİRGÜN makalemiz, 16.3.21

İlk Kovit-19 olgusu Türkiye’de, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) “Bu bir küresel pandemidir” duyurusunu yaptığı gün, tam 1 yıl önce 11 Mart 2020 günü Sağlık Bakanı Dr. F. Koca tarafından kamuoyuna duyurulmuştu. 1 koca yıl geride kaldı ve “yeni koronavirüs”ün (SARS-CoV2) neden olduğu kıtalararası salgın (pandemi), tüm dünyada sönümlendirilemedi. Türkiye’nin de başı fena biçimde ağrımakta. 13 Mart 2021 günü “resmi” verilerinden ilerleyerek sorunu irdeleyelim.

Test politikası bakımından..

150.098 PCR testi yapılmış ve 15.082 yeni olgu / vaka (İng. “case”) yakalanmış. (+) olgu sayısı / test sayısı oranı (test pozitiflik oranı) %10. Oldukça yüksek bir oran, zaman zaman %1-2’lere düştüğü oldu. 150 bin değil de 2 katı, 300 bin test yapılsa idi acaba yakalanan olgu sayısı da 2’ye katlanacak ve 30 bini aşacak mıydı? Günlük test sayısı ülkemizde en çok 200 bini buldu. Oysa DSÖ, Türkiye için  400 bin / gün test yapılması gerekli düşüncesinde. Dolayısıyla 400.000 / 150.098 = 2,67 ile 15.082 çarpılırsa 40.219 bulunur. Yaklaşık 2,7 katı PCR (+) olgu yakalanmış olacak ve uygun önlemlerle toplumdan ayrılmaları gerekecekti. Hastaneye yatırılması gerekmeyenler karantinaya, gerekenler izolasyona.. Böylelikle bu kişilerde hem erken tanı konarak daha etkin sağaltım (tedavi) sunulacak ve ölümler azaltılabilecekti hem de başkalarına bulaştırmaları engellenerek bulaş zinciri kırılabilecekti. Her 2 olanaktan da ancak yakalayabildiğimiz olgu oranında yararlanabiliyoruz.

Ayrıca kullanılan PCR testlerinin duyarlıkları (gerçek + olguları yakalama gücü) hiçbir zaman %100 değil. Başlangıçta %40’lara dek düşmüştü, çok az gerçek olgu yakalayabildik ve salgın yayıldı. Giderek %70’lere erişen duyarlıklı PCR testleri geliştirildi ancak bu kez de Eylül 2020’de İngiltere varyantı mutant virüs ve ardılları Brezilya, G. Afrika vd. nedeniyle test duyarlığı gene düştü. PCR testlerinin, mutant tiplerin RNA dizilimlerine göre primerlerinin güncellenmesi gerekti. Bu teknik güncelleme ülkemizde hem gecikti hem de yeterli olmadı. Ayrıca bölgesel farklılıklar da oluştu. Örneğin son haftalarda yayınlanan illere göre yüz bin nüfusta haftalık yeni olgu sayılarına göre maviye boyanan düşük riskli Güneydoğu Anadolu illerinde, sağlıkçılarla konuştuğumuzda, ciddi düzeyde test kıtlığı yaşandığı bize aktarıldı. Sağlık çalışanlarına bile yeterince test yapılamadığı yakınması bildirildi.

PCR testleri Sağlık Bakanlığı politikası uyarınca genel olarak başvuran ve belirtisi olanlarla.. epey sınırlandığı için, toplumdaki riskli kümelerde aktif sürveyans bağlamında yaygın kullanılmadıkları için, örnek alma tekniği, laboratuvara ulaştırmada soğuk zincir ve olası laboratuvar hataları da katıldığında, buzdağının altında kalan gerçek (+) olgu sayıları / oranları yüksek oldu. Bu sorun da bulaş zincirini kırmada başlıca engellerden (handikap) olarak ortaya çıktı, salgın eğrisi hızla tırmandı ve bastırılamadı, uzadı, uzadı.. Ro değeri genellikle 1’in üstünde kaldı sınırlı zamanlar dışında. Yani bulaşı alan 1 kişi, bulaştırıcı olduğu 14 gün içinde 1’den çok insana bulaştırdı. Oysa salgını sönümlendirebilmek için bu katsayıyı 1’in altına çekmek ve en az 4 hafta baskılamak gerekiyor. Günlük test sayısının kişi ya da test sayısı mı olduğu da genellikle netleşmedi. Toplam test sayısı 35 milyona ulaştı, 90 milyona varan ülke nüfusunun %40’ını bulmadı 1. yıl sonunda.

Hasta sayısı bakımından

Salgının ilk yılı bitiminde, resmi rakamla toplam 2.866.012 olguya erişildi. Kabaca, 90 milyon eylemli (fiili, gerçek) nüfusun %3,2’si bulaşı almış oldu. Yine pratik yaklaşımla buzdağı modeli gereği toplam gerçek olgunun 1/10’u yakalanmış / tanı konmuş olsa, 28,66 milyon nüfus ya da %31,8’lik nüfus kesiminin bulaşı aldığı çıkarımı yapılabilir. Kovit-19’un özellikle 12 yaş altı çocuklarda, azalan oranlarda 18 yaş altında ve giderek tüm yaşlarda %85’lere varan ölçüde belirtisiz – bulgusuz gittiği bilgisi de 1/10 buzdağı ampirik yaklaşımı ile örtüşmektedir.

Buradan “toplum bağışıklığı” kavramına geçilebilir mi? “Sonuç olarak” belki “evet”.. ama bu “kazanım” kavramın tanımı ile örtüşmüyor. “Toplum bağışıklığı” aşı ile toplumun ne oranda bağışık kılındığının tanımı. Yoksa bırakalım insanlar hastalansın, öldürücülük oranı %3 düzeyinde, giderek toplum doğal yolla bağışık olsun yaklaşımı etik – moral – bilimsel – hukuksal değil! Kaldı ki, hastalığa yakalananların geliştirdiği doğal bağışıklık (hücresel ve sıvısal) kalıcı değil ve 6-8 ayda sönümleniyor. 23 gün ara ile 2. kez bulaşa yakalananlar olduğu gibi, son günlerde mutant tiplerle yeniden enfeksiyon da gözlenmekte. Ayrıca 1 yılda, tanı konan 2,8 milyonun 10 katı toplumda toplam bulaş varsayılsa bile, salgının bu ivme ile en az 3 yıl sürmesine katlanmak gerekir ki, tüm nüfus doğal yolla bağışık olsun! Üstelik kalıcı bağışıklık sağlanmadığını ve mutant tiplerle yinelenen enfeksiyon riskini de hesaba katarsak, yıllarca böylesi bir “serap” a erişmek hayali sürebilir. Böylesi bir serüven ölümler bakımından da göze alınamaz, 90 milyon nüfusun tümünün hastalanarak bağışıklanması senaryounda, %3 düzeyindeki küresel ölüm hızı ile, Türkiye’de 270 bin insanımızın feda edilmesi sonucu doğar ki, hiçbir biçimde savunulamaz, post-modern bir kırım olur!

Yaz sonrası, Mayıs başında uyardığımız üzere kasırga = hasta ve ölüm sayılarında çok hızlı tırmanma başlayınca, S. Bakanlığı’nın kendince bir ayrım ile PCR testi (+) çıksa da en az 2 belirtisi olmayanları hasta kabul etmeyip ayırdığı ve “hasta” sayısını çok azaltarak açıkladığı, DSÖ’nün 2 ayrı kodla bildirim yönergesine uymadığını ve ulusal ve uluslararası kamuoyunu yanılttığını da not etmek zorunludur. Bu tablo, Bakanlığın bir bilgisayar ekranının görüntülenmesi ile açığa çıkmış o gün 30 bin olan PCR (+) olgu sayısının 1/20’si ya da %5’i olarak 1500 “hasta” ilan edildiği kanıtlanmıştır. Ardından Bakanlık 2 ayrı veri ile de olsa, gerçek rakamları geriye doğru açıklamak zorunda kalmıştır. Ancak ölüm verilerinde karartma / indirgeme, İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerin belediyelerince günlük ölüm verilerinin açıklanması ve Türkiye genelinde Bakanlığın açıkladığı kovit-19 ölümlerinin “komik” kalmasına karşın inat ve ısrarla sürdürülmektedir. İktidar, gerçek ölüm verilerinin kuşkusuz çok ağır olabilecek siyasal faturası ile yüzleşememekte, dahası salgını iyi yönettiğini bile savlayarak (!?) muazzam başarısızlık, skandal, fiyaskolara karşın yapay bir başarı öyküsü yaratmaya çabalayarak algı yönetimine / saptırmasına yönelmiştir (11.3.21, Erdoğan tweet’i)

Ağır hastalar son veri ile yukarıdaki tabloda 1350 olarak görülmektedir ki, havuzdaki toplam hastaların 1350 / 151.031 = %0,9’dur. Dünya genelinde bu oran %0,4 olup, 2,25 kat ağır hastamız söz konusudur!? Öte yandan yine üstteki tabloda filyasyon oranının %99.9 olduğu, ortalama filyasyon süresinin 8 saat dolayında olduğu kayıtlıdır. Son 2 sayısal veri gerçekten doğru ise, muazzam bir başarı anlamındadır ve pek çok olgunun hızla erken tanı almasını da sağlayabilir. Bu durumda, erken tanı alan hastalarda “ağır hasta” ya dönüşme neden bunca yüksektir?

  • Popüler adlandırmasıyla “turkuvaz tablo” gerçekte kara / siyah ya da kıpkırımızı olup, pek çok gerçeği saklamakta, örtmekte, indirgemekte, maskelemekte… halkı ve küresel kamuoyunu, DSÖ’nü aldatmaktadır. Nitekim ABD’de CDC bir ara Türkiye’yi 3. derecede riskli ülke ilan etmiş ve yurttaşlarını uyarmıştı (en üst risk 4. derece).
  • AKP iktidarı saydam – dürüst davranarak halka güven verememiş, tersine, salgının uzamasına da kaçınılmaz biçimde neden olarak, ülkemize ağır bedeller ödetmiş, ödetmekte ve bir güven bunalımına yol açmış bulunmaktadır. En az 387 sağlık emekçisi yitirilmiştir!

Havuzdaki hastalar…

Yukarıdaki tabloya göre “resmi” verilerle 2.866.012 (toplam hasta) – 2.685.560 (toplam iyileşen) = 180.452 ve bundan da toplam “resmi” ölümler olan 29.160 düşüldüğünde, halen 151.031 aktif hasta olduğu sonucuna varılabilir. 11 Mayıs 2020’den sonra 2. açılım – saçılım sürecinin başlatıldığı 1 Mart 2021’den bu yana “havuzdaki hastalar” artmaktadır çünkü her gün iyileşerek havuzdan ayrılanlardan daha çoğu hastalanmaktadır. 13.3.21’de nedense, rekor sayıda iyileşen 15.287 oldu? Salgının sönümlendirilmesi, pratik anlamda hasta havuzunun boşaltılması demektir. 151.031 hastanın dünya ortalamasına göre %3’ünün önümüzdeki 2-4 haftada ne yazık ki ölmesi bekleniyor! Bu rakam 4531 kişiye karşılıktır ve 4 hafta boyunca günde ortalama 162 ölüm öngörülebilir. Ne var ki, Sağlık Bakanlığı resmi verilerine göre Türkiye’de hastalıktan ölüm oranı Dünya ortalamasının 1/3’üdür!? Bu durumun Biyolojik – Epidemiyolojik bir açıklaması asla olmayıp tümüyle kurgusaldır (manüplatiftir) ! Dolayısıyla bu rakamın 1/3’ü dolayında, 4 hafta boyunca günde ortalama 54 ölüm olabilecektir. Ayrıca yeni tanı alan hastalardan da bu 4 hafta içinde erken ölümler gözlenebilir. Pratik olarak, önümüzdeki 1 ay içinde günlük kovit-19 ölümleri ortalama, yaklaşık 60’ın altına düşmeyecektir! Bu nasıl bir denetimli normalleşmedir?! Bu, gerçekte açılım – saçılım histerisidir!

  • Türkiye bu verilerle 1 Mart 2021’de 2. kez ve hiçbir Epidemiyolojşik temeli (rasyoneli) olmaksızın “denetimli normalleşme” ye geçmektedir. Bu karar asla Epidemiyolojik – bilimsel dayanaklı olmayıp, tümü ile popülist – politik yeğleme (tercih) ürünüdür ve sorumluluğu karar sahibi AKP = Erdoğan’ın olacaktır kaçınılmaz ve tartışılmaz olarak.

    Aşı sorunu…

Dr. Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsü 2011’de AKP tarafından 663 s. YGK (KHK) ile kapatılmış ve aşıda %100 dış bağımlılık oluşmuştur. Salgın ortasında Türkiye yerli aşı geliştirememiş, yurt dışından da yeterli, çeşitli, güvenilir aşı sağlanamamıştır. İngiltere 8 Aralık 2020’de aşılamaya başlarken Türkiye epey zorlama ardından 14 Ocak 2021’de başlayabilmiş ve günümüze dek 60 günde 10+ milyon doz aşı yapabilmiştir. Günlük ortalama 150 bin doza inmiştir. Aşı istasyonları kurulmamış, ek çalışan sağlanmamıştır, tek kaynaktan dışalım ağır aksak, güvencesiz ve çok yetersizdir. 2. doz aşı randevuları beklemekte, öğretmenler bile aşılanamamaktadır!

Bedelinin ödenebildiği ölçüde aşı sağlanabildiği endişesi – kaygısı pek haklı olarak yaygındır ve SİNOVAC’tan aşı alım sözleşmesini AKP, tüm ısrarlara karşın kamuoyuna açıklamamaktadır!?

Çin SİNOVAC firmasının Coronavax ölü (inaktive) aşısının Evre 3 çalışmaları etik, bilimsel çerçevede yürütülmemiş – yürütülememiş, bilimsel olarak geçersiz etkililik – koruyuculuk oranları açıklanmıştır. Gerçekte, uygulanan bu aşının koruyuculuk düzeyi bilinmez durumdadır. Bu tempo ile gidilirse, 70 milyon hedef nüfusun (90 milyon – 18 yaş altı 20 milyon çocuk) 2 doz aşılaması 700 gün (neredeyse 2 yıl!) sürecektir Ocak 2021 ortasından başlayarak.. Bu durum kabul edilemez ve sürdürülemez. Bir yandan ek – yeni mutasyonlara neden olur, bunlar eldeki aşıların etkinliğini azaltabilir, ayrıca aşılama sonrası elde edilen yapay bağışıklık 6-8 ay içinde sönümlenmektedir, ek olarak da bu aşının etkinlik oranı SİNOVAC’ın kendi açıklaması %50 ise, aşılanan 2 kişiden 1’i bağışık yanıt geliştiremeyecektir. Bu tablo, salgın yönetimini iyice tıkayabilecektir.

Ölümler bakımından..

Yukarıda da yer yer değinildiği üzere 13 Mart 2021 akşamı toplam ölümler (1 yılda) “resmi” veri ile 29.421’e erişmiştir ve olgu (vaka) ölüm oranı (İng. Case fatality rate) %1 gibidir, Düya ortalaması %3 iken! Türkiye’de kovit-19’dan ölenlerin dünya ortalamasının 1/3’ü olması için hiçbir bilimsel kanıt yoktur; tersine, Dünya ortalaması gibi olması için bütün veriler destekleyicidir. Dolayısıyla her 3 kovit-19 ölümünden 2’si değişik yaklaşım – yöntemlerle kayda alınmamaktadır. Salgının neden olduğu ikincil ölümler dışında, bu durumda, 29.421 x 3 = 88.263 toplam ölüm olmalıdır! Mayıs 2021’de TÜİK doğum – ölüm istatistiklerini açıklayacak ve çok ciddi karışma (müdahale) olmazsa, toplam yıllık ölüm rakamı, 2019 sonunda 436 bin iken, %2 gibi doğal bir artışla sınırlı kalmayarak oldukça büyüyecektir. Ölüm sayısındaki bu anormal artışın, açıklaması nasıl yapılacaktır? Mızrak çuvala sığmamaktadır, sığmayacaktır… Oysa ilk koşul DÜRÜSTLÜKTÜR!

SONUÇ ve ÖNERİLER

Küresel işbirliği ve dayanışma dışında seçenek yoktur!

İdeal çözüm, yeter ve etkin aşı sağlayıp BM öncülüğünde eşzamanlı, küresel ölçekte 4 hafta tam kapanmadır. Bu sürenin ilk 2 haftasında 1. doz, izleyen 2 haftada 2. doz aşılama, tam bir seferberlik ile duyarlı tüm nüfusa yapılmalıdır.

BM ölçeğinde uluslararası toplum böylesine bir tasarıma girişemese de Türkiye kendisi yapmalıdır. Halen aşılanmamış 60 milyon 18+ yaş nüfus için 120 milyon doz aşı (tek doz yapılan bulunursa bunun yarısı) ne yapıp edip önümüzdeki haftalarda sağlanmalı, tam bir olağanüstü aşılama seferberliği hazırlığı yapılmalı ve 4 hafta tam kapanma ile yukarıda açıklandığı biçimde tam aşılama gerçekleştirilmelidir. Bu sürede toplumun kırılgan – zedelenebilir kesimlerine, başta işsizler – yoksullar.. olmak üzere yeterli sosyal devlet desteği mutlaka sağlanmalıdır. 4 hafta sonunda son derece ölçülü olarak, Epidemiyolojik ölçütlere uygun sıkı denetimli normalleşmeye geçilmelidir.

  • Eldeki sayısal veriler, adına “denetimli normalleşme” de dense, bu 2. kez erken açılım – saçılıma kesinlikle elverişli değildir. Daha çok insanın hastalanmasına, daha çok masum insanın ölümüne ve salgının uzamasına yol açacaktır. Bu kabul edilemez sonuçların nedeni ve sorumlusu hastalıktan çok, izlenen akıl ve bilim dışı politikalar ve onların özneleri olacaktır.
  • Salgından çok iğrenç siyaset öldürüyor; ne acı!
  • İnsanlık düşmanı Kapitalizm, salgının kök nedeni ve baskılanamamasının da ana nedenidir!

Salgın yönetimine asla popülizm, günlük siyaset bulaştırılmamalı, tümü ile Epidemiyolojik yordamlara (stratejilere) uygun bilimsel yönetim sergilenmelidir. Hiçbir ölçüt, kaygı, değer.. İNSANIN YAŞAM HAKKI önüne konmamalı, DSÖ Genel Başkanı Dr. T.A. Gebreyesus’un çığlıkları duyularak önce “sağlık – insan seçilmelidir” her şeyin başında (İng. Choose health”)..

TELE1 Programımız – 9 Mart 2021

Dostlar,

9 Mart 2021 günü akşam 18:00 haberlerinde TELE1‘de, Sn. Begümhan Aydoğan’ın konuğu olduk..
1 Mart’ta başlatılan ve adına “denetimli gevşeme” denilen 2. açılım- saçılım döneminde 1. hafta dolarken, 8 binlerde olan günlük resmi olgu sayısında %50’yi, aşan artışla 13 binleri geçti..
“Çok riskli” kabul edilen kızıla boyanmış kentlerimiz 17’den 26’ya çıktı.
1 hafta sonra durum daha da ağırlaşabilir.
Havaların ısınması ve aşı olumlu etkenler ancak yetersiz, veriler ortada.
Aktif hasta sayısı 135 bine dayandı. %3 ölüm oranı üzerinden önümüzdeki 4 haftada bu hastalarımızdan 4050 ölüm beklenir.. Ama 1/3’ünü göreceğiz resmi istatistiklerde!
14 Ocak’tan beri sürdürülen aşılama 55. gününü doldurdu ve aşılanan insan sayısı 10 milyon dolayında. Günlük ortalama 200 bin doz gibi ve çok yavaş. Mutasyonlar ise hiç yavaş değil;
hızlı, yaygın, çeşitli.
Günlük test sayısı ve yeteneği de doyurucu olmaktan çok uzak..
Dolayısıyla kovit-19‘u belirtisiz, evde – işte – ayakta geçirenleri yakalayamıyoruz ve onlar bulaştırıcı olarak salgının sürmesini sağlıyorlar..

Durum ciddi ve salgın denetimden çıkabilir..
Yapılacaklar bunlar değil..
İzlenecek Epidemiyolojik stratejileri 16 dakikalık konuşmamızda açıkladık.

Lütfen tıklayınız izlemek için..

İzlenmesi, paylaşılması ve ülkemize yarar sağlaması dileğimizdir..

Bilimin gerekleri yapılmalı, salgın yönetimine siyaset ve popülizm asla karıştırılmamalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 10 Mart 2021, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik
 

 

YÖN Radyo Programımız – 9 Mart 2021

Dostlar, 

Bu gün (9 Mart 2021) YÖN Radyonun konuğu olduk.
Sn. Selen Kartay’ın sorularını yanıtlamaya çalıştık.
Söyleşi ayrıca YÖN Radyo’nun youtube kanalında, twitter hesabında da yayınlandı. 5 dakika derken 17 dakikayı buldu.

Özellikle kovit-19‘un illerdeki sıklıkları ile Türkiye geneli için verilen günlük olgu sayılarının “dayanılmaz” tutarsızlığı çok açık ve çoook rahatsız edici.. Neredeyse 1/10!
Her 100 olgudan ancak 10’u resmen açıklanıyor hesaplamalarımıza göre. Ölümler zaten 1/3 oranında açıklanmakta.

2. açılım – saçılıma geçtiğimiz 1 Mart’tan (2021) günümüze olgu sayıları 8 binlerden 13 binlere erişti daha 1. haftada. Mart ortasında, ağırlaşan tablo iyice netleşecek. Aşıya güvenilmekte ancak günde 200 bin dozun üstüne çıkamıyoruz. Arkası gelecek mi, ne zaman gelecek, belirsiz. Aşının koruyuculuğu bir başka sorun alanı..

Tek çare, yeter aşıyı (120 milyon doz) önümüzdeki en kısa sürede bulup ülkeyi 4 hafta sıkıca kapatmak ve ilk 2 haftada 60 milyon insanı ulusal bir seferberlikle aşılamak. 3. ve 4. haftalarda ise 2. dozu uygulamak.. Ardından da milim milim gevşemek..

Soru / sorun şu :

  • İktidar salgını yönetmek mi istiyor, kullanmak mı??

Lütfen tıklayarak izleyiniz, paylaşınız, ülkemize yararı olsun..

https://twitter.com/YonRadyo/status/1369302345662799876?s=20 

Sevgi ve saygı ile. 09 Mart 2021, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

1. Yıl Biterken Salgını Yönetebildik mi? İmdat Epidemiyoloji ve Sosyal Devlet

Dostlar,

Bu gün, 5 Mart 2021 Cuma günü akşam 20:00’de Bursa Tabip Odası’nın konuğu olacağız. Oda Başkanı Sn. Doç. Dr. Alpaslan Türkkan‘ın yöneteceği çevrim içi (on line) oturumun konusu;

  • 1. Yıl Biterken Salgını Yönetebildik mi? İmdat Epidemiyoloji ve Sosyal Devlet

14 Mart Tıp Haftası kapsamında ülkemiz genelinde düzenlenen çok sayıda etkinlikten bir damla..
Konu başlığı bize ait.. sanırız meramımızı yansıtıyor. 11 Mart 2020 idi Sağlık Bakanı Dr. F. Koca ilk Kovit-19 olgusunu resmen ilan ettiğinde. 1 yıl bitmek üzere. Neredeyiz? Salgını gerçekten başarılı yönetebildik mi? 2 can simidimiz neler olabilirdi? Onları doğru tanımlayıp gereğince iplerine sarılabildik mi?

Ne yapmalı??
Bu yakıcı sorunlarımızı irdelemeye çalışacağız. Görselin altında da görüldüğü üzere, oturum Bursa Tabip  Odası’nın youtube kanalından canlı yayınlanacak. / YAYINLANDI..

Lütfen tıklayınız..

https://www.youtube.com/watch?v=bg_tlROhJp4&feature=youtu.be

Bilgi ve ilginize ile sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 05 Mart 2021, Datça 

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Hekim, Halk Sağlığı Uzmanı
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimi (SBF)
Sağlık Hukuku Uzmanı,
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Cumhuriyet Gazetesine demecimiz – 4 Mart 2021

Dostlar,

4 Mart 2021 günü Cumhuriyet Gazetesine bir demecimiz oldu.
Aşağıda paylaşmak isteriz.

8. sayfanın tümü için lütfen tıklayınız : 04-CT08SB

Gazetenin muhabiri ile yapılan söyleşinin tam metni aşağıdadır..
***

1 Mart 2021 akşamı sekreterlerini (Bakanlar??) toplayan AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözü kimseciklere bırakmadan, alınan kararları tüm ayrıntılarına dek uzuuuun uzun kendisi, adeta bir hükümet sözcüsü gibi açıkladı. Nikah süresi, cenazeye katılabileceklerin sayısına… dek.
Demokrasilerde Cumhurbaşkanları gerçekte son derece az konuşurlar. Hele hele ayrıntılı açıklamaları değil Hükümet sözcüsü, Bakanlık sözcüleri yaparlar. Erdoğan, koskoca Türkiye’ye hükmeden tek adam olmanın dayanılmaz keyfini yaşıyor anlaşılan bu buyruklarını tebliğ ederken..

Açıklamalar pekala Sağlık Bakanı, Bakanlık sözcüsü ya da en iyisi Bilim Kurulu sözcüsü (yok ki!) yapabilirdi. Siyasetin güdümünde göstermelik bir Bilim Kurulumuz var galiba. Bizde hep siyaset kurumu konuşuyor zaten, Bilim Kurumu / Kurumsallaştırılmış Bilim ya da Salgın Bilim Kurulu değil.
***

  • Türkiye, 11 Mayıs 2020’den sonra 2. açılım-saçılımı haklı gösterebilecek
    Epidemiyolojik verilere sahip mi?

Sorunun yanıtı kestirmeden “Hayır”dır! 15-21 Şubat 2021 haftasına ilişkin 81 ilin Kovit-19 insidens hızları (100 bin nüfusta o hafta yeni tanı konan PCR+ olguların 7 günlük ortalaması) Epidemiyolojik açıdan güvenli ve geçerli değildir. Örneğin Doğu – Güneydoğuda masmavi bir türdeş (homojen) boyanma görüyoruz; bir de Uşak’ta!? Çok düşük insidens hızları var (<10/100 bin). O bölgeden meslektaşlarımızla konuştuğumuzda çok az PCR testi yapıldığını / yaptırabildiklerini, test olanağı bulamadıklarını, sağlık çalışanlarının bile hastalık kuşkusu durumunda test yaptırma olanağının neredeyse bulunmadığını dile getiriyorlar. O illerdeki silme mavi renk, büyük ölçüde test yetersizliğine dayalı, yanıltıcı bir sonuç. Yeni koronavirüste yüksek düzeyde ve yaygın mutasyon nedeniyle, kullanılagelen PCR testlerinin hastaları yakalama (Duyarlık) yeteneklerinde de ciddi azalma olmuştur. Bir yıl öncesine göre virüs genetik olarak çok değiştiği için, on bini aşkın ve birçoğu RNA’nın kritik yerlerinde gerçekleşen mutasyon nedeniyle, eldeki PCR testleri bu mutant tipleri yakalayamamaktadır. Zaten Türkiye’de kullanılan PCR testinin en yüksek %70 dolayında duyarlı olduğunu, yani 100 gerçek hastadan en çok 70’ini yakalayabildiğini biliyoruz.

Hem çok yetenekli (Duyarlı) olmayan bir test, hem mutasyonlar karşısında zamanında ve yeterince  güncellenmeyen, hem yetersiz – günlük aşırı dalgalanan sayıda yapılan test, hem de salt sağlık kuruluşlarına başvuranların bir bölümüyle sınırlı test… Sahada yaygın – düzenli test yapılmaması nedeniyle, bu illere göre yoğunluk haritası bilimsel ve geçerli bir harita değildir. Bu 2. “açılım-saçılım” stratejisi, ne yazık ki, ASLA geçerli ve güvenilir olmayan bu verilere dayandırılmıştır!!??

81 ilden yalnızca 5-6’sında 100 binde 10’un altında insidens hızı verilmişken, kalan illerde yüz binde 10’un çok üstünde rakamlar görmekteyiz. Ama aynı 15-21 Şubat 2021 haftasına ilişkin Türkiye geneli için Sağlık Bakanlığının verdiği günlük vaka sayılarından kalkarak ülkesel insidens hızı hesapladığımızda, yüz binde 9 buluyoruz. Türkiye geneli, o haritaya göre nasıl yüz binde 9 olabilir? Temel aritmetik bilgisine sahip bir ilkokul öğrencisi bile, baktığında bu haritadan yüz binde 9 gibi bir ortalama insidens hızının geçerli olamayacağını görebilir.

İllerdeki veriler, bütün eksiklerine karşın insidens hızlarına yansıtılmış ama bu il verileri Ankara’ya toplandığında, neredeyse 9’da 1’i ilan edilmiştir. Dün (2 Mart) 12 bine dayandı sayı (11.837). Bu rakam 1.5-2 ay önceki olgu sayısı kadar (7 Ocak’ta 12.171). 2 ay önceki olgu sayısı ve bu gün aynı rakama sahipsiniz, neyin gevşemesini yapıyorsunuz? Sağlık kuruluşlarını, özellikle 1. Basamağı güçlendirdiniz mi? Yeni sağlık çalışanı atadınız mı? Okullara ek derslikler kazandırdınız mı? Öğretmen sayısını artırdınız mı? Öğretmenleri ve okul çalışanlarını zamanında aşıladınız mı?
Aile hekimliği birimlerini güçlendirdiniz mi? Aşılama istasyonları kurdunuz mu?? ……..

Bunların hiçbirini yapmadınız, yapamıyorsunuz çünkü Türkiye’yi mali olarak iflas ettirdiniz. TCMB eksi 50 milyar Dolar batırılmış! Salgını finanse edemiyorsunuz. Aşı için bile para bulamıyorsunuz. Örneğin, Çin’le / SİNOVAC ile yapılan anlaşmayı açıklayamıyorsunuz, ticari sır arkasına saklanıyorsunuz. Aşı anlaşmasının neresi ticari sır? İsrail, Pfizer-BioNTech ile yaptığı anlaşmayı bütünüyle internete koydu. Demek burada ticari sır yok.

  • Çin’den çok az aşı geliyor olmasının altında yatan gerçek neden parasal yetersizliğimiz.

İktidar aşı bedelini ödeyemiyor!

1 doz aşıyı 12 Dolara aldıklarını söylüyorlar. 10 milyon doz geldi, 120 milyon dolar gibi bir para yapıyor. İktidara meteliğe takla atar durumda. Ekonomi gösterilenden çok daha beter durumda. İktidarın gündem oyunlarına gereksinim yaşamsal derecede. Bunlardan biri de durup dururken Anayasa tartışması.

Aşılama çok çok yavaş gidiyor. Türkiye 14 Ocak’ta aşılamaya başladı. 8.5 milyon doz aşı yaptık 45 günde. Günlük ortalama 200 binin altında. Erdoğan, bunu bile başarı olarak gösterebiliyor!? Oysa çok sayıda ülke bizden çok daha başarılı. Kimi AB ülkelerinin yavaşladığını görüyoruz, bunun nedeni mutasyonlar. Üretilmiş aşıların, yaygın ve ciddi mutasyonlar karşısında hala, ne ölçüde etkili olduğunun anlaşılması gerekiyor, bu nedenle araştırmalar yürütülüyor. Aşı üretimi yavaşlatıldı.

AKP, gözü kara biçimde, % 50 dolayında ancak etkinliği olduğunu yetkili firmanın açıkladığı, yazı tura gibi aşılanan 2 insandan 1’inin yeter bağışık yanıt veremeyeceği bir aşıyı, ancak gıdım gıdım uyguluyor. Aşılanması gereken 18+ yaş nüfus 70 milyon nüfus var. İyimser 10 milyonu aşıladık diyelim. Geride 60 milyon insan var aşılanması gereken. Bu hızla gidilirse en az 20 ay gerekli bize!

İkinci bir “açılım-saçılım” histerisine kapılmış görünüyoruz

Bu kez daha ağır bir kasırga ile karşı karşıya kalabiliriz!

Olgu sayıları ilk salgının tepe değerinin 2 karından çok iken “gevşemeye” geçiyoruz!?
Bir başka belamız, mutant tipler. Bir başka dezavantajımız, toplum o zaman coşkuluydu salgını denetleyelim diye. Geçen 1 yılda toplum çok yoruldu, hırpalandı ve örselendi (ağır travma aldı). Mutasyonlar yaygınlaştı. Kullandığımız aşı hem %50 dolayında etkili hem de çok küçük bir kesimi aşılayabildik. Bu arada sosyal devlet destekleri yetersiz kaldığı için toplumun dayancı da düştü.
Bu olumsuz gelişmelerden çok ürküyoruz.

Kenter arası geçişler konusu… Bu da görmezden gelinen bir boyut. İngiltere bölgelere ayırmıştı ülkesini. Örneğin Liverpool çok riskli gözüküyordu yaklaşık 2 ay önce. Liverpool’a giriş çıkışı kapatmışlar, kentler arası geçişi kısıtlamışlardı. Çin’de Wuhan, neredeyse çelik ablukaya alınmıştı. Kentler arası geçişkenliği denetlemeden, Manisa-İzmir vb. tonlarının farklı oluşunun hiçbir anlamı yok. Adana sarıya alınmış, oysa turuncu olmalıydı. Güneydoğu’da çok yüksek oranda Suriyeli nüfus var. Onlar Suriye’ye çok rahat gidip gelebiliyorlar. Kentler arası geçişkenliği sınırlamadan, bu haritadan çok yarar bekleyemeyiz. Zaten harita, Epidemiyolojik olarak geçersiz verilere dayanmakta.

Hastanın laboratuvar testleri hatalı, bulgular yanlış, tanılar da yanlış olacaktır. Yanlış tanı ile hastayı iyileştirmek (salgını sönümlendirmek) olanaklı değil. İktidarın yapacağı şey şudur:

Seferberlik mantığı içinde 60 milyon kişiyi aşılamak üzere 120 milyon doz aşı (tek doz yapılan aşılar da geliştirildi bu arada) ve aşı yapabilecek en az 1 milyon görevli bulmalıdır. 4 hafta %95 tam kapanma ile halk eve kapanmalı, sosyal devlet gerekleri yerine getirilmeli. İlk 2 haftada 1. doz, izleyen 2 haftada 2. Doz aşılama yapılmalı ve 4 hafta sonunda gıdım gıdım gevşemelidir. Salgın böylelikle denetlenebilir.

Dr. Ahmet SALTIK 04 Mart 2021,
Cumhuriyet muhabiri Sefa Uyar ile telefonla söyleşi.

TV 35 Programımız – 22 Şubat 2021

Dostlar,

22 Şubat Pazartesi sabah saat 08:30’da,
TV 35’in konuğu olacağız.. /
OLDUK..

Programı kaçıranlar için : https://youtu.be/0HRkzM3iBRw 

Ege Bölgesi’nin, İzmir’in en çok izlendiği bize aktarılan ve internet ve uydu üzerinden yayın yapan bir yayın organı..

Türkiye, ne yazık ki, 1 kez daha açılım – saçılım histerisine kaptırdı kendisini..

Siyaset kurumu salgın sorununu bilimsel akılcılıkla ve kesinkes YAŞAM HAKKINI MERKEZE KOYARAK, DSÖ Genel Başkanı Dr. T. A. Gebreyesus’un gırtlağını parçalarcasına haykırdığı üzere, “sağlığı seçin, sağlığı seçin, sağlığı seçin!” (choose health, choose health, choose health), yani “sermayeyi değil!” çağrısına uyarak yönetmek zorunda ve toplumu da böyle yönlendirmek zorunda iken, popülist seçimlerle büyük ve ürkünç (vahim), kritik hatalar yapabiliyor..

11 Mayıs 2020’de, geçen yıl yaptığı gibi.. Okulları kapalı iken kapitalizmin tapınakları AVM’leri acul bir öncelikle açarak..

Lütfen anımsayalım, 11 Mart 2020’de DSÖ, “Bu bir küresel salgın = Pandemidir!” dediği gün, Türkiye de ilk kovit-19 olgusunu ilan etmek zorunda kalmıştı.. Öyle ya, tüm dünyada salgın var, ama Türkiye bundan bağışık!? Nasıl, hangi kanıtlarla savunacaktınız??
***
Şimdilerde, günlük hasta – ölüm verileri, tüm makyajlamalara = olduğunun yaklaşık 1/3’ü düzeyinde gösterme kurnazlıklarına karşın, Nisan 2020 ortasında yaşanan ilk tepe atakta kaydedilen sayılardan fazla!

  • 20 Şubat 2021 günü : 07.857 PCR(+) yeni tanı, 635 belirti veren hasta ve 80 ölüm!

11 Mayıs hovardalığı yapılmasın diye epey feryat etmiştik..

  • “Sonbahar – kışta bir kasırga yaşarız, salgın denetimden çıkar… çok sayıda masum insanımız ölür!!…”

diye çığlıklar atmıştık.. Ne yazık ki böyle de oldu, günlük hasta sayısı 30 bini, günlük ölümler 250’yi aştı (yine de makyajlı veriler!).. Eylül’de yoğun bakımlar dolduğunda “hasta seçmek” zorunda kaldık, çok sayıda hastamıza yoğun bakım hizmeti veremedik ve yaşamlarını yitirdiler.

Bu acı gerçekler kamuoyuna ne yazık ki yansıtılmadı.. Yandaş – kiralık – satılık kalemler zerrece utanmadan, vicdanları sızlamadan, “salgınla savaşımın başarı ile yürütüldüğü” haberlerini servis ederek, toplumun gerçeklik algısını çarpıttılar.. Oysa ödenen bedel, dinsel değerleri alçakça sömüren “dinci tayfa” nın ölçüsüz bir ikiyüzlülükle “eşref-i mahlukat” dediği, “yaratılmışların en şereflisi” masum insanların yaşam hakkı idi!

  • AKP = RTE, onbinlerce masum insanın salgına kurban edildiği bir ulusal faciadan bile, siyasal başarı öyküsü çıkarabilme peşinde idiler, tüm insani değerler ayaklar altında iken!

En az, en az yarısı belki 2/3’ü önlenebilecek iken, bu “katil politikalar” ve onları güden politik öznelerce salgında feda edildi, kurban edildi; başta sermayenin çıkarları uğruna!

Yeni bir “serüven”, çok tehlikeli macera eşiğindeyiz.
Popülist yaklaşımla “gevşeyip”, yeni bir dalga yükselmesi ile yüzleşip, “olmadı, yeniden sıkılayacağız” mı diyeceğiz? Şimdiye dek hiç TAM KAPATMA uygulamadı Türkiye!?

Deneme – yanılma ile salgın yönetilebilir mi?

Yoksa;

1. Yüksek yetenekli Epidemiyolojik – Matematik modellemelerle bilimsel öngörülere mi dayanılır, nerededir bu yöntemler ve bilgisayar benzeşimleri (simülasyonları)
2. Her durumda, kumar oynamak yerine en üst düzeyde, evrensel nitelikte “bilimsel özenlilik” (scientific precautionary) ilkesine mi bağlı kalınır??

Türkiye’de salgını Halk Sağlığı ve onun alt dalı Epidemiyoloji Bilimi değil, siyasetçiler yönetmekte (!).

Salgın yönetimi için Ulusal Kurumlaşma (National Institutionalisation) yok!
Refik Saydam Ulusal Halk Sağlığı Kurumu / Enstitüsü‘nü AKP, 2011’de kapattı. Üniversiteler zerre kadar özerk değiller… “Bilim Kurulu” görüntüyü kurtarmalık, vitrinlik, siyasetin güdümünde bir “Kurul”, özerk – bilimsel KuruM ve kurumlaşma yokluğunun çok acı bedellerini ödemekteyiz..

Bu sorunları ve çözüm önerilerimizi ülkemizin gündemine sunmak istiyoruz, bıkıp usanmadan yılmadan, 23 Mart 2020’den bu yana, 11 ayda 246 konuşma yaptık TV’lerde, sanal ortamlarda.. Yarın sabah TV 35’te 247 ncisini sunacağız siyasetçinin, halkımızın bilincine ve vicdanına.

tv35.co” adresi üzerinden yayın izlenebilecektir.

İlgi ve bilginize saygı ile sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 21 Şubat 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

 

1. Açılım – Saçılım Serüveninden 2. Açılım – Saçılım Histerisine..

11 Mayıs 2020; 1. Açılım – Saçılım Serüveni
01 Mart 2021; 2. Açılım – Saçılım Histerisi


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Halk Sağlığı Uzmanı, Sağlık Hukuku Uzmanı,
Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

1. Açılım – Saçılım Serüveninden 2. Açılım – Saçılım Histerisine..

Türkiye, ne yazık ki, 1 kez daha açılım – saçılım histerisine kaptırdı kendisini..

Siyaset kurumu salgın sorununu bilimsel akılcılıkla ve kesinkes YAŞAM HAKKINI MERKEZE KOYARAK, DSÖ Genel Başkanı Dr. T. A. Gebreyesus’un gırtlağını parçalarcasına haykırdığı üzere, “sağlığı seçin, sağlığı seçin, sağlığı seçin!” (choose health, choose health, please choose health!), yani “sermayeyi değil!” çağrısına uyarak yönetmek zorunda ve toplumu da böyle yönlendirmek zorunda iken, popülist seçimlerle büyük ve ürkünç (vahim), kritik hatalar yapabiliyor..

11 Mayıs 2020’de, geçen yıl yaptığı gibi.. Okulları kapalı iken kapitalizmin tapınakları AVM’leri acul bir öncelikle açarak..

Lütfen anımsayalım; 11 Mart 2020’de DSÖ, “Bu bir küresel salgın = Pandemidir!” dediği gün, Türkiye de ilk kovit-19 olgusunu ilan etmek zorunda kalmıştı.. Öyle ya, tüm dünyada salgın var, ama Türkiye bundan bağışık!? Nasıl, hangi kanıtlarla savunacaktınız??
***
Şimdilerde, günlük hasta – ölüm verileri, tüm makyajlamalara = olduğunun yaklaşık 1/3’ü düzeyinde gösterme kurnazlıklarına karşın, Nisan 2020 ortasında yaşanan ilk tepe atakta kaydedilen sayılardan fazla!

  • 20 Şubat 2021 günü : 07.857 PCR(+) yeni tanı, 635 belirti veren hasta ve 80 ölüm!

11 Mayıs 2020 hovardalığı yapılmasın diye epey feryat etmiştik..

  • “Sonbahar – kışta bir kasırga yaşarız, salgın denetimden çıkar…
    çok sayıda masum insanımız ölür!!…”

diye çığlıklar atmıştık.. Ne yazık ki böyle de oldu, günlük hasta sayısı 30 bini, günlük ölümler 250’yi aştı (yine de makyajlı veriler!).. Eylül’de yoğun bakımlar dolduğunda “hasta seçmek” zorunda kaldık, çok sayıda hastamıza yoğun bakım hizmeti veremedik ve yaşamlarını yitirdiler.

Bu acı gerçekler kamuoyuna ne yazık ki yansıtılmadı.. Yandaş – kiralık – satılık kalemler zerrece utanmadan, vicdanları sızlamadan, “salgınla savaşımın başarı ile yürütüldüğü” haberlerini servis ederek, toplumun gerçeklik algısını çarpıttılar.. Oysa ödenen bedel, dinsel değerleri alçakça sömüren “dinci tayfa” nın ölçüsüz bir ikiyüzlülükle “eşref-i mahlukat” dediği, “yaratılmışların
en şereflisi” masum insanların yaşam hakkı idi!

  • AKP = RTE, onbinlerce masum insanın salgına kurban edildiği bir ulusal faciadan bile, siyasal başarı öyküsü çıkarabilme peşinde idiler, tüm insani değerler ayaklar altında iken!

En az, en az yarısı belki 2/3’ü önlenebilecek iken, bu “katil politikalar” ve onları güden
politik öznelerce salgında feda edildi, kurban edildi; başta sermayenin çıkarları uğruna!

Yeni bir “serüven”, çok tehlikeli macera eşiğindeyiz.
Popülist yaklaşımla “gevşeyip”, yeni bir dalga yükselmesi ile yüzleşip, “olmadı, yeniden sıkılayacağız” mı diyeceğiz?

Şimdiye dek neden hiç TAM KAPATMA uygulanmadı Türkiye’de!?

Deneme – yanılma ile salgın yönetilebilir mi?

Yoksa;

  1. Yüksek yetenekli Epidemiyolojik – Matematik modellemelerle bilimsel öngörülere mi dayanılır, nerededir bu yöntemler ve bilgisayar benzeşimleri (simülasyonları)
  2. Her durumda, kumar oynamak yerine en üst düzeyde, evrensel nitelikte “bilimsel özenlilik(scientific precautionary) ilkesine mi bağlı kalınır??

Türkiye’de salgını Halk Sağlığı ve onun alt dalı Epidemiyoloji Bilimi değil, siyasetçiler yönetmekte ne yazık ki (!)..

Salgın yönetimi için Ulusal Kurumlaşma (National Institutionalisation) yok!

Refik Saydam Ulusal Halk Sağlığı Kurumu / Enstitüsü
‘nü AKP, 2011’de kapattı.

Üniversiteler zerre kadar özerk değiller…

“Bilim Kurulu” görüntüyü kurtarmalık, vitrinlik, siyasetin güdümünde bir “Kurul”.

Özerk – bilimsel KuruM ve kurumlaşma yokluğunun çok acı bedellerini ödemekteyiz..

Salgın en önemli sorunlarımızdan ve gündemden dışlanmamalı

Bilimsel – insandan yana çözümler yaşama geçirilmeli..

Bıkıp usanmadan yılmadan, 23 Mart 2020’den bu yana, 11 ayda 246 konuşma yaptık TV’lerde, sanal ortamlarda.

Yüzeysel önlemlerle salgını sönümlendiremedik. Zaman aleyhimize işliyor;
– mutasyonlar,
– aşıya direnç,
– halkın sabrının tükenmesi,
– çok ağırlaşan ekonomik fatura,
– başta gıda yetersizliği olmak üzere uzayan bunalıma ikincil sorunlar..
– En önemlisi de her geçen gün artan ölümler… toplumsal psikoloji için ağır ve çok yönlü zedelenmeler (travma).

  • Bu nedenlerle daha köktenci önlemler zorunlu.

Türkiye / AKP iktidarı hiç “tam kapanma” ya başvurmadı! Niçin??

Oysa pek çok ülke 3-4 kez ve örneğin Almanya halen süren sonkinde 2 ayı aşan süre bu aracı kullanmak zorunda kaldı.

  • Türkiye de 2-4 hafta, stratejik sektörler dışında %95’lere varan oranda çok sıkı kapanma (lockdown) uygulamasına mahkum.
  • Bu Epidemiyolojik silah kullanılmadıkça salgını denetim altına almamız çok güç hatta olanaklı değil.

11+ aylık deneyim bu yargımızın kanıtı.
Daha çok ayak sürümeden bu yola başvuralım, aşılamayı olabildiğince yaygınlaştıralım ve 2-4 hafta sonunda gıdım gıdım gevşeyerek salgınla başetmeye çalışalım.


Sevgi ve saygı ile. 22 Şubat 2021, Ankara

TELE1 Programımız – 07 Şubat 2021

Dostlar,

Dün, 06 Şubat 2021 günü akşam 19:00’da haber bülteni içinde TELE1‘in konuğu olduk.

Sayın B. Begüm AYDOĞAN’ın sorularını yanıtladık (yaklaşık 15 dk.)

Birçok bakımdan zordayız…
Aşı çok kıt, parça parça geliyor. Öngörülen 50 milyon doza erişim çok sarkacak korkarız; dahası, belirsizlik egemen.. Türkiye’nin yaklaşık 150 milyon doz aşı gereksinimi var!

Çin ile yapılan anlaşmanın içeriğini, Reis Hazretleri = AKP halktan gizliyor.. oysa bizim  vergilerimizle bu ödeme yapılıyor. Hiçbir demokratik ülkede hayal bile edilemeyecek bir karartma sürdürülüyor ısrar ve inatla. Örn. 1 doz aşı kaç Dolar? Swap anlaşması mı yapıldı? Aşı sağlama (tedarik) aksarsa bir giderim (tazminat) hükmü var mı sözleşmede?? AKP = RTE ödemeyi düzenli yap(a)madığı için mi aşılar zamanında ve yeterli yollanmıyor?? Bu anlaşma hemen kamuoyuna açıklanmalı eğer iktidarın gocunacak yanı yok ise..
***

  • Damla damla da olsa gelen aşılar gerekli hızla yapıl(a)mıyor! Çıldırmamak elde değil!

TV’lerden aşıya çağrı duyuruları yok.. Hiçbir ek aşılama hazırlığı yok. Aile hekimlikleri ve hastanelere yıkıldı yük ve 14 Ocak’tan bu güne, 6 Şubat’a dek 24 günde ortalama 110 bin doz / gün uygulama yapılabildi. Oysa bunun en az 10 katına erişmeliyiz. Bu hızla gidersek her ay yaklaşık 3,3 milyon kişiyi aşılayabiliriz. 0-18 yaş arası 20 milyon nüfusu düşersek, 2,5 milyon da hastalığı geçiren, bir miktar aşılanması uygun bulunmayanları… çıkarırsak, en az 65-66 milyonluk bir kitleyi 66/3,3=20 ayda ancak aşılayabiliriz! Bu durum kabul edilemez ve salgın da asla bastırılamaz. Bu yaz da turizm sezonu yitirilirse, akçalı (mali) yükü belimizi büker.
Üstelik bu hesap tek doz için yapıldı. 4 hafta ara ile 2 doz gerekli… bu hesap tutmaz, işlemez.

  • İVEDİLİKLE, seferberlik koşullarında yaygın – hızlı aşı yapılması sağlanmalıdır.
  • Okulların açılması akıldan geçiriliyorsa, 1 milyonu aşkın öğretmen ve öbür okul çalışanları, servis çalışanları… öncelikli aşılama dilimine alınmalıdır. Bu kesim sayıca rahatlıkla 2 milyona yakındır ve bu hafta aşılanıp bitirilse (!!??), 4 hafta sonra 2. dozu alsalar, bu tarihi izleyen 10-15 sonra ancak %50’si bağışık olabileceğinden (bizde uygulanan Çin kökenli aşının etkinliği %50,65!), en iyimser Mart sonunda erişilebilecek en yüksek kitle bağışıklığına ulaşılabilir. Bu oranın en ideal ve hızlı koşullarda ve Mart sonunda, %50 olabileceğini akıldan çıkarmadan OKULLARIN AÇILMASINI tartışabiliriz ancak.. Başka koşullar da var elbette..
  • Unutulmasın, 0-18 yaş dilimine elde aşı yok ve bu kesim en bulaştırıcı olanlar; ayakta, sessiz – belirtisiz geçiriyorlar KOVİT-19‘u ama bulaştırıcılar, hastalığı ev-okul ekseninde yaymaktalar!

Bir başka olgu, toplum bağışıklığı hesapları alt üst olmuştur. Sağlık Bakanlığının politik kaygılarla, denetleyemediği salgında “aşılamaya geçiyoruz” algı yönetimi ile Bilim Kurulunu etik ve bilim dışı biçimde zorlamasıyla açıklanan %91,25 etkinlik oranı, SİNOVAC firmasının resmi açıklaması ile suya düşmüştür; zaten bilimsel olarak YOK HÜKMÜNDE idi!. Resmi etkinlik oranı %50,65’tir. Yukarıda da açıkladığımız üzere, 90 milyona yakın insanın yaşadığı Türkiye’de hedef kitle 70 milyondur ve en ideal koşullarda, büyük bir hızla, 2’şer doz aşılama çoooook ütopik beklenti ile Haziran-Temmuz sonunda firesiz gerçekleşse bile (ki bu olanaksız görünüyor!), verili koşullarda (mutant tiplerin hızla yayılması nedeniyle eldeki aşının etkinliği daha da düşmezse!?), sağlanabilecek toplum bağışıklığı oranı 70 m X %50.65 = 35,5 milyon kişi olacaktır ve bu kitle Türkiye nüfusunun 35,5 / 90= %39.4’üdür. Pratik hesapla her 5 kişiden 2’sidir. Bu düzeyde bir toplum bağışıklığı, geçerli koşullarda (dünyada yaygın, Ro >1, mutasyon çok yaygın ve hızlı!) salgını bastırmak için kesin olarak yeterli değildir. Ancak bir miktar yavaşlatılabilir / hafifletilebilir ancak sürer, gider salgın.

Uzayan salgın Endemikleşebilir (yerleşir kalır..)..
Uzayan salgın her an yeni dalgalar doğurabilir..
Uzayan salgın ortamında mutasyon (Evrim!) olasılığı artar. Bu mutasyonların yönü ve sonuçları kestirilemez.. İlaçlara, aşıya, dezenfektanlara, antiseptiklere direnç gelişebilir, daha bulaştırıcı ve öldürücü olabilir..
Uzayan salgın turizm sezonunu öldürür, on milyarlarca Dolar akçalı bedeli belimizi büker..
Uzayan salgın toplum yapısında çok eşitli sosyal, psikolojik, tıbbi, ekonomik…. yıkımlara yol açar… Masum insanlar, önlenebilecek iken ölür; oysa Devletin en temel görevi can güvenliğidir,
……………..
…………………….
***
Görünen o ki, ufukta aşı çeşitlendirmesi olanağı yok gibidir. Egemenler gasp etmişlerdir!
Ancak yeni aşılar geliştirilebilir ve kullanıma girerse, AKP = RTE de bunlara para bulup alabilirse ek seçenekler doğabilir..

  • Türkiye’nin aşı kıtlığından – yoksunluğundan ve doğrudan – dolaylı sonuçlarından hiç kuşkusuz, AKP = RTE doğrudan ve 1. derecede siyaseten ve kamusal olarak sorumludur.

Yerli – Milli aşı yılan öyküsüne dönüşmüş durumda. Onyılların Dünya devi Merck-Sharp& Domes geçtiğimiz ay aşı geliştirmede başarılı olamadığını açıklayarak yarıştan çekildi, antikor kokteylleri üzerinde yoğunlaşacak. Türkiye’nin 8-16 merkezde birden aşı geliştirme gücü yok. Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi korunsa idi bu şansımız olur hatta dışsatım bile yapardık! Dolayısıyla bu Merkez hızla ve Yasa ile özerk bir yapı ile yeniden açılmalıdır.
***
Erdoğan’a çağrı..

Aşı geliştirme sevdasını şu koşullarda erteleyerek, GMP – GLP yeterlikli (uluslararası akredite) yerli / fason ilaç üreticisi kuruluşlarımızda aşı üretimini düşünebiliriz! Erdoğan, Çin ile görüşerek, SİNOVAC lisansı altında bu aşının Türkiye’de de üretimi için öneri götürebilir. Bu durumda aşı sağlama artabilir, hızlanabilir. Ancak öncelikli olarak YAYGIN – HIZLI aşılama altyapısı mutlaka iyileştirilmelidir. DSÖ Başkanı da ilaç üreticilerine aşı üretimini artırmak için destek çağrısı yaptı.

  • 2-4 hafta bir tam kapanma hala zorunludur, kaçınılmazdır ve önlemler asla ölçüsüz, hızla gevşememelidir. Tam kapatma yapmamanın akçalı bedeli, yapmayı çoktaaan katlamıştır.
  • Sosyal Devlet sorumluluğu salgında tam olarak yerine getirilmelidir.

***
Site okurlarımız 15 dakikada bunca konuyu nasıl konuştuğumuzu merak edebilirler.
Doğallıkla, bu yazılı aktarımlarımız, TELE1’de mot a mot (sözcük sözcük) söylediklerimizle eş değil.

Aydınlanma kazanacak.. savaşımı sürdüreceğiz…
Salgını siyaset – siyasiler değil Bilim – Epidemiyoloji ilke ve kuralları yönetmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 07 Şubat 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA ve TOPLUM SAĞLIĞI

SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA ve TOPLUM SAĞLIĞI


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

Liberalizm’in kurucusu Adam Smith, “Sağlık hizmeti, piyasaya bırakılamayacak denli önemli, ‘kritik’ bir alandır.” görüşüne, 1776 tarihli The Welfare of Nations adlı klasik kitabında yer vermektedir.

BM Ana Sözleşmesi (1945), Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Anayasası (1947) Dünya sağlığının önemini vurgulayarak sağlığın tanımını vermektedir.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948) ise,

  • Herkesin, kendisi ve ailesinin sağlık ve gönenç içinde beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır.

düzenlemesi ile (md.25) sağlık hakkını pekiştirmiştir.

Ek olarak pek çok Uluslararası sözleşmede sağlık hakkı ve toplum sağlığının önemi net olarak vurgulanmıştır.

Ulusal hukukumuzda da başta 2, 41 ve 56. madde olmak üzere Anayasal güvence sağlanmıştır.

17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi (SKH) kapsamında Sağlıklı Toplum da özellikle vurgulanmaktadır.

DSÖ Genel Başkanı, G20 ülkeleri 2020 toplantısında

  • Pandemi, sağlığın, büyümenin bir yan ürünü olmadığının güçlü kanıtıdır.” 

saptamasını paylaşmıştır.

Son 40 yılda yoğunlaşan Küreselleşme sürecinde, 21. yy’da Halk Sağlığı bir yol ayrımına taşınmıştır.

DSÖ verileriyle;

* 1+ milyar insan denetimsiz hipertansiyon ile yaşamaktadır,
* küresel nüfusun en az yarısı en temel sağlık hizmetlerine erişememekte,
* her yıl yüz milyon insan, kaçınamadığı sağlık giderleri nedeniyle aşırı yoksulluğa düşmektedir!

Oysa Sağlık, temel bir insanlık hakkıdır!

Aşırı nüfus artışı, SKH önünde temel engellerdendir, pek çok gelişmekte olan ülke Demografik Fırsat Penceresini kaçırmak üzeredir.

  • Sağlık, Küresel Kalkınma Gündeminin kalbine konmalıdır.

Bu amaçla, dünya genelinde sağlık için en büyük süregelen engel olarak Yoksulluk tanımlanmalıdır.

Nobel Ekonomi ödüllü Prof. J. Stiglitz’e göre

  • Uluslararası sermaye Devleti eğitim ve sağlıktan çekmekte, bu hizmetler çökmektedir.

ILO da çalışanların sağlık – güvenlik sorunlarına dikkat çekmektedir.

Öte yandan, UNCTAD raporlarına göre IMF politikaları Sosyal çöküş reçeteleridir.

Prof. K. Nweihed,

  • İktisadi temelde PİYASACILIK ve siyasal düzlemde KÜRESELCİLİK, azgelişmiş ülkelerin iktisadi-siyasi istilası ve işgalidir. Buna karşılık memleketlerin yapabilecekleri şey açıktır:
  • İktisadi temelde PLANLAMACILIK  ve siyasal düzlemde BAĞIMSIZLIK.” vurgusu yapmaktadır.
    ****

Çevre kirliliği, sürdürülemez bir afet boyutuna erişmiştir!

Genel eğitimle yeterli çevre bilinci edinimi kaçınılmazdır. e-devlet vb. olanaklar bu amaçlarla daha yoğun ve özenli kullanılmalıdır.

Hedef; «doğaya ve emeğe saygılı hukukun üstünlüğü» dür. Halkın «demokratik hukuku» nun üstünlüğüne dayalı hukuk devleti ve toplumu yaratmanın temeli, insanların bu üstün değerlere aşık ve «erdemli» yetiştirilmesine bağlıdır.

  • HER-KE-SE eşit, nitelikli, sürekli, yaygın, kamusal KORUYUCU SAĞLIK HİZMETİ öncelikli olmalıdır!

«SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA» (Sustainable development) mottoso işlevini tamamlamıştır.

  • Küresel toplum, Gezegende bir «beka» (survival) sorunsalı ile yüz yüzedir.
  • Dolayısıyla, «SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM» tek zorunlu seçimdir.

Doğa yasaları O’nu «fahişeleştirmek» için değil, barış içinde birlikte yaşam (peaceful co-existence) içindir. 21. yy şafağında karşılaştığımız 6 ardışık salgın, yeterince çarpıcıdır.

  • Sömürüsüz, BAŞKA BİR DÜNYA OLANAKLIDIR!

2030’a ertelenen Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine erişmenin başkaca akılcı yolu yoktur. Önce sağlıklı, ardından eğitimli küresel toplum!

İnsanın kendine – birbirine – emeğine yabancılaşmadığı; kendini gerçeklediği, onurlu, mutlu..

AKILDAN ÇIKARILMAMASI GEREKENLER…

“Homo sapiens” in = İNSANOĞLU / KIZI‘nın, akıl dışı kapitalist / yağmacı hırsı ile Gezegenimizden yok olması riski ile yüz yüzeyiz!

“Sürdürülebilir kalkınma” (Sustainable development) artık eski bir masaldır.. Sürdürülebilirliği” kalmamıştır; Gezegenimiz “imdat” çığlıkları içindedir.

20. yy’ın başında yaşadığımız 6. salgındır KOVİT-19 ve henüz başedemedik! Aklımızı başımıza almaz isek başedeceğimiz de yoktur.

Kurtuluş reçetesi SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM‘dır (sustainable life).

Homo sapiens (mankind), yeryüzünde sağkalım (survival) / BEKA eşiğindedir.

Dünyada tüm türler sayıca azalır / yok olurken; salt insanlar, Papa’nın deyimi ile tavşanlar gibi üremeyi daha ne denli sürdürebilir?

Dünya “sonlu” değil mi, hangi sonsuzluğa dayanması beklenebilir??

  • HER AİLEYE 1 ÇOCUK” en temel yeni yaşam yasalarından..

Doğaya, bilimsel yollarla keşfedilen yasaları üzerinden bir “fahişe” gibi davranmaya da kesinkes son..

Biz O’na mahkumuz, dahası, “zorunlu parazit” konumundayız.

Öyleyse temel yasa : BARIŞ İÇİNDE BİRLİKTE / “peaceful co-existence” !


Sevgi ve saygı ile. 05 Ocak 2021, Ankara

Ülkemizde meslek hastalıkları ve KOVİT-19

Ülkemizde meslek hastalıkları ve
KOVİT-19

Dr. Mahmut YAMAN
İşyeri Hekimi 

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Dünyanın neresinde ve hangi işyerinde olursa olsun, çalışanlar 2 temel risk ile karşı karşıyadır:

  • İş kazası geçirmek / Meslek hastalığına yakalanmak

Meslek hastalıklarında sınıflama, tanı süreçleri, tedavi ve sonrasında yapılması gerekenler Yasal düzenlemelerle sınırlandırılmıştır. Bu yazıda, hem meslek hastalıkları ile ilgili olarak eksiklerimiz, bilmemiz gereken kimi ayrıntılar öne çıkarılmış ve hem de KOVİT-19 ile ilgili olarak sürdürülen “meslek hastalığı mı, değil mi” tartışmalarına netlik kazandırılmak amaçlanmıştır. 

Meslek Hastalığı nedir? 

Meslek hastalıkları günlük yaşamımızda karşılaştığımız hastalıklardan farklı özellikler taşımaktadır. Öncelikle hastalığın tanımını bilmek gerekir. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası 3. maddede 1. Fıkra l bendinde “Mesleki maruziyet sonucu ortaya çıkan hastalık” diye çerçeve tanım yapılmıştır. (RG 28339 sayı ve 30.12.2012 tarih)

Meslek hastalıklarının sigorta(lı) açısından ayrıntılı tanımı aşağıdaki mevzuatta verilmiştir.

  • Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası 14. madde (RG 26200 sayı ve 16.06.2006 tarih)
  • Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği 4. Madde 1. Fıkra i bendi (RG 27021 sayı ve 11.10.2008 tarih)

Not: Meslek hastalıkları mevzuatımız aslında 22.6.1972 tarih ve 14223 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan “SOSYAL SİGORTA SAĞLIK İŞLEMLERİ TÜZÜĞÜ” 7. Bölümün (62,63, 64, 65 ve 66 maddeler) ekleri ile birlikte herhangi bir değişiklik yapılmadan, AB uyum çerçevesinde çıkartılan yeni mevzuata aktarılmasından ibarettir. Zaman içinde 1978 yılında kimi maddeleri güncellenmiştir.

Meslek hastalıklarının ayrıntılı tanımı;

Sigortalının çalıştırıldığı işin niteliğine göre; (1) Yinelenen bir nedenle veya (2) İşin yürütüm koşulları yüzünden uğradığı (3) Geçici veya (4) Sürekli (5) Hastalık, (6) Sakatlık veya (7) Ruhsal arıza durumları meslek hastalığıdır. Tanım içinde dikkat çeken 7 ayrıntı vardır. Şimdi bunları görelim.

Tekrarlanan sebep; Çalışanın sürekli olarak aynı işi yapıyor olmasıdır. 

İşin yürütüm şartları; Çalışma ortamı koşullarıdır. Ortamdaki fiziksel, kimyasal, biyolojik, psiko-sosyal ve ergonomik etkenler sağlığa ciddi zarar verebilir. 

Geçici; kimi meslek hastalıkları geçicidir ve tedavi sonrası tümüyle iyileşir. 

Sürekli; kimi meslek hastalıklarının etkileri kalıcıdır ve iyileşmez. 

Hastalık; kimi meslek hastalıkları yalnızca organ ve dokularda etkili olur. 

Sakatlık; kimi meslek hastalıkları sakatlık (fiziksel, mental… özür) yaratır. 

Ruhsal bozukluk; kimi meslek hastalıkları ruhsal bozukluklar yaratır. Ülke mevzuatımızda ruhsal bozukluklar ayrıntılı olarak ele alınmamıştır.

Tanımdan da anlaşılacağı üzere her hastalık meslek hastalığı sayılmamaktadır. Bir hastalığın meslek hastalığı sayılabilmesi için;

  • Yapılan işle ilgili olması
  • Çalışılan ortamla ilgisi olması… gerekir.

Ülkemizdeki meslek hastalıkları Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliğine bağlı eklerden Ek-2 içinde listelenmiştir. Bu listeye göre meslek hastalıkları A, B, C, D ve E cetveli diye 5 ayrı ana başlık altında listelenmiştir. Her bir listenin de kendi içinde alt başlıkları vardır. Bu liste tarafımca şematize edilerek, aşağıda Şema – 1 ile verilmiştir. Bu Liste en son 1991’de güncellenmiştir.

Şema – 1: Ülkemizdeki Meslek hastalıklarının şematik sınıflaması.

 

 

 

26.06.2002’de Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 194 sayılı Tavsiye Kararı ile yeni meslek hastalıkları listesini -öneri olarak- yayınlamıştır. 2010 yılı Şubatında ILO Tavsiye Kararını güncellemiş ve listeye 2,4 maddesinde görülen “Zihinsel ve davranışsal bozukluklar” bölümünü de eklemiştir.

Şema – 2; ILO Meslek hastalıkları öneri listesi.

Her iki şema görünüş olarak farklı olmakla birlikte içerik açısından çok az farklılık vardır. Bu farklılıklar aşağıdadır.

 

Eksiklerimiz: 

1- ILO listesinde kimyasal maddeler 41 başlık altında 868 madde olarak verilmiştir. Bizim listemizde ise kimyasal maddeler 25 başlık altında 866 madde olarak verilmiştir. Bizim listemizde Ozon ve Osmiyum yoktur.
2- ILO listesinde Fiziksel etmenler içinde Optik Radyasyon başlığı altında Mor Ötesi (UV) Işınlar, Görünür Işık, Kızıl Ötesi (IR) Işınlar ve Lazer yer almaktadır. Bizim E listesinde ise yalnızca Kızıl Ötesi (IR) ışınları ile olan hastalıklar tanımlanmıştır.
3- ILO listesinde Fiziksel etmenler içinde “Aşırı Sıcak” yer almaktadır. Bizim listemizde ise “aşırı sıcak” yoktur.
4- ILO listesinde Zihinsel ve davranışsal bozukluklar yer almaktadır. Bizim meslek hastalıkları tanımında “ruhsal bozukluklar” ifadesi olmasına karşın, Listede herhangi bir ruhsal hastalık tanımı yoktur.

Pnömokonyoz deyimi başlangıçta işyerlerinde genellikle mineral tozlarının solunması sonrasında ortaya çıkan non-neoplastik akciğer lezyonları için kullanılmıştır. Ancak günümüzde bu deyim organik ve inorganik parçacıklar, kimyasal madde buharları ve dumanları da içine alarak genişletilmiştir. Ülke mevzuatında ise halen toz solunmasına bağlı akciğer hastalıkları olarak ele alınmaktadır. Bu konuda gerekli yasal değişiklikler henüz yapılmamıştır.

Bir başka sorunumuz da “işe bağlı hastalık” kavramının mevzuatımız içinde yer almamasıdır. Bizim E cetvelinde yer alan çok sayıda kas ve iskelet sistemi hastalığı, kimi ülkelerde işe bağlı hastalık olarak tanımlanmaktadır. İşe bağlı hastalıklar normalde toplumda da görülen ancak işyerlerinde daha çok görülen hastalıklardır. Yabancı ülkelerden kopya edilen kimi İSG uygulamalarında işe bağlı hastalık kavramı da kullanılmaktadır. Oysa mevzuatımızda olmayan kavram / kavramları kullanmak hukuksal sorunlar yaratabilir.

Kimi kavramlar:  Meslek hastalıkları ile ilgili olarak mevzuatımız içindeki kimi kavramları da bilmemiz gerekir. Bunlara da aşağıda yer veriyorum :

Maruziyet süresi: Zararlı etkenle ilk temasın başlamasıyla hastalık belirtilerinin ortaya çıkması için gereken en az süredir. Çalışma yaşamının başladığı ilk gün, meslek hastalığı yapabilecek sağlık zararlıları ile ilk karşılaşma başlar ve

  • Bölüm değiştirme, İşten ayrılma, İşten çıkartma, Emeklilik… ile birlikte sona erer.

Yükümlülük süresi: Bu konu yeterince bilinmemektedir. Çoğu zaman işverenin “yeni bir yükümlülüğü” olduğu sanılmaktadır. Çalışanlar meslek hastalığına yakalandığında, Devlet tarafından bedelsiz tedavi edilmektedir. Bu yükümlülük devletin yükümlülüğüdür. Tedavi hakkından yararlanabilmek için de;

  • İşten ayrıldıktan sonra, yasa ile belirlenmiş olan belli sürede kişinin Resmi Sağlık Kurumlarına başvurması gerekir.

Her meslek hastalığının işle ilgi kesildikten sonra haklardan yararlanmak üzere yapılması gereken başvurular için belirli süreler belirlenmiştir. Bu süreye “Yükümlülük Süresi” denir.  Mevzuattaki tanıma göre Yükümlülük süresi; Sigortalının meslek hastalığına neden olan işinden fiilen ayrıldığı tarih ile meslek hastalığının meydana çıktığı tarih arasında geçen en uzun süredir. Yükümlülük süresi maruziyet bittiğinde başlar.

Meslek hastalıkları cetvellerimiz 3 sütunluk tablolar halinde yapılmıştır. En üstte meslek hastalığına neden olan etken yer almakta ve altındaki sütunlardan sol yandakinde hastalığın adı ve belirtileri, ortadaki sütunda o hastalık için belirlenmiş olan yükümlülük süresi ve sağ sütunda ise o hastalığın öncelikle görülebileceği işler listelenmiştir.

 

Şema – 3; Meslek hastalıkları cetvellerimizin yapısı.

 

 

KOVİT-19 Meslek Hastalığı mıdır?

Üzerinde bir süredir tartışma yapılan bu konuyu da açıklığa kavuşturmamız gerekir. Yapılan tartışmalarda öne çıkan ayrıntı “KOVİT-19 Meslek hastalığı sayılsın, bunun için de yeni bir yasal düzenleme yapılsın” biçimindedir. Aslında mevzuatı incelediğimizde yeni bir yasaya  gerek olmadığı görülecektir. Eğer, yeni bir yasal düzenleme yapılacaksa, mutlaka, yukarıda eksiklerimiz başlığı ile verdiğim yanlışlıkların da düzeltilmesi gerekir.

Salgın halen sürmekte ve çok sayıda sağlık çalışanımızı bu hastalığa -ne yazık ki- kurban verdik. Yitirilen her can değerlidir ve bizler bunun için çok üzülüyoruz. Daha da üzücü olan ise; yitirdiğimiz sağlık çalışanlarının ve yakınlarının “meslek hastalığı uygulaması” yapılmaması nedeniyle hak yitiğine / çiğnemine (ihlaline) uğramalarıdır. Mevzuatımızın şu andaki geçerli durumuyla bile KOVİT-19 meslek hastalığıdır. Şimdi mevzuat ne diyor ona bir bakalım.

Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliğinin 17, 18 ve 19 maddelerini madde başlıkları ile yorumsuz olarak aşağıda veriyorum :

Meslek hastalığı

MADDE 17 – (1) Hangi hastalıkların meslek hastalığı sayılacağı ve bu hastalıkların, işten fiilen ayrıldıktan en geç ne kadar zaman sonra meydana çıkması hâlinde sigortalının mesleğinden ileri geldiğinin kabul edileceği Meslek Hastalıkları Listesine (Ek-2) göre tespit ve tayin edilir.

(2) Herhangi bir meslek hastalığının klinik ve laboratuvar bulgularıyla kesinleştiği ve meslek hastalığına yol açan etkenin, işyeri incelenmesiyle kanıtlandığı hâllerde, meslek hastalıkları listesindeki yükümlülük süresi aşılmış olsa bile, söz konusu hastalık, Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunun kararı ile meslek hastalığı sayılabilir.

Meslek hastalıkları listesi

MADDE 18 – (1) Meslek hastalıkları, Meslek Hastalıkları Listesinde (Ek-2)
A Grubu: Kimyasal maddelerle olan meslek hastalıkları,
B Grubu: Mesleksel deri hastalıkları,
C Grubu: Pnömokonyozlar ve öbür mesleksel solunum sistemi hastalıkları,
D Grubu: Mesleksel bulaşıcı hastalıklar,
E Grubu: Fiziksel etkenlerle olan meslek hastalıkları.. olmak üzere 5 kümede toplanmıştır.

(2) Bu listenin sol sütununda zararlı etmenin oluşturduğu başlıca hastalıklar ve belirtileri,
orta sütununda yükümlülük süreleri, sağ sütununda hastalık tehlikesi olan başlıca işler
yer almıştır. 

Mesleksel bulaşıcı hastalıklar

MADDE 19 – (1) Mesleksel bulaşıcı hastalıklar, Listenin “D Grubu”nda yer alan bulaşıcı hastalıkların, görülen işin gereği olarak veya işyerinin özel koşullarının etkisiyle oluşması ve enfeksiyonun laboratuvar bulguları ile de kanıtlanması gereklidir.
(2) Bu listede yer almayan ama görülen iş ve görev gereği bulaştığı kesin olarak saptanan öbür bulaşıcı hastalıklar da meslek hastalığı sayılır. Bu tanının laboratuvar deneyleriyle kanıtlanması gereklidir. Hastalığın en uzun kuluçka süresi yükümlülük süresi olarak alınır.

18. madde 1. fıkra ç bendinde “D Grubu: Mesleki Bulaşıcı hastalıklar” olarak tanımlanan hastalık kümesi, aynı yönetmeliğin Ek-2 maddesinde aşağıdaki gibi alt başlıklara ayrılmıştır. Alt başlıklar altında hastalık adları verilmiştir.

  • D 1. Helminthiasis
  • D 2. Tropikal hastalıklar
  • D 3. Hayvanlardan insana bulaşan hastalıklar
  • D 4. Meslek gereği enfeksiyon hastalıklarına özellikle maruz kişilerdeki enfeksiyon hastalıkları.

Cetvelin sağ sütunun hangi işlerde D4 Meslek hastalıklarının görülebileceği de yazılmıştır. Buna göre; Hastane, dispanser, poliklinik araştırma laboratuvarı vb. sağlık kurumlarında çalışmalarda D4 kümesi mesleksel bulaşıcı hastalıklar görülebilir.

Şimdi 19. maddenin 2. fıkrasını yeniden okuyunuz lütfen. Ne diyor; “Bu listede yer almayan fakat görülen iş ve görev gereği olarak bulaştığı kesin olarak saptanan diğer bulaşıcı hastalıklar da meslek hastalığı sayılır.” Ardından da “Bu husustaki teşhisin laboratuvar deneyleriyle kanıtlanması gereklidir. Hastalığın en uzun kuluçka süresi yükümlülük süresi olarak alınır.”

Şimdi bir de 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasasının 14. maddesinin 6. fıkrası ve 58. maddesi hükümlerine dayanarak hazırlanan ve 02.07.2013 tarih ve 28695 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan “Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunun Görev, Yetki, Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” içindeki ilgili maddelere bakalım.

Kurulun oluşumu

MADDE 4 – (1) Kurul; Milli Savunma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Yüksek Öğretim Kurulu, en çok üyeye sahip işveren, işçi ve kamu çalışanlarını temsil eden konfederasyonlar, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu, Türk Tabipleri Birliği, Türkiye Ziraat Odaları Birliği ve Kurum tarafından görevlendirilecek birer uzman hekimden oluşur.

Kurulun görevleri

MADDE 7 – (1) Kurulun görevleri şunlardır:

  1. a) Yasanın* 58 inci maddesinin 5. fıkrası uyarınca, Kurum, Sağlık Kurulunca verilen kararlara karşı ilgililerin itirazlarını inceleyip karara bağlamak. *=5510 sayılı Yasa
  2. b) Yasanın 14. maddesi kapsamında, 10.2008 tarihli ve 27021 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliğinde tespit edilmiş olan hastalıklar dışında herhangi bir hastalığın meslek hastalığı sayılıp sayılmayacağına karar vermek.
  3. c) Yasanın 14. maddesi ve Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliğinin 17. maddesinde yazılı durumlarda yükümlülük süresi aşılmış olsa bile söz konusu hastalığın meslek hastalığı sayılıp sayılmayacağını, aynı Yönetmeliğin 20. maddesinde yazılı durumlarda üç yıllık çalışma (maruz kalma) süresinin indirilip indirilemeyeceğini karara bağlamak. 

Kurul toplantıları ve kararlar

MADDE 11 – (1) Kurul, haftada en az bir kez ve en az yedi üye ile toplanır.

5510 sayılı yasa çıkartılmış, bu yasanın kimi maddelerinin uygulama kılavuzu niteliğindeki aşağıdaki yönetmelikler Anayasanın 124. maddesine ve normlar hiyerarşisine uygun olarak çıkartılmıştır.

  • Yasanın 14. maddesine dayanarak Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği
  • Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunun Görev, Yetki, Çalışma Usul Ve Esasları Hakkında Yönetmelik

SSK Yüksek Sağlık Kurulu, Yönetmeliğin 11. maddesine uygun olarak yapacağı ilk toplantıda “KOVİT-19 Meslek hastalıkları listesine alınmıştır” diye bir karar aldığında,
sağlık çalışanları için sorun çözülmüş olacaktır.

Not: 657 sayılı Devlet Memurları Yasasının 105 ve 188. maddeleri, kamuda çalışanlar için Meslek Hastalıkları uygulamasına izin vermektedir.

Sağlık çalışanları dışında kalan çalışanlar açısından KOVİT-19’un nasıl ele alınacağı hem tartışmaya açık, hem de çok duyarlı olması nedeniyle başka bir yazının konusudur.
==============================================
Dostlar,

Saygın meslektaşımız, kıdemli işyeri hekimi ve eğiticisi Dr. Mahmut Yaman’ı 1988’den bu yana tanırız. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesinde çalıştığımız yıllarda (1988-2004) kendisinin İşyeri Hekimliğini büyük bir yetkinlikle yürüttüğü Trakya / Kırklareli Cam Fabrikalarına, 6. sınıf tıp öğrencilerimizi götürür, iş sağlığı – güvenliği eğitimlerine uygulamalı katkı alırdık. Asistan hekimlerimize uygulama olanağı sağlardık. Sn. Dr. Yaman ile yürüttüğümüz bilimsel araştırma projeleri de olmuş ve bu çalışmalar ilgili bilimsel dergilerde yayınlanmıştır.

Dr. Yaman, son yıllarda İşyeri Hekimi yetiştiren Eğitici yetkisine sahiptir ve özel ilgisi / birikimi ile İşçi Sağlığı İş Güvenliği alanında son derece işlevsel yazılımlar geliştirmekte, sektörde bu alanda çalışan kimi firmalara danışmanlık hizmeti vermektedir.

Bilindiği gibi KOVİT-19 salgını ülkemizde 10 ay içinde 300’ü aşkın sağlık emekçisini kurban almıştır. 120 bini aşkın sağlık emekçisi bu hastalığa yakalanmıştır. AKP + MHP’den oluşan iktidar bloku, yukarıda Sn. Dr. Yaman’ın yetkinlikle özetlediği mevzuatın açıkça elvermesine karşın, bu hastalığın sağlık çalışanları için meslek hastalığı sayılması hakkını tanımamakta inat ve ısrar ederek açıkça hukuku çiğnemekte ve hak gaspı yapmaktadır. Hiç gerekmediği halde yeni yasal düzenleme konusu gündeme getirilmiş ve TBMM’de Cumhur İttifakınca reddedilmiştir. Bu durum gerçekten hazin ve ibretliktir ve hızla sonlandırılması gerekmektedir; bizim de iktidara çağrımızdır.

Bu kapsamlı ve emekli yazıyı, ricamız üzerine kısa sürede yazan saygın meslektaşımız Dr. Mahmut Yaman‘a şükranlarımızı sunuyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 02 Ocak 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Not               : TBMM kabul tarihi 25/4/2013, Yasa No. 6462; KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE YER ALAN ENGELLİ BİREYLERE YÖNELİK İBARELERİN DEĞİŞTİRİLMESİ AMACIYLA BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN..
özürlü, sakat, çürük sözcükleri 96 yasadan çıkarıldı; ENGELLİ sözcüğü kondu.