Etiket arşivi: koronavirüs salgını

Kuruluşunun 80. yılında yaşayan efsane: Köy Enstitüleri

Kuruluşunun 80. yılında yaşayan efsane: Köy Enstitüleri

Ayşe Gülsün Bilgehan kimdir? - Yeni Akit Gazetesi

Gülsün Bilgehan
İnönü Vakfı Başkan Yardımcısı
18 Nisan 2020, Cumhuriyet

2020 yılında koronavirüs salgını dünyaya ilim ve bilime olan gereksinimin önemini tekrar hatırlattı. Her şeyi yeniden düşünüp geçmişten ders almanın tam zamanı.

Bundan tam bir yıl önce, Köy Enstitülerinin kuruluşunun 79. yıldönümü etkinliği, eğitimci-müfettiş Mehmet Ayhan’ın girişimi ile Pembe Köşk’te yapıldı.

“Atomu parçalamaktan zor olan halkın aydınlatılmasını ve geliştirilmesini amaçlayan bu kurumların yaşama geçirilmesinde, eğitime, sanata yönelik tutum ve davranışıyla 1. derecede yetkili ve etkili 2. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün bıraktığı canlı kültür ortamında, yaşadığı evde ve piyanosu başında, ona saygı ve şükranlarımızı sunmak içindir” diye açıklamıştı günün programını Ayhan. 80. yılda buluşmak üzere sözleşirken, dünyayı kasıp kavuracak bir virüsün tüm yaşamları vuracağını kimse bilmiyordu.

Halk imecesi katkısı

1939 yılının son günlerinde, Türkiye yine büyük bir doğal felaket yaşamıştı. Erzincan depreminde 16 bin can kaybı vardı. Diğer yandan dünya yeni bir büyük savaşın içine girmişti. 17 Nisan 1940 Çarşamba günü, 429 kişilik TBMM’den 287 milletvekilinin oyları ile kabul edilen 3803 sayılı Köy Enstitüleri yasası bu zor koşullarda hazırlanmıştı.

Atatürk’ün direktifleri ile köylere hizmet götürmek için 1936’da başlatılan Köy Enstitüleri hareketi, ülkenin o günkü gerçeklerinden ve gereksinmelerinden yola çıkılarak, kendi yönetici ve eğitimcilerimizce, öğretmen öğrenci katılımı ve halk imecesi katkısıyla, kalkınmayı ve demokratikleşmeyi destekleyici yerli bir eğitim düzenlemesiydi. Yasa tasarısı İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in gayretleriyle hazırlanmış, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün büyük desteği ile güç kazanmıştı. Tonguç, “O’nun konuyu benimsemesi, desteklemesi, siyasal ağırlığını koyması, tarihsel bir önem taşıyordu. Bu olmadan Köy Enstitülerini, ilköğretim atılımını gerçekleştirmek söz konusu olamazdı.” diyordu. Erdal İnönü, “babasının Köy Enstitüsü raporunu günlerce yanında taşıdığını, tekrar tekrar incelediğini” anlatacaktı.

‘Kamuoyunda bir değer’

“İyi niyetli, maksadı belli olan bir eğitim yasasına kimsenin karşı çıkmayacağını sanmıştım. Ama akşam sofrada Yücel’den duyduk ki bazı milletvekilleri yasanın uygulama planına itirazlar yöneltmişler. Bu eleştirileri değerlendirirken Yücel’in de babamın da vardıkları ortak kanı, bu itirazları yapanların aslında büyük bir vatandaş kitlesinin okumasını, aydınlanmasını istemedikleri şeklinde idi. ‘Asıl engel yine aydınlardan geliyor’ demişti babam ve ben bu söze çok şaşırmıştım. ‘Aydın olur da halkının iyiliğini istemez mi?’ diye içimden geçirdiğimi hatırlıyorum. Sonradan çıkar çatışmalarının çeşitli etkilerini gördükçe bu şaşkınlığım geçti ve eğitimcilerimizin hangi zorluklarla karşı karşıya olduğunu daha iyi anladım” diye yazacaktı yıllar sonra anılarında.

İnönü, tarihten edindiği deneyimlerle, sürecin ne kadar acil olduğunu görüyordu. İki yıl sonra Tonguç’a: “Köy Enstitülerinin sayısı neden 25’e kadar çıkarılıp orada kalacak?” diye sordu. “Enstitü sayısını 60’a çıkarmak gereklidir. Buralarda bir kısım öğrenciler tarımcı olarak yetiştirilmelidir. Para sorunu diye bir şey ileri sürme” dedi ve en çok önem verdiği konuyu belirtti: “Köy kızlarını, köy kadınını işte bu feci durumdan kurtarmak için haysiyetli insanlar olarak yetiştirmemiz lazım. Bu kızları çok tutacağız gerekirse. Cumhuriyet kızları gibi özel bir ad vererek onları kamuoyunda bir değer durumuna sokmaya çalışacağız.”

‘Bir iz, bir söz’

Cumhurbaşkanı İnönü, özellikle Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne eşi Mevhibe Hanım ve kızı Özden’le birlikte gidiyordu. “İnönü’nün konukluğu, Enstitülere büyük bir zenginlik katar, gittiği her Enstitüde bir iz, bir söz bırakırdı. Bu zengin görünümün bir yanı, devletçe bize önem verildiğini yansıtan bir güven yaratmasıydı. Bunu duyumsamak biz öğrencilerin yurt ve ulus sevgimizi kamçılar, gururlanırdık” diye anlatıyor Aksu ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunu Pakize Türkoğlu. “O yıllarda gerek İnönü’nün, gerek öteki büyük adamların eşlerinin hali tavrı da başkaydı. Bu bizim çok ilgimizi çekerdi kız öğrenciler olarak. Giyim kuşamlarında bile başkalık vardı. Devlet büyüğü eşi olduklarını yansıtan bir tavır içinde olurlar, şapkalarıyla, taranmış açık başlarıyla eşlerinin yanında saygıyla yer alırlardı.

Özellikle Mevhibe Hanım, modernlikle kendi kültürümüzün bireşimini kişiliğinde olduğu kadar, giyim kuşamıyla da yansıtan bir örnekti. Eğitmenler, öğretmenler, öğrenciler enstitülerde canla başla, şevkle çalışıyorlardı. O günleri unutmadılar: “Genç, yaşlı, kadın ve erkek profesörlerin, doçentlerin, ses telleri kıymetli şan ustalarının, piyanistlerin, tiyatrocuların, bilim kültür ve sanat insanlarının, değerli eğitimcilerin, karda kışta, Hasanoğlan kırına nasıl koştuklarını hâlâ konuşuruz arkadaşlarımızla.” Hasan Âli Yücel, Cumhuriyet tarihinin görevde en uzun süre kalan Milli Eğitim Bakanı oldu (1938-1946). İsmail Hakkı Tonguç, 11 yıl boyunca bütün Türkiye’yi gezdi.

En büyük pişmanlığının, İnönü’nün enstitülerin çoğaltılması ve tarımcı yetiştirilmesi konusundaki beklentisini karşılayamamak olduğunu söyleyecekti: “Bir süre sonra, Yücel’le birlikte, İnönü’ye işin ne yazık ki olamayacağını bildirmek zorunda kaldık. İnönü’nün yanıtını yaşamım boyunca unutmadım: İleride çok pişman olacaksınız. Savaştan sonra bu işlerin hiçbirini bize yaptırmayacaklardır. En önemli olanağı kaçırıyorsunuz!”

İlk kurban Köy Enstitüleri

Sıcak savaş bitmiş, Soğuk Savaş başlamıştı. CHP içindeki fikir ayrılıkları özellikle Toprak Reformu görüşmelerinde belirginleşmişti. Bu sıralarda Stalin liderliğindeki Sovyet Rusya’nın Boğazlar üzerinde egemenlik hakkı istemesi ve doğu sınırımızdan toprak talepleri eğitim çabalarının sürdürülebilmesi için gerekli ortamı değiştirmişti. Erdal İnönü’ye göre: “Köy okullarının yapımında köylülerin bazı yerlerde zorla çalıştırılmış olmaları, Köy Enstitülerinde verilen kültürün evrensel ve hümanist karakterinin yadırganması, solculuk hatta komünistlik suçlamaları, hepsi bir araya gelince çok partili rejimin ilk kurbanlarından biri Köy Enstitüleri oldu.”

Ders alma zamanı

İsmet İnönü de, yıllar sonra, gazeteci Mustafa Ekmekçi’ye, “Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi ve sevgilisi” diye nitelediği Köy Enstitüleri konusunda şunları söylemişti: “Ben Köy Enstitüsü düşününe inanmışımdır. İnanmış bir insan, sonuna kadar bunu yürütür; idealizmde, felsefede bu böyledir ama ben politikacıyım, uygulayıcıyım. Ben gücüme göre, gücümün var olduğu yerde, gücümü gösterebilirim. Ben dâhi değilim, gücümle, deneyimimle, ülke çıkarlarını en üst düzeyde tutarak sorunlara çözüm bulurum.

Köy Enstitüsü konusu da böyle olmuştur. Benim gücüm o zaman nereden geliyordu? Partiden, parti meclis grubundan. Bu konuda, tüm organlarda gücümü yitirmiştim. Ordunun üst kademesinde de huzursuzluk başlamış, onun için bir süre, bu konuda en çok saldırıya uğrayan, Yücel’le Tonguç’u, onların da gönlünü alarak, bir süre için bu şimşekleri bu olay üzerinden uzaklaştırmak istedim. Fakat sonradan demokratik hareketler de başlatılınca, olaylar öyle gelişti ki, kendi akımında yürüdü ve bir an geldi ki artık Köy Enstitülerini eski gücüyle, eski ruhuyla sürdürmek olanakları benim elimden çıktı. Bugün, şimdi yeniden bu kurumları, daha gelişmiş, aradan geçen zaman içinde, daha bugüne uygun bir biçimde kurmak için hep birlikte çalışacağız.” Kim bilir, belki de o gün gelmiştir!

  • 2020 yılında koronavirüs salgını dünyaya ilim ve bilime olan gereksinimin önemini tekrar hatırlattı.
  • Her şeyi yeniden düşünüp geçmişten ders almanın tam zamanı.

Kamusal sağlık yoksa evde ölüm var: ABD’lilerin koronavirüs çaresizliği

Kamusal sağlık yoksa evde ölüm var:
ABD’lilerin koronavirüs çaresizliği

Kamusal sağlık hizmetinin olmadığı ABD’de,
ciddi koronavirüs semptomları göstermesine karşın hastaneye gidemeyen 3700 kişinin yaşamını yitirdiği
ortaya çıktı. Koronavirüs tedavisinin yaklaşık 35 bin doları bulduğu ülkede, 40 milyon insanın geliri, 4 kişilik aile için yoksulluk sınırı olan 25,100 doların altında

(https://www.birgun.net/haber/kamusal-saglik-yoksa-evde-olum-var-abd-lilerin-koronavirus-caresizligi-296666, 15.4.20)

Dünyada koronavirüsün merkez üssü haline gelen kapitalizmin simge ülkesi ABD’de, salgın günden güne ülkedeki sağlık sisteminin ne denli acımasız ve adaletsiz olduğunu gözler önüne seriyor.

New York City Sağlık Departmanı’ndan yapılan açıklamada, koronavirüsün tedavi süreciyle ilgili oldukça çarpıcı bir bilgi paylaşıldı. Yapılan açıklamada, tahmini 3700’den çok kişinin, ateş, öksürük ve nefes darlığı gibi ciddi Covid-19 belirtileri göstermesine karşın hastaneye yatırılmadığı ve evlerinde yşamını yitirdiği belirtildi.

İNSANLAR EVDE ÖLÜYOR ÇÜNKÜ TEDAVİ PAHALI
ABD’de genelinde worldometers sitesinin paylaştığı verilere göre, 614,246 kişide koronavirüs belirlenirken, 26 bini aşkın kişi de yaşamını yitirdi. Koronavirüs salgınınn darbe vurduğu ülkede, yüksek tedavi giderleri en çok konuşulan konuların başında geliyor.
* ABD’de yaşayan 27 milyon kişinin herhangi bir sağlık sigortası yok.
Ülkede tümüyle kâr odaklı olan sağlık sistemi, sigortası bulunmayan ABD vatandaşlarına yaklaşık 35 bin dolarlık bir tedavi faturası çıkarıyor.
Mart ayında Time dergisinde yayımlanan bir haberde, Danni Askini adında sigortasız bir kadının koronavirüs testi ve tedavi ücretinin 34,927 doları bulduğu bilgisi yer almıştı.
Olaya ilişkin açıklama yapan Askini, “Tümüyle şoka uğradım. Kişisel olarak bu kadar paraya sahip birini tanımıyorum..” diyerek duruma tepki göstermişti.
Ülkede, sigortası olan hastaların komplikasyonları olmaması durumunda bile, koronavirüs tedavisi için en az 9 bin dolar ödemesi gerektiği ifade ediliyor.
BBC Türkçe’nin Temmuz 2018’de yaptığı bir habere göre, ABD genelinde 4 kişilik bir ailenin ortalama geliri 91 bin dolar. 326 milyon nüfusa sahip ülkede,
* 40 milyon insanın geliri, 4 kişilik aile için yoksulluk sınırı olan 25,100 doların altında!
EVSİZLERE ‘OTOPARKTA YATIN’ DENDİ
Evsizlerin durumu ise ülkedeki bir başka önemli sorun başlığı. ABD’de 550 binden çok evsiz insan (homeless) bulunuyor.
detay
Almanya’da koronavirüs:
Merkel’in beklediği ‘normalleşme planı’ yayınlandı
Ancak ne merkezi ne de yerel hükümetler bu konuda kalıcı bir çözüm sunmuyor.

ABD’nin kumarhaneleriyle meşhur kenti Las Vegas’ta bir açık otopark, koronavirüs salgınının yükselişe geçtiği ilk günlerde evsizler için sığınağa dönüştürülmüş ve bu uygulama insan onuruna aykırı olduğu için büyük tepki çekmişti.

Las Vegas Belediye Sözcüsü Jace Radke, kentteki öbür evsiz barınağı olan Courtyard Evsizler Barınağı’nın neredeyse tam kapasitesiyle hizmet verdiğini ve Katolik Hayır Kurumu’nun kapatılmasıyla ‘başka bir seçenekleri kalmadıkları için’ bu barınağı oluşturduklarını söylemişti.

MOBİL MORGLAR VE KORİDORLARDA CENAZELER

kamusal-saglik-yoksa-evde-olum-var-abd-lilerin-koronavirus-caresizligi-717242-1.

Öte yandan evlerde yaşanan ölümler, ABD’nin koronavirüs salgını konusunda yaşadığı ilk kaygı verici gelişme değil.

Ülkede daha önce de New York’ta kurulan mobil morglar oldukça tartışılmıştı. Brooklyn Hastanesi’nde de ölümlerin daha da artması nedeniyle konteyner morglar kurulmuştu. New York’ta morg kapasitesinin ek çadır ve mobil morglarla yaklaşık 4 kat artırıldığı bildirilmişti. Bununla birlikte

  • New York’taki hastanelerde normalin üzerindeki ölümler nedeniyle koridorlarda
    ceset torbaları bekletilmeye başlanmıştı.

SAĞLIK ÇALIŞANLARI DA BÜYÜK BASKI ALTINDA

Tüm bunların yanında, ülkedeki sağlık çalışanları tek amacın kâr etmek olduğu sağlık sisteminin varlığı nedeniyle oldukça zor günler geçiriyor.

Birkaç hafta önce, ABD’deki kimi hastanelerin Covid-19 salgını nedeniyle zorlaşan çalışma koşullarını ve tıbbi donanım eksikliğini dile getiren sağlık çalışanlarını işten çıkartmakla tehdit ettiği basına yansımıştı.

ABD medyasında yer alan haberlere göre, Washington Eyaleti Hemşireler Derneği Sözcüsü Ruth Schubert,

Hastaneler imajlarını korumak için hemşireleri ve öbür sağlık çalışanlarını susturuyorlar. Bu kabul edilemez..” sözleriyle sağlık çalışanlarının yüz yüze kaldığı zorlukları kamuoyuna anlatmıştı.

İTO : Gereken önlemler zamanında alınmadı, pandemi başka bir evreye tırmandı

İTO : Gereken önlemler zamanında alınmadı, pandemi başka bir evreye tırmandı

İstanbul Tabip Odası, Türkiye’nin koronavirüse ilişkin salgın yönetiminin 1 ayını değerlendirdi.
İTO, tedbirlerin geç alındığını belirterek,

  • “Ne var ki, aradan geçen sürede pandemi bir başka evreye tırmanmış olmakta.” dedi.

Koronavirüs salgınına ilişkin bir basın açıklaması yapan İstanbul Tabip Odası (İTO) Yönetim Kurulu, tüm süreci özetlediği açıklamasında,

  • “Gereken önlemler gerektiği zamanda alınmamakta, ancak kamuoyu beklentisi yükselince, günlerce/haftalarca sonra plansız, programsız, aceleyle zoraki adımlar atılmaktadır.
  • Ne var ki, aradan geçen sürede pandemi bir başka evreye tırmanmış olmakta ve bu durumda alınan önlemler etkili olamamaktadır.” ifadelerini kullandı.

İstanbul Tabip Odası, Türkiye’nin 1 aylık salgın yönetimini değerlendirdiği bir açıklama yayınladı. İTO Yönetim Kurulu tarafından yapılan açıklamada,

  • Türkiye’deki koronavirüs pandemisine karşı aklın, bilimin, modern tıbbın rehberliğinde bir mücadele yürütüldüğünü söylemek ne yazık ki mümkün değildir.” ifadelerini kullandı.

TOPLUMSAL DAYANIŞMA VE ÖTESİ…      

TOPLUMSAL DAYANIŞMA VE ÖTESİ…      

Ertan URUNGA
Emekli Yargıç Albay
e.urunga@yahoo.com.tr
Dünyayı saran Koronavirüs salgını nedeniyle ülkemizde alınan önlemler bağlamında; 65 yaş üstü yurttaşlar için sokağa çıkma yasağı (Gönüllü Ev Hapsi), iç ve dış seyahatlerin kısıtlanması, toplumsal ve kamusal tüm etkinliklerin ileri bir tarihe ertelenmesi yanında; üstüne üstlük zaten var olan sosyal ve ekonomik krizin de giderek arttığı tarihsel bir süreçten geçiyoruz.
Ancak hemen belirtelim ki; böylesi sancılı günlerde asla umutsuzluğa kapılmadan birlik ve dayanışma içinde hareket ederek herkesin aklın ve bilimin öncülüğünde üzerine düşeni yapıp kurallara da mutlak uyması durumunda, insanlığın bugün bir Pandemiye (geniş alanlara yayılması önlenemeyen salgına) dönüşen bu küresel sorunun da üstesinden geleceği ve tüm zorluklarına karşın; yeniden sağlıklı günlere kavuşacağına inanıyoruz. İnanıyoruz çünkü, bu salgına neden olan ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından “Yeni nCovid-9” olarak tanımlanan virüsün, insanın yaradılışından beri doğada var olan, kimi zaman savaşarak kimi zaman da barış içinde birlikte yaşadığı mikro organizmaların (virüs, bakteri, mantar) bir türü olduğu, insanları yok etmeye odaklanmış azılı bir “düşman” da sayılmadığı için, ölümlerin başat nedeni ve birincil sorumlusu olduğu da söylenemez.
Sorumlu Kim?                                                                                                                                    
Saygın bilim insanlarının açıklamalarından, ölümlere evrim geçiren ya da mutasyona (kalıtsal değişime) uğrayan bakteri ya da virüslerin değil; insanın bağışıklık sistemindeki açıkların neden olduğu ve bunların da öteden beri aşı ve ilaçlarla giderildiği bilinirken; gerekli kamusal önlemleri almayan ya da alınan önlemlerin gelir – gider dengesini bozduğu gerekçesiyle uygulamayan, virüslerin panzehiri olan aşılar üreterek kırımların önüne geçen asırlık sağlık kurumlarını kapatan sığ yönetimlerin doğrudan sorumlu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Nitekim tarihte de veba, kolera, ebola, enflüanza gibi salgın hastalıklarla karşılaşan insanlık, mikro-organizmaların biyolojik yapılarını bozan aşı ve ilaçlarla insanın bağışıklık sisteminin direncini artırarak, virüslerin ölümcül etkilerini tarihten silmeyi başarırken; bugünkü bilişim ve teknoloji çağında bir virüse teslim olup önünde diz çökmesinin kabul edilebilir hiçbir özürü / mazereti olamaz. Hele, 18 yıldan beri sağlıkta getiri – götürü hesapları üzerinden politikalar yürüten dinci ve kinci bir iktidarın!..
Umut Veren Gelişmeler
Bugün korona pandemisini sonlandırmak için büyük bir özveri ile çalışan can dostu Tıp Bilim adamları ile sağlık çalışanlarının cansiperane çabalarına, ülkemizin önde gelen Sosyal Bilimcilerinin de geçtiğimiz günlerde, devletçe alınması gereken önlemleri içeren bir çağrıda bulunarak sürece katıldıklarını, Halk Sağlığı ve Sağlık Hukuku uzmanı sayın Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın web sitesinde (www.ahmetsaltik.net) yaptığı paylaşımlardan öğreniyoruz.

Ayrıca O’nun, Sağlık Bakanlığınca oluşturulan Bilim Kurulunda yer almamasına karşın; daha sürecin başından beri bilim adamına yaraşan sorumluluk duygusu ile hareket edip sitesinde paylaştığı yazı, duyuru ve bilimsel önerileri, ayrıca çeşitli TV izlencelerinde yaptığı söyleşilerle de sürece dışarıdan katkıda bulunduğu; yine ilk günlerde yapılan günlük test sayısını yetersiz gördüğünde de daha çok test yapılması için çığlık çığlığa “Test Yapın!..” uyarıları üzerine, günlük test sayısının yetkililerce artırılmasıyla olumlu sonuçların sağlandığı görülmüştür.

Yine elektronik cihaz üretimi yapan ünlü bir şirketin çatısı altında toplanan yüzü aşkın seçkin mühendisimizin ürünü olan ve solunum zorluğu gelişen hastaların sağaltımında (tedavisinde) yaşamsal derecede önem taşıyan Mekanik Ventilator (solunum aygıtı) üretimine başlanması ve bunun gibi övülesi daha birçok olumlu gelişmelerin yaşanmasıyla, halk arasında kendiliğinden ortaya çıkan dayanışma iradesinin de şahlanarak yükselişe geçmesi, umutlarımızın pekişmesine neden olmuştur.

Sosyal bilimcilerin,Bugün tüm dünya sağlığın, eğitimin, temel ihtiyaç maddeleri üretiminin serbest piyasa süreçlerine terk edilmesinin bedelini ödüyor..savsözü ile başlayıp, 22 maddede dile getirdikleri ve bugünkü koşullarda sürdürülebilir kalkınma yerine sürdürülebilir bir yaşamı gerçekleştirmek amacını güden akılcı önerilerine biz de aynen katılıyoruz.

Ancak şu günlerde halk arasında baş gösteren geleceğe yönelik kaygıların, ileride Koronafobi paniğine dönüşmesi olasılığına karşı, son derecede önemli gördüğümüz dayanışma iradesinin kırılmaması için bunların da bir an önce yaşama geçirilmesi gerektiğine kuşku yoktur sanırız.

Sonuç  

Bu süreçte asla unutmasın ki; salgın hastalıklarla savaşın en etkili silahı, dinamik gücü F-35 savaş uçakları ya da S-400 füzeleri olmadığı gibi, devleti yönetenlerin “Hiçbir virüs, aldığımız önlemlerden daha güçlü değildir” içerkli hamasi söylemleri de değildir. Ancak bilimsel akılcılığın aydınlığında oluşan toplumsal birlik ve dayanışma iradesi ve doğal olarak bu iradenin oluşumuna hizmet eden, ileriyi gören ortak aklın ürünü olan bilimsel önlemlerdir.

Bu bağlamda, sosyal bilimcilerin ileriye yönelik ve toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla alınacak önlemler doğrultusunda hareket etmeyi, kendine görev bilen iki gözde kentimiz Ankara ve İstanbul BŞ. Belediyelerinin sağlık uzmanlarca önerilen ve salgının önlenmesine ilişkin genel önlemler dışında, süreçten etkilenip mağdur duruma düşen dar gelirli yurttaşlar için başlattığı bağış kampanyasının, halk arasında geniş bir kabul ve destek görmesi de toplumsal dayanışmanın somutlaşmış bir örneği olarak, tarihe geçecektir elbet.

NOT: Toplumsal Dayanışmaya Beklemeyen Darbe!

Değerli okurlar,

Tam da bu dizeleri (satırları) yazdığımız sırada, anılan Belediyelerce yürütülmekte olan kampanyaların İçişleri Bakanlığınca yasaklanarak, banka hesaplarının bloke edildiğini (AS: dondurulduğunu); TV’den yansıyan haberlerden esef ve şaşkınlıkla öğrenmiş bulunuyoruz. Sıcağı sıcağına belirtelim ki; Bakanlığın akıllara ziyan bu kararı, yukarıda anlatmaya çalıştığımız salgınla savaşta ortaya çıkan toplumsal birlik ve dayanışmaya vurulan acımasız bir darbe olmuştur gerçekte… İnsana, ‘bu kadarı da olmaz ki!‘ dedirten bu “hükümet tasarrufuna” karşı görüşlerimizi de affınıza sığınarak gelecek yazımıza bırakırken, herkes için sağlıklı günler ve biraz da sabır dilerim.

Esen kalınız!
=================================
Sayın Ahmet SALTIK

Koronavirüs pandemisinin ülkemizi de sarıp gündeme yerleşmesi karşında, sizin övülesi çabalarınızı ilgi ve takdirle izliyoruz. İyi ki varsınız. Emeğinize, yüreğinize sağlık! Gündemin sıcaklığı karşısında ben de daha fazla dayanamayıp aşağıda görüşünüze sunduğum yazımı sitenizde yayınlanması dileğiyle gönderiyorum. Eşimle birlikte selam eder, sağlıklı günler ve işlerinizde kolaylıklar dileriz.

Saygılarımızla…

EVRENSEL GAZETESİ İLE SÖYLEŞİMİZ..

EVRENSEL GAZETESİ İLE SÖYLEŞİMİZ..

Prof. Dr. Ahmet Saltık: 15 gün içinde toplumun yarısını tarayacağız hedefi konmalı..

Prof. Dr. Ahmet Saltık uyardı:

  • İktidar akılcı, bilimsel tavsiyeleri keyfi biçimde uygulamaz ya da kısmen uygularsa; ödeyeceğimiz bedel daha çok ölüm olacak.

Birkan BULUT
Ankara / EVRENSEL
https://www.evrensel.net/haber/401475/prof-dr-ahmet-saltik-15-gun-icinde-toplumun-yarisini-tarayacagiz-hedefi-konulmali 7 Nisan 2020

Koronavirüs salgınına karşı Türkiye’de açıklanan neredeyse her önlem tartışmaya neden oluyor. Türkiye’de salgına karşı savaşım yöntemlerini ve alınan önlemleri Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Saltık ile konuştuk.

Alınan önlemlerde geç kalındığını ve kamusal merkezi bir planlama eksiği olduğunu belirten Saltık, Bilim Kurulu’nun iktidara önerilerinin ve iktidarın kimi tavsiyeleri uygulamama gerekçesinin de saydam olarak açıklanması gerektiğini söyledi. Saltık,

İktidar rasyonel (akılcı), bilimsel tavsiyeleri keyfi biçimde uygulamaz ya da kısmen uygularsa; ödeyeceğimiz bedel daha çok ölüm – daha çok hastalık ve ekonominin çökmesi olacaktır ve Bilim Kurulundaki arkadaşlarımız buna itiraz etmelidir. Meslektaşlarımızın böylesi bir durumda ‘Bu sorumluluğa ortak olmayacağız’ diyerek istifa etmesi gerekir.” değerlendirmesinde bulundu.

Türkiye’nin bugüne kadar aldığı önlemleri yeterli buluyor musunuz?

Öyle bir aşamaya geldik ki; artık ülke genelinde toplumsal bir karantinayı uygulamada zor bir aşamadayız. Çok yayıldı, geç kaldık. Tanı koyduğumuz olgular ve yaşamını yitirenlerin toplumda enfekte olanlara oranı belki %10 belki de %1. Şu an bütün toplumu kapatsanız bile ev içinde birbirine bulaşmaya devam edecek.

“15 GÜNDE TOPLUM YARISINI TARAYACAĞIZ GİBİ BİR HEDEF KONMALI”

Hekimler günde en az 15-20 bin test yapılması gerektiğini söylüyordu. Bugünlerde 20 bine ulaşıldı. Test konusunda da geç kalındığını düşünüyor musunuz?

Evet, hala yavaş gidiyor. Test yapılması noktasında konan ateş, öksürme ve temas öyküsü gibi ölçütler oldukça sınırlayıcı. Türkiye’nin nüfusu 83+5=88 milyon; önceki gün 20 bin test yapıldı, 3 bin olgu bulundu. Yüksek görünüyor ama geç başlamamız nedeniyle olgular birikmiş durumda. Türkiye’nin toplumsal karantina uygulamaktan çok, test ölçütlerini gevşeterek daha çok test yapması gerekiyor. 10-15 gün içinde toplumun yarısını tarayacağız gibi bir hedef konmalı. Japonya, Güney Kore, Hong Kong, Almanya, Singapur gibi başarılı ülkeler böyle yaptı. Güvenilir ve geçerli testlerle taramayla toplumdaki gizli olgu ve taşıyıcıları belirlenip karantinaya almak daha uygun bir yöntem.

Test ölçütü ne olmalı, herkese yapılmalı mı?

Kimi ülkelerde herkese, kırmızı ışıkta duran insanlara bile test yaptılar. Bu konuda gezici takımlar kurulması, bütün başvuruda bulunanlara, hastalara, yurtdışıyla temas öyküsü olanlara test yapılması gerekiyor. Marketlerde, mahkumların ya da hastaların olduğu binalarda kapı kapı gezerek test yapılmalı. Çin böyle yaptı ve saptadığı olguları toplumdan ayırdı. Hastalık iyileştikten sonra bulaştırıcılığı bitmiyor. Hiçbir belirtisi olmasa da bulaştırıcılığı 1-2 hafta sürebiliyor.

“BU KRİZDEN SONRA ÜLKENİN YARISI YOKSUL”

65 yaş üzerindekilerden sonra 20 yaş altındakilere de sokağa çıkma yasağı getirildi. Sokağa çıkma yasağı konusunda ne düşünüyorsunuz? Ayrıca evde kalabilmek için ne gibi sosyal, ekonomik önlemler gerekiyor?

Yaygın bir test kampanyasıyla birlikte mutlaka sosyal, ekonomik önlemlere de başvurulması gerekiyor. 65 yaş ve üzerindekiler yaklaşık 8 milyon, 20 yaşın altındakiler ise yaklaşık 27 milyon. Ancak mülteciler ve göçmenleri kattığımızda toplam nüfus 88 milyon. Kısacası sokağa çıkma yasağındakilerin dışında, geriye 53 milyonu aşkın kişi serbest kalıyor. Ancak eve kapattığınız insanlara sosyal ve ekonomik güvence yaratmak, geçinmesini sağlamak zorundasınız. Fakat bütçe perişan, borç gırtlağı aşmış durumda. Hükümet el açmış, insanlardan yardım istiyor. Devlet memurlarından zorla denebilecek yöntemlerle kesintiler yapılıyor, adeta fermanla salma salınıyor! Bu krizden sonra ülkenin yarısı yoksul. 4 buçuk milyon dar kapsamlı işsizlik var ve bu genişletilmiş anlamda 7 milyondan fazla. 3-4 hafta içinde milyona varan yeni işsiz daha oluştu. Acilen bu insanlara ekonomik sosyal destek verilmesi, işten çıkarmaların engellenmesi gerekiyor.

“BİLİM KURULU KARARLARI SAYDAM BİR ŞEKİLDE AÇIKLANMALI”

Bilim Kurulu önerilerinin kabul edilmediği belirtiliyor. Kurul yetkilendirilmeli mi?
Bilim Kurulu’ndaki meslektaşlarınıza bir çağrınız var mı?

Bilim Kurulu’nda yalnızca bir Halk Sağlığı Uzmanı var. Eleştirilerimiz doğrultusunda 6-7 Halk Sağlığı Uzmanı daha katıldı, oysa bu en başta olmalıydı. Salgını yönetmek dünyanın her yerinde Halk Sağlığı Uzmanlarının işidir. Fakat asıl sorun Bilim Kurulu’nun aldığı kararların uygulanmamasıdır. Demokratik bir toplumda bu kararları kurul sözcüsü açıklar ve harfiyen uygulanır. Ancak ülkedeki tek adam rejimi her şeye tek başına karar veriyor, Bilim Kurulunun da üstünde… O zaman bilim kurulunun bir anlamı kalmıyor.

  • TBMM her gün toplanıp krizi irdelemeli.

Bilim Kurulu kararları saydam biçimde açıklanmalıdır. Hükümet de beğenmediği önerileri hangi gerekçeyle uygulamadığını veya eksik uyguladığını topluma açıklamalıdır. Umarım Bilim Kurulunda bir tıkanma olmaz. Ancak;

  • İktidar rasyonel, bilimsel tavsiyeleri keyfi biçimde uygulamaz ya da kısmen uygularsa; ödeyeceğimiz bedel daha çok ölüm – daha çok hastalık ve ekonominin çökmesi olursa,
    bilim kurulundaki arkadaşlarımızın buna yüksek sesle itiraz etmelidir.

Meslektaşlarımızın böylesi bir durumda ‘Biz bir işe yaramıyoruz, söylediklerimiz uygulanmıyor, yangın büyüyor, bu sorumluluğa ortak olamayız..’ diyerek istifa etmesi gerekir.

“VAHŞİ VE İNSANLIK DIŞI BİR SİSTEM”

Pek çok ülkede de sağlık sisteminin özelleştirilmesinin ağır sonuçları olduğu ortaya çıktı.
Sağlıkta piyasalaşmanın sonuçlarına karşı ne yapılmalı? 

AKP 2002’de iktidarı aldıktan sonra her alanda özelleştirme yaptı. Sağlık sektörünün önemli bölümü özel sektörün elinde, merkezi bir planlama yapamıyoruz. Örneğin kamunun elinde olsa ne kadar yoğun bakım birimi gerekliyse, nerede gerek varsa oraya götürülür.

  • Ancak özel sektörde toplumun gereksenimlerine değil, kâra göre yatırım yapılıyor.

Bunun sonuçlarını ABD’de gördük. En yüksek tıp teknolojisine sahip ülkede, 6 kişiden birinin sağlık güvencesi yok! Evsizler kapatılan otoparklarda, yere serilen yataklarda ölüyor! Sağlık hizmetini parası olana veren, parası olmayana afedersiniz “geber” diyen vahşi ve insanlık dışı bir sistem. Türkiye yıllardır işte bu sağlık sistemine özendi. Yıllardır insanlardan esirgedikleri sağlık harcamalarından daha çoğunu şimdi çaresiz ve verimsizce harcamak zorunda kalıyorlar.

Demek ki görkemli bir şekilde özelleştirilmiş, sermayeye ve sigortacılığa dayalı sağlık sistemleri, böyle bir kamusal sağlık sorunuyla, salgınla baş edemiyor. Bu yüzden;

  • Türkiye’nin de aklına başına alması,
  • kamusal sağlık sistemini kurması,
  • genel sağlık sigortasını kaldırması,
  • Birinci Basamağı güçlendirmesi,
  • koruyucu sağlık hizmetlerine mutlak bir öncelik vermesi,
  • İspanya’da olduğu gibi sağlık kuruluşlarını büyük ölçüde kamusallaştırması gerekiyor.

ALANYA DİM TV programımız : KORONAVİRUS SALGINI.. YAPILANLAR, YAPILMAYANLAR..

DİM TV programımız :

KORONAVİRUS SALGINI.. YAPILANLAR, YAPILMAYANLAR..


Dostlar,

Dün akşam, 6 Nisan 2020 Pazartesi akşamı 18:15 – 19:00 arasında, Alanya ve çevresinde geniş bir alana yayın yapan DİM TV‘ye konuk olduk canlı yayında..

Program yapımcısı ve başarılı sunucu Sn. Ceren Şahin‘in akılcı sorularını yanıtlamaya çalıştık..

45 dakika süreli programda ülkemizde yaşadığımız koronavirüs salgınına ilişkin aksaklıkları, sorunları ve çözüm önerilerimizi sunduk..

Bize fırsat veren DİM TV’ye ve Sn. Ceren Şahin’e teşekkür ederiz..

Yararlı olması dileğiyle bilgi ve ilginize sunarız..

https://youtu.be/AB4Bi7HwpM4

Sevgi ve saygı ile. 04 Nisan 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

TIP BİLİMİ

TIP BİLİMİ

Mustafa BALBAY
Cumhuriyet
, 29.3.2020

Çin’de koronavirüs salgını ile mücadelede adı öne çıkan Wuhan Wuchang Hastanesi Başhekimi Li Wenliang’ın ölümü tıp biliminin bir gerçeğini daha gösterdi. Özellikle salgın hastalıklarda, salgına yakalananın ilk bulaştırabileceği kişilerin başında sağlık çalışanları geliyor.

Bu konuda Türkiye’den acı bir haber hiç arzu etmiyoruz ama testi pozitif çıkan doktorlar var. Salgınla mücadelede en önemli güç olan doktorlar ve tüm görevliler olabilecek bütün güvenlik önlemleriyle donanmış şekilde çalışmalı. Hastalığın tanısında Türkiye koşulları içinde röntgen uzmanları ayrıca öne çıktı. Onların çalışma koşullarında da iyileştirmelere gereksinim olduğu belirtiliyor. Hasta sayısındaki artış, aklın ve bilimin ışığında, ortak akılla alınacak kimi kararları da kaçınılmaz kılıyor. Doktorların önerilerinden biri şu:

  • Hastanelerde yoğunluk artınca tedavi süreci belli bir aşamaya gelmiş olanların tedavisinin evde devam etmesi mümkün. Buna hangi aşamada karar verilebileceğine ilişkin merkezi bir planlama gerekli.

Bir noktanın daha altını çizelim: Sağlık Bakanlığı, daha çok veri açıklamayı ve Bilim Kurulu kararlarının bir bölümünü paylaşmayı tercih ettiği için, doktorlar WhatsApp grupları kurarak düşünce ve deneyim alışverişine girmiş durumda.
***
Sağlık sistemindeki kimi olumsuzluklarla ilgili gerçekler dile getirilmeye başlandığında iktidar çevresinden gelen ilk ses şu oluyor: Şimdi sırası mı?

Soralım: Ne zaman sırası?

Bir yandan alınması gereken önlemleri yerine getirirken bir yandan sağlık sisteminin ne durumda olduğunu irdelememiz gerekiyor. İktidar işbaşına geldikten sonra Türkiye’nin birikimlerini “özelleştirme” mantığı içinde satarken, kimilerini de kapattı. Bundan payını alanlar arasında Sosyal Sigortalar Kurumu’nun (SSK) ilaç fabrikaları da geliyordu. Türkiye’de en çok kullanılan ilk beş ilacı üreten bu fabrikaların fiyatlandırması için bir örnek verelim. 2004 yılında yapılan bir araştırmaya göre SSK fabrikalarında üretilen ve çok kullanılan 10 ilacın fiyatı ile çoğu uluslararası tekel olan fabrikalarda üretilenin fiyatı arasında %20 ile % 600 arasında değişen fark vardı.

  • 2005 yılında halkın lehine olan bu farka çare bulundu, SSK ilaç fabrikaları kapatıldı.

Yıllar sonra ilaç harcamaları çok yükselince şu soruya yanıt aradılar: Yerli ilaç üretimi olamaz mı?

  • İlaç fabrikalarını kapattınız, tek aşı üretebilen uluslararası ölçekteki Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kapattınız. 

Bugün önce özür dileyerek işe başlayın. Bu da bir erdemdir.

Şehir hastanelerine de değinmeden geçemeyeceğiz. Kamu Özel Ortaklığı (KÖO)!

Kâr garantili hastane fabrikaları! Aslında KÖO’nun gerçek açılımı şöyle: Kâr Ölçekli Ortaklık! Kâr yoksa ortaklık da yok. İzmir’deki hastane, işletme şeklinde anlaşma olmadığı için hayli gecikti!
***
Bu anlayış, doktorların ve eczacıların da “memurlaştırılmasını” hedefliyor. İktidarın yeri geldikçe doktorlara yönelik şiddetin önünü açan açıklamalar yapmasının bir nedeni de buydu. Onlar, “işin uzmanı” olmak yerine sadece “verilen işin yapanı” haline getirilince sağlığı daha da ticarileştirmek kolay olacaktı.

Bütün bunlar, koronavirüs salgını ile bir adım geride kaldı. Şu söz sık kullanılır:
Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak! Bu kez gerçekten öyle olmalı.
Tıp bilimi hak ettiği yeri almalı. Ticarete kurban edilmemeli.

Hiroşima’ya 6 Ağustos 1945’te atom bombası atıldığında yaşamını yitirenlerden en az on bininin bombadan hemen sonra bölgeye giden yardım ekiplerinin olduğu, başı da doktorların ve sağlık çalışanlarının çektiği biliniyor. Bugün Hiroşima’da bombanın atıldığı yerdeki anıtın hemen yanında bir de sağlık ekiplerine saygı anıtı vardır.

  • Tıp bilimi rant için değil, insan için insanlık için var.

Dünyada ve Türkiye’de de iktidarların böyle bakacağı bir dönem istiyoruz.

Kaynağımız var ama toplumsal dayanışma olmadan başaramayız

Kaynağımız var ama toplumsal dayanışma olmadan başaramayız

20 Mart 2020 tarihinde TUİK tarafından yayınlanan “İşgücünün Genel Profiline” göre 28 milyonu istihdamda, 4.5 milyonu işsiz olmak üzere toplam işgücü 32.5 milyon. İş aramayıp, çalışmaya hazır olanları, mevsimlik çalışanları katarsak doğru  toplam işgücü sayısının 35 milyondan daha az olmadığını, işsiz sayısının en az 7 milyon olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Yani en iyi ihtimalle işsizlik oranımız %20,

  • Koronavirüs salgınının neden olduğu  ekonomik daralma sonucu 3 milyon kişinin daha işsiz kalmasıyla bu sayı 10 milyona, işsizlik oranın %30’a ulaşması muhtemel.

Sorun, bu 10 milyon gelirden yoksun, işsiz  insana en az ay dört ay boyunca yaşamlarını kolaylaştıracak bir asgari gelir ve gıda güvenliğini sağlamak olmalıdır. Bunun yanında, zor durumda olan sektörlere, başta sağlık olmak üzere, onları ayakta tutacak asgari kaynakların aktarılması önem taşımaktadır. Bu geliri sağlayacak kaynaklar fazlasıyla mevcuttur, ancak bu kaynak seçeneklerini değerlendirmeden önce, ne kadar kaynağa ihtiyaç olduğu belirlenmelidir.

KORONAVİRÜS SALGINININ EKONOMİK ETKİLERİNİ EN AZA İNDİRMEK İÇİN GEREKLİ KAYNAK MİKTARI

Salgından dolayı bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de
– ekonomi daralacak,
– işsizlik artacak,
– şirketler zor durumda kalacak, 
– vergi gelirleri azalacak,
– bütçe açıkları büyüyecek,
– tarımın ve gıda güvenliğinin önemi artacaktır.

Bu alanlara acil müdahale desteği gerekecektir:

1) İşşizlik  Ödeneğinin Yaygınlaştırılması

İşsizlik ödeneğinin, İşsizlik Fonundan mevcut yararlanma koşullarını yerine getirmeyenleri de kapsayacak şekilde yaygınlaştırılması sosyal devlet olmanın gereğidir. Yukarda belirtildiği gibi yedi milyon işsizin hiçbir geliri yoktur, bu insanlara temel ihtiyaçlarının karşılanması için kaynak aktarılmalıdır. Yedi milyon işsize ayda 1500 TL’lik bir ödeme yapılması, onların su, elektrik, doğalgaz, yiyecek gibi zorunlu giderlerinin bir kısmının karşılanmasına yardımcı olacaktır.

Yedi milyon kişiye ayda 1500 TL verilmesinin aylık toplam tutarı 10.5 milyar TL, dört aylık toplam tutarı ise 42 milyar TL’dır.

2) Kısa çalışma ödeneği uygulamasının genişletilmesi

Kısa çalışma ödeneği; genel ekonomik, sektörel, bölgesel kriz veya zorlayıcı nedenlerle işverenin haftalık çalışma sürelerinin en az üçte bir oranında azaltması, faaliyetini tümüyle ya da en az dört hafta süreyle durdurması hallerinde devreye alınıyor. Salgın hastalık da kısa çalışma ödeneğine giren zorlayıcı sebep arasında sayılıyor. Uygulama ile işverene, çalıştırdığı sigortalılar için gelir desteği veriliyor. Bugün için destek süresi üç ay ancak Cumhurbaşkanı kararı ile bu süre 6 aya kadar uzatılabiliyor.

Koronavirüse karşı önlem olarak açıklanan Ekonomik İstikrar Kalkanı Paketi kapsamında ekonomik sorun yaşayan işverenler kısa çalışma ödeneğinden yararlanabilecekler. Kısa çalışma ödeneği ile işçilere çalışma ödeneği ödeniyor hem de genel sağlık sigortası primleri karşılanıyor. Bunun için  işsizlik fonu devreye giriyor. İşyerinin bu ödenekten yararlanması için İŞKUR’a başvurması gerekiyor. Kısa çalışma ödeneğinden faydalanmak için gereken süreçlerin kolaylaştırılıp, hızlandırılması gerekiyor. Böylece faaliyetine ara veren işyerlerindeki işçilere geçici gelir desteği sağlanırken, işverenlerin de maliyeti azaltılacak. Bu aşamada aranan şartların başında, çalışanın kısa çalışma ödeneğinden yararlanmadan önce 120 gün çalışıyor olması ve son üç yıl içinde de 600 gün süreyle işsizlik sigortası primi ödemiş olması geliyor. Bu koşullar 60 gün ve 450 güne indirildi. Kısa çalışma ödeneği kapsamında çalışana, aylık prime esas kazancının günlük brüt tutarının %60’ı ödeniyor. Kısa çalışma ödeneği miktarı aylık asgari ücretin brüt tutarının %150’sini geçemiyor ki, bu rakam 4,414 lira. Yani çalışan ne kadar maaş alırsa alsın ödenecek en yüksek kısa çalışma ödeneği 4,414 lirayı geçmeyecek. Asgari ücretli bir çalışan 1752 lira ödenek alabilecek. Eğer üç milyon çalışana ayda ortalama 3000 TL ödeme yapılacağı varsayılırsa, aylık maliyet 9 milyar TL, dört aylık maliyet 36  milyar TL’ye ulaşacaktır

3) Tarımsal Üretimin Desteklenmesi

Koronavirüs salgını gıda güvenliğinin önemini ortaya çıkarmıştır. Dünya Bankasının doğrudan gelir desteği gibi programlarından vazgeçerek, üretmeyen değil üreten desteklenmelidir. Tohumundan, gübresine, ilacına kadar yerli üretime geçilmelidir. Özellikle işsiz üniversite mezunlarına faizsiz kredi sağlanarak, kooperatifler yoluyla örgütlenmeyi teşvik ederek akıllı tarım teşvik edilmelidir. İlk aşamada 50 milyar TL’lik bir destek ile başlanmalıdır.

4) Salgından Doğrudan Etkilenen Sektör ve Kuruluşlara Destek

Başta sağlık olmak üzere ulaşım ve turizm gibi faaliyetler salgından doğrudan etkilenecek sektörlerin başında gelmektedir. Özellikle havayolları, konaklama, ağırlama, yiyecek, içecek sektörlerinin ayakta kalması için minimum nakdi destek hemen verilmelidir. Bu sektörler hem emek-yoğun olmaları dolayısıyla istihdam hem de döviz kazandırmaları dolayısıyla ekonomide önemleri olan sektörlerdir. Bu miktar 20 milyar TL’sı  hemen sağlık sektörüne, 20 milyar TL’si diğer sektörlere olmak üzere toplam 40 milyar TL olarak düşünülmektedir.

5) Kamu-Özel İşbirliği  Projelerinin Kamulaştırılması,
Şehir Hastanelerinden Vazgeçilmesi

Geçiş garantili otoyol ve köprüler mahsuplaşılarak kamulaştırılmalı,

  • Şehir hastanelerinden vazgeçilmelidir.

Bu sene için zaten 20 milyar TL’ye yakın bir miktar bütçeye konulmuştur. Mahsuplaşmanın ilk adımı olarak 20 milyar TL daha koyulabilir. Örneğin, Osmangazi Köprüsünün maliyeti 1 Milyar $ dolayındadır, Dolar üzerinden %20 bir kâr marjı konursa devlet için maliyet 1.2 milyar dolara gelir. Şirketin köprü geçişlerinden bugüne kadar aldığı miktar + devletin garanti ücret olarak ödedikleri 1.2 milyar dolardan az ise bir takvim içinde şirkete ödenir, eğer fazla ise şirketten tahsil edilir.

İş adamlığı, siyasiler ile işbirliği yaparak halkı soymak değil, dünya standartlarında makul bir kazanç karşılığında hizmet yapmak veya üretmektir.

Bu alanlar için öngörülen miktar toplamı 188 milyar TL’ye gelmektedir, bu miktar burada öngörülmeyen durumlar, (örneğin sürenin uzaması, işsiz sayısının ve sektörlerin artması gibi) göz önüne alınarak 250-300 milyar TL’ye kadar çıkabilir. Bunun yanında devletin vatandaşların geçimlerini kolaylaştırmak için elektrik, doğalgaz faturalarını ertelemek gibi anlamlı olmayan öneriler yerine, petrol fiyatlarındaki çöküşü de göz önüne alarak, fiyatlarda ciddi indirime gitmesi, bu yıl eğitimi tamamlamayan özel okulların, vakıf  üniversitelerinin gelecek yıl ücretlerini %20 düşürmeleri, bu yıl mezun olacaklara %20 geri ödeme yapmalarının sağlanması gibi önlemler de alınmalıdır.

DEVLETİN KULLANABİLECEĞİ GELİR KAYNAKLARI

  • Bugünler için düşünülmüş İşsizlik Fonunun hareket geçirilmesi, İşsizlik Fonunda Şubat 2020 sonunda 131, 5 milyar TL olduğu görünmektedir.
  • Bütçede israf niteliği taşıyan gereksiz cari ve yatırım harcamalarından, yurt dışına yardım ve hibelerden vazgeçilmeli, Suriye ile zaman geçirmeden anlaşılarak savaşa son verilmeli yerlerinden edilen Suriyelilerin vatanlarına dönmesi sağlanmalıdır. Buradan 50 milyar TL’lik kaynak sağlamak mümkündür.
  • Kamuyu bir hizmet alanı olmaktan ziyade zenginleşme aracı olarak gören hem merkezi hem yerel kimi kamu görevlilerinin 1’den çok aylık almasının önüne yasal olarak geçilmeli, şatafat ve makam saltanatına son verilerek elde edilecek kaynaklar kamuya kazandırılmalıdır.
  • TOBB, Odalar, Birlikler, Sendikalar gibi üyelerinden yasayla topladıkları aidatlarla oluşmuş fonları üyelerine ihtiyaçları doğrultusunda dağıtmaları. Örneğin Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) ilk aşamada üyeleri ve çalışanları için 500 milyon TL’lik bir destek paketi açıklamıştır. TOBB’un elinde birikmiş 100 milyar TL’den fazla kaynak olduğu söylenmektedir, TOBB’un bu konuya açıklık getirmesi gerekmektedir.
  • IMF kredisi. IMF koronavirüs salgının olumsuz ekonomik etkilerini azaltmak için üyelerine bir trilyon dolarlık kredi kullandıracağını açıkladı. Bu kredinin koşullarının IMF’nin klasik daraltıcı politikalar yerine genişletici politikaları desteklemesi beklenir. Türkiye’nin 20 milyar dolarlık bir kredi dilimi kullanması hem döviz kuru üzerindeki baskıyı azaltacak, bunun enflasyon üzerinde düşürücü etkisi olacak hem de kamunun kullanabileceği kaynakları 125-130 milyar gibi artıracaktır. Böyle bir kredi kullanımı aynı zamanda Türkiye’nin güvenilirliği artırarak sermaye çıkışını azaltarak, ülke risk priminin düşmesine ve döviz kurunda istikrar sağlanmasına yardımcı olacaktır.

Bu yıl Türkiye’nin milli gelir büyüklüğünün yaklaşık 4.5 trilyon TL olacağını varsayarsak, kamunun elinde kullanabileceği miktarın milli gelirin % 8’ne (360-380 milyar TL) kolaylıkla yaklaşabileceğini tahmin edebiliriz. Hesaplamalarımız milli gelirin %5 lik bölümüne denk gelen bir tutarın destek olarak verilmesinin yeterli olabileceğini göstermektedir. İşsizliğin %30’a ulaşacağı, bütçe açığının en az %6 (AS: ulsal gelirin!) olacağı bir ortamda hemen hareket geçmek ekonomik daralmanın etkilerini en aza indirmek için yaşamsal bir nitelik taşımaktadır.

Burada sorun kamudaki ve özel sektörde alışkanlıkların değişmesi gereğidir. Bu alışkanlıklar değişmeden hiçbir sonuç almak mümkün değildir.

  • İsraf, savaş, verimsiz yatırımlar, şatafat, rant ve yolsuzluklardan kurtulmadan, hukuk olmadan çıkış yolumuz olmadığının anlaşılması en önemli noktadır.

PARA BASMA FANTEZİLERİ

Devletin kullanabileceği kaynaklar olduğu halde para basılması gibi fanteziler ortaya atılmıştır.

  • Para basmak ise düşünülmemesi gereken, hiç faydası olmayacak çok tehlikeli bir tercihtir.

Türkiye gibi çift paranın kullanıldığı ve üretimi ithalata bağımlı ülkelerde para basılırsa, dövize kaçış başlar, döviz girişi olmadığı için de döviz fiyatları spekülatif olarak yükselir. Döviz borçlu kişi ve şirketler iflas eder. Ücretliler, emeklililer gibi sabit gelirliler ve TL’deki tasarruf sahipleri kaybederler. Daha da fazla para basmak zorunda kalınır. Hiperenflasyon süreci başlar, TL’ye olan güvensizlik daha da artar, ekonomi yönetilemez duruma gelir. Üretim kapasitesi de çökertildiği için ekonomiyi tekrar ayağa kaldırmak çok zorlaşır.

PARA BASMAYI ÖNERENLER YAKIN GEÇMİŞTE EKONOMİYİ KRİZE SOKANLAR

Türkiye’yi 2001 krizine sokanlar, şimdi para basalım diyorlar.  Halbuki 1999 sonrasında izlenen IMF politikalarıyla ekonomi ithalata ve borca bağımlı hale getirilmiştir. Biz açık olarak, 15 Aralık 1999 IMF programının ekonomiyi bir yıl içinde çökerteceğin söylerken, şimdi para basma fantezisini seslendirenler, Hazine ve Merkez Bankasında görevdeydiler. 2000 Kasım’ında o dönemki hükümetin politikalarına güvenerek devlet borçlanma kağıdı alan Demirbank’ın 150 milyon dolarlık nakit ihtiyacını Merkez Bankası ve Hazine karşılamayarak krizi tetiklediği halde, şimdi yapısal olarak çok daha kötü durumda olan bir ekonomide para basmayı neden öneriyorlar? O dönem yalnızca krizi tetiklemekle kalmadılar, küresel finans sermayesinin Türkiye komiseri Kemal Derviş başkanlığında sözde “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” ile  ekonominin ve siyasetin yapısal olarak çökertilmesinde rol aldılar;

  • 2001 krizinden sonra izlenen “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” kısa dönemli faizleri kullanarak enflasyonu düşürme politikası (enflasyon hedeflemesi) ile 2014 yılına kadar TL’nin aşırı değerli kalmasına:
  • Ara malları üreten yerli sanayinin çökertilmesine, sanayinin ara mal ithalatı bağımlılığının artmasına;
  • Finansal olmayan şirketlerin döviz borçlarının artmasına;
  • Tüketimin aşırı artmasına, tasarruf açığının ciddi boyutta düşmesine göz yumdular.
  • Dünya Bankasının doğrudan gelir politikalarıyla tarımın çökertilmesine, tohum, gübre, ilaç dahil her şeyi ile ithalata bağımlı duruma getirilmesine ses çıkarmadılar.
  • Çift paralı sistem yapısallaştı, mevduatın yarısı dövizde tutulmaya başlandı.
  • “15 günde 15 yasa” sloganı ile  verimli kamu işletmelerinin peş keş çekilmesinin önü açıldı.

20 MART HAFTASINDA DÖVİZ MEVDUATINDAN ÇIKIŞA DİKKAT

20 Mart 2020 ile biten haftada MB verilerine göre, döviz mevduatından 2,5 milyar dolarlık (6,5 TL’den 16.25 milyar TL) bir çıkış oldu. TL mevduat ise yalnızca 2 milyar TL arttı. Bunun anlamı, çıkan döviz yastık altına ve/veya altına gitti. Bu, ülkeyi yönetenlere ve ekonomi politikalarına güvensizliğin işareti gibi görünüyor. Bu rakamları önümüzdeki haftalarda dikkatle izlemekte yarar var.

Yeniden vurgulamak gerekirse;

  • Kaynağımız Fazlasıyla Var,
  • Ama Alışkanlıklarımızı Değiştirmezsek,
  • Fedakârlık Yapmazsak,
  • Toplumsal Dayanışma İçinde Olmazsak Başaramayız.

Sağlık çalışanlarının salgın koşullarında acil talepleri

Sağlık çalışanlarının salgın koşullarında acil talepleri

Sağlık çalışanları koronavirüs salgını karşısında acil taleplerini açıklayan bir imza metni yayımladı. Taleplerini tüm sağlıkçıların imzasına açan ilk imzacılar, koronavirüs salgınının hızının kesilmediği bir durumda yaşanabilecek kaosun sağlıkçıların bile sağlık ve can güvenliğini tehdit edeceğine işaret etti.

soL – Haber Merkezi, 29 Mart 2020

Bir grup sağlıkçının ilk imzacı olarak imzaya açtığı acil talepler salgın koşullarında yapılması gerekenlerle ilgili. Sağlık çalışanları arasında giderek salgının hızının kesilemediği bir durumda ortaya çıkacak kaos (AS: karmaşa) ortamında can güvenliklerinin bile kalmayacağı kanısının baskın duruma geldiğini belirten metinde, herkese sağlık çalışanlarının istemlerinin duyulması ve yaşamaa geçirilmesi için destek olma çağrısı yapılıyor.

İmza metni ve ilk imzacılar şöyle:

Sağlık çalışanları yeni koronavirüs salgını karşısında acilen şunları talep ediyor

Salgına karşı verilen mücadelede, bu mücadelenin en ön cephesinde bulunan sağlık çalışanlarının ülkemizdeki verili durumdan doğan kaygı ve endişeleri had safhadadır.

  • Sağlık çalışanları mücadelenin birincil sorumlusu olan siyasi iktidarın salgınla ilgili stratejisini anlayamamakta, dahası bir stratejisi olup olmadığından dahi emin olamamaktadır.

Bunun nedeni bakanlığın yaptığı açıklamalar ile alanda çalışan sağlık emekçilerinin yaşadığı gerçekler arasındaki açının her geçen gün artmasıdır.

Sağlık çalışanları kendilerini ve ailelerini koruyamamakta, şüphelendikleri hastalarına tanı koyamamakta,
tanı koyamadığı hastalarına uygun takip ve izolasyon olanağı sunamamakta ve tanı koyduklarının tedavisini yapacak yer bulamamaktadır.

Sağlık çalışanları arasında giderek baskın hale gelen kanaat, salgının hızının kesilemediği bir durumda ortaya çıkacak kaos ortamında can güvenliklerinin bile kalmayacağı yönündedir.

Bu koşullarda biz aşağıda imzası bulunan sağlık çalışanlarının acil istemleri şunlardır :

1) Salgının kontrol altına alınabileceği izolasyon şartları acilen sağlanmalı, halkın gerçekten evinde kalabilmesi için yaşamsal sektörlerin dışında üretim durdurulmalı, böylece tüm ülkede üretim faaliyetinin asgariye çekilmesi sağlanmalıdır.

2) Tanı konup ayakta tedavi edilecek hastaların ilaç temini devlet güvencesine alınmalıdır.

3) Yatacak hastalar için salgının yayılma hızı da dikkate alınarak uygun yatak kapasitesi hızlıca artırılmalı, bu amaçla özel hastaneler acil olarak kamulaştırılmalı,
sahra hastaneleri kurulmalıdır.

4) Yeterli solunum cihazı sağlanmalıdır.

5) Sağlık çalışanlarına maske, gözlük ve tulum gibi koruyucu donamım sağlanması eksiksiz ve her düzeyde acilen güvence altına alınmalıdır.

6) Gebe olan ve emziren anneler, kronik hastalığı olan sağlıkçılar izinli sayılmalıdır.
İnsani çalışma sürelerine dikkat edilmelidir.

7) Salgın dışında kalan sağlık hizmetlerinin sürekliliğini sağlayabilmek için hastanelerin bir bölümü Kovid-19’lu hastalar kabul edilmeyecek şekilde ayrılmalıdır.

8) Salgında görevli sağlık emekçilerinin ailelerinin korunması için barınma ihtiyaçları acilen karşılanmalı, bu amaçla uygun oteller kamulaştırılmalıdır.

9) Salgınla ilgili tüm veriler açık bir şekilde sağlık çalışanları ile paylaşılmalıdır.

10) Sağlık çalışanı olarak işe alınacak binlerce yeni kişi, Kovid-19 hakkında eğitimden geçirilmelidir.

talepediyoruz@gmail.com

İmzacılar                 :

Ahmet Soysal (Hekim, DEÜ Halk Sağlığı AbD)
Akif Akalın (Halk Sağlığı Uzmanı)
Ali Kemal Akgül (Hemşire, Genel Sağlık-İş İşyeri Temsilcisi)
Ali Rıza Ayder (Doç. Dr., Üroloji Uzmanı, Bozyaka Eğt.ve Araş. Hastanesi eski başhekimi)
Ali Rıza Karabulut (Hekim)
Ayşe Yetişen (Hemşire)
Bülent Cengiz (Prof. Dr., Gazi Üni.Tıp Fak. Nöroloji AbD)
Bülent Kundak (Hekim, Manisa Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi)
Deniz Arık Binbay (Psikiyatrist)
Ebru Basa (Aile Hekimi)
Elif Tetik Acar (Hemşire, Birinci Basamak Sağlık Çalışanları Birlik ve Dayanışma Sendikası İzmir Şubesi Örgütlenme Sekreteri)
Endam Köybaşı (Psikiyatrist)
Ender Düzcan (Prof. Dr., Patoloji Uzmanı)
Gamze Özdemir (Hemşire)
Gökçe Cihan Üstündağ (Dr. Öğr. Üyesi, Eczacı)
Gül Polat (Hekim)
Gülperi Pütgül Köybaşı (Psikiyatrist)
Gülseren Atal (Hemşire)
Hasan Semih Bilgin (Psikiyatrist)
Havva Öztürk (Hemşire)
İlker Belek (Doç. Dr., Halk Sağlığı Uzmanı)
İnci Özgür İlhan (Prof. Dr., Psikiyatri Uzmanı)
Mehmet Atal (Anestezi Teknikeri, SES kurucu üyesi)
Melahat Sönmez (Doç. Dr., Psikiyatrist)
Melike Aktemur (Hemşire)
Mine Önal (Hekim)
Mustafa Can Keskin (Ecza Teknikeri)
Mustafa Torun (Hekim, Enfeksiyon Hastalıkları uzmanı)
Münir Çelik (Hekim, Manisa Tabip Odası üyesi)
Orhan Köker (Hekim, Manisa Tabip Odası Denetleme Kurulu Üyesi)
Özge Atacan (Hekim)
Rahmi Sever (Hekim, Manisa Tabip Odası üyesi)
Saadet Ülker (Emekli Hemşire Öğretim Üyesi)
Sahre Çeliktaş (Hemşire)
Selçuk Görmez (Dr., Kardiyoloji Uzmanı)
Semra Ustabaş (Hemşire, SES İşyeri Temsilcisi)
Tolga Binbay (Doç. Dr., Psikiyatrist)
Tülay Akkaş (Hemşire, THD İzmir Şube Eski Başkanı)
Ulaş Erdoğan (Eczacı)
Volkan Kavas (Doktor Öğretim Üyesi, Ankara Üni. Tıp Fak.)
Zorlu Paksoy (Hekim)
Zuhal Okuyan (Prof. Dr., Halk Sağlığı Uzmanı)
================================================

Biz de bu çağrı, uyarı ve istemlere katılarak imza koyuyoruz..

Sevgi, saygı, kaygı ve umut ile. 29 Mart 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Hekim, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (SBF-Mülkiye)
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı

www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com