Etiket arşivi: Korkut Boratav

Mülkiyeliler Birliğinden ÜYE VE MEZUNLARIMIZA ÇAĞRI

aa

Mülkiyeliler Birliğinden
ÜYE VE MEZUNLARIMIZA ÇAĞRI

Siyasal Bilgiler Fakültesi-Mülkiye’den, 24’ü son çıkan 686 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile olmak üzere, son 6 ayda 33 akademisyen ihraç edildi. Bütün Mülkiyelileri Fakültemiz ve akademisyenlerimizle dayanışmak üzere, 10 Şubat 2017 Cuma günü,
saat 12.00’da Fakültemize çağırıyoruz.

Ayrıca, 11 Şubat 2017 Cumartesi günü saat 14.00’da, tüm kurullarımızın katılımıyla genişletilmiş Yüksek Danışma Kurulu toplantısı fakültemizde yaşanan son gelişmeleri değerlendirmek üzere, Genel Merkezimizde olağan üstü olarak toplanacaktır.

Bilgilerinize sunarız.
=======================================
Dostlar,

Bu gün (10 Şubat 2017) SBF – Mülkiye’de toplanan ve 686 OHAL KHK’sı ile görevden atılan akademisyenlerimize destek vermek üzere toplanan insanlarımıza, milletvekillerine AKP iktidarı polis şiddeti uygulattı.. Biber gazı, gözaltına alınmalar ve utanç verici görüntüler.. Kadın arkadaşlarımıza da ölçüsüz polis şiddeti içeren daha çok acı verici kareler de var fakat vermek istemiyoruz.. Hukuk dışı biçimde görevden atılan akademisyenlerin ve öğrencilerinin fakülte arka bahçesinde acılarını yaşamak üzere yerden göğe haklı protestolarına bile tahammül edemeyen bir polis devleti ile yüz yüzeyiz. Anayasa değişikliği halkoylamasında kabul edilirse “tekadam” yönetiminin daha neler neler yapabileceğinin kanıtları daha şimdiden gözlerimize sokarcasına belirgindir.

Siyasal Bilgiler Fakültesi 10 Şubat 2017 ile ilgili görsel sonucu

Siyasal Bilgiler Fakültesi 10 Şubat 2017 ile ilgili görsel sonucu

Bu arada YÖK bir açıklama yaptı : YÖK akademideki ihraçlara dair açıklamasında ihraçların üniversitelerde oluşturulan komisyonlarca yürütüldüğünü söyledi.

SBF Yükseklisans Öğrencileri:
Tezler Yazılamaz Halde, Rektör İbiş İstifa!

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Lisansüstü Öğrencileri, ihraçlar nedeniyle tezlerin yazılamaz hale geldiğini söyledi, Rektör Erkan İbiş’i istifaya davet etti.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Lisansüstü Öğrencileri, ihraçlar nedeniyle tezlerin yazılamaz hale geldiğini söyledi, Rektör Erkan İbiş’i istifaya davet etti.

12 Eylül darbesinden sonra çıkarılan 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasasına dayanılarak
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’yle ilişikleri kesilen akademisyenler

– Cevat Geray,
– Rona Aybay,
– Tuncer Bulutay,
– Korkut Boratav,
– Mete Tunçay,
– Cem Eroğul,
– Yılmaz Akyüz,
– Baskın Oran ve
– Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu da
ihraçlar nedeniyle İbiş’i istifaya davet etmişti.

Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında ilan edilen 686 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile 48 üniversiteden 330 akademisyen kamu görevinden çıkarıldı. En çok ihraçlar 78 akademisyenin kamu görevinden çıkarıldığı Ankara Üniversitesi’nde yaşandı. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 23 akademisyen ihraç edildi.

Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya yazılı bir açıklamayla Ankara Üniversitesi’nde bahar döneminde lisans ve lisansüstü düzeyde işletme, uluslararası ilişkiler, siyaset bilimi ve kamu yönetimi ve maliye bölümünde verilmesi gereken onlarca dersin ihraçlar sebebiyle yapılamayacağını açıklamıştı.

Yalçınkaya, bunlara ek olarak lisansüstü düzeyde tez yönetme hakkına sahip beş anabilim dalı üyesi görevden çıkarıldığı için, yalnızca siyaset bilimi lisansüstü programındaki en az 50 tez çalışmasının danışmansız kaldığını ve nasıl yürütüleceğinin belirsiz olduğunu duyurmuştu.

“Tezler yazılamaz hale geldi”

SBF lisansüstü öğrencilerinin açıklaması şöyle:

“Prof. Dr. Erkan İbiş’i İstifaya Davet Ediyoruz

“Biz, Ankara Üniversitesi SBF lisansüstü öğrencileri; bu fakülteyi, köklü geleneğine olan inancımız doğrultusunda bu geleneğin taşıyıcısı olan hocalarımızdan dersler almak ve onlarla çeşitli akademik çalışmalar yapmak maksadıyla tercih ettik. Fakat OHAL dönemi fırsat bilinerek çıkarılan KHK’lar, bu geleneğin sürdürülmesini ve eğitim sürecimizi hocalarımızın çoğunu ihraç ederek imkansız kılmıştır. Bu adaletsiz ihraçlar sadece hocalarımızı değil, lisans ve biz lisansüstü öğrencilerini de mağdur etmektedir. Bu mevcut durumda tezler yazılamaz, dersler yapılamaz hale gelmiştir.

“YÖK’ten yapılan açıklamaya göre ihraç edilen akademisyenler bizzat üniversite yönetimleri tarafından belirlenmektedir. Bu yüzden sınavda hak kazanarak elde ettiğimiz lisansüstü öğrenciliğimiz boyunca bize taahhüt edilen akademik koşulların imkansız hale getirilmesinin sorumlusu olarak gördüğümüz başta Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş olmak üzere bu kararların alınmasında dahli bulunan herkesi istifaya davet ediyoruz.

“Üniversiteler binalardan ibaret değildir. Haksız yere ihraç edilen hocalarımız görevlerine
iade edilmelidir. Bu taleplerimizi hep beraber dile getirmek ve tartışmak için Cebeci’deki
tüm lisansüstü öğrencilerini 10 Şubat Cuma günü saat 12’de arka bahçeye çağırıyoruz.”
(http://bianet.org/bianet/toplum/183499-sbf-yukseklisans-ogrencileri-tezler-yazilamaz-halde-rektor-ibis-istifa, 10.02.2017)
*****
AKP iktidarı topu YÖK’e, YÖK de üniversitelere atıyor.. Hiç top gezdirmeden en son 686 sayılı OHAL KHK’sı ile görevden atılanlar da dahil, kesinleşmiş yargı kararı ile görevden atılmayı gerektiren ceza almamış olanlar derhal görevlerine iade edilmelidir.

Suçları hukuka uygun biçimde kanıtlanmadıkça, başta Mülkiye’li ve Tıbbiyeli akademisyenler olmak üzere mağdur edilen arkadaşlarımızla dayanışma içinde olacağız.

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

IMF’nin İtirafları

IMF’nin İtirafları

PORTRESİ

Güray ÖZ

Cumhuriyet,
05.06.2016

(AS: Bizim katkılarımız yazının altındadır…)

Korkut Boratav Hoca aktardı, yorumladı. Neoliberalizmin içeriden eleştirisi ile karşı karşıyayız. IMF, dayattığı ekonomik politikayı büyüme, gelir dağılımı açılarından başarısız buluyormuş. Peki, IMF bu programı neden dayattı? Yine Korkut Hoca’nın tanımıyla; sermayenin sınırsız tahakkümünü gerçekleştirmek için.” Ama bu politika “büyüme ve gelir dağılımında iyileşme” olarak sunuldu. Şimdiki itiraf da bu nedenle programın tümüne yönelmiyor; gerçekleşmediği söylenen amaçlarla ve araçlarla sınırlıdır.
***
IMF uzmanları kurumun dergisinde üç imzayla yayımlanan makalede “sermayenin sınırsız serbestliğinden, piyasanın özgürlüğünden, kamu maliyesinin sıkı denetiminden, yani sıkı para politikalarından” yola çıkan neoliberal politikaların tökezlediğini anlatıyorlar. Vardıkları sonuç;

  • Büyümenin umdukları gibi olmadığı, eşitsizliklerin arttığı, bunun da büyümeyi iyice frenlediği. Yine de işin sosyal politik boyutlarına değinmekten doğal olarak kaçınıyorlar.
    Bu politikaların yarattığı tahribat umurlarında değildir
    .

***
Aslında 90’lı yılların sonunda benzer bir itirafı uzun yıllar Dünya Bankası Başekonomistliği yapmış (AS : 3,5 yıl yaptı..), Nobel ödüllü Josepf Stiglitz de yapmıştı: 

  • “Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı” adlı kitabında “hükümetlerin ülkelerin büyümesini kolaylaştıran ancak aynı zamanda bu büyümenin daha adil bir şekilde bölüşülmesini de sağlayan politikalar benimsemesi gerekli ve mümkündür.” diye yazmıştı. Ama sistemin özü ile ilgili kaygılar taşımadığı için de araçların kullanımı ile ilgili bir eleştiriden öteye geçememişti.***
    Ama Stiglitz’in kitabındaki ilginç bir saptamayı burada yineleyelim. Şöyle diyordu Stiglitz:
  • İzlenecek politikalar konusunda tavsiyelerde bulunmaya başlayan akademisyenler
    politize oluyor ve kanıtlarını iktidardakilerin fikirlerine uyacak şekilde deforme etmeye başlıyorlar.”Bu bizim 12 Eylül öncesi 24 Ocak 1980 kararları, daha sonra Özal’ın Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminden iyi bildiğimiz durumdur. O yıllarda neoliberal politikalara
    destek çıkan akademisyenlerin ideolojik çerçevenin oluşturulmasındaki katkılarını unutmak olmaz.
    ***
    IMF’nin sınırlı itiraflarının büyük finans çevrelerini ürküttüğü anlaşılıyor.
    Korkut Hoca, mutlaka okunması gerekli makalesinde küresel finans kapitalin önemli gazetesinin IMF’yi uyardığına da dikkat çekiyor. Financial Times başyazısında, “IMF’nin bu saldırısı
    çok tehlikelidir..”
    diye adeta çığlık atılıyor. Gazete “Dünyanın çeşitli yörelerinde neoliberalizm karşıtı kampanyalara öncülük yapan baskıcı rejimlere destek sağlamakla” suçluyor IMF’yi.
    ***
    IMF uzmanlarının yazdıkları iflas etmiş bir politikanın itirafından ibaret değildir.
    Onlar konuyu genişletmiyorlar ama neoliberal politikalar salt teknik değil aynı zamanda
    büyük bir ideolojik saldırı eşliğinde uygulamaya konuldu.
  • Türkiye bu ideolojik, politik, ekonomik saldırıda büyük zarar gördü.

Konuyu tartışmak isteyen aydınlar çerçeveyi iyi çizmek, bu politikalara medyadan, akademiden gelen desteği iyi irdelemek, ayrıntıda, örneğin “yetmez ama evet”te takılıp kalmamak zorundadırlar.

Çünkü aymazlık ya da gönüllü destek daha kapsamlıdır.

===================================

Dostlar,

Gelişmeler umut verici..
Duvara dayanıldığını en fanatik sermaye yanlıları (hatta uşakları!) bile görüyor..
Biz de yıllardır yazıyoruz.. artık bu vahşi çelik kuşatmanın sürdürülemeyeceğini..

Umudu bırakmamak gerek..
Ama akılcı – bilimci – örgütlü savaşımı da..
20 yıldır Tıp Fakültesinde

– KüreselleşTİRme ve Halk(ın) Sağlığı
(http://ahmetsaltik.net/2016/02/11/autf-d5-dersi-kuresllestirme-ve-halkin-sagligi/)

– Sağlık Ekonomisi
(http://ahmetsaltik.net/2016/02/11/saglik-ekonomisi/)

derslerini sabırla, iğne ile kuyu kazarcasına bunun için veriyoruz..

Her 2 ders yansılarına sitemizde erişmek olanaklı..

İnsanlık onuru emperyalist – kapitalizmi de yenecek..

Bu daha başlangıç, savaşıma devam..
Bu bağlamda, Sn. Osman Ulagay’ın Cumhuriyet’te 3.6.16 günü yayımladığı makalenin de okunmasını öneriyoruz..
(http://ahmetsaltik.net/2016/06/05/7-hazirandaki-soku-zafere-cevirmeyi-basardi/)
*****

Bu gün, 5 Haziran Dünya Çevre Günü..

Yabanıl (Vahşi) kapitalizm çevreyi de kâr hırsına kurban etti..
Hala dönüşümsüz aşamada değiliz..
Onu da durdurmalıyız..

3-5 çocuk yapın, Müslüman aile aile planlaması yapmaz.. gibi

– insanlık düşmanı
– çağdışı
– akıl dışı
– bilim dışı
– ve de DİN DIŞI

saçmalıklara gülüp geçerek;

– HER AİLEYE 1 ÇOCUK
EN ÜST TASARRUFLA ÇAEVREYE SAYGILI YAŞAM 
ATALARIMIZDAN MİRAS DEĞİL EMANET ÇEVRE...
– Doğaya hükmetme değil, yasalarını öğrenerek barış içinde birlikte yaşama!
   (peacefull co-existence, co-existence pacifiqué)
…..

temel ilkeleriyle güzelim dünyada insanca yaşamı sürdüreceğiz..

Bizi var eden ÇEVREMİZE şükranla…

Sevgi ve saygı ile.
05 Haziran 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Dr. Serdar ŞAHİNKAYA’dan konferans : 1930 SANAYİ KONGRESİ

YÜKSEK TİCARETLİLER DERNEĞİNDE KONFERANS…

Yuksek_Ticaretliler_Dernegi_Logosu

1

1930 SANAYİ KONGRESİ..

Dr. Serdar ŞAHİNKAYA

Yüksek Ticaretliler Derneği yöneticisi dostlarımız, önemli bir konferansa daha evsahipliği yapıyor..

Sunucu Dr. Serdar Şahinkaya dostumuz, Mülkiye’nin emektatlarındandır ve halen yarı zamanlı olarak lisansüstü dersler vermektedir İktisat Bölümünde.. şimdilerde yaşaı 80’i aşan ama bilimsel olarak hala üretken efsane hocalar  Prof. Korkot Boratavların, Prof. Bilsay Kuruçların öğrencisidir ve o ekolden (okuldan) gelme bir ulusalcı – cumhuriyetçidir.

YuksekTicaretliler-1930SanayiKongresi (3)

“Gazi Mustafa Kemal ve CUMHURİYET EKONOMİSİNİN İNŞASI”

başlıklı, ODTÜ Yayıncılık basımı, 285 sayfalık nefis bir belgesel kitabın yazardır.

Gazi Mustafa Kemal Ve Cumhuriyet Ekonomisinin İnşası

Konununn uzmanı Sayın Dr. Serdar Şahinkaya‘yı dinlemek ve Cumhuriyetimizi kuran
Yüce ATATÜRK ile dava – silah arkadaşlarının bu alanda da (ekonomide) yarattığı tansığı (mucizeyi) anımsamak  çok yerinde olacaktır.. Prof. Mustafa Aysan‘ın da yazdığı gibi;
Mustafa Kemal’in
Ekonomi Mucizesi.
.

Ya da Dr. Tahir Kumkale‘nin nefis yapıtı;

Son olarak da temel kaynaklardan ikisi, Prof. Bilsay Kuruç‘tan…

Dr. Şahinkaya, haklı olarak dilinden düşüremiyor o zorlu dönemi tanımlarken :

  • Yollar Dikensiz Gül Bahçesi Değildi

Emek verenlere teşekkür etmek ve gidip dinlemek gerek..
Not almak, gerçekleri paylaşmak ve günümüzün mirasyedi haramzadelerini teşhir ve
alaşağı etmek gerek..

Üstelik yarın 27 Mayıs!

27 Mayıs 1960 Devrimi‘nin 56. yılı!

Sanırız bu toplantı biraz da bu yıldönümünü anmaya, ona bir armağan sunmaya dönük..

Doğrusu değer ve yakışır..
Yarın 27 Mayıs Devrimini yazarız ..

Sevgi ve saygı ile.
26 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Erinç YELDAN : Dünyadan Türkiye ekonomisinin görünümü

Prof. Erinç Yeldan

Dünyadan Türkiye ekonomisinin görünümü


Bu haftaki yazımızda “Yabancılar bizi nasıl görüyor?” konusunu işleyeceğiz.
Birbirini tamamlayan iki çalışmayı kaynak olarak kullanacağım:
Birincisi Korkut Boratav Hoca’nın yeni kitabı: “Dünyadan Türkiye’ye,
İktisattan Siyasete
” (Yordam Kitap); diğeri OECD’nin Ekonomik Görünüm (Nisan 2015) Raporu’nun dünya ekonomisi ve Türkiye’ye ilişkin uzun dönemli projeksiyonları.

Önce OECD Raporu’ndan başlayalım. OECD, (IMF ve Dünya Bankası gibi diğer Vaşington Uzlaşısı kurumlarıyla birlikte) dünya ekonomisinin 21. yüzyılda giderek yavaşlayacağını ve durgunluğa sürükleneceğini öngörmekte. OECD’nin bu “kötümser” öngörüsü başlıca üç nedene bağlanmakta:

(1) Nüfusun yaşlanması sonucunda, üretici iş gücünün göreceli olarak azalması
ve tüketim talebinin daralması.
(2) Sera gazlarının etkisiyle birlikte iklim değişikliği tehdidinin gerçekleşmesi,
tarımsal üretimin gerilemesi, yeni bakterilerin ve mikropların üremesi sonucunda
işgücü üretkenliğinin gerilemesi.
(3) 21. yüzyıl kapitalizminin yarattığı gelir eşitsizliği sonucunda sosyal sınıfların giderek kutuplaşması ve yoğunlaşan sosyal dışlanma sonucunda artan sosyal gerginlikler ve toplumsal şiddetin yol açtığı üretim kayıpları…

Liste, kuşkusuz daha uzatılabilir. Ama OECD’nin öngörülerinin grafiksel dökümü
artık 20. yüzyılın geleneksel “hızlı büyüme” hızlarının söz konusu olamayacağını ve
21. yüzyılın 2. yarısının durgunluk içinde geçeceğini belgelemekte.
“Genç” Türkiye de bu süreçlerden fazlasıyla etkilenecek görünümde.
Öyle ki, 2015 sonrasında büyüme hızlarının ortalama %4’lerden %3’e ve 2050’ye doğru %2’nin altına düşeceğini kestiren OECD uzmanları, 2060’a ulaşıldığında artık gerek küresel ekonominin gerekse Türkiye’nin düşük büyüme (durgunluk) eşiğinde birbirine yakınsayacağını vurguluyor. Söz konusu büyüme patikası aşağıdaki Şekil’de çizilmekte.

[Haber görseli]

Buna ek olarak eğitimli işgücünün (beşeri sermayenin) trend büyüme oranlarına katkısının dünya genelinde durağanlaşacağı; ancak Türkiye’nin bu olumsuz süreçten etkilenecek ülkelerin başında geleceğinin beklendiği kaydedilmiş.

Rapor, Türkiye için acil olarak bir eğitim reformunun gerekliliğine vurgu yapmakta.

***

Korkut Hoca ise yazımızın başlığının esinlendiği yeni kitabında son dönem yazılarını ve söyleşilerini dört ana başlık altında toplamış:

– “Memleketin Haline Bakarken”;
– “Türkiye Ekonomisi”;
– “Dünya Ekonomisi” ve
– “Marksist İktisat.”

Her zaman güncelliğini koruyan, akıcı üslubuyla Korkut Hoca bizlere şu gerçekleri hatırlatıyor:

“Emperyalizm, kapitalizmin bir dünya sistemine dönüşmesinin son adımıdır. Kapitalizme özgü sömürü ilişkileri, ilave asimetrik öğelerle de beslenerek tüm dünyaya yayılır; ülkeler arası boyutlar kazanır. Uluslararası ticarette dev ticaret sermayesi ile çok sayıda üretici karşı karşıya gelir; ticaret yoluyla sömürü söz konusu olur. Sermaye ihracı sömürü yaratır, kâr ve faiz akımlarına dönüşür. Hem metropol hem de çevre toplumlarında önemli yapısal yansımalara yol açar; sistemin bünyesinde eşitsiz gelişime, ana kutuplar arasında asimetrik ilişkilere, yapısal bağımlılığa yol açar.” (sf. 298).

Uluslararası iş bölümünün ucuz ithalat ve ucuz işgücü deposu Türkiye,
bu yapısal bağımlılık ve asimetrik ilişkiler yumağına

“Yurtta savaş, cihanda savaş” konjonktüründe giriyor. (Cumhuriyet, 29.7.2015)

=====================================

Dostlar,

Erinç hoca, SBF’nin ekol iktisatçılarından Prof. Korkut Boratav, Bilsay Kuruç.. kuşağının yetiştirdiği genç – orta yaşlı ekonomistler kuşaktan. Cumhuriyet’te yıllardır yazmakta. Türkiye ve dünya ekonomisini ekonomi – politiğin güçlü araçlarıyla kavramaya niyetli olanların Sayın Prof. Yeldan’ı izlemeleri gerek.. Haftalık yazıları son derece öğretici.

Ayrıca Bağımsız Sosyal Bilimciler olarak topluca (kollektif olarak) da Türkiye’yi aydınlatma sorumluluklarının gereği gibi yerine getirmekteler. Bu amaçla kurdukları (Kasım 2000) web sitesi son derece yararlı makaleler içermekte (son yıllarda çok güncel değilse de..)

http://www.bagimsizsosyalbilimciler.org/

Sevgi ve saygı ile.
7 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Prof. Dr. Yalçın Küçük: Öcalan kumar oynuyor!

 

AYDINLIK Gazetesi portalı, 07 Şubat 2015

Prof. Dr. Yalçın Küçük: Öcalan kumar oynuyor
Prof. Dr. Yalçın Küçük, HDP’nin seçimlere parti olarak girme kararını ve ÖDP’nin tutumunu Aydınlık’a değerlendirdi. Prof. Küçük, şunları söyledi:

“HDP’nin, yani Kürt legal partisinin %10 barajına karşın seçime girmesi, 1. aşamada
Abdullah Öcalan’ınAKP’ye teslim olmasıdır. Açıkça söyleyelim. Amaç yobaz partinin
tek başına anayasayı değiştirecek milletvekili çıkarmasını sağlamaktır. Buradan bir söz almıştır. Bu söz üzerine HDP, sanki AKP’ye tutsak düşmüş gibidir. Bu sözü bilerek söylüyorum. Biliyorsunuz geçmişte de fotoğraflarla, kasetlerle Deniz Baykal AKP’ye tutsak düşmüştü. Baykal, AKP’nin kendisini Cumhurbaşkanı yapacağına inanıyordu.
Akit gazetesi, ‘2007’de Deniz Baykal’a cumhurbaşkanlığı teklif edildi’ diyor.
Bunu teklif eden Erdoğan’dır. Erdoğan’ın çok vaatlerde bulunup hiçbir sözünde durmadığını herkes biliyor. Bunu bir daha denemek istiyor.”

SOLUN YOBAZLIĞA TESLİMİ!

“Şunu çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Abdullah Öcalan artık 1960’lı, 70’li, 80’li yılların Öcalan’ı değildir. AKP ile hareket ediyor. Kandil’i bundan ayırıyorum. Bunun bir aşaması budur.
İkinci aşaması ise ÖDP bunu yapıyor. Korkut Boratav hocam çok doğru söylüyor.
Bu, varsa Türk solunu İslam’a, yobazlığa, AKP’ye teslim etmektir. Öyle görünüyor ki,
ÖDP buna oynuyor. Başka oynayanlar da vardır. Korkut hocamızın söylediği gibi
buradan kendi gücümüzle, kendi mücadelemizle çıkacağız.

ÖDP bir mücadelesizliği temsil ediyor. Bundan dolayı oraya teslim oluyor.
Başka teslim olanlar da vardır. Bunları solun dışına iteriz, bunları solcu kabul etmeyiz.
Zaten ÖDP Kürt partisinden milletvekili çıkarttı. Legal Kürt partisi evvela bana ve
Doğu Perinçek’e milletvekilliği önerdi. Olmaz, olmaz bu dedik, kabul etmedik.”

CHP
DE HDP DE SOL DEĞİL

“Özetleyecek olursak, bu Öcalan’ın kumarıdır. ÖDP’nin kumarıdır.  HDP’yi sol sayamayız. CHP’yi sol sayamayız. Genel Başkanı her gün bir başka inanılmaz laf söylüyor.
Meclise sosyete imamı çıkartarak, Peygambere ait hadislerle politika yapmak istiyor.
Henüz bu aşamaya AKP gelmedi. Dolayısıyla, söylediğimiz noktalar, neresinden alırsanız alın, solun, devrimciliğin yolu, Cumhuriyetin içine girdiği bu krizden çıkışın yolu değildir.”

PROF. DR. ALPASLAN IŞIKLI’YI ANMA ETKİNLİĞİ

portresi_dusunen_adam

PROF. DR. ALPASLAN IŞIKLI’YI

ANMA ETKİNLİĞİ

23 KASIM 2013  CUMARTESİ,
SAAT: 14.00 – 18.00

PETROL İŞ SENDİKASI KONFERANS SALONU ADAKALE SOKAK NO: 6
KIZILAY– ANKARA, 
www.tumod.org.tr

IŞIKLI - ANMA.

CHP NEDEN İKTİDAR OLAMIYOR?

CHP NEDEN İKTİDAR OLAMIYOR?
Zeki Sarıhan
Zeki_Sarihan_portresi
 
     Kendisine CHP’yi dert edinmeyen kişi yok gibidir.  İktidarı, muhalefeti, sağcısı, solcusundan başka bizzat CHP’liler için de CHP bir dert halindedir.CHP için en çok sorulan, merak edilen konu, onun neden iktidar olamadığıdır. Bu soru iktidar olamamış ve olamayan bütün partiler için geçerli ise de CHP için daha anlamlıdır. Çünkü CHP 1923’ten 1950’ye dek kesintisiz olarak 27 yıl iktidarda kalmıştır. 1950’den sonra muhalefete düşmüş, zaman zaman tek başına iktidara yaklaşan sonuçlar almışsa da çoğunluğun oyunu alamamıştır.
En başarılı olduğu dönem 1971 askerî darbesinden sonra
Ecevit’in genel başkan olduğu 1973 seçimleridir.

Demokrat Parti, Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi gibi sağcı, liberal, muhafazakâr partiler tek başlarına iktidara gelecek kadar oy aldıkları halde, CHP niçin bunu başaramamaktadır?

Türkiye’de seçimleri CHP’nin değil de sağ partilerin kazanmasının nedeni tek değildir. İktidara gelebilmek kimi koşulların bir araya gelmesi gerekir.


Birinci olarak partinin temsil ettiği sınıfın güçlü olması,
İkinci olarak partinin geniş yığınların özlemlerine yanıt verecek bir program ortaya koyması,Üçüncü olarak halk içinde yaygın, güçlü ve kararlı bir örgütlülüğe sahip olması gerekir. Bunlara başka kimi koşullar da eklenebilir. Genel başkanın güçlü ve güvenilir biri olması gibi. Ancak unutmamalıdır ki, şeyh uçmaz onu uçuran müritleridir. Her parti, kendi içinden en iyi politika yapanları öne çıkarır, CHP de bunun istisnası değildir. Menderes’in “Odunu aday göstersem kazanır” sözü ve bunun maalesef doğru olması, sorunun genel başkanlıkta veya adaylarda olmadığını kanıtlayan örneklerdendir.

CHP’nin öncelikle sınıfsal ve politik yerini saptamada yarar vardır. CHP’nin sınıfsal tabanı büyük burjuvazinin bir kanadından başlayarak küçük burjuvaziye kadar uzanmaktadır. Politik olarak kendini Sosyal demokrat olarak nitelemektedir. CHP, daha çok öğrenim görmüş, laik, aydın kesimlerin partisidir. Alevi kesimlerin desteğine sahiptir. Köylerdeki nüfuzu çok zayıftır, Kürt nüfus içindeki etkisi ise nerdeyse sıfıra inmiştir.Türkiye’nin en zenginleri günümüzde AKP tarafındadır.

AKP, ABD’nin de bölgedeki çıkarlarına uygun bir politika izlemektedir.
Bu nedenle Batılı büyük güçler tarafından da desteklenmektedir.
Fakat Türkiye siyasal tarihi, seçimi kazanmak için en zenginlerin çıkarlarını savunmanın ve yabancı güçlere dayanmanın koşul olmadığını kanıtlamıştır. Halk kitlelerini harekete geçiren ve onlara dayanan partilerin de seçim kazandıkları gerek CHP tarihinde, gerek dünya tarihinde görülmektedir.

CHP niçin iktidara gelecek düzeyde oy alamıyor?

Bunun birçok nedeni olmakla birlikte yalnız biri üzerinde duracağız.Bu neden CHP’nin 1923-1950 tarihleri arasında uyguladığı halkla bütünleşmeyen, onların özlemlerini dikkate almayan politikalardır. Aslına bakılırsa, Tek Parti Dönemi’ne damgasını vuran CHP diye bir örgüt yoktur. Bu dönem şeflik dönemidir ve CHP şeflik tarafından kullanılan göstermelik bir örgüttür.

1923’te Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye henüz Tek Parti Dönemi’ne girmiş değildi. Halifelik de 1924’te kaldırılmıştır.

Tek Parti Yönetimini 1925’te Takriri Sükûn Kanunuyla başlatmak gerekir. Bu dönemde tekke ve zaviyeler kapatılmış, medeni kanun kabul edilmiş,
aşar vergisi kaldırılmış, yeni yazı kabul edilmiş, 1930’da kadınlara seçme
ve seçilme hakkı verilmiştir.

Bunların hepsi halkın yararına yeniliklerdir. Ancak bunları gerçekleştiren de CHP örgütü değildir. Sınırsız yetkilerle donanmış Mustafa Kemal Paşa’dır.Bu dönemde CHP, her dört yılda bir, ikinci seçmenlerin oy kullandığı göstermelik seçimlerle mebuslukları “kazanmış” görünse de başka bir parti karşısında zafer ilan etmekten yoksun kalmıştır. Milletvekillerinin tümü atama ile getirilmiştir. Bu nedenle parti, devletin yönetiminde karar verici bir örgüt de değildir. Alınmış kararları onaylama durumunda kalan göstermelik bir partidir.


Bu nedenle CHP’nin “Cumhuriyet Devrimlerini biz yaptık” diye övünmeye hakkı yoktur. Böyle bir hak varsa, bu, tek başına karar veren Ebedi Şef’in ve (biraz daha az olmakla birlikte) Milli Şef’indir. Tek Parti döneminin başarı ve başarısızlıklarıyla ilgili tartışma CHP üzerinden değil, Atatürk, İnönü, Celal Bayar, Fevzi Çakmak üzerinden yapılmak zorundadır. Bütün tek parti döneminde mebus, İş Bankası Genel Müdürü, İktisat Vekili ve Başbakanlık yapan Celal Bayar, 1945’te yeni bir parti kurdu diye
bu dönemin değerlendirilmesi dışında kalamaz.
CHP ancak rakipleriyle yarıştığı 1950 seçimleriyle parti olabilmiştir.

1946 seçimlerini saymıyorum, çünkü bu seçimlerde rakiplerinin oyları
eksik sayılarak CHP hükmen galip sayılmıştır.“Tek Parti Dönemi” olarak anılan, gerçekte parti dönemi de olmayan 1923-1950 döneminin halk kitleleri açısından önemi, kimi üst yapı devrimlerinin onlar tarafından reddedilmesi değildir.


Türkiye halkının halifeliği savunduğu, onu kaldırdığı için devlete
(CHP’ye kızdığı) söylenemez. Halifeliği ancak Osmanlı artığı birtakım feodaller savunuyorlardı. Medreseler zaten devirlerini tamamlamışlardı. Medeni Kanun’un halka hiçbir zararı dokunamazdı. Aşarın kaldırılmasını halk büyük bir memnunlukla karşılamıştır. Okuma yazma bilenlerin sayısı çok az olduğu için Latin harflerinin kabulü önemli bir sorun yaratmamıştır.
Üstelik bu kanun okuma yazmayı kolaylaştırmıştır.   

Ancak… Bu dönemde Türkiye’de küçük bir azınlık, bu üst yapı devrimlerini yaparken halk kitlelerini yanlarına almamışlar,
onların ekonomik ihtiyaçlarıyla ilgilenmemişlerdir. Kurtuluş Savaşı yıllarında bir halk devleti kurmaya, iktidarı halka vermeye söz verdikleri halde, sözlerini tutmamışlardır. Devleti kullanarak kendileri bir an önce zengin olmaya bakmışlardır. Bankalar, şirketler kurmuşlar, kendilerini, eş ve dostlarını devlet olanaklarını kullanarak buradan nemalandırmışlardır. Uygulanan iktisadi devletçilik zengin yaratmayı amaçlayan ve buna hizmet eden bir devletçilik olmuştur. İktidarı denetleyecek, yolsuzlukların hesabını soracak hiçbir örgütlenmeye izin vermemişler, özellikle emekçilerin haklarını savunan örgütleri şiddetle yasaklamışlardır.

Bu iktidar merkezde bir avuç bürokrat-burjuvazidir.

Taşradaki dayanakları ise tüccar, tefeci ve toprak ağalarıdır. Taşranın bu geleneksel sınıfları, kendi iktidarlarına dokunmadığı için merkezin tercihi olan batılı bir yaşam tarzına ses çıkarmamıştır. (Bunun acısını, serbest kaldığı 1950’den sonra çıkaracaktır)

Korkut Boratav’ın işaret ettiği gibi, Kurtuluş Savaşı sonrasında Rum ve Ermenilerden kalan toprakların işlenmesi, savaşın sona ermesiyle üretime yönelen işgücü nedeniyle iktisadi durum bir süre tatmin edici gitmişse de, 1930’lara doğru halkın geçimi iyice zorlaşmış, buna karşılık halk üzerindeki devlet baskısı daha da artmıştır. Yönetici sınıf, kendinin
kısa zamanda zengin olmasına karşı itirazları ve adil bir bölüşüm isteğini önlemek için Türkiye toplumunun “sınıfsız bir toplum” olduğunu ileri sürmüştür. 
Bugün bile o dönemin uygulamalarını haklı çıkarmak için Türkiye’de o dönemde sınıfların olmadığını ileri sürenler vardır! Devlet yatırımlarına sermaye bulma işi, nerdeyse tümüyle köylülerin sırtına yıkılmıştır. Köylüler bu dönemi jandarma ve tahsildarla hatırlamaktadırlar.

Bu yazdıklarım, benim yorumlarım değildir.
Cumhuriyet dönemini yaşamış veya yorumlamış hemen bütün aydınlar Yakup Kadri’den Falih Rıfkı Atay’a, Şevket Süreyya Aydemir’den, Şefik Hüsnü Değmer’e, Hikmet Kıvılcımlı’dan, Mehmet Ali Aybar’a ve Doğan Avcıoğlu’na kadar bu gerçeği belirtmişler, Cumhuriyet’in halkçılık yapamadığını anlatmışlardır.

Attila İlhan, 1940’lı yılları “karanlık yıllar” olarak adlandırırken haksız değildir. Böyle tekçi bir siyasal yapıda bilim ve sanatın geliştiğini söylemek de mümkün değildir. “Barikai hakikati” doğuracak bir “müsademei efkâr”a
izin verilmemiştir. Fevzi Çakmak’a emanet edilen ordu teşkilatı bile yenilenememiştir. 
Hürriyetsizlikten iktidar bile bunalmış, 1930’da icazetli de olsa yeni bir parti daha kurdurulmuştur. Dürüst bir seçim olsaydı, bu seçimde CHP’nin iktidarı kaybetmesi kaçınılmazdı. Bu göze alınmayarak Serbest Fırka çok geçmeden kapatılmış, daha sonra parti içinde kurulan ve üyeleri atama ile belirlenen serbest bir grup kurma işi de işlevsiz kalmıştır.

Tek parti döneminde partiler eşit koşullarla seçime girselerdi halk kitlelerinin
CHP’ye oy vermeyeceği kesin gibidir.

Bunun nedeni “CHP Halifeliği kaldırdı, yeni yazıyı getirdi, onun için oy vermeyelim” değil, “Bizi aç ve hürriyetsiz bıraktı” olacaktı. CHP’nin kentli aydınlar, memurlar ve bir bölüm toprak ağasından oy alacak olması ve daha sondaki yıllarda da alabilmesi, Tek Parti Dönemi’nde kollanıp korunmalarındandır. Yani rejim onlar lehine işlemiştir. Partinin bugün bile, toprak ağalarını dışarıda tutarsak bu kesimlerden oy alması, o dönemin “hatırası” ndandır. Köylülerden ve yoksullardan oy alamayışının nedeni de o dönemin “hatırası” ndandır.

Esasına bakılırsa, Türkiye’deki siyasal mücadele esas olarak örgütlülükleri uzun süre yasaklanmış, kendine güven duygusu bastırılmış olan emekçilerle hâkim sınıflar arasında değil, hâkim sınıfların çeşitli kesimleri arasındadır. Dün de bugün de.

Halk kitleleri esas olarak oy deposudurlar. Hâkim sınıflar, iktidarlarını meşrulaştırmak, yani sandıktan da çıkmak için çeşitli cilveler yapmakta, halka yakın yürümeye çalışmakta, zaman zaman kendi “boğazlarından” artandan halka da koklatmaktadırlar. Halkın desteğini almak için yoksulların bu bölüşümdeki payı biraz daha artırılabilir.
Geleceğini düşünmeyen Tek Parti Yönetimi bunu bile yapamamıştır. Kendi ayağına kurşun sıkmıştır. Bugünkü CHP bunun acısını çekmektedir.


Birçok aydının zannettiğinin aksine, AKP’nin oyların yarısını alması İslamcılığı, gelenekçiliği değildir. Genel başkanının kaşına gözüne âşık olması da değildir. O’nun iktidarı döneminde (hangi nedenle olursa olsun ve sonunda ne olacaksa olsun!) refah düzeylerinin yükselmesidir.
Doğan Avcıoğlu’nun Türkiye’nin Düzeni kitabında verdiği anlamlı bir örnek vardır. 1945’te, uygulanmayan Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu çıktığında, her nasılsa Orta Anadolu’da birkaç köylüye toprak verilmiş. O köylüler sonuna dek CHP’ye oy kullanmışlar. Ecevit’in Zonguldak’ta güçlü bir temel atması da nedensiz değildir. İşçilerin haklarını gözeten bir yasayı çıkarmasıdır. 
Bugünkü CHP, Tek Parti Dönemi’nin nasıl ele alınacağı konusunda bocalamaktadır. O dönemin siyasal yapısını eleştirse, bunun kendi aleyhine olacağını sananlar çoğunluktadır. Eleştirilmese, dönemin uygulamaları sonuna dek “başına kakaç” olacaktır.

Tarihe emekçi sınıfların penceresinden bakmayı öğrenemeyenler
veya bir zamanlar bakarken günümüzde bunu unutmuş olanlar,
Tek Parti Dönemi eleştirilirse “Cumhuriyet’in yıkılacağı” kanısındadırlar.
Her türlü dogma gibi bu konudaki önyargılar da bir yana bırakılmalı, gerçek ne ise onu dile getirmelidir. Bu aynı zamanda kendine güvenin
ve olgunluğun kanıtıdır. Başına köylü kasketini geçirerek “Toprak işleyenin; su kullananın” deyip yollara düşen Ecevit’in yaptığı da bundan başka bir şey değildi. 
CHP için yapılacak şey, korkmadan kendi olumsuz geçmişini ele almak, bunu parti içi eğitim olarak işlemek ve topluma da açıklamaktır. Bundan hem kendisi, hem toplum kazançlı çıkacaktır. Bunun siyasete getireceği önemli bir kazanç da, bundan sonra ve her zaman toplumun ezilen kesimleriyle birlikte yürümenin, iktidar olmak için bundan başka bir yol olmadığının anlaşılması ve anlatılması olacaktır.

Partinin geçmişi hakkındaki olumsuz izlenimleri silmek mümkündür.
Ancak bu kararlı bir özeleştiri ile mümkündür.
Korkulmasın, kitleler kin tutmazlar(5 Şubat 2013)