Etiket arşivi: kadın cinayetleri

Atatürk ile 15 yıl AKP ile 15 yıl…

Atatürk ile 15 yıl AKP ile 15 yıl…

Erdal Atabek
Cumhuriyet, 13.11.2017,

Türkiye, Mustafa Kemal Atatürk ile 15 yıl iktidar dönemi yaşadı, 1923-1938. 
Bu iki dönemde bakalım neler oldu?
1. Atatürk, siyasal iktidarı sultan ve halife olan tek adamın elinden alıp kurduğu Büyük Millet Meclisi’ne devretti.
AKP ise, Büyük Millet Meclisi’nin yetkilerini “Tek Adam Olarak Cumhurbaşkanı”na devretti.

2. Bağımsızlık Ata’nın karakteri, Cumhuriyetin siyaseti oldu.
AKP, Amerika himayesinde İslamcılıktan, Rusya himayesinde İslamcılığa savruluyor. 

3. Hukuk alanında uygar Batı’nın laik hukuku temel alınarak devrim yapıldı.
AKP, adım adım Sünni İslam hukukunu geri getirmeye çalışıyor. 

4. Eğitim laik temelde köylerden üniversiteye kadar bilimsel yapıda yeniden kuruldu.
AKP, imam hatipler yoluyla Sünni İslam temelli eğitimi yaygınlaştırıyor.
5. Halkevleri kurularak halkın bilimsanat alanında bilinçli eğitimi yaygınlaştırılıyordu.
AKP, camiler, imamlar ve Kuran kursları yoluyla halkı tarikatların elinde inanç alanına yönlendiriyor.
6. Atatürk, halkın dinini öğrenmesini, aracılık yapan yobazların etkisiz kılınmasını amaçladı. Laikliğin amacı buydu.
AKP, tersine, halkı tarikatların, şeyhlerin, şıhların eline bıraktı, onlardan siyasetinde yararlanmayı esas yaptı.
7. Atatürk köylüyü milletin efendisi kabul etti. Kalkınmayı, eğitimi köyden başlattı.
AKP, köyü kente getirdi, varoşları yarattı. Onlardan oy deposu olarak yararlandı. Kentleri betona çevirdi.
8. Atatürk, tarımı kendine yeterlilik amacına göre destekledi. Ülke, her ürünü üretti, ihraç etmeye başladı.
AKP tarımı yok etti. Artık buğday ve saman dahil her ürünü dışarıdan getirip dövizle ödeyen ülke olduk.
9. Atatürk, yerli sanayi hamlesi başlattı. Bankalar kuruldu, yerli sanayi desteklendi. Karma ekonomi esas alındı.
AKP, kapitalist özelleştirmeyi temel yaptı, her şeyi satarak bugün halkı şirketlerin eline bırakan ortamı yarattı. Hiçbir şey artık ‘yerli’ ve ‘milli’ değil.
10. Atatürk, ülkeyi savaştan barışa taşıdı. Komşularla barış antlaşmaları gerçekleştirdi.
AKP ise ülkeyi barıştan savaşa soktu. Bugün, ülke içeride de dışarıda da savaşıyor. Geleceği belirsiz bir dönem yaşanıyor.
11. Atatürk, dost komşuları olan bir ülke yaratmıştı.
AKP döneminde ülkenin hiç dostu kalmadı. Her komşu bir anlaşmazlık konusu ile kavgalı hale geldi.
12. Atatürk dönemi, bütün çağdaş sanatların toplumun içinde yaşadığı bir dönem oldu. Klasik müzik, tiyatro, opera, bale, resim, heykel, mimarlık toplumun can damarı oldu.
AKP dönemi, sanatın küçümsendiği, önemini yitirdiği bir dönem oldu. Resim, heykel sanatı terk edildi. Müzik bir yana bırakıldı. Opera, bale geleneğe uygun bulunmadı. Böyle de sürüp gidiyor.
13. Atatürkkadın’ gerçeğini toplumda layık olduğu yere yüceltti. Kadını kafesten ve peçeden kurtardı. Erkekle eşit yerine koydu.
AKP kadının erkeğe itaatini esas olan bir din temelli sistem yarattı. Örtünme, çarşafa girme geri getirildi. Kadın cinayetlerinin böyle yaygınlaşması rastlantı değildir.
14. Atatürk döneminin Köy Enstitüleri salt bir eğitim kurumu değildir. Köyden başlayan kalkınmanın simgesidir.
AKP için ise, köy bir propaganda alanıdır. Muhtarlar toplantıları, kutsal söylemler eğitilecek topluluklar değil, destek verecek alanlardır.
15. Atatürk, Türkiye için “çağdaş uygarlık” hedefini göstermişti.
AKP için “çağdaş uygarlık”, İslam ülkelerinin birleşmesi, İslami yaşam biçiminin topluma kabul ettirilmesidir.
***
İşte, Mustafa Kemal Atatürk ile yaşanan 15 yılın,
AKP ile yaşanan 15 yılla, 15 maddede özetlenen karşılaştırması.
Öyle Anıt-Kabir’e zoraki gidip Atatürk’e içinden gelmeyen saygı gösterişi ile aslında bir şey yapılmış olmuyor.
Olan biten, Atatürk’ün yattığı yerden AKP zihniyetini yenmiş olduğudur.
Bu gerçek de sizin kabul edip etmemenize bağlı değildir.
Atatürk mü? Sonsuza kadar…
====================================
Dostlar,

Saygıdeğer meslek büyüğümüz Dr. Erdal Atabek çok etkili bir karşılaştırma yapmış sağolsun. 18 Kasım 2017’de AKP iktidarı 16. yılına giriyor. Kültürümüze de önemli katkısı oldu AKP’nin! Halk arasında

  • “Yiyo ama çalışıyo; emme alnı secde görüyo..”

    Neciiiip mi necip milletimiz / ümmetimiz psikolojik savunma düzeneklerinden biri olan mantığa bürünme (Rasyonalizasyon) aracını büyük bir ustalıkla kullanmakta ve dünyaya özgün örnekler vermekte..

Sevgi ve saygı ile. 16 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Bir toplumun intiharı

Cumhuriyet : Olaylar ve Görüşler

Bir toplumun intiharı

Toplum olarak ruh sağlığımızın pek yerinde olmadığı ortada.
En basit insan ilişkilerinden, yurttaş-devlet arasındaki ilişkilere dek
büyük bir şiddet, vurdumduymazlık, acımasızlık egemen.
Unutmamak gerekir ki, başla gövde birbiriyle uyum gösterirler.

[Haber görseli]

Gordon Marshall’ın tanımına göre Toplum, genel olarak ortak bir kültürü paylaşan,
belirli bir toprak parçasında yerleşik ve kendilerini birleşik ve özgün bir varlık olarak gören insanlardan oluşur.

Gerek toplumu oluşturan kurumlar ve kişiler arası ilişkiler açısından olsun, gerekse sosyoekonomik düzlemde olsun toplumumuz eğer hemen çağdaş reformlara gidilmezse bilinçli yurttaşlarına katlanılması güç bir yaşam sunan bir coğrafyada yer almış olmak gibi bir duyguyu ve düşünceyi yaşatan bir yabancılaşmayı tattırmış olmaktan öteye gidemeyecektir.

Kültür robotu

Hemen hemen her saat yazılı ve görsel basında yer alan konular toplum olarak ruh sağlığımızın pek yerinde olmadığını gözler önüne seriyor. En basit insan ilişkilerinden, yurttaş-devlet arasındaki ilişkilere dek büyük bir şiddet, vurdumduymazlık, acımasızlık egemen. Demokrasiden hızla uzaklaşmakta olduğumuz bu görüntülerin yer almasında bizim birey olarak hiçbir payımız olmadığı söylenemez.

Şunu unutmamak gerekir ki, başla gövde birbiriyle uyum gösterirler.
Nasıl mı? Halkımızın çoğu ne yazık ki herhangi bir dinsel, siyasal, geleneksel otoriteyi sorgulamayacak ölçüde “kültür robotu” halinde. “Kültür robotu” durumu sanılmasın ki salt eğitim düzeyi düşük toplum üyelerinin bir özelliğidir. Ne yazık ki pek çok okumuş
(aydın demeye dilim varmıyor), toplumun kültürel, gelenekselleşmiş kodlarını içselleştirmiş durumda.

Sonuç odaklı

* Toplum olarak genelde sonuca odaklı değerler sistemine göre hareket ediyoruz.
Oysa süreç odaklı değerler sistemine göre hareket etmek durumunda sistemin işleyiş biçimi konusunda fikir yürütmek olanağı ortaya çıkar. Bu da eleştirel düşüncenin
temelini oluşturur.

* Her zaman haksız da olsa güçlüden yana olmak gibi faşizan bir düşüncenin izleyicisiyiz. Sonra da Türkiye’de hukuk devletinin olmadığı konusunda
görüş bildiriyoruz.

* Güce taparak adaletsizliğinden yakındığımız düzenin işleyişine katkıda bulunmuş oluyoruz.
* Hangi mevkide olursak olalım, hangi yaş ve eğitim düzeyinde olursak olalım
Sezar’ın hakkını Sezar’a vermemekte direniyor ve sonra da toplumda adalet olmadığını haykırıyoruz.
Kişisel ve sosyal ilişkilerimizde birbirimize karşı açık ve güvenilir bir tutum takınmıyoruz. En ufak bir anlaşmazlıkta en hafifinden gözdağı veriyor,
üstünlüğü elden bırakmak istemiyoruz. Oysa demokrasi asla monolog değildir.

* Eğitim sistemimiz ne yazık ki okumuş cahiller ve hiçbir insani duyarlılığı olmayan, sanatla, edebiyatla ilgilenmeyen potansiyel faşistler yetiştirmekten öteye geçemiyor.
* Çocuk eğitimimiz kökten yanlış. Ailelerde çocuğa karşı gösterilen aşırı korumacı tutum, yıllar sonra siyasal düzlemde otorite arayışı içinde olan, hep bir kurtarıcı peşinde koşan, birey olamamış sürü insanı yetiştiriyor.
* Kadın-erkek eşitliğinde geldiğimiz noktayı en iyi medyada her gün yer alan
kadın cinayetleri pek acı bir biçimde açıklıyor. Oysa ataerkil düzenler her zaman faşizmin verimli arka bahçeleridir.

Toplumsal aktörler olarak yaptıklarımızdan sorumluyuz.
İçinde yaşadığımız bu süreçte hepimizin

“Ben bilinçli ya da bilinçsiz edimlerimle bu sürece nasıl katkıda bulundum?”

diyerek şapkayı önüne koymasında sayısız yarar olduğu görüşündeyiz. (5.9.2015)

Yrd. Doç. Dr. Ayşe Atalay

==============================

Dostlar,

Düşündürücü ve çook öğretici bir makale değil mi??
Yazar Sayın Yrd. Doç. Dr. Ayşe Atalay‘a teşekkürlerimizle.
(Kurumsal kimlik belirtilmemiş ama sanırız Yeditepe Üniversitesi Psikoloji Bölümünde öğretim üyesi..)

Sevgi ve saygı ile.
05.09.2015, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

2014’te 3065 kişi intihar etti!

TÜİK:
2014’te 3065 kişi intihar etti! 

Kaba intihar hızının en yüksek olduğu il yüz binde 11,63 ile Tunceli oldu.

Yurt Gazetesi
19 Haziran 2015 

http://www.yurtgazetesi.com.tr/yasam/tuik-2014-te-3-bin-65-kisi-intihar-etti-h90782.html

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre; ölümle sonuçlanan intihar sayısı,
revize edilen (AS: gözden geçirilen) 2013’te 3252 iken, 2014’te 3065 oldu. İntihar edenlerin %74,3’ünü, %25,7’sini kadınlar oluşturdu. Kaba intihar hızının en yüksek olduğu il yüz binde 11,63 (AS: 11.63E10-05) erkekler ile Tunceli oldu. Kaba intihar hızı 2013’te yüz binde 4,27 iken, 2014’te yüz binde 3,97 oldu. Başka bir anlatımla 2014’te her yüz bin kişiden yaklaşık 4’ü intihar etti. Kaba intihar hızı illere göre incelendiğinde, 2014 yılında kaba intihar hızının
en yüksek olduğu il yüz binde 11,63 ile Tunceli oldu. Tunceli’yi yüz binde 9,03 ile Bingöl ve yüz binde 8,26 ile Edirne izledi. Kaba intihar hızının en düşük olduğu il ise yüz binde 1,06 ile Bartın oldu. Bartın ilini yüz binde 1,07 ile Çankırı ve yüz binde 1,28 ile Bayburt izledi.

EN YÜKSEK YAŞA ÖZEL İNTİHAR HIZI 80-84 YAŞ DİLİMİNDE

Yaşa özel intihar hızları incelendiğinde, 2013’te en yüksek intihar hızı yüz binde 9,92 ile
85+ yaş diliminde, 2014’te ise yüz binde 8,07 ile 80-84 yaş diliminde görüldü. Her iki yılda da en düşük intihar hızı 2013 için yüz binde 0,84 ve 2014 için yüz binde 1,17 olarak 15 yaş altında gerçekleşti. En yüksek yaşa özel intihar hızının 2013’te erkeklerde yüz binde 20,97 ile 85+ yaş diliminde, kadınlarda ise yüz binde 5,52 ile 15-19 yaş diliminde olduğu; 2014 yılında erkeklerde yüz binde 15,08 ile 80-84 yaş diliminde, kadınlarda ise yüz binde 4,30 ile 15-19 yaş diliminde olduğu görüldü. İntihar sayıları yaş dilimi ve cinsiyete göre incelendiğinde,
2013’te olduğu gibi 2014’te de yaş dilimleri arasındaki cinsiyet farklılığının belirgin olduğu görüldü. Erkek intiharlarının 15 yaş altı intiharlar dışında tüm yaş dilimlerinde kadın intiharlarından daha çok olduğu belirlendi. Cinsiyetler arasındaki farklılığın en yüksek olduğu yaş diliminin 20-24, en az olduğu yaş diliminin ise 15 yaş altı ile 85 yaş ve üzerinde olduğu görüldü.

İNTİHAR EDEN KİŞİLERİN %24,9’u İLKÖĞRETİM BİTİRMİŞ

İntihar eden kişilerin 2013’te %21,2’si ilköğretim mezunuyken 2014 yılında bu oran % 24,9 oldu. İlköğretim bitirenlerini 2014’te %22,5 ile ilkokul, % 19,9 ile lise ve dengi okul ve %10,6 ile okuryazar olup bir okul bitirmeyenler izledi. Nedeni belirlenemeyen intihar oranı, 2013’te % 54,1 iken 2014 yılında bu oran %52,9’a düştü. İntihar nedenleri arasında 2013’te ilk sırada %16,1 ile hastalık gelirken, bunu %9,3 ile aile geçimsizliği ve %6,8 ile geçim zorluğu izledi. Bu oranlar, 2014’te sırasıyla hastalık %17,9, aile geçimsizliği %9,0 ve geçim zorluğu %8,4 oldu.

İNTİHAR EDEN KİŞİLERİN % 47,7’Sİ EVLİYDİ

İntihar eden kişilerin medeni durumu ele alındığında, 2013’te intihar eden kişilerin %48’inin evli, % 39,3’ünün hiç evlenmemiş, % 5,5’inin boşanmış, %4,2’sinin eşi ölmüş olduğu görüldü. Medeni durum dağılımının 2014’te %47,7 ile evli, %39,1 ile hiç evlenmemiş, %7,3 ile eşi ölmüş ve %4,4 ile boşanmış kişilerden oluştuğu gözlendi. Cinsiyete göre medeni durum incelendiğinde, 2014’te intihar eden erkeklerin %49,3’ünün evli, %38,8’inin hiç evlenmemiş, intihar eden kadınların ise %43,1’inin evli, %40,2’sinin hiç evlenmemiş olduğu görüldü.

==========================================

Dostlar,

AKP döneminde 14 Kasım 2013 – 8 Haziran 2015 arasında yaklaşık 12,5 yılda 40 bine yakın yurttaşımız canına kıydı.. (Dünyada 170 ülke içinde 93. sıradayız, E yüksek Guyana,
en düşük S. Arabistan, DSÖ – 2013)

Neden toplumumuzda acılar, onlarla başetme olanaklarından daha ağır basıyor??

Ya canına kıyılanlar ?

14 katına dek artan kadın cinayetleri??

SHÇEK yurtlarında ırzına geçilen Devlete emanet kız çocukları??

Hangi iktidarın sicili böylesine acı ve utanç verici olaylarla ve bunca doluydu??

Bu bağlamda bir Hükümet ya da TBMM araştırması – raporu var mı; niye yok?

Sevgi ve saygı ile.
19 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

“Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan”

“Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan”

  • Kampanyanın muhatabı: Sağlık Bakanı Dr. Mehmet MÜEZZİNOĞLU

Dostlar,

Toplum Ruh Sağlığı, sağlık sorunları bütünü içinde görece önemli bir pay alıyor.
Ve bu pay yine görece sürekli artmakta.
Son yıllarda, Dünya Bankasınca (DB) önerilen DALY (Hastalık Yükü – Disability Adjusted Life Year) ölçütüne dayalı irdelemelerde ilk 10 önemli sağlık sorunu içinde hep yukarılara tırmanmakta..

DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) 2001 Dünya Sağlık Raporu (World Health Report), doğrudan Dünya ruh sağlığı sorunlarına ayrılmış durumda..

Aşağıdaki tabloda 1999’da DALY yüküne göre 5. sırada yer alan
Unipolar Majör Depresyon, öngörülere göre 2020’de 2. sıraya tırmanacaktır.
Yine 1999’da en yüksek DALY kaynağı 15 neden arasında yer almayan
“Şiddet” (Violence), 2020’de en büyük 12. DALY kaynağı olabilecektir.
(DALY : Hastalık – yaralanma nedeniyle erken ölüm yüzünden yitirilen yaşam yılları +
bu nedenlerle engelli yaşanan yıllarına dayalı bir modern bir sağlık ekonomisi ölçütüdür)

DALY2

 

Keza, aşağıdaki çizime göre de nöro-psikiyatrik bozuklukların 4 ana DALY kaynağı içinde payı, 30 yıl içinde (1990… 2020) % 9’dan %14’e yükselebilecektir (DSÖ – WHO).

DALY1
Biz de konuyu sürekli işlemekte, Tıp Fakültesinde eğitimini vermekteyiz.

Bu sitede Toplumsal Ruh Sağlığı / Community Mental Health
b
aşlığı altında kapsamlı bir power point sunumunu bulabilirsiniz.
(http://ahmetsaltik.net/2012/05/21/toplumsal-ruh-sagligi-community-mental-health/)

Bugün ülkemizde 500 binden çok ağır derecede, en az 6-7 milyon da
sağaltım gerektiren, orta ve hafif şiddette ruhsal bozukluk tanısı alabilecek kişi olduğu
kestirilmektedir. Bu kişilerin hastalıklarına tanı konamaması ve sağaltımlarının
gecikmesi yalnızca tıbbi değil, sosyal ve ekonomik yitiklere de yol açabilmektedir.
(Türkiye Cumhuriyeti Ruh Sağlığı Politikası. Sağlık Bakanlığı TSH Gn. Mdl. 2006
http://temelsaglik2.saglik.gov.tr/dosya/Yayinlar/tcruhsag.pdf, 25.05.10)

*****

Uzun yıllardır Türkiye’de ULUSAL RUH SAĞLIĞI YASASI çıkarılması istenmektedir. Ancak son 20 yılda ciddi çabalara karşın TBMM önüne böylesi bir yasa siyasal iktidarlarca getiril(e)memiştir.

Vize’den duyarlı bir yurttaşımız (Astronomi eğitimi almış..) sorunu bir kez daha göndeme taşıyor.. Ne var ki Türkiye ateş çemberinde..

Asıl sorunlarına dönük enerji harcayamıyor. Kendi başına sardığı sorunlarla boğuşuyor AKP iktidarı.

Arada Orta Vadeli Program 2015-17 (OVP) birkaç gün önce açıklandı;
ertelenebilir yanı yoktu. Bir de ileti verilecekti iç – dış çevrelere;
“Biz duruma egemeniz.. gündem elimizde, tüm sorunlarla uğraşıyoruz..” gibisinden.
OVP tam bir acı reçete ve ekonomik çöküş ve tutarsızlıklar… metni, o başka..

Evet, biz de Türk Psikiyatri Derneği’nin yılllardır süregelen kurumsal çabasına ve
Sn. İlhan Vardar’ın çağrısına katılıyoruz :

  • “Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan” !..

Web sitemizde yer alan Toplumsal Ruh Sağlığı / Community Mental Health
b
aşlığı altında kapsamlı power point sunumunu incelemenizi diliyoruz..
(http://ahmetsaltik.net/2012/05/21/toplumsal-ruh-sagligi-community-mental-health/)

Ve son olarak, Türkiye’nin karmaşaya sürüklenen ortamında, Başbakan Davutoğlu’nun verdiği sözü unutmayarak, son derece gerileyen Akademisyenlerin ücretlerinin mutlaka ve hızla iyileştirilmesini (15 Ekim’e yetiştirileceğini Başbakan belirtmişti..) bekliyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
10 Ekim 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=================================================

“Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan

 

Başlatan Kırklareli, İlhan VARDAR


Her kırk saniyede dünyada bir kişi intihar ediyor!

Siz bu satırları okurken; bir kişi intihara hazırlanıyor olabilir ya da bu açıklamaları okuduğunuz dakikalar içinde kaç kişinin intihar (özekıyım) ettiğini varın siz hesaplayın.
İntihar eden insanların çoğunluğu akıl hastasıdır. Anoreksiya, major depresyon,
iki kutuplu bozukluk (manik-depresif hastalık), şizofren ve sınırda kişilik bozukluğu

en sık görülenlerdir.”

Bu duygu halini bir düşünün, tabulara, dine (en büyük günah intihar), kadere,
toplumsal baskıya karşın bir insan canına kıymayı nasıl düşünebilir ?

Daha da önemlisi son 30 yılda intihar edenlerin %440 artış göstermesi, son 10 yılda ise 25 000 insanımızın intihar sonucunda yaşamını yitirmesi olayın ürkünçlüğünü (vahimliğini) daha da artırmaktadır ki; bu oran belirtilen yıllardaki trafik kazalarında yaşamını yitirenlerin nerede ise yarısına ulaşmaktadır. Özellikle uzmanların belirttiğine göre dünyada intiharların en çok görüldüğü kümenin 15-24 yaş aralığındaki kuşak olması konunun önemini daha da büyütmektedir.

Çoğu psikiyatrik bozukluğun kesin nedeni bilinmemektedir. Uzmanlar psikiyatrik bozuklukların genetik veya kalıtsal eğilimleri bir tetikleme olayı birleşimi (kombinasyonu) sonucu olduğunu düşünüyor.

Ve tıp artık bu rahatsızlıkların bir akıl hastalığı, ruh hastalığı olmadığını, beynimizdeki enzimlerin düzensizliği ile ilgili olduğunu söylemektedir. Öbür genetik fiziksel rahatsızlıklar gibi kesin tedavileri olmamakla birlikte, beyin hastalıklarının denetim altına alınabileceğine inanıyor. Beyin hastalıklarının denetim altına alınabilmesi ve hastayı günlük yaşama döndürüp, topluma kazandırabilmesi tüm ülkelerin en birincil gündemi olması gerekmektedir.

Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan ‘Ruh Sağlığı Eylem Planı’ açıklandı.
Türk nüfusunun ruh sağlığına ilişkin ilginç veriler, saptamalar ve önerilerin yer aldığı plan, 2011-2023 tarihlerini kapsıyor. Planın en önemli ögelerinden biri artık Avrupa’nın kimi ülkelerindeki gibi Türkiye’de de toplum temelli ruh sağlığı modelinin uygulanacak olması. TÜRKİYE’NİN RUH SAĞLIĞI PROFİLİ Eylem Planı‘nda ruh sağlığına ilişkin yer alan verilerde şunlar ön plana çıkıyor:

– Türkiye’de nüfusun %18’i yaşam boyu bir ruhsal hastalık geçiriyor.
Çocuk ve ergenlerde klinik düzeyde sorunlu davranış oranı %11.

– Ruhsal hastalığı olan 6 kişiden yalnızca 1’i yardım arıyor.

– Kardiyovasküler hastalıklardan sonra %19 ile 2. sırada psikiyatrik hastalıklar bulunuyor.

– Hastalara ayrılan yatak sayısı toplam 7356. Avrupa’da her 100 bin kişiye 8 akut psikiyatri yatağı düşen İtalya’dan sonra 100 bin kişiye 10 psikiyatri yatağı ile
Türkiye 2. en az yatak sayısına sahip ülke.

– Türkiye’de Mart 2011’de etkin olarak çalışan 1625 Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı hekim bulunuyor. Bu kişilerin 862’si Sağlık Bakanlığı, 277’si üniversitelerde çalışırken 486 Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı özel sektörde hizmet veriyor.

– 100 bin kişiye düşen ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı sayısı 2,20. Avrupa Birliği’nin 15 ülkesinde 100 bin kişiye ortalama 12,9 ruh sağlığı ve hastalıkları uzmanı düşüyor.”

Kimi hastanelerin içler acısı durumu yansıtıldıktan sonra alınacak önlemler ve
yapılacak olan işler sıralanıyor.

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), dünya genelinde akıl sağlığına ilişkin bilinmesi gereken temel noktalar, rakamlar ve istatistikleri 10 başlık altında toplayarak üye ülkelerin dikkatine sundu.

WHO’nun Akıl Sağlığı Raporunun en önemli sonuçlarından biri fiziksel olmayan rahatsızlıklardan dolayı acil servislere başvuruların son on yılda %5 artarak % 6’dan % 11’e yükselmesi ve dünyada psikiyatri hastalarına yönelik insan hakları ihlallerinin çok yaygın olması.

İhlallerin başında fiziksel şiddet, ayrımcılık, temel gereksinimlerin ve mahremiyetin görmezden gelinmesi olarak belirtilmiştir. Çok az ülkede akıl hastalarının haklarını
net biçimde güvence altına alan yasal düzenlemeler bulunduğu ise özellikle vurgulanmıştır.

Evet yapılacak işler arasında Bakanlık yasal düzenlemelerden sözetmiyor. Sözedilenler hekim sayısının, hastane sayısının artması, mobil hizmetlerin gelmesi üzerinedir.
Peki yasal düzenleme olmadan bunlar nasıl gerçekleşecek?

Bu arada Türkiye Psikiyatri Derneği‘nce 1999’da başlatılan, 2002’den bu yana kezlerce Sağlık Bakanlığı’ndan ilgililere sunulan  Ruh Sağlığı Yasası‘nın gerçekleşmesi yönünde çalışma olmadığı gibi, Kasım 2006’da Meclis gündemine de yansıtılan kampanyalar ve Derneğin hazırladığı Ruh Sağlığı Yasa taslağı ne yazık ki
göz ardı edilerek görmezlikten gelinmektedir.

Türkiye’de ruh sağlığına toplam sağlık bütçesinin %1’inden daha az pay ayrıldığı kestirilmektedir. Son beş yılda ise ülkemizde antidepresan kullanımı %65 artmıştır. Büyük çoğunluğunun bilinçsiz biçimde tüketilmesi, var olan psikiyatrik rahatsızlıkların tetiklenmesine neden olmakta ve sorunları daha da içinden çıkılmaz duruma getirmektedir.

“Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan” 

Yasa Çalışmaları sürerken öncelikli olarak;

1- Bu tür rahatsızlıkların tedavileri ve ilaçları, tanı ve denetim altına alınması süreci
çok pahalıdır. Ve sağaltımın sürekliliğinin önemi de düşünülürse, ülkemiz ekonomik koşulları göz önüne alındığında, Sosyal Güvenlik Kurumu’nun (SGK) desteğinin hemen hemen hiç olmaması, aileleri tedaviden vazgeçirmekte ve hastalar yazgılarına
terk edilmektedir. SGK özel hastanelerle birçok anadal için sağlık anlaşmaları yaptığı halde, özel hastanelerin birçoğunda psikiyatri klinikleri ile anlaşma yapmamaktadır.
Ayrı bir boyutta sözde aynı çatı altına toplanan SGK farklı uygulamalar yapmaktadır. Özel sigorta ve Vakıf’lara üye olan hastalar bir ölçüde de olsa özel hastanelerin psikiyatri kliniklerinden yararlansa bile, Devlet memurları bu haktan yoksun bırakılmaktadır. SGK tüm vatandaş için desteği artırmalı ve farklı uygulamalar yerine eşit uygulamalar getirmelidir. Ayrıca SGK normal koşullar altında alınması gerekenden yüksek ücret isteyen ve ödeme yapıldıktan sonra herhangi bir hak ileri sürülmeyeceğine ilişkin hastalara imzalatılan belgeleri gerek özel gerek vakıf hastanelerinde denetim altına almalı ve durum yasadaki gibi  işlemelidir.

2- Hastaların hekime (Psikiyatr) ulaşamaması, aslında yukarıdaki madde ile
bir bütün oluşturmaktadır. Devlet ve özel hastanelerin birçoğunda psikiyatr servisi bulunmamakta, üniversite hastahaneleri ise çok yoğun olduğu için yeterli olamamaktadır. Şöyle örneklersek, bu rahatsızlıklardan Manik Depresyon ve
Şizofreni
türü olanların tanısı ve hekimin sürekliliği çok önemli olduğu halde,
Devlet Hastahanesine başvuran hasta depresyon tanısı ile gönderilip depresyon ilaçları ile tedaviye çalışılmaktadır. Dolayısı ile depresyon ilaçları kimi rahatsızlıkları tetiklediği için hastada belirtiler düzelmediğinden, kendisi ve yakınları tedaviden vazgeçmekte ve yine yazgılarına terk edilmektedirler. Hasta ve yakını pes etmeyip yeniden gittiğinde
bu kez bir başka sorun çıkmakta karşımıza. Farklı bir hekimle karşılaşmak.
Çünkü bu konuda sağlıkta merkezi bir bilgi sistemi bulunmadığı için,
hekimlerin değişikliği bu kez tanının konulamamasına ya da sağaltım (tedavi) sürecini zora sokmakta ve hastaya yararlı olamamaktadır.

3- Son yıllarda gün geçmiyor ki bir kadın öldürülmesin. Kadın cinayetleri,
çocuk istismarı
, çocuk ve büyüklere cinsel istismar ve taciz (mobbing – yıldırı) konularında da bu tür rahatsızlıkların etkili olduğunu düşünüyorum. Özellikle ülkemizin akıl sağlığı konusunda gün geçtikçe kötüleşmesi ve bu olayların son yıllardaki artışı ile bir koşutluk (paralellik) gösterdiği düşüncesine sevk etmektedir insanı.
Örneklersek, Manik Depresif bir hastanın manik dönemlerinde cinselliğe daha çok ilgi göstermesi, makyajını abartılı yapması, seksi giysilere yönelmesi, özgüveninin
artış göstermesi ve eşe, aileye karşı çıkması özellikle hasta kadınsa bir Türk erkeği “namusum için öldürdüm” diyebilmektedir. Dolayısı ile bir Meclis Araştırma Komisyonu kurularak bu tür olgularda mağdur ve sanığın psikiyatrik durumları incelenerek daha sağlıklı bilgilere ulaşılabilir ve geç kalmadan önlem alınabilir.
Doğal ki, tüm olgular için aynı savda bulunmasam da, birçoğunda etkili olduğunu düşünüyorum.

Bu geçici önlemler ivedilikle (acilen) alınırken

“Ruh Sağlığı Yasası-Çok Geç Olmadan” !

**************

Bu dosyanın tümünü pdf olarak indirmek için lütfen tıklayınız..

Ruh_Sagligi_Yasasi_hemen

Muazzez İlmiye Çığ; Atatürkçü geçinip Erdoğan’a çalışanları kutluyor!..


Muazzez İlmiye Çığ; Atatürkçü geçinip Erdoğan’a çalışanları kutluyor!..

Sevgili okurlarım,

Atatürk’ü sevmek, O’nun ilke ve devrimlerine yürekten bağlanmak ve O’nun idealindeki çağdaş Türk kadını olmak” denildiğinde hemen akla gelen adlardan biri, dünyaca saygın bilim insanlarımızdan Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’dır.

Ancak Muazzez Hanım, son günlerde çok üzüntülü. Dokunsanız ağlayacak gibi.
O’nun niçin bu kadar dertli olduğunu aşağıdaki satırları okuyunca, siz de anlayacaksınız. İşte Sayın Çığ’ın, benim aracılığımla içini döktüğü ikinci mektup:

* * * *

“Sevgili Uğur Dündar,

Nasıl içim yanıyor, nasıl üzüntülüyüm anlatamam. O nedenle sizinle dertleşmek istedim.
Akıllarına güvendiğim, kendilerine çok değer verdiğim kimseler bile, durmadan
Prof. Ekmeleddin aleyhinde konuşuyorlar.

Peki karşılarında Tayyip’ten başka namzet var mı ki?..


Öyle ise, Tayyip’e oy verecekler demektir! Haydi vermediler diyelim.

Boş oy kullanmaları halinde de yine kazanacak olan Tayyip!
Boykot yapacaklar için de aynı durum geçerli.


Tayyip başa geçtiğinde ne yapacağını anlatıyor.

Madem Prof. Ekmeleddin aleyhinde atıp tutan bu grup Cumhurbaşkanı için bu kadar duyarlıydı, neden çok daha önce istedikleri gibi bir adayı belirleyip ortaya atmadılar?
Kaldı ki, Atatürkçü biri seçilse Tevhid-i Tedrisat Kanunu başta olmak üzere
Devrim Kanunlarını geri getirebilecek mi? Bütün okulların imam hatipleşmesini önleyebilecek mi? Okullardaki çağ dışı eğitimi çağdaş düzeye dönüştürebilecek mi?

Cumhurbaşkanının yapacakları anayasa ile belirlenmiş. Ancak bazı aşırı eylemleri frenleyebilir. Hepsi o kadar.

* * * *

Ben daha ilk günden itibaren, içinde bulunduğumuz ortamda Sayın Ekmeleddin’den daha üstün biri çıkarılmaz ise, oyumu O’na vereceğimi söyledim.
“Bu koşullarda bundan iyisi olmaz..” dedim.

Herhalde kimse benim kadar Atatürkçü değildir.
Ama ben bugünkü ortamda, her şeyden önce ülkemi düşünüyorum.

Bakın, ülkemiz elden gidiyor. İçimiz, dışımız düşman dolu. Ortada güvenebileceğimiz bir devlet kalmadı. Hırsızlık, yalan, dolan, her türlü ahlaksızlık, almış başını gidiyor.
Kadın cinayetleri her geçen gün artıyor.

Çevremiz mezhep çatışmaları nedeniyle kan gölüne dönüşmüş durumda.
Allah korusun ülkemizde iç savaş çıkabilir.

Bu gergin ve tehlikeli ortamda el ele vereceğimiz, birlik, bütünlük sergileyeceğimiz yerde, hiç gereği yokken sen-ben tartışmaları yapıyoruz.

Atatürk olsaydı, bu anlamsız davranışlarda ısrar edenleri çok kınardı.

Sayın Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu’na karşı çıkarak, Tayyip Erdoğan’a Cumhurbaşkanı olma yolunu açmaya yardım edecek olan “Atatürkçü geçinenler”, sizi bu çabalarınızdan (!) ötürü, yüreğim cayır cayır yanarak kutluyorum!!!!

Sevgili Uğur Dündar,

Başınızı çok ağrıttım ama hep içimi dökecek bir dost bildim sizi.
En içten sevgi ve saygılarımla…

Muazzez İlmiye Çığ

* * * *

Muazzez Hanım’ın yazdıklarını aynen aktardım.
Duygu ve düşünceleri, ayrıca yoruma gerek bırakmayacak kadar net.
Ne diyeyim?
Özlemini duyduğumuz birlik ve bütünlüğü sağlaması umuduyla
hepinizin bayramını kutlar, sağlık ve mutluluklar dilerim.

Uğur Dündar
SÖZCÜ,
27.7.14

http://sozcu.com.tr/2014/yazarlar/ugur-dundar/muazzez-ilmiye-cig-ataturkcu-gecinip-erdogana-calisanlari-kutluyor-565549/

Mümtaz Soysal : HASTALIK..

Mümtaz SOYSAL

HASTALIK…

Bir Amerika kasabasında altı öğretmeni ve ardından yirmisi kendi okul arkadaşı çocuklar olmak üzere 27 kişiyi öldüren gencin yarattığı şokun etkisi hâlâ sürüyor.
Bu tür çılgınlıkların ilki de değil bu. Yalnız dünyanın en güçlü ülkesinde değil, başka yerlerde de böyle olaylar çoğalmaya başladı; ama bunları akla yakın nedenlerle veya toplumların şu ya da bu nedeniyle açıklayabilmek hayli zor. Şu günlerde “Silah taşıma özgürlüğünü anayasal hak olarak vatandaşlarına tanıyan bir ülkede elbet bunlar olur” diyenler bile var ama, başka toplumlarda benzerlerine rastlandığı için bu olayı da çağın psikolojik hastalıklarından biri sayanlar daha çok. Failin soyadının“Lanza” oluşuna bakıp “Zaten gangsterlerin çoğunluğu İtalyan asıllı olanlardan çıkmıştı” türünden saçmalıklar da artık para etmiyor.

Düşünün ki, yıllar önce bizim fakültede ders vermeye gelmiş İtalyan kökenli Amerikalı profesörün soyadı da Lanza’ydı ve A klavyeli daktilo makinesinin on parmakla yazmaya uygun olmadığını görüp uzun bir araştırmadan sonra F klavyesine geçişimizi sağlayan
O olmuştu! Şimdi, 27 kişiyi öldüren Lanza’yla o Lanza aynı kefeye konur mu?

Zaten, failin ırkına bakılmaksızın, cinayet cinayettir ve şu ya da bu nedenle can almak hep suçtur. Ceza hukuku, ruh sağlığının bozukluğu gibi birtakım hafifletici nedenlerden söz eder ama bunların bir kısmını anlamak ve hafifletici neden saymak pek kolay değil. Toplumumuzdaki bazı kadın cinayetlerinin işleniş tarzlarındaki şiddeti tasavvur etmek bile zor. İnsanlar kendilerince haklı buldukları öldürme nedenleri ne olursa olsun,
bir süre önce sevdikleri, hatta aile kurdukları bir kadını nasıl öldürebiliyor ve hele bununla da yetinmeyip kurban keser gibi nasıl boynunu kesebiliyorlar?

Hele birlikte aynı yastığa baş koyulan ve çocukların anası olduğu bilinen bir kadının.

Başka toplumlardaki bazı cinayetlere “hastalık” tanısını kolayca koyarken,
kendi toplumumuzdaki kadın cinayetlerinin bu yönünü düşünmeden duramayız.
Birbirine benzer örneklerin çoğalması korkunç bir ilkelliğin ve vahşetin habercisi sayılır.

Bizde böyle bir gidişin özellikle bu yönü gelecek kuşaklar için genellikle sanılandan
çok daha endişe verici değil mi?

============================================

Dostlar,

Üstad Prof. Soysal, bilindiği gibi seçkin bir Anayasa Hukuku uzmanıdır.
Paris’te Ermenilerin Türkiye karşıtı (aleyhine) saldırı davalarda birkaç onyıl önce, ülkemizi Fransızca (hoca Galatasaray Lisesi bitirenidir) olarak yetkinlikle savunmuş ve davaları kazanmamızı sağlamıştı.

(15 Temmuz 1983 günü Paris yakınlarında Orly Havaalanında THY bürosu önünde patlayan bir bomba dördü Fransız, ikisi Türk, biri Amerikan ve biri İsveçli olmak üzere sekiz kişinin ölümüne ve altmış dolayında kişinin de yaralanmasına yol açtı.
Sanık olarak tutuklanan ASALA örgütü mensupları 19 Şubat-2 Mart 1985 arasında yargılanan sanıklardan biri ömür boyu olmak üzere ağır hapis cezasına çarptırıldılar.)

Oysa bu yurtsever ve çok nitelikli aydın, 12 Mart 1971’de SBF (Mülkiye) Dekanı iken gözaltına alınmış ve Mamak askeri cezaevinde, öğrencilerinin gözü önünde “dövülmüştü”.

  • .. Bakın, biz sizin hocanızı da döveriz.. denilmekteydi Mülkiye öğrencilerine..

Bu anlatım, sormamız üzerine, hocanın bize, Zonguldak’ta bizim oturum başkanı olduğumuz bir panelde, arada ikili söyleşimizde doğrudan aktarımıdır.. Mümtaz
Hoca, bu kurgunun öğrencilerine gözdağı amaçlı olduğunu da bize belirtmişti..
(Panel : Küreselleşme ve İşçi Sağlığı, Zonguldak Karaelmas Üniv., 24.09.03)

Mümtaz hoca, 80’ini aşalı birkaç yıl oldu.. Halen 4 kitap yazımını sürdürüyor..
BCP Genel Başkanlığını da.. Bu “küçük” partinin programı son derece doyurucu.

Mümtaz hoca, 19.12.12 günü Cumhuriyet’teki yazısında ABD’deki toplu cinayeti işliyor.. Ama biz kendi sorunumuzu görmekten aciziz..

Kadın cinayetleri, töre cinayetleri, etnisiteye dönük kırımlar.... vd.

Sevgi ve saygı ile.
19.12.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net