Etiket arşivi: İslam’ın “arkaik bir faşizm” den ibaret baskıcı devlet ideolojisi

Foucault – İran Devrimi Türk Liberalleri ve İkiyüzlü Batı

ARŞİVİMİZDEN       :

Foucault – İran Devrimi Türk Liberalleri ve İkiyüzlü Batı

Av. Şevket ÇİZMELİ
Cumhuriyet, 4 Ocak 2014

1978 yılının yarısında İran’da militan İslamcısı grupların başını çektiği, laik milliyetçi liberal ve solcu koalisyonun yürüttüğü Şah karşıtı başkaldırı, giderek “dini terimlerle ve Hüseyin’in Kerbela’da öldürülmesini “ anan Muharrem törenlerine de yansıyarak ifade edilmeye başlamıştı (Focault ve İran Devrimi, Janet Afary Kevin B. Anderson, Boğaziçi Üniversitesi yayınları, 2010).
Protesto gösterileri Muharrem bayramında bir milyon kişinin katılmasıyla en üst sayıya erişmişti. 1979 Şubatında Şah’ın İran’dan kaçması üzerine sürgünden dönen Humeyni’nin öncülüğünde düzenlenen halkoylaması sonucu İran İslam Cumhuriyeti ilan edildi. İzleyen günlerde ise bilindiği gibi Humeyni’nin iktidarı, her gün artan kanlı uygulamalarla gelişerek pekişti ve hedefinde öncelikle birlikte yola çıktığı koalisyon ortakları ulusalcılar, liberaller, solcular ve İslamın doğası gereği kadınlar vardı.
Felsefi düşüncelerinin ayrıntılarını bir yana bırakarak Foucault’un, Doğunun geleneksel toplumsal, normlarına duyduğu ilginin başlangıcını, 1960’larda sömürgeciliğin çöküşü ile birlikte Batı düşüncesinin buhrana sürükleneceği öngörüsünün teşkil ettiği anlaşılmaktadır (Foucault ve İran Devrimi syf. 17). Halbuki Batı, kısa sürede globalleşme politikaları aracılıyla geliştirdiği finans enstrümanları ile, ekonomik sömürüsünü daha yaygın ve sahte barışçıl bir görüntüye büründürecektir.
Foucault 1978 Eylülünde İran’a ilk ziyaretini yaptı ve Ekiminde de Fransa’da Humeyni ile tanıştı. İran’a 2. gidişi 1978 Kasımında oldu ve İtalyan Corriere Della Sera gazetesinde makaleleri yayınladı. Bu makalelerde kabaca ulemanın otoriter bir rejim kurarak başta kadınlarınki olmak üzere her türlü insan haklarını ortadan kaldıracağına ilişkin kuşkuları bir yana bırakıp, İslam’ın “arkaik bir faşizm” den ibaret baskıcı devlet ideolojisini, 1970’lerin sonlarında fark etmemesi anlaşılır değildi.
Atlas Okyanusundan Uzak Doğuya uzanan kuşaktaki onlarca İslam devleti ve halkı
tüm ögeleriyle gözler önündeydi.
Kuran’a göre asgari Müslüman köktenciliği,
– hırsızın elinin kesilmesini ve
– kadının mirasının ikiye bölünmesini gerektirir.

Geleneğe dönülürse ulemanın da koşul koyduğu gibi;
şarap içerken yakalananlar kamçılanmalı ve
zina işleyen de kırbaçlanmalı ya da taşlanmalıdır.

Rakibimizi “Tanrı düşmanı” ilan etme göreneği eski geçerli bir yöntemdir fakat
hiçbir şey bundan daha kolay ve daha tehlikeli değildir.” (Maxime Rodinson,
İslamcı Köktendincilik Uyanıyor mu?, Le Monde, 6 Aralık 1978; 1981’de 3 bölümden oluşan bu 8 makale İngilizcede “İslam Diriliyor mu” başlığıyla çıkmıştır.) Nitekim İran’da mollaların yönetiminde Şii Mezhebinin ateşli söylemleri ile yürütülen kurtuluş aşaması, kısa sürede Humeyni’nin o tarihe dek bilinen kin dolu ilkel söylemleriyle beslenen
kanlı bir tasfiyeye dönüşmüştür.
Humeyni’nin kadın haklarını kısıtlamak için yalnızca “27” gün beklediği ve ilk iş olarak

– “kadınların yargıda çalışmasını yasakladığı” ertesi günü
– “boşanma hakkını kadınlardan aldığı”,
– spor yapan kadınlara yasak getirerek, çarşaf giymelerini emrettiği

görülmüştür. Humeyni liderliğindeki bu dönem giderek feministlerin, etnik ve dinsel azınlıkların, liberallerin, solcuların İslam adına büyük baskı altına alınması ve
toplu idamlara varan işkencelerin günümüze değin sürmesiyle kendini göstermiştir. Son olarak Humeyni 1989 Şubatında ölümüne yaklaşırken, Şeytan Ayetleri kitabı yüzünden Salman Rüşdi’yi ölüme mahkûm eden fetvasını yayınladı ve
bu Müslüman yazarın başına 6 milyon Dolar ödül koydu.
Hal böyle iken Türkiye yıllar önce Milli Görüş adlı tutarsız bir din programıyla siyasal arenada yerini almış Erbakan’ın çıraklarının kurduğu AKP’nin 2002 Kasımında iktidara gelmesi, Batı (ABD-AB) tarafından nerdeyse alkışlarla karşılanmıştır.
Batılılar burada Foucault’un değişik bir yüzünü temsil ederek sözde Ilımlı İslam aldatmacasıyla bu kuşkulu gurubu fütursuzca bağırlarına basmışlarıdır.
Dünyada ilk ve tek laik ülke olma onurunu taşıyan Atatürk Türkiye’sine tahammülü olmayan bu ikiyüzlü Batı, içeride onlardan daha ahlaksız bir yerli ittifak gurubunu
hazır bulmuştur. Önce basında kümeleşen ve daha sonra AKP iktidarı tarafından beslenip devlet örgütü, üniversiteler ve görsel medyayı işgal eden bu sözde liberal (LİBOŞ) kitlenin bir bölümü 2013’ün son günlerinde patlak ile son bulan dinci siyasetin iflasıyla kara yaslara bürünmüşlerdir. Başka bir bölümü ise kullanma miadı dolmuş malzeme gibi kenarda köşede yazgılarına terk edilmişlerdir. İkiyüzlü Batı ise, bu kez, AKP’yi antidemokratik uygulamaları nedeniyle derece derece sertleşen bir üslupla eleştirmeye başlamıştır.
Halbuki AKP’nin geçmişteki sicili Batı için hiç de öyle bilinmezlikleri barındırmıyordu. Üstelik yukarıda kısaca özetlenen İran örneği yanı başımızdaydı. Fransa’da İran yanılgısıyla öne çıkan Foucault‘un yalnızlığına karşın Türkiye’de hızla çok sayıda yandaş türemesi, iki dindar kültürünün benzemezliğindeki anlamlı ipuçlarıdır.