Etiket arşivi: İslam Ortaçağı

Dinler nereye gidiyor?

Ayşe Sucu - Sözcü GazetesiAyşe Sucu
aysesucu@sozcum.com
SÖZCÜ, 07 Kasım 2022

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Kurumsallaşma dinlerin en büyük handikaplarıdır. Zira sürekliliklerinin ve korunmalarının bir gereği olarak kabul edilen kurumsallaşma zorunluluğu, dinlerin özlerinden uzaklaşma sürecini de beraberinde getirmiştir. Tümüyle insan inşası olan bu güçlü yapılar, insanı kuşatmakla kalmaz baskısı altına da alır. Her kurum, hiyerarşisini ve iktidarını bir türlü doğurur çünkü. Böylece iktidarlarını kurmuş kurumsal dini yapılar, yasalarını oluştururken bir nevi kendilerini de koruma altına alırlar. Sorun tam da burada başlar; kul ile Allah arasına kimse giremez anlayışı, iyi niyetlerle başlanan yolculukta, bile-isteye göz ardı edilir ve kurumlar dinlerin kendisi haline gelir. Kurumsallaşmış-hiyerarşik bu yapılar eleştirel düşünceden uzak, algıyı aşan, esası öteleyen, dolayısıyla kişinin kendi oluşumunun önünde engel teşkil eden ve böylece derinleşme imkânı bulamamış bireylerden oluşan yığınlar yaratır. Nitekim büyük fotoğrafa bakıldığında, tüm dinlerin verdiği görüntü bundan ibarettir. Sorgulamamış, içselleştirmemiş, verileni olduğu gibi kabul etmiş, ‘sen anlamazsın tabi ol’ denildiğinde sesini çıkaramamış …

  • … kalabalıklardan, erdemin-iyiliğin-doğruluğun hâkim olduğu bir ahlak dindarlığı beklemek hayaldir.

Dini yapılar, gelişen dünyanın taleplerine kendilerini kapatarak, dinden ziyade yapıyı yani dönemsel anlayışı muhafaza etme eğilimindedir. Kanonik eserlerin büyük çoğunluğu, dönemlerinin sosyolojik gerçekleriyle örtüşen bir diskura sahiptir. Bireyin düşünceleri o günün toplumundan ve sisteminden bağımsız değildir. Söyleneni olduğu gibi kabul etmek dönemin tabiatındandır. Kral, sultan ya da padişah ne derse o doğrudur o yapılır, itiraz edilemez anlayışı, dini yapılar için de geçerlidir.

Oysa coğrafi gelişmeler, bilimsel, zihinsel ve teknolojik devrim günümüz insanını bambaşka bir evreye taşıdı. Artık birey ‘kendisi’ olmak istiyor. Toplumcu kültür ya da kurumsal din, gelenekçi tutumunu gözden geçirmediği sürece günümüz insanıyla barışık bir tutum oluşturma ihtimalini yitirdi. Yansımalarını tüm dünyada görüyoruz.

ZİHİNSEL DÖNÜŞÜMÜN İNANCA ETKİSİ

Kırılmanın ve değişimin baş döndürücü bir şekilde gerçekleştiği bu dönemde, boş bir direnç ve gülünç itirazlar yapma yerine, olgunun ve gelişmelerin farkına varmak ve temelde yatan sebepleri soruşturmak, meselenin muhataplarının birincil görevi. Ancak şu sorular mühim;

  • dünyadaki gelişmeleri algılayıp-yorumlayacak pozisyonda mıyız?
  • İnsanlığa söyleyecek sözümüz var mı?
  • Evrene-evrensele ne kadar talibiz?

Benzer sorular muhataplarını arıyor.
Dinlerin geleceği bu soruların cevaplarına bağlı.

Umursamaz bir iyimserlik içinde olanlara şunu da hatırlatalım:

  • Her şeyi olduğu gibi kabul edecek nesilleri beklemek artık rüyada olur.
  • Günümüz insanı daha doğrusu özgür birey, gerçekçilik istiyor.
  • Büyük annelerimizin büyük babalarımızın anlayışını değil, zihnini tatmin edecek cevaplar arıyor.

Nirengi noktası tam da burası.

  • Bir nesil sonra bu sorgulamalar daha da genişleyecek.
  • Örneğin yüz yıl önce, kadınların yarım şahitliği, mirastan yarım pay alması,
  • üç kez boş olsun ifadesiyle veya annesinin sırtına benzetmesiyle erkeğin karısını boşaması,
  • kadının hakim-yönetici olamaması

vb. hususlar sorgulanıyor muydu?
Hayır. Peki, neden? Çünkü kadın algısı, kadın imgesi değişti.

Fıkıh kitaplarında suyun temizliğinin şartlarını günümüz Müslümanı nasıl bugüne taşımıyor ve teknolojinin gereklerini kullanıyorsa; birey, inancı ile ilgili her hususta zamanın ruhuna uygun cevaplar arıyor.

Kurumsalı kutsayanların görmek istemedikleri nokta bu. Kaldı ki, itikadi konularda dahi algıdaki değişiklikler tefsir hocaları tarafından dile getiriliyor. İslam’ın erken dönemlerinde, üç yüz yıl boyunca süren “Allah gökyüzündedir” anlayışı (aksini söyleyenler öldürülüyordu) fukahanın söylemini değiştirmesiyle “Allah her yerdedir” hâkim anlayışına dönüştü.

Demek istediğim, zihinsel ve kültürel yansımalardan kaynaklı dini düşüncenin kendi içinde yaşadığı sorunlar bir vakıa. Ancak son yüzyılda insanlığın kat ettiği aşama, önceki asırlarla mukayese edilemeyecek kadar bireyi değiştirdi ve dönüştürdü. Bu değişim ve dönüşüm hayatın bütün yönlerini içine aldı ve almaya da devam edecek.

Bir nevi hayatın her alanı yeniden tasarlanıyor.

İtiraz edeceklere peşinen söyleyeyim, ben fotoğraf çekiyorum, çözümleme yapıyorum.

Deve kuşu misali başlar yere gömülerek sorunlar bertaraf edilemez. Yerim doldu; haftaya devam edelim.
=========================
Bizim kısa katkımız..

Sonuç :
İslam’da reform ka – çı – nıl -maz… hem de hızla.
– Tersi durumda İslam Ortaçağı uzadıkça Müslüman halklar ve ülkeleri giderek daha da sömürgeleşecekler ve İslam dini yeryüzünden daha köktenci biçimde tarihe karışacak..
İmam Gazali, Allah’ın İslamı’nı donduran mühür mü vurdu? Gordion’un / İmam Gazali’nin kördüğümünü kılıçlayacak aklı başında aydın – çağcıl Müslüman hiç yok mu??!
– DİB ve Türkiye’deki, tarikat – cemaatlar, İlahiyat fakülteleri… kaçınılmaz eytişimin (diyalektiğin) ayrımında mı?? Bu tarihsel körlük / inat daha ne denli sürdürülebilir??

Sevgi ve saygı ile. 15 Kasım 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net            profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik

İSLAM ORTAÇAĞI DAHA NE DENLİ SÜRECEK?

Dostlar,

Bu gece (07.10.22) Türkiye saati ile 21:00’de, Avusturya’dan yayın yapan DÜZGÜN TV‘de Sn. Kazım Balaban ile 65 dakika süren bir söyleşi yaptık. Konumuz,

  • İSLAM ORTAÇAĞI DAHA NE DENLİ SÜRECEK?? idi.

Görselde (posterde) de görüldüğü üzere eş zamanlı olarak facebook, twitter, instagram ve youtube’da yayınlandı.

Youtube erişkesi (linki) aşağıda.

İzlenmesini, paylaşılmasını ve gereklerinin yapılmasını dileriz.

https://youtu.be/SRJBUqQUHnw

Sevgi ve saygı ile. 07 Ekim 2022, Ankara
 
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

 

Bekir COŞKUN : KEÇİ

Keçi…

4

Bekir COŞKUN
SÖZCÜ, 14.09.2016

portresi_kollarini_kavusturmus

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Keçi dilinden yazdığım için…
Keçi anladı…

*

Aklım keçiden biraz daha fazla olduğu için, bu kesme kültürünün bu toprakları
kana boğduğunun farkındayım…
En ufak bir nefrette hemen aklına bıçak geliyor…
Pala…
Satır…
Çünkü çocukluğundan bu yana ona kesmenin “sevap” olduğunu öğrettiler…
*
Son yıllarda Diyanet “Çocuklar görmesin” diyor…
Çocuklardan gizli ibadet niçin olsun?…
*
Sonunda İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi, kurban kesimine karşı çıkan Leman Sam davasında karar verdi:

  • Kurban kesmek ibadet değildir, gelenektir
    Tarihin ilk dönemlerinden bu yana çeşitli toplumlarda kurban kesme geleneği vardır. Dolayısıyla kurban geleneğinin bir dini değer olarak görülmesi mümkün değildir.
    Bu nedenle Emine Leman Şenken’ın (Leman Sam) beraatına karar verilmiştir…”

*

  • Caddelerde eli satırlı insanlar hayvanları kovalıyorlar,
  • traktörlerin arkasına bağlanmış ayakları kırılmış buzağıları sürüklüyorlar,
  • sokaklar parçalanmış et kokuyor,
  • İstanbul Boğazı kırmızı kan akıyor…
    Ama gazeteler dincilerin korkusundan bunları sayfalarına koyamadılar…
    Gizlendiğini sanan keçi psikolojisidir…

*
Kesme kültürüdür bu… Keçi anladı da……..

==================================

Dostlar,

Türkiye özellikle son 14 yılda AKP – RTE eliyle bilinçli olarak adeta bir
“İslam Ortaçağı” na sürüklendi. Son durak burası da değil ne hazin ki..
Elbette Ulusumuz (Necip milletimiz!) -epey geç de olsa- nereye batırıldığını kavrayacak. Dileriz geç olmasın.. Bıkıp usanmadan anlatmak gerek insanlara..
Özellikle muhalefet partilerinin, kurumların, basının..
21. yüzyılın şafağında Türkiye’de bir İslam şeriat devleti kurma düşleri görenlerin kendisini darı ambarında gören aç tavuktan farkı yoktur..
Ne yazık ki kan dökülüyor.. ama şeriat özlemcileri döktükleri kanda boğulacak
ve din devleti tasarımı Türkiye’nin gündeminden sonsuza dek kalacaktır..

Aydınlık sanatçı Leman Sam hanımefendiyi verdiği aydınlanma kavgası için kutlarız.
Aklanma (!) kararını veren sayın yargıcı da.. Dileriz başına bir çorap örülmez..
Leman Sam hanımefendinin kızı Şevval hanımı da topluma karşı daha sorumlu bir çizgiye davet ederiz..

Sevgi ve saygı ile.
14 Eylül 2016, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Kimler, niçin, nasıl yaptılar?

Kimler, niçin, nasıl yaptılar?

portresi

Prof. Dr. Erol MANİSALI
Cumhuriyet, 23.08.2016

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türkiye’nin içine sürüklendiği kaos ortamını anlayabilmemiz için üç ‘soru’nun yanıtını iyi görebilmemiz gerekir:

1- Türkiye (ve bölge) için yapılmak istenenler nelerdir?
2- Yapmak isteyenler kimlerdir?
3- Amaçlarına ulaşmak için kullandıkları araçlar nelerdir?

Türkiye’de yapmak istedikleri :

1) Kürdistan’ın büyük bir ayağının Türkiye’nin güneydoğusunda oluşmasını istiyorlar. Irak tamamlandı. Suriye tamamlanmak üzere, Türkiye’nin eli kolu bağlandı; Güneydoğu’da terörist örgütler legalleştirilerek belirli bir noktaya getirildiler.
PKK ve YPG, ABD ve Avrupa’dan her türlü desteği aldı ve almakta. Siyasi, askeri ve mali öğeler dahil.

2) Lozan’ın çözülmesini istiyorlar. Zaten Kürdistan kurulursa, Lozan ortadan kalkmış olur.

3) Türkiye’nin, Doğu Akdeniz’de çok stratejik bir konumda bulunan Kıbrıs’tan (ve KKTC’den) tasfiyesini istiyorlar.


4) İyice küçülmüş ve ulusal askeri, siyasi ve iktisadi çıkarlarını koruyamayan,“Batı’ya bağımlı” bir Türkiye haline dönüştürülmesini istiyorlar. Körfez ülkelerinde olduğu gibi. Bu nedenle dinci örgütleri kullanıyorlar.

Yapmak isteyenler kimler?

Kürdistan projelerini daha önceki yazılarımda BOP’nin amiral gemisi olarak nitelemiştim. Siyasi, askeri, diplomatik ve mali olarak Kürdistan projesine 1984’ten beri destek verenlerin hepsi; ABD, AB büyükleri, İsrail belgelerle ve kendi uygulamaları ile kanıtlanmış isimler. En büyük yardımcıları “dinci örgütler”.


FETÖ de Kürdistan projesinin bir parçası haline sokuldu
. 1980’li yıllarda “devlet”in görememesi yüzünden bugüne kadar geldik ve 15 Temmuz’da, sanki gözümüz yeni açılabildi. Siyasal partiler, Ordu, Meclis herkes aptalı oynadı, günlük konjonktürün içinde bizi boğdular.

En kritik soru; kullandıkları araçlar neler?

Zurnanın zırt dediği yer burası: Türkiye’de Avrupa benzeri demokratik toplumsal örgütlenmeler yerine dinci örgütlenmeleri siyasetin, ekonominin, güvenliğin, adli sistemin odak yerine oturtursanız; Atatürk Türkiye’si ile dünyaya örnek olmuş ve uygarlık yolunda ilerleyen Cumhuriyeti bölüp parçalar ve Afganistan’a çevirebilirsiniz.

Cumhuriyet Türkiye’si, yüz yıllardır karanlık labirentlerden çıkamayan “İslam dünyasının” tek parlayan yıldızı olmuştur. Atatürk Türkiye’sine düşmanlıkları bundan.

  • Uygarlaşma ve çağdaşlaşma gidişini ancak dinci örgütlenmeleri, tarikatları, cemaatleri, mezhepçiliği sistemin odak noktasına oturtursanız engeller, Türkiye’yi parçalayabilirsiniz.

Batı’nın, Cumhuriyet ve Atatürk Türkiye’si yerine “dinci Türkiye’yi oturtması”gerekiyordu. Ve bunu, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat darbeleri ile “uyumlu İslama”getirip ülkemizi 15 Temmuz ortamına soktular.
Avrupa tarzı toplumsal örgütlenmeler yerine cemaat, tarikat, mezhepçi akımlar ülkeyi yönetmeye başlarsa, Türkiye üzerinde hesap yapanlar amaçlarına ulaşırlar.

  • AKP’nin, Erdoğan’ın, CHP’nin, MHP’nin büyük resmin bir parçası olarak asgari müştereklerde birleşmeleri artık kaçınılmazdır. Nedir bunlar:

– Dinci örgütlenmeler siyasetin dışına itilmelidir.
– Laiklik ve Avrupa uygarlığı esas alınmalı, laiklik korunmalıdır.
– Dış ilişkilerde ABD, AB ve Rusya ile karşılıklı ulusal çıkarlara dayalı, “dengeli” bir ilişki kurulmalıdır.
– Bütün bunlar TBMM’de “demokratik bir biçimde tartışılabilmeli” ve asgari müşterekler oluşturulmalıdır.

Bunu yapamayanlar FETÖ’ye ve arkasındaki odaklara en büyük hizmeti sağlamış olurlar, FETÖ’den farkları kalmaz. Emperyalizm ve “FETÖ’ler” kazanan taraf olurlar.
(http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/589038/Kimler__nicin__nasil_yaptilar_.html)

===================================

Evet dostlar,

Üstad Prof. Erol Manisalı ne denli özlü ve net yazmış! AKP – RTE bunları yapabilir mi, yapar mı dersiniz?? Bize göre çok zor.. Çünkü hala dinci dayatmalar ülkemizin her bir yanında kör kör gözüm parmağına sürüyor.. Taksim’e cami ve kışla, köprülere hep Osmalı – Sünni adlar, özellikle milyonlarca Alevi yurttaşı derinden inciten Yavuz Sultan Selim köprüsü.. Ve geri adım atmayış! FETÖ bağlantılı AKP kodamanlarına, damatlarına dokunamayış.. ama cadı avı devam!

Örn. Tekirdağ Barbaros’ta Burcu sitesi önündeki camide 5 vakit salt ezan değil, uzun uzun ezan öncesi birşeyler okunuyor.. Olağanüstü yüksek hoparlör çıktıları var.. Gece yarısı, sabaha karşı, gök gürlercesine ezan, sela okumaları oluyor.. 100 DbA’yı aşıyor dersek hiç abartı yok.. Belli bir nota da söz konusu değil.. Tutturan tutturduğu gibi okuyor, uzatıyor, detone oluyor.. Hoparlörlerin çıkış gücünü biraz düşürseler de çevrede çok rahat duyulur. Ezan dinlemiyor adeta muazzam bir gürültüyle terbiye ediliyor, azarlanıyor, eziyet görüyoruz. Modern çağda bu gürültü terörü niyedir?? Müslüman insan çevresini rahatsız ederek bunca abartılı, gösterişle mi ibadet eder?? Çevrede hastalar, çocuklar, bebekler, uyku bozukluğu olanlar.. neden dikkate alınmaz? Diyanet İşleri Başkanlığı neden güleryüzlü – çağın koşullarına uyum sağlayan bir İslam anlayışı sergilemez? Ceberrut ve dayatmacı – baskılayıcı tutumda neden ısrar edilir?? İslam Ortaçağı!?

Bu tablo iktidarda AKP – RTE’nin bulunmasından bağımsız değerlendirilebilir mi?? Tekilden kalkarak genele ya da tersi, tümden gelerek tekile… Bunca büyük – vahim stratejik hatalar yapan bir siyasal iktidardan yarattığı sorunları çözmesini beklemek ne denli bilimsel ve gerçekçidir? Siyasetbilimi bu soruya olumlu yanıt veremiyor ne yazık ki..

Bu durumda bir ULUSAL HÜKÜMET formülü akla geliyor.. AKP’nin buna da yanaşacağını hiç sanmıyoruz. Öte yandan ülkeyi yıkıma (felakete) götüren konularda inanılmaz bir sorumsuzluk ve akılsızlıkla, utanmazlıkla “kandırıldık” deniliyor.. Bırak git o zaman, istifa et!

Herkesin derhal aklını başına alması gerek.. Bu 5 taş oyunu değil! 80 milyonluk ülkenin yazgısı rastlantılara ve ehil olmayanlara, hele hele Cumhuriyeti din devletine dönüştürme hedefi olanlara emanet edilemez. Bu durumda AKP – RTE’nin TBMM’de öbür partilerle uzlaşma hatta ortak çalışma yükümü var. TBMM etkin olarak çalışmalı. Fakat bakıyoruz, ülke OHAL koşullarında olmasına karşın, TBMM İçtüzüğünde yeralan OHAL Kararnamelerinin 1 ay içinde görüşülme koşuluna karşın (md. 128), hiçbirini görüşmeden TBMM 1 Ekim’e dek tatilde! Akıl alacak şey değil!

CB Başkanlığında toplanan 27 kişilik Bakanlar Kurulu’nun, daha doğrusu TEK ADAM’ın 2 dudağı arasında çıkan her şey OHAL Kararnamesi oluyor.. Tam bir otoriter totalitarizm!

Anayasa açıkça çiğnenerek Ülkenin yapısı – işleyişi DNA’sına dek değiştirildi 5 OHAL Kararnamesi ile.. 110 vekil ya da anamuhalefet CHP Meclis grubu Anayasa Mahkemesine götürmedi bu OHAL Kararnamelerini!?

TSK, açıkça hınç alınırcasına yerle bir edildi. Bu vahşi coğrafyada güçlü Ordu olmadan ayakta kalınabilir mi??

Bu kritik yanlışlardan hemen dönülmeli! TBMM tatil yapmayıp etkili çalışmalı. AKP, muhalefetin verdiği 15 Temmuz darbe girişiminin TBMM tarafından kapsamlı incelenmesi önergesini neden reddettiğini kamuoyuna mutlaka açıklamalı.. Darbe girişiminin siyasal ayağını karanlıkta mı bırakmak istiyor AKP bu toptancı red kararı ile??

Böyle giderse Türkiye çok daha ciddi açmazlarla karşılaşacak..
Diyalektik çıkarım böyle ne yapalım ki..
3 gün önce Hayrabolu’daki genç, çok mütevazi esnafın sözleri kulaklarımızdan çıkmıyor :

  • Tayyip kendi çalıp kendi oynuyor...

    Sevgi ve saygı ile.
    24 Ağustos 2016, Tekirdağ

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Prof. Dr. Rennan Pekünlü’nün yargılanmasına devam

Prof. Dr. Rennan Pekünlü’nün yargılanmasına
yarın devam edilecek

Cezaevi’nde 4 ay 16 gün kalıp tahliye olduktan sonra dört türbanlı öğrencinin daha şikâyeti üzerine yeniden yargılanmaya başlayan Prof. Dr. Rennan Pekünlü’nün duruşmasına yarın devam edilecek. İlk yargılamanın adil yapılmadığı iddiasıyla AİHM’e başvuran ve başvurusu kabul edilen Pekünlü’nün yargılanması hakkında, “AİHM’deki davanın bekletici mesele olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğine” yarın karar verilecek.

Ahmet Çınar
17 Eylül 2015

Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü’nde görev yaparken türbanlı öğrencilere Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve AİHM kararlarını hatırlattığı için türbanlı bir öğrencinin şikâyeti üzerine “eğitim özgürlüğünü ihlal”gerekçesiyle yargılanan, 2 yıl 1 ay hapis cezası alan ve 4 ay 16 gün Foça Cezaevi’nde yatan Prof. Dr. Rennan Pekünlü, dört ayrı türbanlı öğrencinin daha şikâyeti üzerine benzer bir davadan yargılanmaya devam ediyor. Pekünlü’ye açılan ikinci davanın duruşması 30 Haziran 2015’te İzmir 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülmüştü. Ancak Pekünlü“ilk davada adilane yargılanmadığı”iddiasıyla AİHM’e başvurmuş, AİHM başvuruyu kabul etmişti. Pekünlü’nün yarınki duruşmasında, “AİHM’deki davanın bekletici mesele olarak değerlendirilip değerlendirilmeyeceğine” karar verilecek.

AV. ÜLKÜ: MAHMEKE“BEKLETİCİ MESELE”HAKKINDA KARAR VERECEK

Pekünlü’nün avukatı Murat Fatih Ülkü soL’a yaptığı açıklamada;

Geçen duruşmada biz 9. Asliye Mahkemesi’ne iki sebepten ‘bekletici mesele’ başvurusu yapmıştık. İlki AİHM’de süren ve müvekkilimin ceza alıp hapiste yattığı ilk davada yargılamanın adilane olmadığı iddiasıyla açtığımız davaydı. İkinci ise olayla ilgili Ege Üniversitesi’nde süren soruşturmanın halen devam ettiği gerekçesiyle ‘bekletici mesele’ başvurusu yaptık. Yarın İzmir 9. Asliye Ceza Mahkemesi, bu iki nedenin ya da iki nedenden birinin ‘bekletici mesele’ olup olmadığına karar verecek. Bekletici mesele olarak değerlendirip davayı bekletmeye de alabilir ya da karar  verebilir. Yarınki duruşmada göreceğiz.” dedi.

Prof. Dr. Rennan Pekünlü başvurusunu AİHM kabul etti

Rennan Hoca’nın davası 18 Eylül’e ertelendi

PROF. DR. RENNAN PEKÜNLÜ DAVASI NEDİR?

Türbanlı öğrencilerine AYM, Danıştay ve AİHM kararlarını hatırlatan Prof. Dr. Rennan Pekünlü’ye “öğrencileri sınıfa almadığı” iddiasıyla dava açılmış, İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 13 Eylül 2012’de verdiği karar sonucunda Pekünlü 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Türkiye’deki akademi ve bilim çevreleri cezanın haksız olduğunu iddia ederek infazın ertelenmesi ve yeniden yargılanması için imza toplamış fakat cezanın infazı durdurulmamıştı. Dava sürecinde üniversitedeki görevinden alınan ve emekliye ayrılan Pekünlü, Kasım 2014’te Foça Açık Cezaevi’ne girmişti. 4,5 ay sonra tahliye olan Pekünlü aleyhine başka dört türbanlı öğrenci aynı iddiasıyla yeni bir dava açılmıştı. Pekünlü şimdi de benzer iddialarla İzmir 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaktadır. Öte yandan Pekünlü, avukatı aracılığıyla ilk davadaki yargılamanın adilane olmadığı iddiasıyla AİHM’e başvurmuş, başvurusu kabul edilmişti.

=========================

Dostlar,

Türkiye’nin yüz kızartıcı durumlarından biri..
Bu sitede Pekünlü olayı ile ilgili 10’dan az olmayan yazı yazıldı.

Dreyfus davasını geçmiştir.
Yapılan zulümdür, kasıtlı bir gözdağıdır.
Türkiye’nin dincileri “surda gedik” açtırmamaktadır; taktik budur. Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere yüksek yargı kararları hatta içtihatları ayaklar altındadır.Bu mahkemeler kendi içtihatlarını çiğnemişlerdir.

AİHM yarın “hak ihlali” derse maddi – manevi tazminatı Devlet ödeyecek. Bu kararı veren yargıçların sorumluluğu olmayacak mı? Yargıçlık makamı tüm sorumluluklardan bağışık mıdır? Prof. Pekünlü dincilerin gazabına uğramış ve günah keçisi ilan edilerek linç edilmek istenmektedir.

Bu süreçte TÜMÖD Ege Üniversitesi temsilcisi Prof. Kayhan Kantarlı hoca, ileri yaşına karşın çok büyük çaba göstermiştir, kendisine şükran borçluyuz. Ege Üniversitesi rektörlüğünün dava sırasında mahkemeye gerekli belgeleri sunmaması hatta yanıltıcı belge yollaması ayrı bir utanç kaynağı. O makma açılan dava ise bitmeyip sürüyor.. Rennan hoca için ise “hüküm” hızla geliyor?!

AİHM’ni daha hızlı karar vermeye, Türk yargısını da insaf ve adalete çağırıyoruz.

Rennan hocaya dayanışma duygu ve düşüncelerimizi sunuyoruz. Türkiye elbette bu sözde İslam Ortaçağı‘nı da aşacaktır.. Batı’da olduğu gibi, birkaç yüzyıl gecikmeyle olsa da..

Paris Karnaval Müzesinde sergilenen insan derisi ile kaplı anayasaları anımsamadan edemiyoruz…

Vah insanlık vah… insanlık hala emeklemekte..
Aklını farkedip yaşamı sorgulamamakta..
İmmanuel Kant‘ın feryatları da kulaklarımıza yankılanıyor !

SAPERE AUDE, SAPERE AUDE..
(Aklını fark et, aklını kullan..)

Sevgi ve saygı ile.
17 Eylül 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com