Etiket arşivi: İnönü Vakfı Başkanı Özden Toker

Silah arkadaşlığıyla başlayan ve cumhuriyetin kuruluşuyla süren yol arkadaşlığı: Atatürk-İnönü Gerçeği

Alev Coşkun
Alev Coşkun
11 Aralık 2022, Cumhuriyet
Silah arkadaşlığıyla başlayan ve cumhuriyetin kuruluşuyla süren yol arkadaşlığı: 
Atatürk-İnönü Gerçeği

Atatürk’ü sonsuza uğurlayalı 84 yıl oldu. Her 10 Kasım’da olduğu gibi bu yıl da O’nu özlemle andık; Cumhuriyet ilkelerine ve toplumu dönüştürme yolunda yarattığı Aydınlanma Devrimlerine bağlı kalacağımızı içtenlikle yineledik. Bu yazımızda Atatürk’ün en yakın çalışma arkadaşı İnönü ile ilgili konular üzerinde duracağız. Kimi yanlışları belgelere dayanarak düzelteceğiz.

Atatürk 1881, İnönü 1884 doğumlu oldukları için Harp Okulu ve Harp Akademisi’ni birkaç yıl farkla aynı dönemlerde okudular. İmparatorluğun yıkılmakta olduğunu görüyorlardı. Her ikisi de Osmanlı’nın son döneminde değişik cephelerde Yemen, Libya, Çanakkale, Diyarbakır ve Suriye’de savaştılar. Çanakkale Savaşlarındaki başarılardan sonra Mustafa Kemal, 16. Kolordu Komutanlığı’na atandı ve Mart 1916’da orduya bağlı olarak Diyarbakır’da görevlendirildi. II. Ordu Komutanı Ahmet İzzet Paşa sağlık nedenleriyle İstanbul’a gidince, komutanlığa vekâlet etmek için 16. Kolordu Komutanı Mustafa Kemal görevlendirildi.

YILDIZIN PARLADIĞI AN

Palu ilçesinde bulunan II. Ordu Komutanlığı Karargâ’na giden Mustafa Kemal Paşa’yı, 25 Kasım 1916’da Ordu Kurmay Başkanı Albay İsmet Bey karşıladı. Bu ilk görev karşılaşması yıldızın parladığı andı. Askeri konumda ast-üst ilişkisi içinde başlayan bu ilk çalışma arkadaşlığı 1937 yılına dek 22 yıl sürdü. Mustafa Kemal’in Diyarbakır’daki bu görevi nedeniyle daha 1917 yılında Albay İsmet’e verdiği sicil, O’nu nasıl beğenip takdir ettiğinin somut belgesidir. İşte bu sicilden kimi pasajlar:

  • Ciddi, faal, düşüncesi gayet açık ve yüksek fikirli..İyi bir görüş yeteneğine ve olayları süratle algılama yeteneğine sahip… Askerliğe ilişkin değerlendirmeleri kapsamlı… Doğru ve duraksamadan karar verebilme ve hareket etme yeteneğine sahip… Mükemmel bir ahlaka sahiptir… Üstlerinin ve astlarının güvenini ve sevgisini kazanmıştır… Orduda ve memlekette üstleneceği önemli vatan görevlerinde kendisinden büyük hizmetler beklenir.”

Askerlik tarihinde bir komutanın, kendisine bağlı olarak görev yapan bir subaya bu derece övücü bir sicil verdiği pek nadirdir. Atatürk, kendisiyle birlikte çalışan hiçbir arkadaşına böylesine etkili bir sicil vermemiştir. Atatürk, İnönü’yü 1916 Kasım ayında Diyarbakır’da keşfetmişti. O tarihten sonra, 1916’dan 1918 yılı ekim ayındaki Osmanlı’nın son savaşı, Suriye Savaşı’na kadar emir komuta ast-üst düzeni içinde savaş cephesinde birlikte çalıştılar.

(Savaş bitmiş, Cumhuriyet kurulmuş… İki yol arkadaşının Anadolu gezisinden hemen önce çekilmiş bir kare.)

GENELKURMAY BAŞKANI ve CEPHE KOMUTANI

23 Nisan 1920’de Meclis açılınca, Albay İsmet Bey, Mustafa Kemal’in isteğiyle Genelkurmay başkanı oldu. Görevi Kuvayı Milliye’nin düzenli ordusunu kurmaktı. Ardından Batı Cephesi Komutanlığı’na getirildi. Milli Mücadele’de, Atatürk’ün en güvendiği Batı Cephesi komutanı olarak görev yaptı. II. İnönü Savaşı ile ilgili savaş telgrafları çok anlamlıdır. Cephe komutanı Albay İsmet Bey’in 1 Nisan 1921 gecesi Ankara’ya gönderdiği telgraf “Düşman, binlerce ölüsüyle doldurduğu savaş meydanını silahlarımıza terk etmiştir.” cümlesiyle bitiyordu. 1 Nisan 1921’de Mustafa Kemal, İsmet Paşa’ya aşağıdaki telgrafla karşılık verdi.

‘TERSİNE DÖNMÜŞ TALİH’

  • Bütün dünya tarihinde sizin İnönü Meydan Savaşlarında üstlendiğiniz görev kadar ağır bir görev üstlenmiş komutanlar pek azdırSiz orada yalnız düşmanı değil milletin makûs (tersine dönmüş) talihini de yendiniz… Adınızı tarihin şeref abidelerine yazan ve bütün millette size karşı sonsuz bir minnet ve şükran duygusu uyandıran büyük savaş ve zaferinizi tebrik ederken, üstünde durduğunuz tepenin size binlerce düşman ölüleriyle dolu bir şeref meydanı gösterdiği kadar, milletimiz ve kendiniz için yükseliş parıltılarıyla dolu bir geleceğin ufkuna da baktığını söylemek isterim.” 

Atatürk’ün bu telgrafı askerlik edebiyatının bir yapıtı olarak savaş tarihine geçmiştir. Atatürk’ün bu telgrafıİnönü’ye verdiği değeri ve O’nun geleceğinin ne derece parlak olduğunu göstermesi nedeniyle önemlidir.

LOZAN’DAKİ SIKINTI

Milli Mücadele’nin kazanılmasının ardından, Mudanya ve Lozan başarıları birbirini izledi, Lozan’da en son aşamada, çetin görüşmeler ve tartışmalar sonunda bir uzlaşmaya varılmıştı. Başdelege İsmet İnönü, durumu Ankara’ya bildirdi, barış antlaşmasını imzalamak için Ankara’dan yetki istedi. Üç gün geçtiği halde yetki bir türlü gelmiyordu. Başbakan Rauf Orbay işi yokuşa sürüyor, yetki kararını bir türlü göndermiyordu. Başbakandan beklediği yanıtı alamayan İnönü, 18 Temmuz 1923’te Mustafa Kemal’e başvurmak gereğini duydu. Telgraf şöyle bitiyordu:

“Eğer hükümet, kabul ettiğimiz noktalardan dönmemizde kesin olarak direniyorsa bizden imza yetkisini alın… Bu durum, bizim için yeryüzünde görülmemiş bir utanç olursa da yurdun yüksek çıkarları kişisel düşüncelerin üstündedir.” 

(İsmet İnönü ve Lozan Barış Konferansı, 1. Dönem çalışmalarına katılan TBMM temsilcileri.)

Konuyu yeniden inceleyen Mustafa Kemal, TBMM başkanı olarak Dışişleri bakanı ve Türk başdelegesi İnönü’ye hemen ertesi günü şu yanıtı verdi:

Hiç kimsede kararsızlık yoktur. Kazandığınız başarıyı en sıcak ve içten duygularımızla kutlamak için, antlaşmanın imzalandığını bildirmenizi bekliyoruz, kardeşim!”

Böylece Orbay-İnönü anlaşmazlığına ve Lozan’da varılan sonuçlar için de son noktayı koyan Mustafa Kemal, İsmet Paşa’ya olan güvenini de bir kez daha gösteriyordu. İnönü de Atatürk’e şu içtenlikli sözlerle teşekkür etmişti : ‘HIZIR GİBİ YETİŞİRSİN’

  • “Her dar zamanımda Hızır gibi yetişirsin. Dört beş gündür çektiğim azabı tasavvur et (düşün). Büyük işler yapmış ve yaptırmış adamsın. Sana merbutiyetim (bağlılığım) bir kat daha artmıştır. Gözlerinden öperim pek sevgili kardeşim, aziz Şefim!” 

Daha sonrasını biliyoruz Cumhuriyet ilan edilince 30 Ekim 1923’te, İnönü Cumhuriyet’in ilk başbakanı oldu. Fethi Okyar’ın 103 günlük başbakanlığı çıkarılınca 1923-1937 yılları arasında İnönü, tam 14 yıl 8 ay 13 gün başbakanlık yaptı. Cumhuriyet yasalarının kabul edilmesi, uygulanması, kurumların kurulması, birbirini izleyen Aydınlanma Devrimlerinin yürütülmesi görevlerini üstlendi. İnönü şöyle diyor:

  • Yakın anlaşma, yakın tanışma ve toplumla ilgili düşüncelerde aynı yönde hareket etme
    Bu hayat, Atat
    ürk’ün ölümüne kadar devam etti. Demek 1916’dan 1938’e kadar 22 sene
    ” 

İnönü şöyle devam ediyor:

  • Bu 22 yıl memleketin yeni kuruluşunun yeni devrinin büyük olayların bir oluşum dönemidir… Olayları olduğu gibi görenler var, gerçekte olduğunun tam tersi biçimde değerlendirenler var (Abdi İpekçi, İnönü Atatürk’ü Anlatıyor)

İnönü bu sözleriyle özellikle Atatürk Devrimlerinin uygulama yıllarını ve 1937’de başbakanlıktan ayrılışından sonraki günleri anlatmak istiyor.

AYRILMA

20 Eylül 1937 tarihinde, Atatürk-İnönü arasında var olan uzlaşmayla İnönü’nün bir buçuk ay izinli olması uygun bulunmuştu. Devlet yönetimindeki birlikteliğe son verilmiş olmasına karşın birbirini tamamlayan bu iki kişilik arasındaki arkadaşlık ve dostluk bitmemişti. İnönü, daha başbakanlıktan ayrıldığı günün ertesinde (21 Eylül 1937) Türk Tarih Kurumu Kurultayı’nı Dolmabahçe’de Atatürk’ün yanında izlemişti. 

Atatürk’ün kendisi hakkındaki düşüncesini öğrenebilmek için de toplantı sırasında İsmet İnönü bir kâğıdaAkşama benimle gelecek misin? Demek bana çok dargın değilsin?” diye yazıp O’na uzatmıştı. Atatürk de buna karşılık “Hayır, her şeyi unuttum; bildiğin gibi arkadaşım ve kardaşımsın” diye yazarak eski bağlılığın sürdüğünü belirtmişti.

İzinli olarak ayrılmasına karşın İnönü, Atatürk’le birlikte Ege Manevralarına katılmış, kuruluşuna kendisinin katkıda bulunduğu Nazilli Basma Fabrikası’nın açılış töreninde de (9 Ekim 1937) bulunmuştu. Ancak izin süresi dolmadan 25 Ekim 1937’de başbakanlıktan istifa etmişti. Atatürk, aynı gün (25 Ekim 1937) O’na verdiği yanıtta şöyle diyordu:

  • Şimdiye kadar olduğu gibi, bundan sonra da en büyük ve en önemli hizmetlere olan yüksek liyakatinizin (yeteneğinizin) takdirkârı olduğumu burada da tekrar etmekten haz duyarım.” 

Atatürk, başbakanlıktan ayrılan İnönü’nün makam aracını kullanmasını da istemişti. İnönü, başbakanlıktan ayrılmasından dört ay sonra, 19-20 Şubat 1938’de Atatürk’ün davetlisi olarak Dolmabahçe’de konuk edildi. Ayın 24’ünde Atatürk’le birlikte Ankara’ya döndüler. Atatürk artık hastalığının son dönemine girmişti ve Dolmabahçe’de tedavi görüyordu. Son günlerinde Atatürk ile İnönü arasında ilişkilerin kesildiği yazılıp çizilmiştir. Oysa, ölümünden yalnızca 3.5 ay önce Temmuz 1938’de Lozan’ı anımsayan Atatürk, 25 Temmuz 1938’de İnönü’ye “takdir ve tebriklerini” belirten bir telgrafı İnönü’ye gönderdi. Ertesi gün İnönü

  • “Büyük Atatürk, velinimetim (bana en büyük iyiliği yapan büyüğüm) Atatürk
    Derin tazimle (saygıyla) ve dayanılmaz bir 
    özleyişle ellerinizden öperim
    diyerek yanıt veriyordu. Birbirleriyle küs olan insanlar böyle mi yazışırlar

Bu dönemde Başbakan Celal Bayar, Salih Bozok, Dr. Tevfik Rüştü Aras ve Sabiha Gökçen, Atatürk’ten İnönü’ye muntazam haber getiriyorlardı. İnönü de düzenli olarak Atatürk’e mektup gönderiyordu. Örneğin Ağustos 1938, 5 Ekim ve 28 Ekim 1938 tarihlerinde İnönü’nün Atatürk’e yazdığı içtenlikli mektuplar, İnönü Vakfı Arşivi’nde korunmaktadır. Bu arada, İnönü’nün hasta olduğu haberini alan Atatürk, kendisine bakan yabancı doktorları Ankara’ya göndermek istemişti. Atatürk ile İnönü arasında ast-üst ilişkisini aşan ve çok yakın arkadaşlık ilişkisini ortaya koyan yeni belgeler ortaya çıkmıştır. Şimdi gelelim bu son belgelere.

HER AY MAAŞ VERİYOR 

İnönü’nün başbakanlığı döneminde 1925 yılından 10 Kasım 1938 tarihine kadar 13 yıl kesintisiz olarak Atatürk’ün İnönü’ye her ay kendi banka hesabından para verdiğinin belgeleri ortaya çıktı. Atatürk, 1925-1929 arasında İş Bankası’ndaki kendi hesabından her ay İnönü’ye o günün parasıyla 1000 TL gönderiyordu. Ocak 1929’dan Eylül 1937’ye kadar sekiz yıl bu ödeme 2000 TL olarak yapılmış, Eylül 1937’de İnönü’nün başbakanlıktan ayrılmasından sonra da Ekim 1937-Kasım 1938 arasında bu ödeme 3000 TL’ye çıkarmıştı. Bu ödemelerin belgelerine gelince...

BELGELER

(Atatürk’e ait İş Bankası hesap özeti.)

Prof. Dr. Uğur Kocabaşoğlu, birlikte çalıştığı altı araştırmacı arkadaşıyla, yayımladığı 732 sayfalık Türkiye İş Bankası Tarihi adlı önemli kitabında, Atatürk’ün ödemeleriyle ilgili yedi adet belgenin fotokopilerini vermiştir. Bu yazımızda bu belgelerin yalnızca iki tanesini kullanıyoruz. İnönü’nün başbakanlığa gelişinden, Ocak 1925’ten, Atatürk’ün vefat ettiği 10 Kasım 1938 tarihine dek Atatürk’ün kesintisiz olarak İş Bankası’ndaki kişisel hesabından her ay İnönü’ye para gönderdiği bu dekontlarla sabittir.  Yukarıda belirtildiği gibi İnönü’nün banka hesabına önce 1000 TL, 1929-1937 arasında her ay 2000 TL ödeme yapılıyordu.

Ekim 1937, İnönü’nün başbakanlıktan ayrıldığı tarihtir. Eğer bir dargınlık söz konusu ise bu aylık ödemenin o tarihte durdurulması gerekirdi. Ama bu tarihten sonra Atatürk’ün kişisel hesabından İnönü’ye ödemeler artırılarak sürdürülüyor. Ekim 1937’den Kasım 1938’e dek her ay İnönü’ye Atatürk’ün kendi hesabından gönderdiği para 3000 TL’ye çıkmıştır. Ayrıca 1924-1926 arasında, Atatürk’ün İş Bankası’ndaki hesabından İnönü’ye toplam 65 bin 150 lira gönderilmiştir. Bu ek paranın Pembe Köşk’ün genişletilmesinde ve onarımında kullanıldığı anlaşılıyor.

(Atatürk’e ait 4 No’lu hesap, İnönü’ye gönderilen aylıklar görülüyor.)

İnönü Vakfı Başkanı Özden Toker’in bir açıklamasına göre, “Atatürk aile ortamı özlemini Pembe Köşk’te gideriyordu. O’nun için bu para köşkün genişletilmesinde kullanılmıştır. Ayrıca köşkün genişletildiği ilk yıl bir yılbaşı gecesi kordiplomatiğe Atatürk, bu köşkte yemek ve balo vermiştir.” 

Atatürk bu ödemeleri“1 Aralık 1924 tarihli mektup emri ile” İş Bankası’ndaki 2 numaralı kişisel hesabından yaptırmıştır. Atatürk’ün İş Bankası’ndaki 2 No’lu, 4 No’lu, 4 No’lu mükerrer ve 5 No’lu hesaplarının olduğu bu kitaptaki belgelerden anlaşılıyor. Atatürk’ün Ocak 1925’ten başlayarak her ay kendi kişisel hesabından para vermesi, İnönü’nün başbakanlıktan ayrıldıktan sonra bu ödemeyi yükselterek ödemeye devam etmesi, vasiyetine İnönü’nün çocuklarının öğrenimi için ayrıca bir para koyması aralarındaki bağın ne denli güçlü olduğunu gösterir.

Kanımızca, Atatürk, İnönü’nün çok dürüst olduğunu iyi biliyordu. İnönü devlet malına, devlet hazinesine (beytülmal) el sürmez ve sürdürmezdi. O’nun daha güvenli çalışması için Atatürk böyle bir yola gitmiş olabilir. Unutmayalım, Atatürk ortaçağı yıkıp çağdaş bir toplum, çağdaş bir devlet yaratmak istiyordu. Bunu yaparken giriştiği Aydınlanma Devrimi atılımlarında en yakın çalışma arkadaşı Başbakan İnönü’ydü

Bu belgelerle, “Atatürk ve İnönü dargındı, Atatürk İnönü’ye dargın öldü” gibi sözler çökmüş, değerini yitirmiştir.

BİRİNCİ ve İKİNCİ ADAM

Ünlü romancı Kemal Tahir, 1992’de yazdığı “Anadolu Savaşı” adlı makalesinde ilginç bir değerlendirme yapmıştır. Şöyle ki:

  • “Anadolu savaşı ve sonrasında, Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Paşa’yı Birinci ve İkinci Adam diye değerlendirmek aptallık olur. Bunlar birbirleriyle kıyaslanmayacak, birbirlerine hiç benzemedikleri için işe yarayacakları yerlerin ayrı olması bakımından, birbirlerini -eseri- tamamlayan iki birinci insandır. Biri -Mustafa Kemal- karanlıkta çıkar yolu bulmanın, bu yolu dövüşerek açmanın ve kurtuluştan sonra rotayı tekrar ve kolayca karanlığa götürmesi mümkün bütün eski ve tehlikeli yol işaretlerini söküp yenileriyle değiştirmesini bilen; öteki de bu aydınlıkta, devleti bütün korkulu sarsıntılardan ihtiyatla atlatan adamdır. Bu açıdan Mustafa Kemal’e, bizim toplumumuzun özelliklerini taşıyan ‘ihtilâlci’, İsmet Paşa’ya da tarihteki en büyük devlet adamlarından biri demek doğru olur.”

Atatürk ile İsmet İnönü’nün kendi özel unsurları (ögeleri) içinde ölçüp biçmek, değerlendirmek, yargılamak gerekir. İnönü’yü en iyi değerlendiren kişi Atatürk’tür. Yoksa, Milli Mücadele’de O’nu Genelkurmay başkanı, ardından cephe komutanı yapar mıydı? En kritik bir dönemde 1924-1937 arası O’nu başbakanlıkta tutar mıydı? O’na ölünceye dek kendi hesabından düzenli para öder miydi? 

Tüm bu nedenlerle “Atatürk-İnönü son dönemde dargındılar” savı geçerliğini yitirmiştir.

KAYNAKLAR

  • Şerafettin Turan, İsmet İnönü, Kültür Bakanlığı, 2000.
  • Şerafettin Turan, Atatürk, Bilgi Yayınevi, 2017. 
  • Uğur Kocabaşoğlu, Türkiye İş Bankası Tarihi, İş Bankası Kültür Yay., 2011. 
  • Alev Coşkun, Asker İnönü, Kırmızı Kedi, 2019. 
  • Alev Coşkun, Diplomat İnönü: Lozan, Kırmızı Kedi, 2019.
  • Mümtaz Soysal, Anayasaya Giriş, İmge Yayınları, 2011.

Mudanya Mütarekesi’nin 100. Yılı

Dr. Onur ÖYMEN
Dışişleri Bakanlığı eski Müsteşarı

Çok değerli Mudanya Belediye Başkanı Sayın Hayri Türkyılmaz, çok değerli İnönü Vakfı Başkanı Sayın Özden Toker, Çok Değerli ADD Genel Başkanı Sayın Hüsnü Bozkurt, değerli siyaset arkadaşım Gürhan Akdoğan, çok değerli Mudanyalı dostlar.

Mudanya Mütarekesinin 100. yıldönümünde burada değerli arkadaşım Uğur Mumcu’nun adını taşıyan bu kültür merkezinde sizlerle bir araya gelmek, görüşlerimi sizlerle paylaşmak benim için büyük bir onurdur.

Mudanya Mütarekesine nasıl gelindi.?  Kurtuluş Savaşının büyük bir zaferle sonuçlandırılmasından ve İzmir’in düşman işgalinden kurtarılmasından sonra Yunanların Anadolu’yu terk etmekten başka bir çaresi kalmamıştı. Herkes bu gerçeği kabul etmişti. Bir kişi dışında : İngiltere Başbakanı Lloyd George.

Yunanlar Türklerle mütareke yapılmasını istediklerini İngilizlere bildirdiler. Ancak Başbakan Lloyd George bunu erken bulmuştu. 30 Ağustos Başkomutanlıık Meydan Muharebesinde Atatürk’ün önderliğinde Türk ordusunun büyük bir zafer kazanmasından sonra bile, Lloyd George Türk ordusu İzmir’e ulaşıncaya dek geçecek zaman içinde Yunanların toparlanıp yeni bir cephe kuracaklarını ve mütarekeyi mutlak bir yenilgiye uğramış değil, Türklere direnebilen bir ordu olarak talep edebileceklerini düşünüyordu. Ancak Türk ordusunun büyük bir hızla İzmir’e ulaşması bu hesapları alt üst etti.

Artık Anadolu kurtarılmıştı. Peki hala düşman işgali altındaki Trakya nasıl kurtarılacaktı? İzmir’de halk coşku içinde kurtuluş zaferini kutlarken Atatürk, İnönü ve arkadaşları harita başında bundan sonra atılacak adımı planlamaktaydılar. Edirne dahil Trakya’nın kurtarılması için de gerekirse savaşılacaktı. Ama askeri gücü bir caydırma unsuru olarak kullanıp bu hedefi diplomasi yoluyla gerçekleştirmek her bakımdan daha uygun olacaktı. Atatürk ve İsmet İnönü böyle düşünüyordu.

Atatürk ve arkadaşları bu hedefe ulaşmak için İzmir’in işgalinden sonra boşta kalan 1. Orduyu İzmit bölgesine, 2. Orduyu da Çanakkale bölgesine doğru yönlendirdiler. 2. Orduya verilen talimat şuydu: Çanakkale’de İngilizlere mümkün olduğu kadar yakın bölgeye gelinecek ancak Türk askeri ateş açan taraf olmayacaktı. Askerlerimiz bunu başarıyla gerçekleştirdi. Tek bir mermi atmadan İngiliz mevzilerine 20-30 metreye kadar yaklaştılar. Silahlarını sırtlarına asmaları ateş açmaya niyetli olmadıklarını gösteriyordu.

O günlerde Atatürk İzmir’de yabancı gazetecilere verdiği demeçlerde Türkiye’nin derhal görüşmelere başlamak istediğini, hedefimizin 8 gün içinde İstanbul’a ulaşmak ve daha sonra Doğu Trakya’yı ele geçirmek olduğunu söyledi. “Mücadelemiz Yunanistan’ladır. Barış planlarımız var ama savaş planlarımız da var” dedi.

İşgal kuvvetleri İstanbul’un çevresinde İzmit’in batısından Çanakkale’nin kuzeyine kadar bir tarafsız bölge ilan etmişlerdi. Bu bölgeyi İttifak devletleri koruyacaktı ve Padişah da bunu kabul etmişti. Yunanlar iki ay önce bu bölgeyi ele geçireceklerini söyleyince, Fransızlar ve İtalyanlar İngilizlere destek olmak için o bölgeye asker göndermişlerdi. Bunu Boğazların güvenliği için yaptıklarını söylüyorlardı. Ancak Ankara hükümeti böyle bir tarafsız bölge kurulmasını kabul etmiş değildi ve şimdi Çanakkale’de Türk askerleri bu tarafsız bölgenin sınırlarının içine girmiş bulunuyordu.

İngiltere Başbakanı ve o tarihlerde emperyalist ülkelerin lideri durumundaki Lloyd George, Türklerin hiçbir koşulda Avrupa topraklarına ayak basmalarına izin verilmeyeceğini, gerekirse bunun için savaşılacağını söylüyordu. Bölgedeki İngiliz komutanına Türkler askersiz bölgeye girdikleri takdirde ateş açılmasını ve savaşın başlatılmasını emretti. Türk askerleri İngiliz hatlarına kadar yanaşmıştı. İngiliz komutan, aldığı emre karşın ateş açtırmadı.

Fransızlarla İtalyanlar Türkiye ile yeni bir savaşa girmek istemiyorlardı. İngiltere’nin asker göndermelerini istediği dominyonlar, yani Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Afrika buna  istekli değildi. Türklerle savaşmanın bedelinin ağır olduğunu görmüşlerdi.

İngilizlerin İstanbul’daki komutanı General Harrington Fransız askeri temsilcisi Pellé’ye baskı yapmak istedi ama O, çoktan bir savaş gemisine atlayıp Atatürk’le görüşmek üzere İzmir’e gitmişti. Türk Hükümetiyle 1921 yılında Ankara Antlaşmasını imzalayan Fransız diplomat Franklin Bouillon da İzmir’e gitti.  O da Atatürk’ü Türk askerinin tarafsız bölgeye girmemesi için ikna etmeye çalışacak, buna karşılık düzenlenecek konferansta Türkiye’ye destek vereceklerini söyleyecekti.

Atatürk bu önerilere şu yanıtı verdi:

  • Mütareke, askeri harekatı durdurmak anlamına gelir, oysa Türk tarafı mütareke yapılmasının Trakya’nın boşaltılmasına bağlı olduğunu defalarca vurgulamıştır. Ayrıca o ortamda ateş kesilirse Trakya’da Yunan birlikleri yeniden toparlanıp savunma tertipleri almaya çalışacaklardır. Zafer kazanmış bir komutanın görevi, düşmanı kovalayarak böyle bir durumun ortaya çıkmasına fırsat vermemektir.”   

Yeni bir savaş ihtimali dünyada, hatta İngiliz kamuoyunda kaygı uyandırıyordu. Daily Mail gazetesi büyük harflerle “Yeni Bir Savaşı Durdurun” diye manşet attı. İngiliz kamuoyunun da hükümetin tutumuna desteği kalmamıştı. Pointcaré’nin Başbakanlığındaki yeni Fransız Hükümeti, Fransız askerlerinin Çanakkale’den ve İzmit’ten çekilmesi için İstanbul’daki temsilcisine talimat gönderdi. İtalyanlar bu koşullarda tarafsız kalacaklarını Mustafa Kemal’e bildirdiler. Artık Çanakkale’de İtilaf devletleri safında yalnızca bir bayrak kalmıştı: İngiliz bayrağı. O sırada İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon Fransız Başbakanı Poincaré’yi ikna etmek amacıyla Paris’e gitti. Paris görüşmeleri çok sert geçti. Fransızların tutumlarından geri adım atmaya ve yeni bir savaş başlatmaya niyetleri yoktu.  

Londra’da Başbakan Lloyd George savaş yanlısı tutumunda ısrar ediyordu. Ama bunun çıkar yol olmadığını düşünenlerin sayısı giderek artıyordu. Dışişleri Bakanı Lord Curzon da artık savaş fikrini desteklemiyordu.

Atatürk Doğu Trakya’nın Türklere teslimi koşulu ile ateşkes müzakerelerini kabul edebileceğini söyledi. Ancak  İstanbul’un işgal kuvvetleri tarafından en kısa zamanda boşaltılması Ankara hükümetinin temel koşullarından biriydi.

İtilaf devletleri 23 Eylül 1922’de Ankara hükümetine bir nota göndererek barış konferansı toplanıncaya dek bir ateşkes antlaşması yapılması için başvuruda bulundular. Notada İtilaf devletlerinin tarafsız bölge olarak tanımladıkları alana Türk tarafının asker göndermemesi koşuluyla Türkiye’nin Meriç’e ve Edirne’ye kadar Trakya’yı işgal etmek hakkındaki arzusunu olumlu biçimde değerlendirdikleri, bu konuda Türk tarafıyla müzakereye hazır oldukları bildirilmekte ve Barış Konferansının yürürlüğe girmesiyle birlikte İtilaf devletlerinin İstanbul’daki kuvvetlerini geri çekecekleri ifade edilmekteydi. Bunun için İzmit veya Mudanya’da derhal ateşkes müzakerelerine başlanması önerilmekteydi. Bu nota Türkiye’nin başlıca beklentilerinin kabul edildiği ve barışın kapısının açıldığı anlamına gelmekteydi.

Aslında ateşkes isteminin Anadolu’da Türklerle savaşan Yunanlardan gelmesi gerekirdi. Nota’nın İngiltere, Fransa ve İtalya tarafından gönderilmesi Türkiye’nin gerçek muhatabının kim olduğunu gösteriyordu.

İtilaf devletlerinin Notasına Türk tarafınca verilen yanıtta Doğu Trakya’nın Edirne de dahil olmak üzere Meriç’in batısına kadar Yunanlar tarafından derhal tahliyesi kaydıyla mütareke görüşmelerinin 3 Ekim 1922 tarihinde başlaması önerilmekte ve bu müzakerelerde Türkiye’yi Batı Cephesi komutanı İsmet Paşa’nın temsil edeceği bildirilmekteydi.

Sonunda İngilizler geri adım atmıştı. Örneğin Churchill şöyle diyordu:

  • Türklerin yeniden Avrupa’ya girmeleri İtilaf devletleri için en kötü aşağılanmadır.
  • İtilaf devletlerinin zaferi hiçbir yerde Türkiye’deki kadar tam olmamıştı. Şimdi galibin gücü hiçbir yerde Türkiye’deki kadar gösterişli bir şekilde aşağılanmamıştır.
  • Ve sonunda başarılı bir savaşın bütün meyveleri, uğrunda binlerce askerin hayatını verdiği Gelibolu, Filistin, Mezopotamya başarıları, bunların hepsi bir utanç içinde sona ermiştir”  

Ateşkes müzakereleri 3 Ekim’de Mudanya’da başladı. Ateşkes Müzakereleri doğal olarak savaşan taraflar arasında yapılırdı. Bu kez öyle olmadı. Türklerle savaşan Yunanistan’ın temsilcisi Mudanya’daki görüşme masasında yoktu. Yunan General Mazarakis ve Albay Sariyanis, açıkta bulunan bir Yunan gemisinde, görüşmeleri uzaktan izleyeceklerdi!

Türkiye’nin karşısında İngiltere, Fransa ve İtalya’nın temsilcileri yer alacaktı. Peki Konferansın başkanlığını kim yapacaktı? Bu konuda önceden bir görüşbirliğine varılmamıştı. İsmet Paşa görüşmeler başlarken fiili durum yarattı. Başkanlık koltuğuna oturdu, İngiliz Generali Harrington’u sağına, Fransız Temsilcisi General Charpy’yi soluna, İtalya Generali Mombelli’yi karşısına oturttu. Bu düzenlemeye kimse itiraz etmedi. Mudanya’da bulunan Franklin Bouillon da görüşmeleri gözlemci olarak bir köşeden izleyecekti.

Sonradan anlaşıldığına göre Başbakan Lloyd George sonuna dek Yunanistan’ın beklentilerinin gerçekleşmesi için çaba göstermiş ve Türk askerleri Çanakkale’deki İngiliz hatlarına doğru yürüyüşe geçtiği sırada Türk tarafına bir ültimatom verilmesi ve Türk askerleri durmadığı takdirde üzerlerine ateş açılması için General Harrington’a emir vermişti. General Harrington bu emrin uygulanmasını kendi inisiyatifi ile 24 saat geciktirmiş, böylece bir savaşın başlamasına fırsat vermemişti.

Müzakereler esas olarak İsmet Paşa ile General Harrington arasında yürütüldü. Fransızlar ve İtalyanlar görünürde Harrington’u desteklediler ancak çeşitli vesilelerle Türk tarafının görüşlerine yakınlık gösterdiklerini hissettirdiler. Atatürk İsmet Paşa’ya gerekli talimatı vermişti ve müzakereleri günü gününe takip etmekteydi. Atatürk’ün talimatının özü şöyleydi:

  • Kırkağaç bir Türk mahallesidir. Yunan kuvvetleri tümüyle Edirne’nin batısına çekilmeli ve orada TBMM Hükümeti oluşturulmalıdır.
  • Trakya’nın boşaltılması ve Türklere teslimi derhal başlamalı, aralıksız sürdürülmeli ve en geç 30 gün içinde tamamlanmalıdır. İtilaf devletlerinin temsilcileri tarafımızdan teslim alınan her noktadan derhal çekilecek ve 30 günün sonunda Trakya’nın hiçbir yerinde kalmayacaktır. Yunan ordusunun Anadolu’dan alıp götürdüğü sivil ahali derhal geri verilecektir.
  • Azınlıklar konusu Mudanya Konferansının konusunun dışındadır.
  • Doğu Trakya’nın boşaltılmasından sonra bu bölgede İtilaf devletlerinin herhangi bir denetimi söz konusu olamaz. Ancak Batı Trakya’nın bir bölümünün Fransızlar tarafından işgali güven verici olur.
  • İlkelerde görüş ayrılığı olup da görüşmelerin sürdürülmesi durumunda Boğazlarda tahkimat ve askeri önlemlerin alınmasından kaçınılmasını isteriz.
  • Ateşkes antlaşmasından sonra bile, İstanbul ve Çanakkale’de İngilizlerin bulunması kabul edilemez.

    6 Ekim tarihli toplantıda Harrington Hükümetinden talimat alamadığını bildirdi. Buna karşılık İtalyan temsilcisi Mombelli Hükümetinin Türkiye’nin görüşlerini kabul ettiğini açıkladı.
    General Harrington’un Türk teklifleri karşısında direnmesi Ankara’da tepkilere neden oluyordu. 6 Ekim 1922’de İsmet Paşa, Atatürk’ten iki talimat aldı. Bunlardan birincisinde Yunan askerlerinin çekileceği Trakya’nın bize teslim edilmesinin şart olduğu, buna karşılık barış yapılıncaya kadar Trakya’ya asayiş ve inzibat kuvvetlerinden başka birlik geçirmeyeceğimizi bildirilmekte ve “Bugün 14.30’da toplanacak konferansta belirtilen esaslar taraflarca ilke olarak kabul edilmediği takdirde daha sonra sürdürülecek görüşmeler sırasında askeri harekatımızın durdurulması telafi edilemeyecek sakıncalar doğuracağından, harekatın durdurulmasına ilişkin yetkiniz 6 Ekim saat 18.00’den itibaren kaldırılmıştır.” denilmekteydi

    İkinci talimatta ise “Trakya’nın İzmir’de belirlediğimiz esaslar çerçevesinde TBMM Hükümetine geri verilmesi kabul edilmediği takdirde, 6/7 Temmuzda derhal İstanbul üzerine harekete geçiniz” ifadeleri yer almaktaydı. Bu talimatta ayrıca, “Müzakereler olumsuz sonuçlandığı takdirde Trakya’daki düşmanı takip için İstanbul ve Çanakkale üzerinden harekete geçecek kıtalarımızla İngiliz kıtaları arasında herhangi bir yanlış anlamaya meydan bırakmamak için gerekli önlemlerin alınmasını istediğimiz bildirilmelidir.” denilmekteydi.
    ,
    General Harrington, Dışişleri Bakanı Lord Curzon Paris’e gittiği için Hükümetiyle iletişim kuramadığını bildirerek toplantının ertesi güne bırakılmasını istedi. 9 Ekim’e kadar toplantı olmadı. Atatürk antlaşmanın gecikmeden imzalanmasını istiyordu. O gün Harrington Mudanya’ya geldi. Hükümetinden talimat aldığını bildirerek şunları söyledi: “İtilaf devletleri Hükümetleri Doğu Trakya’yı size bırakıyorlar. Meriç’in batısındaki Karaağaç da size verilecektir. Askerlerimiz barıştan sonra İstanbul’u terk edeceklerdir. 45 gün içinde yönetiminiz Trakya’ya yerleşmiş olacaktır. Trakya’da bulunduracağınız Jandarmanın sayısını birlikte saptayacağız. 

İsmet Paşa İngiliz generalinin verdiği antlaşma metnini dikkatle inceledi. Sözlü olarak söylenen bazı hususların yazılı metinde yer almadığını, örneğin Karaağaç’ın Türklere verileceğinin yazılmadığını gördü. Trakya’nın bize teslimi için belirttiğimiz süre 30 günden 45 güne çıkartılmıştı. Maddeler üzerinde uzun görüşmelerde bulunuldu.. Metinde kimi düzeltmeler yapıldı. Tahliye için önerdikleri 45 günlük süre indirildi. Bütün Trakya 30 gün içinde Türklere teslim edilecekti. Trakya’ya 8.000 Jandarma geçirmemiz kabul edildi. İstanbul ve Çanakkale bölgelerindeki askerlerimiz bulundukları yerde kalacaklardı.

Mütareke 11 Ekim 1922 sabahı imzalandı. Yunanlar bu metni imzalamaya yetkili olmadıklarını belirtmişlerdi. General Harrington İsmet Paşa’ya bunda bir sakınca olmadığını, Yunanlar imzalamasa bile antlaşmanın yürürlüğe gireceğini söyledi. Bu ifadeler Yunanistan’ın Anadolu’da yürüttüğü savaşta esas söz sahibinin İngiltere olduğunu göstermekteydi.

Ateşkes antlaşması Türkiye’nin istemleri doğrultusunda tek bir mermi bile atılmadan kabul edilmişti. Trakya’nın Yunanlar tarafından boşaltılması gibi konular Mudanya’da kararlaştırılmadığı takdirde, esas Barış Konferansında bu gibi sorunlar gündemin önemli bir bölümünü kapsayacak ve dikkatler bizim esas olarak görüşülüp karara bağlanmasını istediğimiz konular yerine Mudanya’da ihtilaflı kalan sorunlara çekilecekti. Böylece bu sakınca ortadan kaldırılmış oldu.

Mudanya Mütarekesi bütün bu nedenlerle Türkiye açısından büyük bir diplomatik başarı oldu ve Barış Konferansının yolunu açtı. Artık Boğazlarda kalacak olan yalnızca İngiltere’ydi. Zira İtalyanlar daha önce Anadolu’nun tamamından çekilmişler, Fransızlar da Mudanya Antlaşmasından önce Çanakkale’yi terk etmişlerdi. Atatürk’ün önderliğinde Türkiye’nin verdiği mücadele yalnız Yunanistan’ı Türk topraklarından atmakla kalmamış, İngiltere’deki devlet yönetiminde kalıcı sonuçlar verecek bir depreme yol açmıştı.

Lloyd George Başbakanlıktan istifa etmek zorunda kaldı. 

İngiltere hükümetinde yer alan Muhafazakar Parti, 19 Ekim 1922’de Carlton Club bildirgesiyle  hükümetten ayrıldı. İngiliz hükümeti düştü. Austen Chamberlain Parti Başkanlığından çekildi. Lloyd George da, Liberal Parti de bir daha iktidara gelemedi. Muhafazakar Parti’den Bonar Law Başbakan olarak hükümeti kurmakla görevlendirildi. Law, The Times gazetesine gönderdiği bir mektupta, “İngiltere İtilaf devletlerinin yardımı olmadan salt kendi ulusal çıkarlarını koruyabilir… Tek başımıza dünyanın jandarması rolünü oynayamayız dedi. Bu İngiltere’nin tarihinde dönüm noktası olacak yeni bir yaklaşımı yansıtıyordu. Artık İngiltere, uluslararası ilişkilerde tek başına ağırlık sahibi olamayacaktı.

Lloyd George’un Türk Kurtuluş Savaşından sonra yaptığı bir konuşmada Atatürk ile ilgili olarak şu sözleri söylediği yabancı kaynaklarda yer almaktadır:

  • “İnsanlık tarihi birkaç yüzyılda bir dahi yetiştirebiliyor.
  • Şu talihsizliğimize bakın ki, böyle bir dahi Küçük Asya’da karşımıza çıktı.
  • Hem de bize karşı! Elden ne gelebilirdi ki?[1]

Mudanya Mütarekesinden sonra Atatürk yakın arkadaşlarıyla beraber Bursa’ya geldi. Orada General Refet Bele’yi Ankara Hükümeti’nin İstanbul Temsilciliğine ve Trakya’daki Türk birliklerinin komutanlığına atadı. İsmet Paşa’yı da Lozan Konferansında Türk Heyeti Başkanlığına atama kararını orada kesinleştirdi. Bunun için İsmet Paşa’nın Dışişleri Bakanlığına atanması gerekiyordu. Atatürk o görevde bulunan Yusuf Kemal Tengirşek’e, bu görevi İsmet Paşa’ya devretmesini rica etti. İtilaf devletleri 13 Kasım’da Lozan’da başlayacak Barış Konferansı için davette bulundular.

Lozan müzakerelerinde İsmet Paşa her vesileyle Mudanya’da sağladığımız sonuçları dile getiriyor, buna karşılık Konferansa başkanlık eden İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon ise “Siz Mudanya’dan geldiniz ama biz Mondros’tan geldik. Siz Yunanları yendiniz ama İtilaf Devletlerini yenemediniz..” diyordu. Oysa Atatürk, Kurtuluş Savaşının İngiltere’nin liderliğindeki emperyalist ülkelere karşı yapıldığını ancak Yunanistan’la savaşıldığının söylendiğini” vurgulamıştır. Gerçekten Mudanya’da Yunan delegesinin masaya bile oturamaması, gerçek durumu ortaya koymuştu. Türkiye’nin masadaki muhatabı İtilaf devletleriydi ve Kurtuluş Savaşı gerçekte o devletlere karşı yapılmış, Yunan kuvvetleri 1919 Paris zirve toplantısında İtilaf devletlerince Türkiye’ye saldırmaya yönlendirilmişti ve Lozan’da Venizelos da bu gerçeği İsmet Paşa’ya açıkça söylemişti.

İşin esası Mudanya Mütarekesi bir ateşkes antlaşmasının boyutunu çok aşan ve Lozan Barış Antlaşmasının zeminini hazırlayan bir antlaşmaydı ve Atatürk’ün liderliğindeki Türkiye, Mudanya ve Lozan’da peş peşe iki siyasal zafer kazanmıştı. Bu diplomasi zaferlerinde İsmet Paşa’nın rolü büyüktü.

Bütün bunlar, Mudanya Belediyesi’nin Mudanya Barış Yolu Ödülü koymasının ve bu yıl bu ödülün Mudanya Mütarekesinin 100. yılı vesilesiyle Atatürk’ün en yakın arkadaşı İsmet İnönü’ nün kızı ve İnönü Vakfının kurucu başkanı çok değerli Özden Toker’e verilmesinin ne denli doğru olduğunu gösteriyor. Hem Mudanya Belediyesini hem de değerli dostumuz Özden İnönü’yü bu vesileyle içtenlikle kutluyorum.

Panel : İSMET İNÖNÜ ve BİLİM


Dostlar,

Aramızdan ayrılışının 40. yılında, Türkiye Cumhuriyeti’nin 2. Adamı
saygın insan,

2. Cumhurbaşkanımız İsmet İNÖNÜ’yü anma

bağlamında anlamlı bir panel..

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Üniversiteliler Derneğinden..
AFİS

Sevgi ve saygı ile.
25.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

İNÖNÜ Vakfı’ndan Lozan Antlaşması 90. Yıl Kutlama Etkinliği

İNÖNÜ Vakfı’ndan Lozan Antlaşması 90. Yıl Kutlama Etkinliği 

Lozan Barış Antlaşması’nın 90. Yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde
İnönü  Vakfı ve Şişli Belediyesi’nce 22 Temmuz 2013 Pazartesi günü saat 21.00’de Cevahir AVM önünde “Lozan 90. Yılında Barış Şarkılarıyla Anılıyor”,
Edip Akbayram konseri yapılacaktır.

24 Temmuz 2013 Çarşamba günü ise İnönü Vakfı, Adalar Belediyesi,  Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) ve Adalar Vakfı’nca  saat: 18.30’da Heybeliada İnönü Evi’nde  “Lozan Barış Konferansı ve Antlaşması’nın 90. Yıldönümü” konulu panel  düzenlenecektir. Her iki etkinliğin afişleri ekte bilgilerinize sunulmuştur.

İnönü Vakfı Başkanı Özden Toker de bu etkinliklerde bulunacaktır.                                                                                                                                                                Saygılarımızla,                                                          

İnönü Vakfı                                                                                          

PROGRAM:

22 Temmuz  2013 Pazartesi

“Lozan, 90. Yılında Barış Şarkilarıyla Anılıyor,

Edip Akbayram Konseri”

Saat: 21.000

Yer Cevahir AVM Önü

24 Temmuz 2013 Çarşamba

“Lozan Barış Konferansı ve Antlaşması’nın 90. Yıldönümü”

18.30 Açılış, Saygı Duruşu ve İstiklal Marşı

18.45 Açılış Konuşmaları

Halim Bulutoğlu-Adalar Vakfı Başkanı

Prof.Dr.Aysel Çelikel-ÇYDD Başkanı

Özden Toker-İnönü Vakfı Başkanı

19.00 Müzik Dinletisi

19.30 Panel “90. Yılında Lozan”

Gülsün Bilgehan-CHP Ankara Milletvekili

Mustafa  Özmen – ÇYDD Yönetim Kurulu Üyesi

Hava Alparslan –  ÇYDD Gençlik Birimi, Öğrenci

20.15 Kapanış

20.30 İkram