Etiket arşivi: İmamın ordusu

Türker Ertürk : 15 Temmuz afişleri

15 Temmuz afişleri

 

Türker Ertürk
E. Tuğamiral

15 Temmuz afişleri, darbenin arkasındaki Gülen’i ve cemaati saklamakta
ve TSK’yı imha etmeye çalışmaktadır. Bu, iktidar eliyle yapılmaktadır. 
* Bu afişler, Cumhuriyet ve TSK düşmanlığının tezahürüdür.
* Darbeyi “İmamın Ordusu” yapmış,
“Mustafa Kemal Atatürk’ün Ordusu” engellemiştir.
Gerisi, kuyruklu yalandır!

============================
Dostlar,

15/16 Temmuz 2016 gecesi Erdoğan’ın sokağa çağırması ile kendisini feda eden 250 insanımız ve yaralanan iki bini aşan yurttaşımız için biz de kuşkusuz çok üzgünüz..
Yakınlarının derin acısını paylaşıyoruz.

Ancak gerçekler çok acıtıcı oluyor genellikle.
Bu darbe girişiminin gerçek niteliğini henüz ne yazık ki tam olarak bilmiyoruz.
Ama bildiğimiz çok net 3 gerçek var :

1. Darbe girişimi AKP iktidarınca önceden haber alınmıştır.
2. Bu darbe girişimi önlenmeyerek karşı tedbir alınmış ve bir süre sahnelenmesine
göz yumulmuştur.

3. Bizzat AKP = RTE tarafından
Bu darbe girişimi bize Allahın lütfudur” diyerek sonuçları acımasızca kullanılmaktadır.

Dolayısıyla, bunca iyi niyetli şehit ve gazinin sorumluları bu günlerde kimseciklere bırakmadan ön alarak, adeta günah çıkarırcasına abartılı – vıcık vıcık halk yağdanlığı ile, din istismarı ile, toplumsal algı operasyonu ile kapsamlı “anma törenleri” (!) yapmaktadırlar!?

Gören gözlere, gerçeği kavrayan akıl ve vicdanlara, tairhin belgelerine öyle ağır geliyor ki!
Tesellimiz ilahi adalete kalıyor.. Er ya da geç.. Mazlumun alınan ahı çıkacak elbet..

Bu vesile ile hazırlanan TSK’yı iyice onursazlıştırma amaçlı posterleri şiddetle kınıyoruz.
Yazıklar olsun.. Rastlantı ya da gözden kaçma olamayacağına göre bu davranışa ad koymak bizi çok ama çoook utandırıyor yapanlar adına. Eğer kasıt yoksa hala düzeltebilirler..

Özür dileyip geri çekebilirler o haksız –  adaletsiz – vicdansız posterleri..  Haydi görelim..

Bu arada TSK komuta kademesi ne düşünüyor, ne yapıyor bu onur kırıcı saldırı için??

Sevgi ve saygı ile. 13 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

‘Vicdanınız kaldıysa’ okuyun!..

Dostlar,

Bir kitap tanıtımı sunalım..
Hızla edinip okunmalı.
Bayramda da açok kitapçılar elbette var..

Ahmet Şık’ın “PUSU” sunu tanıtan Aykut Küçükkaya’nın vurguladığı koşulla :

‘Vicdanınız kaldıysa’

Sevgi ve saygı ile.
26.10.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

 ===================================================

‘Vicdanınız kaldıysa’ okuyun!..

‘Pusu’yu okurken bazen isyan ediyor, zamanzaman da öfkeleniyorsunuz’ Silivri’de yaşananları, Odatv davasındaki yaşananlar silsilesini okudukça irkiliyorsunuz.
aykutkucukkaya@gmail.com

AKP iktidarıyla birlikte derin devleti ele geçirme savaşında muhalif avına dönüşen Ergenekon süreci güzelim medyamızın tüm maskesini indirecekti. Türkiye’de bir anda özel yetkili mahkemelerle birlikte özel yetkili gazeteciler türeyecekti. Bu süreç adım adım iktidar partisi AKP ve cemaatin yeni medyasını yeni baştan dizayn edecekti. İşte bizim de yeni baştan dizayn edilen malum medyamıza ve iktidar nezdinde çok değerli bazı basın mensuplarına küçük bir tavsiyemiz olacak. Ahmet Şık’ın son kitabı Pusu‘yu okuyun, tabii, vicdan denilen şeyden hâlâ zerrecikler taşıyorsanız!..

‘1 yıl 11 gün 15 saat” Bu hesap meslektaşımız Ahmet Şık’ın eşinden, kızından, ailesinden, sevdiklerinden, mesleğinden kısacası özgürlüğünden çalınan takvim yaprağının toplamı. Şık, ‘kendilerine dindar Müslüman diyenlerin komplosuyla hayatının bir yılının çalındığı’ Silivri Cezaevi’nden çıkarken tarihler 12 Mart 2012’yi, saatler 21.00’i gösteriyordu. Devletin yeni sahiplerinin kaleme alındığı Pusu da o tarihten önce çoktan cezaevinde yazılmaya başlanmıştı’

Esaret bittikten sonra da Şık’ın keskin kalemi kitabını yazmaya devam etti.
Ve ortaya Pusu / Devletin Yeni Sahipleri çıktı.

Cezaevi çıkışında ilkeli duruşundan geri adım atmayan Şık kitabında da geri adım atmayacak, birileri gibi köşesine çekilmeyecekti. Öyle ki Başbakan Erdoğan’ın basılmamış kitabını bombaya benzettiği A. Şık ‘Pusu’da kendisinin hedef alınmasına yol açan belgeyi korkmadan yayımlamayı tercih edecekti. Aslında bu onun gazeteciliğinin tercihiydi. ‘İmamın Ordusu‘nu yazarken cemaatin polisteki fişleme kayıtlarının peşinde olan Şık, kendisini Silivri zindanında bulacak; cezaevinden çıktıktan sonra bu belgelere ulaşacak ve bu belgeleri Pusu’da sayfalarca yayımlayacaktı. Kısacası hiç kimse onu bu belgeleri bulup yayımlamaktan vazgeçiremeyecekti!..

Fişleme belgelerini gören var mı?

Sahi!.. Şık’ın bu belgeleri yayımlamasından sonra bu ülkede taşların yerinden oynaması gerekmez miydi? Ancak başta da belirttiğim gibi yeni baştan dizayn edilen Türk basını iş cemaatin fişlemesine gelince bu belgeleri görmezden gelecekti. Hadi cemaatsever medyamız bu belgeleri görmezden gelmeyi tercih etti. Peki!.. Türk savcıları nereye gitti? Yoksa bu belgeler daha önceden ellerine ulaşmış, birileri tarafından çoktan sumenaltı mı edilmişti?

Evet’ Bu soruların yanıtlarını Pusu’da okuyacaksınız, biz devam edelim. Pusu, devletin yeni sahiplerini ortaya koyarken çıplak gözlemlere dayanıyor. Pusu sadece Şık’ın tutuklandığı Odatv davasındaki hukuksuzluklara değil 2002 yılından sonra yaşanan sürece parmak basıyor.

Şık,

  • bir cemaatin 12 Eylül darbesinden sonra devlet içinde
    nasıl örgütlendiğini
    ,
  • emniyet teşkilatını nasıl ele geçirdiğini,
  • karşı çıkanların komplolarla nasıl tasfiye edildiğini,
  • kapalı kapılar ardında birilerinin nasıl delil yarattığını yazıyor.

Pusu’da ‘Şık bir gazetecilik yapılmış’ tabiri tam de yerine oturuyor’
‘Savcı Zekeriya Öz’le öyle bir diyalog ki’

İnsan Pusu’yu okurken bazen isyan ediyor. Zaman zaman da öfkeleniyor’ Silivri’de yaşananları, Odatv davasındaki saçmalıklar silsilesini Şık’ın kaleminden okudukça irkiliyorsunuz. Ama Şık’ın anlattığı öyle bir diyalog var ki Ergenekon süreci ve Odatv soruşturmasındaki yaşananları bir çırpıda özetliyor’

‘Sorguya başlamadan önce Savcı Zekeriya Öz avukatlarımdan Akın Atalay ile ilginç bir diyalog yaşamıştı. Avukat Akın Ağabey suçlandığım iddiaların benimle alakası olamayacağını anlatırken Ergenekon konusunda yazdığım bir kitabımın bulunduğunu da aktardığında, Savcı Öz haberinin olmadığını söyledi. Öz’ün haberinin olmadığını söylemesi üzerine dışarıda bekleyenlerden rica ettik ve evde bulunan kitabım da getirildi. Savcı bir yandan sorular soruyor, bir yandan da kitaba göz gezdiriyordu. Sonra da ‘Kitabı ilk kez gördüm’ dedi. Akın Atalay da şaşırarak ‘Gerçekten mi ilk kez duydunuz, gördünüz’ diye sorunca Savcı Öz Ergenekon soruşturmalarını kimin yürüttüğünün itirafı olan yanıtı verdi: Ben bu gözaltı ve aramalarda kaç kişi ile ve kimlerle ilgili yakalama ve aranma istendiğini bilmiyorum. >Ahmet >Bey’in de ismi var mı yok mu dikkat etmedim. Biliyorsunuz emniyet bizden talep ediyor, biz de çoğu zaman imzalayarak mahkemeye havale ediyoruz.’

Yıl: 2001, Şık Ergenekon belgesini görüyor!..

Şaşırdınız değil mi? Şık, Pusu’da bizi de şaşırtmaya devam ediyor. Bu kez tam 11 yıl öncesine götürüyor’ Daha Ergenekon başlamadan, AKP iktidara gelmeden, cemaat güçlenmeden 2001 yılında karşılaştığı bir belgeye… Okuyalım’

‘Tahminen 2001 olmalı. Aynı zamanda Ergenekon ile tanıştığım tarihti bu. Soruşturmalar başladıktan sonraki dönemde artık internetten kolaylıkla erişilebilen ve Ergenekon’un temel dokümanı olarak kabul edilen ‘Lobi’ isimli bir belge yapılan aramalarda ev ve işyerlerinde bulunan hemen herkesi sanık yaptı. Henüz bu gelişmeler olmamışken, bu belgeyi ilk kez zaman zaman göz attığım bir internet sitesinde fark ettim. Belgede yer alan iddialar yenilir yutulur cinsten değildi. Her ne kadar kuşkulu olsa da bir çıktısını alıp, o dönem Radikal gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni olan İsmet Berkan’a verdim. ‘Ağabey şuna bir baksana ilginç şeyler yazıyor’ diyerek verdiğim belgeyi okuyan İsmet Berkan, ‘Deli saçması şeyler. Hem nasıl doğrulatacağız. Emin olamayız. Adamların reklamını yapmayalım’ dedi. Aslında iddialar doğru da yalan da olsa haberdi. Mesele iki yanından da ele alınabilirdi. Ne yalan söyleyeyim doğruluğundan da kuşkulanmamıştım. Bir süre sonra da dediğim gibi önce Fehmi Koru, ardından da Aksiyon dergisi yazdı. Ancak ilginçtir, buna rağmen hiçbir şey olmadı. Tartışılmadı bile. Ergenekon soruşturmalarında akıl, sınır ve objektiflik tanımayan cemaatin vurucu gücü Zaman gazetesi ve yazarları bile uzak durdu konuya. Belli ki süreç olgunlaşmamıştı. Bir dizi kanlı, karanlık ve provokatif olaylar zincirinden sonra da yeterli şartların sağlandığına kanaat getirilmiş olmalı ki Ergenekon soruşturmaları başladı. Bu tür soruşturmayı yürütecek entelektüel ve siyasi bilinçten yoksun olmasına karşın kendisine kutsal bir anlam yüklemeye çalışan savcı Zekeriya Öz elindeki Ergenekon belgesini, nedense bu soruşturmanın sanığı yapılmayan, Tuncay Güney‘in 2001’de verdiği ve doğrulatılamayan ifadeleriyle birleştirmişti. Sonra da suçladığı her kişiyi bu belgeye göre örgütte bir yere yerleştirmişti.’

‘İstersen ağlayabilirsin, ben de eşlik ederim sana’

İşte böyle’ Şık’ın, Pusu’sunda yazdığı gibi ‘Yaratılan havanın sivilleşme ve demokratikleşme illüzyonundan öte bir şey olmadığını gösterecek’ bir kitap yazılmalıydı. Pusu’yu okurken zaman zaman öfkeleniyorsunuz demiştim. Bazen de duygulanıyorsunuz’ Bir babanın kızına duyduğu sevgiyi, eşine olan inancını ve büyük aşkını da görüyorsunuz Pusu’da. Hele hele Ahmet Şık’ın kızı Mina’ya olan büyük sevgisini okurken siz de oturup Silivri zindanındakiler için ağlıyorsunuz

“Ben Ahmet’i pek tartışmam”

Ben, Ahmet Şık’ı tanıdığımda ikimiz de İstanbul Üniversitesi’nde okuyorduk. Beyazıt’taki Basın Yayın Yüksekokulu’nda. O bizim üst sınıfımızdaydı. Yani biz çömezdik!.. 1994’te Cumhuriyet’te gece muhabiri olduğumda Ahmet Şık’ın objektifinden fotoğraflar, haberler gazetenin sayfalarında çoktan yer alıyordu. Aynı gazetenin muhabirleri olarak Gazi olaylarını olayların başladığı saatlerden itibaren beraber izledik. Şık’ın o dönemde yaptığı gazeteciliği aradan 17 yıl geçtiği halde hâlâ unutamam. Belki de bu yüzden Ahmet’in Pusu’sunu okurken meslektaşımın sayfalar boyunca kendisini savunmak zorunda kalmasını içime sindiremedim. Umur Talu’nun Pusu’nun başında yazdığı gibi:

‘Ben Ahmet’i pek tartışmam.

Siz elbette kitabı tartışabilirsiniz.’

Pusu, Devletin Yeni Sahipleri
Ahmet Şık
Postacı Yayınevi/ 416 s.

 (Cumhuriyet Kitap Eki, 25.10.12)

Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı Tansel Çölaşan : AKP, iktidarı diktatörlük üzerine kurmak istiyor


AKP, İktidarı Diktatörlük Üzerine Kurmak İstiyor!

Ulus Gazetesi Röportajı
15.10.2012

tansel colasan
Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı
Tansel Çölaşan
AKP, iktidarı diktatörlük üzerine kurmak istiyor

ADD Başkanı Çölaşan,
“Tartışmak bile boşuna. –

– AKP, geride kalan süre içinde kapatma suçunu birçok kez işledi. 
– 10 yılda Cumhuriyeti yıkmak için her şeyi yaptı.” dedi.

TÜRKLÜKLE İLGİSİ YOK “Demokrasinin işlediği her hangi bir ülkede, AKP türünde bir partinin iş başında kalması düşünülemez. AKP’nin Türklükle, Türk milleti ile bir bağlantısıyok.”

BAŞBAKAN HALKTAN KAÇIYOR

“Başbakan Erdoğan bunca korumayla halktan kaçıyorsa, demek ki gidişi yaklaşmıştır ve halk demokratik yollardan bu gidişi sağlayacaktır.”
HAŞİM KILIÇ’IN SEÇİLMESİ “Haşim Kılıç’ın başkan olması da orada görev yapan ve ‘cumhuriyetçi’ olarak bilinen arkadaşların kendi aralarında anlaşamamalarının ürünüdür.”
Murat KANTEKİN – Ulus Gazetesi 15.10.2012

AKP iktidarı 10 yılını doldururken bazı uygulamalarda son sürat gidiyor. Kendi gündeminde olan birçok değişikliği hızla hayata geçiriyor. Peki bu durum demokrasi duyarlılığıyüksek yurttaşlar arasında nasıl görülüyor?“AKP Türkiye’yi nereye sürüklüyor?”Bu sorunun yanıtını, toplumsal bir örgütlenmenin başındaki isimle, eski Danıştay Başsavcısı, Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Başkanı Tansel Çölaşan’la konuştuk.

Demokrasi işlese AKP hiç olmaz

ULUS: AKP iktidarının geride kalan 10 yılını göz önüne aldığımızda Türkiye, Cumhuriyetin kuruluş ilkelerinden ne kadar uzaklaştı?

Tansel Çölaşan: “Şöyle söyleyelim: Cumhuriyetin kurucu ilkeleri nedir; çağdaşlık, laiklik, demokratik cumhuriyet. Bir iki örnek vereyim, nerede olduğunu sizin takdirinize bırakıyorum. 4+4+4’ler, kadrolaşmalar, KPSS… Demokrasi ‘Silivri’ diyeyim, siz nerede olduğunu anlayın. Türkiye üniter ilkeler, merkezi yapılanma, Atatürk ilkeleri, anayasanın başlangıç ilkelerinden çok çok geride. Tartışmak bile boşuna. AKP, geride kalan süre içinde kapatma suçunu birçok kez işledi. 10 yılı toparlarsak da, Cumhuriyeti yıkmak için her şeyi yaptı.”

ULUS: AKP, Cumhuriyeti yıktıktan sonra şeriatı hedef alan dine dayalı bir rejim kurar mı?

Tansel Çölaşan: “Şeriatı getirip getirmemesi önemli değil. Önemli olan Ortaçağ karanlığını Türkiye’ye koymak ve orada kendi diktatörlüğünü kurmak istemesi. Gelişmiş bir ülkede özgür akıl işlese AKP bir gün iktidarda kalabilir mi? Demokrasinin işlediği hiçbir ülkede AKP türünde bir partinin iş başında kalması düşünülemez. AKP’nin Türklükle, Türk milleti ile bir bağlantısı yok. Dini kullanarak Müslüman toplumlara mesaj veriyor. Üniter devlet, bölünmez bütünlük filan AKP için ilk şart değil. AKP için önemli olan Müslüman Kardeşler gibi siyasal iktidarlar oluşturmak. AKP Kongresinde de bunu gördük. Gelen misafirler, konuşmacılar ortada.”

Barzani’nin elinde şehit kanı duruyor..

ULUS: ‘AKP Kongresi’ demişken; Türkiye Barzani ile gurur duyuyor mu?

Tansel Çölaşan: “Barzani, kendi kontrolündeki bölgede PKK’yı besleyen ve şehitlerimizin kanı eline bulaşmışbirisidir. Türkiye değil ama, AKP kimlerle gurur duyuyor? İşte bunun çok iyi sorgulanması gerekir. Bunu, AKP tabanındaki vatansever seçmen ile vatansever AKP milletvekilleri iyi düşünmeli. Şehitlerin ahını taşıyanlar nasıl gururla karşılanır? Bunu Türk halkının taktirine bırakıyorum.”

ULUS: 4+4+4 yasasını da göz önüne alırsak eğitim sisteminin bu denli dinselleştirilmesinin sonucu nereye varacak?

Tansel Çölaşan: “Demokrasilerde çocukların özgür aklını geliştirecek yöntemlerle eğitim verilir. Çocukları karanlığa sürükleyecek sistemlerden uzak durulur, özgür akılı hedef alınır.

  • AKP, iktidarını diktatörlük üzerine kurmak istiyor.

Diktatörlüklerde demokrasiye yer yoktur. Demokratik ülkelerde de AKP’nin yeri yoktur. AKP kendi geleceğini sağlamak için gelecek kuşakları ortaçağ karanlığına atıyor.”

  • Atatürk’ün ordusu etkisizleştiriliyor..

ULUS: Türkiye’de hep askeri darbe ve askeri vesayet tartışıldı. Peki sivil darbe ya da en azından sivil vesayet var mı?

Tansel Çölaşan: “Darbe, bir şeyi zorla ele geçirmek ve onu keyfi olarak yönetmektir. Darbenin askerisi, sivili olmaz. Bunu asker yaparsa ‘askeri darbe’ olur, AKP yaparsa ‘AKP’nin sivil darbesi’ olur. AKP, sık sık (askeri vesayet) diye diye beyinlere işledi, öbür yandan Atatürk’ün ordusunu etkisizleştirdi.”

ULUS: “Atatürk’ün ordusu etkisizleştiriliyor” diyorsunuz. Sizce de ordu içindeki NATO karşıtıaskerler lağvedilip, NATO’cu askerler mi öne çıkarılıyor?

Tansel Çölaşan: (Gülerek) “İmamın ordusu…Vikiliks belgelerini hepimiz gördük. Orada da özellikle 1 Mart 2003 tezkeresi sürecinde Amerikalı diplomatlar Türk askeri için (Bizim demokrasi anlayışımızla uyuşmuyorlar) diyorlar. Dikkat edin tezkerenin reddedilmesinden sonra ‘Çuval Olayı’ yaşandı. Bitmek üzere olan terör yeniden tırmandı. Ordunun tezkereye karşı tutumu bu noktayı hazırladı. Vikiliks belgeleri bunu açıkça ortaya koyuyor. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) karşı olan ordu dağıtıldı.”

ULUS: Bir dönem gazete ilanı ile hükümet düşüren TUSİAD vardı. Şimdi iktidarın azarladığı bir TÜSİAD haline geldi. Ülkenin gidişine dönük tartışmalarda sermayeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tansel Çölaşan: “Türkiye’de sermaye hiç milli olmadı. Hep uluslararası sermaye yapıları ile birlikte hareket etti. AKP’nin iktidar olması da sermayeyi hiç rahatsız etmemiştir. TUSİAD’ın son dönemdeki vatansever çıkışları, vatanseverlikten değil, kendi yerlerini iktidara yakın sermaye yapılarının almasından ötürü yaptıkları yakınmalardır. Geleceklerini pek parlak görmedikleri için hak, özgürlük sözcükleri sarfediyorlar. Oysa AKP 2002’de iktidara geldi. Bizim yıllar önce gördüğümüz gerçeği yıllarca TUSİAD görmek istemedi. Hatta (Ülkenin ekonomisi iyi gidiyorsa, diğer sorunlar bizi ilgilendirmez) dediler. Kaldı ki, TUSİAD hiçbir zaman bir sol iktidarı istememiştir. Sermaye koalisyon iktidarını istemez, tek parti iktidarını ister. Oysa koalisyonlar farklı dengelerden oluştuğu için kimse sivrilemez ve ülkenin farklılıkları korunabilir. O açıdan koalisyonlar da yararlıdır.”

ULUS:
Deniz Feneri davasında sanıklar değil, soruşturma yürüten savcılar yargılandı.
Danıştay Başsavcılığı yapmış biri olarak yargının tümüyle iktidarın etkisine girdiği görüşüne katılıyor musunuz?

Tansel Çölaşan: “2010 referandumu tümüyle hikayeydi. Asıl amaç yargıyı iktidarın dümen suyuna sokmaktı. Yargı bağımsız olması gerekirken, referandum ile bakan, müsteşar gibi siyasi isimler ya da siyasilerin atadığı hukukçular, HSYK içine dolduruldu. Böylece yargı siyasetin güdümüne girdi. Hatta 1. sınıf hakimleri bile, kendi dönemlerinde aldıkları hakim ve savcılara seçtirdiler. Oysa 1. sınıf hakimler en az 25 yıllık hakimlerdir.”

  • Özal, etnik ve din ayrımcılığına sürükledi

ULUS: Anayasa Mahkemesi’nde ‘cumhuriyetçi’ olarak bilinen üyeler tarafından Haşim
Kılıç nasıl Anayasa Mahkemesi Başkanı seçildi?

Tansel Çölaşan:

  • “Turgut Özal, Türkiye’de bir misyonla görevlendirildi; milli devleti yok edip, 12 Eylül darbesinin ürünü liberal bir yapıyı yaşama geçirmek. 

Memlekete ne kadar hizmet edip etmediğinin sorgulanması gereken kişiler bugün bizlere ‘özgürlükçü, demokrat’ diye anlatılıyor. Özal eşiyle, çocuklarıyla çok açık bir hayat sürerek başka bir imaj verdi, arkada ise Türkiye’yi etnik dini ayrımcılığa sürükledi. İşte, Haşim Kılıç’ın Anayasa Mahkemesi’ne üye olarak atanması da Özal’ın bu icraatlarından biridir. Haşim Kılıç’ın başkan olması da orada görev yapan ve ‘cumhuriyetçi’olarak bilinen arkadaşların kendi aralarında anlaşamamalarının ürünüdür. 11 kişilik Anayasa Mahkemesi üyeleri arasında Haşim Kılıç’la birlikte 3 aday çıktı. Oylar birleşemediği için Özal’ın mahkemeye atadığı Kılıç, aradan başkan seçildi. Bu da o mahkeme üyeleri arasında kendilerine ‘cumhuriyetçi, aydın’ diyenlerin bir sorunudur.”

ULUS: Turgut Özal’dan bahsettiniz. Bu günlerde de ‘öldürülmüş olabileceği’ şüphesi ile mezarı açılıp adli tıp incelemesi yapıldı. Sizce de Özal öldürülmüş müdür?

Tansel Çölaşan: 1.50 boyunda, 100 küsur kilo adam. Ağır kahvaltı, koşu bandı… Açıkçası ben ölümünde bir şüphe görmüyorum. Zaten Amerika’da da tedavi olurken sağlığına dikkat etmesi konusunda doktorlar sürekli uyarmış. Ben bu tartışmalarda ailesinin bir nemalanma peşinde olduğunu düşünüyorum. “Öldürdüler” diye kamuoyu oluşturmaya çalışıyorlar. Rahmetli Özal’ın son günlerdeki fiziki yapısını göz önüne alırsak ben bu araştırmalardan bir şey çıkacağını sanmıyorum. Tabii özel bir maksat yoksa.

ULUS: Yargının en üst görevlerinde yer almış biri olarak devletin içinde Ergenekon türü yapılanmalar olduğu görüşüne ne diyorsunuz?

Tansel Çölaşan: Her şeyden önce böyle tartışmalarda ‘Ergenekon’ ismini kullanmamak lazım. Bu ismi Türkiye’nin milli değerleri ile sorunu olanlar kasıtlı kullanıyor. Ama ‘Derin Devlet’ derseniz o tartışılabilir. Çünkü Susurluk kazası bu yönde işaretler veriyor. Çıkarsınlar Susurluk’un arkasındaki ilişkileri, Türkiye görsün. Bunun üzerine gitmiyorlar.‘Ergenekon’ davaları ile kendi derin devletlerini kurmak istiyorlar. Emniyetin içindeki Fetullahçı yapılanma Türkiye’nin yeni derin devletidir ve ülkeyi onlar yönetiyor.

  • Cumhuriyetçi güçler birleşmek zorunda

ULUS: Pek de parlak olmayan bir Türkiye manzarası çizdiniz. Ülkeyi bu noktadan kurtarmak için Cumhuriyet güçlerine ne görev düşüyor?

Tansel Çölaşan: “Cumhuriyetçi güçler parçalı oldukları için Cumhuriyet karşıtları güçlü durdu. Aslında onlar güçlü değil, biz parçalıydık. Bundan ders çıkarmamız gerekir. Bundan da ders çıkarıp birleşemiyorsak sonuçlarına katlanırız. AKP kendi gündemini hayata geçirmek için yoğun çaba gösteriyor.

  • Artık Türkiye AKP’nin gerçek yüzünü görüyor.
    Ben Türkiye’nin bu badireyi atlatacağını düşünüyorum. 

Bakın, başbakan halkın arasına katılamıyor. Onlarca koruma ile geziyor.

Rahmetli Bülent Ecevit başbakanken halkın içinde geziyordu, Kemal Kılıçdaroğlu keza öyle. Eğer Başbakan Erdoğan bunca korumayla halktan kaçıyorsa, demek ki gidişi yaklaşmıştır ve halk demokratik yollardan bu gidişi sağlayacaktır.”

ULUS: Bu demokratik yollardan birisi de ‘istifa’ mekanizması olabilir mi? HSYK ve TSK’da yaşanan bazı istifaları böyle değerlendirebilir miyiz?

Tansel Çölaşan: “Yargıyı ele geçirdikleri 2010 yılında önemli bir eylem oldu. Bir demokratik ülkede gündemi sarsacak olan bir gelişme dikkat çekmedi. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeleri istifa etti. Benzer şey^, orduda da oldu. Geçen yıl Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları topluca istifa etti. Bu birbirinden ayrı her iki olayda, demokratik ülkelerde hükümet düşürecek gelişmelerdir. İktidar bu olayların üzerinde durmuyor, halkta hiç ilgi duymuyor.”

ULUS: Peki halk neden yeterli ilgiyi ve tepkiyi göstermiyor?

Tansel Çölaşan: “Batı ülkelerinde kurumlar yerleşmiştir ve demokrasi işler. Kendi içlerinde demokrasilerini denetlerler. O ülkelerde toplumda demokrasi bilincine sahiptir. Demokrasi kültürü olmayan insanlar bu tür olaylara yeterli tepkiyi vermezler. Demokrat bir toplum, laik, çağdaş eğitimle yetişir. Türkiye’de Köy Enstitüleri bunu amaçlamıştı.”