Etiket arşivi: ılımlı islam

Emperyalizm ve Kıssadan Hisseler


ARŞİVİMİZDEN…

Emperyalizm ve Kıssadan Hisseler

PORTRESİ

Barış DOSTER
22 Ağustos 2011, İLK KURŞUN

ABD’nin önemli bilim insanlarından Samuel Huntington, Türkiye’de de ses getiren çalışmasının adını “Medeniyetler Çatışması” koymuştu.  Sonra “Tarihin Sonu” tezini ortaya attı.

Ardından bu tezinden önemli ölçüde döndü, özeleştiri verdi. ABD “Medeniyetler İttifakı” projesini ortaya atıp, buna biri bizden diğeri İspanya’dan iki tane eş başkan bulunca, ülkemizdeki Huntington hayranları da keskin bir U dönüşü yaptılar.

Oysa ne

Medeniyetler Çatışması, ne
Tarihin Sonu, ne de
Medeniyetler İttifakı bilimsel tezlerdir.

Bunların üçü de ABD emperyalizminin ihtiyaçlarından doğmuş projelerdir.
Olanı incelemez, olmasını istediklerini vazederler. Saptama değil, temenni öne çıkar.
Bu nedenle onları kavramsallaştırma, kuramsallaştırma işi de devletle,
istihbarat örgütleriyle teması bilinen akademisyenlere sipariş edilir.

Kıssadan hisse: Emperyalizmin kuramcılarının yazdığı metinlere,
sözde bilimsel çalışmalara karşı uyanık olmak gerekir.

Büyük Ortadoğu Projesi’nde eş başkan olmakla övünen Türkiye’nin payına
İslam diniyle hiç ilgisi olmayan, dini değil tümüyle siyasal ve de ABD yapımı bir proje olan “Ilımlı İslam”, bir başka anlatımla Amerikan İslam’ı düştüğünde kimileri
pek sevinmişti. Bu sayede din kardeşliği üzerinden terörün önleneceğine inanmışlardı. Bu yöndeki yayınların sayısı artmıştı. O denli ki terör örgütü liderine bile “barış elçisi” gözüyle bakanlar belirmişti mütareke medyasında. İmralı ile Kandil sanki iki farklı yapı imiş gibi gösterilmeye çalışılmıştı. İmralı’nın barış istediği öne sürülmüştü.
İmralı sakini eli kanlı bir bebek katili olarak değil, barış ve demokrasi elçisi olarak gösterilir olmuştu. Bu süreçte devletin adından anayasaya, ana muhalefetten medyaya dek her şey yenilenmek istenmişti.

Okyanus ötesinden kimileri Cumhuriyet gazetesinde bile “Yeni Kemalizm” başlıklı makaleler yazmışlardı. Hal böyle olunca, yeni devletin adını koymak da yine bir ABD’li uzman- istihbaratçıya düşmüştü. Graham Fuller, kitabına “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adını vermişti. Kitaptaki tezler, yeni CHP’den de övgüler almıştı.
12 Eylül referandumunun ertesi günü iktidarın sözcülerinden olan Star’ın attığı
manşet de aynıydı: “Yeni Türkiye Cumhuriyeti”.

Bu süreçte halkımız, sürecin federasyona ve bölünmeye gideceğini göremedi.

– Ortadoğu Serbest Ticaret Bölgesi’nin,
– Kamu Yönetimi Reformu’nun,
– Yerel Yönetimler Reformu’nun,
– Bölge Kalkınma Ajansları’nın,
– Kardeş Belediyeler Birliği Projesi’nin,
– Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmeleri’nin

siyasal, yönetsel, iktisadi, mali, kültürel anlamda hep bölünmenin altyapısını hazırladığını söyleyenleri, ciddiye almadı.

“Yeni” ve “yenilenme” sözcüklerinin büyüsüne kapıldı fazlasıyla.

Sonuç: Sıfıra sıfır, elde var sıfır.

Bir ayda 40 şehit verdikten sonra, gazetelerde terörle mücadele konusunda eskiye dönüş yapılacağı, kitlesel tutuklamaların geleceği, güvenlik önlemlerinin artırılacağı yazılır oldu. Yani “yeni” lafı, terörü önleyemedi. ABD patentli “ılımlı İslam” projesi
din kardeşliğini sağlayamadı. Habur açılımı, Türk bayrağının asılmadığı sahra mahkemesi, Kemal Burkay üzülmesin diye Atatürk fotoğrafının kaldırıldığı
basın toplantısı, bölücülerin silahlarını susturamadı.

Kıssadan hisse: ABD’nin etkin düşünce kuruluşlarından Atlantik Konseyi’nin uzmanlarından olan David L. Phillips’in Haziran 2009’da yazdığı
“Türkler ve Irak Kürtleri Arasında Güven Tesisi” başlıklı rapordan
ilham alan Kürt açılımı çökmüştür.

ABD Dışişleri Bakanlığının internet sitesinde şu mealde bir yazı çıkmıştı:

“54 ülkenin liderini biz yetiştirdik. Bizim bursumuzla yetiştiler.” Listede Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı da bulunuyordu.

  • Dünyada Yahudi lobisinden cesaret ödülü alıp da Yahudi olmayan
    tek başbakan da Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı olduğuna göre
    ,

1996’dan beri ABD’li uzmanların üzerinde çalıştıkları, 2002 yılından başlayarak
yüksek sesle dillendirilen Büyük Ortadoğu Projesi’ne şaşırmamak gerekir.
Bu kapsamda bölücülüğün adı “demokratik özerklik” olmuştur.

Geçmişte Çekiç Güç Irak’ı vurmak için konuşlanmış iken bu kez füze kalkanı
İran’ı vurmak için yerleştirilmektedir. Emperyalizm, devlet biçiminde örgütlenmiş haydutluk olduğundan meseleye bütüncül yaklaşmakta, işi şansa bırakmamaktadır.

Irak Kürtlerini Saddam’dan kurtaran ABD, Türkiye’nin Kürtlerini de Ankara’dan kurtarmanın altyapısını hazırlamaktadır. Türkiye’de vatansız, milletsiz, devletsiz bir toplum yaratılırken, ulus devlet, tekil devlet, laik devlet çözülmektedir.
Hem de aileyle, ahlakla, manevi değerlerle, içi boşaltılıp, sentetik hale getirilmek, özünden uzaklaştırılmak istenen dinsel kavramlarla birlikte.

Türkiye bunları yaşarken küresel yatırımcılar, özellikle de Türkiye’de gayrimenkul işi yapanlar, varlık yönetim şirketleri, çokuluslu tekeller ve finans devleri, yakın geleceğe ilişkin öngörü ve senaryolarını Türkiye’nin bölünebileceğini dikkate alarak yazmaktadırlar.

Kıssadan hisse: Goethe’nin şu sözünü hiç unutmamak gerekir:

  • Cahilliğin eyleme geçmesinden daha korkunç bir şey yoktur.”

ADD’den 10 Kasım 2013 Basın Açıklaması

Dostlar,

ADD Genel Başkanı Sayın Tansel ÇÖLAŞAN’ın nefis konuşmasını
aşağıda paylaşıyoruz..
(http://www.add.org.tr/index.php/kamuoyuna/1033-10-kas-m-bas-n-ac-klamas-d-r)

Yer : Tandoğan meydanı, Ankara
Tarih : 10 Kasım 2013; ATA’nın 75. Yıl Anması

Kendisini bu önemli ve yol gösterici konuşması nedeniyle kutluyor, teşekkür ediyoruz.

Konuşma içeriğini bütünüyle paylaştığımızı belirtiyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
11 Kasım 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=====================================

portresi_adiyla

10 Kasım 2013 Basın Açıklamasıdır

Değerli Yurtseverler, Atatürkçüler hoşgeldiniz.

– Burada; Cumhuriyetimizin ve çağdaş Türkiye’nin kurucusu,
– Yokluğu her geçen yıl daha derinden hissedilen büyük Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü, aramızdan ayrılışının yetmiş beşinci yılında saygıyla anıyoruz.
– Arkadaşlar, ülkemiz bugün, yalnızca içerideki sosyo – ekonomik sorunlarla değil,
aynı zamanda bölgesel ve küresel sorunlarla da karşı karşıya.
– Tüm dünyada barış ve güvenlik içinde yaşam anlayışını, bunun etkilerini, sosyal
ve siyasal patlamaları izliyoruz.
Toplumların demokrasi içinde akılcı ve adil yönetim ihtiyacı
her zamankinden daha çok.
– Gerçek demokrasi, yani sayısal çoğunluğun, sayısal azınlığa tahakküm etmediği, çoğunluğun değil çoğulculuğun esas olduğu katılımcı demokrasi
isteği öne çıkıyor.
– “Sandıktan çıktım, dilediğimi yaparım” görüşünün katılımcı demokrasi anlayışı ile bağdaşmadığı artık gözle görülüyor.
Özgürlük ve eşitlik temelinde çağdaş bir demokrasiden başka çıkar yol olmadığı deneylerle anlaşılmış bulunuyor.
– Ülkemizde de geçtiğimiz yıl 19 Mayıs’ta başlayan, 29 Ekimlerle devam eden, TAKSİM’de taçlanan ve bugün tüm yurda yayılan olaylarda HALKIMIZ:
– İktidarın son 10 yılda toplumu sürekli bölerek, ayrıştırarak sürdürdüğü
yönetim biçimine ve Laik Cumhuriyeti itibarsızlaştırarak yıkmaya,
vatanın bütünlüğünü, milletin birliğini yok saymaya ve kendi ahlak kurallarını
halka dayatmaya yönelik faşizan siyasetine DUR diyor.
– Ülkemiz, 1980’lerden beri süregelen emperyalist bir saldırı altında.
Ulus devlet – üniter devlet ve laik devlet yapımız hedefte.
– Bugün ekonomisi çökmüş, dışa bağımlı sıcak para ile yaşayan bir AÇIK PAZARIZ.
– Sıra siyasaş YIKIMDA. Nedir bu siyasal yıkım?
Üniter / merkezi devlet yapımızın sonlanması yani bölünme:
– Önce yerel yönetimlere yetki genişliği, sonra özerklik, daha sonra da kurulması planlanan büyük Kürdistan için toprak vereceğiz. VATAN BÖLÜNECEK!
– Öte yandan İdeolojik olarak laik devlet modelinin yerini 1980’lerde Türk – İslam sentezi, sonra ILIMLI İSLAM aldı.
– Şimdi ise dolu dizgin şeriat devletine gidiyoruz.
– Neden mi? Büyük Ortadoğu Projesinin bölge ülkeleri için çizdiği yol haritası böyle.

Bölgede:

– Ekonomik olarak, açık pazara uygun liberal ekonomi,
– İdeolojik olarak, demokrasinin olmadığı siyasal İslam,
– Siyasal olarak da anlaşarak-ya da-işgalle sınırların yeniden çizilmesi söz konusu.
– Plan bu.

– Projenin amacı: BATI’nın, özellikle ABD’nin Asya’ya açılan bu bölgede DENETİMİNİ elinde tutmasını sağlayacak yönetimler oluşturmak ve yeni bir İsrail yani
Büyük Kürdistan’ı kurmak
.
– Proje Bölge ülkelerindeki YERLİ unsurlar eliyle (yani anlaşarak) ya da (olmazsa) işgallerle yürütülüyor.
– Ülkemizde bu proje 2002’li yıllardan beri iktidar eliyle yürütülüyor.
– İktidar, bir yandan kendi ahlak kurallarını faşist yöntemlerle halka dayatıyor.
– Öte yandan Demokrasi paketleri ile ülkeyi bölünmeye- etnik / dini / mezhepsel ayrıştırmaya ve laik cumhuriyet yerine şeriat devletine giden yolun yapı taşlarını döşemeye çalışıyor.
(Yeni) Anayasa oyunu da bu amacı taşıyor.
– Direnen, DUR diyen halka da daha çok devlet şiddeti – daha çok TOMA,
gaz ve basınçlı su var.
– Oysa halk laik Cumhuriyet sayesinde (kötü de işlese) yarım yüzyıllık deneyimle demokrasi kültürüne sahiptir; Demokrasinin yalnızca seçimlerden ibaret olmadığını, sandıktan çıkmış olmanın keyfi yönetime gerekçe olamayacağını, hak ve özgürlüğe saygı ve eşitliğin Demokrasinin temeli olduğunu – Bugün hem bu değerlerin – hem de bu “bilinci” kendisine veren laik – çağdaş cumhuriyetin tehlikede olduğunu görüp O’na sahip çıkmaya karar vermiştir.

– Bugün halk her yerde faşist ve totaliter bu yönetime karşı DİRENMEKTEDİR.

– ARTIK BİLİYORUZ: Türk Milleti laik demokratik rejimden geri adım atılmasını istemiyor.
– Türk Milleti, Türkiye’nin hem bölgesel bir dış savaşa girmesine, hem de içerideki
etnik – dinsel – mezhepsel çatışmalara karşı.
– Türk Milleti, Laik Cumhuriyet’in temel ilkelerinden ödün vermeden,
bu vatanda kardeşçe, birlikte yaşamak istiyor.
– Türk Milleti, “Yeni” Anayasa oyununa DUR diyor.
Türk Milleti iradesini ortaya koymuştur.

Şimdi görev siyasettedir.

1) İktidar, halkın bu haklı sesine kulak vermeli, laik Cumhuriyeti dönüştürmekten,
ülkeyi bölmekten vazgeçmeli, halkın demokrasi içinde yaşaması koşullarını oluşturmaya dönmelidir. Demokrasi içinde yeniden seçilmek istiyorsa bunların şart olduğunu görmelidir.

2) Muhalefet ise; mecliste halkı temsil ettiğini unutmamalı, iktidarın kurduğu sınırlar içinde muhalefet yapmaktan vazgeçip, laik demokratik Cumhuriyete – vatanın bütünlüğüne – milletin birliğine sahip çıkmalı ve Anayasa (oyununa) gelmemelidir.

– BUNLARI, milletin birliğinden, ülkenin bütünlüğünden ve laik cumhuriyetten ödün vermemeye kararlı olan HALK istiyor.

TÜRK MİLLETİ İSTİYOR.

Son sözlerim şöyle olacak:

Biz halkız,
– Yeniden doğarız ölümlerde.
– Çağdaş – Laik – Tam Bağımsız Demokratik Türkiye için, vatanın, milletin bütünlüğü için, mücadeleye devam edeceğiz.
– Başaracağız.
– Laik Cumhuriyet kazanacak.

– Saygılar sunuyorum.
10 Kasım 2013, Tandoğan

Tansel ÇÖLAŞAN
Genel Yönetim Kurulu Adına
Genel Başkan

90. yılında Cumhuriyet


90. yılında Cumhuriyet

Tansel_Colasan

Tansel Çölaşan
ADD Genel Başkanı

Ülkemiz bugün, yalnızca içerideki sosyo-ekonomik sorunlarla değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel sorunlarlada karşı karşıya. Tüm dünyada barış ve güvenlik içinde yaşam anlayışını, bunun etkilerini, sosyal ve siyasal patlamaları izliyoruz.
Toplumların demokrasi içinde akılcı ve adil yönetim ihtiyacı her zamankinden daha çok. Gerçek demokrasi, yani (sayısal) çoğunluğun (sayısal) azınlığa tahakküm etmediği, çoğunluğun değil, çoğulculuğun esas olduğu katılımcı demokrasi isteği öne çıkıyor. “Sandıktan çıktım, dilediğimi yaparım” görüşünün katılımcı demokrasi anlayışı ile bağdaşmadığı artık gözle görülüyor. Özgürlük ve eşitlik temelinde çağdaş bir demokrasiden başka çıkar yol olmadığı deneylerle anlaşılmış bulunuyor.

Ülkemizde de geçtiğimiz HAZİRAN ayında (2013) TAKSİM’de çevresel tepki ile başlayan, sonrasında siyasal boyut kazanarak tüm illere yayılan olaylarda;
halkın özgürlük ve eşitlik istemi, Demokrasi istemi, giderek laik-çağdaş Cumhuriyete
ve Atatürk’e sahip çıkma İRADESİNE DÖNÜŞTÜ. Ve HALK, İktidarın son 10 yılda toplumu sürekli bölerek, ayrıştırarak sürdürdüğü yönetim biçimine ve Cumhuriyeti itibarsızlaştırarak yıkmaya, vatanın bütünlüğünü, milletin birliğini yok saymaya ve kendi ahlak kurallarını halka dayatmaya yönelik siyasetine DUR dedi.

Şimdi burada ayrıntılara girmeden önce bir PARANTEZ AÇMAK İSTİYORUM.
Az önce ülkemizin bölgesel ve küresel sorunlarla da karşı karşıya olduğunu söyledim.Gerçekten bugün ülkemiz, 1980’lerden beri süregelen emperyalist bir saldırı altında. Ulus devlet- üniter devlet- laik- devlet yapımız hedefte. Önce küreselci, özelleştirmeci liberal ekonomik politikalarla ULUS devletin ekonomik yıkımı başladı ve 2000’li yıllarda (son 10 yılda) tamamlandı. Bugün ekonomisi çökmüş, dışa bağımlı sıcak para ile yaşayan bir AÇIK PAZARIZ. Şimdi sıra siyasal YIKIMDA. Bugün bu süreci yaşıyoruz. Nedir bu siyasal yıkım? Üniter/ merkezi devlet yapısının sonlanması. ÖNCE yerel yönetimlere yetki genişliği, sonra özerklik, daha sonra, büyük Kürdistan için toprak vereceğiz. Plan bu.

Öte yandan İdeolojik olarak laik devlet modelinin yerini 1980’lerde önce Türk- İslam sentezi, sonra ILIMLI İSLAM aldı.

  • Şimdi ise dolu dizgin şeriata gidiyoruz.

Neden mi? Büyük Ortadoğu Projesinin bölge ülkeleri için çizdiği yol haritası belli:

– Ekonomi: Liberal ekonomi (açık pazara uygun)
– İdeoloji: Siyasal islam (demokrasi istenmiyor)
– Siyaset: Sınırların yeniden çizilmesi (anlaşarak-ya da-işgalle)
– Projenin amacı: BATI’nın özellikle ABD’nin Asya’ya açılan bu bölgede denetimi elinde tutmasını sağlayacak yönetimler, (oluşturmak ya da) ve tabi yeni bir İsrail = Büyük Kürdistan’ı kurmak.
– Proje: Bölge ülkelerindeki YERLİ unsurlar eliyle, anlaşarak ya da işgallerle yürütülüyor.
– Hesap tutuyor mu?
– Bazen tutmuyor SURİYE’de olduğu gibi. PARANTEZİ KAPATIYORUM.

  • 2002’de iktidar olan AKP bir misyon partisidir.

Uzun süre (yetmez ama evet)çilerle oluşturduğu basın, ele geçirdiği KURUM ve KADROLAR ve yarattığı SERMAYE gruplarının desteği ile GÜÇLENİRKEN DEMOKRAT GÖRÜNDÜ. Ne zaman YARGI’yı ele geçirdi, zorbalığı başladı.

  • Tüm muhalifleri düzmece davalarla zindanlara attı.

Hukuksuzluk öne çıktı. Halkın tepkisizliğine ya da korkutulmuş olmasına dayanarak hızlandı. Bir yandan Laik Cumhuriyet’in tüm kazanımlarını teker teker yok ederek
bir şeriat diktatörlüğüne giden yolun yapı taşlarını döşerken,
bir yandan da sistemi meşru kılacak “yeni” bir anayasayı yaşama geçirmek üzere, bölücü terör örgütü ile masaya oturdu ve vatan, millet üzerinden ucu,
Büyük Kürdistan‘a varacak yolda ödünler vermekten çekinmedi.

Bununla da yetinmedi. Kendi ahlak kurallarını halkın yaşam alanına dayatmaya kalktı. Son Demokrasi paketi geçtiğimiz ay açıklandı:

Yine, iktidarın, özel hedefi için atılan adımlar ve yitirdiği oyları telafi edecek yeni
bir seçim sistemi. Yine terör örgütüne vaadedilenlerden “şimdilik” kaydı ile verilenler, Ve halka daha çok DEVLET ŞİDDETİ getirecek bir yasa değişikliği var.
Oysa halk laik cumhuriyet sayesinde (kötüde işlese de) yarım yüzyıllık deneyimle demokrasi kültürüne sahiptir; Demokrasinin yalnızca seçimlerden ibaret olmadığını, sandıktan çıkmış olmanın keyfi yönetime gerekçe olmayacağını, hak ve özgürlüğe saygı ve eşitliğin Demokrasinin temeli olduğunu – Bugün hem bu değerlerin – hem de bu “bilinci” kendisine veren çağdaş cumhuriyetin tehlikede olduğunu görüp O’na sahip çıkmaya karar vermiştir.

Sonuç olarak : Halk demokratik rejimden geri adım atılmasını istemiyor.
Halk Türkiye’nin hem bölgesel bir dış savaşa girmesine, hem de içerideki etnik – dinisel – mezhepsel çatışmalara karşı Laik Cumhuriyet’in temel ilkelerinden ödün vermeden,
bu vatanda kardeşçe, birlikte yaşamak istiyor.

  • Halk, yeni” Anayasa oyununa DUR diyor. 

İktidar biran önce halkın haklı sesine kulak vermeli, demokrasiyi kendi işine geldiği gibi değil, olması gerektiği gibi “kuralı” ile işletmeli, kendi özel hedefini, halkın isteği doğrultusunda ve yasal zemine çekmesi, vatanı-milleti ayrıştıran dayatmacı-bölücü-yanlış politikalardan vazgeçmeli,

  • “Yeni Anayasa” oyununa acilen son vermelidir.

Tansel Çölaşan
ADD Genel Başkanı

Fethullah Gülen protestosundan kimsenin görmediği ayrıntılar


Dostlar
,

Arkadaşlar büyük iş başardılar.. Kendilerini kutluyoruz.. ODATV’den Barışlar (Terkoğlu ve Pehlivan) da gelişmeleri haberleştirdiler. Türker Ertürk Paşa’nın konuya ilişkin yazısına da sitemizde yer verdik. (http://ahmetsaltik.net/2013/09/05/turker-erturk-ben-de-pensilvanyaya-gittim/, 5.9.13) Dileğimiz,

  • NAMUSLU MÜSLÜMANLARIN, İslam Dininin nasıl “ILIMLI İSLAM” yutturmacası ile emperyalizmin – ABD’nin güdümüne Cemaat eliyle verildiğini bir an önce görmeleridir.

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 6.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================

Fethullah Gülen protestosundan kimsenin görmediği ayrıntılar

OdaTv, Pensilvanya´dan Amerika’da yaşayan Türkler Fethullah Gülen‘i 2. kez yaşadığı kasabada protesto etti. Amerika’nın çeşitli eyaletlerinden gelen yüzlerce Türk ve Amerikalı Fethullah Gülen’nin yaşadığı çiftliğin yakınında gösteri düzenledi. Gösteri de Amerikalı ünlü yazar Dr. Paul Williams, Araştırmacı Shraron Higgins, Aktivist Mary Adı, TADF eski Başkanı Kaya Boztepe ve Eski Deniz Harp Okulu komutanı Türker Ertürk de birer konuşma yaptı. CIA DESTEKLİYOR Eylem organizatörlerinden Armağan Yılmaz’ın açılış konuşmasıyla başlayan gösteride sözü ilk Dr. Paul Williams aldı. Fethullah Gülen ve radikal islam karşıtı kitapları ve yazılarıyla tanınan Williams konuşmasına “merhaba Türkler” diyerek başladı ve konuşması boyunca sık sık Atatürk vurgusu yaptı.

  • Fethullah Gülen cemaatinin ABD’deki karanlık yapılanmasına
    ve işlediği suçlara
    değinen Williams,

Cemaatin Türkiye’yi getirdiği durumu da özetledi. Tayyip Erdoğan ve hükümetini de
sık sık eleştiren Williams Türkiye’nin laik demokratik bir hukuk devleti olduğunu ve kurucusunun da ilelebet yaşayacak olan Mustafa Kemal Atatürk olduğunu söyledi. Konuşması gösteriye katılanlar tarafından sık sık alkışlar ve sloganlarla kesilen Williams, Fethullah Gülen Cemaati konusunda çalışmalarına devam edeceğini ve bu konuyu özellikle Amerikalılar’a gerçek yüzüyle anlatmak için elinden gelen çabayı sarf edeceğini söyledi. Williams konuşmasında cemaatin CIA, Clintonlar ve Obama tarafından desteklendiğini ve

  • Cemaatin Afganistan’da CIA ile uyuşturucu ticaretini yönettiğini ve bugünkü Cemat gelirlerinin büyük bölümünün bu uyuşturucu parası olduğunu da sözlerine ekledi.

Williams, Gülen’in yaşadığı kasabaya sık sık geldiğini ve her geldiğinde çiftliğin üzerinde askeri helikopterlerin alçak uçuş yaptığını ve sık sık inip kalktığını da söyledi. Williams’ın bu iddiası Gülen’in evinin yakınındaki eylemin yapıldığı çiftliğin sahibi tarafından da onaylandı. Çiftlik sahibi de sürekli hale gelen helikopter uçuşlarından sıkıldıklarını ve artık buna bir son verilmesi gerektiğini belirtti. MAAŞINA EL KOYDULAR Williams’ın ardından kürsüye yine Fethullah Gülen karşıtı çalışmalarıyla tanınan Amerikalı aktivist Mary Addi geldi. Addi Gülen cemaati ve charter okullarında yaşanan yolsuzluklar ve işlenen suçlarla ilgili açıklamalarda bulundu. Addi eşinin de bir cemaat okulunda öğretmenlik yaptığını ve maaşına Cemaat tarafından el konulduğunu söyledi. Daha sonraki dönemde itiraz etmeleri üzerine eşinin hapse giden bir süreç yaşadığını da anlattı. Charter okullarındaki ayrımcılıktan, maaşlara zorla el koymaya kadar varan birçok suçu sıralayan Addi bu konuda ABD’de vatansever Türklere destek sözü verdi. YILLIK KAZANÇ 400 MİLYON DOLAR! Addi’nin ardından kürsüye çıkan araştırmacı Sharon Higgins ise Fethullah Gülen Gülen cemaati hakkında oldukça ilginç bilgiler paylaştı. Şu an halihazırda Amerika’da faaliyet gösteren 135 Gülen okulu olduğunu söyleyen Higgins bu okullarda şu an 50 binin üzerinde öğrencinin paralı olarak eğitim gördüğünü söyledi. Higgins, Gülen cemaatinin bu okullardan yıllık kazancının 400 milyon doları bulduğunu söylerken, kazanca yönelik vergi karşılığının ise olmadığını söyledi. TÜRKİYE’NİN MENFAATİ İÇİNDE YOKLAR Amerikalı konukların konuşmalarıını ardından kürsüye Türk Amerikan dernekleri federasyonu eski başkanı Kaya Boztepe çıktı. Boztepe hem İngilizce hem de Türkçe yaptığı konuşmasında Amerika’da yaşayan tüm Türkleri Fethullah Gülen cemaatine karşı birleşmeye çağırdı. Cemaatin, içinde Türkiye’nin menfaati olan hiçbir organizasyon ve konunun içinde yer almadığını söyleyen Boztepe’nin konuşması protestocular tarafından sık sık alkış aldı. Boztepe kendisinin tek bir ünvanı olduğunu ve onun da Kemalist olduğunu belirtti. DENİZ KUVVETLERİNDE CEMAAT TASFİYESİ Boztepe’nin konuşmasının ardından eylemcilerin yoğun alkışları ve tezahüratları eşlinde kürsüye Eski Deniz Harp okulu komutanı Türker Ertürk geldi. Ertürk’ün konuşması sık sık alkış ve sloganlarla kesildi. Ertürk konuşmasında cemaatin Deniz Kuvvetlerinde başlattığı operasyonlara değindi. Türkiye’nin AKP ve Cemaat tarafından ihanete uğradığını söyleyen Ertürk Cemaat-AKP kavgasında vatanseverlerin taraf olmadığını da sözlerine ekledi. “Biz buraya el-etek öpmeye değil gerçekleri açıklamaya ve Fethullah Gülen cemaatini gerçek yüzüyle herkese anlatmaya geldik.” diyen Ertürk, Cemaatin Türkiye’yi sürüklediği karanlık geleceği de anlattı. Türkiye’de verilen savaşın Atatürk’le ve Cumhuriyet’le olduğunu vurgulayan Ertürk, İslam coğrafyasından da örnekler verdi. Suriye konusuna da değinen Ertürk, Suriye’de muhalif diye anılan çetelerin ellerinde silahla dünyanın dört bir yanından gelerek insanları katlettiğini ve bunların Suriye’ye demokrasi değil bölünme getireceğini söyledi. Ertürk islam coğrafyasında bir sıralama yapsak içlerinde en demokratik olan ülkenin Suriye olduğunu söylerken, Türkiye’yi yönetenlerin ülkeyi Dünya’nın en geri, en anti-demokratik ülkeleri olan Suudi Arabistan ya da Mısır haline dönüştürmeye çalıştığını da belirtti. Ertürk konuşmasında Atatürk‘ün Türk kadınına kazandırdığı haklara da değinerek protestocular arasında yer alan kadınları Atatürk’e erkeklerden daha fazla sahip çıkmaya çağırdı. Ertürk’ün konuşmasının ardından eylem Gezi şehitlerinin anılması, İstiklal marşı ve saygı duruşu ile son buldu.

EYLEMDEN NOTLAR

Eyleme Amerika’nın dört bir yanından gelen yüzlerce Türk katıldı. Eylem alanını protestoculara tahsis eden Amerikalı çiftçinin sık sık Cemaat tarafından tehdit ve rüşvet teklif edildiği iddia edildi. Eylemcilerin iddiasına göre eylemden bir gün önce akşam saatlerinde çiftliğe giden Cemaat yöneticileri çiftlik sahibine “onların verdiği paranın iki mislini biz verelim iptal edin..” şeklinde teklifte bulunmuş ancak çiftlik sahibi Cemaat yöneticilerini kovmuş. Eylemde Türklerin yanı sıra çok sayıda Amerikalı da vardı. Hem kasabadan hem de çevre şehirlerden gelen Amerikalılar konuşmaları büyük bir dikkatle dinledi.

CEMAATTEN EYLEM KONTROLÜ

Cemaat üyeleri de eylemdeydi. Cemaat eylemde konuşulanları ve yaşananları tespit etmek için 6 kişilik bir ekip görevlendirdi ve eyleme gönderdi. Ancak protestocular tarafından kolayca fark edilen cemaat üyeleri sık sık tepkilerin odağına oturdu. Hatta fotoğraf çekmeye çalışan iki cemaat üyesine eylemciler pankart ve Atatürk posteri vererek fotoğraflarını çektiler. Anadolu Ajansı da tepkinin odağındaydı. Cemaate yakınlığıyla bilinen Anadolu Ajansı’nın Amerika Temsilcisi de eylemdeydi ancak protestocular tarafından yoğun tepkilerle karşılaştı. AA temsilcisine sık sık “tetikçi olma gazeteci ol”, “hainlik etme vatansever ol” gibi sloganlarla tepkilerini gösterdiler.

KASABADA YAŞAYANLAR İLGİ GÖSTERDİ

Kasaba sakindi. Bir önceki eylemin bir gün öncesinde cemaat tarafından yoğun bir kara propaganda çalışması yapılan kasaba bu kez endişeli görünmüyordu. Kasaba sakinleri eylemcileri sevgiyle karşıladı. Hemen hepsi evlerinden çıkıp konvoy halinde geçen eylemcilere el salladı. Hatta Fethullah Gülen’in hemen yanındaki çiftliğin sahibi bundan sonra eylemcilere kapısının açık olduğunu ve bir sonraki eylemi kendi yerinde düzenlemelerini istedi. Bir önceki eylemde cemaat tarafından dağıtılan “girilmez” şeritlerini bahçelerine çeken kasaba sakinleri bu kez aynı şeyi yapmadı. Sadece 4 ev yine girilmez şeritleri çekti ancak kasabanın tamamının bu kez buna uymadığı görüldü. İlk eylemde tüm park yerlerini kapatan kasaba sakinleri bu kez aynı uygulamayı yapmamıştı.

KONVOY KAPISINA DAYANDI

Çiftlikteki eylemin hemen ardında yüzlerce araçlık konvoyla harekete geçen protestocular Türk bayrakları ve Atatürk posterleri ile donanmış araçlarıyla Gülen’in kapısının önünde eylemi sürdürdüler. Kapının önüne her gelen araçtan atılan sloganlar ve verilen tepkiler cemaat üyelerinin içeri kaçmasına sebep oldu. Kasaba da trafiği bir süre kitleyen eylemciler konvoyla yapılan 5 turun ardından evlerine döndü.

ABD MEDYASI İLGİ GÖSTERDİ

Eyleme ABD medyasından da katılımlar vardı. Hem yerel hem de ulusal birçok medya kuruluşu eylemi takip etti. ABD medyasının eylemcilerle röportaj yapması dikkat çekti.

İLGİNÇ PANKARTLAR

Protestocular eylem için oldukça ilginç pankartlar hazırlamışlardı. Pankartlara Gezi direnişi ve Fethullah Gülen-AKP-Obama ilişkisi damga vurdu. Ayrıca protestocular bastırdıkları yüzlerce Atatürk maskesini yüzlerine taktılar. Gezi direnişinde yaşamını yitiren direnişçiler de unutulmadı. Direnişte yaşamını yitiren 5 kişinin fotoğrafları da poster haline getirilerek protestocular tarafından hem ABD basınına hem de Amerikalı konuklara gösterildi.

“BİR GECE ANSIZIN GELEBİLİRİZ”

Protestocular hem eylem başlangıcında hem de eylem bitiminde bu eylemlerin genişleyerek süreceğini ve Cemaati ABD gündemine oturtana ve gerçek yüzünü anlatana dek pes etmeyeceklerini söylediler. Cemaate de mesaj gönderen protestocular “bir gece ansızın gelebiliriz” sloganlarıyla bu işin burada bitmediğini belirttiler. Eylem organizatörlerinden Armağan Yılmaz, Fethullah Gülen karşıtı eylemlerin Amerika’da genişletilerek büyüyeceğini ve sürdürüleceğini söyledi. Yılmaz, ilk eylemden sonra büyük yol katedildiğini ve ikinci eylemle birlikte artık cemaatin kendisini gizleyemediğini ve afişe olduğunu belirtti. Yılmaz, Cemaat ABD’de tüm gücünü kaybedip çöp kutusuna atılana dek bu mücadelenin süreceğini ve Amerika halkını cemaat konusunda ellerinden gelen tüm imkânlarla bilgilendireceklerini de belirtti. Nihai amaçlarının Türkiye’deki ihanet şebekesinin yıkılması olduğunu belirten Yılmaz, AKP-Cemaat kavgasında taraf değil cenazeyi kaldıranlar olacaklarını
ve ihanet odaklarının geldikleri gibi gideceklerini söyledi. Cemaate yakın Golden Generation Worship and Retreat Center Başkanı Bekir Aksoy imzasıyla kasabada yaşayanlara dağıtılan sakinleştirici bildiriler dikkat çekti. (3.9.13)

Ergenekon Davası’na Yeniden Bakmak


Dostlar,

Sayın Merdan Yanaradağ, YURT Gazetesi‘ndeki son derece nitelikli yazılarını sürdürüyor. 5 Ağustos 2013 Silivri karar duruşması öncesinde kaleme aldığı aşağıdaki makale de çok ufuk açıcı ve düşündürücü.

Sayın Yanardağ’ı birikimi ve katkıları bakımından saygı ile selamlıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
Ören – Burhaniye, 2.8.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Not : 31 Temmuz Dikili paneli sonrası birkaç gün tatil yapmaya çabalıyoruz.
Bu arada sitemizden sizlere iletilerimizde de bir “tatil modu” görünüyor sanırız..
Bu Panelin önemli notlarını sizlerle paylaşacağız..

=======================================

 

Ergenekon Davası’na Yeniden Bakmak

portresi

 

MerdanYANARDAĞ
merdan.yanardag@yurtgazetesi.com.tr

 

Türkiye tarihinin hiç kuşku yok ki en önemli yargılamalarından biri olan
Ergenekon Davası’nda artık sona gelinmiş durumda.

Silivri Mahkemesi 5 Ağustos 2013 günü kesin kararını açıklayacak.
Bir sürpriz beklemiyorum. Bildiğiniz gibi Balyoz Davası‘nda sanıkların
neredeyse % 90’ına ceza verildi.

Özel Mahkemelerde görülen ve darbe rejimlerine özgü bir yöntemle sürdürülen
bu davalarda adil yargılamanın yapılmadığıve hukukun açıkça ihlal edildiği biliniyor.

Çünkü bu davalar ile son

  • Cumhuriyetçi kadrolar ordudan, bürokrasiden ve geleneksel
    iktidar blokundan tasfiye edildi.

Böylece 60 yıla yayılan karşı devrim süreci tamamlandı.

1. Cumhuriyet tasfiye edildi.

Gerici iktidar bloku, siyasal hedeflerine ulaşmasının önünde engel oluşturabilecek kurumları, kadroları, yargı bürokrasisini, toplum önderlerini, aydınları, gazetecileri, askerleri ve politikacıları polis ve adliye zoru kullanarak bir süre için etkisizleştirdi.

Özellikle Balyoz Davası’nda NATO’dan çıkmak isteyen, Rusya, Çin, İran ve Suriye ile Avrasya odaklı bir ittifak kurarak ABD’yi ve NATO’yu dengelemeyi planlayan,
Kürt sorununu Türkiye merkezli olarak ve siyasal yöntemlerle çözme çizgisine yaklaşmış bir ekip imha edildi.

Rejim değişikliğini hedefleyen örtülü darbenin enstrümanı olarak kullanılan bu soruşturmalar nedeniyle, yaklaşık 200 yıldır kesintilerle sürdürülen; 1908, 1923 ve 1960 dönemeçlerinde gerçekleştirilen tarihsel atılımlarla en yüksek dalga boylarını yakalayan Osmanlı-Türk modernleşme ve aydınlanma süreci kesin bir kırılmaya uğradı.

İdeolojik bakımdan burjuva aydınlanmasının ocaklarından biri olan Harbiye,
İmam Hatip karşısında yenildi. Bu tespit, tarihsel bakımdan geçici bir duruma
işaret etse de artık bir olgudur.

Elbette kavga bitmiş değil. Olamaz da… Tersi, tarihin doğasına ve sosyolojik bakımdan toplumsal ilerleme yasasına aykırı. Ancak açıklıkla tespit edilmeli ki, Tanzimat’tan beri iki çizgi arasında süren mücadelede inisiyatif artık İslamcı-muhafazakâr kanadın elinde. Bu olgu bilince çıkarılmadan, doğru bir
mücadele anlayışı geliştirmek de mümkün değil.
***
Soğuk Savaş dönemiyle birlikte, yaklaşık 60 yıldır solcular, sosyalistler ve solcu Kemalistler devletten tasfiye ediliyor. Öyle ki, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinin bir amacı solu ve sosyalistleri imha etmekse, diğer amacı da bürokrasi ve TSK’dan ‘solcu Kemalistleri’ tasfiye etmekti.

Cumhuriyetin başlangıç ilklerini ve kuruluş varsayımlarını terk eden, deyim uygunsa kendi devrimine ihanet içindeki TSK ve Batıcı Cumhuriyet burjuvazisi, gericilikle ittifak halinde 60 yıldır kendi solunu tasfiye etmekle uğraştı. Sol, özellikle sosyalist sol, Cumhuriyeti aşmaya, onu tarihsel ve toplumsal bakımdan daha ileriye taşımaya çalışıyordu.

Solun bu iddiasını güçlü şekilde ortaya koyması, Cumhuriyetin de daha geriye çekilmesini önlüyor ve bir denge kuruluyordu. Bu nedenle solu tasfiye edilen Cumhuriyet aslında bütün gücünü de yitirdi. Bu büyük tasfiyenin tarihi 12 Eylül 1980 darbesidir.

Bu açıdan bakıldığında, AKP iktidarı bir yanıyla 12 Eylül’ün çocuğu diğer yanıyla da 60 yıllık karşı devrim sürecinin ürünüdür.

Solu hoyratça ezen, onun karşısına İslamcıları ve ırkçı milliyetçileri dikerek, gericiliği ve muhafazakârlığı besleyen sağcı Kemalistler, bu tutumlarının bedelini bugün çok ağır şekilde ödedi. İstanbul sermayesi ve Kemalistler, sonuçta kendilerini Türkiye gericiliği ile baş başa buldu. Artık yalnız kalmışlardı ve kendi Cumhuriyetlerini savunacak güçleri de yoktu. Sonuçta büyüttükleri güç kendilerini tasfiye etti.
Ergenekon ve Balyoz gibi davalardan sonra bugün Koç Grubu’na mahkeme kararıyla yapılan mali inceleme baskınının anlamı da buradadır.
***
Türkiye solunun önemli bir kesimi, Ergenekon ve Balyoz gibi davaların gerçek anlamını ve tarihsel niteliğini kavrayamadı. En iyi ihtimalle gelişmeleri salt egemen sınıflar içindeki bir çatışma, kendilerini ilgilendirmeyen bir itişme olarak gördü.
Önemli bir kesimi ise, inanılır gibi değil ama bu soruşturma ve davaları demokratikleşme hamleleri olarak değerlendirip AKP iktidarını destekledi. Referandumda “yetmez ama evet” dedi. Gerici tehlikeyi görmedi. Bu, iyi niyetli bir yorumla tam bir aymazlık halidir…

Oysa bu davaların nedenini kavramak için çok derin bir analiz yeteneğine, yorumlama gücüne ve yüksek bir birikime bile gerek yoktu.

MODERNLEŞME PARADİGMASI

Tam da 5 Ağustos öncesinde, yukarıda çizmeye çalıştığım tablonun nasıl oluştuğuna, bu tablonun tarihsel, siyasal, kültürel kaynakları ve nedenlerine
burada bir kez daha bakmakta yarar var.

Türkiye’de 1. Cumhuriyetin tasfiye edilmesi ve bir ılımlı İslam rejimi kurulmasının teorik temeli ve tarihsel gerekçesini, Müslüman ülkelerdeki Batı tipi modernleşme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlandığı varsayımı oluşturuyor.

İslam dünyasının tarihine, coğrafyasına, kültürüne/dinine ve toplumsal dokusuna özgü; Batı’yla uyumlu yeni bir modelin oluşturulması gerektiği uzunca süredir
ABD medyasında ve akademik çevrelerde tartışılıyordu. Dolayısıyla, “Ilımlı İslam” kavramı ve stratejisi, ABD ve Batılı ortaklarının aktüel ihtiyaçlarının bir sonucu olduğu kadar, bir fikri arka plana ve tarih tezine de dayanıyordu.

İşte bu tezin bir hipotez olmaktan çıkıp, hayat ve tarih içinde sınanmış bir modele dönüştürülmesi gerekiyordu. Bu model Türkiye olacaktı.

Çünkü en uygun ülkenin, modernleşme ve aydınlanma sürecinde görece başarılı olan, ancak sorunlarını aşamamış Türkiye’nin olabileceği düşünülüyordu.
Elbette Türkiye için istenen yeni bir Suudi rejimi değildi. Ama laik, modern ve demokratik bir cumhuriyet hiç değildi. Türkiye’yi İslam dünyasına daha çok yakınlaştıracak, hatta bu ülkelere liderlik yapmasını sağlayarak radikal eğilimleri terbiye edecek düşük yoğunluklu bir İslamizasyon yeterli görülüyordu.
***
Türkiye’de rejimin çok partili ve seçimli bir İslam cumhuriyeti yönünde dönüştürülmesi; ABD’nin doğrudan ve tam olarak sağlayamadığı bölge hegemonyasının Ankara üzerinden tahkim edilmesi demekti. Elbette bu projenin
tek bir koşulu vardı; İslamcı olan fakat Türkiye-ABD ilişkilerini bozmayacak nitelikteki kadroları iktidara taşımak…

İşte AKP bu ihtiyacın ve konjonktürün ürünüydü. Bu yanıyla AKP, iç dinamiklere dayanan bir siyasal güç olduğu kadar, asıl iktidar kudretini dış dinamiklerden alan bir hareketti.

Bu konuda Amerikan politikasına yön veren düşünce şöyle özetlenebilir :

Laik ve cumhuriyetçi Türkiye, İslam dünyasını etkileyemeyecek kadar bu ülkelerden uzaklaştı. Dolayısıyla Müslüman toplumlara bir model oluşturabilmek için, öncelikle (formel bakımdan da olsa) İslam’la demokrasiyi buluşturacak bir siyasal düzen yaratmak gerekiyordu.

Müslüman toplumlar artık seküler/laik bir ülke olmak hedefini bir yana bırakmalıydı. Tunus’ta ve Mısır’daki Müslüman Kardeşler iktidarlarının da Suriye’ye yönelik gerici ve emperyalist saldırının da anlamı buydu.

Öyle anlaşılıyor ki, Mısır’da Muhammed Mursi’nin halk tarafından devrilmesi tam bir tarihsel dönüm noktası oluşturuyor.

Çünkü bu gelişme Siyasal İslamcı rejim denemelerinin kesin bir yenilgiye uğradığına işaret ediyor.
‘Tahrir Devrimi’ni çalan Mursi ve Müslüman Kardeşler deneyi kesin olarak başarısızlığa uğramış durumda.

Soğuk Savaş döneminde NATO’nun “Yeşil Kuşak” stratejisine kurban edilen ‘Modern Türkiye’ 2000’ler dünyasında da “Ilımlı İslam” kumarında harcanmış görünüyordu. Suriye’nin emperyalizm ve gericiliğe karşı başarılı vatan savunması, Mısır’da İslamcı Mursi’nin devrilmesi dünyada tarihin akışını
yeniden doğal yatağına taşırken, Türkiye’de ise Gezi Direnişi bütün tabloyu değiştirdi.

Daha aydınlık bir ülke ve dünyanın eşiğinde olduğumuza şüphe yok.
Merdan Yanardağ
http://www.yurtgazetesi.com.tr/ergenekon-davasina-yeniden-bakmak-makale,5257.html, 28.7.13

Prof. Alpaslan Işıklı’nın 14 Nisan 2007 Konuşması Videosu ve Metni

Dostlar,

Arkadaşımız Sayın Duran Aydoğmuş, çok değerli bir erişke (link) paylaştı…

Rahmetli Prof. Alpaslan Işıklı‘nın 14 Nisan 2007 günü Ankara Tandoğan’da
ilk Cumhuriyet Mitinginde yaptığı nefis konuşmanın video kaydı.. (Yaklaşık 10 dakika)

http://www.youtube.com/watch?v=XSIkeLSDR1E

Bir kez daha mutlaka dinlenmeli, izlenmeli.
Biz o gün, 14 Nisan 2007 günü orada, Tandoğan’daydık ama bir kez daha
çok heyecanla ve konuşma içeriğindeki isabetli öngörüyü saygı ve hayranlıkla izledik..

Bu erişkeye ek olarak, Işıklı hocamızın bu konuşmasının metnini de biz eklemek istiyoruz..

Teşekkürler çooooooooooook değerli Işıklı hocamız..

Bizi aydınlatmayı sürdürüyor bıraktıklarınız..

Sevgi ve saygı ile.
18.7.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

divider_yesil_fiyonk

14 NİSAN 2007, TANDOĞAN, ANKARA

CUMHURİYET MİTİNGİ KONUŞMASI

Alpaslan IŞIKLI

portresi

Değerli Atatürkçüler,
Yurttaşlar, Sevgili dostlar, gerçek demokrasinin aşıkları,

Bu gün dost da düşman da kabul etmektedir ki, son zamanların en önemli etkinliklerinden birisini gerçekleştirmek üzere burada toplanmış bulunuyoruz.
Bu gün burada tarih yazmaktasınız.

Türkiye, 14 Nisan’da, 24 Ocak ve 12 Eylül sarmalıyla ivme kazanmış bir sürecin sonucunda sırtına giydirilmiş bulunan deli gömleğini yırtıp atmak noktasına gelmiştir.

Bu etkinliğimizin önemi, odaklaştığı sorunların ciddiyetiyle bağlantılıdır.

Karşı karşıya bulunduğumuz tehlike, bir kişinin Cumhurbaşkanı olup olmaması sorununu çok aşan boyutlardadır. Sorun, yalnızca ülkemizin değil, tüm insanlığın,
tüm gezegenimizin kaderiyle ilgilidir.

Günümüzün küresel egemenleri yaklaşan sonlarını birazcık da olsa erteleyebilmek için, tırnaklarını Dünyamıza biraz daha derinden geçirmek telaşı içindedirler.

Sonuçta kendi sonlarıyla birlikte her şeyin sonunu getirebilecek bir pervasızlığa kapılmışlardır.

Yeni bir haçlı seferi başlattıklarını ilan edecek kadar gözleri kararmıştır. Küreselleşme dediklerinin, geçmişin haçlı seferleri gibi ilkel bir çapulculuktan ibaret olduğu giderek anlaşılmaktadır. Küreselleşme söylemleri arkasında, yeryüzünün yoksullarına karşı ilan edilmiş bir soyguna ve saldırıya tanık olmaktayız.

Bu bağlamda, ülkemizi ve ulusumuzu özel bir özenle hedef seçtikleri anlaşılıyor.

Biz, yeryüzünün en kıymetli doğal kaynaklarına uzanan yolun başında konumlanmış bulunuyoruz.

Biz, yirminci yüzyılın başında mazlum milletlerin emperyalizme karşı başkaldırısına öncülük etmiş olan bir ulusun evlatlarıyız. Onlara yüce önder Atatürk’ün önderliğinde verdiğimiz dersi biz unutsak bile onlar unutmuyorlar. Bu nedenledir ki bizimle çok ayrı bir hesapları var.

Bugün için bizi özel bir nezarethaneye kapatmayı başarmışlardır.

Bu nezarethane, Avrupa Birliği’nin bekleme odasıdır.
Gardiyanları da içimizdedir, başımızdadır.

Bu arada, ülkemizin içinde bulunduğu bölgede, 22 kadar ülkenin coğrafyasını değiştireceklerini açıkça ilan etmiş bulunuyorlar. Coğrafya değiştirmenin nelere mal olacağını yanı başımızdaki Yugoslavya’da, Irak’ta gördük, görmekteyiz.

Bize yönelik emellerini gerçekleştirmek üzere, içimizde, onların emirlerini yerine getirmekle görevli değişik kılıklardaki kadrolar seferberdir.

Bunların her biri, savunduklarını iddia ettikleri amaçların tümüyle ters doğrultudaki emellere hizmet etmekteler.

Bir bölümü sözüm ona dindardır. Aslında en büyük kötülüğü İslam dinine yapmaktadırlar. Yeryüzünün en son ve en gelişkin dinini, ilkel Afrika dinleri gibi sakaldan ve türbandan ibaret bir aksesuar fetişizmine indirgeme çabası içindedirler. Küresel efendileri İslam’ı hazmedememekte. Bunun için İslam’ı bırakmış,
ılımlı İslam‘ı” icat etmişlerdir.

  • Ilımlı İslam emperyalizme teslim olmuş İslam demektir.
    Yani İslam’dan başka bir şeydir.

Minareler süngümüzdür demişti.
Geldi, Haçlı seferlerini yapanların eş başkanlığını kabullendi.
Bu arada, Irak’ta yıkılmayan minare kalmadı.

Bunların zamanında Hıristiyan misyonerliği başını alıp gitmektedir. İstanbul’u, başında Ortodoks Patriği’nin bulunduğu bir dükalığa dönüştürmek isteyenlerin iştahları iyiden iyiye kabarmıştır.

Bunlar, İslam’a öylesine itici bir çehre yüklemişlerdir ki, bir kısım yurttaşlarımız,
“hepimiz Ermeni’yiz” diye bağırarak sokaklara dökülmek noktasına gelmişlerdir.

Bir başka bölümü, Güneydoğu’daki yurttaşlarımızın haklarını savunmak görüntüsüne bürünmüş bölücülerdir. Gerçekte ise bu yurttaşlarımıza kestaneyi ateşten alma rolünü oynatmak istedikleri açıktır.  Bu nedenledir ki, Avrupa Birliği, büyük bir rahatlıkla Dicle-Fırat bölgesinin yönetimini uluslararası komisyona vermeyi planladığını gizlememektedir. Bölücülerin görevi, kuzuyu sürüden ayırmaktır. Etraf, kuzuyu yemek için sabırsızlanan kurtlarla doludur.

Bir bölümü de Cumhuriyetimizin yerine daha demokratik bir cumhuriyet kurma yalanıyla
ortaya çıkmıştır. Bunlar numaracı cumhuriyetçilerdir. Bunların asıl amaçları da Ankara’nın yerine Washington’u, Brüksel’i egemen kılmaktır. Hedefleri bağımsızlığımızı tümüyle sona erdirmektir. Böylece demokrasinin en temel koşulunu yok etmiş olacaklardır.

Bu tür unsurların desteğiyle yürütülen politikalar, ülkemizi tam bir dar boğaza sokmuştur.

Satılmayan ekonomik varlığımız kalmamıştır. Son olarak, sistemin kalbi demek olan bankalar satıştadır. Artık, esnafımız, köylümüz, kredi için, bankaları ele geçirmiş olan başta Yunanlı olmak üzere değişik ülkelerin kapitalistlerine el açmak zorunda kalacaktır. Tabiatıyla eli boş kalacaktır.

  • Türkiye’nin sanayisi durmuş; tarımda kendine yeterli birkaç ülkeden biri olan
    ülkemizin tarımı tam bir yıkıma sürüklenmiştir. 

Sonuçta, Mehmetçiğin kanından başka satacak şeyimiz kalmadığını yüzümüze karşı
Soros’un ağzından söyleme cesaretini bulabilmişlerdir.

Petrolümüzün yağmalanması şimdilik, Sayın Ahmet Necdet Sezer’in sayesinde ertelenmiştir. Sezer’e buradan saygı, sevgi ve şükran duygularımızı gönderiyoruz.

Bizim bu toplantımız böyle bir dönemde gerçekleşiyor.

Bu toplantımıza gölge düşürmek için akıl almaz yollara başvurdular.

Biz darbecilere destek oluyormuşuz. Asıl darbeci kendileri. Anayasa Cumhurbaşkanı’nın azınlığı temsil eden bir partinin değil, tüm ulusun temsilcisi olması için bir hüküm öngörmüş; Meclis’in toplanıp bu konuda karar alabilmesi için belli bir çoğunluk koşulu belirlemiş. Biz bunu tanımayız diyorlar. Pek çok saygın ve yetkin hukukçunun uyarısına rağmen açıkça Anayasayı çiğneyeceklerini söylüyorlar.
Biz Anayasaya uyulmasını istiyoruz.

Bizim hukukumuz, hüküm giymiş insanların milletvekili olamayacaklarını öngörüyor.
Onlar, milletvekili olan, başbakan olan, cumhurbaşkanı da olur diyorlar. Cumhurbaşkanı olacağım derken, Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla milletvekilliğinin de başbakanlığın da tehlikeye düşeceğini görmek istemiyorlar.

Biz Anayasanın ve hukukun uygulanmasını istiyoruz. Onlar Anayasayı hukuku tanımayan bir darbenin peşindeler.

Biz, Atatürk’ün yerine, ancak tüm ulusu kucaklayan bir Atatürkçü oturabilir diyoruz!

Bu toplantıya katılanların darbecilere destek olacakları yalanı, çoğu dolar ve avro kancasına takılmış bulunan bazı kuruluşların liderlerinin zihinlerini bulandırmaya yetmiş görünüyor.

Bu nedenle bu toplantıya katılmakta ayak sürüyen bazı örgüt liderleri olduğunu biliyoruz. Ama onların tabanındakiler bu yalanlara kanmadılar ve buraya gelerek aramıza katıldılar. Gelmeyenler, tabandan yoksun bir biçimde sırça köşklerinde kendi başlarına kaldılar.

Bu bir koşudur. Bu koşuda elbette ki attan düşenler de olacaktır.

Büyük ozanın deyişiyle “atları rüzgâr kanatlılar”ın kaybedecek vakti yoktur.

Biz kimiz?

Bu meydanları dolduranlar kimlerdir? Biz atları rüzgâr kanatlılarız.

Atatürkçüler, cumhuriyetçiler, alın terleriyle kazandıkları paralarla yurdun dört bir köşesinden buraya geldiler. Ülkeyi Dubailere ve Ortadoğu prenslerine birtakım köşklerde pazarlama girişiminde olanların akılları halkın gücünün nelere kadir olduğunu anlamaya yetmez.

Biz kimiz?

Biz Kubilay’ız!

Biz Uğur Mumcu’yuz!

Biz Ahmet Taner Kışlalı’yız!

Biz Hablemitloğlu’ yuz!

Biz Eşref Bitlis’iz!

Biz Bahriye Üçok’uz!

Biz saymakla bitmeyiz. Biz, bir ölüp bin dirilenlerdeniz.

Bitmedi.

Biz kimiz?

Biz Mustafa Kemal Atatürk’üz.

Evet o burada.

O bizimle birlikte olduğu içindir ki, dün zafer bizim oldu.

Bugün de yarın da zafer bizim olacaktır.

divider_yesil_fiyonk

Reyhanlı-Washington Hattında Yaşanan Siyasal Sefalet


Dostlar
,

YURT Gazetesi yazarlarından Sayın Merdan Yanardağ, son derece namusulu ve derin birikimi olan bir yazar. Haftanın yorumu yazısını paylaşmak istiyoruz.
Çok öğretici ve düşündürücü bir kaynak yazı olarak okunmalı ve üzerinde düşünülmeli. Rahmetli Uğur Mumcu geleneğine uygıun “araştırmacı gazetecilik” çizgisi
Sn. Yanardağ’da egemen.

  • Reyhanlı-Washington Hattında Yaşanan Siyasal Sefalet

Sevgi ve saygı ile.
25.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================

Reyhanlı-Washington Hattında Yaşanan Siyasal Sefalet

Merdan YANARDAĞ

Reyhanlı saldırısının Türkiye’nin Suriye’ye doğrudan askeri müdahalede bulunmasını isteyen güçlerin düzenlediği bir provokasyon olduğundan hiç kuşkumun olmadığını daha önce de yazdım. Olayların akışı, elimize ulaşan bilgiler, Ortadoğu ve Suriye haberleri konusunda uzman olan arkadaşımız Ömer Ödemiş’in bölgeden gönderdiği haberler, bu analizi (çözümlemeyi) yeniden ve yeniden doğruladı. Bu gerçeği görmek için yüksek bir analiz yeteneğine sahip olmak gerekmiyordu. Biraz analitik düşünmek, bilimsel kuşkuculuğa sahip olmak ve eleştirel aklı devreye sokmak yetiyordu.

Ancak böyle olmadı; yandaş, muhafazakâr ve iktidar yanaşması holding medyası tam anlamıyla bir bilgi kirliliği yarattı. Gerçeğin ve olguların üzerini örttü. İktidarın açıklamalarını doğrulayacak haber yapmak için adeta bir biriyle yarıştı. Ortada gerçek bir rezalet ve gazetecilik sefaleti vardı.

Oysa Reyhanlı katliamının siyasal sorumlusu AKP iktidarıydı. Bu nedenle suçüstü yakalanan hükümet büyük bir telaşla gerçeklerin üstünü örtmeye çalıştı. Bir yandan Reyhanlı için yayın yasağı koyarken, öbür yandan da 30 yıldır hiçbir faaliyetinin bulunmadığı ve dağıldığı Emniyet raporlarıyla sabit olan  Marksist sol bir örgütü, 24 saat içinde saldırıların faili ilan etti. Ancak iki gün içinde anlaşıldı ki, asıl “Acilci” olan AKP Hükümeti’ydi.

Çünkü Emniyet ve MİT’ten gelen açıklamalar, Reyhanlı katliamının THKP-C Acilciler örgütüyle hiçbir ilgisinin olmadığını, bu örgütün artık faaliyette bulunmadığını ve dağıldığını bir kez daha teyit ediyordu.

Bu pis oyunu YURT Gazetesi bozdu. Yayın yasağı ile hükümetin suçunu örtmeye çalıştığı, haberin ve bilginin karartıldığı bir dönemde YURT, gerçeğin sesi oldu.  Reyhanlı’yı kana bulayan güçlerin siyasal İslamcılar, küresel cihatçı teröristler ve ortaçağ artığı Selefiler olduğunu ortaya çıkardı. İsrail’in MOSSAD’ı gibi istihbarat örgütlerinin rollerine işaret etti ve nedenlerini açıkladı.

***

Dolayısıyla AKP Hükümeti’nin hem Suriye hem de Reyhanlı fiyaskosu büyüyor.

İki yıldır beklediği ABD gezisine çıkan ve  ABD Başkanı Barack Obama ile Beyaz Saray’da toplam 5,5 saat görüşen Başbakan Tayyip Erdoğan, büyük bir hayal kırıklığı ile dönüyor. Çünkü Beyaz Saray’da AKP heyetine tam bir ‘Suriye ayarı’ verildi.

Ganimetten pay kapma açgözlülüğü ve kendisini iktidara taşıyan efendisine diyetini ödeme gayretiyle Suriye’de kirli savaşı bütün gücüyle destekleyen AKP, tam bir dış politika iflası yaşıyor. Çünkü Obama yönetimi, Suriye’ye doğrudan bir askeri müdahale yapılamayacağını görmüş ve bu niyetinden vazgeçmiş durumda.  Ancak, imam hatip tedrisatıyla malûl olan AKP Hükümeti ve onun Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bu değişimi hiçbir zaman kavrayamadı. Bu nedenle Başbakan Erdoğan, “Batı bizi yalnız bıraktı.” diye sızlanmaya başladı.

Beyaz Saray’da ortak basın toplantısı yapan Obama ve Erdoğan fotoğrafı görülmeye değerdi. ABD televizyonları Erdoğan konuşurken kendi olağan yayın akışlarına dönüyorlar, Obama’yı ise canlı yayınlıyorlardı. Kimsenin Erdoğan’ı ve taşeron hükümetini “iplediği” yoktu.

Obama konuşmasında Suriye’ye bir askeri müdahale seçeneğinden söz etmediği gibi,

“Elimizde sihirli bir formül yok” diyordu. Yanında MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı götürerek
Suriye’de Esad yönetiminin kimyasal silah kullandığını kanıtlamaya çalışan Erdoğan’a Obama, “Bu bilgi kesin değil, araştırmalarımız sürüyor.” diye yanıt veriyordu.

Erdoğan’ın daha önce “İpe un sermek” dediği, Cenevre’de Rusya’nın inisiyatifiyle düzenlenecek Suriye görüşmelerine de “evet” diyordu. Cenevre’de Rusya ile görüşmeleri sürdüreceklerini de belirten ABD Başkanı şöyle devam ediyordu :

“Bunun yerine yapacağımız şey, uluslararası baskıyı artırmak, muhalefeti güçlendirmektir.”

Tablo açıktı; AKP’nin de bir parçası olduğu küresel gerici koalisyon ve emperyalist kuşatma yenilgiye uğramıştı. ABD yeni duruma uygun bir politika oluşturuyordu.
Tablo böyle olduğu halde, yandaş Türk basınının tutumu yine utanç vericiydi. Bazı gazetelere ve televizyonlara bakılırsa, ABD ve müttefikleri neredeyse bu hafta sonu Suriye’ye gireceklerdi.

BEYAZ ADAM ve UŞAKLARI

Türkiye’de 1. Cumhuriyet’in tasfiye edilmesi ve bir ılımlı İslam rejiminin kurulması, entelektüel düzeyde Müslüman toplumlardaki Batı tipi modernleşme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlandığı varsayımına dayandırılıyor.

Amerikan dış politikasına yön veren yeni muhafazakâr ekip, laik ve cumhuriyetçi Türkiye’nin İslam dünyasını etkileyemeyecek kadar ondan uzaklaştığını düşünüyordu. Dolayısıyla Müslüman toplumlara bir model oluşturabilmek için “İslamla demokrasiyi birleştirecek” bir ılımlı İslam ülkesi yaratmak gerektiği tezini de sıkça işliyorlardı.

New York Times Gazetesi’nin uzun süre Türkiye ve Ortadoğu muhabirliğini yapan Stephen Kinzer, Türkiye’nin neden bir ılımlı İslam ülkesi olması gerektiğini şöyle anlatıyor:

  • “Türkiye’nin modern tarihinin büyük bir bölümünde Müslüman dünya onu bir dönek olarak görmüştü. Atatürk’ün reformları Türkiye’yi İslam’ın o kadar uzağına taşımıştı ki, dinsel meşruiyeti kaybolmuş gibi göründü. Bunun yanı sıra Washington’un uşağı gibi algılanmış ve birçok Müslümanın nefretle karşıladığı Amerikan politikalarını benimsiyor diye damgalanmıştı. … Günümüzde bu itirazlar Türkiye için geçerliliğini yitirmiştir. Dindar Müslümanlar tarafından yönetilmektedir ve kendi dış politikası vardır. (…) Türkiye yeni arzusuna karşı hemen hiç direnişle karşılaşmadı. Sadece kendisinden istendiğinde müdahale ederek ve geniş yelpazedeki hükümetlerle ve hiziplerle iyi ilişkiler kurarak başka hiçbir ülkenin oynayamayacağı bir rolü oynamaktadır. (…) Osmanlı geçmişi ona büyük bir tarihi ağırlık vermektedir.”
    (Stephen Kinzer. Türkiye, İran ve Amerika’nın Geleceği, İletişim Yay., Mart 2011 İstanbul, syf. 217)

Kinzer gibi gazeteci ve siyaset yapıcılarının yaklaşımına göre; İslam dünyasına model olacak ve bu dünyaya liderlik yapacak, “Dindar Müslümanların yönettiği” bir Türkiye, ABD’nin uzanamadığı coğrafyalara ve kültürlere erişim yeteneği nedeniyle Washington’un küresel amaçlarına çok daha iyi hizmet edecektir.

Ancak bütün bunların gerçekleşmesi için İslam dünyasından uzaklaşan laik bir cumhuriyet değil, ılımlı da olsa bir İslam devleti olmak gereklidir.

İşte bu nedenle Türkiye’de 1. Cumhuriyet tasfiye edildi.

Yine bu nedenle kurucu ideoloji diyebileceğimiz Kemalizm de Ergenekon soruşturmaları üzerinden bir “suç ideolojisi” haline getirilmek istendi.

***

Bu siyaset planlaması, genel olarak Müslüman ve Arap toplumlarındaki “modernleşme” hamlelerinin başarısızlıkla sonuçlandığı varsayımına dayanır. Modernleşme girişimlerinin yenilgiyle sonuçlanması, burjuva anlamda da olsa demokratik ve laik bir hukuk devleti olma projelerinin de çökmesi anlamına geliyordu. İşte bu nedenle Ortaçağ artığı Körfez Emirliklerine ve Suudi diktatörlüğüne hiç ses çıkarmadıkları halde, Arap dünyasının yarı laik cumhuriyetlerini yıktılar. Batılı ‘beyaz adam’ modernitenin kendisine zemin bulamadığını ileri sürdüğü bu toplumlara büyük bir yalan ve ikiyüzlülükle bir kez daha uygarlık ve demokrasi götürmeye soyundu. İşte BOP ve onun 2. etabı olan “Arap baharı” tam olarak bu anlama gelmektedir.

Amerika’da Ortadoğu ve İslam dünyasına ilişkin konulardaki tartışmasız “bilirkişi” sayılan
Prof. Bernard Lewis şöyle yazıyor:

  • “Neredeyse bütün İslam dünyası yoksulluk ve zulüm koşullarında yaşıyor. Bu sorunların ikisi de dikkatleri özellikle başka yerlere çekmek isteyenler tarafından ABD’ye fatura ediliyor. (…) Müslüman dünyada sadece Batı’yla değil Doğu Asya’nın hızla gelişen ekonomilerine kıyasla, giderek iflas eden ekonomik durum bu hayal kırıklığını körüklüyor.“ (…) Arap ülkeleri Batı türü modernleşme kervanına daha geç bir tarihte katılan Kore, Tayvan ve Singapur gibi ülkelerin de gerisinde kalıyor.”  (Bernard Lewis, İslam’ın Krizi, Çev. Abdullah Yılmaz, Literatür Yay., 2003, İstanbul, syf. 101-102)

Durum böyle olunca, ABD dış politikasına yön veren ideologlara göre, Müslüman toplumlar seküler bir ülke olmak hedefini bir yana bırakmalıdır. Çünkü Müslüman toplumlarda bu yöndeki bütün girişimler başarısızlıkla sonuçlandı. Bu yaklaşıma göre demokrasi ve laiklik gibi kurumlar Batı kültürünün ürünüdür ve ancak orada başarılı olabilirler.

Dolayısıyla, Doğu’da (İslam dünyasında) yumuşatılmış, radikalizm ve Batı düşmanlığından arındırılmış bir İslam anlayışının gelişmesini desteklemek gereklidir. Uygun model budur.İşte AKP, ABD ve Batı ile çatışarak değil, onlarla uzlaşarak iktidar olunabileceğini gören, toplumun dinselleştirilmesinin ancak emperyalizmin çıkarlarıyla uyumlu bir siyasal programla mümkün olabileceğini düşünen siyasal İslamcı kadroların kurduğu bir partidir.

Bu nedenle Necmettin Erbakan’a ihanet ederek O’nun Milli Görüş Hareketi’yle yollarını ayırdılar.

Soğuk Savaş döneminde NATO’nun “Yeşil Kuşak” stratejisinin kurbanı olan
“Modern Türkiye”, ne yazık ki 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde de “ılımlı İslam” stratejisine kurban edilmiş görünüyor. (Yurt Gazetesi, 19.05.2013)

ADD İSPARTA ŞUBESİ’nden BASIN AÇIKLAMASI


ADD İSPARTA ŞUBESİ’nden BASIN AÇIKLAMASI

Türklüğü; adsız ve kimliksiz bir topluluğa dönüştürmek ihanettir.
Tarih bu ihaneti mutlaka yazacaktır.

Türkiye, Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana hiç olmadığı kadar dış tehditlere açık
ve böylesi teslimiyetçi ve savunmasız duruma düşmemiştir

Başbakan Tayyip Erdoğan, Türklüğü, Türk kimliğini ret ve inkâr eden söylemini yineledi.

Her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir iktidarız.
Bu süreçte kimse bizim karşımıza Kürtlükle çıkmasın, kimse bizim karşımıza Türklükle de çıkmasın…”
  diyerek Türk’ü, Türklüğü bir millet adı, bir millet kavramı olmaktan çıkarttı.

Türk adından, Türk kimliğinden ve Türklüğü anımsatan her olgu ve olaydan, şeytan görmüşçesine rahatsız olan bu zihniyetin, TÜRKİYE VATANDAŞLIĞI”  uydurması,  küresel yağmacı çetenin, yüz yıllık planlarının gerçekleşmesi, kimliği ile birlikte
Türk Ulusu’nun Anadolu’dan atılması hayallerine ulaşma sevdasıdır.

Emperyalizmin Ortadoğu’daki temel projesi, 19. yüzyıldan beri neredeyse
hiç değişmemiştir. Bu proje Sevr’i, Türkiye’nin bölünerek Türkiye-İran-Irak-Suriye eksenli Kürt devletinin kurulmasını, İsrail’in varlığını sürdürmesini ve Ermenistan’ın
yine Türkiye aleyhine genişlemesini hedeflemektedir. Böylece, Türkiye, İran ve Suriye’nin sömürgeleştirilmesi sağlanacak, ardından da ABD tüm Ortadoğu ve
Orta Asya’ya rahatça egemen olacaktır

Bu nedenle, tekil (üniter) yapı bozulup, parlamenter sistemin yerine Başkanlık sistemi dayatması yapılarak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir Amerikan projesi olan
Ilımlı İslam” modelinde Anadolu Federe İslam Devleti ne dönüştürüp, oradan da Yugoslavya örneğinde olduğu gibi küçük etnik devletçiklere ayrılması planlanmaktadır.

Türk Milliyetçiliği dışında; Arap, Kürt, Ermeni,  Amerikan.. milliyetçiliğini yücelten
bu teslimiyetçi zihniyet, Türk milliyetçiliğini ayaklar altına (!) almaya kalkışmaktadır.

  • Türk Ulusu’nun varlığı, adı, kimliği
    kendi anayasasından çıkartılmak istenmektedir.

Böylece birleştirici adından ve kimliğinden yoksun kalan halk içindeki etnik ayrımcılık körüklenerek, yeni çatışmalara zemin hazırlanacaktır.

Cumhuriyet’ten intikam almaya yeminli AKP-BDP ittifakı,
olası bir Anayasa referandumunda, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ögesi olan
“TÜRK  KİMLİĞİ” ni, Türklük kavramını oylamaya sunarak, yüzyıllık emperyal proje olan, Türkiye’yi bölme, Kürdistan’ın kuruluşunu tamamlama hesabını yapmaktadır.

Öncelikle anımsatalım ki; Türklük, Türk kimliği, Türk Ulusu’na birileri tarafından sunulan bir ad değil; Batılı yağmacılara karşı, savaş meydanlarında kan ve ateşle kazanılmış, Bağımsızlık savaşı sonunda kurulan Cumhuriyetin adıdır.

Yani “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkı” na “Türk Milleti” denilmiştir.
Türk adını, Türk kimliğini tarihten silme dalalet ve ihanetinin çığırtkanları bir an için bile
bu gerçeği unutmamalıdırlar.

Tarihin hiçbir döneminde başka ulusların ayakları altına düşmemiş bu millet,
birkaç “inkârcı çığırtkana” teslim olmayacaktır.

Türklüğü, Türk kimliğini inkâr ederek, Türk Ulusu’na ihanet eden, Dürrizade Abdullahların, Nemrut Mustafaların,  Artin Kemallerin, Damat Feritlerin, Şeyh Saidlerin, İskilipli Atıfların hazin ve acı sonlarını nasıl görmüşsek; bugün “Türk Kimliğini ayaklar altına aldığını”  (!?) söyleyerek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ihanet edenlerin hazin sonlarını da mutlaka göreceğiz.

Nasıl ki 1920’li yıllardaki ihanet erbabı Zafer’den sonra işbirliği içinde oldukları kimi Yunan ordusunun, kimi İngiliz, Fransız ordularının peşine takılıp, ihanet ettikleri vatanı terk etmek zorunda kalmışlarsa; bugünün inkârcıları da uşaklığını yaptıkları küresel yağmacılara sığınmak zorunda kalacaklardır. (20 Şubat 2013)

Yönetim Kurulu Adına
O. Mümtaz ÇAPÇI
ADD İSPARTA ŞUBE BAŞKANI

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

Dostlar,

  • Başbakan RT Erdoğan‘ın “miliyetçilik” bağlamındaki akıl – mantık – bilim dışı ve
    üstelik tahrik edici söylemleri ülkemizi alt üst etti.

Durup dururken de yersiz gündemle herkesi meşgul etmekte.
Senaryo bir güzel oynanıyor ki, gıpta etmemek (!) olası değil.

Siyaset satrancında hamleler yapılmış durumda :

  • Al Apo’yu; ver Başkanlığı..

BOP Eşbaşkanı Türkiye’li RT Erdoğan, gerçekten yaşamının satrancını oynuyor.. Büyük oynuyor.. (!)
Benzetmek uygunsa çomak arı kovanına sokuldu adeta..
Yeryüzünde ilk kez, 80+ milyon nüfuslu bir ülkenin halkı, “adsız” (ya da sıfatsız) bırakılmaya çalışılıyor.

Ne dolu alıyor ne boş doluyor..

Peki bu ne hikmettir??
Dün dokunulmazlıklarının kaldırılması için TBMM’de AKP’nin girişim başlattığı
BDP’li vekiller şimdilerde birer pırlanta.. 330 hatta 367’nin kritik hesapları yapılmakta.
Ya AKP içinden namuslu – vicdanlı vekillerin gizli oylamada “hayır” ları ne olacak?

1 Mart 2033 Tezkeresi oylamasında 100 dolayında namuslu – vicdanlı AKP’li vekil “hayır” demiş ve Tezkere reddedilmişti..

Tarih bu denli zikzak, bu denli derin çelişki ve tutarsızlığa tanık olmadı..

  • Kadim Anadolu halkını aptal sananlar bir kez daha aynaya bakmalı..

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi‘nden (Biyofizik Anabilim Dalı) meslektaşımız
Prof. Dr. Mehmet Ali Körpınar’ın değerlendirmelerini ve makalesini dikkatle okuyalım..

Sevgi ve saygı ile.
21.2.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=======================================

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE!

  • Bir ulusun ruhu esir alınmadıkça, bir ulusun azim ve iradesi kırılmadıkça o ulusa hâkim olmanın olanağı yoktur. Oysa, asırların yarattığı ulusal bir ruha, kuvvetli ve daimî bir ulusal iradeye hiçbir kuvvet karşı koyamaz. (01.09.1924)

Mustafa Kemal ATATÜRK

Google Earth’ten bakacaklar icin Şırnak-Cizre’de koordinatlar: 37 13’ 31’’ N 42 21′ 22’’E  

Değerli arkadaşlar,

Güzel ülkemiz, TÜRK DEVLETİ’nin ulusal birlikteliğini bozmak ve parçalamak için AB-D emperyalizmi tarafından yıllardır ekilen tohumlar yeşermeye başladı. Bu acı ve üzüntü veren süreci sizlere yeniden anımsatmak isterim.

Bu nedenle 2007’de yani 6 yıl önce KİMLİĞİ OLMAYANLAR SORAR: BİZ KİMİZ? DİYE!!! başlıkla yazdığım yazımı aşağıda bilgilerinize bir kez daha sunarım.

Sevgi ve saygılarımla (20.02.2013).

Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

************************* 

KİMLİĞİ OLMAYANLAR SORAR; BİZ KİMİZ? DİYE!!!

  • Bir şahsın yaşadıkça memnun ve mutlu olması için lazım gelen şey,
    kendisi için değil, kendisinden sonra gelecekler için çalışmasıdır.

 

Mustafa Kemal ATATÜRK

Değerli Arkadaşlar,

Ülkemizde son günlerde bazı anketler yapılmaktadır. Bence ülkemizde yeni azınlıklar yaratmak ve AB-D emperyalizminin bölücü isteklerine zemin oluşturmak amacıyla düzenlenen bu anketlerin esas hedefi önümüzdeki seçimler olarak gösterilmektedir.

Dün akşam hem NTV de hem de CNN-Türk de yapılan formlarda bu anketlerin sonuçları tartışıldı. Özellikle KONDA’nın yaptığı BİZ KİMİZ? Başlıklı anketin sonuçları üzerinde duruldu. Bu anket hakkında Sayın Melih Aşık, Milliyetteki köşesinde değindiği üzere:

Türkiyeli olmak!

KONDA‘nın gazetemiz için düzenlediği “Biz Kimiz” başlıklı anketi merakla izledik. Yararlandık. Ancak bir itirazımız var. Örneğin “Kimliğinizi nasıl tanımlarsınız?” sorusunun cevap şıklarından biri “Türkiyeli” şeklinde saptanmıştı. Çoğunluk bu şıkkı işaretleyince vatandaşların çoğunluğu kendilerini “Türkiyeliyim” diye tanımlıyor sonucu çıkmıştı. Neden cevap “Türküm” diye belirlenmemişti? Her halde “Türk” bir ırkın adı sayıldığından. Oysa ne der Atatürk: 

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.
    Türk” bir ırkın değil, milletin adıdır.”

Yine Sayın Bülent Esinoğlu’nun 22.03.2007 tarihli yazısında değindiği gibi KONDA 1993 yılında yaptığı ve yine Milliyet Gazetesi’nde yayımlanan ankette Türkiye’de yaşayan halkın %4’ü Kürt olarak belirlenmişken, şimdi ise %15,4 olarak belirlenmiştir. 1993’te
%4 olan Kürt nüfus nasıl oldu da şimdi %15,4 oldu? Bir tek bilimsel açıklaması var:
Kürt analar 15 çocuk doğurdu, Türk analar ise hiç doğurmadı.

* * * * * * * * *

Değerli arkadaşlar,

“BİZ KİMİZ?” diye bir anket neden yapılır?

Siz kimliğinizi bilmiyorsanız, kimliğinizi yitrimişseniz veya yeni bir kimlik arayışı içindeyseniz ancak böyle bir soru sorarsınız. Veya size birileri yeni bir kimlik vermek istiyorsa, zemin oluşturmak için bu çeşit sorularla sizi tuzağa düşürmek ister.

Bizler, Yüce Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün, “En büyük eserim” diye övünerek, halkı ümmetten ulusa geçirmek üzere kurduğu TÜRKİYE CUMHURİYETİ’nde yaşayan Türk Milleti’nin birer bireyiyiz. Kimliğimiz bellidir ve kimse de bu kimliğimizi tartışmasın. Bu konuda “TÜRK KİMDİR?” başlıkla yazdığım bir yazımı sizlere
yeniden anımsatmak isterim.

Umarım içimizde kimliğini yitirenler, bu yazımı okurlar ve kendilerine gelirler.

Sevgi ve saygılarımla (28.03.2007).

Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

***************************** 

TÜRK KİMDİR?

http://www.siirparki.com/turkolmak.html

Değerli arkadaşlar,

Son günlerde klasik milliyetçilik anlayışı ile Türk kimliği hakkında çeşitli yorumlar ve tartışmalar yapılmaktadır. Sanki birileri bu tartışmaları bilerek ortaya atmakta ve
yok yere zamanımızı ve gündemimizi meşgul etmektedirler. Bazen bu tartışmalar kırıcı olmakta ve hatta bu kısır tartışmaların dozu giderek artmakta, huzur bozucu olmaktadır.

Artık bu tartışmalar son bulmalıdır. Demokratik milliyetçilik anlayışı içinde
“Türk kimdir?” sorusuna verecek yanıtlarımız çoktur. 
Örneğin:

  • Ülkemiz demirbaşlarının üç kuruş on paraya elden çıkarılmasına karşıysan, Türk’sün sen,
  • Ülkemizin iç işlerine karışan AB büyükelçilerine karşı tepki duyuyorsan,
    Türk’sün sen,
  • AB’ye üye olacağız umudu ile ulusal bağımsızlığımızı tehlikeye koyacak ödünlere karşıysan, Türk’sün sen,
  • Kıbrıs, Ege Adaları gibi ülkemizin geleceği için yaşamsal önem arz eden konularda VER KURTUL’a karşıysan, Türk’sün sen,
  • Ümmetçilik isteklerini, “ılımlı islam” kavramı icinde benimsetmeye çalışan ve
    bu konuda emperyalist ülkelerle işbirliği yapanlara karşıysan, 
    Türk’sün sen,
  • Laik ve demokratik Cumhuriyetimize sahip çıkıyorsan, Türk’sün sen,
  • Ülkemizin birlik ve beraberliği için çalışıyorsan, Türk’sün sen,
  • Ülke bütünlüğünü korumak uğruna gerektiğinde canını verecek kadar
    bu ülkeyi seviyorsan,Türk’sün sen,
  • Siyasal rant kazanmak uğruna, kutsal dinimizi siyasete alet edenlere karşıysan, Türk’sün sen,
  • Siyaset-Ticaret-Bürokrat-Mayfa işbirliği içinde ülkemizi soyanlara karşıysan, Türk’sün sen,
  • Borç yiğidin kamcısıdır mantığı ile ülkemizi gırtlağına kadar borca sokanlara karşıysan,Türk’sün sen,
  • Ekonomimizi IMF emrine sokarak, işçi-memur-çiftçi-emekli düşmanı olanlara karşıysan,Türk’sün sen,
  • Kadın haklarını koruyup, onlara her alanda saygı gösterip, medeni ve siyasal haklarını kullanmalarına destek veriyorsan, Türk’sün sen,
  • Yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün dahice uygulamaya koyduğu
    ilke ve devrimlerine sahip çıkıyorsan, Türk’sün sen,

En önemlisi ulusal marşımız söylenirken, hemen gururla eşlik edebiliyorsan,
bağımsızlık simgesi bayrağımız göndere çekilirken gözlerin dolarak  duygulanabiliyorsan, Türk’sün sen,

  • NE MUTLU TÜRKÜM DİYEBİLENE !!!

Sevgi ve saygılarımla (05.07.2005).

Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

Demokrasi ve Kemalizm/Democracy&Kemalism

Kemalizm_ve_Demokrasi_19.11.11