Etiket arşivi: İlhan Selçuk

Avrupa da Türkiye’den hızla uzaklaşıyor

Avrupa da Türkiye’den hızla uzaklaşıyor

Portresi_ATA_ile


Onur Öymen

 

 

Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz.

  • “Türkiye nefes kesen bir hızla Avrupa’dan uzaklaşıyor.” demiş.Bu sözler acaba sadece Türkiye’de hukuk, insan hakları, basın özgürlüğü gibi alanlarda yaşanan sıkıntılara bir tepkiden mi kaynaklanıyor? Bu alanlarda yaşanan eksiklikler, yapılan yanlışlıklar herkesten önce Türk aydınları, siyasal partileri ve basını tarafından eleştiriliyor. Ama acaba bütün bu alanlardaki geriye gidişte Avrupa’nın hiç mi sorumluluğu yok?

Son yıllarda insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanında yaşanan en büyük sıkıntılar, hükümetin de sonunda komplo olarak nitelendirdiği Ergenekon davasından kaynaklanmış ve bu dava sırasında çok sayıda gazeteci, siyasetçi, aydın, subay yıllarca hapis yatmıştı. Peki, Avrupa’nın Ergenekon davasıyla ilgili tutumu ne olmuştu? Bazı usul hatalarına işaret etmekle birlikte Avrupa Birliği, özellikle Avrupa Parlamentosu bu davanın sanıklarını devletin içine sızmış bir çete olarak nitelendirmiş ve onların yargılanıp cezalandırılmasını istemişti.

İlhan Selçuk, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan gibi çağdaş düşünceli, demokrasiye inanmış, Atatürkçü gazetecilerin tutuklanmasına karşı Avrupa’nın tepkileri çok cılız kalmıştı.

Türkiye’nin Kıbrıs meselesi, Ermeni soykırımı iddiaları, PKK terörü, Ege sorunları gibi milli konularında Avrupa Birliği hemen hemen daima Türkiye’nin karşısındakilerin yanında yer almış, CHP’nin bu konulardaki çabalarına karşı da çoğunlukla mesafeli davranmıştı. Geçmişten bu yana bütün Türk hükümetlerinin bu milli konularımızda hep yanlış yaptığı izlenimi yaratılmıştır.

Türkiye’nin AB üyeliği hedefini şimdiye dek  destekler görünen İngiliz Muhafazakar Partisinin lideri David Cameron şimdi 3000 yılına dek bu hedefin gerçekleşmeyeceğini söylemeye başlamıştır.

Fransa Türkiye’nin AB üyeliğini engellemek için 4 müzakere başlığının, Kıbrıs Rum Kesimi 6 müzakere başlığının, AB Konseyi, Kıbrıs bahanesiyle 8 müzakere başlığının görüşülmesine ambargo koymuştur.

Avusturya’da Cumhurbaşkanlığı seçimini kıl payıyla kaybeden Norbert Hofer,

“Türkiye üye olursa Avusturya’nın AB’yi terk edeceğini” söylemiştir.

Türk vatandaşlarına vize bağışıklığı sağlanması konusunda Avrupa’nın geri adım atmaya başladığı, evvelce koyduğu koşullara ek olarak yeni fren mekanizmaları geliştirmeye çalıştığı görülmektedir. İngiliz eski İstihbarat Başkanı Richard Dearlove, Türklere vize bağışıklığı sağlanmasının ateşe benzinle gitmek gibi olacağını ileri sürmüştür..

Son olarak Almanya Parlamentosu, Hıristiyan Demokrat, Sosyal Demokrat ve Yeşiller Partisinin ortak girişimiyle 2 Haziran’da Ermenilerin soykırım iddialarını benimseyen bir karar almaya hazırlanmaktadır.

Başbakan Merkel’le son zamanlarda sık sık gerçekleştirilen üst düzey ziyaretlerde Türk devlet adamlarının kendisini bu tasarıyı engellemeye ikna edemedikleri görülmektedir. Sayın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da kısa bir süre önce gerçekleştirdiği Berlin ziyareti sırasında görüştüğü Sosyal Demokrat ve Yeşiller partisi milletvekillerini tasarıyı geri çekmeye ikna edebildiğinin işareti yoktur.

Bu tablo gerçekten Türkiye-AB ilişkilerinin hızla geriye gittiğini gösteriyor.

Türkiye’de iktidarın başından beri AB’ye pek sıcak bakmadığı biliniyordu. Ancak şimdi aslında Avrupa’nın da hızla Türkiye’den uzaklaştığı görülüyor. Bu olumsuz gidişi salt Türkiye’nin yanlışlarına veya eksiklerine bağlamak insaflı bir değerlendirme olmaz. Bence Türkiye konusunda uzun zamandan beri çoğunlukla yanlış politikalar izleyen Avrupa, şimdi geleceği de doğru okuyamamakta, Türkiye’yi kendi elleriyle Orta Doğu’ya doğru hızla itmektedir.

Türkiye’nin Avrupa’nın değerlerinden uzaklaşmasında Avrupa’nın da sorumluluğu büyük olacaktır.

Saygılar, sevgiler.
24.05 2016

=================================

Evet dostlar,

Sular yataklarına dönüyor galiba…
Bu hülyanın boş olduğunu yıllardır yazdık, söyledik..

Türkiye’nin yeri AVRASYA Bloku olarak görülüyor..

Öncelikle TAM BAĞIMSIZLIĞINI koruyarak.

Ortadoğu’da 2. bir Sudi Arabistan rolüne soyunmak Türkiye’nin parçalanması demektir!

Sevgi ve saygı ile.
25 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

ÇETİN ALTAN ve DEĞİŞİM

 

ÇETİN ALTAN ve DEĞİŞİM     

portresi

 

 

 

 

Prof. Coşkun Özdemir
coskunoz@superonline.com, 23.10.2015
https://profcoskunozdemir.wordpress.com/2015/10/23/cetin-altan/ 

Türkiye büyük bii savunan, o yıllarda emekçinin topluma ağırlığını koyduğuna inanan ve inandıran bir aydın, bir yazar. Ama bu ülke bu toplum, bu iktidarlar Sola – Soldaki gelişmelere  uzun süre tahammül edemezdi. Meclis’te Nazım Hikmet Türkiye’nin en büyük şairidir.” dediği için nr yazarını yitirdi. 50’li – 60’lı yılların büyük Aydınlanmacısı, militan solcusu, sosyalisti, emekçi dostu.

Mecliste “Nazım Hikmet Türkiye’nin büyük şairidir” dediği için neredeyse O’nu linç edeceklerdi.. Çetin Altan‘ın büyük övgü ile andığı ve çok sayıda ülke aydınının umut bağladığı 27 Mayıs’tan sonra gelen askeri darbeler Solu bastırmayı ve cezalandırmayı hiç ihmal etmemiştir. 60’lardan başlayarak Ülke büyük savrulmalar içinde kalmış, 12 Mart’ın yarattığı ağır havayı 70’li yılların kaosu, onun ardından 12 Eylül faşizmi izlemiştir. Çetin Altan çok sayıdaki, Solcu ile birlikte hapiste kalmış ve yine çok sayıdaki Solcu gibi yaşadığı bu olayların etkisi altında kalan Altan, tartışılmaz üstün yeteneklerini farklı bir üslupta kullandığı bir döneme adım atmıştır. Bence, Türkiye’de O’nun yaşam öyküsünden çıkarılacak çok dersler vardır.

O’nu baştan beri izleyenler arasındayım.

cetin_altan

Benim kuşağım, Sola, Sosyalizme bel bağlamış, gönül vermiş olanlar O’nu büyük bir hayranlıkla okumuş ve alkışlamışlardır. Demokrat Parti zorbalığına karşı yaptığı muhalefet, Türkiye İşçi Partisi (TİP) milletvekili olarak verdiği mücadele, köşe yazıları siyasal ve düşünce tarihimizin unutulmaz sayfaları arasında yer alır. Ama bu topluma önde gelen katkısı, toplumsal bilinci uyandırması, milli gelir, milli gelir dağılımı, hak ederek kazanma, çağdaşlık, gelişme, ilerleme, emek – sermaye ilişkisi, sınıfsal bakış açısı ve Türk toplumunun yabancısı olduğu kavramları o çarpıcı üslubu ve nefis Türkçesi ile ve tutarlı bir şekilde gündeme getirmesi olmuştur.

27 Mayıs’ın ardından yazdıkları ile toplumdaki sağlıksızlığın, bozukluk ve eşitsizliklerin analizini yapmaya ve nedenlerini ortaya koymaya çalışıyordu.

“Hiçbir zaman bu memlekette meseleler açıkça konuşulmadı. Buna neden menfaat yarışçılarının işlerini bozacak prensiplere hınzırca cephe almaları ve avantacıların aleyhine olan düşüncelerin katakulliye getirilip memleket aleyhindeymiş gibi gösterilmesidir. Köy Enstitülerinin komünist yuvası olduğu iddiası da bu aşağılık oyunların sonucudur. Komünizm tehlikesi okuyan köylüden değil, cahil köylüyü dolandıran ve servet yapan zümreden gelir. Ben bizdeki oportünistler ve kapkaççılar kadar görgüsüz, bencil, fikir düşmanı ve hain bir zümrenin medeni geçinen hiçbir memlekette var olabileceğini zannetmiyorum. Herkes açıktan geçinmek, topluma verdiğinden daha çoğunu toplumdan almak istiyor. Böyle bir demokrasi yeni ihtilal tohumları ekmekten başka hiçbir işe yaramaz. Şimdi neden şeriatçılar “din elden gidiyor” vaveylasını evirip çevirip usul usul yaymaya çalışıyor? Anadolu’da müthiş safça görünen ve müthiş ucuz bir oyun oynanıyor.

İki ayrı dünya arasında ilk köprüyü kurmaya kalkan tek devlet adamı yine Atatürk olmuştur. Türk Rönesansı O’nunla başlamış ve güçlendikçe de büyük tepkilerle boyuna yerle bir edilmek istenmiştir.”

İşte bu büyük yazardan bugüne de ışık tutan alıntılar.

Çetin Altan’ın bu yazıları, elinden kültür ve sanat ödülünü aldığı Recep Tayyip Erdoğan ile AKP’ye ve Atatürk karşıtı oğullarına armağan edilmeli diye düşünmüşümdür.

Çetin Altan ve yakın dostluk ettiği İlhan Selçuk devrimcilerin  gözünde o yılların idolleridir. İlhan Selçuk hapse girdi işkence gördü ama O’nun Devrimci çizgisinde hiçbir sapma olmadı. Ne  yazık, bu iki büyük yazar ilerleyen yıllarda  ayrı düştüler. Ne kadar hazindir, Çetin Altan İlhan Selçuk’u uzun süren hastane günlerinde aramadığı gibi, ölümünden sonra da tek satır yazmadı. Oysa sevgili İlhan, Cumhuriyet‘te O’nun aleyhinde yazılar yayınlanmasını  stememiştir.

Evet, Çetin Altan hapishane deneyiminden sonra yavaş yavaş bir değişime uğramış, siyasetten çekilmiş ve o büyük birikimi ve dil ustalığı ile deneme tipi yazılar yazmaya ve fanteziler oluşturmaya başlamış bunu sürdürmüştür. Verdiği soylu mücadelenin ardından belki de uğradığı büyük düş kırıklığını, umutsuzluğunu ustalıklı bir şekilde gizlediğini düşünebiliriz. O artık davayı, sınıfsal bakış açısını terk etmiş, emekçiyi – sömürüyü unutmuştur.

Böyle bir Devrimcinin “Ben zenginleri severim, benim memurum işini bilir, demiryolları komünistliktir” diyen köşe dönme felsefesinin yaratıcısı ÖZAL’a destek vermesi bence dünyanın en büyük paradokslarından biri sayılmalıdır. Tayyip Erdoğan’ın elinden Ertuğrul Günay’ın beraberliğinde aldığı kültür – sanat ödülü de öyle.

En şaşırtıcı ve inanılmaz olan,

Atatürk bir ümmet toplumundan bir ulus yaratmış olan devlet adamıdır. Cumhuriyetçilik bir kişiye ait bir devlete köle olmaktan kurtulmak demektir. Cumhuriyetlerde devletin ayrıca bir sahibi yoktur. Devletin sahibi vatandaşların hepsidir. Böylesine bir aşamayı yapmış bir insandır Atatürk. Osmanlı köleliği ile övünerek, padişahları bile tanımadan O’nu abartmaya kalkanlar Cumhuriyeti de Atatürkü de
hiç anlamamış olanlardır.

Bu  satırların sahibinin, bana, birlikte olduğumuz bir sofrada ”Atatürk otuz bin kişiyi öldürtmekten başka ne yapmıştır?” demiş olmasına kolay inanılmaz. İnanmamak belki daha doğru. Siz okuyucular öyle yapın derim, inanmayın. Bu işin içinde bir patoloji var. Belki O’nu o sofrada dinleyen benimle birlikte 7 kişinin kulaklarındadır bu patoloji. İşitsel bir halüsinasyondur bu. Çünkü yukarıda Atatürk’le ilgili satırların sahibi ile bana sofrada söylenenleri  aynı insan söylemiş olamaz. Amansız Kemalizm karşıtı Ahmet – Mehmet Altan kardeşler için bir şey söylemeyeceğim. Onlarla ilgili zaten düşlediğim hiç bir şey olmadı.

Son kitabımda (Urfa’dan Harvard’a) Çetin Altan’ı anarken şöyle demiştim :

“Kimbilir belki o güzel akıcı Türkçesi ile şöyle dobra dobra gerçek bir yaşam öyküsü ile birlikte yaşamının açık yürekli bir muhasebesini yapıp geriye bırakmak isteyecektir..
diye düşünüyorum.

Türk toplumuna bu toplumdaki değişim dinamiklerini, toplumcu mücadele verenlerin
nasıl oradan oraya savrulduklarını ve acılar çektiklerini Türk Solu’nun nasıl darmadağın edildiğini en iyi anlatacak
insanlardan biridir Çetin Altan. 65 yıllık iktidarların sicilini çıkaracak, onu bütün açıklığı ile meydana koyacak düşünür ve yazarlara çok ihtiyaç var.”

Bitirirken şunu söyleyeceğim :

Ben 86 yaşındaki bir Cumhuriyetçi, bir Aydınlanmacı olarak çok sayıda düş kırıklığı yaşadım, İktidarlarla olaylarla, dostluk ettiğim insanlarla ilgili. Ama kişilerle ilgili bana en büyük acı veren düş kırıklığım Çetin Altan olmuştur. O gerçekleri gümbür gümbür inançla haykıran Devrimciden yoksun kalmış olmaktır.

O’nu, o Devrimci, Aydınlanmacı kişiliği ile anacağız ve özleyeceğiz. TV ekranlarında O’nun hakkında konuşan dostların da böyle yaptıklarına tanık oldum. O’ndaki değişimden söz etmediler. Kişiliklerin yanı sıra değişimlere yol açan ülke, toplum koşullarını zaten  her vesile ile konuşup tartışıyoruz. Işıklar içinde yatsın.

======================================

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Coşkun Özdemir, bizim İstanbul Tıp Fakültesi’nden Nöroloji hocamızıdır. Sonraki yıllarda ise kimi ortak çalışmalarda aynı masanın çevresinde olma onurunu yaşamışızdır. Urfa’dan çıkarak, Dünyanın en ünlü ilk birkaç üniversitesi arasında yer alan Harvard’a dek uzanan başarılı özyaşam öyküsü, son derece başarılı hekimlik – parlak öğretim üyeliği yıllarına ek, alçakgönüllü bir kişilikle bezenmiştir. İlerleyen yaşına karşın (halen 86’da!) toplumsal ve mesleksel savaşımını bırakmamıştır. Bir Silivri ziyaretimizde birlikte oluşumuzu unutamayız. Yazılarını bir web sitesinde toplamış olması çok sevindiricidir. Bu hazineden yararlanılmasını öneririz.. (https://profcoskunozdemir.wordpress.com)

Coşkun hoca, biz de dahil, bir rol modeli, idoldür binlerce İstanbul Tıp mezunu hekim için!.. Ulusal Kanal’da katıldığımız programların hemen ardından kutlama telefonu edenlerin başında O gelir tüm değerbilirliği ve inceliğiyle. Emeklilik sonrasnda son derece nitelikli emeğini – yılların birikimini Kas Hastalarına adamış, KAS-DER‘i (Kas Hastalıkları Derneği) kurarak Yeşilköy’de belediyeden kiralanan mütevazi binada bu ağır hastalara karşılıksız hekimlik hizmeti vermektedir. (İstanbul Büyükşehir Belediyesi, bu binanın kira sözleşmesinin sonuna doğru her yıl boşaltma için Çin işkencesini sürdürüyor. Ama koca koca binaların İstanbul’da AKP’li belediyelere satın alınarak, Bay RTE’nin oğlu Bilal oğlanın vakfı TÜRGEV’e özgülendiğini (tahsis edildiğini) okuyoruz basında!?.. )

O (Coşkun hoca), gerçekten, Nobel ödüllü yüzakımız Saygın Prof. Dr. Aziz Sancar gibi -ki O’nun da hocası olmuştur!- geldiği yeri Cumhuriyet‘e, onun kurumlarına ve eğitim sistemine borçlu olduğunu bir an bile aklından çıkarmamıştır. Dolayısıyla, Çetin Altan hakkında yazdıkları da hiç kuşku yok, virgülüne dek doğrudur.. Bizim klavyemiz bir türlü Çetin Altan hakkında birşeyler yazmaya yönelmiyor nedense.. O’nun hakkında yazan Coşkun hocayı yazdık üstelik..

İz bırakan bir olguyu paylaşmak isteriz ki; 1970’ler ortasında İstanbul Tıbbiyesi öğrencisi iken Çetin Altan’ın “BEN MİLLETVEKİLİ İKEN” adlı kitabını okumuştuk. Erken 20’li yaşlarda idik ve çok etkilenmiştik. 27 Mayıs Devrimcileri “Göreli (Nispi) Temsil ve Ulusal Artık (Milli Bakiye)” seçim sistemi getirmişler, 1 oy bile telef olmaksızın temsilde adaleti sağlamışlardı. Bu sayede TİP (Türkiye İşçi Partisi) 1965 genel seçimlerinde 15 milletvekilliği kazanarak TBMM’ ye girmişti. Çetin Altan da TİP milletvekili idi ve o Meclis, 1968’e dek son derece renkli olmuştu. Altan, TBMM konuşmalarına yer veriyor, orada yedikleri dayaklaradan, gördükleri baskılardan usta kalemiyle (1978 Türk Dil Kurumu ödülü sahibidir) söz ediyordu. Gözünün birinde önemli görme yetisi azalması olmuştu Demirel’in AP’li vekillerinin saldırısı ile.. Dokunulmazlığı kaldırılmıştı (sonra geri verildi..).

…. Başkaca yazmak istemiyoruz Çetin Altan hakkında.. Tüm olumlu devrimci – aydınlanmacı katkılarını şükranla karşılıyoruz.. Tosuncuklarına gelince.. onmaz Atatürk düşmanlığı tutum ve davranışları midemizi bulandırıyor.. Hele küçüğünün “..bir kadın memesine vatanı satarım..” sözleri.. Çetin Altan “dönmese” idi, 2 oğlu böyle mi yetişirdi acaba??

Sevgi ve saygı ile.
25 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İKİNCİ SARISÜLÜK CİNAYETİ

İKİNCİ SARISÜLÜK CİNAYETİ

portresi

Av. Hüseyin Özbek
19 Eylül 2015

 

Etem Sarısülük Gezi eylemleri sürecinde polis kurşunuyla yaşamını yitirdi. Sanık polisin yargılanması halen sürüyor. Bu süreçte kamuoyu Etem’le ilgili haberlerden Sarısülüklerin aile hikayesini de öğrenmiş oldu:  Devrimci Öğretmen mücadelesinden gelen, düzenin acımasız çarkı toplum dışına savurunca, sisteme sırtını dönüp inzivaya çekilen baba, evlatlarına kol kanat geren tipik Anadolu kadını anne, sırt sırta verip yaşamın zorluklarına direnen kardeşler.

Sarısülük cinayeti, sisteme karşı direnişin ölçüsüz polis şiddeti sonucu ölümle sonlandırılmasının travmatik sembolü olarak uzun yıllar unutulmayacak bir örnek teşkil etmektedir. Bundan sonraki süreçte de bir masumiyet ve mağduriyet simgesi olarak hep hatırlanacaktır.

Etem Sarısülük’ün Orta Anadolu’dan, Çorum’dan Alevi Türkmen kökenli, protest gelenekten solcu kimliği, mağduriyet ve masumiyet katsayısının olağanüstü artmasına yol açmaktadır. Bireysel aile trajedisinin politik ve mezhepsel kişilik üzerinden kolektifleşmesine, süreç içinde derinleşip genişleyecek bir nitelik kazanmasına  neden olmaktadır.

Bu girişten sonra sözü Etem Sarısülük’ün ağabeyi Mustafa Sarısülük’ün Ankara 2. Bölge 1. Sıradan HDP milletvekili adayı gösterilmesine getirmenin zamanıdır. Halkların Demokratik Partisi’nin politikasını belirleyen üst irade, partinin siyasal Kürtçü, etnikçi hüviyetinin sol ve mezhep makyajıyla olabildiğince perdelenmesini istemektedir.

Etem Sarısülük, Alevi inanç ve kültür kodlarının günümüze uyarlanmasında Kerbela kültünün mağdur ve mazlum tarafını, canına kast edenler ise zalim tarafın sembolüne dönüştürülebilecek travmatik  özellikler içermektedir.  Postmodern Kerbela’nın Hüseyin’i olarak algılanabilecek bir mazlumiyet simgesini etnik bölücülüğün malzemesi yapma girişimi sanılandan, görülenden öte bir hesabın ürünüdür.

Etnik ayrılıkçı hareketin nihai amacı Türkiye’den ve komşu ülkelerden koparılacak topraklar üzerinde  emperyalizmin vesayeti altında Bağımsız, Birleşik Kürdistan’dır. 

KCK sözleşmesi ve PKK’nın geçmişten günümüze siyasal pratiği bu amacın asla değişmediğini göstermektedir. Bolca kullanılan sol soslu barış ve demokrasi söylemlerinin ülkenin batısına ve sol tribüne yönelik taktiksel bir kandırmaca, etnik hüviyeti perdelemeye yönelik sis bombası olduğu görülmelidir.

Mustafa Sarısülük’ün, Alevi inanç ve kültüründen gelen yurttaşlarımıza yönelik bir mühre olarak HDP vitrinine konulduğu anlaşılmaktadır. Uçar avcısı, ava çıkarken yanına aldığı kafese canına kıyacak olduklarının hemcinsini alır. Av mahalline geldiğinde kafesteki ayağı bağlı mühreyi dışarı salar.  Mühre ötmeye başlayınca yerde gökteki uçarlar kafese doğru süzülmeye başlar. Avcıya gizlendiği siperden tetiği çekmekten başka bir şey kalmaz. Siyasal Kürtçülük vitrinin mührelerinin yüksek perdeden dillendirdikleri emek ve demokrasi söylemleri bu yalın gerçeği örtmeye yetmemektedir. Çünkü kapatıldığı kafesten ne zaman çıkarılacağına, nerede av yapılacağına, ne zaman öteceğine, ne zaman susacağına kafesin sahibi karar verecektir!

Türkiye’nin 1000 yıllık Alevi inanç ve kültürünü siyasal Kürtçülüğün gayya kuyusunda yok etmek, 100 yıllık sol birikimini etnik bölücülük lokomotifine son kompartıman olarak eklemek hesabının arka planı iyi görülmelidir.

Fıratsız, Diclesiz, GAP’sız Türkiye tasarımının sol kotadan ya da mezhep kotasından mühreliği rolü verilenlerin bir kez daha düşünmesi gerekmektedir.

Dünyada ilk kez emperyalizmin yenilebileceğini, emperyalizme rağmen bağımsız bir devlet kurulabileceğini kanıtlamış, mazlumlara direniş modeli olmuş onurlu bir geçmişe sırt çevirmenin ömür boyu sürecek utancından kurtulmanın tek yolu var.

Mazlum figanıyla zalimin çığırtkanlığından tez elden vazgeçip kapatıldığı mühre kafesini parçalayarak mazlumlardan yana kanat çırpmak…

==================================

Dostlar,

Sayın Av. Hüseyin Özbek, İstanbul Barosu’nun Genel Sekreteridir.
Bu yazısında da görev unvanını kullanmadığını sadelik ve sorumluluk içinde davrandığını izliyoruz.

Sayın Av. Hüseyin Özbek  bir bilge düşünürdür. Yazar ve paylaşır, arada Ulusal Kanal, Halk TV, Sokak TV gibi birkaç namuslu kanalda programa alınır. O’nu izlemek ve engin birikiminden yararlanmak gerekir. Son derece güçlü bir sorgulama ve akıl yürütme donanımı çok değerlidir.

Zaten bir insana / insanlara verilecek en anlamlı armağan,
en güçlü donanım da aklını özgürleştirmek ve sorgulayan akıl kazandırmak değil midir?

Uygarlığın motoru işlevini üstlenebilecek başkaca daha hünerli insan yetisi – değeri ne ola ki??

Özgürleştirilen, tabulardan arınmış, prangalarını kırmış, inanç zincirlerinden kurtulmuş; deneysel – gözlemsel bilimle yaşamı anlamaya ve anlamlı kılmaya çalışan bir dizge.
(İnsan aklının zaman ve mekan sınırlarının ve duyularının sınırlılığının ayırdında olarak..)

Rahmetli İlhan SELÇUK Aydınlanma” yı çok yalın ve çarpıcı tanımlardı :

  • AYDINLLANMA, Aklın inançtan, Bilimin de dinden özgürleştirilmesidir.

*****

Sarısülük ailesinin HDP kulvarına çekilebilmiş olması ciddi bir talihsizliktir.

Batı destekli Sosyo-Politik mühendislik doğrusu “iyi” çalışmakta ve toplumun – değerler sisteminin yumuşak karınlarını sistemli biçimde yoklamaktadır.

Alevi – Türkmen toplumu organik – kurumsal örgütlenmelerden önemli ölçüde yoksundur. Bu olayda kurumsal yapılanma, önemli sorunları tartışarak ortak aklı öne çıkarma yolları kullanılamamıştır. “Dedelik” kurumu geliştirilerek günümüze uyarlanabilseydi orada karar verilebilirdi HDP milletvekilliği önerisine. Anlaşılan, Aile meclisi konuyu derinlemesine irdeleyememiştir.

Anadolu’da Alevi – Türkmen assimilasyonu yüzlerce yıldır sürüyor ne yazık ki..
Dün Bizans ve Osmanlı idi, günümüzde ise DİB eliyle Sünni dükalığı..
İktidar ve muazzam parasal fonları ile Suudi – Vahhabi desteği ile

Etem Sarısülük’ün ağabeyi Mustafa Sarısülük’ün HDP adaylığı Ciddi bir yanlış ve üzüntü kaynağıdır; bununla da kalmayabilecektir.

Bu bakımlardan, rahmetli Gezi Şehidi Etem Sarısülük’ün ağabeyi Mustafa Sarısülük’ün Ankara 2. Bölge 1. sıradan HDP milletvekili adaylığından çekilmesi son derece yerinde olacaktır. Bu çağrıyı kamuoyu önünde aileye bir kez de biz yapıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
20 Eylül  2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

TOKATLI ZEKERİYA ve Çağrıştırdıkları…


TOKATLI ZEKERİYA ve Çağrıştırdıkları…

Dostlar,

Sayın Habip Hamza Erdem zehir zemberek bir yazı yazmış…

Dileriz DSP koalisyon hükümetinde (57. hükümet; DSP + ANAP Mesut Yılmaz ve MHP Devlet Bahçeli) Ecevit’in Maliye Bakanlığı yapmış olan ve “Nereden buldun?” yasası ile kara para sahiplerinin keyfini fena halde kaçıran Zekeriya Temizel‘e göndermeler, CHP’ye sert eleştiriler ilgililerin kulaklarına erişir..

Dost acı söylermiş..

Biz de kaç zamandır Y-CHP sefaletini bu sitede deyim yerinde ise
yerden yere vuruyoruz…

Kemal Kılıçdaroğlu bizim Tunceli’li hemşehrimiz ve arkadaşımız..
Fakat memleket yurt sorunları hatır  – gönül dinler mi??

1999’da Edirne’de iken, çağrı üzerine (Adıyaman Milletvekili Celal Topkan) katıldığımız CHP Bilim – Kültür – Yönetim Platformu‘ndan, ertesi yıl Deniz Baykal‘ın Genel Başkan olması ve Kemal Derviş‘in bu Kurulun başına getirilmesi nedeniyle hemen ayrılmıştık.

Öncesinde büyük emeklerle, yakın arkadaşımız – meslektaşımız Prof. Haluk Koç öncülüğünde CHP’ye Ulusal Sağlık Politikaları hazırlamış, Ürgüp’te MYK’ya bizzat sunmuş ve Altan Öymen‘in de desteğini almıştık. 6 ay boyuca klasörler dolusu rapor yazmıştık (halen arşivimizdedir); Haluk Koç‘un ricasıyla 1,5 sayfalık bir basın özetini de kaleme alarak Edirne’ye dönüşümüzde Partiye göndermiştik ve CHP Basın açıklaması yaparak Ulusalcı Sağlık Politikasını halka duyurmuştu.

Baykal Genel Başkan olunca da PM’de bu politikayı çalışma grubunun eylemli (fiili) sekreteri olarak Haluk Koç ile sunmuştuk. Kemal Kılıçdaroğlu ise bu ulusalcı politikalara karşı çıkarak ANAP – DYP politikalarını savunmuştu. Aramızda sert bir polemik yaşanmış ve

– “Kemal Kılıçdaroğlu bu işten anlamaz. Olsa olsa, bizim uzmanları olarak geliştirdiğimiz sağlık politikalarının finansmanı için destek verebilir..” demiştik..

Kemal bey GSS’yi (Genel Sağlık Sigortası) ve Aile Hekimliğini savunuyordu.
İkisi de çağ dışı ve IMF – DB dayatması idi.. Birkaç panelde de bu yüzden karşı karşıya gelmiştik..

Bugün Sayın Kılıçdaroğlu’nu tanımakta ve anlamakta zorluk çekiyoruz doğrusu..

Yüce Atatürk’ün kurduğu ve Türkiye’yi kuran CHP‘nin kuruluş yıldönümünü bir kez daha kutlarız..

  • CHP için tek yol Kuvay-ı Milliye köklerine dönmek ve “6 Ok” programını uygulamaktır.. 

Sevgi ve saygıyla.
9.9.2014, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Not   : Sayın Zekeriya Temizel ile ADD Genel Başkan yardımcılığımız döneminde, (2004-2006) kendisi de Bakanlık sonrasında Cumhuriyet’te çalışırken İlhan Selçuk‘un odasında tanışmış ve epey süre ülke sorunlarını konuşmuştuk.. 

==================================================

TOKATLI ZEKERİYA


Habip Hamza Erdem

On iki yıl aradan sonra Zekeriya Temizel aktif politikaya döndū.
Dersimli Kemal’in Partisi’nin ‘Parti Meclisi’ ūyesi oldu.
Zekeriya Temizel ‘Devlet geleneği’ni kavramıș bir ‘Cumhuriyet çocuğu’dur.
‘Teamūl’leri en ince ayrıntısına değin bilir. Zeki ve çalıșkandır.
Soyadı gibi ‘Temiz’.
Maliye mūfettiși iken, bilgi ve birikim sınavlarını geçmiș ‘mūfettiș adayları’nın önūne ‘mekanizması çözūlmūș’ bir çamașır mandalı koyarmıș.
Yazılı sınavlarda bașarılı olan aday, bakalım mandalı ‘monte’ edebilecek mi diye.

Çūnkū ‘zeki’ olmak ile ‘inekleme’ arasında çok önemli bir ayırım vardır.
Maliye Bakanlığı ile ilgili yasaları ‘ezberlemiș’ olmak yetmez.
‘Zekâ’sını ‘el becerisine’ yansıtıp yansıtamamak da önemlidir.
‘Pratik zekâlı’ olmak değil, ama ‘zekâyı pratiğe çevirebilmek’…

Antik filozoflara göre, zekâ, ‘ruh’un anlamaya olanak veren bölūmūnden önce gelen ‘kișilik öncesi’ bir ilkedir.

Platon’a göre duyumlar dūnyasının ötesine gidebilen, ‘ūtopya’lar kurabilendir.

Spinoza’da ‘ruhun en yūce çabası’dır; o nedenle kendi çalıșmasının bașlığı bile ‘Etik’tir.

Ancak 18. yy’dan sonra ‘zekâ’, ruhlar ve öteki dūnyalardan koparılarak ‘ayakları yere bastırılmıș’, bir anlamda ‘laikleștirilmiș’ oldu.

1912’den bu yana da ölçūlebilir: IQ

Oysa Descartes’la birlikte, insanların ‘zekâ’ları, doğal olarak, eșittir;
farkılık onu ‘kullanım biçimi’nden gelmektedir.

Hegel bile kafatasını ‘boș’ olarak nitelendirmemiș miydi?

Maharet onu  ‘doldurmak’ değil, içindeki ‘en az’ ile ‘çok iș’ yapabilmektir.

Sökūk çamașır mandalını ‘takabilmek’ de bir iștir.

‘Nereden buldun yasası’nı ‘keșfetmek’ de..

Zekeriye Temizel’i Zekeriya Temizel yapan ‘Nereden Buldun?’ yasasıdır.

Sıradan bir ‘ilkokul öğrencisi’nin bile ‘sorabileceği’ bir ‘soru’..

Ancak onu ‘yașama geçirmek’ ve hatta ‘pratiğini’ önermek Zekeriya Temizel’e değin ‘dūșūnūlememiș’ idi.

Diyelim, önceki dönmelerde ‘konjonktūr’ de elverișli değildi ve onuru Zekeriya Temizel’e kaldı.

Ancak bu ‘ad’ ve bu ‘onur’ ve on iki yıllık bir ‘suskunluk dönemi’nden sonra
‘aktif politika’ya dönūș, Zekeriya Temizel beye ‘būyūk sorumluluklar’ da yūklemektedir.

İlk onurlu tutum, ‘Dersimli Kemal’e, ‘Tokatlı Zekeriya’ olarak ilk ‘tokat’ı indirmek olmalıdır.

Dersimli Kemal’in ‘devlet deneyimi’, ‘teamūl gereği’ Zekeriya Temizel‘i ‘dinlemeyi’ gerektirir.

Bu ‘teamūl’ içinde ‘Dersimlilik’ yoktur.

Ancak Kemal Kılıçdaroğlu ‘zıvanasından çıkmıș’ bir durumdadır.

‘Ȫzerklik șartını’, sözde ‘sol’ adına, dillendirmek bir yana, CHP kurultayına ‘önermiș’tir.
Ve ne yazık ki yuhalanmamıștır.

Bu CHP’den de ‘umut’ beklemenin olanağı kalmamıștır.

Bu CHP gitti gider.

Zekeriya Temizel ve kimi ‘aklı bașında’ yöneticilerden, hiç değilse CHP’nin ‘onurunu’ korumaları beklenir.

Yoksa ‘onursuz’ olarak gidecekler.

 

CUMHURİYET GAZETESİNİ BOYKOT


Dostlar,

Sorunlar bitmiyor.. bitmeyecek de..

  • Türkiye’ye, sistemli bir abanma ve kuşatma Cumhuriyet’in tüm kurumlarına dönük olarak DIŞ KÖKENLİ VE DESTEKLİ olarak sürdürülüyor..
  • Soluklu, akıllı ve YURTSEVER olanlar uzun – orta erimde hep kazanacaklar..
    Bizim gibi.. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün askerleri (=akıl ve dava yoldaşları) olanlar hep kazanacağız.
  • Hattı savunma yok, alanı savunma zorunlu.. O alan tüm VATAN! Ve salt boş zamanlarda, Cumartesi – Pazar, tatillerde vs. değil..Yurdun her santimetre karesinde ve sürekli..

CUMHURİYET‘teki sorun 12. Cumhurbaşkanı (gerçekte yarı başkan!) seçimi nedeniyle biraz gölgede kaldı..

Değerli meslektaşımız ve dostumuz Sn. Prof. Dr. Süleyman ÇELİK‘in
aşağıdaki yazısını -ve de eylemini- içimiz burkularak paylaşıyoruz..

(Bizim bir de atamayacağımız elektronik aboneliğimiz ve Gazete arşivinden
pdf dosyası indirebilme sürdürümcülüğümüz var…)

Prof. Çelik gibi çoook kıdemli bir “Gazete” okuru ve yazarıyız..
Özellikle çok değerli Sami Karaören büyüyüğümüzün dönemlerinde..

CUMHURİYET hızla kendine gelmelidir..

Döndürülen oyunlara katılmak ne söz, ayrımsayarak bozmalıdır.. Öyle de olacaktır..

Sevgi ve saygıyla.
11.8.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

========================================================

CUMHURİYET GAZETESİ’ni BOYKOT !

Kimden: Prof. Dr. Süleyman Çelik

52 yıllık Cumhuriyet okuruyum. 18 yaşından beri Cumhuriyet okuyorum.

 

Dünya görüşümün oluşmasında Cumhuriyet’in önemli bir yeri vardır. Cumhuriyet
benim için gerçek anlamıyla bir okul oldu. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Muammer Aksoy, Melih Cevdet Anday, Nadir Nadi, İlhan Selçuk gibi Cumhuriyet yazarları, yazıları
ve kitaplarıyla öğretmenlerim oldular.

Üniversite 2. sınıf öğrencisiyken, ‘Okuyucuların Görüşleri’ sütununda ilk yazım yayımlanınca çok heyecanlanmıştım. Askerlikten ayrıldıktan sonra Sayın Sami Karaören’in makale editörlüğü döneminde 2. sayfada ‘Olaylar ve Görüşler’ bölümünde makalelerim, ‘Arada Bir’ köşesinde yazılarım yayımlandı. Bunların dışında CBT’de
daha çok yazım yayımlandı.

1970 ve 90’lı yıllarda iki kez, Nadir Nadi karşıtı ortaklarla birlikte Gazete’nin ele geçirilip ilkelerinden saptırıldığı ve bilinçli Cumhuriyet okurlarının boykotu üzerine geri alındığı ara dönemler dışında, hiçbir gün Cumhuriyet okumadan yatağıma yatmadım. Cumhuriyet okumak benim için bir bağımlılıktır.

1979-81 arasında İngiltere- Nottingham Üniversitesi’nde çalıştım. O yıllarda internet yoktu. Orada bulunan öğrenci arkadaşlarla ortak abone olarak, 2-3 gün gecikmeli de olsa Gazete’yi okumayı sürdürdük. Ki o yıllarda, bugün Gazete’yi ele geçirmeye çalışanların ağababaları, egemen oldukları sendika, dernek ve meslek odalarının lokallerine, “Tercüman (o zaman sağın temsilcisiydi) girebilir fakat Cumhuriyet giremez, çünkü üyelerimizi etkiliyor..” diyorlardı.

  • Cumhuriyet, Kurtuluş yıllarında Yunus Nadi’nin baskı makinelerini işgal İstanbul’undan kaçırarak Ankara’da yayımladığı, 14-15 yaşındaki Nadir Nadi’nin foto muhabirliği yaptığı, Kuvayımilliyecilerin gazetesi Yeni Gün’ün devamıdır.

Kurtuluş’tan sonra Atatürk’ün yol göstermesiyle Cumhuriyet’i savunmak üzere
yayın yaşamına başlamış ve adını da bizzat Atatürk koymuştur.

Cumhuriyet gazetesi Cumhuriyet ile özdeşleşmiş ve Sevgili Uğur Mumcu’nun kazandırdığı bir deyimle ‘Kalpaksız Kuvvacıların’ gazetesi olmuştur.

Cumhuriyet, Cumhuriyet karşıtlarınca hep ele geçirilmeye, hatta satın alınmaya çalışılmıştır. Sevgili İlhan Selçuk bu girişimleri yazmıştır. Satın almayı başaramayınca benzer bir gazete çıkararak batırmaya çalışmışlardır. Fakat, halkımızın deyimiyle,
“yel kayadan bir şey alamamış” ve arkalarında holdingler olmasına, damping yapmalarına,  hatta bedava dağıtmalarına karşın kendileri batmış, Cumhuriyet
dimdik ayakta kalmıştır. En son girişim Radikal idi. D&R mağazalarında bir kitap değil, bir gazete alana bile Radikal’i bedava veriyorlardı, gene de battı.

İçerideki Truva atları, aralarına Uğur Mumcu’nun sevgili oğlunu da sokarak
şimdi Cumhuriyet’i üçüncü kez ele geçirmeye karar vermişler.

Öncelikle şunu sormak isterim; Bekir Coşkun gibi çok okunan, dolayısıyla gazetenin tirajını artıran, üstelik ilkesel sorunu da olmayan yazarları kaçırıp, yazıları okunmadığı için diğer gazetelerde köşe bulamamış yazarları almak nasıl bir zeka ürünüdür?

Özgür Mumcu, bize babasının yadigarıdır, başımızın üstünde yeri var.
İlhan Selçuk’tan sonra Cumhuriyet ile en çok özdeşleşmiş yazarı olan babasından dolayı Cumhuriyet zaten O’nun evidir. Çoktan Cumhuriyet’te olmalıydı.

Bizim sözümüz her iki Cumhuriyet’in de temel değerlerine, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine, Kemalizm’e ve ulus devlete karşı olan gayri millicileredir.

Atatürkçüler gazeteden birer birer uzaklaştırılırken yerlerine önce ‘Mustafacılar’ alındı. Şimdi sıra gayri millicilere mi geldi?

Bunlar Cumhuriyet Mitinglerine, yazılarıyla açıkça karşı çıkmışlardır.
Oysa ‘Tehlikenin farkında mısınız?’  manşetleriyle bu mitinglere ortam hazırlayan,
İlhan Selçuk’un önderliğindeki Cumhuriyet’tir.

Bunlar, BOP kapsamında ABD’nin AKP ve Cemaat eliyle uygulamaya soktuğu Ergenekon, Balyoz ve benzeri davaları desteklemişler, kendilerine aydın diyen ne idüğü belirsizlerle ortak açıklamalar yaparak, davalarda sonuna dek gidilmesini istemişlerdir.
O zamanki yazılarını okuyun, AKP’li ve Fetullahçı yandaşlarınkiyle benzerlikleri göreceksiniz.

Ne zaman ki sıra kendilerine geldi, feryat etmeye başladılar. Dışarıda kalanlar arkadaşlarının, güya ‘Gerçek Ergenekoncular’a nasıl karşı olduklarını kanıtlamaya çalışmışlar, kendilerine ‘Nedim’in ve Ahmet’in Arkadaşları’ adını vererek, içeride Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve daha birçok gazeteci olmasına karşın,
yalnızca bu ikisine özgürlük isteyen eylemler yapmışlardır.

Sevgili İlhan Selçuk demokrat kişiliğinin gereği olarak Gazete’de her görüşten yazara yer verirdi. Ancak görüşleri Cumhuriyet’in temel ilkelerine açıkça aykırılaşarak okuyucularla çatışmaya başlayanları, mesleğe olan saygısı nedeniyle,
öbür patronlar gibi atmaz, fakat kendisinin ayrılmasını ima ederdi.

Bu biçimde istiskal (AS : Soğuk davranışlarla hoşlanmadığını belli etme) ile Cumhuriyet’ten ayrılmış biri şimdi geri döndü. Bugünkü ilk yazısının başlığını, okuyucuların tepkisini tahmin ederek “Eyvah” koymuş, yanına da sevenleri de olduğunu savlayarak “Yaşasın” eklemiş! Yazısında kendisini Cumhuriyet’ten attıran okurlara,  “Artık İlhan Abiniz yok, şimdi kendilerine Türkiyeli diyenlerin ve Dostum Hikmet Çetinkaya’nın sözü geçerli..” der gibi, nanik yapıyor!

Hikmet Çetinkaya; Fehmi Koru’nun ATV’de, Ali Kırca’nın haber saatinde ‘kedinin fareyle oynaması’ gibi ezdiği ve tüm Cumhuriyet okurlarını kahrettiği, yazılarında
konu ve tutarlılık olmayan, tümceleri birbirleriyle ilgisiz, en birikimsiz ve bilgisiz Cumhuriyet yazarı. Şimdi Cumhuriyet’te son söz sahibi olmuş! Cumhuriyet’e yakışmıyor. Fakat Agos’tan ve Taraf’tan yazar transfer etmek bunlara yakışır.

Oldu olacak, Sevgili Uğur Mumcu’nun ‘tosuncuklar’ dediği Altan kardeşleri de alın. Ayrıca Hikmet Çetinkaya’nın kankaları Oral Çalışlar ve İsmet Berkan var.
Hasan Cemal’in günahı ne? Genel Yayın Yönetmenliğini İbrahim Yıldız’dan
daha iyi yapmaz mı?

Efendiler!

Öbür gazeteler 50 kuruş iken 150 kuruş verip Cumhuriyet aldıkları için
Cumhuriyet okurlarını aptal sanıyorsunuz, herhalde!

Cumhuriyet okurları iki kez bu oyunu bozarak aptal değil bilinçli olduklarını kanıtlamışlardır ve sizin bu son oyununuzu da bozacaklardır. Bundan kuşkunuz olmasın.

Adı geçtiği için söylüyorum; aldığınız yazarlarla Radikal’e benzemeye çalışıyorsunuz. Sonunuz da Radikal’dekiler gibi olacak. Daha önceleri olduğu gibi, geride enkaz bırakarak kaçacaksınız ve yazarları ve okuyucularıyla gerçek Cumhuriyetçiler
enkazı kaldıracaklardır.

Bugünden sonra Cumhuriyet, yeniden gerçek Cumhuriyet olana dek
Gazete’yi boykot ettiğimi bilmenizi isterim.

01 Ağustos 2014

Prof. Dr. Süleyman Çelik
GATA VE Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi

Hangi Atatürk’te Birleştik?


Hangi Atatürk’te Birleştik?

Portresi_ADD
K. Cemal Yetginer
ADD Genel Yönetim Kurulu Üyesi
http://www.add.org.tr/index.php/makaleler/1310-hangi-atatuerk-te-birlestik, 6.2.14

 

Toplumsal bilinç ve belleğin yerleşmediği ülkelerde halk kavram kargaşalarının havada uçuştuğu süreçleri sıkça yaşar.. Siz birini onarmaya çalışırken yüzlercesi sürülüverir ortaya..

Bir bakarsınız kısmen bilinçli sandığınız kitleler bile (Goebbels yöntemiyle uygulanan) propagandanın peşinde bulurlar kendilerini..

İşte bu noktada görev ülkenin gerçek aydınlarına düşer. Bir araya gelmek halkı aydınlatmak ve örgütlemek tarihsel bir sorumluluktur üzerlerinde.
Elbette ki bedellerini de göze alarak.

Atatürkçü Düşünce Derneği de böyle bir aydın sorumluluğunun ürünüdür.
1989 yılında Prof.Dr. Muammer Aksoy önderliğinde bir araya gelen bir küme aydının tarihsel sorumluluklarının topluma yansımasıdır.

Bu yansıma Atatürk’ün devrimini ve düşüncesini bugüne ve geleceğe taşımayı hedeflemiş, bu uğurda birçok kurucu ve yöneticisi canlarını feda etmek durumunda bırakılmıştır.

ADD, 25. kuruluş yıldönümünü yaşadığı bu yıl Türkiye’nin dört bir yanındaki
370 şubesiyle Mustafa Kemal bayrağını onurla dalgalandırmaktadır.

Kolay değildir Atatürkçü Düşünce Derneği’nde nefer olmak. Yalnızca elinizi değil
bedeninizi taşın altına koymaktır. Ölçü tanımadan gelen saldırılara karşı durmaktır.
Kimler saldırır ADD’ye 2. Cumhuriyetçiler, İslamcılar, bölücüler… liste uzar gider.
Ama tarih bize göstermiştir ki Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete ve Düşüncesine
en büyük zararları O’nun adını en çok ananlar ve O’na sığınanlar vermişlerdir.

Atatürk’ün işlerine gelen birkaç noktasını öne çıkarır, ardına kendi cümlelerini dizerler ama bir bütün olarak onu benimsemezler (benimseyemezler, özlerine aykırıdır).
Sonra dönüp bir de “bizdenseniz vatanseversiniz, değilseniz vatan haini” tavrını koyarlar.

ADD bu tarz saldırıların hepsine alışıktır. Kuruluş nedenlerinden en önemlisi de budur.
ADD’nin görevi yalnızca Atatürk’e doğrudan saldıranlarla mücadele etmek değil; konjektüre göre yaratılan “Atatürk ve Atatürkçülük” kavramları ile mücadele etmek de ADD’nin görevidir.

Gelelim bu yazının yazılma nedenine; 26 Ocak 2014’te Ulusal Kanal’da yayınlanan nda
Atatürkçü Düşünce Derneği yöneticilerinin Milli Merkez çalışmalarına
destek vermedikleri gerekçesiyle;

– Atatürk’ü pazarlama peşinde olduğu,
– Aralarında Fettullahçıların olduğu,
– Tek dertlerinin siyasal ikbal olduğu,
– Zaten işbirlikçi oldukları,
– Fikir tüccarlığı yaptıkları,
– İsim isim afişe edeceklerini,
– Atatürk’ün ADD yöneticilerini çarpacağını… 

ve daha birçok iddayı dile getirdiler ve “açıklarız” gizemli cümlesiyle
bölümü tamamladılar.

5 kez siyasal parti değiştiren (DYP, DTP, tekrar DYP, GP, DP),
üyesi bulunduğu 4 partinin 3’üne Genel Başkan adayı olup kazanamayan,
soluğu Milli Merkez’de alan, ancak bunları unutup ADD yöneticilerini
siyasal ikbal peşinde olmakla suçlayan (E) Bakanımızı;

İhlas’a bağlı Türkiye gazetesinde 21 yıl, Uzan’a bağlı Star gazetesinde 2 yıl,
Doğan’a bağlı Posta gazetesinde 6 yıl, Yeniçağ’da 1 yıl, Kadiri tarikatına bağlı
Yeni Mesaj gazetesinde 1 yıl görev yaptıktan sonra, soluğu Aydınlık gazetesinde alan ve ADD yöneticilerini Atatürk’ü pazarlamaya çalışmakla suçlayan
muhterem gazetecimizi söz ettikleri üzere ellerindeki bilgileri, belgeleriyle
açıklamaya çağırıyorum.

ADD Yönetcileriyle ilgili o denli çok sav sayıldı ki, programda bu yazıya sığdırabilmek güç..

Umarız bir gün programlarına çağırırlar, canlı yayında karşılıklı tartışırız.

ADD Yöneticileri arasında işbirlikçiler var oysa Atatürkçülük
tam bağımsızlıkçılıktır,
anti emperyalist olmaktır.” buyuruyorsunuz.

Doğrudur, Atatürkçülük tam bağımsızlıkçılıktır – anti emperyalist olmaktır.
Ancak Atatürkçülük aynı zamanda “anti-kapitalist” olmaktır.

Neden eksik söylüyorsunuz!

Bizi AB fonlarından, Soros Vakıflarından vb. beslenen Sivil Toplum Örgütleriyle karıştırmayın antetli kağıdığımızda şu yazar :

  • “Yerli ve yabancı hiçbir kuruluştan ‘fon’ adı altında bile yardım almamakla övünüyoruz.”

Çünkü her ADD’li bilir ki “para alan emir de alır.” Bizim gelir kaynağımız özverili üyelerimizdir. Her üyemiz bu savaşımda maddi özverisinin hesabını tutmamaktadır.

“ADD Yöneticileri Fettulah’a karşı laf etmiyorlar, televizyonda 2 yıl önce ilk biz söyledik
Fettullah cemaatinin ne kadar tehlikeli olduğunu..” buyuruyorsunuz.

Bilin ki, ADD’nin her basamağında görevli yönetici ve üyelerimiz, yalnızca
Fettullah Gülen cemaati değil tüm cemaat ve tarikat yapılanmalarının karşısındadır. ADD, yasalar çerçevesinde bunlara karşı yalnızca  mücadele etmekle kalmaz,
toplam bütçesinin önemli bir bölümünü gereksinimi olan öğrenciler onların eline düşmesinler diye burs olarak destekte kullanır.

ADD Yöneticilerini Atatürk’ü pazarlamaya çalışmakla, siyasal ikbal peşinde olmakla suçluyorsunuz..

Ancak biz Nazım Hikmet’in Kuvay-ı Milliye Destanı 6. Bap sonunda yer alan
Kartallı Kazım gibi çalışırız.

Ve kavga bittiği zaman ne çiftlik sahibi oldu, ne apartman.
Kavgadan önce Kartal’da bahçıvandı,
kavgadan sonra Kartal’da bahçıvan…

“Ana muhalefet partisinden siyasal beklentileri olduğu için eleştirilmesi gerekenleri eleştiremiyorlar..” buyrulmuş programda.

Atatürkçü Düşünce Derneği ayrım yapmaksızın, çekinmeden, korkmadan,
bedelini göğüsleyerek tepkisini koymakta hiçbir zaman çekinmemiştir.

(Bir örnek, http://www.add.org.tr/index.php/subelerimizden/1097-add-izmir-subeleri-atatuerk-uen-kemiklerini-s-zlatmay-n-efendiler)

Programı canlı izleme olanağım olmadı. Youtube dan izleyebildim. Acaba yanlış mı anlıyorum diye birkaç kez izledim. Her izleyişimde İlhan Selçuk’un 90’lı yıllarda yazdığı bir köşe yazısında yer verdiği bir öykü geldi aklıma.. Bu öyküyle bitiriyorum yazımı..

Kurt yavruluyor, yavrular sütten kesilmeye yaklaştığında anne kurt yavrularına dünyayı tanıtmak için gezintiye çıkarıyor. Bir derenin kenarına gidiyorlar. Anne kurt anlatıyor.

“Burası deredir, su gereksinimimizi buradan karşılarız”. Biraz daha ilerliyorlar, bir koyun sürüsü beliriyor. Anne kurt yavrularına dönüyor “işte bunlara koyun denir, bizim besin kaynağımızdır”. Çobanı gösteriyor anne yavrularına ve şöyle diyor “yalnız dikkat edin orada iki ayağı üzerinde duran bir şey var. Ona insan denir o bizim can düşmanımızdır”. Yavrulardan biri atılır. “Anne, sen insan için bizim can düşmanımızdır dedin ama
orada bize benzeyen bir şey var, insan ona bir şey yapmıyor” der. Çoban köpeğini gösterirken.. Annenin yanıtı net olur “O bize benzeyip bizden olmayandır,
asıl ondan korkacaksınız.”

Notlar                        :

1- Programı izlemek isteyenler youtube’da arama bölümüne “Alternatif 26 01 2014” yazarak çıkan sonuçlar arasından izleyebilirler. (ADD ile ilgili bölümleri 19. ve 50. dakikalardan başlayarak yer almaktadır.)

2- Programda sözü geçen akademisyen, Yurtdışı ADD’lerle iletişimden sorumlu
Genel Yönetim Kurulu üyemiz Prof. Dr. Bülent Çukurova’dır. Yakın zamanda Almanya’da bulunan ADD’lerce düzenlenen bir toplantıya katılmıştır.
Gerekli açıklamayı kendisi yapacaktır.

3- Atatürkçü Düşünce Derneği, varolan siyasal partilere ve siyasal oluşumlara
eşit uzaklıkta olma ilkesinden vazgeçmemiştir, vazgeçmeyecektir. Elbette ki bireysel anlamda bu sınırı zaman zaman zorlayan girişimler olmuştur. (Bu girişimler ileri sürüldüğü gibi yalnızca bir siyasal parti yönlü değildir, eş zamanlı olarak ADD yöneticiliği ile Milli Merkez yöneticisi olmak da bu zorlama girişimlerine dahildir.)

Cumhuriyetimizin temel nitelikleriyle sorunu olmayan oluşumlarla ilgili açıklama yapmamak gibi yazılı olmayan bir geleneğimiz vardır. Ancak bu gelenek kendisine yönelik bir saldırı geldiğinde karşılık vermemek anlamına gelmemektedir.

Bedri Baykam : Prof. Fatih Hilmioğlu İçin Sayın Cumhurbaşkanı’na


Prof. Fatih Hilmioğlu İçin Sayın Cumhurbaşkanı’na

Bedri_Baykam_portresi

 

Bedri Baykam
Cumhuriyet,
14.1.14

 

 

Sayın Cumhurbaşkanı,

Köşe yazarları bildiğiniz gibi en aktüel, en sıcak, en taze ve ilgi çekici konuları gündemlerine alarak dikkat çekerler. Ama bugünkü yazımda ben bunu uygulamıyorum. Bugün kalkıp bu köşede ülkemizi “sözde” ileri demokrasiye geçirmekten dem vuran, ama her gün bizi muz cumhuriyetlerini aratacak bir siyasal iflasa sürekleyerek hukuk devletini katleden AKP iktidarının yeni marifetlerinin dökümünü yapmayacağım. Yüz kızartıcı yeni internet yasası, utanç verici sonuçlara gebe olan HSYK oluşturma yöntemleri ve maalesef ortada sürünen yolsuzluk dosyaları veya Başbakan’ın aranan kayıp oğlu, bugünkü yazımın merkezini oluşturmayacak.

Bugünkü konum maalesef kendi gazetemde de kezlerce manşet olmuş olan Profesör Fatih Hilmioğlu’na yaşatılan insanlık dışı dramdır. Ergenekon davasının tutarsızlıklarını, mantıksızlıklarını, sahte delilleri,
gizli ihbarcıları, tanıkları, Danıştay davasına elle tutulur hiçbir bulgu-belge olmadan bağlanmışlığını bile bugün için bir kenara kaldıralım lütfen. Bunları da yıllardır
bu sütunlarda veya hâlâ düşük bir ölçüde bile olsa cesaret kırıntısı taşıyan
kimi televizyon kanallarında kezlerce anlattık.

Burada konu artık yalnızca “insan” olma durumu ile ilgili, Sayın Cumhurbaşkanı.

  • Yani Hilmioğlu’nun acil olarak tahliye edilip derhal en yoğun şekilde tedavi altına alınması, normal bir hukuk devletinde kaçınılmaz ve olmazsa olmaz bir mecburiyettir.

Sayın Hilmioğlu, Türkiye’nin yetiştirdiği en değerli insanlardan biridir.
Malatya İnönü Üniversitesi’nde yarattığı çağdaş ortam, yetiştirdiği aydın gençler, Atatürkçü aydınlanma devrimine olan bağlılığı, anlaşılan birçok kesimi rahatsız etti ki, kendisi kamu vicdanını ikna edici hiçbir kanıt olmadan yıllardır zindanlarda esir tutuluyor.

Sayın Cumhurbaşkanı,

Ben bugün için Hilmioğlu hakkındaki “23 yıl hapis” şeklinde sonuçlanan yargı kararını sorgulama konusunu da rafa kaldırıyorum. Velev ki benim inandığım her veri yanlış ve Sayın Hilmioğlu gerçekten suçlu! Bu doğru olsa bile, normal bir hukuk devletinde
bu denli ağır ve ciddi bir hastalık geçiren tutuklu veya hükümlü, bu denli sorumsuz ve acımasız şekilde ölüme mahkûm edilemez. Her gün din ve imandan söz etmeyi sevenlere hatırlatırsak, bu tavrın ne Müslümanlıkta ne de insan haklarında yeri vardır. Bu tavır ancak ortaçağda veya faşist devletlerde görülebilen bir zulüm etme hazzıyla beslenen psikolojiye sahip insanların davranış biçimidir.

Sayın Cumhurbaşkanı,

Bildiğiniz gibi, Ergenekon davasının tutuklu, tutuksuz sanıkları arasında yer alan
birçok isim, yaşatıldıkları insanlık dışı ortamlardan sonra son nefeslerini verdiler.
“Ergenekon’un kasası” olarak adı çıkarılan ve akciğer kanserinden, beş parasız bir vaziyette ölen Kuddusi Okkır, organ ve solunum yetmezliğinden vefat eden
İşçi Partisi MKYK Üyesi Uçkun Geray dışında İlhan SelçukTürkan Saylan,
Erhan Göksel 
gibi isimler de gözaltında yaşadıkları yoğun stres ve olumsuz koşullardan sonra yaşamlarını yitirdiler. Bunun dışında özellikle siyasal davalardan tutuklu veya hükümlü birçok başka isim de yine cezaevi koşullarında tedavi olamayarak ölüme mahkûm edildiler. Maalesef bu kabul edilemez tavır nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti’nin hapishanelerinde çürüyen onca insan oldu.

İHD, 3 Kasım 2014’te 162’si ağır 544 hastanın durumunu kamuoyu ile paylaştı.

Bu bilgilerin size ulaşmamış olması tabii ki olanaklı değildir.
Bir ülkenin gelişme düzeyi ekonomik verilerle ortaya konamaz, Sayın Cumhurbaşkanı.

O ülkenin kültüre ne harcadığı, düşünce ve ifade özgürlüğünün düzeyi,
sokaktaki çocuklara veya yaşlılara nasıl baktığı, doğal yaşamı korumak için neler yaptığı, yolsuzlukla nasıl mücadele edildiği ve hapishanelerindeki yaşam koşulları ile ölçülür.

Türkiye ne yazık ki bu verilerin tümünde artık dünya sonunculuğuna aday ülkeler arasında yer almaktadır. Bu genel tablodan rahatsız olmadığınızı düşünmek bile istemiyorum, Sayın Cumhurbaşkanı.

Bu veriler ışığında her geçen gün göz göre göre eriyen Prof. Fatih Hilmioğlu’nun acil olarak tahliye edilmesi için gerekeni yapmanızı,
sizden bir vatandaşınız olarak istirham ediyorum.

Bu medenileşme hamlesini Hilmioğlu’ndan başlatarak tüm diğer ağır hasta tutuklu
ve hükümlere yayabilirsiniz. Siz devreye girmezseniz, daha çok tabut çıkar o cezaevlerinden, Sayın Cumhurbaşkanı.

Saygılarımla…

Naci BEŞTEPE : ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 25.12.13


ÇARŞAMBA İĞNELERİ

portresi_kucuk

 

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

 

SIRAYLA

RTE bir sözü çok severek kullanır;

Men dakka dukka…

HIRSIZ

RTE, “Hırsızlık babadan evlada geçer”

Bozuk saat bile zamanı günde iki kez doğru gösterir…

 ŞÜPHELİ

RTE’nin oğlu Bilal’in yönetiminde olduğu TÜRGEV de şüpheli.

Babadan geçici…

HARAM (Aytekin Kaya TÜTÜNCÜ paylaştı)

Dindar kindardan son açıklama;

“Harama el sürmedik”,

Makine ile saydık…

MİLYONLAR (Hakan ARSLAN’dan)

Haziran ayaklanması sırasında “Milyonları evde zor tutuyoruz” demişlerdi.

Ayakkabı kutusundaki milyonlarmış…

CİNAYET

Hüseyin ÇELİK, “İtibar cinayeti var”

Bu cinayetse SİLİVRİ Davaları’nda sizinki soykırımdı…

ÇETE

RTE,”Bunlar bir nevi çetedir”

Operasyonu yapan çete,

Parayı götürenler ne?

KAÇACAKLARDI

Soruyor beyim, “Kaçacaklar mıydı sabah erkenden evlerine girildi?”

Kanser hastası Türkan SAYLAN, 80’lik İlhan Selçuk, hukukçuların duayeni Sabih Kanadoğlu, gazeteciler, askerler, bilim insanları hep kaçacaklardı değil mi?…

BAŞVURU

Mustafa Sarıgül ve Mansur Yavaş adaylık için Kılıçdaroğlu’na başvurdu.

Kılıçdaroğlu da ABD büyükelçisine…

ARAYIŞ

Ricciardone,”Operasyonda kaynağı dışarıda aramak yanlış”

İktidarı da…

RASTLANTI

ABD Hazine Müsteşarı David Cohen operasyon sürerken Türkiye’ye geldi.

Olağan rastlantı…

ŞİKE

Savcının yanına iki savcı ver,”Karar ikiye bir alınacak de”

Bal gibi şike…

VERİLMEYEN

Sordu,”Ne istediniz de vermedik?”

Belli oldu, AYAKKABI KUTUSUNU…

YALAMA

Nazlı Ilıcak Sabah’tan kovuldu.

Yanlış yeri yalamıştır…

KÖTÜ

Operasyonu yürüten polisler “görevi kötüye kullanmaktan” görevden alındı.

Hırsızı açığa çıkarmaktan yani…

YASAK

MENEMEN’deki Devrim Şehitlerini Anma Töreni’nde
Org. Necdet Özel’in mesajı okunurken yuhalandı.

Yuhalayanlara orduevlerini yasaklasın…

ERKEN UYARI SİSTEMİ

Yolsuzlukları açığa çıkınca tedbiri aldılar.
Adli Kolluk, amirine haber vermeden operasyon yapamayacak.

Cibali Karakolu geri geldi,

Kolluk oldu kollamalık…

KEFEN

RTE ikide bir ne der? “Kefenimizle yola çıktık… Kefenin cebi yok”

Kefenin yanında kutu olunca cebe gerek de yok…

YÜRÜTME

Bakanlar Kurulu devletin hangi erkidir?

Yürütme…

KUMPAS

RTE’nin danışmanı/ağzı Yalçın AKDOĞAN açıkladı,
önceki davalar hep Cemaatin kumpasıymış.

Ortaklık yapıp yol açan hangi iktidarmış?..

Rektör İçin 5001. İmza…


Rektör İçin 5001. İmza…

Prof. Dr. TÜLAY ÖZÜERMAN 

Cumhuriyet 13.09.2013


Ergenekon davası
nedeniyle 17 Nisan 2009’dan başlayarak 4.5 yıldır tutuklu olan ve yapılan son duruşmada (5 Ağustos 2013) 23 yıl hüküm giydirilen İnönü Üniversitesi

eski Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu davasında kesin sonuç, Yargıtay tarafından verilecek…

Ancak değerli bilim insanımız kanser hastasıdır ve cezaevi koşullarından
bir an önce çıkarılarak tedavi görmesi gerekmektedir.

Duyarlı vatandaşlar tüm yetkililere “Fatih Hilmioğlu’na Özgürlük Kampanyası” adı altında topladıkları 5000 imza ile sesleniyorlar; tedavisi için vicdani ve haklı gerekçeler ile özgür bırakılmasını talep ederken, rahmetli Kuddusi Okkır’ın trajedisinin tekrar yaşanmaması için çaba gösteriyorlar. Ergenekon tutuklularını ziyaret eden
CHP’li milletvekillerine Hilmioğlu durumunu şu sözlerle özetlemişti.

Fatih_Hilmioglu_portresi

 

  • Darbeye eksik teşebbüs suçundan 16 yıl ceza aldım. Bizi suçladıkları iki şey, 2003’te Jandarma Genel Komutanı’nı ziyaret, bir diğeri de Kent Otel’deki tesadüfi yemek. Düşünebiliyor musunuz, 10 general, 10 rektör yemek yiyor, 3 rektör ve 1 generale ceza veriliyor. 2003 yılında YÖK tasarısı tartışılırken YÖK Başkanı’nın da içinde olduğu bir heyetle her yeri geziyorduk. Askeriyenin de 23 eğitim kurumu var. Onlar da
    söz konusu tasarının paydaşı. Her kuruma gittiğimiz gibi oraya da gittik.
    Biz 7 rektördük ve 10 general vardı. Şimdi bu toplantı örgüt toplantısı olarak değerlendiriliyor. 7 rektörden 3 sanık, 10 komutandan ise sadece
    Şener Eruygur suçlanıyor. Eğer ortada bir suç varsa hepsinin suçlanması lazım. Toplam 17 kişiyiz. 4’ü suçlanıyor, 13’üne kimsenin bir şey dediği yok.
    Bu nasıl eşitlik, bu nasıl adalet?
  • Bir diğer suçlama ise, 3 Mart 2004’te Kent Otel’de yenilen bir yemek.
    Ankara Ticaret Odası’nda bir panele katıldık. Panelde konuşmacıydım. Panelden sonra hep beraber Kent Otel’e gittik, yemek için. Orada da
    Mustafa Balbay, rahmetli İlhan Selçuk ile yemek yiyormuş, masaları birleştirdik, bu yemek örgüt toplantısı oldu. Baştan hükmümüz verilmiş,
    5 yıl boşuna yatmışız. Ayrıca, İnönü Üniversitesi öğrencilerini fişlemek suçundan cezalandım. Suçlama 2003 tarihli, belgesi ise 2006’ya ait.
    Böyle bir şeyle ilgim olmadığını kanıtladığım halde bundan 7 yıl ceza verdiler.”

Kamuoyu Hilmioğlu’nu; rektörlüğü sırasında İnönü Üniversitesi kütüphanesinin girişine yazdırdığı “Atatürk Türkiye’dir; Türkiye Atatürk” yazısıyla ve türbana mesafeli duruşu ile tanımıştı. O süreçte Sayın Hilmioğlu daha sonra başına gelecekleri hayal bile edemezdi, pek çok yurttaşın T.C. ibaresinin kaldırılacağını aklına getirmediği gibi…

Benim en büyük eserim Cumhuriyettir” diyen Atatürk’ü ve Cumhuriyeti kucaklayan bu söz kendisinden sonra kaldırılmış; -yeri boş bırakılırsa tepki daha çok olacağı için şimdilik- Atatürk’ün “Benim manevi mirasım bilim ve akıldır” deyişine yer verilmiştir. Atatürk’ü sahipleniyor gibi yapanların, gerçek sahiplenicileri gönderdiği günümüz sürecinin çarpıcı örneklerinden biridir bu. Bugün Atatürkçü söylemlerle kendilerini alkışlatarak Atatürkçü kadroları tasfiye eden bazı rektörlerin nasıl baş tacı edildiklerini, hatta bazılarının AKP kadroları ile yakın temasta olup, vekillik hayalleri içinde olduklarını duyuyoruz… Atatürkçü kadroları tasfiye için üzerlerinde kurulan baskıya direnemeyenler, telkinle yola getiremedikleri öğretim üyelerini kaçırtmak için kurumlarında onlarla uğraşacak kişilerle işbirliği yaparak tasfiye etme yoluna gidiyorlar.

Kimin ne dediği değil, ne yaptığı önemli… Ne mi diyorum: “Söylediğiniz değil, yaptığınızsınız… Sözleriniz yalnızca sizi kandırır, bizleri değil…” diyorum.
Bugünün konjonktürüne göre uydurulmuş “suç” kavramı ile suçlu muamelesine
tabi tutulanların, hukukun ve adaletin geri çağırılacağı gelecek süreçlerin kahramanları olacağını en iyi Atatürk’ün akıl ve bilimi önceleyen sözlerini yansıtan kurumlarda
yer alanların bilmeleri gerekir. Sayın Hilmioğlu’na, düşüncesi, söylemi, eylemi bir oluşunun vebali ödetilirken seyirci kalarak Atatürkçü olunmaz. Rektörlerin bir araya gelerek, rektörlük yapmış meslektaşlarının göz yumulamayacak durumda bırakılmasına insani ve vicdani olarak itiraz etmeleri gerekmektedir. Bu görev hepsine, (yurttaş olarak hepimize) ama en çok hekim kökenlilere düşmektedir.

Hasta bir insana bugünkü konjonktürü onaylamayan düşünceleri nedeniyle mesafeli durmak, ölüme ilerleyişine göz yummak insanlıkla bağdaşmaz;
hekimlik mesleği ile hiç bağdaşmaz.

  • Yapılması gereken, Sayın Hilmioğlu’nun hastalığının daha fazla ilerlemesinin durdurulması için özgürlüğüne kavuşturulmasıdır.

Bu yazı ile bana ulaştığında 5000 olan imza listesine 5001. imzayı atarken;
durumdan haberdar olup böyle bir talebi haksız bulacak tek bir vicdan sahibi olamaz diye düşünüyorum.

Umarım yanılmıyorum.

Balbay, Haberal ve Özkan’ın Ergenekon’da savunmalarının tam metni


Dostlar,

Taksim Gezi Alanını savunma zemininde patlayan meşru halk direnişi,
ülkemizde ve dünyada ilk gündem maddesi olmayı sürdürüyor..

Ancak, bu bütünün bir parçası, ana parçası olmak üzere, değişik davalarda tutsak alınan asker – sivil yurttaşlarımızı bir an bile unutmamamız gerekiyor..

Siyasal iktidar ve yandaşı kiralık -satılık basın (!?) bu oyunu oynamak isteyebilir
Taksim gündemini kullanarak..

Bu canlarımız 4-6 yıldır içerdeler, hücredeler ve hala tutuklu durumdalar..
Haklarında kesinleşmi bir hüküm yok..
Fiili infaz var..

“Nasılsa ağırlaştırılmış mübbet vereceğiz, değişen birşey yok..” Hammurabi mantığı ile bakılıyor. Hammurabi bile – 1700’lerde kendince Kodifikasyon yaparken bu denli
peşin hükümlü değildi eminiz.. Olsa olsa kısasa kısas ve ihkak-ı hak kabul edilmişti..

Hammurabi’den 3700 yıl sonra Türk hukuk sistemi siyasal iktidarca adeta
iğdiş edildi.

Bu bakımdan Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve Tuncay Özkan’ın geçen ay Silivri zindanında kurulu “mahkeme” (Özel Yetkili İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi) de,
297. duruşmada verdikleri (14 Mayıs 2013) son savunmaları paylaşmak istiyoruz.

Balbay’ın son savunmasının ana başlıkları aşağıda..

Sayın Prof. Haberal ve Sayın Tuncay Özkan’ın savunma metinlerini ise pdf olarak veriyoruz. Erişkeler (linkler) aşağıda..

Tuncay_Ozkan’in_Ergenekon’da_son_savunmasi_14.5.13

Mehmet_Haberal’in_Ergenekon’da_son_savunmasi_tam_metin_14.5.13

Mustafa_Balbay’in_Ergenekon’da_son_savunmasi_tam_metin_14.5.13

Ayrıca bu yazının sonunda, söz konusu savunmaların word metinlerine erişim sağlayan Cumhuriyet Gazetesi erilkeleri (linkleri) de var.. Biz Sayın Tuncay Özken’ın savunmasını birleştirerek tek dosyada verdik.

Her şeye karşın yine de, insandan umut kesilmez diye, Mahkeme heyetinden

ADALET DİLEDİĞİMİZİ ve BEKLEDİĞİMİZİ HAYKIRIYORUZ..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 8.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Balbay, Haberal ve Özkan’ın Ergenekon’da savunmalarının tam metni

Ergenekon davasında, 4 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan CHP İzmir Milletvekili ve Cumhuriyet Gazetesi yazarı Mustafa Balbay, CHP Milletvekili Mehmet Haberal ve Tuncay Özkan, son savunmalarını yaptılar.

Balbay_Haberal_Ozkan

Cumhuriyet– Ergenekon davasında, 4 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan CHP İzmir Milletvekili ve Cumhuriyet Gazetesi Mustafa Balbay son savunmasını yaptı. Balbay, hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenen mütalaya ilişkin “Olağanüstü dönemlerde yargı gücüyle siyasi güç bir araya gelirse hukuksuzluklar olur. Bu mütalaayı hazırlayanlara sormak istiyorum. Bu intikam duygusu yetmedi mi?” diye konuştu.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Silivri Cezaevi Yerleşkesinin bitişiğinde görülen davanın 297. duruşması yapıldı. Duruşmanın öğleden sonraki oturumunda Başkan Hasan Hüseyin Özese “Mustafa Ali Balbay esas hakkındaki mütalaaya karşı son savunmanızı yapmaya hazır mısınız?” diye sordu.

Balbay, “Suçlandığım konular itibariyle iki saatlik sürede son savunmamı yapmaya hazır değilim. Ancak bu kısıtlı süre içinde mütalaada hakkındaki suçlamalara cevap vermeye çalışacağım.” dedi.

Türkiye’nin pek çok yerinden duruşmayı izleyemeye gelenleri selamladığını söyleyen Balbay, Reyhanlı’daki patlamada yaşamını yitirenlerin yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifalar diledi. Balbay “Hatay’daki saldırının Türkiye’nin iç barışı açısından önemli bir sorun oluşturmamasını diliyorum.” diye konuştu.

Balbay, Mustafa Kemal’in yaşamını yitirmeden kısa bir süre önce vatan topraklarına katması nedeniyle Hataylıların, Hatay’a “Atatürk şehri” dediklerini anlattı. Balbay “Hatay’da insanlar barış içinde yaşar ve bu iklimi devam ettirir.” şeklinde dileğini dile getirdi.

Hukuk metni değil

“Bu mütalaa bir hukuk metni değil!” diyen Balbay “Ne suç tarihi, ne suç tarifi, ne kişilere yönelik suçların tarifi ve tarihi ne de deliller var. Bir kişiye iftira atarken bile daha özenli davranılır.” diye konuştu.

Mütalaayı örnekler vererek eleştiren Balbay şöyle devam etti:

“Mütalaada benimle ilgili bölümde İlker Başbuğ’un adı geçmiyor. İlker Başbuğ’un bölümünde ise Mustafa Balbay ile irtibat kuruluyor. Mütalaanın denklemini Einstein çözemez. Denklem yok zaten. ‘2 artı 2 buhar, su ile toprak bir olup 5 olur’ deniyor. Bu nedenle kendimizi savunmamız yetmiyor, birlikte yargılandığımız insanların da suçsuzluğunu ispatlamamız gerekiyor.”

Kaza yapar

Duruşmalarda tanık ve sanıkların beyanlarına karşı söz istediklerinde mahkeme tarafından “son savunmanızda cevap verirsiniz” denildiğini belirten Balbay

“Biz de suçlamalar karşısında son savunmalarımızı kısıtlanmadan yapabileceğimizi düşündük. Bir maç düşünün ki ilk yarısı 250 dakika, ikinci yarısı 10 dakika. Bu kabul edilebilir mi? Olağanüstü hızlı adalet adalet değildir, kaza yapar. Bu mütalaanın tutulacak yeri yok.” dedi.

Gözaltına alındığında Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara temsilcisi olduğunu belirten Balbay “Ankara’daki mesleki faaliyetlerimden dolayı yargılanıyorum. Burada bir yetki gaspı olduğunu düşünüyorum.” dedi.

Notlar benim değil

Balbay şöyle devam etti:

“Bana yöneltilen suçlar ‘Balbay’ın notları’ ya da ‘Balbay’ın günlüğü’ adıyla serpiştirilen notlar, benim notlarım değil. Benim olsa dahi hiçbir yerinde cebir ve şiddet içermiyor. Mütalaada suç üretilip, suçluların üzerine önem verdiği değerler suç unsuru gibi gösteriliyor. 10. Yıl Marşı’na, Amasya Tamimi’ne suç unsuru gibi mütalaada yer veriliyor. Mütalaanın toplamının verdiği netleşiyor:

Bu yargı istemi adalet değil, intikam üretiyor.”

Tanınmış gazeteci

Cumhuriyet Gazetesi imtiyaz sahibi ve 21 Haziran 2010 tarihinde yaşamını yitiren
İlhan Selçuk ve tutuksuz sanık emekli orgeneral Şener Eruygur ile toplanıtlara katılarak darbeye zemin hazırladığının iddia edildiğine dikkat çeken Balbay, “Bilgisayarımdan çıkan 1998 ve 2006 yıllarına ait olduğu iddia edilen notlar, 3,5 dakikada hazırlanmış. Ayrıca dizüstü bilgisayarımdan çıkan notlar olduğu söyleniyor ancak benim dizüstü bilgisayarım yok, masaüstü bilgisayarım var. Soruşturmalar başladığında medyada ağır şekilde linç edildim. Bazı sanıkların telefon görüşmelerinde
adımın geçtiği belirtilmiş. Tanınmış gazeteci olarak suç işlemiş oluyorum.” diye konuştu.

Yargı paketleri

Yargı paketlerine dikkat çeken Balbay “Ankara’da yargı paketleri çıkarılıyor. Ancak ‘Silivri için değil ha’ diye yasalaşmasını sağlamak, intikam değil de nedir? ‘Silivri düşman, İmralı Pişman’ uygulaması ile iç barış sağlanamaz. Bu salonda gazeteci, asker ve akademisyenler tutuklu olarak, terörist olarak yargılanıyor. Eli silahlı teröristler bu toprakları terk ederken barışçı, biz ise ülkeyi terk ederiz kuşkusuyla tutuklu bulunuyoruz. Bu tablodan adalet, iç barış çıkmayacağını herkes görebilir.” dedi.

İddianame yazıldığında gazeteci olduğunun altını çizen Balbay “Şu an bir milletevekili ve gazeteci olarak karşınızdayım. Ben bu hükümetin gitmesini istiyorum. CHP iktidarının kurulmasını istiyorum. Kalemimi de bırakmadan devam etmek istiyorum. İddianame mantığıyla bakarsak suçum artarak devam ediyor.” diye konuştu.

Suçlama sınırsız, savunma sınırlı

Balbay, mütaalanın 2 bin 271 sayfa olduğuna dikkat çekerek şöyle devam etti:

“Bu mütalaanın her satırını tarifsiz bir hüzünle ve mücadeleci ruhumla, bu mütalaayı ‘daha çok işimiz var’ diyerek okudum. Mütalaada suçlama sınırsız, savunma sınırlı. Yıllardır mahkemeye sunduğumuz delillere itibar edilmemiş. Dava kapsamında dinlenen bazı tanıklar için mütalaada altına ‘sözlerine itibar edilmemiş’ denilmiştir. Ancak neden sözlerine itibar edilmediği belirtilmemiştir.”

Ne yapsan suç

“Bu mütalaada ne yapsan suç” diyen Balbay “Hükümeti yıpratma amaçlı diyor. Hükümeti yıpratmak diye bir suç yok” diye konuştu. Balbay Cumhuriyet Gazetesi’nin Ankara santralının kendi üzerine yazıldığını bu nedene dava sırasında ölen Engin Aydın ile 300 kez görüşmüş gibi gösterildiğini anlattı.

“Genç subaylar tedirgin”

Cumhuriyet Gazetesi’nde 20 Mayıs 2003 tarihinde yayımlanan “Genç subaylar tedirgin” başlıklı habere ilişkin “27 Mayıs darbesinin sloganıydı.”suçlaması yöneltildiğini anlatan Balbay şöyle devam etti:

“Bu, haberden başka bir şey değildi. Gazetecilerin haberleri gerektiğinde rahatsız edebilir. Namık Durukan İmralı tutanaklarını yayınlayarak bazılarını rahatsız etmiştir ama gazetecilik ödülü almıştır. Menderes keşke idam edilmeseydi. İdama karşıyım. İdam kararını, Menderes’in atadığı yüksek yargıçlardan oluşan bir heyet verdi. O 3 idama karşılık Denizler asıldı. Olağanüstü dönemlerde yargı gücüyle siyasi güç bir araya gelirse hukuksuzluklar olur. Bu mütalaayı hazırlayanlara sormak istiyorum. Bu intikam duygusu yetmedi mi?”

Son mektuba müdahale

Balbay’ın bu sözleri üzerine Mahkeme Başkanı, “Suç teşkil edecek beyanda bulunmayınız. Aydın bir kişisiniz savunma kapsamında kalın.” diye uyarıda bulundu. Balbay’ın “Son mektubuma da mı müdahale edeceksiniz?” diye sözleri üzerine Başkan Özese, “Son mektup değil, son savunmanız.” dedi.

Balbay şöyle konuştu: 

“Sözlerimde suç unsuru varsa o durumda takdirini yapıyorsunuz. Son mektubumu okurken kesilmemesini istiyorum. Çünkü sayın heyet, bu ülkede iç barış kurulacaksa bunu hukuk zemininde kurmak zorundayız. Kuramazsak barış kalıcı olamaz.”

Tutarsızlık

Mütalaanın kendisiyle ilgili bölümlerinde aynı konuda farklı ifadeler bulunduğuna dikkat çeken Balbay özetle;

“Aynı konuda bir yurttaşın beni aradığı, birkaç sayfa sonra benim o yurttaşı aradığım yazılmış. Gazetenin 1950 yıllarının yayın politikasına ilişkin benim ‘Nazım Hikmet hain’ dediğim yazıyor. Bunlar size küçük hatalar gibi görünebilir ama bunlara dayanılarak suçlandığımı unutmayalım.” dedi.

Gazetenin tirajını artırmak için çaba sarf etmesinin bile suçmuş gibi gösterildiğini belirten Balbay “Mütalaada suç üretilmiş, orantısız ceza istenmiştir.” dedi.

Kendisinin Milli Güvenlik Siyaset Belgesi ile suçlandığını anlatan Balbay, Cumhuriyet Gazetesi’nin 11 Kasım 2005 tarihli sayısının manşetini göstererek;

“Ben bunları gazetecilik faaliyetleriyle elde ettim. Örgüt faaliyeti ile değil.
‘Mustafa Balbay’da belge bulunmuştur.’ deniliyor ancak bugüne kadar bu belgeler bana gösterilmedi.” diye konuştu.

Irak, Suriye, İran konularında belgelerle kitaplar yazdığını anlatan Balbay,
“Beni tutuklamasaydınız Kıbrıs, Yunanistan konularında kitap yazacaktım.”diye konuştu.

Balbay 2006’da Cumhuriyet Gazetesi’ndeki “Er er Ergenekon gel her yere kon” başlıklı yazısını hatırlatarak “Sonunda bana da kondu.” dedi.

12 Haziran 2011’de yapılan seçimlerde İzmir’den oyların %50’sini alarak 600 bin oyla milletvekili seçildiğini belirten Balbay, mahkemenin Anayasa’nın 14. maddesini dayanak göstererek tahliye kararı vermemesini eleştirdi. Mesleki birikimini yasama faaliyetlerinde kullanarak ülkeye hizmet için kullanmak istediğini anlatan Balbay, “Demokrasi tarihimizde hapisteyken milletvekili seçilen kişilerin tümü demir parmaklıkların ardından çıkmıştır ve Meclis sıralarına gitmiştir. Dünyada hapiste milletvekili diye bir kavram yok. Tutukluluğumun 5. yılındayım. Ülkeme artık bir milletvekili olarak hizmet etmek istiyorum.” diye konuştu.

Hükümete darbe teşebbüsü ile suçlanmasını “Ben ‘Bu kürsü de dar’ desem, iddia makamı ‘darbe dedi’ diyecek..” diye konuştu.

Gizli tanık eleştirisi

Gizli tanıkların salon dışında sanıklar hakkında dayanaksız suçlamalarda bulunduğunu anlatan Balbay,

“Gizli tanıklar vasıtasıyla Türk yargı sistemine bir kanser armağan edilmiştir.” dedi.

1990’lı yıllırda Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy gibi aydınların katledildiğini anlatan Balbay “Ancak aydınları katlederek ruhlarını öldüremediklerini anladılar. Artık aydınlar, katledilerek değil, hapsedilerek yok edilmek isteniyor.
Ruhlarını kendi bedenlerine öldürtmek istiyorlar. Bunu başaramayacaklar.” diye konuştu.

Düşünceyi dinleme suçu

Mütaalada İlhan Selçuk ile bir konuşmasında “Öyle abi” şeklindeki onay sözlerinden bile suç üretildiğini anlatan Balbay “Düşünceyi dinleme suçu bulunmuş..” diye konuştu,

Tutuklu milletvekili

Balbay, milletvekili seçildiği halde tahliye edilmediğinin altını çizerek “Demokrasi tarihimizde hapisteyken milletvekili seçilen kişilerin tümü demir parmaklıkların ardından çıkmıştır ve Meclis sıralarına gitmiştir. Dünyada hapiste milletvekili diye bir kavram yok. Tutukluluğumun 5. yılındayım. Ülkeme artık bir milletvekili olarak hizmet etmek istiyorum.

.” diye konuştu.

Ergenekon davasının başlarında halkın sessiz kaldığını ancak artık anketlerde
halkın %70’inin Ergenekon davasına inanmadığının anlaşıldığını belirten Balbay

“Bu durumda Türkiye’nin %70’ini içeri mi atacaksınız?” diye sordu.

Mütalaada ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istendiğini anlatan Balbay,
“Yasa değişmeseydi bizi idamla yargılayacaktınız..” diye konuştu.

Balbay, son savunmasını şöyle tamamladı:

“Beni ömür boyu demir parmaklıkların ardında tutacak kararlar çıksa da hatta devamında sırat köprüsüne çıkış yasağı konsa da ruhumun özgürlüğünü kimseye teslim etmeyeceğim. Bizden sonraki kuşaklara da bu ruhu özgür devretmenin ölümsüzlük olduğuna, bunun en büyük hizmet olduğuna inanıyorum.

Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve Tuncay Özkan’ın savunmalarının tam metinleri:

MUSTAFA BALBAY’IN SAVUNMASININ TAM METNİ

MEHMET HABERAL’IN SAVUNMASININ TAM METNİ

TUNCAY ÖZKAN’IN SAVUNMASININ TAM METNİ/I

TUNCAY ÖZKAN’IN SAVUNMASININ TAM METNİ/II

19 Mayıs 2013, Cumhuriyet, http://cumhuriyet.com.tr/?hn=417654&kn=24&ka=4&kb=24