Etiket arşivi: iklim değişikliği

18. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi SONUÇ BİLDİRGESİ

..HASUDER logosu

18. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi
SONUÇ BİLDİRGESİ

18. Ulusal Halk Sağlığı Kongresi “Olağan Dışı Durumlar ve Halk Sağlığı” ana temasıyla
05-09 Ekim 2015 tarihleri arasında 486 kişinin katılımıyla Konya’da gerçekleştirilmiştir. Kongre’de 16 panel ve 2 kurs düzenlenmiş; toplam olarak 498 bildiri (60’ı sözel,
69’u tartışmalı poster ve 369’u poster) sunulmuştur.

Kongre’nin temasının “Olağan Dışı Durumlar ve Halk Sağlığı” olarak seçilmesinin
temel nedeni, Türkiye’de, gerek ülkemiz dışındaki savaştan etkilenen çok sayıda insanın ülkemize sığınmış olması, gerekse ülkemizin özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşanan çatışma ortamı nedeniyle ortaya çıkan olağandışı durumlardır. Halk Sağlığı camiası
bu tema ile ülkemizin içinde bulunduğu olağandışı durumlara ilişkin duyarlılık göstermiş ve konuyu bilimsel bir platformda tartışarak; olağandışı durumlardan olumsuz etkilenmenin önlenmesine katkıda bulunmaya çalışmıştır. Olağan dışı durumlardan korunmak ve
olumsuz etkilerini sınırlayabilmek mümkündür.

Afetler yerel olanaklarla üstesinden gelinemeyen, dış yardım gerektiren, günlük insan etkinliklerini aksatan ağır yıkımlar, felaketlerdir. Afetler “doğal” ve “insan kaynaklı” olarak ikiye ayrılırlar. Doğal olanlar içinde iklim değişikliğine bağlı olarak artan sel, fırtına, kuraklık gibi olayların zararları giderek artmaktadır. İnsan kaynaklı olanlar ise hem yurdumuzda hem de dünyada en çok olumsuz etki yapan olaylar haline gelmiştir. Savaş, iç çatışma gibi nedenlerle milyonlarca insan ölmüş, milyonlarcası evsiz kalmış, aç kalmış, horlanmış,
bugünleri ve gelecekleri çalınmıştır.

Olağandışı durumlara sosyal, ekonomik ve siyasal olgular, güç ve iktidar ilişkileri neden olur. Bu nedenle ülkeler, temelde yatan açlık, yoksulluk, eşitsizlik, sömürü, yolsuzluk ve savaşı önlemeden olağandışı durumların yıkıcı etkisinden korunamazlar. Afetlerin dünyada ve ülkemizde azaltılmasının yolu barış ve adaletin, eşitliğin sağlanması,
yoksulluk ve açlıkla mücadele edilmesi, çevreye özen, sorumlu tüketim gibi
temel etmenlerin gerçekleşmesine bağlıdır.

Toplumların olağandışı durumlar öncesindeki yapısı, olağandışı durumların yıkıcılığını belirleyen temel etmenlerden biridir. Afetle beraber toplumda olağandışı durumlardan önce
var olan sorunlar iki-üç kat artar, eşitsizlikler derinleşir. Bu nedenle “re-aktif” (AS: tepkisel) değil olağandışı durumlar öncesinde “pro-aktif” (AS: ön gelen) yaklaşımla, toplumun ve
olası risklerin tanınması, ayrıntılı bilgi sahibi olunması, önleme – zararı azaltma yönündeki eylemlerin önceliklendirilmesi ve ön planlamalar ile olağandışı durumlara hazırlanma
çok değerlidir. Bu konuda Halk Sağlıkçılarına önemli bir işlev düşmektedir. Ancak günümüz Türkiye’sinde ne yazık ki sağlık alanında gereksinim duyulan verilere ulaşmakla ilgili büyük sorun yaşanmaktadır. Gereksinim duyulduğu ölçüde geçerli-güvenilir veriye ulaşılamaması, olağandışı durumlar öncesinde toplumla ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapmanın önündeki
en önemli engeli oluşturmaktadır. Saydamlık ve hesap verme demokrasinin olmazsa olmaz koşulları olmasına karşın, ülkemizde resmi verilerin paylaşılmasına ilişkin olarak saydamlıkla örtüşmeyen bir tutum karşımıza çıkmaktadır. Başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere,
Devletin tüm kurumları resmi verileri toplum ile paylaşmalıdır.

Olağandışı durumlar toplumun tüm kesimlerini etkilemekle birlikte yoksullar, yaşlılar, çocuklar, engelliler gibi risk kümelerini daha çok etkiler. Bu risk kümelerinin sorunlarla başetme becerisinden de yoksun olmaları, olumsuz etkiyi güçlendirmektedir. Bu nedenle,
olağandışı durumlarla mücadele sırasında risk kümeleri öncelenmelidir.

Kongrede, olağandışı durumlardan korunmaya ve yıkıcı etkisini en aza indirmeye odaklanmanın gereği vurgulanmıştır. Bu nedenle olağandışı durumlardan önce planlama ve hazırlıklar,
çok paydaşlı olarak merkezi ve yerel otoriteyle ve Akademia ile birlikte yürütülmelidir.

Olağandışı durumlarda çevreden yardım gelene dek geçen zaman, en çok yitiğin yaşandığı dönemdir. Bu nedenle DSÖ Avrupa Ofisi tarafından önemli bir politika belgesi olarak sunulan “Dirençli Toplum” hedefi kabul edilerek, toplumun kendi sorunları ile
başetme becerisi desteklenmelidir.

Türkiye’de hava kirliliği ve ekolojik yıkımın etkileri gün geçtikçe daha çok gözlenmeye başlanmıştır. Kongre, yeraltından çıkarılarak yakılana dek önemli sorunlara neden olan kömürün, hem çalışanların hem de toplumun sağlığını olumsuz etkilediğini bildirmekte,
başta Hükümet olmak üzere, tüm karar vericileri temiz ve sürdürülebilir enerji kaynaklarının enerji üretimi içindeki payını artırmaya ve kömürden enerji üretiminin giderek azaltılması konusunda eylemliliğe çağırmaktadır. Bu bağlamda, ülkemizde yeni kömürlü termik santrallerin açılmasına karşı yürütülen mücadele kararlılıkla sürdürülmelidir.

Kongre, gelecekte başta iklim değişikliği olmak üzere, insan eliyle yapılan değişiklikler nedeniyle önemli sorunlar yaşanacağını öngörmekte ve küresel iklim değişikliğine karşı
hemen önlem alınması için eyleme geçmenin zorunluğunu dile getirmektedir.

Günümüzde hem dünyada hem de ülkemizde şiddet her boyutu ile yaşanmaktadır.
Bir yandan toplumun hemen her kesiminde şiddet daha gözle görülür olarak ortaya çıkarken, özellikle kadına ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olaylarındaki artış dikkat çekicidir. Şiddete yol açan temel etmenin, güç ve iktidar ilişkileri olduğu bilinmelidir.

Sağlık kuruluşlarında meydana gelen şiddet olaylarındaki artışın temel nedeni sağlık sisteminde “insan”ı öteleyen, sermaye lehine yapılan değişikliklerdir. Bilindiği gibi Sağlıkta Dönüşüm Programı hastaların beklentilerinde bugünkü olanaklarla karşılanması olanaklı olmayan
büyük bir artışa yol açmış ve beklentileri karşılanamayan hasta ve yakınları bunun sorumlusu olarak sağlık çalışanlarını görmeye yöneltilmiştir. Sağlık kuruluşlarındaki şiddeti azaltmanın -önlemenin yolu, sağlık politikalarının kâr odaklı olmak yerine, insan odaklı olarak dönüştürülmesidir. Hükümeti, sağlığı ticarileştiren uygulamalardan vazgeçmeye ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti önlemek için taraflarla birlikte mücadele etmeye çağırıyoruz.

Uluslararası güçlerin isteyerek ve bilinçli oluşturdukları bir savaşın mağduru olan iki milyonu geçen sığınmacılar nedeniyle bir yandan çok önemli sosyal sorunlar yaşanırken; öbür yandan da hem sığınmacıların hem de Türkiye’de yaşayanların sağlığını olumsuz etkileyebilecek
sağlık sorunlarının yaşanması gündemdedir. Özellikle kızamık ve çocuk felci konusunda
riskin ortaya çıkmış olması nedeniyle, bağışıklama başta olmak üzere temel sağlık hizmetlerinin eksiksiz olarak sunulmasının sağlanması ve olası sağlık risklerinin ortaya çıkarılması,
denetim altına alınması ve önlenmesi için alan araştırmalarının – müdahalelerinin yapılması büyük önem taşımaktadır. Bu konuda başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere,
ulusal ve uluslararası yetkilileri göreve çağırıyoruz.

Sonuç olarak           : 
Ülkemizde ve dünyada doğal ya da insan eliyle ortaya çıkan olağan dışı durumlar giderek artmaktadır. Olağan dışı durumlarda ortaya çıkan mal ve can yitikleri ve sonrasında yaşanan sosyal sorunlar, ülkelerin bu sorunlara önceden hazırlıksız olmasıyla doğrudan ilişkilidir.
Halk Sağlığı bakış açısıyla insan eliyle oluşturulan olağan dışı durumların önlenmesi, oluşabilecek olağan dışı durumlara karşı çok sektörlü bir anlayışla sağlıklı kamu politikalarının geliştirilmesi, toplumun olağan dışı durumlara karşı dirençli duruma getirilmesi,
örgütlenme ve alt yapı çalışmalarına ağırlık verilmesi önerilmektedir.
Türkiye’nin dört bir yanında bulunan Halk Sağlıkçıları bu sürece katkıda bulunmaya hazırdır.

18. UHSK Katılımcıları
Konya, 27 Ekim 2015

===============================

Dostlar,

Bilindiği gibi Dünyada ve Türkiye’de Tıp Uzmanlık Dalları, ulusal ölçekte
UZMANLIK DERNEKLERİ olarak örgütlenmektedir.
Bu dernekler Kıta ve Küre ölçeğinde üst örgütlenmelere de gitmektedir.

HASUDER (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği), Türkiye’de Halk Sağlığı / Toplum Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanlarının Ülkemiz düzeyinde Dernek örgütlenmesidir.
Her yıl Halk Sağlığı Kongreleri düzenlemektedir.
Sonki, 05-09 Ekim 2015 tarihleri arasında Konya’da gerçekleştirildi.
Katılımcı sayısı 500 dolayında.. İlgi giderek büyüyor..
İlki 1979’da Bursa Kirazlıyayla’da idi..
Son Kongremizin SONUÇ BİLDİRGESİ’ni sitemiz okurlarıyla paylaşmak istedik.
Toplantıya ve sonuç bildirgesine emek veren herkese,
başta HASUDER olmak üzere teşekkür ediyoruz.
Bildiri içeriğinin Sağlık Bakanlığı ve ilgili kişi – kurumlarca dikkate alınmasını dileriz.

Sevgi ve saygı ile.
31 Ekim 2015, Ankara


Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

IMF Başkanı uyardı : Hepimiz tavuklar gibi kızaracağız!

 

IMF Başkanı uyardı:
Hepimiz tavuklar gibi kızaracağız!

Anadolu Ajansı, 

151008-legarde.jpg

IMF Başkanı Christine Lagarde,
iklim değişikliğiyle mücadelede geç kalınmasının
insanlığın yazgısını değiştireceğini söyledi ve
yaptığı bir benzetmeyle dünyayı uyardı.

Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Christine Lagarde, Peru’nun başkenti Lima’da düzenlenen IMF-Dünya Bankası Yıllık Toplantıları kapsamında gerçekleştirilen
“İklim Değişikliği” temalı konferansa katıldı.

Aralık ayında Paris’te bir iklim değişikliği konferansı düzenlenecek.
Şu an 146  ülke iklim değişikliğiyle mücadelede gerekeni yapmayı yükümlendi ancak bu sera gazı salımını kabul edilebilir düzeye indirmek için yeterli değil.

Lagarde, iklim değişikliyle mücadele için petrol ve kömür gibi fosil yakıtlarına uygulanan teşviklerin bir an önce kaldırılması gerektiğini vurgularken, kendisini destekleyen
Dünya Bankası Başkanı Jim Yong Kim, söz konusu teşviklerin yılda 5 trilyon dolara
mal olduğu bilgisini verdi.

Kim, ayrıca, birçok ülkenin doğru fiyatlama için karbon vergisine ivedilikle gereksinim duyduğunu ifade ederek, “Biz ülkelere fosil yakıtlarına uygulanan teşvikleri kaldırmaları için yardımcı olmaya çalışmaktayız. Düşen petrol fiyatları da bunu başarmak için mükemmel bir fırsat yarattı. Ancak politikacılar, otobüs ve taksi şoförlerinin yolları kapatmasını sevmiyorlar..” değerlendirmesinde bulundu.

“TAVUKLAR GİBİ KIZARACAĞIZ” 

Bu noktada, yeniden söz alan Lagarde, iklim değişikliğinde gerekli adımların ivedilikle atılmamasının insanlığın yazgısını değiştireceğine işaret ederek,

  • “Eğer yapılması gerekenden tavuklar gibi topluca kaçarsak, hepimiz tavuk gibi pişeceğiz, kızaracağız, közleneceğiz.” yorumunu yaptı.

Bununla birlikte, karbon vergisinin çevre dostu “yeşil” yatırımlar için gelir kaynağı olabileceğini savunan Lagarde, bu konuda maliye bakanlarına destek verilmesi gerektiğini dile getirdi.

===================================

Dostlar,

Son derece yerinde bir uyarı… Ama epey geç kalmadı mı??

Sera gazlarının atmosfere salımında (emisyon) en büyük pay ve sorumluluk gelişmiş ülkelerin değil mi?

ABD, Kyoto Protokolü‘nü uzun yıllardır (1997’den beri) hala onamaktan kaçınmadı mı?
(Bir ara imzalayıp, Bush döneminde geri çekildi..)
Üstelik tek başına CO2 emisyonunun yaklaşık %20-25’inden sorumlu ülke olarak!

Sitemizde bu bağlamda epey yazı var, birkaçı aşağıda :

– Küresel İklim Değişikliği ve Nüfus Artışı
http://ahmetsaltik.net/2015/01/21/yilin-en-soguk-gunu-buysa-kuresel-iklim-degisikligi-ve-nufus-artisi/

– Prof. Pachauri : İklim değişikliğinin sorumlusu insandır!
http://ahmetsaltik.net/2014/02/21/prof-pachauri-iklim-degisikliginin-sorumlusu-insandir/

– Çevre Bakanlığı’ndan İklim değişikliğine karşı önlemler ?!
http://ahmetsaltik.net/2013/10/26/cevre-bakansigindan-iklim-degisikligine-karsi-onlemler/

– Hızlı iklim değişikliği
http://ahmetsaltik.net/2013/08/14/hizli-iklim-degisikligi/

– Çevre ve İnsan Sağlığı / Environment and Human Health
http://ahmetsaltik.net/2014/11/21/cevre-ve-insan-sagligi-environment-and-human-health/

İlk iş gereksiz – aşırı – hızlı NÜFUS ARTIŞINI DURDURMAK!
Sonra tasarruflu bir yaşam biçimine yönelmek
Yenilenebilir (re-nwable) enerji kaynaklarına yönelmek… (Güneş, rüzgar..)

Bakar mısınız, bir Alman otomotiv devi ürettiği araçların CO2 emisyon değerlerini
yazılım hilesi ile düşük göstererek maliyet yükünden kaçıyor ve Dünyanın geleceğini tehlikeye atıyor… (Dileriz bu savlar gerçek olmasın, endüstriyel sabotaj ürünü olsun ama,
ilgili firma suçlamaları rededemedi!)

HER AİLEYE 1 ÇOCUK ile başlayalım..
Ve çok hızlı adımlar atalım..
Durum göründüğünden – algılandığından çoook daha ürkünç (vahim)!
Buzullar hızla eriyor ve okyanuslar yükseliyor..

Sevgi ve saygı ile.
08.10.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Kömürlü termik santrallerin ödenmeyen bir sağlık faturası var!

Dikkat: Kömürlü termik santrallerin ödenmeyen bir sağlık faturası var!

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/komurlu-5396.html, 21.5.15

Sağlık ve Çevre Birliği HEAL (Health and Environment Alliance, Brüksel) tarafından hazırlanan

“Ödenmeyen Sağlık Faturası – Türkiye’de Termik Santraller
Bizi Nasıl Hasta Ediyor?” başlıklı rapor,

Türk Tabipleri Birliği ve sağlık alanında çalışan uzmanlık derneklerinin desteğiyle
20 Mayıs 2015 günü, TTB’de düzenlenen basın toplantısıyla kamuoyuna açıklandı.
Rapor, Türkiye’de elektrik üretimi için hâlihazırda işletilen kömürlü termik santrallerin yol açtığı hava kirliliğinin halk sağlığı maliyetini içeriyor.

Basın toplantısı, HEAL Direktör Yardımcısı Anne Stauffer, TTB Merkez Konseyi Başkanı
Dr. Bayazıt İlhan, Çevre İçin Hekimler Derneği adına Prof. Dr. Ali Osman Karababa,
Halk Sağlığı Uzmanları Derneği adına Prof. Dr. Türkan Günay, Türk Toraks Derneği adına
Prof. Dr. İbrahim Akkurt’un katılımıyla gerçekleşti. Raporun İngilizcesi, eş zamanlı olarak Brüksel’de düzenlenen bir basın toplantısıyla, dünya kamuoyu ile paylaşıldı.

Toplantının açılışında konuşan TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan,
kömürle çalışan bir termik santralin her yıl binlerce ton tehlikeli hava kirletici maddeyi atmosfere saldığını belirterek, hava kirliliğinin akciğer kanseri başta olmak üzere
pek çok sağlık sorununa yol açan etmenler arasında olduğuna dikkat çekti. Türkiye’de
80’in üzerinde yeni kömürle çalışan santral yapılmasının planlandığını anımsatan İlhan,

“Bu, hava kirliliğinin solunum ve kalp-damar sağlığına yaptğı olumsuz etkilerin onlarca yıl daha devam edeceği anlamına gelmektedir. Böylesi bir sağlıksız gelecekten kaçınmamız gerekiyor.

Hükümeti, bu kirli ve miadını doldurmuş enerji kaynağını bir an önce terk etmeye çağırıyoruz.” diye konuştu.

HEAL Direktör Yardımcısı Anne Stauffer, HEAL‘in çevrenin sağlık üzerindeki etkilerini
ele alan ve uluslararası alanda sağlık ve çevre örgütleriyle işbirliği içinde çalışan bir kuruluş olduğunu belirtti. HEAL’in şu sıralar kömürlü termik santraller ile  ve hava kirliliği arasındaki ilişki üzerine çalıştığını belirten Stauffer, bu konuda hazırlanan

“Ödenmeyen Sağlık Faturası – Türkiye’de Kömürlü
Termik Santraller Bizi Nasıl Hasta Ediyor”

başlıklı raporda ilk kez Türkiye’deki kömürle çalışan mevcut santrallerin halk sağlığı üzerindeki maliyetine ilişkin sayısal veriler ve ekonomik analiz sonuçlarının paylaşıldığını kaydetti. Stauffer, raporun Türkiye için planlanan yeni kömürlü santrallerin neden halk sağlığı açısından ciddi bir tehdit oluşturduğunu da gözler önüne serdiğini belirtti. Stauffer, şu önerileri paylaştı:

·         Türkiye’de fosil yakıt kullanılarak elektrik üreten santrallerin oluşturduğu hava kirliliği, hâlihazırda çok sayıda erken ölüme, kronik akciğer ve kalp hastalıklarında ciddi miktarda artışa yol açıyor. Fosil yakıt kullanımından vazgeçilmesi, halk sağlığında
çok önemli iyileşmelere katkı sağlayacaktır.

·         Dünya genelinde giderek daha çok ülkenin kömürden vazgeçerek halk sağlığını koruma ve karbon emisyonlarını azaltma konusunda attıkları adımlarını, Türkiye de mutlaka dikkate almalıdır.

Prof. Dr. Ali Osman Karababa, Türkiye gibi farklı enerji üretme yöntemleri açısından
son derece zengin olan bir ülkede termik santralleri öncelemenin akılcı bir yaklaşım olmadığını belirterek, Türkiye’de ciddi bir enerji politikası değişikliğine ihtiyaç olduğunu dile getirdi. Anayasa’nın “herkese sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı”nı tanıdığını belirten Karababa,
bu enerji politikası değişikliğinin bu nedenle aynı zamanda anayasal bir zorunluluk olduğuna dikkat çekti. Karababa, hava kirliliği ölçümlerinin de etkili şekilde yapılmadığı uyarısında bulundu.

Prof. Dr. Türkan Günay, hekimlerin ve sağlıkçıların zararları kanıtlanmış kömürlü termik santral projelerinin terkedilmesi için hem toplumu bilgilendirme hem de politikacıları yönlendirme görevlerinin olduğunu söyledi. Tüm dünyanın bu kirli ve eski teknolojiyi terketme hazırlığında olduğunu belirten Günay, 2022 yılına dek kömürlü termik santrallerin %20 oranına çekilmesinin hedeflendiğini bildirdi. Günay, Türkiye’nin dünyanın aksine gittiği bu yoldan dönmesi gerektiğini belirtirken, “En kısa sürede ithal kömürle çalışan termik santralleri, ardından da tüm kömürlü termik santralleri kapatmamız gerekiyor. Temiz enerji kaynaklarına yönelmeliyiz” diye konuştu.

Prof. Dr. İbrahim Akkurt da, kömür maruziyetinin insan sağlığını sigaradan da fazla etkilediğine dair pek çok çalışma bulunduğuna dikkat çekerek, Türkiye’nin kömürlü termik santrallerden bir an önce vazgeçmesi gerektiğini kaydetti.

*****

TTB BASIN AÇIKLAMASI, 20.05.2015

Sağlık maliyetlerinin sayısal olarak ortaya konması, Türkiye’nin kömürle çalışan
termik santrallerini artırma planlarına dair endişeleri artıyor.

·         Yeni yapılan bir çalışmada, Türkiye’deki mevcut kömür santrallerinin yol açtığı hava kirliliğinin halk sağlığı üzerindeki maliyeti nicel olarak hesaplandı. Çalışmanın sonuçlarını paylaşan raporda, kömürle çalışan yaklaşık 80 yeni termik santral yapımına ilişkin yatırım planlarının neden büyük bir endişe kaynağı olduğu da gözler önüne seriliyor.

·         Türkiye’de elektrik üretimi için kömür yakılmasından kaynaklanan hava kirliliği hâlihazırda erken ölümlere, kronik akciğer hastalıklarına ve kalp sorunlarına yol açıyor
ve sağlık alanında yaklaşık 3,6 milyar Avro’ya varan bir maliyet getiriyor. Fosil yakıtlardan uzaklaşmak hem binlerce yaşam kurtaracak, hem de halk sağlığı üzerinde olumlu etkilere
yol açacaktır.

·         Avrupalı ve Türkiyeli sağlıkçılar, Türkiye’nin, kömür kullanımından vazgeçerek
halk sağlığını koruma ve karbon emisyonlarını azaltma yolunda ciddi adımlar atan ülkeleri örnek alması gerektiğini ifade ediyor.

Brüksel/Ankara, 20 Mayıs 2015 Sağlık ve Çevre Birliği HEAL (1) tarafından yayımlanan yeni bir rapora göre, Türkiye’deki kömür yakıtlı termik santrallerin kapasitesinin önümüzdeki dört yıl içinde ikiye katlanması planlanmakta ve bu kapasite artışının hâlihazırda zaten
çok yüksek olan sağlık maliyetlerini önemli ölçüde artırması beklenmektedir.

Ödenmeyen Sağlık Faturası – Türkiye’de kömürlü termik santraller bizi nasıl hasta ediyor?” (2) başlıklı raporda ilk kez Türkiye’deki kömürle çalışan mevcut santrallerin halk sağlığı üzerindeki maliyetine ilişkin sayısal veriler ve ekonomik analiz sonuçları sunuluyor.
Kömür santrallerinin yol açtığı hava kirliliğine maruz kalmakla ilişkilendirilen erken ölümlerin, kronik akciğer hastalıklarının ve kalp sorunlarının raporlandığı çalışmada, bu sağlık etkilerinin yılda toplam 3,6 milyar Avro’ya (VEYA 10,72 milyar TL) varan bir maliyet getirdiği belirtiliyor (3). Rapor, Türkiye’deki hekimlerin %80’inin temsil eden Türk Tabipleri Birliği ile Halk Sağlığı Uzmanları Derneği, Türk Toraks Derneği, Türk Solunum Araştırmaları Derneği, İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanları Derneği ve Çevre için Hekimler Derneği’nin işbirliği ile yayımlandı.

Türkiye’deki hekimler ve sağlık alanında çalışan uzmanlık dernekleri, insan sağlığının ve iklimin korunması için Türkiye’nin kömüre dönüş sürecinin tersine çevrilmesi gerektiğini ifade ediyor. Raporun önsözünü yazan Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı
Dr. Bayazıt İlhan’a göre,

“Kömürle çalışan bir termik santral her yıl binlerce ton tehlikeli hava kirletici maddeyi atmosfere salıyor. Bu kirleticiler en az 40 yıllık bir ortalama ömre sahip. 80’in üzerinde yeni santral yapılması yolundaki planlar, kömürün solunum ve kalp damar sağlığına yaptığı olumsuz etkilerin onlarca yıl daha devam edeceği anlamına gelmektedir. Böylesi bir sağlıksız gelecekten kaçınmamız gerekiyor. Hükümeti, bu kirli ve miadını doldurmuş enerji kaynağını bir an önce terk etmeye çağırıyoruz.”

Kömürden elektrik üretimi, ülkenin zaten ciddi düzeydeki hava kirliliği sorununa daha da çok katkıda bulunuyor. Türkiye’deki kentsel nüfusun %97’den çoğu, sağlık açısından riskli düzeylerde partiküler madde (PM) konsantrasyonlarına maruz kalıyor. PM, sağlık açısından
en zararlı kabul edilen kirleticilerin başında geliyor (4).

HEAL Direktör Yardımcısı Anne Stauffer’e göre, “Dünyanın dört bir yanında giderek daha çok sağlıkçı, sağlık koşullarının iyileştirilmesi ve iklim değişikliğinin önlenmesi için
kömür yatırımlarının durdurulması çağrısında bulunuyor ve kömürde bir gelecek olmadığına ilişkin net bir mesaj veriyor. Türkiye’nin kömürle çalışan termik santral sayısını dörde katlama planları mevcut ve gelecek nesiller için sağlık maliyetlerinin tavan yapmasına yol açacaktır.
” (5).

Çevre için Hekimler Derneği, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği, İş ve Meslek Hastalıkları Uzmanları Derneği, Türk Solunum Araştırmaları Derneği ve Türk Toraks Derneği de Türkiye’de rapora destek veren sağlık kuruluşları. Bu örgütler, İngiltere, Polonya, Sırbistan ve Dünya
Halk Sağlığı Dernekleri Federasyonu’ndaki meslektaşlarıyla birlikte, enerji yatırımları ile ilgili karar verirken kömürün halk sağlığı üzerinde yol açtığı zararların dikkate alınması çağrısında bulunuyorlar.

Rapor ayrıca hekimler ve halk sağlığı uzmanlarına, Hükümete ve kamu kurumlarına ve uluslararası kuruluşlara bir dizi politika önerisinde de bulunuyor.(9)

Dünya Sağlık Kongresi’nde Türkiye’de Kömürlü Santrallerden Kaynaklı Halk Sağlığı Maliyetleri Duyurulacak

HEAL’in yeni raporu, 18-26 Mayıs 2015 tarihlerinde Cenevre’de yapılacak olan Dünya Sağlık Kongresi’nde diğer ülke temsilcileriyle de paylaşılacak. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), hava kirliliğini küresel ölçekte hastalık ve ölüme neden olan ve önlenebilir ana çevresel etkenlerden biri olarak görmekte (6) ve bu yılki kongrede hava kirliliği ile ilgili ilk DSÖ kararı da oylamaya sunulacak.

HEAL Direktörü Genon K. Jensen toplantıdaki sağlık bakanlarına ve diğer ülke temsilcilere enerji ile ilgili kararların halk sağlığı üzerindeki yaşamsal etkisini vurgulayacak. “Hava kalitesinin iyileştirilmesi, halk sağlığının desteklenmesinde artık dünya çapında öncelik haline gelmektedir. Deneyimler bize, kömürden vazgeçmenin hava kalitesi ve sağlık üzerinde anında iyileştirici etki yarattığını göstermektedir (7). Aynı zamanda karbon emisyonlarını düşürmekte ve böylelikle sağlığımızı gelecekteki iklim değişikliği tehditlerine karşı da korumaktadır. Başta Avrupa’da, dünyanın pek çok ülkesinde hekimlerin ve halk sağlığı uzmanlarının hükümetlerine kömürden vazgeçmeleri için çağrı yapmalarına şaşırmamalı.” (8)

Basın İçin Notlar:

1. Raporun Türkçe versiyonu bugün saat 11:00’de Ankara’da yapılacak basın toplantısında, İngilizce versiyonu saat 10:00’da (CET) Brüksel’de  paylaşılacaktır.

2. ‘Ödenmeyen Sağlık Faturası: Türkiye’de Kömürlü Termik Santraller Bizi Nasıl Hasta Ediyor?’ başlıklı yeni rapora göre 19 mevcut santralden yayılan zararlı gazlara maruz kalmanın yol açtığı 2.876 erken ölüm, yetişkinlerde 3.823 yeni kronik bronşit vakası, 4.311 hastane yatışı, yıllık 637.643 iş günü kaybı yaşanmaktadır; toplam yıllık ekonomik maliyetse 3,6 milyar Avro’ya varmaktadır.

3. Avrupa Birliği’nde kömürün yol açtığı sağlık maliyetlerini veren HEAL’in orijinal raporu (2013) her yıl 18.000 erken ölüm ve dört milyon işgünü kaybının yıllık 43 milyar Avro’ya mal olduğunu bildirmektedir. Türkiye’deki maliyetler farklı bir fiyatlandırma yöntemi ile hesaplanmıştır, bu nedenle doğrudan karşılaştırılabilir değildir. Sağlık maliyetleri, kömürle çalışan elektrik üretim tesislerinin maliyetlerine dâhil edilmektense bireylere, ailelere ve devletlere yük getirmektedir. ‘Ödenmeyen fatura’ denmesinin nedeni budur.

4. European Environment Agency [Avrupa Çevre Ajansı] (2014). Air pollution fact sheet 2014: Turkey [Hava kirliliği bilgi broşürü 2014: Türkiye]. http://www.eea.europa.eu/themes/air/air-pollution-country-fact-sheets-2014

Türkiye’de hava kirliliğine maruz kalan (kentsel ve kırsal) nüfusun tamamının yüzdesine dair rakamlar mevcut değildir. Nüfusun ozon ve azot dioksit gibi tehlikeli kirleticilere maruz kalma oranları ile ilgili veri de bulunmaktadır.

5. Türkiye önümüzdeki dört yıl içinde kömürle çalışan termik santral kapasitesini ikiye katlamayı planlamaktadır. Planlar hayata geçirilirse, kömürle çalışan tesis sayısı 2012 yılında işletmedeki 19 tesisten, orta vadede 102’ye yükselerek dört kattan fazla artış gösterebilir.

6. World Health Assembly 2015, A68/18, Health and the environment: addressing the health impact of air pollution [Dünya Sağlık Kongresi 2015, A68/18, Sağlık ve Çevre: Hava kirliliğinin sağlık üzerindeki etkilerini düşünmek]. http://apps.who.int/gb/ebwha/pdf_files/WHA68/A68_18-en.pdf

Sekretarya’nın yayımladığı rapora göre, hava kirliliği dünya çapında hastalıkların ve ölümlerin önlenebilir ana nedenlerinden birisidir.

7. Enerji politikalarındaki değişiklikler sağlık üzerinde anında etki yaratmaktadır. Örneğin, İrlanda’nın  Dublin kentinde 1990 yılında kömürün yasaklanmasından sonraki beş yıl içinde solunum yolu hastalıklarından kaynaklanan ölüm oranlarında %15, kalp damar hastalıklarından kaynaklanan ölüm oranlarında %10’luk düşüş gözlenmiştir. Bkz. ‘Effect of air-pollution control on death rates in Dublin, Ireland: an intervention study” [Dublin, İrlanda’da hava kirliliği kontrolünün ölüm oranları üzerindeki etkisi]. The Lancet, October 2002,http://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0140673602112815

8. “World’s public health leaders call for an end to coal”, Healthy Energy Initiative, http://www.healthyenergyinitiative.org/ 

Politika Önerileri

Sağlıkçılar ve Halk Sağlığı Uzmanlarına öneriler

Kömürden kaynaklanan sağlık sorunlarına karşı mücadele etmek için şimdi doğru zaman. Hekimler, halk sağlığı uzmanları ve sağlık örgütleri, kömür kullanımından doğan
sağlık tehlikelerine ilişkin varolan bilimsel kanıtlara dayanarak, Türkiye’nin gelecekteki
enerji arz politikalarıyla ilgili tartışmalara katılımlarını daha da etkili hale getirebilirler.

Sağlıkçılar ve Halk Sağlığı Uzmanları >>>>>

®      Karar alıcılara, kömürün sağlık üzerindeki etkilerinin ve dışsal maliyetlerinin,
Türkiye’nin enerji ile ilgili kararlarında dikkate alınması gerektiğini anlatmalıdır;
sağlık açısından, yeni kömür santralleri inşa etmenin, kronik hastalıklarla hâlihazırda yürütülen mücadeleye zarar vereceğini ve yüksek toplumsal maliyetler oluşturduğunu belirtmelidir;

®      Ulusal düzeyde enerji ve çevre politikalarının ve stratejilerinin geliştirilmesinde açık ve
net şekilde tanımlanmış, saydam resmi danışma süreçlerinin oluşturulmasını savunmalıdır;

®      Ulusal/bölgesel/yerel her düzeyde enerji ve çevre alanları ile ilgili karar alma mekanizmalarında şeffaflık, çevresel bilgiye erişim ve halkın daha etkin katılımını
talep etmelidir;

®      Ulusal düzeyde, WHO’nun halk sağlığını iyileştirmeye yönelik önerdiği kirletici sınır değerleriyle uyumlu hale getirilmiş, daha yüksek hava kalitesi standartları talep etmelidir;

®      Ulusal ve uluslararası düzeylerde iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik daha iddialı bir tutum ve eylemlilik talep etmelidir;

®      Kömür yakıtlı termik santral projelerinde ÇED veya bölgesel/il çevre düzeni planları geliştirilmesi gibi yerel katılımın olanaklı olduğu süreçlerde, kömür kaynaklı enerjiden doğan sağlık tehditleri hakkında halkı bilinçlendirmeli ve halk sağlığını korumak için mevcut kömürlü santrallere yönelik daha etkin çevre denetimi yapılması için baskı oluşturmalıdır.

Hükümete ve kamu kurumlarına öneriler

Hükümetin, kömürlü termik santrallerden kaynaklanan dış ortam hava kirliliğini azaltma çabalarını artırması, sadece kendi yurttaşlarının değil, komşu ülkelerdeki insanların da
sağlıkları için ve küresel iklim değişikliği ile mücadele çabalarına bir katkı olarak gereklidir.

Karar Alıcılar >>>>>

®      Mevcut kömürlü termik santrallerde mevzuattaki en yüksek kirlilik denetim standartlarını uygulamalı ve bu santraller için var olan tüm çevresel muafiyetleri sona erdirmelidir;

®      Hava kalitesi ve sanayi kaynaklı emisyonlarla ilgili Türk mevzuatını AB çevre müktesebatı uyumlulaştırma çalışmalarını hızlandırmalı, bu süreçte WHO önerilerini de
dikkate almalıdır; Hava kalitesinin ve emisyonların izleme, raporlama ve değerlendirme süreçlerinde altyapıdaki noksanlıkları ve uygulamadaki aksamaları gidererek,
veri eksikliklerini acilen gidermelidir;

®      Ulusal enerji politikalarının oluşturulmasında ve tekil enerji projelerinin yaşama geçirilmesinde sağlıkçılar ve öbür sivil toplum aktörlerinin katılımını da öngören erişilebilir
ve saydam karar alma süreçleri geliştirmeli, halkın bilgiye erişimini kolaylaştırmalıdır.

®      Kömür yakıtlı elektrik üretimi için hâlihazırda sağlanan tüm doğrudan veya dolaylı teşvikleri ve vergi muafiyetlerini sona erdirmelidir;

®      Başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere, 80’den çok santralin yapılmaması durumunda
halk sağlığı ve iklim için elde edilecek yararlar araştırmalıdır.

®      Yeni kömür santrallerinin inşası planlarını ertelemelidir;

®      İşletmede olan ve yapılması planlanan santrallerin sağlık ve dışsal maliyet analizleri temel alınarak, kömürden elektrik eldesinin aşamalı olarak bırakılması için ulusal bir plan yapmalıdır.

Uluslararası Kuruluşlara Öneriler

Planlanan devasa kömür yatırımları, Türkiye’yi halk sağlığının korunması ve iklim değişikliği ile mücadelede yanlış bir yola sokacaktır. Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Dünya Bankası gibi uluslararası aktörler, diğer uluslararası kalkınma ajansları ve finansman kuruluşları ile birlikte, Türkiye için kömür kaynaklı elektrik üretimine dayanmayan bir enerji geleceğini, ülkenin sürdürülebilir gelişiminin bir parçası olarak desteklemelidirler.

Uluslararası kuruluşlar >>>>>

®      Yeni kömür santrallerinin inşası için tüm uluslararası borç ve kredi süreçlerini sonlandırmalıdır;

®      Türkiye’nin, taraf olduğu sağlık, çevre ve iklim değişikliği ile ilgili uluslararası anlaşma ve sözleşmelere tam uyumu konusunda ısrarcı olmalı ve ülkenin henüz imzalamamış olduğu
bu tür uluslararası anlaşmalara katılımını desteklemelidir;

®      Türkiye’deki enerji projelerinde sürdürülebilirlik, şeffaflık ve halkın katılımı ölçütlerinin uygulanmasını teşvik etmelidir.

Sağlık ve Çevre Birliği (Health and Environment Alliance – HEAL) Çevrenin sağlık üzerindeki etkilerini Avrupa Birliği (AB) kapsamında ele alan Sağlık ve Çevre Birliği
(Health and Environment Alliance – HEAL), Avrupa’nın önde gelen kâr amacı gütmeyen kuruluşlarından biridir. HEAL, 70’ten çok üye kuruluşun desteği ile sağlık dünyasının sunduğu bağımsız uzmanlık ve kanıtları farklı karar alma mekanizmalarında sunar. Birliğimiz sağlık çalışanlarını, kâr amacı gütmeyen sağlık sigortacılarını, hekimleri, hemşireleri, kanser ve astım hastası gruplarını, vatandaşları, kadın gruplarını, gençlik gruplarını, çevreyle ilgili sivil toplum kuruluşlarını, bilim insanlarını ve halk sağlığı kurumlarını temsil eden geniş bir birliktir. Üyelerimiz arasında uluslararası düzeyde ve Avrupa genelinde çalışan kuruluşların yanı sıra, ulusal ve yerel gruplar da bulunmaktadır. HEAL’i web sitesi (www.env-health.org),
Facebook ve Twitter @HealthandEnv @EDCFree and @CHM_HEAL adreslerinden takip edebilirsiniz.

===========================

Dostlar,

Bu önemli iletiyi paylaşmak istiyoruz.
AKP iktidarı çok sayıda HES ile de çevreye dönüşümsüz zararlar veriyor.
En başta atılacak adımlardan biri, bir tasarruf seferberliği ile Ulusumuzun enerji tüketim kalıplarını değiştirmek.. Enerji aktarım hatlarında yitik – kaçakları azaltmak /
yok etmek..  Nüfus artışını frenlemek, rüzgar ve güneş enerjisine yönelmek gibi..
Almanya’da 2030’da nükleer güç santrali kalmayacak olması ve yenilenebilir temiz enerji kaynaklarına yönelinmesi sanırız çok öğretici..

Bu dosyanın tam metnini pdf olarak da ibdirebilirsiniz  :

Komurlu_termik_santrallerin_odenmeyen_saglik_faturasi

Sevgi ve saygı ile.
22 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Prof. Ercan: “YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN !” ve bizim RTE’ye diyeceklerimiz..


“YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN !” ve bizim RTE’ye diyeceklerimiz..

 

YENİ YILINIZ KUTLU OLSUN !

Portresi_gulumseyen

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

 

 

Değerli arkadaşlar,
Bu gün 1.1.2015, yeni bir yıla giriyoruz.
1 Ocak aslında, astronomi bakımdan, yani Dünyamızın Güneş sistemi içindeki konumu bakımından, hiçbir özelliği olmayan bir gündür.
Yılbaşı için örneğin gece-gündüz süresinin eşitlendiği (Ekinoks) 21 Mart çok daha anlamlı bir Yıl Başlangıç günü olurdu. Nitekim Sümer-Asya Kültüründe insanlar, Doğanın kış uykusundan uyanışının ve yeni bir yaşam sürecinin, Baharın başlangıcı olarak (Farsça New-Ruz yeni Gün, Türkçe ergen-kün ->Ergenekon) 21 Mart gününü Yıl başı olarak kutlayagelmişlerdi..
Öyle ya da böyle, akıp giden zaman boyutunda kendi konumunu belirlemek isteyen insanoğlu, zamanın “süregenliği” döngüsel (periyodik) olaylara dayanan bir sıralama yöntemiyle
(saat, gün, hafta ay, yıl gibi ölçütler kullanarak) bir bakıma “dijital” hale getirmiştir.
Bu biçimde değişik kültürlerde değişik takvim uygulamaları oluşmuştur;
örneğin bugün değişik takvimlerde şöyle gösteriliyor:

Gregoryan (Güneş, Solar) …………… : 01.01.2015 1 Güneş yılı ≈ 1,03 Ay yılı)
Arap (Ay, Kameri, Lunar) ……………: 10.03 (Rebi-ül-evvel) 1436
Yahudi (Ay)………..: 10.10 (Tevet) 5775
Pers (Güneş)……….: 11.10 (Dey).1393
Çin (geleneksel).….: 78 dönem 31 yıl 11 ay 11 gün

Bu takvimlerin başlangıçları da çok ilginçtir; Perslerin (Güneş) takvimi ve Arapların (Ay / kamerî) takvimi Peygamberin (Gregoryan takvime göre 19.07.0622 tarihinde) Mekke’den Medine’ye göç / hicret gününü başlangıç olarak alır: 01.01 (Muharrem).0001.
Çin Takvimi MÖ. 3 binlerde tüm Han-Çinlilerin atasının doğumunda başlatılmış.Yahudi Takvimi daha da iddialı; Tanrının Dünyayı yarattığı günü (!) başlangıç günü olarak alıyormuş.Papa 13. Gregor zamanında (1580’lerde) düzenlenen ve şu anda hemen tüm Dünyada gelişmiş ülkelerde kullanılan Gregoryan takvimi ise biraz daha mütevazı, Gerçekten yaşayıp yaşamadığı kuşkulu olan İsa’nın doğumunu başlangıç olarak almış. Aslına bakılırsa bütün bu başlangıçlar yanlış; en gülünç olanı da Yahudi Takvimi başlangıcı olarak alınan olay, Tanrının güya Dünya’yı MÖ 3600’lerde (!) yarattığıdır…

Bugün biliyoruz ki, Güneş sistemimiz 4,56 milyar yıldır var ve Evrenin yaşı ise 13,8 milyar yıl.
***
Değerli arkadaşlar,Ben bugün aslında sizlere Takvimleri değil, önümüzdeki yıla ışık tutması açısından geçen yılı Dünyada ve Ülkemizde olan bitenin bir özetini anlatmak istemiştim.
Önce Dünya genelinden söz edeyim…
2014 yılında Dünyamızın insan nüfusu 81 milyon arttı ve 7,3 milyara erişti!
135 milyon doğum ve 54 milyon ölüm gerçekleşti.
Yani kaba doğum hızı binde 19, Kaba ölüm hızı binde 8,
  • Dolayısıyla yıllık küresel nüfus artış hızı binde 11 oldu.
Ölümlerin üçte biri Kalp, altıda biri de Kanser nedeniyle;
AIDS nedeniyle ölenler %3 dolayında.
(AS: 8-9 milyon / yıl dolayında AÇLIK ÖLÜMLERİ’ni asla unutmamalı!)
Dünyamızda ortalama yaş 33.4 yıl; ortalama Ömür ise 66 yıl olarak görülüyor.Nüfus toplamı ~1,5 milyar olan 50 dolayında gelişmiş ülkede ortalama ömür 80 yıl dolayında, geri kalan (az gelişmiş / gelişmekte olan) ülkelerde ise 62 yıl;Türkiye’deki ortalama yaş 31 ve ortalama ömür 61 yıl
(Ortalama ömür, ortalama yaşın 2 katından büyük olamaz).
(AS: TÜİK ortalama değil “ortanca – median” yaşı veriyor.. Yaş dağılımı homojen olmadığından ortanca ortalamaya eşit değil. Dolayısıyla TÜİK’in bu hesabında bize göre önemli hata yok..)

2014 yılında doğanlar için ortalama 80 yıllık bir ömür bekleniyor.
Dünyamızın nüfusu böyle (her gün ~220 bin kişi!) artarak devam ederse
(demografik parametreler bakımından Dünya ortalama değerlerine çok yakın olan Türkiye’de günlük nüfus artışı ~2300 kişi) 2050’lerde Dünya nüfusu 10 milyar sınırına,
Türkiye nüfusu da 100 milyon sınırına erişecek demektir…

2014’te tüm Dünyanın toplam ekonomik geliri 90 trilyon Dolara erişti ;
yani kişi başına gelirde Dünya ortalaması (AS: 90 trilyon Dolar / 7,3 milyar nüfus)
35 $ / kişi / gün oldu. Bu rakam Türkiye’de 30 $ / kişi / gün.
(AS: 2014 sonu, 800 milyar Dolar GSMH  / 78 milyon nüfus : 28 Dolar / kişi / gün )
Ancak bu Gelir Dağılımı (AS: üstelik) çok adaletsiz. Öyle ki, Gelir dağılımındaki adaletsizliğin bir ölçütü olan Gini katsayısı Dünya ortalaması ~0,5 dolayında,. Türkiye’de ~0,4 ve gelişmiş ülkelerde 0,3. ( AS : Bu katsayı büyüdükçe gelir dağılımının daha adalersiz olduğu anlamında.)
Dünyadaki GSMH (gayrisafi milli hasıla) (AS: Burada GSMH demek yanlış olur..
GSMH ülkeler için… “Küresel Gelir” uygun terimdir)
toplamının yaklaşık %30’u endüstriyel,
%7’si tarımsal üretimden elde ediliyor; geri kalan %63’ü hizmetler sektöründen.Dünya ülkeleri, ulusal gelirinin ortalama 40’ta 1’ini (%2,5!) askeri harcamalara ayırıyor.
(ABD 20’de birini!) Dünya genelinde (mısır, buğday, patates, pirinç…) tarım ürünleri toplamı yaklaşık ~1 kg/adam.gün, elektrik üretimi ise ~8 kWh/adam.gün oldu.
Buna karşın atmosfere bir yılda kişi başına ortalama 5 ton CO2 salındı.
(ABD de salınım miktarı ~20 ton/Adam.Yıl)
Atmosferde 400 ppm derişim düzeyine dek birikmiş olan CO2 gazının sera etkisiyle Dünyamızın ortalama yüzey sıcaklığı 2014’te 0,02 derece artarak +15 dereceye erişti ve
Deniz düzeyi 3,3 mm daha yükseldi (yani son bir yılda ~1200 milyar ton karasal buzul eridi!)  Dünyamızın son 500 bin yıllık geçmişinde sıcaklık 17 derecenin ve CO2 derişimi de
300 ppm’in üzerine hiç çıkmamıştı.
 Bu arada, son yılda (2014) 81 milyon artan nüfusa karşın ~14 milyon hektar orman kurban edildi. (Yani her gün yaklaşık 20 km x 20 km = 400 km2’lik
bir orman alanı yok ediliyor) 
Anlaşılan o ki, “iklim değişikliği” biçiminde kibarca ifade edilen insan kaynaklı
“Çevre felaketi” maalesef önlenemez gidişini sürdürüyor.Özetle şunu söylemek olanaklı :
  • Dünyamız “kötü” yönetiliyor, özellikle de geri kalmış ülkeler ve bu arada
    Türkiye her bakımdan “çok kötü” yönetiliyor…
    O nedenle sayfalar dolduracak yanlışlıklar ve olumsuzlukları yazmaktan vazgeçiyorum…
Umut edelim ve bu umut doğrultusunda çaba gösterelim ki;
Ülkemiz 2015’te Orta-Doğu bataklığına daha çok saplanmadan,
Laik Cumhuriyeti tasfiye edecek bir Şeriat karanlığına tümden gömülmeden,
Demokratik bir Yönetim değişikliği gerçekleşir
ve Ülkemizin aydınlık yarınlarına güvenimiz artar.Sevgilerimle…æ

=====================================

Dostlar,

Saygıdeğer büyüğümüz Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan’ın 2015 için yazdıkları yukaırda..
Her zamanki gibi çook öğretici ve düşündürücü..
Rakamlarda ve kimi kavramlarda, Sn. Ercan’ın hoşgörüsüyle yer yer görüş ayrılığımız var.  Onları metinde ayraç içinde verdik.

Bu arada TÜİK‘in, tüm elektronik / sayısal kayıt olanaklarına karşın 31 Aralık 2014 günü Türkiye nüfusunu neden ver(e)mediğini anlayamıyoruz.
Oysa her saniye çevrim içi ve gerçek zamanlı (on line – real time) nüfus sayacı önünde!?
Bizlere hala kapalı ama kendilerinin önünde.. Saydam bilmsel yönetim bu mudur??

*****

Ve bizim RTE’ye diyeceklerimiz                     :

Ve 12. CB – Yarıbaşkan Bay RTE‘nin şu sözlerini son derece yersiz – bilim ve akıl dışı ve saçma bulduğumuzu kaydetmeden, bilimsel ve yurttaş sorumluluğumuz kapsamında geçemiyoruz :
12. CB – Yarıbaşkan Bay RTE: Bir yaşlı amca bana söylemişti; 1 çocuk garip olur,
2 çocuk rakip olur, 3 çocuk denge olur, 4 çocuk bereket olur, gerisi Allah kerim…
O yaşlı amcanın Tayyip beye latife yaptığı ortada.
Kendisinin 4 çocuğundan 10+ yıldır evli olan 3’ünün 1-2 çocuğu var.
(Bu arada neden 4’te kalmışlar da “gerisis Allah kerim” dememişler??)
Ama Tayyip bey neden bu espriyi anlamaz / anlamazlıktan gelir ve
Türkiye’de Devlet politikası olarak varolmayan bir anti-natalit politikayı “ihanet” ilan eder??

Türkiye’de 1983 tarihli 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun ne pro-natalist (nüfusun artırılması yanlısı) ne de anti-natalistittir (nüfusun azaltılması yanlısı).
Türkiye’de erken Cumhuriyet dönemi dışında pro-natalist (nüfusun artırılması yanlısı)
nüfus politikaları güdülmemiştir. Anti-natalistit (nüfusun azaltılması yanlısı) politikaları da.
1965 tarihli 557 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun da, onu güncelleyen
1983 tarihli 2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanun da
ne pro-natalist ne de anti-natalisttir. Her yasa da bu bağlamda yansız (nötr) kalmıştır.

Dileyene Aile planlaması hizmeti (nüfus planlaması değil!) sunmak heddeflenmiştir,
özellikle 1982 Anayasası’nın 41. maddesi buyruğu nedeniyle.

Ancak AKP iktidarının nüfusu, yasası olmaksızın “artırma” politikaları vardır.
Üstelik Anayasa’nın 41. maddesini apaçık çiğneyerek – görmezden gelerek :

*****

Devletin Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevleri
Ailenin korunması ve çocuk hakları*

Anayasa MADDE 41.– (Değişik: 3.10.2001-4709/17 md.)
Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.

Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.

(Ek fıkra: 7/5/2010-5982/4 md.) Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açık-ça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğ-rudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.
(Ek fıkra: 7/5/2010-5982/4 md.) Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.
*Bu maddenin kenar başlığı “I. Ailenin korunması” iken, 7/5/2010 tarihli ve 5982 sayılı Kanunun 4 üncü maddesiyle metne işlendiği şekilde değiştirilmiştir.

*****

Bu durumda, aile planlaması (Nüfus planlaması değil!) hizmetlerini Anayasa gereği topluma hiçbir zorlama olmadan sunmak neden ihanet oluyor Bay RTE’ye göre?

Bay RTE “Nüfus planlaması” ve “Aile planlaması” kavramlarını tanımlayıp
aradaki farkı belirtebilir mi??
“Demografik fırsat penceresi” hakkında doğru ve yeterli bilgi sahibi midir??

Bir Anayasa maddesini uygulamak mı ihanetttir, tersini yapmak mı?
Onu da halkımızın ve tarihin şaşmaz yargısına bırakıyoruz..

Bay RTE, ilk fırsatta yansız – namuslu uzmanlardan temel Demografi politikaları hakkında
eğitim almalıdır. Bu bağlamdaki sözleri – önerileri tümüyle akıl ve bilim dışıdır ve ülkemizin çıkarlarıyla son derece ters, ileride giderimi (telafisi) olanaksız zarar verecek içeriktedir.
Üstelik kendi iktidarlarına da çok handikap yükleyebilecektir.
Hiçbir devlet başkanının, politikacının….. buna hakkı olamaz.

Sitemizde bu bağlamda pek çok dosya vardır. Onlara bakılmalıdır.
AÜTF Dönem 2 “Dünyada ve Türkiye’de Demografi Politikaları” ders yansılarına da..

Günümüzde Dünyanın ve Türkiye’nin ilki değilse bile en başta gelen sorunlarından biri,
gereksiz – hızlı – akıl dışı ve tehlikeli nüfus artışıdır.

Herkes bu acı – yalın – stratejik küresel gerçeği bir an olsun aklından çıkarmamalıdır.

Geldiğimiz kritik yer, “HER AİLEYE 1 ÇOCUK” tur..

Tersi; ülkemizi kalabalık – niteliksiz ve 2. Abdülhamit’in deyimiyle bir “sürüye” dönüştürür.
Yoksulluk – yoksunluk – biat / sadaka kültürü tutsağı oy deposu milyonlar…
Yoksa istenen tam da bu mudur??

Sevgi-saygı ve derin kaygı ile,
05.01.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Dünya Doğum Denetimi (Kontrolü) Günü – 26Eylül 2014


26 EYLÜL DÜNYA DOĞUM KONTROLÜ GÜNÜ

Dostlar,

Hacettepe Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD’ndan çalışkan arkadaşlarımız,
Halkımızın – Ulusumuzun sağlık eğitimine dönük çabalarını sürdürüyorlar.
Bu gün, 26 Eylül 2014 günü “DÜNYA DOĞUM KONTROLÜ GÜNÜ

Bu bağlamda oldukça özlü ve çok yararlı bir derleme yapmışlar.
Sağolsunlar…
Aşağıda paylaşıyoruz..

Türkiye’nin önemli aile planlaması – doğurganlık sorunları sürüyor..
Nüfus artış hızı 2012’de %o (binde) 12 iken 2013’te son derece yersiz bir artışla, düşmesi gerekirken, %o 13,7’ye tırmanmıştır (TÜİK verileri).

Bunda önceki Başbakan RTE ve hükümetinin “..en az 3-5 çocouk yapın…” yönlü akıl ve bilim dışı, ülke ve dünya gerçekleriyle bağdaşmayan propagandası etkisi olsa gerektir. Doğallıkla Doğu – Güneydoğu’da doğurganlığa verilen doğrudan parasal desteği de unutmamak gerekir.

Ayrıca önceki yıl 2827 sayılı Nüfus Planlaması Yasası‘nda yapılan değişiklikle
10 haftaya dek gebeliklerin isteğe bağlı sonlandırılabilmesi hakkının sınırlandırılması, daha sonra SGK’nın kürtaj başlığını bir süre kapatarak provizyon vermeyişi,
AÇS-AP (Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması) Dispanserlerinin Aile Hekimliğine geçişle birlikte önemli ölçüde etkisiz bırakılması.. pay sahibi olsa gerektir.

Dünyada ve Türkiye’de ilke artık HER AİLEYE 1 ÇOCUK! olmak zorundadır.

Unutulmasın, Anayasa md. 41, Aile Planlaması hizmetlerini vermeyi
Devlete açık bir anayasal buyruk olarak düzenlemektedir :

  • Anayasa madde 41 – Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.

Sevgi ve saygı ile.
26 Eylül 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==================================================

26 EYLÜL DÜNYA DOĞUM KONTROLÜ GÜNÜ

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
HALK SAĞLIĞI ANABİLİM DALI
TOPLUM İÇİN BİLGİLENDİRME DİZİSİ-13

Bu doküman, Dr. Meltem Karaöz-Öncü ve Dr. Şevkat Bahar-Özvarış tarafından 24.9.2014 tarihinde hazırlanmıştır.

  • Dünya Doğum Kontrolü Günü, 2007 yılından bu yana, her yıl 26 Eylül’de kutlanmaktadır. Bu günün amacı; doğum denetimi (kontrolü) hakkında
    toplumun bilincini artırmak ve gençlerin cinsel ve üreme sağlığı ile ilgili konularda bilinçli seçimler yapmalarına yardımcı olmaktır.
    Bu amaç doğrultusundaki çalışmalar,
    dünyada tüm gebelikler planlanmış olana dek sürecektir.

Dünya nüfusu 2011 yılında 7 milyar kişiye ulaşmıştır.(1) (AS: 1 Temmuz 2011’de 

7 milyar aşıldı..) Dünya toplam doğurganlık hızı 50 yıl içinde neredeyse yarı yarıya azalmıştır (1950’de kadın başına 5 çocuk, ülkeden ülkeye değişmekle birlikte 2010-
2015’te kadın başına 2,5 çocuk). (2) Ancak, 2050 yılında dünya nüfusunun 9 milyara ulaşacağı kestirmektedir.(1) Nüfus artışının neredeyse tümü insanların gereksinimlerini karşılamakta zorlandığı az gelişmiş ülkelerde gerçekleşmektedir.(2)

Nüfusun artması birçok ekonomik, politik, çevresel etmenleri olumsuz etkilemektedir.
Zengin ve yoksul arasındaki uçurum derinleşmektedir; 1990’dan başlayarak
Dünyadaki aç insan sayısı 815 milyondan 925 milyona çıkmış, 2010’dan bu yana
küresel ekonomik bunalım nedeniyle 44 milyon insan daha yoksulluk sınırı olan günlük 1,25 ABD Dolarının altında gelirle yaşamaya başlamıştır. (2)

Hızla artan nüfusla birikte HIV/AIDS ve öbür salgın hastalıkların yayılması,
sınır ötesi suç, ekonomik bağımlılık, göç, iklim değişikliği gibi var olan sorunlar artmaktadır. Aynı zamanda hızla artan nüfus, toplumsal cinsiyet (gender) eşitsizliği, üreme sağlığı, güvenli annelik, insan hakları gibi sosyal konulardaki varolan sorunları ağırlaştırmaktadır.(1) Her geçen gün daha çok insan güvensiz gıda, su kıtlığı ve afetlerle karşı karşıya kalmaktadır.

Bunun yanı sıra, soruna sağlık açısından bakıldığında; dünyada birçok kadın
çok erken yaşta veya çok sık doğum yapmakta;

  • Her 90 saniyede bir kadın,
    gebelik ve doğum nedeniyle yaşamını yitirmektedir!

Dünyada 215 milyon kadın güvenilir, nitelikli, yeterli aile planlaması hizmetlerine ulaşamamaktadır ve böylece istenmeyen gebelik riskiyle karşı karşıya kalmaktadırlar.(2) Gelişmiş ülkelerde eşler açısından sahip olunacak çocuk sayısı ve çocukların arasındaki yaş farkına karar vermek olağan bir durumdur. Gelişmekte olan ülkelerde ise özellikle en yoksulların bu konuda karar verme yetileri az veya ellerindeki olanaklar yetersizdir.(3)

Eşler çocuk sahibi olmayı birlikte planladıklarında çocukların bu durumdan hem kısa, hem de uzun vadede yarar gördüğü saptanmıştır. Üreme hakkını kullanabilen bir kadın, eğitim hakkı gibi öbür haklarını kolay kullanabilmekte, bununla birlikte gelir düzeyi yükselmekte, kendisi ve çocukları daha sağlıklı olmakta; evde ve toplumda daha çok karar verme gücüne sahip olmaktadır.

Türkiye nüfusu 31 Aralık 2013’te 76 667 864 kişidir.(4)
Nüfusun 2050 yılında 100 milyona ulaşacağı kestirilmektedir.(5)

Yıllık nüfus artış hızı 2012’de binde 12 iken, 2013’te binde 13,7’ye yükselmiştir.

Artan nüfusla birlikte kırdan kente göçler artmış; il ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranı nüfusun 91’ine ulaşmıştır. Zenginle yoksul arası uçurum artmış; en zengin kesimin geliri en yoksul kesimin gelirinin 7,7 katı olmuştur. Nüfusun %15’i yoksulluk sınırının altında kalmıştır. 2013’te suça sürüklenen çocuk oranında 14,5 artış olmuştur.
15-24 yaş dilimini içeren genç işsizlik oranı ise 2012’te %17,5 iken 2013’te %18,7 olarak gerçekleşmiştir.

Ülkemizde, artan nüfusla birlikte çevre olumsuz etkilenmektedir.
Karbondioksit eşdeğeri olarak 2012 yılı toplam sera gazı salımının 1990’a göre
%133,4 artış göstererek 439,9 milyon ton olduğu kestirilmektedir.(4)

Türkiye’de 2008 yılı verilerine göre 15-49 yaş arası evli kadınların gebeliği önleyici yöntem kullanma yaygınlığı %73’tür. Bu kadınların % 46’sı modern yöntem kullanırken, %27’si geleneksel yöntemleri kullanmaktadır. 15-49 yaş arası evli kadınların %79’unun aile planlaması hizmeti istemi olurken, aile planlamasında karşılanamayan gereksinim %6,2’dir. 15-19 yaşındaki kadınlardan oluşan ergenlerin (adolesanların) %6’sında önemli sağlık ve sosyal sorunlara yol açabilen ergen yaşta gebelikler görülmektedir. Ülkemizde her 3 gebelikten 2’si riskli gebeliktir.(6)

*****

Avrupa Kontrasepsiyon ve Üreme Sağlığı Birliği tarafından, Dünya Doğum Kontrolü Günü kapsamında 2013-2015 yılı stratejilerinde;

  • “Senin hayatın, senin geleceğin, senin kararın”

temasıyla üç ana konu üzerinde durulan şemsiye bir kampanya tanımlamaktadır.
Yerel gereksinimlere göre aşağıda da yer alan bu temalardan herhangi birine
öncelik verilebileceği belirtilmektedir:

Bedenini tanı : Ergenlik dönemi boyunca bedende oluşacak değişiklikleri ve planlanmamış gebeliklerin nelere yol açacağını anlamak
Seçeneğini tanı : Gençlerin kullanabileceği tüm doğum denetim yöntemlerini güvenilir, yansız bir bilgi kaynağından öğrenebilmesi
Eşini tanı : Eşlerle doğum denetimi hakkında konuşabilmeyi ve güvenilir bilgiler eşliğinde güvene dayalı bir ilişkiyi nasıl kuracağını öğrenmek.

Dünya Doğum Kontrolü Günü kapsamında Türkiye’de istenmeyen gebeliklerin,

– ergen (adolesan) gebeliklerin ve 
– riskli gebeliklerin önlenebilmesi ve
– karşılanamayan aile planlaması gereksiniminin azaltılması için,

aynı zamanda temel sağlık hizmetlerinden biri olan kapsamlı aile planlaması hizmetlerine toplumda gerek duyan herkesin ücretsiz ulaşabilmesinin sağlanması gerekir.

Kaynaklar :

1 http://www.un.org/en/globalissues/population/. 22.09.2014.
2 UNFPA, 7 Billion actions, 2011. [Internet]
http://www.unfpa.org/webdav/site/global/shared/documents/7%20Billion/7B_fact_sheets_en.pdf 22.09.2014.
3 UNFPA, State Of World Population, 2012. [Internet] http://www.unfpa.org/webdav/site/global/shared/swp/2012/EN_SWOP2012_Report.pdf.
22.09.2014.
4 http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=kategorist. 23.09.2014.
5 http://www.unfpa.org.tr/v2/pages/nuefus-ve-kalkinma-politikalari.php 22.09.2014.
6 Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Nüfus ve Sağlık Araştırması, 2008.
http://www.hips.hacettepe.edu.tr/tnsa2008/data/TNSA-2008_ana_Rapor-tr.pdf.
7 http://www.your-life.com/en/for-doctors-parents-etc/about-wcd/. .
22.09.2014.
8 http://www.escrh.eu/WCD. 22.09.2014.

Susuzluğa karşı biz ne yapabiliriz?


Dostlar
,

Su sorunu – kıtlığı ciddi düzeyde..

Hükümet kendi derdinde.. Ülke sahipsiz..

 

Önerilere çookk dikkaaaat lütfen..!

 

Sevgi ve saygıyla.
23.8.2014, Çanakkale

 

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Susuzluğa karşı biz ne yapabiliriz?

Melis Alphan
melisalphan@hurriyet.com.tr
Hürriyet, 23.08.2014

İSTANBUL, 2013 sonunda 14 160 467 kişiye ulaşan nüfusuyla mega kente dönüşürken, yaklaşık 3 Ankara, 6.5 Antalya, 187 Bayburt ediyor ve dünyadaki
130 ülkeden daha kalabalık.

Ülkedeki her 100 kişiden 18’i İstanbul’da ikamet ediyor.
Nüfusunun 2023’te 16.5 milyonu bulması bekleniyor.
Nüfusun hızla artmasıyla beraber, İstanbul gibi büyük kentlerde, suyun büyük miktarlarda tarımsal ve endüstriyel üretimde kullanılması büyük sıkıntılara neden oluyor.

Türkiye’nin yıllık toplam kullanılabilir su miktarı 112 milyar m3. 44 milyar m3 kadarını tüketiyoruz. Tüketilen bu suyun %74’ü sulamada, %15’i içmede, %11’i ise sanayide kullanılıyor.

Gelişmiş ülkelerde tatlı su kaynaklarının %30’u tarımsal üretimde kullanılırken
bizdeki %74 oranı suyun üzerindeki baskıyı artırıyor.

Malum, ülkemizde son 20 yıldır sıcaklıklar ortalamanın çok üzerinde.
Son 30 yılda su havzalarına düşen yağış miktarında %25 azalma gördük.
İklim değişikliğiyle beraber, kış ve bahar aylarının mevsim normallerinin dışında aşırı kurak geçmesi ve buna bağlı olarak barajlardaki su seviyesinin azalmasıyla su sıkıntısı çekmeye başladık.

Falkenmark Su Kıtlığı İndeksi’ne göre, yılda ortalama kişi başına düşen su miktarı 1000 m3 altında olan ülkeler ‘su yoksulu’ olarak nitelendiriliyor. Bir ülkenin
yeterli miktarda suya sahip sayılabilmesi için yılda kişi başına düşen su miktarı
1700 m3’ün üzerinde olmalı.

Türkiye’de kişi başına düşen miktar 1519 m3. Yani, su bizim için halihazırda sıkıntı. Nüfusun 100 milyona ulaşacağı 2030 yılında Türkiye, 1168 me3 ile su yoksulu ülkeler arasına katılmaya çok yaklaşacak.

Bu anlamda, özellikle tarımsal üretimde farklı düzenlemeler ile denetimde hükümete büyük iş düşüyor. Ama su kaynaklarımızın daha verimli kullanılmasını sağlamak için
biz vatandaşların bireysel çabaları da çok önemli. Bunun ne denli etkili olabileceğini göstermek için TEMA 2007’de ‘Suyunu Boşa Harcama’ kampanyası
ilk kez yaşama geçirmişti. Bireylerin gereksiz su tüketimini azaltmasına yönelik
basit önlemlerle aylık su tüketiminde %10-12 tasarruf sağlanmıştı.

6 basit öneriyle 3 ayda 18 milyon ton su tasarruf edildi.
Elmalı Barajı’ndan İstanbul’a bir yılda verilen su miktarının üzerine çıkıldı.

Bu yıl yine ciddi bir su sıkıntısı çekiyoruz. Kurak geçirdiğimiz 2007’nin
Ağustos ayında barajlardaki doluluk oranı %24 iken, 2014 Ağustos ayında su düzeyimiz %17.6.

Bireysel çabalarımız yine büyük önem taşıyor.

u tasarrufu için TEMA’nın 6 basit önerisini anımsamanın ve
uygulamanın zamanıdır :

1. Musluğu açık bırakmayın. Sebzeleri akan suda değil, su dolu kapta yıkayın.
2. Bulaşıkları elde değil, makinede yıkayın.
3. Diş fırçalarken suyu kapayın.
4. Tıraş olurken suyu kapayın.
5. Daha kısa duş alın.
6. Gereksiz yere sifonu çekmeyin.

Bu basit önlemlerle evlerimizde bir yılda 140 ton suyu kurtarabiliriz.
İnanın, artık bu işin şakası yok. Susuzluğa doğru tez elden gidiyoruz.

=======================================

Dostlar,

Su sorunu – kıtlığı ciddi düzeyde..

Hükümet kendi derdinde.. Ülke sahipsiz..

Önerilere çookk dikkaaaat lütfen..!

Sevgi ve saygıyla.
23.8.2014, Çanakkale

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

Çevrede Kavram Kargaşası ve Politikacı

Dostlar,

Prof. Dr. Çağatay Güler, çok yakın dostumuz ve uzmanlık arkadaşımızıdır.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı (o zamanlar Toplum Hekimliği) Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimini birlikte yapmıştık (1978-81). Çok yönlü kişiliği, insan duyarlığı, şair kimliği, esprileri ile ilgi odağı idi. İlerleyen yıllarda Çevre Sağlığı konularında yoğunlaştı. Bu gün Cumhuriyet gazetesinin 2. sayfasında makalesini görünce sevindik ve derin birikimini sizlerle paylaşmak istedik.

Yarın, 23 Kasım 2012 sabahı, biz de Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Dönem 2 öğrencilerimize “Çevre ve İnsan Sağlığı” başlıklı dersimizi sunacağız. Yansılar web sitemizde epeydir yayımda..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 22.11.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================== 

Çevrede Kavram Kargaşası ve Politikacı

  • Son zamanlarda insan topluluklarının çevresel etkileri üstel olarak artmıştır. Bunun yerel, bölgesel etkileri giderek küresel baskıya yol açar duruma gelmiştir. Giderek sosyoekonomik durumun; konut kalitesi ve madde özellikleri gibi hastalık örüntülerinde belirleyici olan çevresel rollerine daha büyük oranda ağırlık verilmeye başlanmıştır.

Prof. Dr. Çağatay Güler
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 
Halk Sağlığı AbD Öğretim Üyesi

Gelişmekte olan ülkelerde çevre tartışmalarının en önemli sorunu, soyut düşünme yetersizliğinin yarattığı kavram kargaşasıdır. Sözlük tanımıyla nesnenin ya da düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı olan “kavram” yetersizliği, yabancı dilden alınan birçok teknik terime yanlış anlamlar yüklenmesine yol açar. Üstelik bu anlamlar yere, kişiye, zamana göre önemli değişiklikler gösterdiğinden, insanlar aynı sözcük
ya da terimleri kullanmaları nedeniyle ortak bir sonuca vardıklarını düşünürler.
Varılan ortak nokta, kısa sürede birbiriyle çatışan hatta birbirini ilkelerden sapmakla suçlayan bir kargaşa nedeni durumuna gelir.

‘Ekoloji’ terimi

Sözgelimi “risk” terimine dilimizde “tehlike” anlamı yüklenmiştir.
Oysa “risk” tehlikenin gerçekleşme olasılığıdır.

Kimi çok önemli terimlerin başına gelen daha da kötüdür. “Ekoloji” terimi buna iyi bir örnek oluşturur. Ekoloji ve çevre kavramlarıyla ilgili yetersizlik ekoloji karşılığı olarak Çevrebilim karşılığının kullanılmaya başlanmasına yol açmıştır. Oysa İngilizcede bir de “environmental science” terimi vardır ve bu terimin kavramsal karşılığı çevrebilimdir. Ekoloji, çevrebilimden çok farklı bir kavramdır.

Terimlerin başına gelen en kötü şeylerden biri de popülerleşmedir. Bu her dil ve kültürde görülen bir sorundur. Robert Leo Smith, ekoloji ile ilgili olarak şunları söyler:

“Çevresel ilişkilerle ilgili olması nedeniyle ekoloji popüler olmuştur. Terim her yerde, gazetelerde, magazin ve kitaplarda görülmektedir. Ekoloji aşırı basitleştirilmiş, yanlış kullanılan, kötüye kullanılan günlük bir sözcük haline gelmiştir.” Bu nedenlerle çevre kavramlarının yerine oturtulması, terimlerin açık bir biçimde tanımlanması gerekir.

Bugün yüz yaşına yaklaşmış olan John M. Last, çevreyi “dışımızdaki her şey” olarak tanımlar. Bu tanım, insan sağlığının, çevre ile genetik örüntüsü arasındaki etkileşimin bir ürünü olduğu temeline dayanmaktadır.

Kişinin genetik yapısı, onun çevresel etmenlerden nasıl etkileneceğini belirleyen
en önemli etmenlerdendir.

  • Çevre terimi dışımızdaki her şeyi;
    sosyal, fiziko-jeo-kimyasal ve biyolojik çevreyi kapsar.

Çevrenin bu bileşenleri birbiriyle etkileşim halindedir.

  • İnsanla etkileşim olasılığı olan tüm çevresel etmenler,
    insan ve toplum sağlığı üzerinde etkilidir.

Kimi çevresel tehlikeli etkenlerle ancak yüksek dozlarda etkilenim olduğunda bazı sorunlar ortaya çıkarken, bazı kişiler çok daha düşük dozlarda da etkilenebilir.
Bunun nedeni, daha önceden ya da eşzamanlı olarak öbür etmen ya da etkilenimlerin de bulunuşu olabildiği gibi, kalıtımsal duyarlılık farklılıkları da olabilir.
Bu durumda çevre işlevsel olarak, çevre-kişi üzerindeki dış etkilerin bütünüdür.

Çevre terimi yıllar yılı çok esnek bir kavram olarak ele alınmıştır.
Grupların, toplulukların üyeleri ve toplumun tümünün ortak etkilenimine yol açan,
tipik olarak bireyin denetimi altında olmayan değişik dışsal etmenler için kullanılagelmiştir.

  • Çevresel etkilenim” yakın çevrede bizi etkileyen fiziko-jeo-kimyasal
    ve biyolojik etkenler olarak düşünülebilir.

Bütün bu tanımlar, kavramlar tam yerine oturmadığında çevrenin “dışımızdaki” olarak algılanmasına yol açar. Yani “biz” değildir. Sadece bizi çevrelemekte ve etkilemektedir. Sorun, kendimizi ondan korumaktan ibaret görülür. Onu koruma yükümlülüğü düşünülmez bile. Bu dışlama 17. yüzyılın felsefe geleneğinden doğmuştur.
Modern Batı biliminin kurucuları olarak Bacon, Dekart, Newton ve çağdaşlarının oluşturduğu bir yaklaşımdır. Bu görüş yüzyıllarca, endüstrileşen ve modernleşen
Batı dünyasının maddesel gereksinimlerinin karşılanabilmesi için doğal dünyayı yönetme, tüketme ve yeniden biçimlendirmemize yardımcı olmuştur. Dünyadaki
her şeyin insanın yararına sunulduğu görüşü de bunu desteklemiştir. İnsanlar yıllar yılı doğayı dizginlemekten, doğaya hâkim olmaktan, doğayı fethetmekten söz etmiştir. Last’ın çevre tanımı yaparken insan çevre arasındaki karşılıklı etkileşimle bağlantı kurması, bu hatalı yaklaşımı ortadan kaldırmaya yöneliktir.

Çevresel etkiler

Son zamanlarda insan topluluklarının çevresel etkileri üstel olarak artmıştır.
Bunun yerel, bölgesel etkileri giderek küresel baskıya yol açar duruma gelmiştir. Giderek sosyoekonomik durumun; konut kalitesi ve madde özellikleri gibi hastalık örüntülerinde belirleyici olan çevresel rollerine daha büyük oranda ağırlık verilmeye başlanmıştır. Bu nedenle “çevre” teriminin daha kapsamlı biçimde tanımlanması gerekmiştir. Yapılacak tanım sosyal ve ekonomik ilişkileri, yapılı çevreyi ve ilişkili yaşama örüntülerini de kapsamalıdır. Tanım yalnızca ben’i ya da biz’i değil, tüm canlıları kapsamalıdır.

  • Çevre canlıların genetik örüntüsü dışındaki her şeydir.
  • Bu canlıların dünyada var oluşu her birinin var oluşu koşuluna bağlıdır.”

Bu kavram oturmayacak olursa, politikacı çevre konusunda çok eski dönem yaklaşımlarına sarılacaktır. Meraların, ormanların, su kütlelerinin, canlıların
“insanın” ekonomik çıkarlarına kurban edilişi bir hak gibi sunulacaktır.
Bir zamanlar “iklim değişikliğini” yadsıyan politikacıların, günümüzde bu duruma
bir tür kaçınılmaz yazgı anlamı yükleyerek sorumsuzluklarını gizleyen bir özür gibi kullanmalarının nedeni de budur.