Etiket arşivi: hukukun üstünlüğü

HUKUK DEVLETİ ve YASA DEVLETİ


ARŞİVİMİZDEN…

Dostlar,

Çook özel donanımlı bir meslektaşımızdan arşivlediğimiz (2011) bir yazıyı  yeri geldiği için paylaşmak istiyoruz.. Dilini biraz arılaştırdık ankama dokunmadan…

Teşekkürler sevgili Dr. Hisar ve “anlayana” sunulur…

Sevgi ve saygı ile.
14 Haziran 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================================

HUKUK DEVLETİ ve YASA DEVLETİ

portresi

Yrd. Doç. Dr. Kemal Macit Hisar
Halk Sağlığı Uzmanı (Tıp Doktoru)
ODTÜ İnşaat Mühendisliği mezunu
TODAİE Kamu Yönetimi Yüksek Lisansı

 

 
Hukuk devleti ile yasa devleti son zamanlarda sıkça karşılaştırılan iki devlet modeli olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak hukuk devletini tanımlamak ve sınırlarını belirlemek, yasa devletine göre görece daha kolaydır. Hukuk devletinin temel özellikleri tüm siyasal sistemlerde ve toplumlarda hemen hemen aynıdır. Oysa yasa devleti olarak adlandırılan devlet yönetimi dünyanın değişik ülkelerinde değişik biçimlerde görülebilmektedir. Bu tür devlet modelleri kimi ülkelerde bir siyasal partinin, kimi ülkelerde askeri elitin, kimi ülkelerde de bir liderin diktası altında karşımıza çıkabilmektedir.

Bununla birlikte modern dünyada demokratik rejimlerin devleti hukukun gölgesi altında belli bir çerçeveye oturtmuş olması da hukuk devletini tanımlamamızı kolaylaştıran bir etmendir. Demokratik rejimlerde hukukun üstünlüğü ilkesini temel alan hukuk devleti anlayışı bir bakıma bir ideal olarak karşımıza çıkmaktadır. İdeal bir model oluşturduğu için sınırlarını ve niteliğini tanımlamamız da kolaylaşmaktadır. Ancak yasa devleti için aynı şeyi söylemek o denli kolay değildir. Çünkü yasa devleti diye ideal bir model söz konusu değildir. Yasa devleti genellikle yöneticilerin toplum üzerindeki keyfi yönetimine dayandığı için her toplumda ve zamanda farklı biçimlerde karşımıza çıkabilmektedir. Daha çok, hukuk devleti ilkesine göre yönetilmeyen devletleri yasa devleti diliminde toplamak gibi bir alışkanlığımız vardır. Ancak sosyalist rejimlerle dinci (teokratik) rejimlerde gördüğümüz gibi hukuku bir ideoloji ya da dinsel bir öğreti (doktrin) ile değiştiren (ikame eden) rejimlerde de aslında devlet bir çeşit hukuk veya ideoloji gibi üst değerler sisteminin sınırları içine çekilmektedir. Bu bakımdan modern demokratik rejimlerde gördüğümüz
hukuk devletinin dışında kalan tüm devletleri yasa devleti kümesinde toplamamız oldukça zor görünmektedir.

Temel hak ve özgürlükler, belli başlı ideolojiler, dinsel öğretiler ya da yönetici elitin istenciyle (iradesiyle) ilişkisi göz önünde bulundurularak bir çözümleme (analiz) yapıldığında genel olarak 3 tür devlet modelinden söz edilebilir:

  1. Devleti temel hak ve özgürlüklerin hizmetine sokan model,
  2. Devleti bir ideoloji ya da dinsel referansın hizmetine sokan model ve
  3. Devleti yöneticilerin hizmetine sokan model.

Temel hak ve özgürlüklere ve aynı zamanda vazgeçilmeyen ve değiştirilmeyen ilkelere dayalı olan 1. model hiç kuşkusuz hukuk devletini anlatmaktadır.

2. model de hukuk devleti gibi devleti vazgeçilmez ve değiştirilmez ilkelerle hareket eden bir aygıt durumuna getirmektedir. Hukuk devletini “ilkelere”, yasa devletini ise “keyfliğe” dayalı bir model olarak kabul ettiğimizde, ideolojik ya da teokratik sistemler ilkelerle hareket ettikleri için hukuk devleti modeline daha yakın gibi görünmektedirler. Ancak sistemin dayandığı felsefe ve temel amaçları bakımından incelendiğinde bu modellerin hukuk devleti modelinden oldukça uzak bulundukları anlaşılır. Hatta ürettikleri değerler bakımından aslında hukuk devletinin en çok karşıtı olan modelin bu model olduğunu söyleyebiliriz. Bu sistemleri hukuk devleti olmaktan çıkaran en temel husus, bunların devleti insanın değil; belli bir ideolojinin ya da dinsel doktrinin hizmetine sokmaları; dolayısıyla içinde bireylerin de yer aldığı sistemin tüm aygıtlarını bu referanslara göre harekete geçirmeleridir.

Bu bakımdan hukuk devletiyle karşılaştırılacak olan bir devlet modelinin özellikle de ideolojik devlet modelinin olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak buradaki analizler, yöneticileri sistemin tanrısı durumuna getiren ve devleti onların keyfi uygulama alanına dönüştüren 3. devlet modeli üzerine bina edilecektir. Yasa devletini tam anlamıyla karşılayan modelin bu olduğu varsayımından hareketle bir değerlendirme yapıldığında hukuk devleti ile yasa devletini birbirinden ayıran birçok etmenin bulunduğu görülür.

İki sistem arasındaki en temel fark bu sistemlerin felsefelerinde görülmektedir.
Hukuk devletinin temel felsefesi sistemin tüm aygıtlarını insanın hizmetine sokmasıdır.
Bu anlamda bürokrasi, ordu, siyasal partiler, dernekler, yasalar, ekonomik, yaşam kısaca tüm resmi ve resmi olmayan kurumlarıyla sistem bireylerin hizmetine girer; onların temel hak ve özgürlükleri ve mutluluğu ilkesine göre işler. Birey bu sistemlerde ulus, devlet, vatan, cemaat gibi kollektif varlıklardan önce gelir; hatta bu varlıkların üzerinde yer alır.
Bu sistemde yöneticilerin, devlet otoritesine sahip olmaktan kaynaklanan herhangi bir üstünlüğü yoktur.

Hukuk devleti bu temel felsefeden hareketle yasa devletinden çok farklı uygulamalara sahiptir. Hukuk devleti her şeyden önce eşitlik ilkesine dayanır. Tüm bireyleri aynı insansal öze sahip olarak kabul eder ve buradan hareketle insanlar arasında ayrım yapmaz. Bununla birlikte devletin bütün kurallarını, etkinliklerini ve kurumlarını hukukun üstünlüğü ilkesine dayandırır. Burada temel alınan hukuk, insanların vazgeçilmez,
temel ve evrensel haklarla dünyaya geldiğini kabul eden doğal hukuktur.

Doğal hukuk ilkesi hem devletin üzerinde yer alır; hem de üretilen pozitif hukuk (toplumun ürettiği yasalar) için bir referans oluşturur. Başka bir deyişle, hukuk devleti ilkesine göre işleyen bir toplumda doğal hukukun gereği olarak temel hak ve özgürlüklere aykırı yasa üretilemez. Yasalar yönetici elitin topluma bağışladığı
bir lütuf değil; aksine toplumun kendi temsilcileri aracığıyla doğal hukukun ışığı altında biçimlendirdiği kurallardır. Dolayısıyla, yasaların temel hak ve özgürlükleri temel alması ve toplumun rızasına dayanması koşuldur. Hukuk devletinde yasalar yaptırımcı değil, yapıcıdır; daraltıcı değil, genişleticidir; yasaklayıcı değil, özgürleştiricidirler.
Hukuk devletinde yasaların kabul ettiği temel ilke “özgürlüklerin esas, sınırlamaların ise ayrıksı” olmasıdır. Ayrıksı bir durum olmadıkça temel hak ve özgürlüklerle ilgili bir sınırlama getirilemez.

Oysa yasa devleti tümden yöneticiler üzerine bina edilmiştir. Yasa devletinde bireyi aşan kollektif varlıklar her zaman çok daha önemlidir. Bu anlamda millet, devlet, cemaat, vatan, ordu, bürokrasi, parti, şef, lider, önder, emir gibi varlıklar bireylerin mutlak anlamda üzerinde yer alır. Yöneticiler gücünü ve meşruluğunu ne hukuk devletinde olduğu gibi hukuktan ve halkın rızasından, ne ideolojik devletlerde olduğu gibi bir ideolojiden ne de teokratik rejimlerde olduğu gibi bir dinden alırlar. Güçlerinin tek kaynağı vardır;
o da devlet otoritesidir.

  • Otoriteyi sağlam temele dayandırmak için ekonomik kaynaklara olduğu gibi
    kültürel ve sosyolojik kaynaklara da mutlak anlamda hükmederlerI.

Yöneticiler meşruluklarını toplumun rızasından ya da onları üstten bağlayan bir kaynaktan almadıkları için onlarla yönetilenler arasındaki bağ korku ve zora dayanmaktadır. Bu tür devletlerde yönetimin en çok ürettiği değer korkudur. Bir yandan iç ve dış düşman korkusu, bir yandan da kendi azameti ve gücünden kaynaklanan bir korku yaratarak toplumu sindirir ve kendi yetkesine (otoritesine) boyun eğmek zorunda bırakır.
Bu tür devletlerde yönetici sınıf, iktidarını sürdürmek için her tür araca başvurur. Toplumda genel geçer dinsel, ideolojik ve kültürel tüm kaynakları kullanarak toplumun sempatisini kazanmaya ve onlar üzerindeki korkuyu bu tür kaynaklarla yumuşatmaya çalışır.

Hukuk devletinin aksine, yasa devletinde en üstün değer devlettir. Devlet hem hukukun yapıcısı, hem kaynağı hem de koruyucusudur. Devlet yöneticileri birer “ölümlü tanrı” olarak kabul edilir. Onların tanrıdan farkları ölümlü olmalarıdır. Bu bakımdan devlet yöneticilerinin bildirimleri, buyrukları yasalar için önemli bir kaynak olarak kabul edilir. Yasalar toplumun temsilcileri tarafından yapılsa bile devletin koyduğu çerçevenin dışına çıkamaz. Bu anlamda yasa  devletinde yasaların amacı özgürleştirmek, temel hak ve özgürlükleri genişletmek ve koruma altına almak değil; Devlete sorgulanamayan bir kutsallık atfetmek ve devlet otoritesini bu kutsallık üzerinden topluma egemen kılmaktır. Bununla birlikte, yasa devletinde doğal hukuk ve toplumsal onam (rıza) yerine geçen şey, yöneticilerin buyruklarıdır. Dolayısıyla yasa devleti, hukuk devletindeki tabloyu tersine çevirir. Hukuk devletindeki en üstün değer olan hukukun yerine, devlet ve devletle özdeşleşmiş olan yöneticilerin iradesini geçirir. Yasa devleti aynı zamanda insanı esas almadığı için insanlar arasındaki eşitlik ilkesine de çok değer vermez. Burada rejimin dostları ve düşmanları vardır ve bu ölçü muazzam biçimde ayrıcalık düzeni ortaya çıkarır. Devlet toplumdan kaynak toplarken de, elindeki kaynakları değişik araçlar yoluyla dağıtırken de dost ve düşman nitelemesine göre hareket eder.

  • Korku mitosundan beslendiği için, rejim gerçekte kendi kendini sürdürmek için düşman üretmek zorundadır.

Kısaca, insanlık devlet olgusuyla karşı karşıya geldiği tarihten beri temel hak ve özgürlüklerle devlet yetkesi (otoritesi) arasındaki gerilim tartışma konusu ola gelmiştir. Eski Yunan ve Roma dönemindeki büyük felsefi akımlarla Hıristiyanlık ve İslam dinleri insanların doğal hukukun gereği olarak vazgeçilmez temel birtakım haklarla donatıldığını kabul etmişlerdir. Bu bakımdan insanların kimi temel haklarını devlet yetkesi karşısında güvence altına almışlardır. Ancak bunlar devlet otoritesinin sınırlarını tam anlamıyla belirlemedikleri için, uygulamada devletler bireylerin temel haklarını çiğneyebilmişlerdir. Çağcıl (modern) demokrasinin gelişmesine koşut olarak siyasaş anlamda ortaya çıkan kayda değer en önemli gelişme, hukuk devletinin 3 temel ayak (sacayak) üzerinde gelişmiş olmasıdır. Hukuk devletinin bu sacayakları;

1. Tüm bireylerin eşitliği,
2. Hukukun devlet üzerindeki üstünlüğü ve
3. Temel hak ve özgürlerin vazgeçilmezliği ilkeleridir.

Bir devlet bu ilkelere göre hareket etmedikçe yönetim yapısı ne olursa olsun,
yasaları nasıl yapılırsa yapılsın, bu devlet bir hukuk devleti olamaz.

Yargıdaki Düzenlemeler Dünyadan Nasıl Görülüyor?


Dostlar,

Sayın Öymen’in aşağıdaki yazısı, özlü bir İNSAN HAKLARI metni gibi..
Ceza ve ceza usul hukukunun temel ilkeleri özetleniyor adeta..
Dileriz AKP hükümeti ve imam kökenli Adalet Bakanı da okur ve
hukuk sistemimizin yapılandırılmasında dinsel kaynaklar yerine,
evrensel hukukun oturmuş seküler (laik) ve ussal (akılcı, rasyonel) ilkelerine dayanırlar..

Bu arada teolojik referansların, pozitif hukuk biliminin ulaştığı yüksek aşama karşısında ne denli sığ, yetersiz, cılız hatta zavallı..
kaldığını görme olanağı da bulurlar dileyelim..

Sevgi ve saygı ile.
04 Şubat 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Yargıdaki Düzenlemeler Dünyadan Nasıl Görülüyor?

Portresi_ATA_ile

 

Onur Öymen

 

 

Yargı alanında yapılmak istenen düzenlemeler yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da ciddi kaygılar yarattı. Türkiye’nin 60 yılı aşkın zamandan beri üyesi olduğu (AS: Üyelik tarihi 13.4.1950) ve hukuk ve insan haklarıyla ilgili sözleşmelerini imzalayıp onayladığı Avrupa Konseyi, Türkiye’nin yargıyı siyasallaştırmaya yönelik girişimlerinin devlete duyulan güveni zayıflatacağı ve demokrasiye zarar vereceği yolunda uyarıda bulundu.

Avrupa Konseyi’nin İnsan Haklarından Sorumlu yetkilisi Nils Muiznieks,
AFP’ye verdiği mülakatta, nedeni ne olursa olsun, yargı üzerine baskı yapılmasının Türkiye’nin demokratik yapısı için bir tehlike oluşturacağını söyledi.

Muiznieks, Türkiye’nin insan hakları standartlarına uyması için
yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını zayıflatması değil, tam tersine güçlendirmesi gerektiğini söyledi ve “siyasallaştırılmış bir yargının atacağı bütün adımların kuşkulu olacağını ifade etti ve

  • “Kaygım, önerilerin HSYK Genel Kurulunun sahip olduğu kimi yetkilerin
    geri alınarak onların Adalet Bakanına verilmesidir. Bu şimdiye dek
    Türkiye’ye yaptığımız tavsiyelerin tam tersine bir gidiş olur. Bu önerilerin
    ulusal ve uluslararası uzmanlara danışılmadan büyük bir hızla ortaya çıkartılmasına şaşırdım.”
    dedi.

AB Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu üyesi Stefan Füle de yargı sisteminde yapılacak herhangi bir değişikliğin Türkiye’nin Kopenhag Ölçütlerine uymak için yaptığı taahhüdü kuşkulu duruma getirmemesi gerektiğini söyledi.

Venedik Komisyonu yetkilisi Gianni Buquicchio da 14 Ocak 2014’te yaptığı açıklamada şunları belirtti.

-HSYK konusunda acele karar vermekten kaçınılmalıdır

Yargı bağımsızlığı çok önemlidir ve
yargı Adalet Bakanının denetimine bırakılmamalıdır.

-Uluslararası standartlarla ve Türk anayasasıyla bağdaşmayan hiçbir yasa çıkartmamalı ve uygulanmamalıdır.

-Bir yasa çıkartılır ve Anayasa Mahkemesine götürülürse
bu Mahkeme karar vermeden uygulamaya geçilmemelidir.

Daha önce, Avrupa İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammerbergt de
10 Ocak 2012 tarihli raporunda özetle şunları belirtmişti:

– İlerlemeyi engelleyen önemli etmenlerden biri, yargıç ve savcıların
devleti korumayı insan haklarını korumanın üstünde tutan tutum ve uygulamalarıdır

– Yargılamaların aşırı uzun sürmesi Türk adalet sisteminde
süregen (kronik) bir işlev bozukluğudur.

Adli kolluk sistemi geliştirilmelidir.

Tutukluk kararlarının çok sık verilmesi ve
uzun tutukluluk süreleri kaygı verici
dir.

Kişilerin tutuklu olarak geçirdikleri sürenin makul sınırların dışına çıkması tutukluluğun cezaya dönüşmesi anlamına gelir.

– Terörizm ve suç örgütüne üyelik ile ilgili kimi suçların tanımı ve bunların mahkemeler tarafından geniş olarak yorumlanması konusunda kaygılıyım.

– Adalet Bakanının HSYK’da ve yargıçların atanmasında oynadığı rol,
bağımsızlık görünümü üzerinde ters etki yapar.

– Yetkili makamları, savcılara ve yargıçlara karşı bu görünümü etkileyebilecek
disiplin cezaları vermekten sakınmaya ve HSYK kararlarının saydamlığını
ve bu kararlar üzerinde hukuk denetimini sağlamaya teşvik ediyoruz.

Hükümet bütün bu uyarıları dikkatle değerlendirmeli ve hukukun üstünlüğü alanında
geri adım atmaktan kaçınmalıdır. Ülkemizde son haftalarda yaşanan tartışmaların sonucu hiçbir şekilde demokrasi, hukuk ve insan hakları alanında daha da geriye gitmemize yol açmamalıdır.

Çağdaş ülkeler arasında yer almamız hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanlarındaki eksikliklerimizi giderip vatandaşlarımızın hak ve özgürlüğüne en ileri düzeyde
saygı göstermemize bağlıdır.

Hükümet yetkililerinin bile, “hukuk alanında yapılan yanlışların pek çok saygın kişiyi mağdur ettiği” yolundaki açıklamalarından sonra yapılacak iş;
yargıyı büsbütün siyasallaştırmak değil, siyasetin denetiminden kurtarmak ve
mağdur edilenleri hiç gecikmeden özgürlüklerine kavuşturmaktır.

NEDEN “YETER!” DİYEMİYORUZ??

TÜRK MİLLETİNİN BİR BİREYİ OLARAK SORUYORUM :

NEDEN YETER DİYEMİYORUZ?

Müge GÜLSES
BCP Genel Yazmanı

Vicdanlarımızı sızlatan, uykularımızı kaçırtan günlerden geçiyoruz.

Sorunlar yumağımız çok karmaşık olduğundan nereden tutacağımızı şaşırmamız çok doğal. Ama yalın ve içten düşünceleri zemin alırsak daha kolay ilerleriz diye düşünüyorum.

Bu bağlamda düşüncelerimi iletmek istiyorum.

1- Koşullar ne olursa olsun, Evrensel değerlere inanan ve uygulayan bireyler olmalıyız. İnsani değerler = insan hakları, hukukun üstünlüğü, etik kurallar..

Ezberlerimizde olan bu bilgi çok kolay gibi görünse de günlük yaşam koşullarında uygulanması hiç kolay değildir. Örn. kuyruklarda, araçlarda vb. başka insanların haklarına saygı gösterme yönünde davranmak. Kendi aleyhimize olacak durumlarda sessiz kalmamak veya şartları kendimize ya da yakınlarımız lehine yontmamak gibi.

Ekip içinde kendi düşüncemize yakın(doğru olup olmadığını sorgulamadan) kişilere eğilimli ve dostça davranırken diğerlerine de mesafeli veya düşmanca tutumda olmamak gibi..

2- Ezber bilgiler yetmemektedir. Uygulamalı davranışlara ağırlık vermek gerekir

– Bilgi sahibi olmak, belleğin parçasıdır. Ezber bilgiler donma ve kalıplaşma riski içerir. Bu risk devamlı sorgulama ile aşılabilir.
– Bilmek ise varlığın parçasıdır içselleşmiş ve tutuma dönüşmüştür bu da uygulama ile olur.

Siyaset kurumunu bu bağlamda sorgularsak şunları söyleyebiliriz.;

1946 çok partili rejimden bu yana paranın egemenliği vardır. Siyaset, para aracılığı ile kesimlerin, siyasal gücü elde etmek için yaptığı örgütlenmedir. Arzulanan güç ise oyların devşirilmesi ile belli çıkarlar karşısında elde edilir. Milletvekilliği belediye başkanlıkları il meclis üyelikleri hep belli kesimlerin gücü elde etmek için verdikleri araçlar-makamlardır.

Yani bütüncül, halk çıkarları hiç düşünülmez. Halk da kendine düşeni yapıp siyasal partilerde görev alıp uygulamaya geçemediğinden siyasal istencini oluşturamaz.

Bilgisine ve kişiliğine güven duyduğumuz nice değerli insanın kararlılık göstererek toplumun önünde yer alması gerçekleşememiştir.

Görev TÜRK MİLLETİNİNDİR

Kimse kimseyi zorla değiştiremez, zorla bir şey öğretemez. İnsan ancak
kendi isterse öğrenir ve kendini değiştirme ve geliştirme çabası içinde olur.

“Görevi bizden beklenen güven düzeyinde gerçekleştirme sorumluluğu ve terbiyesine sahip olma” tutumu ile siyasi irade oluşturmak üzere çalışmalıyız.

Türk Milleti olarak biz dayanışma içinde gerçek bir çalışma ve üretme içinde olursak istediğimiz her şeyi başarabiliriz.

Burada gördüğüm en büyük sorun; insanların birbirlerini konum, birikim, tutumlarına göre kafalarında sınıflandırmaları ve ona göre davranmalarıdır.

Bilgili ve deneyimli insanların çoğu kibirli ve dışlayıcı tutum içindedir ve belki de bunun farkında değillerdir.

Sorgulanmaya kapalı olmaları veya umursamaz davranmaları insan ilişkilerinde dayanışmayı zayıflatmaktadır. Halbuki millet olarak bizim birbirimize gereksinimimiz olduğunu bilerek “sevgi tutumu” içindeörgütlülük içinde olmamız gerekir.

Karl Marks; sevginin, bencillikle tek kişi ve nesne üzerine değil
tüm evreni içine alan bir tutumu içermesi gerektiğini savlar. 

Dayanışmacı siyasal çıkarlar üzerinden oluşan emperyal kültür alışkanlığının her birimizi teslim aldığı görülmektedir.

Rüşvet değildir diye verilip alınmayanselam (Fuzuli!) yozlaşmış kent kültürü insanları kendilerine yabancılaştırırken birbirine de yabancılaştırmış ve birlikte hareket edebilme olasılığını zayıflatarak insancıl ve ulusal refleksleri
ortadan kaldırmış, tüketim ve zevk odaklı robotlara dönüştürmüştür.

Bu robotlar ancak komutlarla ve kendilerine uzatılan havuçlarla harekete geçebilir. Bu kitle yalnızca AKP’ye oy verenleri değil ama genel olarak tüm toplumu kapsamaktadır diye düşünüyorum.

Dolayısı ile yalnızca düşman veya karşıt bellediklerimizi suçlamak adil değildir. Kendimizi düzeltmeden, sorgulamadan gereğini yapmadan kendi dışımızdakileri suçlamak, aşağılamak, dışlamak insancıl ilkelere aykırıdır.

Tam da zor olanı seçerken adil olabilmek ama kendi adımıza değil tüm toplum adına adil olabilmek gerçekten çok yüksek gelişmişlik ister.

Bilgi toplumu değilseniz bu çok zordur ve Cumhuriyeti savunanlar ya da savunduğunu söyleyenlerin çoğu kendi gelişmişliklerini sorgulayıp ilerleme çabası içinde olmak yerine kolayı seçmiş, birbirine dayatmacı, birbirinden yararlanmacı ve gününü gün etme tutumu içinde olmuşlardır.

Bu tutum doğal olarak yaşamın her alanında gözlenirken, siyaset alanında da geniş bir biçimde uygulanmış ve uygulanmaktadır.

Amacımız, tüm toplumun iyiliğini düşünebilecek kendi şablonlarını da sorgulayabilme cesaret ve iyi niyetini taşıyan insanların birlikteliği ile oluşacak

  • halkın iktidarını kurmaya yönelik
    bir siyasal örgütlülüğü gerçekleştirmek

olmalıdır.

Bu tutumun şu anda hiçbir partinin başarma amacı olduğunu düşünmüyorum.
Her parti “en iyi ben bilirim” diyor.

Siyasal erki “ne olursa olsun elde etmek” tutumu yanlışlara katkı yapmak
değil midir? Önce inşa edeceğimiz doğruları, nasıl, neden, niçin, nereye,
ne denli.. gibi sorulara yanıt verecek biçimde, bağımsız ve toplumsal eşitlik (hakkaniyet)  düzlemindeki ortaklaştığımız değerler bağlamında tasarlayıp birlikte ortaya koymamız gerekmiyor mu?

  • Türk halkı ordan burdan çekiştirilmekten bıkmadı mı? 

Kendi isencini  koymak üzere neden insiyatif alma konusunda geri duruyor?

HALBUKİ KENDİ YGELECEĞİMİZİ BELİRLEME  HAKKINA SAHİBİZ.
BÜTÜN SORUN EVRENSEL İLKELERLE BAĞIMSIZ ÖZGÜR DÜŞÜNCEYİ BİLİM ZEMİNİNDE ORTAKLAŞMAYI GERÇEKLEŞTİREBİLMEMİZDİR.

TÜRK KİMLİĞİ VE BİLİNCİ YOKEDİLİRKEN KENDİMİZİ SORGULAMALIYIZ! KENDİMİZİ HAKSIZLIĞA UĞRAMIŞ DUYUMSUYORSAK KARŞI ÇIKMALIYIZ.

KENDİMİZİ TÜRK ULUSU OLARAK GÖRÜYOR ve TÜM BİZE DAYATILANLARA KARŞI VİCDANIMIZ SIZLIYORSA,

HALKIN EGEMENLİĞİNİ OLUŞTURMAK ÜZERE
TÜM VATANSEVERLERİ ŞUCU BUCU YAFTALAMASI TUZAĞINA DÜŞMEDEN, EMPERYALİZME KARŞI BİRLEŞTİRECEK SEÇENEĞİ YARATABİLMELİYİZ DİYE DÜŞÜNÜYORUM. BUNU BAŞARMANIN YOLU TÜM PARTİLERİN İDEOLOJİK SORGULANAMAZLIKLARINI AŞAN
BİLİMSEL TUTUM GEREĞİ OLAN ÖZGÜR AKIL-BAĞIMSIZ DÜŞÜNCE ŞEMSİYESİ ile bilim zemininde siyasal örgütlülüktür.

Sorunlarımıza akılcı tutumla çözüm bulunabilir. Akılları teslim almış sorgulanması önlenen ideolojik tutumlar büyük birlikteliği önlemektedir.

Mustafa Kemal‘in soncul hedefi ideolojik bağımsızlıktı.

  • “MİLLETİN GÜCÜ VİCDANİ İMANIDIR.
    HÜKÜMETİNİ DE ORDUSUNU DA VAR EDER.” .
    Mustafa  KEMAL (1922 Afyon Karargahı konuşmasından)

Saygılarımla.
19.1.14,
Müge Gülses
0535 861 43 47

CHP’den Abdullah Gül’e Çağrı : Yolsuzluğun Örtülmesini Engelleyin!


CHP’den Abdullah Gül’e Çağrı : Yolsuzluğun Örtülmesini Engelleyin!

Hirsiz_vaaar_29.12.13

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI UMUT ORAN

YOLSUZLUK SORUŞTURMASI KAPSAMINDA YAŞANAN GERGİNLİKLERE DEĞİNEREK CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL’E ÇAĞRIDA BULUNDU.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, AKP’ye büyük rüşvet operasyonuyla gündeme gelen yolsuzluk operasyonunun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından örtülmesi girişimleri karşısında kolluk gücü ve savcılık arasında yaşanan gerilime
dikkat çekerek, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e tarihsel bir çağrıda bulundu.

Umut_Oran_CHP_amblemiyle


Umut Oran

 

 

  • “Bütün Türkiye aynı soruyu sormaktadır, ‘Cumhurbaşkanı daha ne bekliyor?’ Cumhurbaşkanı’nın artık sessiz kalması kabul edilemez. Bakanlar Kurulunu toplama yetkisini kullanmalıdır. Cumhurbaşkanı yeminine sahip çıkmalı ve artık Türkiye’den yana tavır almalıdır. Bu tavrı göstermeyen Cumhurbaşkanı’nın da tarihe bu suçların ortağı olarak geçeceğinin bilinciyle, kendisini görevini yapmaya davet ediyor, o makamda oturandan gereken ciddiyeti bekliyoruz.”

diye konuştu.

CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, konuyla ilgili yazılı açıklama yaparak,

  • “Türkiye tarihinde eşi benzeri olmayan yolsuzluk iddiaları ortaya çıkmış,
    Yürütme Organı üyeleri ve yakınları
    rüşvet, kara para aklama,
    kaçak altın ihracatı
    gibi iddialarla soruşturulmaktadır.” dedi.Bu soruşturma ortaya çıktıktan sonra

    4 bakanın istifa ettiğini,
    görevden alındığını belirten Oran, “Uzun yıllardır Tayyip Erdoğan ile çok yakın ilişkisi olan
    Erdoğan Bayraktar ise ne yaptıysa Başbakan’ın emri üzerine yaptığı söyleyip, halkımızı ve ülkemizi rahatlatmak için kendisini istifaya davet etmiştir.” 

dedi.

Umut Oran açıklamasında şunları kaydetti:

  • Başbakan soruşturmanın üstünü kapatıyor

Başbakan bu konuda sorumluluğu üstlenmek yerine soruşturmanın üstünü kapatmak için girişimlerde bulunmuş, yüzlerce polis ve memur görevden alınmış,
yargıya baskı uygulanmıştır. 26 Aralık 2013 tarihinde başlayan bir yolsuzluk soruşturması sırasında Emniyet Birimleri açık mahkeme kararına uymayı reddetmiş, soruşturmayı yürüten savcı görevden alınmış,  HSYK bu yapılanların hukuka aykırı olduğuna dair bir karar vermiş, Danıştay da ilgili Adli Kolluk Yönetmeliğinin durdurulmasına karar vermiştir. Buna rağmen İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan Jandarmanın da açık mahkeme emrini uygulamadığı gözlenmektedir.

Erdoğan, 6 ay önce “Hukuksuz olan hukuktan korkar” diyordu

Demokratik ülkelerde iktidarda olanlar hesap vermekten gurur duyarlar.
Namuslu insanlar adaletten korkmaz. Yolsuzluk suçlamasıyla itham edilen
Almanya Cumhurbaşkanı istifa etmiş ve yargı önüne çıkmıştır. Oysa daha 6 ay önce “Hukuksuz olan hukuktan korkar” diyen Yürütme Organı Başkanı Erdoğan tarafından verilen talimatlarla yargıya müdahale edilmiş, mahkeme kararları uygulanamaz hale gelmiş, devlet tarafından deliller karartılmaya çalışılmış, hukukun üstünlüğü yerine Tayyip Erdoğan’ın hukuk üstüne çıkması gündeme gelmiştir.
Bugün Tayyip Erdoğan ve yakınları, hiçbir hukuksal temeli olmayan
bir dokunulmazlık zırhına sahiptir.

Diktatörlük veya padişahlık

Yargının soruşturma yapamadığı, engellendiği, iktidarın hesap vermeden halkın parasını alabildiğine kullanabildiği, yürütmenin yasamanın ve yargının doğrudan tek bir insana bağlı olduğu iki rejim vardır, diktatörlük veya padişahlık. Bu durum hiçbir demokraside gözlenemez.

Cumhurbaşkanı’na yeminini anımsattı

AbGül Arap giysili, Cumhuriyet, 15.11.07
Cumhurbaşkanı Anayasamızda ifadesini bulan “laik, demokratik, sosyal,
hukuk devleti” ilkelerini korumak üzere yemin etmiştir. Bugün devlet kurumları birbirleriyle çatışır, mahkeme kararları uygulanamaz hale gelmiş, hiçbir yasal geçerliliği olmayan uygulamalarla hukuk devleti anlayışı yok edilmiş, eski bakanlar bu işlerin arkasında Başbakan’ın olduğunu açıkça ifade etmiştir.

 

Cumhurbaşkanı daha ne bekliyor?

Bütün Türkiye aynı soruyu sormaktadır, “Cumhurbaşkanı daha ne bekliyor?” Cumhurbaşkanı devletin çivisi çıkarken, yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkmışken,
yargı bağımsızlığı yok edilmişken, hukukun olmadığı bir muz cumhuriyetine yakışacak uygulamalar alabildiğine uygulanırken daha ne bekliyor?

Cumhurbaşkanı sessiz kalamaz, Bakanlar Kurulunu toplasın

Bu kapsamda, Cumhurbaşkanı’nın artık sessiz kalması kabul edilemez.
Cumhurbaşkanı artık harekete geçmeli ve Anayasa’nın 104. maddesinde ifadesini bulan Bakanlar Kurulunu toplama yetkisini kullanmalıdır. Bu şekilde Başbakan ve Bakanların işlemleri hakkında gereken hesap sorulmalı, özellikle hukuk alanı dışına çıkan uygulamalar ortaya çıkartılmalıdır.

Tavır göstermezse bu suçların ortağı olur

Cumhurbaşkanı yeminine sahip çıkmalı ve artık Türkiye’den yana tavır almalıdır.
Bu tavrı göstermeyen Cumhurbaşkanı’nın da tarihe bu suçların ortağı olarak geçeceğinin bilinciyle, kendisini görevini yapmaya davet ediyor,  o makamda oturandan gereken ciddiyeti bekliyoruz.

—–

Abdullah Gül’den böylesi bir tavır almasını beklemek gerçekçi değildir.
Halkı, CHP tabanını oyalamak, gazını almaktır.
CHP sonuç alıcı eylemler sergilemek zorundadır.
Suret-i haktan görünerek artık sabrı kalmayan halkı daha fazla oyalama olanağı yoktur.

  • CHP; CHP tarafından yönetilmelidir.

Yapılacak şey CHP’nin MHP ve BDP’ye de çağrı yaparak, demokratik kitle örgütleriyle birlikte AKP iktidarı karşısında bir toplumsal blok oluşturmaktır.

Bu çerçevede yaygın – ardışık – büyük halk mitingleri düzenlenerek
AKP hükümeti istifaya çağrılmalıdır.

Süleyman Demirel‘e kalsaydı sanırız AKP’yi 1 hafta – 10 gün içinde yıldırarak indidirdi..


Sevgi ve saygı ile.
29 Aralık 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

Teoman Koman’ın Vefatından Alınması Gereken Dersler


Dostlar
,

Sayın Onur Öymen‘in, her zaman yaptığı gibi özlü yazısı aşağıda..

Biz de bu sitede, bu yakıcı sorunu yazmaktan yorulduk neredeyse..

SESSİZ ÇIĞLIK toplantılarından birinde yaptığımız konuşmada da sorunu dillendirerek, yasal gerekçeleri ile, hastalıkları nedeniyle hükmün infazının sürüdürülemeyeceği durumlarda hızla Adli Tıp Kurumu Raporu sağlanması ve tutuksuz yargılanma ya da hükmün infazının ertelenmesini savunmuştuk..

Hatta çarpıcı bir tümce kullanarak, uyarıcı olsun diye,

  • “SİZİ KATİL OLMAKTAN KURTARMAYA ÇABALIYORUZ!” demiştik.

Fakat ilerleme yok.. Adli Tıptan raporlar aylarca çık(a)mıyor.. Veya yaşamın gerçeği ile örtüşmüyor.. Veya Mahkeme kimi raporları görmezden geliyor ve bir bölüm insan içeride “ölümü bekliyor” !

Ölüm açısından özneyi değiştirirsek;

” Uzuuuuuuuuuuuuuuuuuun mu uzun “tutukluluk” süreleri, hüküm kurmadan 6+ yıl bile içeride tutmak, bunun için hep klişe-şablon-standart gerekçeler koymak, adli denetim yöntemlerini görmezden gelmek (yurtdışı yasağı, karakola günlük imza verme, seyahat-iletişim sınırlamaları vb.) kimi kararların Yargıtay’a temyize gitmiş / götürülmüş olmasına karşın gerekçelerini hala, aylarca yazmamak.. Hiç düşünülmez mi,
Yargıtay nasıl temyiz işlevi görecek gerekçesi olmayan kararın??

Bu yargıçların – savcıların hiç mi hiç sorumluluğu yoktur?
En azından görevi ihmal değil midir??
Hatta görevi suistimal = kötüye kullanma!
Bu saptamayı kim yapacaktır?
Sanık ve avukatlarının dilekçeleri HSYK’dan dönmektedir..

Yargıç – savcılar imparator mudur?

Türkiye “polis devleti” olmaktan kurtulmaya çabalarken “yargıç – savcı devleti” ne mi yakalanmıştır?

5271 sayılı Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 141. maddesi
ne anlama gelmektedir?

Tazminat istemi

Madde 141 – (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;

a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,

b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,

c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,

d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,

e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,

f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,

g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,

h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,

i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,

j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,

k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı
Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan,

Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.

(2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir.

*****************

Yapılagelen, apaçık söyleyelim, tasarlanan ve zamana yayılan ÖLÜM CEZASIDIR..
Sözde idam cezası yasalardan kaldırılmııştır!?
Üstelik adaleti gerçekleştirmekten sorumlu yargı eliyle..

Kuddusi_Okkir_cinayeti_gorduk

İlgili yargıç – savcılar için dava açılmalı, Devlet de ödemek zorunda kalacağı
tazminat bedellerini suçlulara rücu etmelidir!

Fakat AKP hükümeti tam tersini yapmış, yargıçları tazminata mahkum eden Haberal davasında yargıçların mahkum edildiği tazminat devlet tarafından yasal düzenleme ile üstlenilmiştir. TBMM neden böylesine Yürütme’nin güdümüne sokulmuştur??

Bu yasal düzeneme Anayasa’nın 40.maddesine apaçık aykırıdır :

  • XV. Temel hak ve hürriyetlerin korunması

Madde 40 – Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
(Ek:3/10/2001-4709/16 md) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.
(1) Bu fıkraya, 3/10/2001 tarih ve 4709 sayılı Kanunun 14 üncü maddesiyle “savunma” ibaresinden sonra gelmek üzere “ile adil yargılanma” ibaresi eklenmiş ve metne işlenmiştir.
Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye 
rücu hakkı saklıdır.

İdarenin “rücu hakkından vazgeçmesi” Anayasada düzenlenmemiş, tam tersine
Anayasa, İdarenin rücu hakkını saklı tutarak İdareyi rücu ile yükümlü kılmıştır!

Başbakan R.T. Erdoğan bir de “Yargının kendilerine ayak bağı olduğundan” yakınabilmektedir! TBMM çoğunluğu zaten kendisinin 2 dudağı arasındadır; Yargıyı da güdümüne alarak nereye varacaktır ??

DİKTATÖRLÜĞE!

Bir kez daha net olarak ilgili yasa maddesini koyalım :

Ceza_Muhakemeleri_Yasasi_infazi_erteleme

İvedi bir gereksinim olarak ADLİ TIP KURUMU’nun yönetsel, akçal (mali) bakımlardan özerkleştirilmesi, bilimsel açıdan da özgürleştirilmesidir.

Bu bağlamda kurumsal kapasitesi de hızla iyileş(tiril)ecek olan Kurum;
adaletin gerçekleşmesinde bağımsız, hızlı, adil, güvenilir hizmet sunabilir.

ADLİ TIP KURUMU’nun Adalet Bakanlığı’na bağlı olmaktan çıkarılması yaşamsal önem taşımaktadır. HSYK’nın da Başkanı Adalet Bakanıdır ve Müsteşar Kurulun üyesi, Başkanvekilidir!?

Bu sistematik, “gözleri bağlı adalet perisi”nin kılavuzunun siyasal iktidar olması anlamındadır ve demokratik hukuk devletinde güçler ayrılığı ikesine aykırıdır.

Bu tablo, Anayasann pek çok maddesinde geçen fakat özellikle 2. maddede sayılan Cumhuriyetin temel nitelikleri açısından demokratik hukuk devleti adına bir ortaoyunu (tuluat) görüntüsünden öte değildir ne yazık ki!

İlk 3 maddenin değiştirilmesinin teklif bile edilemeyeceğinin 4. maddede yazıldığı da unutulmasın..

Çadır tiyatrosunun meddahları da orta yerdedir..

Türk Ulusu, bu traji-komik durumun daha çok sürdürülmesine izin vermeyecektir.

Son birkaç günde belirtiler (alametler!) arşa çıkmış durumdadır..

  • Başbakan RTE, tam bir çaresizlik içinde, adeta inleyerek nafile çığlıklar atmaktadır.

Muhalefet, halk yığınlarına “etkili siyasal önderlik” yapmak zorundadır .
Önümüzdeki birkaç ayın bu bağlamda iyi değerlendirilmesi yerel seçimlerin,
dolayısıyla siyasal iktidarın yazgısını büyük ölçüde belirleyebilecektir.

“11 yıllık AKP- RTE Fetret Devri” ayracının (parantezinin) kapatılması umudu
çok somuttur.

Yolun sonu görünmüştür.

Sevgi ve saygı ile.
18 Aralık 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

==========================================

Teoman Koman’ın Vefatından
Alınması Gereken Dersler

Portresi_ATA_ile

Onur Öymen

 

Eski MİT Müsteşarı ve Jandarma Genel Komutanı Emekli Orgeneral Teoman Koman vefat etti.

Kendisine Allahtan rahmet, ailesine ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz.

15 ay tutuklu kaldıktan sonra, 3,5 ay önce tahliye edilen Koman,
uzun zamandan beri ağır hastaydı.

Benzeri davalarda kimilerinin yargılanmasını önlemek için birkaç gün içinde yasa çıkartabilen bir Meclis‘in, şimdiye dek ağır hasta ve yaşlı tutukluların tahliyesini sağlayacak bir yasa çıkartamamış olması düşündürücüdür.

Uzun tutukluluk kararlarının verilmesindeki yanlışlığı, büyük gecikmeyle de olsa saptayan Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra kimi tutukluların tahliyesinin
hâlâ sağlanamamış olması da bir hukuk devletinde rastlanamayacak bir durumdur.

Öncelikli göevlerinden biri hukukun üstünlüğünü sağlamak olan Meclisin,
bu konuda harekete geçememesinin açıklaması zordur.

Koman’ın ölümü bu konuların bir an önce yasal düzeyde ele alınıp karara bağlanması için bir gerekçe olmalıdır.

Basın İçin de “Mal ve Gelir Saydamlığı” Zorunludur!


Basın İçin de
“Mal ve Gelir Saydamlığı” Zorunludur!

 

portresi_sapkali

Prof. Dr. Özer OZANKAYA
ADD 5. Genel Başkanı

Basın mensupları da, patronundan yazarına, genel yayın yönetmeninden muhabirine… değin, tıpkı milletvekillerinin olması gerektiği gibi, düzenli olarak mal ve gelir bildiriminde bulunmakla yükümlü olmalıdırlar!

Yıllar önce Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Trakya bölgesi konferanslarından birinde, basın mensuplarına da düzenli olarak mal ve gelir bildiriminde bulunmak yükümlülüğü getirilmesi gereğini savunmuştum. 

Dinleyenler arasında saygıdeğer gazeteci Sayın Mustafa Balbay da vardı.
Bir bölüm basının “İkinci Cumhuriyetçilik” söylemiyle Atatürk Cumhuriyeti’ne saldırılarının yoğunlaştığı bir dönemdi ve ben o günkü önermemi çok sınırlı olan olanaklarım içinde yinelemeyi sürdürdüm.

Bu konuda kanımca kendileri öncülük etmesi gereken basınımızın çok değerli kalemleri ise, ne yazık ki bu duyarlığı yeterince göstermediler. Bugün de yeterince göstermediklerini görüyorum.

Oysa basınımızın “İkinci Cumhuriyetçi” kılıfındaki kesiminin başta Atatürk olmak üzere Türk demokrasisine  saldırıları, çok geçmeden hem devletimizin en temel ilkelerini yıkmaya, en kilit noktalarındaki görevlileri “etkisiz” kılmaya, hem de sayın Balbay da içlerinde olmak üzere basınımızın birçok değerli kalem sahiplerini susturmaya yöneldi.

Bunda, “mal ve gelir saydamlığı”nın gereğince sağlanmayışının payı büyüktür, kanısındayım.

Eğer daha o zaman, kitle iletişiminin patron, yönetici ve yazarlarının/programcılarının da mal ve gelir bildiriminde bulunma yükümlülüğü, kamuoyuna mal edilmeye çalışılsaydı, inanıyorum ki demokratik ilke ve kurumları yıpratan bilgi kirliliği ortamı yaratılması da, yargı bağımsızlığını yıkıcı yasaların yapılması da, Balbay’ların, Özkan’ların, Haberal’ların, Başbuğ’ların… hukuk dışı işlemlere uğratılması da,
AKP iktidarınca çok daha güç göze alınabilirdi.


Bugün de sözlü ve yazılı basının demokrasimizin ilke ve kurumlarına, özgürlük ve
hukukun üstünlüğünü savunan yazar, bilim insanı ve kamu görevlilerine saldırı aracı olarak kullanılmasını engellemenin başta gelen gereği; yine basının patron, yönetici ve yazarlarının .. Mal ve gelir bildiriminde bulunması zorunluluğunun kamuoyuna mal edilmesidir.

Atatürk’ün vicdanları en yüksek düzeyde duyarlı kılıcı uyarısı, bu yolda bayraklaştırılacak değerdedir:

  • “Aşağılık insanların para karşılığında yaptıracakları
    basın mücadelelerinden korkulur.
  • “Basının bir yabancı devletin örtülü ödeneğinin ya da uluslararası
    para dünyasının etkisi altına girmesinden korkulur.”

Atatürk,

“Basın özgürlüğünden doğan sakıncları gidermenin en etkili yolu, yine basın özgürlüğünün kendisidir.” derken, kuşkusuz basının bu kötüye-kullanımlarının
en başta basın özgürlüğünü ortadan kaldırıcı olduğunu ve bunlara karşı
“meşru” önlemler alınmasını da vurgulamak istiyordu.

Demokrasimizin kurtuluşu adına, gerek muhalefet partilerinin, gerek bilim ve düşün dünyamızın, gerekse basınımızın çok değerli üyelerinin bu konuyu bir an önce gündeme getirmelerini dilerim.

Ergenekon Davası Kararı yok hükmündedir!


Ergenekon_karari_yok_hukmunde

 

Dostlar,

Yargıçlar Sendikası‘nın son derece cesur ve hukuksal bakımdan sıkı olduğu anlaşılan tarihsel derecede önemli basın açıklaması aşağıda.

  • Ergenekon Davası Kararı yok hükmündedir!

Biz, hukukuçu olmamakla birlikte, açıklamayı yerinde ver doğru buluyoruz.

Bu açıklama paylaşılmalı, okunmalı.

Temel_haklara_iliskin_evrensel_kurallarin_onceligi

Yargıçlar Sendikası’nın yürekli ve birikimli, yurtsever yargıçlarına teşekkür borçluyuz..

Sevgi ve saygı ile.
13.8.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===========================================

Ergenekon Davası Kararı yok hükmündedir!

Yargıçlar Sendikası tarafından yapılan açıklama:

yargiclar_sendikasi_logosu

 

İstanbul 13 ncü Ağır Ceza Mahkemesi’nin iki yedek üye yargıcı, 10 Ağustos 2013 tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki beyanlarında özetle;

 

“Ergenekon davasıyla ilgili olarak dosya içeriği bilinmeden konuşulduğunu, kendilerini eleştirenlerin ‘gerekçeli kararı beklemeleri” gerektiğini, 45 gün boyunca her gün 08:00-21:00 saatleri arasında iddiaları (dosyayı) değerlendirdiklerini,

kişilerin durumlarını hassas terazide tartar gibi tek tek incelediklerini; verdikleri karar noktasında vicdanen çok rahat olduklarını, çok isabetli ve hukuksal bir karar verdiklerini, özellikle son hükmün hazırlık aşamasının çok yoğun geçtiğini,
yoğun hararetli bir müzakere dönemi geçirdiklerini, yedek hâkimler olarak
gerekçeye dönük olarak çalıştıklarını”
 belirtmişlerdir.

Bu beyanlarda iki yedek üyenin, “hüküm öncesinde yaklaşık 45 gün süren müzakerelere, asıl heyeti oluşturan başkan ve iki üye yargıç ile birlikte kendilerinin de katıldıklarını, çok sayıda ağır hapis cezalarını içeren hükmün oluşumuna değerlendirme ve görüşleriyle katkı sunmaları nedeniyle vicdanen çok rahat olduklarını, gerekçeli karar yazımına da katılacaklarını” açıkça ifade ettikleri görülmektedir.

Kamuoyunda “Ergenekon Davası” olarak adlandırılan, bir eski Genelkurmay Başkanı, birçok gazeteci, akademisyen, siyasal parti mensubunun da yer aldığı çok sayıda kişinin, çok sayıda suçtan sanık olarak yargılandıkları davada, 5 Ağustos 2013 tarihinde İstanbul 13 ncü Ağır Ceza Mahkemesi’nce açıklanan karar, gerek nitelik ve içerik, gerekse yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti gibi yönlerden ulusal ve uluslararası alanda birçok tartışmalara neden olmuştur.

ÖZEL GÖREV YÜKLENEN MAHKEMELER

İki yedek üyenin açıklamaları, davanın karar sürecine yönelik olup, anılan kararın içeriğini adli yönden denetlemek kuşkusuz görev alanımız dışında ise de,
bu durum tüzüğümüzdeki amaç ve ilkeleri gözeterek açıklama yapmamıza engel değildir.

Temel haklara ilişkin evrensel kuralların, iç hukukta yasalardan öncelikli olarak uygulanması yolundaki Anayasa’nın 90/son maddesi gözetildiğinde,
taraf olduğumuz İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi‘nde ve BM Kişisel ve
Siyasal Haklar Sözleşmesi
‘nde yargılamanın adil yapılmasına, bunu tam anlamıyla gerçekleştirecek bir mahkemenin varlığına işaret edildiğinden, BM İnsan Hakları Komisyonu‘nca 2003 yılında onaylanan ve HSYK tarafından da 2006 yılında benimsenen BM Yargı Etiği Kuralları‘nda, bir mahkemenin mutlaka

  • “bağımsızlık, 
  • tarafsızlık, 
  • doğruluk ve tutarlılık, 
  • dürüstlük, 
  • eşitlik, ehliyet ve liyakat” 

esas ve ilkeleri çerçevesinde oluşması ve görev yapması gerektiği vurgulanmaktadır.
Bu kurallarda, anılan ilkelerin mevzuat boyutuyla sağlanmasının yanında,
uygulamada da yaşama geçirilmesi, yine aksi yolda bir algı ve görüntünün de
ortaya çıkartılmaması ayrıca ifade edilmektedir.

Sendikamız; erkler ayrılığına, yargı bağımsızlığına, adil yargılama ve yargı etiği kurallarına aykırı olarak yapılandırılan ÖGM’lerin kaldırmasını, hukuk devletinin,
hukukun üstünlüğünün, meslek kurallarının korunması adına baştan beri
her düzlemde savunmakta olup, somut bir davanın görüldüğü mahkemede görevli
iki yedek yargıcın açıklamaları, faaliyetlerimizin haklılığını bir kez daha ortaya koymuştur. Bu nedenle aşağıdaki açıklamanın yapılmasında yarar görülmüştür:

YEDEK HAKİMLER HÜKME KATILAMAZLAR

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasası‘nın (CMY) 250 nci maddesinde düzenlenen mahkemeler, kendilerine özel görev yüklenen ağır ceza mahkemeleridir.

5235 sayılı Yasa’nın 9/3 ncü maddesi uyarınca, ağır ceza mahkemelerinde
bir başkan ve yeteri kadar üye bulunmaktadır ve bu mahkemeler bir başkan ve
iki üye ile toplanmaktadır.

5271 sayılı Yasa’nın 250 nci maddesinde öngörülen özel görevli mahkemelerde
ayrıca yedek yargıçlar da bulunmaktadır. Bu yedek yargıçlar soruşturma sürecinde, yargıç kararı alınması gereken işlere bakmakla görevlidirler. Kovuşturma yani yargılama sürecinde ise bu yedek yargıçlar, yalnızca heyette süreçte boşluk
ortaya çıkabilmesi olasılığı nedeniyle İHAM kararlarından hareketle, yargılamada yüzyüzelik kuralları gözetilerek yalnızca duruşmayı izlemekle yetinmesi gereken yargıçlar olup, bunun ötesinde bir görevleri bulunmamaktadır. Bu durumda yedek yargıçlar, heyette boşluk olduğunda heyete katılırlar, heyette boşluk olmadığında ise
ne heyete, ne müzakereye ve ne de hükme hiçbir biçimde katılamazlar.

CMY’nin 227/1 maddesi uyarınca (hükmün tartışılıp oylandığı) müzakerede
ancak ve ancak hükme ve karara katılacak yargıçlar bulunabilir.

CMY’nin 229/1 maddesi uyarınca, müzakerede mahkeme başkanı,
kıdemsiz üyeden başlayarak oyları ayrı ayrı toplar ve en sonra kendi oyunu verir.

CMY’nin 232/4 maddesi uyarınca da, karar ve hükümler, karar ve hükme katılan yargıçlar tarafından imzalanır.

Yargı bağımsızlığı, yargının dışa karşı bağımsızlığı yanında yargının kendi içinde de bağımsız olmasını, hiçbir biçimde ne içerden ne de dışardan etki altında olmamasını gerektirmektedir.

CMUY’nın 308 nci maddesinde, mahkemenin yasaya aykırı oluşması,
mutlak bir hukuka aykırılık durumu olup,
bu durum da hükmün esastan incelenmesini engelleyen
usulden mutlak bir bozma nedenidir.

Yapılan açıklamalardan, nihai mahkeme hükmünün tartışılıp oylanarak belirlendiği müzakerelere; hükmü veren heyeti oluşturan ve hükmü imzalayan başkan ve
iki üye yargıcın dışında, iki yedek üye yargıcın da katıldığı, bu sürece etki ve
katkıda bulundukları tartışmasız ortaya çıkmıştır.

Hükmün tartışılıp, hazırlanıp açıklanacağı müzakerelere katılma yetki ve görevleri olmayan bu iki yedek üyenin her ne biçimde olursa olsun müzakere sürecine katılmasıyla, iç hukuk ve tüm evrensel hukuk kuralları gözetildiğinde,

yargı etiğine ilişkin tüm kurallara aykırı hareket edildiği,
yine adil yargılama kurallarının ihlal edildiği,
hukuka uygun bir karar ortamının oluşturulmadığı,

böylece kararın açıklanma sürecinde yaşanan açıklık kurallarına aykırılığın da ötesinde
başkaca çok daha büyük aykırılıkların da yaşanmış olduğu, tartışmasız bir biçimde ortaya çıkmıştır.

KARAR YOK HÜKMÜNDEDİR                                 :

Bu durum müzakereyi de kapsamına alan adil yargılama sürecine müdahale ortamını yaratan heyetin, yine müzakereye katılma yetki ve görevleri olmadığı halde müzakereye katılan yedek üyelerin adli, mesleki, disiplin ve etik sorumluluğunu ortaya çıkardığı gibi;

ÖGM’lerin birçok kaldırılma gerekçesinden biri olarak belirtilen bu mahkemelerde;

  • kural olarak adil yargılamanın yapılmadığı, 
  • adil yargılama ortamının bulunmadığı, 
  • ehliyet ve liyakattan bile yoksun kişilerin görevlendirildiğini de 

ayrıca ve bir kez daha doğrulamıştır.
Yargıtay’ın yerleşik uygulamaları itibarıyla bu süreç usulden mutlak bir bozma nedeni olarak ortaya çıkmakta olup, o boyut temyiz süreci ile ilgili bir konudur.

Mevzuat; hükmün oluşturulduğu müzakerelerde, yalnızca karar ve hükme katılacak yargıçların bulunmasına ve hükmün yalnızca onlar tarafından oluşturulmasına
izin vermekte iken; anılan beyanlar, yedek üye yargıçların da bu sürece katıldıklarını
ortaya koymuştur. Sürece başkaca katılan olup olmadığı henüz bilinmemektedir.
Bu biçimdeki bir hükmün,

  • “yasal görev ve yetkisi bulunmayan yargıçların katılım ve katkısıyla oluşturulup, yasaya uygun müzakere edilmiş gibi tutanağa bağlanarak”

açıklandığı verilen beyanlarla ortaya çıktığından; hukuksal temelde müzakere yapılmadan duyurulan karar nedeniyle, hükmün hukuken doğmadığı,
yani “yok hükmünde olduğu” tartışmaları da hiçbir zaman gündemden düşmeyecektir.

Mahkemenin iki yedek üye yargıcının birbirini doğrulayan beyanları,
ulusal ve uluslararası kamuoyunun ve hukuk çevrelerinin gündeminde olan ve
önem atfettiği böyle bir davada bile,
temel hak ve özgürlüklerin bu mahkemelerde nasıl hiçe sayıldığını
çok açıkça göstermiştir.

Özel Görevli Mahkemeler‘de hukukun üstünlüğünden uzaklaşıldığı için
bu mahkemelere her durumda karşı olduğunu açıklayan Yargıçlar Sendikası,

  • bu mahkemelerde adil yargılama ortamının oluşmadığını,
  • hukukun üstünlüğünün ve yargı etiğinin çok açıkça ihlal edildiğinin 

bir kez daha ortaya çıktığını belirterek;

hukukun üstün, etkin ve egemenliği için

Özel Görevli Mahkemelerin bir an önce kaldırılmasını ifade etmektedir.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.
(http://www.yargiclarsendikasi.org/Basin_Aciklamalari/Basin_Aciklamasi_1/, 12.8.13)

YARGIÇLAR SENDİKASI YÖNETİM KURULU

Onur ÖYMEN : Bazı Davaların Düşündürdükleri

Onur ÖYMEN

portresi2

Bazı Davaların Düşündürdükleri

Balyoz davasında çok sayıda üst düzeyde görev yapmış komutanlara ağır cezalar verildi.

Ergenekon davasında da tanınmış gazeteciler, bilim adamları ve subaylar için savcı tarafından gene çok ağır cezalar talep edildi.

Geçmişte, demokrasiyle idare edilen kimi ülkelerde de yeterince kanıtlanmayan iddialara dayanılarak mahkum edilen veya işini yitiren insanlar olmuştu.
Bu örneklerin en ünlüsü Amerika’da 2. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan McCarthyzm cereyanıdır.

Daha 1940 yılında çıkartılan ve Amerikan Hükümetinin devrilmesini savunmayı,
bu amaçla dernek kurmayı, bu derneklere üye olmayı ağır suç sayan hükümler içeren Smith yasasına dayanılarak Amerikan Komünist Partisi‘nin birçok üyesi
hapis cezalarına çarptırıldılar. Wisconsin Senatörü McCarthy komünistlerin ve Sovyet casuslarının ülkenin bütün kurum ve kuruluşlarına sızdığı iddiasıyla
çok yaygın bir suçlama kampanyası başlattı. Amerikan Kongresi ve çeşitli kurumlar bu iddialar üzerine insanları sorgulamak için komisyonlar kurdular. 1949 ile 1954 arasında yaygınlaşan bu kampanya sırasında yalnızca Senato’nun kurduğu araştırma komisyonlarının sayısı 109’a ulaştı. Halkın muhafazakar kesimleri
bu iddiaları kuvvetle destekledi. Kamuoyu araştırmaları Amerikalıların %50’sinin McCarthy’nin iddialarını benimsediğini gösteriyordu.

Bu kampanya sonucunda yüzlerce kişi hapis cezasına çarptırıldı, On bin kişi işini yitirdi. Charlie Chaplin ve pek çok sanatçı Amerika’yı terketmek zorunda bırakıldı.
Başkan Henry Truman bu akıma karşıydı. 1950 yılında şöyle diyordu:

  • “Özgür bir ülkede insanlar işledikleri suçlar nedeniyle cezalandırılırlar,
    hiçbir zaman düşünceleri dolayısıyla değil.”

Truman, 1953’te görevinden ayrıldıktan sonra, Başkan Eisenhower‘in McCarthy’nin görüşlerini benimsemesini kuvvetle eleştirmiş ve şöyle demişti:

  • “Şimdi anlaşılıyor ki, bu yönetim, siyasal çıkarları uğruna McCarthyzm’i benimsemiştir. Bu, gerçeğin suistimal edilmesi ve adil yargı sürecinin terkedilmesidir. Şimdi yapılan iş, büyük bir yalanı vesile yaparak Amerikancılık veya güvenlikadı altında vatandaşlar aleyhine dayanaksız suçlamalarda bulunulmasıdır.Bu, korkunun yaygınlaştırılması ve toplumun her kesiminde inancın tahrip edilmesidir.”

Sonunda McCarthy’nin politikalarının yanlışlığı anlaşıldı. Senato, 2 Aralık 1954’te 22’ye karşı 65 oyla, Senato’nun saygınlığını sarstığı için McCarthy’yi suçlayan
bir karar aldı. Evvelce verilen mahkeme kararları iptal edildi, haksızlığa uğrayanlar özgürlüklerine ve itibarlarına kavuştular.

Şimdi ülkemizde saygın hukukçular, basının önemli bir bölümü, siyasetçiler tepkilerini ve rahatsızlıklarını dile getiriyorlarsa yapılacak iş, çağdaş ülkelerin yasalarını
dikkate alarak hukukun üstünlüğünü ve gerçek anlamda yargı bağımsızlığını sağlayacak, insanların haksızlığa uğramalarına olanak vermeyecek yasal düzenlemeler yapmaktır. Yoksa yalnızca mahkemeleri suçlayarak sonuç almak olanaklı değildir.

Başbakan bile kimi davalarda yargının yanlış değerlendirmelerinden yakındığına göre sorunun çözümünü Meclis’te aramaktan başka çare yoktur. Bu konuyu öbür bütün sorunlardan daha öncelikli bir iş olarak Meclis gündemine taşımakta muhalefete de büyük görev düşmektedir. Bu önemli hukuksal ve insani sorunu çözemeyenlerin daha özgürlükçü bir anayasa yapma iddiasıyla ortaya çıkmalarını inandırıcı bulmak mümkün değildir.

Unutulmasın ki, bugün ülkemizde yaşanan demokrasi, insan hakları ve özgürlükler alanlarındaki güçlüklerin sorumlusu anayasa değildir. (Onur Öymen, 20.3.13)