Etiket arşivi: hukuk devleti

Hangi Dilden Konuşmak?

Dostlar,

Sayın Ertuğrul Latif Kazancı eğitimci ve hukukçudur.
Özellikle yakın tarihe egemen, duyarlı bir yurtsever, emekten yana düşünürdür
ADD’de 2004-2006 döneminde kendileri Genel Başkan, biz de Genel Başkan Yardımcısı, dönem dönem de Genel Başkan Vekili olarak çalıştık.

Öncesinde de ADD Genel Yönetim Kurulu üyesi olarak birlikte bulunduk.

Birkaç gün önce Cumhuriyet’in 2. sayfasında önemli bir makalesi daha yayımlandı
Sn. Kazancı’nın :

  • Hangi Dilden Konuşmak?

Gündem öyle yoğun ki, ardından yetişmek çok zor.
Küçük bir gecikmeyle bu önemli makaleyi paylaşmak istiyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
20.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

=================================

Cumhuriyet 16.06.2013
Hangi Dilden Konuşmak?

Ertugrul_Kazanci_portresi

 

Av. Ertuğrul KAZANCI 
Eğitimci-Hukukçu

 

  • Siyasal tarih, bazı iktidar sahiplerinin en masum demokratik kitle istemlerinde bile savurdukları; “Ya yola gelirsiniz ya da biz, anladığınız dilden konuşmasını biliriz” tehditleriyle doludur. Oysa düşünsel nitelikli toplumsal muhalefetleri dinlemeyen yönetimlere, bizzat demokrasiler ders verir. Türkiye’deki Cumhuriyet ve devrim duyarlılığı içeren; akıl, bilim ve çağcıllıktan yana duruş ve önerileri, şiddet ve tertip taşıyan “provokasyon” kategorisine sokmanın nesnel mantığı da hiç yoktur.

Devleti saygın bir kurum konumuna getiren temel nitelik, tüm yurttaşları için
eşit, adil ve nesnel hukuksal kıstaslara sahip olmasıdır. Adaletin onuru da budur. Yoksa devlet, antidemokratik ve buyurgan bir “zulüm” varlığı olmaktan öteye geçemez. Kişi veya zümre otoritesi altında, mutsuz ve umutsuz kitlelerin uyruk olduğu
kimliksiz yığınlara dönüşür.

Baskıcı devlet; hukuksal içerik ve uygulamalara sırt çeviren, özgürlüklere özensiz, hakları zedeleyen ve aydınlanmaya düşman kesilen güçler yaratır.
Adaleti doğrudan etkilemeye çalışır. Siyasal iktidarların; yürütme erkini hukuksuzluk öğesi olarak kullanmak istemeleri ve “yargı bağımsızlığına” el atmaları,
bu yüzden totaliter devletlerde fazlasıyla yer tutmaktadır.

Hak ve özgürlüklerin gelişigüzel daraltıldığı, bireysel ve toplumsal güvencelerin olmadığı bir yapı; “polis devleti” statüsüdür. “Yasa devleti” de kamu yönetimi açısından
başlıca kıyas değildir. Çünkü hukuka aykırı yasaları, buyruk altında ve irdelemeden çıkaran yasama organlarına sahip nice ülkeler vardır. Öyleyse saygın yönetimlerin niteliği; evrensel düzeyde kabul görerek, demokratik hukuk kurumlarının işlemleriyle pekişmiş bir uzlaşma olan “hukuk devleti” anlayışını benimsemek olmalıdır.

‘Taksim’ ve toplumsal bellek

Toplumsal yaşamda; demokratik insani değerlerin özgürlüklerle birlikte göz ardı edildiği yönetsel tutum, “ceberrut devlet”i yaratır. Zora dayalı tavır dış ilişkilere de yansıyabilir. Ülke içinde halka göz açtırılmazken halk zararına dayatmalarla dıştaki çıkar kutuplarının boyunduruğuna girilebilir. Hatta sömürgeleştirilme programlarında, emperyalizmle birlikte saf tutulabilir.

Türkiye’deki gündem, “Taksim Gezi Parkı” olaylarıdır. Çevresel duyarlığı bile kaldıramayan coplu, biber gazlı ve basınçlı su sıkan güç, sabır bardağını taşırmıştır. Sorumluların zorunlu olarak kabullendikleri; “ruhsal ve fiziksel orantısız saldırılara”, insanların katlanma dirençleri kalmamıştır.

O zaman da ortada yurt ve ulus aleyhine yıllarca takınılan yanlışlık ve haksızlıkların nedenlerini bir anda hatırlayan toplumsal bellek belirmiştir. Toplumsal belleğin bastırılmış anılarında, bugünlerdeki “Taksim Gezi” olaylarını Türkiye ölçeğine yayan ulusal bilinçaltı canlanmıştır. Halkın inandığı değerleri istismar ederek başa gelmiş ama halktan yana olmamışların serüvenleri çırılçıplak çıkıvermiştir. Yakın tarihe doğru geri giderek, oralardan günümüze gelmek zorunludur. Hatırlayalım:

1950’ler sonrası İnönü’nün deyişiyle; “Din istismarının daniskası” başlar.
Köy Enstitüleri kapatılarak kitlesel eğitim aydınlanmasına set çekilir.

Milli eğitim, 3 Mart 1924 tarihli “öğretim birliği” esaslarından çıkarılarak,
medreseleşme yoluna çekilir.

Kore’de heder edilen “Mehmetçik” pahasına, NATO’ya üyelik izni, ödül sayılır.
Atatürk’ün onurlu Sâdabat” ve “Balkan” paktları örnekleri dışında Ortadoğu’da
İngiliz çıkarı için CENTO’ya, Avustralya ve ABD güvenlikleri yüzünden de SEATO’ya yanaşılır. Uluslararası eşitlik ilkesi terk edilir. Kurtuluş savaşı ruhuna ve
“Kemalist devrim”e aykırı hangi teslimiyet alanı varsa, gözü kapalı icra edilir.
Halkçı-devletçi ekonomi kenara fırlatılarak vahşi liberalizme kucak açılır.
“Denetimsiz piyasa” dönemi başlatılır. Özelleştirmeyle kamu mülkü, yerli ve yabancı işbirlikçilere peş keş çekilerek “sosyal devlet” tasfiye edilir.

Öbr gelişmeleri de şöyle bir çırpıda sayarsak, saptadıklarımız ülke ve ulusa ancak
zarar veren işlerdir. Onlar nelerdir? Sayalım:

“Hukukun üstünlüğü” ve “yargı bağımsızlığı” kavramları derin yaralar alır.
– Ulus devlet, “T.C.” kimliğinde silinmek istenilir.
– Kıbrıs gözden çıkarılarak,
– sahte Ermeni soykırım savlarına güçlü bir ses çıkarılmaz.
– Köprü isimlerinde bile mezhep gerilimleri icat edilir.
– Haberleşme özgürlüğü yok edilir.

Teokratik, ayırımcı ve eskinin dönek liberal cephe birliği, koruyucu siyasal ortamda Cumhuriyeti temelden örselemenin rahatça yolunu bulur. “Resmi ideolojiyi yergi” tanımlaması altında devrim karşıtlığı sergilenerek, kendi deyişleriyle

“Atatürkçülüğü çöpe atma” denemelerine girişilir. İtici ve hiddet dolu sert söylemler, devlet hiyerarşisinin resmi dili olur. İşte toplumsal bellek, böylesi nice birikimler sonucu taşar.

Şimdilerde

Topluma yönelik genellemelerle; “Ya yola gelirsiniz ya da biz, anladığınız dilden konuşuruz..” teranesini yineleyenler, hangi dili konuşacaklardır? Demokratik kitlesel duruşa karşı yalnızca; “provokasyon” suçlamaları öne sürenlerin, yani sapla samanı karıştıranların “anlatacakları dil” nasıl bir dildir? Şiddet ve tertipleri yadsıyan
“idrak sahibi” binlerce düşünce insanını hedefleyecek baskıcı yöntemler, protestoları hizaya mı getirecektir? Kastedilen bu mudur?

Hukuk devletinde, düpedüz tehdit olarak algılanacak böyle söylem bir olabilir mi?

Çıkar yol ve sonuç                        :

Atatürk’ün istediği “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” kuşaklar,
Cumhuriyet terbiyesiyle birlikte günümüze akarak Taksim’de temsil edilmişlerdir.
Hak ve özgürlüklere toz kondurmak istememişlerdir. Yorulmuş ama ideallerini korumuşlardır. Çünkü devrimciler yılgın olmazlar.

“Namus erbabının” takınacağı en etkili tavır; demokratik düşünsel ilkeleri kararlılıkla yansıtabilmektir. İşte saptanan da budur.

TÜMÖD Basın Açıklaması

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz TÜMÖD (Tüm Öğretim Üyeleri Derneği) basın açıklamasını, başkan sayın Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI imzasıya paylaşmak istiyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
20.6.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==============================

“Halkımız bütün bu insanlık dışı uygulamaların hesabını er ya da geç soracaktır”

portresi
Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI
TÜMÖD Genel Başkanı

 

 

TÜMÖD Yönetim Kurulu üyeleri olarak, Taksim Gezi Parkı ile ilgili sorunların kıvılcımıyla patlak veren demokratik toplumsal tepkiler hakkındaki görüş ve düşüncelerimizi,
bugüne dek değişik platformlarda ve değişik kanallarda dile getirmeye çalıştık.
Kuşkusuz, bizim bu çabalarımızın, özellikle tüm medya organları üzerinde sürdürülmekte olan son derece sistematik ve ağır denetim ve baskılar dolayısıyla bazı çevrelere ulaşmasının sınırlı kalmış olabileceğini kabul etmekteyiz. Dolayısıyla bu konulardaki tavrımızı, tekrar tekrar ortaya koymanın yanlış olmayacağı kanısındayız.

Hukuk devleti kuralları çerçevesinde sürdürülmesine büyük özen gösterildiği anlaşılan
ve ülkeyi boydan boya saran demokratik ve özgürlükçü protestolara karşı yöneltilen saldırıların sergilediği vahşet manzaraları, giderek büsbütün tahammül edilemez boyutlara varmış, bunların ülke gündemindeki yeri daha da belirginleşmiştir.

Çocuk yaştaki insanlara ve doktorlara uygulanan acımasız davranışlar,
ülkemizin tarihinde görülmemiş bir tablo ortaya çıkarmıştır.
Çocuklar üzerindeki baskılar giderek cinayet boyutuna varmış bulunmaktadır.

Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda son derece sınırlı olanaklara karşın, yaralı düşman askerlerine bile yardıma koşan atalarımızın davranışları tüm dünyaya örnek oluşturan, sarsılmaz bir geleneğimiz olarak bilinir. Oysa şimdi kendi yurttaşlarının yardımına koşan hekimlerimiz kelepçelenmekte ve cezalandırılmaktadır.

Yıllardır özgürlükçü ve demokratik kişiliğe sahip öğrenciler yetiştirmeye özveriyle
büyük özen göstermiş olan üniversite öğretim elemanlarını, bu çabalarından dolayı
ağır sözlerle eleştirmeye kalkışmak akılla, mantıkla ve yurtseverlikle bağdaşmaz.

Güçbirliği yapan halkımızın bütün bu insanlık dışı uygulamaların hesabını er ya da geç soracağından emin bulunuyoruz.

Bu duygularla demokratik toplumsal tepkilerini gösteren halkımızın yanında olduğumuzun bilinmesini istiyoruz.

Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI
TÜMÖD Genel Başkanı
19.6.13, Ankara

İstanbul Barosu: Savunma Dimdik Ayakta, İyi ki Avukatlar Var!

Dostlar,

Önceki gün “Dünya Avukatlar Günü” idi..
Dünyanın en büyük barosu İstanbul Baromuz‘un da doğum günü..
İstanbul Baromuz 135. kuruluş yıl dönümünü de “kutladı” bu arada.
kutladı” diyoruz çünkü “hukuk devleti“, AKP iktidarında tam bir cenderede..
Üstelik de hiç utanıp sıkılmadan “ileri demorasi” teraneleriyle..
Hep böyle olmuştur tarihte de. 2 değerli addan destek alalım bu düşüncemize :

  • Öyle olmadığı halde özgür olduğuna inandırılmış bir insandan daha umutsuzca köleleştirilmiş biri olamaz.” / Johann Wolfgang von GOETHE

  • “ Türkiye bu kez ‘Küreselleşme’ ve ‘Özelleştirme’ masalına inanmış, paldır küldür ‘globaliterliğe’ doğru sürüklenmektedir; üstelik daha ‘sivil’, daha ‘demokrat’, daha ‘insan haklarına dayalı’ bir düzene ‘dönüştüğünü’ zannederek..”  “.. bir karışık bilmece..” Attilâ İLHAN,
    “Hangi Küreselleşme” (2003, İş Bankası Kültür Yayınları)

İlki birkaç yüzyıl öncesinden (1749 – 1832).. İkincisi ise salt 10 yıl geriye tarihlenmekte..

2 eklememiz daha var :

İlki İstanbul Baromuzun basın açıklamasında geçen “hukukun üstünlüğü” kavramına.. Daha açık etmeli? Yoksa sorabilirler adama :

– Kimin hukukunun üstünlüğü??

Elbette egemenlerin değil, “emeğin hukukunun üstünlüğü” dür gönlümüzde yatan. Elbet onu da bir başka -proleterya- diktatörlüğe dönüştürmeden.

İkinci diyeceğimiz talihsiz Eşbaşkan, bahtsız Türkiye’nin maküs Başbakanı
R.T. Erdoğan
adır :

– Gidicisin kardeşim.. vakit geldi.. 40 türlü emare belirdi.. Acaba tarihten birazcık olsun ders alır da bu kadim halkı, aziz memleketi ve de ben-i adem zat- alîni daha çok telef ve tahrip etmeden yapar mısın bunu? Çok umutlu değiliz ama gene de söyleyelim dedik..

İstanbul Barosu’nun yiğit avukatlarını saygı ve dayanışma ile selamlıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
7.4.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================

DÜNYA AVUKATLAR GÜNÜ AÇIKLAMASI..

İstanbul Barosu  :Savunma Dimdik Ayakta, İyi ki Avukatlar Var!
  • İstanbul Barosu Başkanı Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal,
    hiçbir gücün avukatları, savunmayı, baroları teslim alamayacağını söyledi.

İstanbul Barosu Başkanı Kocasakal İstanbul Barosunun 135. kuruluş yıldönümü ve
5 Nisan Avukatlar Günü nedeniyle 5 Nisan 2013 Cuma günü saat 12.30’da
Baro Merkezi 7. kat toplantı salonunda bir basın toplantısı düzenledi.

Toplantıda, Başkan Yardımcısı Av. Mehmet Durakoğlu, Yönetim Kurulu Sayman Üyesi Av. Ufuk Özkap, Yönetim Kurulu Üyeleri Av. Füsun Dikmenli, Av. Aydeniz Alisbah Tuskan, Av. Süreyya Turan, Av. Özlem Aksungar, Av. İsmail Altay ve Av. Hasan Kılıç da hazır bulundu.

Baromuzun WEB sitesinden canlı olarak yayınlanan basın toplantısında,
Başkan Ümit Kocasakal’ın yaptığı basın açıklaması şöyle:

Bugün 5 Nisan, avukatlar günü ve aynı zamanda İstanbul Barosu’nun doğum günü

Bu günümüzü;
* Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu,
* Siyasetin yargıya müdahale etmediği, edemediği,
* Yargının bağımsız olduğu,
* Savunmanın, avukatın şekli bir unsur olarak görülmediği,
* Avukatların savunmanın kurucu ve asli unsurunun herkesçe ve mahkemelerce kabul edilip içe sindirildiği,
* Savunma hakkının sınırlanmadığı, ortadan kaldırılmadığı,
* Avukatın salonlardan çıkarılmadığı, mahkemelerin talimatıyla
avukatlara
robokopların saldırmadığı, darp edilmediği,
* Soyut suçlamalarla sabaha karşı avukat bürolarının yasa çiğnenerek basılmadığı,
* Mesleksel faaliyetlerimizin sorgulanmadığı,
* Keyfi gözaltı ve tutuklamaların olmadığı,
* Avukatın ve savunmanın, yurttaşlarımızın hak arama hürriyeti ve savunma hakkı bakımından taşıdığı önemin farkında olan iktidarların mesleki sorunlarımızın çözümünde duyarlılık gösterdiği,* Kısaca tepeden tırnağa hukuka ve adalete kesmiş bir ülkede,
büyük bir coşku ile bayram ve şölen havasında, tadında kutlamak isterdik.- Ancak ne yazık ki tüm bunların olmadığı,
– Avukata ve onun örgütlü gücü barolara karşı saldırıların yoğunlaştığı,
tümüyle gözdağı amaçlı siyasal davalar açıldığı,
– Avukatın adliyelerden dışlandığı, bir yabancı, bir müşteri gibi görüldüğü,
– Adliyenin “saray” olmaktan çıkıp, içinde adalet ve avukatın olmadığı bir
“AVM” ye dönüştürüldüğü,
– Mesleğin adeta bir çilekeşliğe dönüştürüldüğü,
– Meslek onurumuza ağır saldırıların gerçekleştirildiği,
– Kısaca ileri faşizmin toplumun tüm kesimlerine karşı her geçen gün artan baskı ve sindirme girişimlerinin kara bir duman gibi etrafı kapladığı
bir ortamda
bu günü yaşıyoruz.

Bu nedenle bu günümüzü arzuladığımız biçimde kutlamak gelmiyor içimizden.
Hele ki tutuklu, yargılanan meslektaşlarımız varken.

Artık 5 Nisan bizler için, 1 Mayıs emekçiler için neyi ifade ediyorsa, odur.

Artık bizim için 5 Nisan bir direniş günü, mücadele azim ve kararlılığımızı
herkese bir kez daha göstereceğimiz bir gündür.

Bu vesileyle bir kez daha ilan ediyoruz ki :

– Yargının amaca uygun olarak dizayn edildiği bu ortamda savunma dimdik ayaktadır, bedeli ne olursa olsun avukatlar;

– Hak, hukuk, adalet, bağımsız yargı, hukukun üstünlüğü, demokrasi,
tam bağımsızlık istemlerinden asla vazgeçmeyeceklerdir,

– Kimden gelirse gelsin, kime yönelirse yönelsin tüm hukuksuzluklara karşı
asla susmayacaklardır,

– Hiçbir gücün karşısında boyun eğmeyecekler, diz çökmeyecekler,
biat etmeyeceklerdir,

– Birilerinin düşlediği gibi mahkeme salonlarından geri geri çıkmayacaklar,
her zaman olduğu gibi başı dik çıkacaklardır,

– Hiçbir zaman efendi kabul etmeyeceklerdir.

– Halkın hak arama özgürlüğünü ve savunma hakkını sağlamaya,
korumaya devam edeceklerdir,

– Hiçbir güç avukatları, savunmayı, baroları teslim alamaz.

Bu duygu ve düşünceler ve taşıdığımız bu sarsılmaz inanç ve kararlılıkla, böyle ağır bir dönemde tüm bu olumsuzluklara karşın görev yapan ve bu anlamda hepsi birer
adalet savaşçısı olan tüm meslektaşlarımızın bu gününü kutluyor,
onlara şükranlarımızı sunuyoruz.

Her zaman söylediğimiz gibi; bu toplum için, yurttaşlarımızın hak arama hürriyeti ve savunma hakları için, hukukun üstünlüğü ve adalet özlemi için;

İYİ Kİ AVUKAT VAR, İYİ Kİ VARSINIZ…

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI

Yargıçların Tarafsızlığı…

Dostlar,

Artık ülkemizde “yargıçlar” da gazete makalesi yazabiliyorlar.. diye sevinmeli miyiz??

Yoksa artık bıçak kemiği kesiyor da kimi yürekli yargıçlar kararları dışında
makale yazarak da mı konuşmak zorunda kalıyorlar??

Yargıç Oktay Kuban, Ergenekon tertibi yargılamalarında yansız kararlarıyla
öne çıkmış ve siyasal baskı-tehdit altında kaldığını açıklamıştı.. Yeni HSYK
(12 Eylül 2012 Anayasa halkoylaması ile kurulan..) Sayın Kuban’ın görev yerini değiştirmişti!??

Bir Cumhuriyet yargıcının, hukuk-felsefe-etik-ahlak dersleriyle dolu makalesi aşağıda..
Sayın Kuban’a teşekkür ediyor ve ülkemizde yargıçlar olduğunu güveniyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
28.2.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Yargıçların Tarafsızlığı…

  • Yargıçların tarafsız olmadıkları yönünde sanıklarda ve kamuoyunda oluşan güvensizlik, yürütme ve yasama mensuplarında karşılık bularak
    kamuoyu önünde ciddi eleştiriler yapmalarına neden olması,
    yargıçların tarafsızlığının tartışılmasına neden olacaktır. 

Oktay KUBAN 
Yargıç
(27.2.13, Cumhuriyet)

Yargıçların tarafsızlığı, dürüst yargılamanın başta gelen unsurlarındandır.
Siyasal rejimi ve ideolojik yönelişi ne olursa olsun, yargının tarafsızlığı günümüzün vazgeçilmez ilkesi olup, anayasal güvence altında bulunmaktadır. Anayasalarda genellikle yargıçların bağımsızlığından söz edilmesine karşılık, tarafsızlığından
söz edilmemektedir. Ancak, kuşkusuz tarafsızlık da bağımsızlık gibi anayasamızın
2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin önkoşulu ve adil yargılamanın
temel güvencesidir. Tarafsızlık, mahkemenin yargılamada uyguladığı usul ve sergilediği tutum itibarıyla kurum olarak sanıklarda ve kamuoyunda bıraktığı güven verici izlenim ve tarafsız görünümdür, önyargı sahibi olmamaktır.

Yargıçların tarafsızlığı ilkesinin, anayasalarda ve uluslararası sözleşmelerde
yer almasıyla tarafsızlık gerçekleşmez. Bu ilkenin gerçekleşmesi ve korunması bakımından da yeterli değildir. Yasal düzenlemelere bu ilkeyi koruyacak ve gerçekleşmesini sağlayacak hükümler getirilmekle birlikte uygulanmasını da sağlamak önemlidir. Adaletin gerçek anlamda sağlanması kadar aynı zamanda yerine getirilmesinin görülmesi de gereklidir. Bu ilke, yalnızca doğrudan karar için değil,
aynı zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da geçerlidir. Bu da yargılama sürecinde mahkemenin silahların eşitliği ilkesini sağlaması ve yargılama hukuku ilkelerine bağlı kalmasıyla gerçekleşecektir. Buna aksi uygulamalar mahkemelerin tarafsız olmadığı şüphesini doğuracaktır.

  • Hiçbir tanık, hukuken kabul edilebilir ve yasada açıklanan nedenler yoksa
    gizli olarak dinlenemez.

Aynı davada, aynı suçtan sanık olarak yargılanan kişinin gizli tanık olarak dinlenmesi de tanıklık kurumunun tarafsızlık öğesine aykırıdır. Dinlenen tanığın neden gizli tanık olarak dinlendiğini yargılamayı yapan mahkeme somut gerekçeyle ortaya koymalıdır.
Mahkeme bu kararı verirken tanığın bu tanıklık nedeniyle kendisinin veya yakınlarının karşı karşıya kaldığı tehlikenin ağırlığı ve ciddiliğini göz önünde bulunduracak ve
bunları gösteren, hukuken kabul edilebilir nedenleri de gerekçesinde açıklayacaktır.

Gizli tanıklık

Anayasamıza ve ceza yargılama yasamıza göre mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılmalıdır. Silahlı terör örgütü yöneticisi olmak ve vahim eylemlerde bulunmak suçlarından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış ve yıllardır
yüksek güvenlikli cezaevinde bulunan bir kişinin gizli tanık olarak dinlenilmesi kararında, mahkeme, bu tanığın kendisinin veya yakınlarının karşı karşıya kaldığı tehlikenin ağırlığı ve ciddiliğini gerekçeli olarak mutlaka ortaya koymalıdır.

Tanığın gizli dinlenmesi, bunun gerekçesinin olamayacağını veya varsa bu gerekçenin de gizli olacağını gerektirmiyor. Sanık hakkındaki suçlamaların ağırlığı hiçbir zaman suçlamanın gerçekliğini ve ciddiliğini gösteren bir ölçü olmadığından, mahkemenin, savcılığın getirdiği, giderleri yasaya göre örtülü ödenek esaslarına göre karşılanan her tanığı gerekçe göstermeden gizli tanık olarak dinlemesi,
yargılamada silahların eşitliği ilkesine aykırılık oluşturacaktır.
 Yargılamada silahların eşitliği ilkesini sağlamayan yargıcın tarafsız olduğu söylenemez.

Deliller

Ceza yargılama yasamıza göre, sanığın sorguya çekilmesinden sonra delillerin
ortaya konulmasına başlanacağı, daha sonra ortaya konulan delillerin tartışılacağı ve yargıcın kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış hukuka uygun elde edilmiş delillere dayandırabileceği düzenlemiştir. Sanığın sorgusunun yapılması delillerin tartışılması olarak değerlendirilemez. Delillerin ortaya konulup tartışılması aşamasında, iddia makamı tarafından ortaya konulan delillerin hukuka aykırı olarak elde edilmiş bir delil olup olmadığı ve delil olarak kabul edilip edilemeyeceği değerlendirilip tartışılacaktır. Sanığa savcılıkça ortaya konulan delilleri tartışma ve değerlendirme hakkı verilmeden yargılamanın sonuçlandırılması, mahkemenin silahların eşitliği ilkesine uymadığı, iddia makamının getirdiği delillere peşinen
itibar edip karar verdiği, tarafsız ve dürüst yargılama yapmadığı kuşkusunun duyulmasına haklı neden olacaktır.

Mahkemelerin anayasal ve yasal yetkili olmadıkları yargılama görevlerini sahiplenip bunda ısrarcı davranmaları, adil yargılama ilkelerine aykırıdır ve hukuksal güvenlik hakkının ihlalidir.

  • Hukuk devletinde asıl olan adil, düzenli ve güvenilir yargılamadır.

Hukuk düzenindeki belirliliğin sarsılması doğal yargıç ilkesine aykırı yargılamaların yolunu açacaktır.

Anayasamıza ve uluslararası sözleşmelere göre sanık, savunmasını meşru mahkemelerde ve doğal yargıç ilkesine göre kurulmuş olan mahkeme huzurunda yapar. Anayasaya göre yüksek yargının görevine giren kişi ve suçlarda, yargılama yetki ve görevine sahip olmayan mahkemenin, yargılama yapmakta fiilen ısrarcı davranması,
o mahkemenin yargıçlarının tarafsız olmadıkları kuşkusunu doğurabileceği gibi,
sanığın mahkemeye karşı hukuken direnme hakkını gündeme getirecektir.
Bu hak;
– savunma,
– hak arama,
– doğal yargıç ve
– hukuksal güvenlik..

haklarının bir sonucudur.

Sonuç               :Demokratik bir toplumda bütün yargıçlar, tarafsız oldukları yönünde kişilere güven vermelidir. Makul olarak düşünme yeteneği olan her kişi yargıçlara güvenmeli, inanmalı, bu yönden herhangi bir kaygı ve tedirginlik içinde olmamalıdır. Yargıç, mahkemede yargı ve yargıç tarafsızlığı açısından kamuoyu, anayasal kurumlar, hukuk mesleği ve sanıkların güvenini sağlayacak ve artıracak davranışlar içinde olmalıdır. Yargıçların tarafsız olmadıkları yönünde sanıklarda ve kamuoyunda oluşan güvensizlik, yürütme ve yasama mensuplarında karşılık bularak kamuoyu önünde ciddi eleştiriler yapmalarına neden olması, yargıçların tarafsızlığının tartışılmasına neden olacaktır. Sanığın haklı nedenlerle tarafsız olmadığına inandığı yargıçlarca yargılanması, ruhsal olarak ağır acı ve ıstırap veren en önemli insan hakkı ihlalidir. Yargıcın tarafsızlığından kuşku duyulmasını gerektiren nedenlerin bulunması durumunda, yargıç davadan çekilmelidir. Bu, yargılamanın dürüst ve tarafsız yargıçlarca yapılmasını sağlayan yollardan biridir. Tarafsız ve dürüst yargılamayı sağlamak bu ilkeleri özümsemiş yargıçlarca gerçekleştirilecektir.

İstanbul Barosu’ndan Anayasa Değişikliği hk. açıklama

İst._Barosundan_kamuoyuna_anayasa_degisikligi_hakkinda