Etiket arşivi: hukuk devleti

İstanbul Barosu Genel Yazmanı Hüseyin Özbek’in Çok Önemli Ulusal Kanal Konuşması

İstanbul Barosu Genel Yazmanı Hüseyin Özbek’in Çok Önemli Ulusal Kanal Konuşması

Dostlar,

İstanbul Barosu Genel Yazmanı (Sekreteri) Sayın Av. Hüseyin Özbek dün gün ortasında Ulusal Kanal‘ın konuğu oldu.

25 dakika süren bir söyleşide ülkemizin karşı karşıya bırakıldığı uluslararası emperyalist oyunu ustaklıkla sergiledi.

PKK üzerinden taşeron kullanılarak sürdürülen kanlı senaryonun tarihsel arkayüzünü (background) açıkladı.

Cumhuriyetimizin ilk yıllarında ve hemen öncesinde kurulan Kürt Teali Cemiyeti‘nin,
Şeyh Sait ayaklanmasının net uzantısı olduğunu söyledi günümüz PKK isyanının..

Sorunun hukuksal boyutunu, hukuk devleti duyarlığı ile ortaya koydu.

Kendisini programın ardından telefon ederek kutladık ve Ulusal Kanal’dan çıkmış olmasına karşın ricamızla geri dönerek program kaydını aldı, webe hemen yüklenmesini sağladı,
bize de erişkesini (linkini) gönderdi.. (Olağan durumda 1 hafta sonra webe yüklenecekti..)
Bir an önce duyulmalı Sayın Özbek’in çok önemli sözleri..
Yayılmalı..
Zaman hızlanmış durumda ülkemizde..

Böylesi bir insana ne söylenebilir??
Engin bir saygı ve şükrandan başka..

Değinilen programı izlemek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

http://gold.ajanspress.com.tr/linktv/NK-R9ND1kCFrQBhzXJsmFQ2/?v=2&s=&b=&isH=0

*********

Şu sırada (24 Eylül 2015, 00:30 – 00.59… ) Kanal B’de ise İstanbul Barosu’nun yiğit başkanı Doç. Dr. Ümit Kocasakal konuşmakta.. AKP – RTE’nin yapageldiklerinin Türk Ceza Yasası md. 302 vd. önünde açıkça suç olduğunu söylemekte.. Bilindiği gibi kendisi Ceza Hukuku öğretim üyesi..

İktidarın yasa dışı buyruklar verdiğini, bunları yerine getiren MİT görevlileri, vali ve kaymakamların, emniyetçilerin, bürokratların.. açıkça Anayasa suçu işlediklerini ve yargılanacaklarını… teker teker suçları ve yasal yaptırımlarını belirterek sıralıyor..

Herkesin 2. Kurtuluş Savaşı’na hazır olması gerektiğini,
bizim bu kefeni yırtacağımızı haykırıyor.

Bu program (Levent Yıldız, GÜNDEM ÖZEL) 2 saati aşkındır sürüyor.. Gece yarısını geçtik..
Sanırız birkaç saat içinde de Kanal B web sitesinde program arşivi bölümünden kaydına erişmek olanaklı olacaktır. Bu programın da yeniden ve yeniden ve de yaygın olarak izlenmesi, izlettirilmesi gerekiyor.

Sayın Doç. Kocasakal’a da, Kanal B’ye (Başkent TV) ve programcı Levent Yıldız’a
(GÜNDEM ÖZEL) teşekür borçluyuz..

Sevgi ve saygı ile.
24 Eylül 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Gerçek hukuk devletini işlevli kılmamız gerek!

TBB Başkanı Prof. Feyzioğlu :

portresi


=================

Evet dostlar,

Reçete pek yalın…

HUKUK DEVLETİ!
Hukukun üstünlüğü… (The Rule of Law)

Ancak biz her zamanki gibi sorgulayan aklın güvencesine alalım kendimizi..

– Pekiiii, kimin hukuku??

Sermayenin, üstünlerin, emekçinin, halkın??

Kuşku yok, sermayenin sömürgen hukukunu egemen kılma adına bu son derece hoş ve etkileyici retorik (takiyye!) kavrama sığınamayız!

O halde semantik eksiği tamamlayalım :

“Emeğe saygılı hukukun üstünlüğü”!

Lütfen söyleme, sözlere, anlamlarına çooook dikkat..
Bilerek ya da bilmeyerek tuzaklanmayalım..

Sevgi ve saygı ile.
26 Ağustos 2015, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İstanbul Barosu : ÜLKEMİZDE KAMU OTORİTESİ ACİLEN SAĞLANMALIDIR…

Istanbul_Barosu_Logosu

ÜLKEMİZDE KAMU OTORİTESİ ACİLEN SAĞLANMALIDIR…

Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde ve Diyarbakır’da üç polis memurunun PKK tarafından katledilmesini nefretle kınıyor, şehitlere rahmet, ailelerine ve Türk milletine başsağlığı diliyoruz.

Bu cinayetlerden Suruç’takilerin Polislerin konutlarına yapılan baskın, Diyarbakır’dakinin ise kurulan pusu sonucu işlenmiş olması önceden tasarlandığını göstermektedir.

Yine Kilis’te Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına Suriye tarafındaki IŞİD canilerince açılan ateş sonucu şehit olan askerimize rahmet, yakınlarına ve ulusumuza başsağlığı, yaralılarımıza geçmiş olsun dileğinde bulunuyoruz.

Komşu ülkenin iç işlerine uluslararası hukuk ve iyi komşulukla izahı mümkün olmayan biçimde karışmanın trajik geri dönüşlerinin yaşanacağı bir sürece girdiğimiz görülmektedir.

Son dönemde köktendinci terör örgütü IŞİD karşıtlığı üzerinden PKK’nın meşrulaştırılması kampanyasının menfur cinayetler üzerindeki etkisi üzerinde düşünülmelidir.
Irak ve Suriye’deki IŞİD vahşetinin uyandırdığı haklı tepkilerden nemalanmak isteyen ayrılıkçı terör bu durumu uluslararası meşruiyetini sağlamak açısından bir fırsat olarak değerlendirmektedir.

Türkiye’nin ulusal bütünlüğünü hedef alan, emperyalizmin bölgeye yönelik emellerinin taşeronu olarak hareket eden terör örgütünün gerçek yüzünün teşhiri yerine,
PKK’nın legal uzantıları ve milis yapılanmalarına yönelik övgü kampanyasındaki artışa
dikkat edilmelidir.

Siyasi iktidarın saplantı haline getirdiği ‘Açılım’ aymazlığının ülkede meşru kamu otoritesini işlemez hale getirerek bölgede paralel devlet yapılanmasının önünü açmaktan başka bir işe yaramadığı görülmelidir. Bir an önce, terör örgütünün meşrulaşmasına ve pervasızlaşmasına yol açan müzakere sürecine de son verilmelidir.

Ülkede acilen kamu otoritesinin yeniden sağlanması için gerekenlerin yapılacağı,
terörle müzakere yerine hukuk çerçevesinde kararlılıkla mücadele edileceği
en etkili ve anlaşılır biçimde uygulamaya konulmalıdır.

Türk halkının bir arada üniter yapı ve ulus devlet temelinde yaşama iradesi, bölünmeye,
etnik ve mezhepsel ayrışmaya karşı müşterek tavrı somut biçimde ortaya konulmalıdır.

İstanbul Barosu olarak Fıratsız, Diclesiz, GAP’sız bir Türkiye tasarımını ulusça reddettiğimizi, ulusal bütünlük konusunda üzerimize düşen sorumluluğu duyarlılık
ve karalılıkla yerine getireceğimizi kamuoyuna saygıyla ilan ederiz. (25.7.2015)

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI

==============================================

Dostlar,

İstanbul Barosu dünyanın en büyük barolarından biridir ve 30 bine yakın üyesi vardır.
Ülkemizin önemli “kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları“ndan biridir.
Bu sitede sıklıkla belirtiriz; “kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları
iç hukukta Anayasa’nın 135. maddesinin koruması altındadırlar. Her birinin ayı ayrı kuruluş yasaları vardır. Türkiye Barolar Birliği (TBB), TMMOB, TOBB, TEB, TDHB, TVHB,
Türk Tabipleri Birliği (TTB) başlıcalarıdır. Biz de TTB Ankara Tabip Odası üyesi
bir hekim olarak TTB’nin metinlerine zaman zaman yer veriyoruz.

Çoğulcu demokrasinin işlemesi için kurumlaşma ve kurumların görüşlerinin
ülke yönetiminde yansıma bulması gerekir.

Bu bağlamda anılan kurumların sesine ve sözüne kulak verilmelidir.
TBB’nde de ciddi bir hukuksal uzmanlık birikimi ve deneyim hazinesi vardır.

Yukarıya aldığımız açıklama metni de bu değerlendirmelerimize kanıttır.
Dengeli, ağırbaşlı, gerçekçi, sorumlu ve yol gösterici bir metin açıklanmıştır.
Kararlılık vurgusu ile birlikte  HUKUK DEVLETİ içinde kalma uyarısı da yer almaktadır.

Bu katkılar Türkiye ve halen görevdeki düşük – emanetçi AKP iktidarı için çok değerlidir.
Dileriz AKP ve hükümet yetkilileri ile Erdoğan da okur ve dikkate alırlar..

İstanbul Barosu’na bu önemli açıklaması için teşekkür ederken, içeriğini paylaşarak siz sitemiz okurlarına da sunmak istedik.

Ülkemizin ve insanımızın 1. sınıf bir demokrasi hakkı tartışma dışıdır
ve bu bu gereksinim ivedidir.

Sevgi ve saygı ile.
25 Temmuz 2015, Mudanya

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Rifat SERDAROĞLU : KİŞİLİK BOZUKLUĞU

 

KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Rifat Serdaroglu

Kişilik bozukluklarına genelde şunlar sebep olabilir;
-Anne ve babanın çocuk yetiştirirken sergiledikleri tutum nedeniyle çocukta oluşan ve yerleşen mizaç. (Örneğin, komşu kızına küfreden çocuğu urganla tavana asan babalar, vs.)
-Merkezi sinir sistemi bozuklukları.
-Beyin hastalıkları.
-Biyolojik- Kültürel- Bilinçaltı etmenler.
-Fiziksel çevre.

Özellikleri    ;
Hasta, kendisinin çok önemli olduğu duygusunu taşır!
Kendini dünyanın merkezi olarak görür.
Sevgi, saygı, empati, anlayış ve duygusallık yaşamında pek yer kaplamaz.
Başkalarının söylediği doğruları kabul etmeyi güçsüzlük sayarlar.
Ortada geçerli bir neden yokken, aldatıldığından, ihanetten, sabotaj ve suikasttan kuşkulanırlar. Çevrelerinden sürekli olarak kuşkulanırlar.
Yeterli ve gerçek bir kanıt olmadan kendi ailesinden ve yakın çalışma arkadaşlarının bağlılıklarından kuşkuya düşerler ve öfkeyle saldırıya geçip karşısındakileri
tekme-tokat dövebilirler…

Bu tip hastaların tedavileri çok zordur.
Öncelikli ve temel tedavi biçimi psikoterapidir.
İlaç tedavisi 2. sırada bir yöntemdir. Yetkin bir klinikte kesin istirahat şarttır.

*****
Şimdi lütfen bir an için
ülkenizi yöneten kişinin “Kişilik Bozukluğu” hastası olduğunu düşünün!
Türkiye’de böyle bir olay olmaz ama, mesela dedik!
Bizimkisi varsayım yani! Neler olurdu acaba?

-Çevrenizde konuşup, anlaşabileceğiniz, ticari ve dostane ilişkide bulunacağız
bir tane komşu ülke kalmazdı!

Paranoid ve Narsist Kişilik Bozukluğuna yakalanan yöneticiniz sayesinde,
hem dünyada yalnız kalırdınız, hem de dış ticaretiniz batma noktasına gelirdi!

-Yöneticiniz, sabah televizyon canlı yayınında söylediklerini, öğleden sonra inkâr ederdi!

-Yurtiçi toplam tasarruflarınızın Milli Gelirinize oranı %20’den, % 12-13 düzeyine gerilerdi! Güven endeksi yerlerde sürünürdü!

-Sanayiniz, ara malı ve hammadde ithal edip, ithalat yapılan ülkelerde istihdam yaratır,
kendi insanınız ise işsiz kalırdı. 15 yıl önce %6,5 olan işsizlik oranı bugün 10,5 a fırlardı!
Genç işsizlerin oranı ise %20’ler düzeyine çıkardı!

-Devletin tüm altyapı ve stratejik yatırımları, 2-3 yıllık kazançları karşılığında,
blok özelleştirme adıyla peş keş çekilmiş olurdu.

-12 yılda 457 MİLYAR DOLAR Dış İşlemler Açığı verirdiniz!
Dış Borçlarınız 400 MİLYAR DOLARI aşardı!
-Ülkenizin kanını emen, gencecik fidanlarımızın yaşamlarını çalan
Uyuşturucu ve Terör Çeteleri, ellerinde silahlarıyla Devletinizin muhatabı yapılırdı.
-Ülkeniz “HUKUK DEVLETİ” ilkesinden sapar;
Yargı, hükümetiniz eliyle Cemaat ve Tarikatların emrine verilirdi!
-Bağımsızlığınızın simgesi olan Bayrağınız indirilir ve yakılırdı!
-Cumhuriyetinizin kurucularının büstleri kırılır yıkılırken, vatan hainlerinin heykelleri dikilirdi!
-Eğitim sisteminizin başında bulunan “MİLLİ” kelimesi yırtılıp atılır,
yerine “ŞER’İ” kelimesi konurdu!

Eğer ülkenizi “Kişilik Bozukluğu” olan biri yönetiyorsa, bu kişi halkın yararına olacak işleri yapmak yerine kendi geleceğini güvence altına almayı ön plana alırdı!
Ülkenizin sistemini değiştirmeye çalışır, ülke anayasasının kendisine vermediği yetkileri kullanır, yasaları da paspas gibi çiğnerdi!

Örneğin, ülkenizde 15 yıldır yaşanmamış bir elektrik kesintisi olsa, ülkenizin enerji sistemi çökse, insanlar-çocuklar-yaşlılar- elektriğe bağlı yaşayan hastalar perişan olsa, aşı ve ilaçlar bozulsa sizin “Hasta” yöneticiniz ne derdi?

Eyy halkım!

Ben size, “bu sistem bekleme odasına alınmıştır” demedim mi?
Çift başlı yönetim olursa böyle olur diye kezlerce konuşmadım mı?
Verin bana 400 parmak makinası, anında tüm sorunları çözeyim yahu!
Vermezseniz, işte böyle karanlıkta kalırsınız. Eski Türkiye’yi isteyen Gezicilerin oyunları bunlar! Ben anlarım, ben kül yutmam!
Boynumda mangal mı var?
Kim astı ulan bu mangalı boynuma?
Çözün beni be, niçin bağlıyorsunuz?
Deli miyim ben yahu?
Paralel paralel paralelli, taralel taralel taralelli…

Not :
*Hırsızlıklarını örtmek için devletin güzide istihbaratçılarını darmadağın ettiler!
*“Vizeleri kaldırdık” demek için, Ortadoğu’nun profesyonel teröristlerinin ülkeye
serbestçe girmesine göz yumdular!
*Ellerinde baltalarla, Lâik Cumhuriyet’in damarlarına arsızca saldırdılar!
*Lâik Cumhuriyeti yaraladılar!
*Cumhuriyetin Savcısını, Adliye binasında koruyamadılar!
*PKK’nın taşeronu teröristler, Kandil’in emriyle, Adliye Sarayında,
Türk Milletinin gözü önünde Cumhuriyetin Savcısını katlettiler!
*Cumhur’un Başı, Cumhuriyetin Savcısının ölümüyle sonuçlanan operasyonda görev alan Polisleri “TEBRİK ETTİ.”

Bunlar iyi günlerimiz, korku arttıkça zulüm de artacaktır, ta ki yıkılana kadar…

Sağlık ve başarı dileklerimle 01 Nisan 2015

========================================

Dostlar,

Yeryüzünün bütün laneti, güzelim ülkemizi bu sefil – rezil durumlara düşürenlere olsun!

Sevgi ve saygı ile.
01.04.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Prof.Dr. Erdoğan TEZİÇ : USULÜN SAPTIRILMASI; TORBA KANUN


USULÜN SAPTIRILMASI : TORBA KANUN

  • Kanun türü hukuki işlemin hazırlanışının temel özelliği,
    bütün aşamalarının şeffaf ve aleni olmasıdır:
    Gizlisi saklısı söz konusu olmamalıdır.
    Kamu yararı amacı ile yapılıp yapılmadığının göstergesidir aleniyet.
    Demokrasi aynı zamanda katılma, hoşgörü, hürriyet ve muhalefet demektir.

Prof. Dr. ERDOĞAN TEZİÇ
Anayasa Hukukçusu
Cumhuriyet, 31.12.14

Birbirinden farklı konuları düzenleyen kanunlarda veya kanun hükmünde kararnamelerde
değişiklik yapılmasını öngören kanuna, günlük dilde “torba kanun” deniyor.

Bu tür kanunun konu unsuru 1’den çoktur: Bir tür konular terkibidir (bileşimidir) torba kanun.
Son yıllarda yürürlüğe giren torba kanunlara çarpıcı bir misal olarak 10.9.2014 tarih ve
6552 sayılı “İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun” (R.G. 11.9.2014 mükerrer sayı 29116) gösterilebilir.

Bu kanun, 145 madde ve 3 geçici maddesiyle, metne eklenen 9 listede, kamu kurumları ile
bazı üniversiteler için ihdas edilen kadroları da içermektedir. Bu açıdan, öncelikle
“torba kanunların” yapılış amacından konuya yaklaşmak isabetli olacaktır.

Hukuki açıdan, bütün kamusal işlemler (kanun-tüzük-yönetmelik ve idari düzenleyici işlemler) kişisel ve siyasi amaçlarla yapılmamalıdır. Kanunların amacı kamu yararını gerçekleştirmektir. Kamu yararı, kısaca, belli kişilerin veya siyasi grupların çıkarlarını değil,
genel yararı sağlamak olmalıdır. 

TBMM’deki çoğunluğun, kamu yararını gerçekleştirmek için değişik yolları benimsemesi kuşkusuz siyasi bir tercihtir; bu hususta takdir yetkisi kanun koyucuya ait olup Anayasa Mahkemesi’nin yargısal denetimine girmemelidir. Ancak kanun koyucu kişisel ve saklı bir amaç güttüğü durumlarda, Anayasa Mahkemesi’ne göre (K: 1963/243-1967/20-1978/50)
kamu yararı dışında başka bir amaca ulaşmak için düzenleme yaparsa, ortada teknik anlamda bir “yetki saptırmasından” söz edilir.

Meclis’in geleneksel kanun yapma usullerini çiğnemesi de hukuk devleti anlayışı ile bağdaşmamaktadır. Zira kanun koyma usulü “şekil”den farklıdır.

Şekil, işlemin maddi varlığıdır.
Yeter sayı ile oylanması, yazılı olması, Resmi Gazete’de yayımlanması gibi.

Anayasamıza göre “Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı” hususu ile sınırlıdır (m. 148/2).

Usul
 ise işlemin yapılma sürecidir; şekilden önceki aşamadır.

Teklif, komisyon incelemesi, genel kurulda müzakere gibi. Mesela anayasamıza göre (m. 162/2) Bütçe Kanunu tasarıları, 40 üyeli bir komisyonda görüşülür ve bunun 25 üyesi iktidar grubundan, 15 üyesi de parti gruplarının ve bağımsızların oranlarına göre temsil edilmeleriyle oluşur. Anayasanın öngördüğü Bütçe Komisyonu’nda görüşülmeden kabul edilecek bir
Bütçe Kanunu’nun, Anayasa Mahkemesi’nde şekil açısından değil ancak usulün saptırılmasına dayanılarak iptali sağlanabilir.

Usul saptırması
, aslında yetki saptırmasının bir türü olup iktidarın, kamu yararını gerçekleştirmek için sahip olduğu yasal bir usulü, içinde bulunduğu durumda, daha kolaylıkla gerçekleştireceğini tasarlayarak amacına başka bir usulle ulaşabilmesidir (Rivero J./Waline J., Droit Administratif, Paris 2003, s. 248).

Ayrıca bir kanunda yapılan değişiklikler, metnin bütünüyle hiç ilgisi olmayan hükümler içeriyorsa bu hususta bir usul bozukluğundan (vice de procédure) da söz edilir (Cohedet M. Anne, Droit Constitutionnel, Paris 2013, s. 614 – Aynı yönde Rousseau D., Droit du contentieux constitutionnel, Paris 2013, s. 141).

Torba kanun uygulamasında, konu bakımından birbirleriyle hiç ilgisi olmayan 1’den çok kanunda değişiklikler yapılabilmekte (AS: yeni düzenleme de getirilmekte!), bu da
Anayasa Mahkemesi kararlarında (K: 2009/69-K:2010/32) hukuk devletinin tanımında ifadesini bulan “yasal belirlilik” ilkesiyle bağdaşmamaktadır.

Oysa torba kanunla, üstelik çok farklı konularda farklı değişiklikler yapılmakta (AS: yeni düzenleme de getirilmekte!), bu değişiklikler yumağı içinde, ilgili oldukları kanunları tespit edip yerli yerine oturtmak hayli zorlaştığı gibi; “ilgili mevzuata ulaşım kolaylığı ortadan kalkmaktadır.”  (Torba kanun uygulamasının sakıncalarıyla ilgili isabetli değerlendirme için bkz. Serdar Hoş“Yok Kanun, Yap Kanun, Torba Kanun”, Cumhuriyet, Bilim Teknik eki,
25 Nisan 2014, sayı 1414). 

Torba kanunlarda yaygın olan uygulama, bunların Meclis gündemine hükümet tasarısı olarak değil, bazı milletvekillerinin “teklifi” olarak gelmesidir. Bu teklifler nasıl hazırlanıyor?
Farklı konulardaki pek çok değişiklik kimler tarafından düzenleniyor ve “torbaya” sonradan ilaveler yapılıyor mu? Çıkar çevreleri, baskı grubu olarak torba kanun tekliflerinin verilmesinde nasıl çalışıyorlar?

Kanun türü hukuki işlemin hazırlanışının temel özelliği, bütün aşamalarının şeffaf ve aleni olmasıdır: Gizlisi saklısı söz konusu olmamalıdır.

Kamu yararı amacı ile yapılıp yapılmadığının göstergesidir aleniyet.
Aslında torba kanun süreçleri iktisadi, içtimai ve hukuki boyutları ile genişliğine ve derinliğine (arîz ve amik) araştırılabilmelidir.

Anayasa Mahkemesi’nde de, açılacak dava üzerine, hukuki açıdan usul ve esas yönleriyle
bir bütün olarak denetlenebilmelidir.

Anayasa Mahkemesi’nin, anayasa yargılamasının bulunduğu bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi, sahip olduğu içtihat yaratma kudreti ile torba kanun uygulamasını sonlandırması isabetli olacaktır.

Anayasa Mahkemesi hukuk düzenimizde istisnai bir mahkeme değildir.
Görev ve yetkileri sürekli olup, pek çok uyuşmazlığın yargılama yeridir.

1961’de olduğu gibi, 1982 düzenlemesinde de kurucular, Anayasa Mahkemesi’ni anayasa yargısı alanında genel yetkili bir mahkeme olarak öngörmediler. Çünkü kanun ve içtüzük adını taşımayan karar” ve “milletlerarası anlaşmalar” Anayasal yargı denetimi dışında bırakılmıştır.

Gerçi Anayasa Mahkemesi, daha ilk yıllarında, bir metnin şu veya bu nitelikte adlandırılması ile bağlı olmadığını (K: 1966/46) belirterek bu tutumunu sonraki kararlarında da devam ettirmiştir. Ancak, gene de Meclis kararları ve milletlerarası anlaşmalarla hak ve hürriyetlerin
ihlal edilmesi mümkündür.

Anayasaya göre (m. 129) hazırlanan kalkınma planları TBMM’de kabul edildikten sonra bir kararla yayımlanmaktadır. Genel ve nesnel nitelikte bir işlem olan kalkınma planları,
kişilerin uymaları gereken esaslara da yer vermektedir. Kanun koyucu, Anayasa Mahkemesi’nin denetiminden sıyrılmak amacıyla, kalkınma planı ile temel hak ve hürriyetleri sınırlayabilecek olursa, bunun hukuki adı usulün saptırılmasıdır.”

Hukuk devletinde bu tür düzenlemelerin denetimsiz bırakılması düşünülemez.

Demokratik bir toplumun varlığını sürdürebilmesi, insan haklarının etkili bir biçimde kullanılabilmesi ile mümkündür.

Demokratik liberal hayat, yalnızca yasama meclisindeki çoğunluğun siyasi tercihlerine dayandırılamaz.

Demokrasi aynı zamanda katılma, hoşgörü, hürriyet ve muhalefet demektir.

Meclis çoğunluğunun geçici kaprislerini, hoşgörüden uzak tutumlarını önleyebilmede, kamuoyundan gelebilecek direnme ve tepkilerin yanı sıra, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlerin tarafsızlığı esaslarına göre kurulacak, başta  olmak üzere,
mahkemelerin hukuki denetimi de vazgeçilemeyecek çok önemli bir güvencedir.

==================================

Dostlar,

Ülkemizin yetiştirdiği üstün nitelikli hukukçulardan Anayasa hukuku hocası
Sayın Prof. Dr. Erdoğan Teziç, 80’e yaklaşan yaşına karşın, berrak bir zihinle
TV programlarına katılıyor, çok nitelikli katkılar veriyor, yazılar yazıyor..
Hatta ANAYASA HUKUKU adlı temel kitabının geçen yıl yeni basımını yaptı.

Sayın Teziç’in uyarılarını dinlemekte çok büyük yarar vardır.
Özellikle AKP iktidarı çevrelerinin buna çok ama çok gereksinimi vardır.

AKP, hedeflerine erişmek için hiçbir engel tanımıyor. 
Hukuk devletini ve ülkemizi ciddi biçimde tahrip ediyor.
Bu eylemlerin faturası ülkemize de öznelerine de ağır olmaktadır, olacaktır.

*****

TORBA YASA tam bir hukuksal yozlaştırmadır, AKP uydurmasıdır.
Modern hukuk düzenlerinde yeri yoktur.
Hukuk 1. sınıf öğrencisi bile bu sorun hakkında doyurucu bilgi sahibidir.
Teziç hoca sorunu Anayasaya aykırı görerek, Anayasa Mahemesi’ni içtihat yaratma yetkisini kullanarak sorunu çözmeye çağırmaktadır.

Çağrının AKP hükümetine yapılmaması düşündürücüdür.

Ayrıca AKP bir de “Temel Yasa” dayatması ile Yasama’nın yetkilerini yozlaştırma – daraltma eylemi içindedir. Dilediği yasa önerisini – tasarısını (Anayasa md. 87 ve 88) sözde “temel yasa” olarak yaftalamakta ve TBMM’de maddeler teker teker değil blok halinde oylanmaktadır.

Kabul edilemeyecek ve sürüdürülemeyecek bir eylemdir.

*****

3. olarak AKP iktidarı, Yasa (kanun) Gücünde (Hükmünde) Kararname (YGK) olanağını da hoyratça yozlaştırmıştır. TBMM’nin ancak süre ve konu bakımından sınırlandırarak,
TBMM açık değilken, ivedi durumlarda Yürütme’ye yaptığı ayrıksı (istisnai) “yetki devrini” genişleterek ve Yasama yetkisini gasp ederek rutin olarak kullanmaktadır.
Bu YGK’lerin TBMM’ye derhal sevki ve ivedilikle görüşülmesi kuralı da çiğnenmektrdir.
Güçler ayrılığı ayaklar altındadır.
Bu bir darbedir ve anayasal düzeni fiilen ortadan kaldırma suçudur.
Karşılığı da Türk Ceza Yasasında “vatana ihanet” olarak tanımlanmıştır.

2 Kasım 2011 akşamı çıkartılan 35 YGK unutulamayacak bir anayasa ihlali örneğidir.
TBMM açıktır ve 35 YGK’nin toptancı olarak Hükümet tarafından RG’de o gece yayımlanarak yürürlüğe sokulması, hukık devletini özünden tahrip eden fiili bir saldırıdır, suçtur!

Bunların da durdurulması gerekir..

Teziç hocamızın bu 2 sorunu da kamuya açık makalelleri ile işlemesini dileriz.

Sevgi ve saygı ile,
03.01.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

6331 Sayılı İş Sağlığı Güvenliği Yasası’nın Eleştirisi



Dostlar,

Çok kıdemli ve değerli, birikimli, Ege Tıp Fakültesinden mezun olduğu 1980’den
bu yana 34 -35 yılını İşçi Sağlığı’na adayan meslektaşımız Dr. Mahmut Yaman,
ricamız üzerine aşağıdaki yazısını kaleme aldı.

6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası, yürürlük aldığı 30 Haziran 2012’den bu yana ülkemiz gündeminde. Biz alanın profesyonellerinin ana gündem maddelerinden biri.

Dr. Yaman, 6331 sayılı bu yasanın içeriden biri olarak irdelemesini yapıyor,
yol gösteriyor bilimsek nesnelikle.

Teşekkür borçluyuz O’na..

Sevgi ve saygıyla
04.8.2014, Pertek / Tunceli

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

=============================================

6331 Sayılı İSG Yasası’nın Eleştirisi


Dr. Mahmut Yaman
İşyeri hekimi
24.7.14, İstanbul 

Çalışma ortamındaki sağlığı olumsuz etkileyen sağlık zararlıları nedeniyle çalışanlar meslek hastalıklarına yakalanmaktadırlar. Çalışma ortamındaki öbür olumsuzluklar da
iş kazalarına neden olmaktadır.

  • Ülkemiz iş kazaları bakımından dünya sıralamasında sondan 3. ve Avrupa ülkeleri içinde de 1. sırada yer almaktadır.

Çalışan her 1000 kişiden 4-12’sinde istatistiksel olarak meslek hastalığı görülmesi
söz konusudur. Ancak resmi olarak kayıtlara her yıl 400-600 arasında değişen sayıda meslek hastalığı girebilmektedir.

İş kazaları dünden bugüne artarak sürmektedir. İş kazaları ve bu kazalara bağlı ölümler aşağıda Tablo-1’de verilmiştir.

Tablo – 1: İş kazaları ve ölümler (SGK)
YIL İŞ KAZASI ÖLÜM % ÖLÜMLER
1996 97631 1492 1,53
1997 98318 1473 1,50
1998 91895 1252 1,36
1999 77955 1333 1,71
2000 74847 1173 1,57
2001 72367 1008 1,39
2002 72344 878 1,21
2003 76668 811 1,06
2004 83830 843 1,01
2005 73923 1096 1,48
2006 79027 1601 2,03
2007 80602 1044 1,30
2008 72963 866 1,19
2009 64316 1171 1,82
2010 62903 1444 2,30
2011 69227 1700 2,46
2012 74871 744 0.99
2013 ?? 1235             —

Gerek iş kazaları ve gerekse de meslek hastalıklarını önleyebilmek adına dünyada arayışlar ve çalışmalar sürmektedir. Ülkemizde de bu konuda çalışmalar yapılmaktadır. Ülkemiz çalışma yaşamında birbirinden farklı üç ayrı sektör söz konusudur. Bunlar;

  • Kamu Sektörü
  • Özel Sektör
  • Kendi nam ve hesabına çalışanlar

Bu üç sektörün kendine özel yasaları vardır. 2013 başından başlayarak çalışma yaşamında bu üç sektör açısından İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG) konularını kapsayan “çatı yasa”mız yürürlüğe girdi. Yasanın bu biçimde çıkmasında 155 ve 161 sayılı ILO Sözleşmeleri etkili olmuştur. Her iki Sözleşme de (AS: Convention) Anayasamızın 90. maddesi gereğince artık Ulusal Yasa durumuna dönmüştür. Ancak söz konusu yasa kendi içinde birtakım eksikler ve çelişkiler barındırmaktadır. Yeterince tartışılmadan, ilgili toplumsal yanların görüşleri de yeterince alınmadan bu yasa çıkartıldı.
Bu bakımdan gelinen noktada başarılı olduğumuz söylenemez.

İş kazaları ve meslek hastalıklarını en az düzeye indirebilmek adına çıkartılan
6331 sayılı İSG Yasası ne gibi sorunlar içeriyor, eksikleri nelerdir gibi sorulara yanıt bulmamız gerekir. Yasanın eleştirisine geçmeden önce aşağıdaki tabloları incelemekte yarar var.

Tablo – 2: İş kazalarının işyerinde çalışan sigortalı sayısına göre dağılımı (SGK).
ÇALIŞAN Sayısı 2005 2006 2007 2008 2009 Toplam Oran %
1-49 46342 48133 49549 44175 40671 228870 61,7
50-99 6343 6582 6402 5784 5697 30808 8,3
100-199 6818 7909 8068 6828 5466 35089 9,5
200-249 2001 2243 2678 2133 1552 10608 2,9
250-499 5618 6307 6400 5849 4437 28611 7,7
500-1000 3075 4333 3867 3736 2823 16934 4,6
1000< 3726 4420 3638 4458 3669 19911 5,3
Toplam 73923 79027 80602 72963 64316 370831 100.0

Tablodan da anlaşılacağı üzere iş kazalarının neredeyse üçte ikisi 49 ve daha az çalışanı olan işyerlerinde meydana geldiği görülmektedir.

Şimdi de Tablo-3’ü inceleyelim :

Tablo – 3: İşyerleri ve çalışanları % dağılımı sigortalı çalışanlar (2008 yılı – SGK).
Çalışan sigortalı sayısı Bütün İşyerleri içindeki
% Dağılımı
Bütün sigortalılar içinde Çalışanların % dağılımı
1 – 9 %85,4 %29,1
10 – 49 %12,7 %32,9
50 – 249 %1,6 %21,8

Tablodan da görüldüğü gibi çalışanların %62 gibi büyük bir oranı 49 ve daha az personeli olan küçük işyerlerinde istihdam edilmektedir.

Şimdi 6331 sayılı Yasanın olumlu yanlarına bakalım:

  • İşyerlerinde çalışan ve çalıştıran arasında İSG konularında işbirliği yapılması
  • İşverenin İSG konularında her türlü önlemi alması, araç ve gereci noksansız bulundurması
  • İşverenlerin yeni teknolojiyi izlemesi ve uygulaması
  • Çalışan ve çalıştıranların birbirlerini İSG konularında bilgilendirmesi ve görüş alınması
  • İşyerlerinde risk analizlerinin yapılması
  • İşyerlerinde acil durum planlarının yapılması
  • İşyerlerinde çalışma ortamı gözetimi yapılması
  • Çalışanlar için sağlık gözetimi yapılması

Öncelikli olarak sayılabilir.

İşveren yukarıdaki uygulamaları nasıl yapacak?

Ya işyerinde kendisi bir “İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimi” kuracak veya ticaret mevzuatına uygun olarak kurulmuş olan “Ortak İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri” üzerinden hizmet satın alacak. Kendisinin bu birimi kurması için tam süreli olarak
İşyeri Hekimi ve İş Güvenliği Uzmanı istihdam ediyor olmalıdır. Bunun da koşulu işyerinin tehlike sınıfına göre olmak üzere;

  • 1000 çalışanı olan çok tehlikeli işyeri
  • 1500 çalışanı olan tehlikeli işyeri
  • 2000 çalışanı olan az tehlikeli işyeri

Sınıfında olmak gerekir. Başka bir deyişle, Ülkemizdeki işyerlerinin %0,3 gibi çok az bir bölümü için kendi bünyesinde böyle bir birim kurması gerekir. Geri kalan ve neredeyse işyerlerinin tümüne yakın kesimi İSG hizmetlerini yasanın 6. maddesi uyarınca
“Ortak İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimleri” üzerinden alabilir. 6. maddeyi dikkatli incelediğimizde; İşveren isterse ilgili İSG personelini istihdam edebilir.

Şimdi de 2 Ağustos 2013 Cuma günü 28726 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan
“Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair (6495 sayılı) Kanun” içinde yer alan 56. madde ile 6331 sayılı İSG Yasası 6. ve 7. maddelerin yürürlük tarihi ötelenmiştir.

MADDE 56 – 6331 sayılı Kanunun 38 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“a) 6 ve 7. maddeleri;

1) 4857 sayılı İş Kanununun mülga 81 inci maddesi kapsamında çalışanlar dışında kamu kurumları ile 50’den az çalışanı olan ve az tehlikeli sınıfta yer alan işyerleri için 1.7.2016 tarihinde,

2) 50’den az çalışanı olan tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işyerleri için 1.1.2014 tarihinde,

3) Diğer işyerleri için yayımı tarihinden itibaren altı ay sonra,”

İşverenler hem çalışanın sağlık ve güvenliğini korumak için gerekeni yapacak, hem de bu hizmetin sunulmasının koşullarını belirleyen 6. maddenin yürürlük tarihi sürekli ötelenecek… Bu sonucu yukarıda verilen tablolardaki sayılarla ilişkilendirdiğimizde fazlaca yoruma gerek kalmadığı apaçık ortadadır.

6331 sayılı yasanın öbür çelişkileri

İşyerleri tam süreli olarak İşyeri Hekimi çalıştırmak zorunda ise 6. maddenin 3. fıkrası gereğince yardımcı sağlık personeli istihdamına gerek yoktur! Bu durumda işyeri hekimi “Süpermen” (AS: veya “Super lady”!) olsa elinden bir şey gelmez.

Yasanın 15. maddesi gereğince sağlık gözetimi yapılması gerekir. İşe girişlerde ve çalışma yaşamı boyunca sağlık gözetiminin bir parçası olarak sağlık muayenelerinin yapılması gerekir. Özellikle de işe girişlerde 15. maddenin 2. fıkrası gereği, “..tehlikeli ve çok tehlikeli sınıflarda yer alan işyerlerinde işe giriş sağlık raporu olmadan işe başlatılamaz..” demektedir. 15. maddenin 3. fıkrasında da söz konusu sağlık raporlarının “İşyeri Sağlık ve Güvenlik Birimi” veya hizmet alınan “Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimi” bünyesindeki işyeri hekimince verilebileceği hüküm altına alınmıştır.

Yasa, bütün sektörleri kapsayacak biçimde çıkartılmıştır (!). 30. maddesi gereğince de değişiklik yönetmeliklerin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca çıkartılabileceği hüküm altına alınmıştır. Bugüne dek çıkarılan yönetmelikleri incelediğimizde YALNIZCA ÖZEL SEKTÖR dikkate alınarak düzenleme yapıldığı görülmektedir.
Kamu kurumları için hiçbir düzenleme yapılmamaktadır.

5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası 12. mad. ve ayrıca 4857 sayılı İş Yasası 2. maddesinde işveren ve işveren vekili tanımı yapılmıştır. Bu maddeleri incelediğimizde karşımıza büyük bir sorun çıkmaktadır; Kamu sektöründe çalıştıran, bir başka deyişle işveren kimdir?

İşçi / çalışan kimdir? Soruları net olarak yanıt bulamamaktadır. Tam bir karmaşa vardır.
Bu karmaşayı somut soru örnekleriyle açıklamakta yarar var :

  • Belediyelerde işveren kimdir
  • Üniversitelerde işveren kimdir

o  Rektör mü, fakülte dekanları mı yoksa kürsü başkanları mı?
o  Yüksekokul müdürleri mi?

Yukarıdaki sorulara yenilerini de eklemek olanaklıdır. Ama hiçbirinin yanıtını ne 6331 sayılı yasa içinde ne de bağlı yönetmeliklerde görebilirsiniz!

Yasanın boşlukları (sorunları) kuşkusuz bunlarla sınırlı değil, başka sorunlar da var :

  • Bankalar, mağazalar zinciri vb. çeşitli yerleşim birimlerinde şubeleri olan işyerleri merkezi bir İSG organizasyonu yapamaz. Bulunduğu il sınırları içindeki veya komşu ildeki bir “Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimi” üzerinden hizmet almak zorundadır.
  • Ülkemizde etkinlik gösteren uluslararası firmalar kendi merkezi İSG uygulamalarını yapamazlar. Kimi uluslararası firmalar az sayıda personel ile değişik kentlerde şubeler açabilir. Bunlar da bulunduğu il sınırları içindeki veya komşu ildeki bir “Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimi” üzerinden hizmet almak zorundadır.
  • Alışveriş merkezleri… AVM diye bilinen bu işyerleri çok az personel çalıştıran çok sayıda işyerinden oluşmaktadır. Birlikte bir “Sağlık ve Güvenlik Birimi” kuramazlar. Her biri bağımsız olarak bulunduğu il sınırları içindeki veya komşu ildeki bir “Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimi” üzerinden hizmet almak zorundadır.

Şimdi temel soru şudur :

“Ortak Sağlık ve Güvenlik Birimleri” için hizmet standardı var mıdır?

Yanıt; yoktur.

Buraya dek 6331 sayılı yasada gözden kaçan eksikleri ve hataları incelemeye çalıştık.
Umutsuzluğa gerek yoktur. Eğer İSG alanında taraf olan bütün birimler bir araya gelerek
“En kötü senaryo” dahil bütün olasılıkları tartışarak 6331 sayılı yasanın güncellenmesi sağlanabilirse, Dünya sıralamasında hızla yukarı çıkabiliriz.

Bunun yapılabilmesi de kanımca “Hukuk Devleti” olmaktan geçer.

‘İş güvenliği eğitimi bir günlük’.. Denetlemeler göstermelik..


‘İş güvenliği eğitimi bir günlük’.. Denetlemeler göstermelik..

İş Teftiş Kurulu Başkanlığı, çalışmalarını ve denetimlerini aklayıp topu işverene atarken, Soma’da özellikle katliamdan sağ çıkan işçilerin açıklamaları ise aksi yöndeydi.

Soma’da katliamın yaşandığı madende 2,5 yıldan bu yana makine ustası olarak çalışan ve arkadaşları ile akrabalarını defneden Engin Dağlı, Sendika.Org’a verdiği röportajda iş güvenliği eğitimleri ve denetimleri hakkında da konuşmuştu.

Madende iş güvenliği uzmanları olduğunu ama 2,5 yıl önce işe girdiğinde yalnızca
1 (bir) gün eğitim aldığını söyleyen Dağlı, bir sonraki eğitimin 1,5 yıl sonra yapıldığını aktarmıştı. Dağlı, eğitimlerin göstermelik yapıldığını, gidip imza attıktan sonra eğitimi almış göründüğünü belirtti.

Adı ‘denetleme’: 200 m gidip geliyorlar, en çok  1 (bir) saat duruyorlar

Dağlı, madendeki denetlemeler ile ilgili ise şöyle konuşmuştu:

Denetlemeler düzenli oluyordu ancak muhtemelen denetleme için gelecekler şirketi arayıp haber veriyordu. Çünkü denetlemeden önce şirket yetkilileri madene gelerek bize çevreyi temizlememizi söylüyorlardı. Yerlerdeki suları kurutmamızı söylüyorlardı. Denetlemeye gelenler de en çok 1 saat duruyor, 1.5 km içeriye giriyor. Zaten üstünkörü yapılan denetlemelerde patronlar, denetçileri galerilerden (madenin içindeki bölümlerden her biri)
en düzgün olanına götürüyor.

Bir dönem madende çalıştıktan sonra işten ayrılan inşaat işçisi 26 yaşındaki
Erdem Efe de hiçbir şeyin dışarıdan göründüğü gibi olmadığını söylemiş ve eklemişti:

Denetim için gelenler yalnızca ana koridorda 200-300 m gidip, geri döndükleri gibi, denetim yapılacağı da iki hafta önceden biliniyordu. Denetçiler işçilerin çalıştıkları galeri ve bacalara kesinlikle girmiyorlar. Orada yaşama ve çalışma şartlarını bilmiyorlar. Acımız tabii ki çok büyük ama bu tür facialar hiçbir zaman nedensiz olmuyor.

Sendika.Org, 18.5.14

============================================

Dostlar,

Sendika.Org‘da yer alan kısa alıntılar yukarıda yalın gerçeği yansıtıyor.

Bakalım mevzuat ne diyor ??
(2003 tarih ve 4857 sayılı İş Yasası)

İşverenlerin ve işçilerin yükümlülükleri : İş Yasası md. 77 :

  • “İşverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için
    – gerekli her türlü önlemi almak,
    – araç ve gereçleri noksansız bulundurmak,
    – işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymak la yükümlüdür.
  • İşverenler işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek, işçileri karşı karşıya bulundukları mesleksel riskler, alınması gerekli önlemler, yasal hak ve  sorumlulukları konusunda bilgilendirmek ve
    gerekli iş sağlığı – güvenliği (İSG) eğitimini vermek zorundadır.

Bu madde kapsamında “yaşam odası” nın yeraltı madenlerinde “zorunlu” olmadığı
ya da bu konuda mevzuatımızda bir düzenleme olmadığını savlamak olanaklı mıdır?

İSG Yasası (2012 tarih ve 6331 sayılı İş Güvenliği Yasası) md. 4 de benzer içerikli :

  • “Çalışanların iş sağlığı ve güvenliği alanındaki yükümlülükleri,
    işverenin sorumluluklarını etkilemez.

Bu maddenin hukuksal anlamı, işverenin “kusursuz sorumluluk” ile yüklendiğidir.
İşveren örneğin kişisel koruyucu donanımı sağlamakla kalmayacak,
işçi tarafından kullanımını da sağlayacaktır. Bu hususu izleyecek, denetleyecek,
bu donanımı kullanmayan işçiyi tutanakla uyaracak, olmadı gündeliğini kesecek,
olmadı… çalıştırmayacaktır. Olumsuz sonuç doğarsa, işveren kendisini bu bağlamda savunamayacak, özür – gerekçe ileri süremeyecek ve her durumda işçiyle birlikte zincirleme (müteselsilen) sorumlu tutulacaktır.

  • İSG Yasası md. 4(1) : (İşverenin sorumluluklarıd) Yeterli bilgi ve talimat verilenler dışındaki çalışanların yaşamsal ve
    özel tehlike bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri alır.
  • İş Sağlığı Güvenliği Yasası, çalışanların kapsamlı ve sürekli İSG eğitimini
    zorunlu kılıyor.

Daha pek çok net düzenleme İSG (İş Sağlığı Güvenliği) Yasasında yapılmış ancak her nasılsa yaşama geçiril(e)miyor..

Mevzuat, içerik olarak yeterli ama; eğitim – denetim – yaptırım eksikliği nedeniyle
etkin uygulanamıyor. Bu 3’lünün uyumu zorunlu.

Türkiye bu iklimi nasıl ve ne zaman yakalayabilecek??
% 99’u Müslüman olarak tanımlanan, zorunlu din derslerinin çoook uzun onyıllardır sürdürüldüğü bir ülkede insanların nasıl  ahlaklı – erdemli kılınacağı
çok temel ve yakıcı bir sorun..

Geçelim hukuk devletini, hiç olmazsa yasa devleti olabilsek..

Sevgi ve saygıyla
19.5.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

ER MEKTUBU, EMPATİ = BİRBİRİNİ YAŞAMA ve FETHİYESPOR’a Şükran!

Dostlar,

Meslektaşımız, Radyoloji Uzmanı Dr. Taner Özek‘ten gelen bir çizimi (karikatürü) paylaşalım..

Kompozisyonun adı : ER MEKTUBU

Sanatın gücünü ve Dr. Özek’in yeteneğini ve emeğini selamlayarak..
10. Havuz

Biz de Türkiye’den bir başka insan duyarlığını bir fotoğrafla yansıtmak istiyoruz..

danatasiyankadin2 annenin dayanışması desek nasıl olur??

Öbür yanda ise, TSK’nın 1 numaralı komutanı, “basit” bir emirle
kimi komutanlara Orduevi vb. yasağı getirebiliyor.

Gerçekten gücün – erkin varsa,

  • TSK’ya karşı oynanan alçak asimetrik oyunu boz..
  • Yıllardır tutsak alınan namuslu – yurtsever silah arkadaşlarına sahip çık..

Büyük olasılıkla yargıdan dönecek, hukuk devleti isek,
dönmesi gereken 2 satırlık bir yazılı idari işleme imza koymak değildir babayiğite yakışan!

İnsan olmanın en temel koşullarından biri EMPATİ = DUYGUDAŞLIK – DİĞERGAM / DİĞERKAM OLMAK – ÖZDEŞİM… ya da en etkili anlatımla,
büyük ozan Fazıl Hüsnü Dağlarca‘nın usta nitelemesiyle “BİRBİRİNİ YAŞAMAK” tır..

Yeni doğum yapan ineğin bebek yavrusunu sepete koyup sırtında taşıyan
“İNSAN” Anadolu kadınının, bebek dananın annesiyle kurduğu
özdeşimi = birbirini yaşamayı algılayabiliyor musunuz??

Yüreğinizde fırtınalar esmiyor mu??

Size en yetenekli psikiyatristten bile yarar yok o halde..<

Titreyip kendinize gelmeyi “denemenizi” önerebileceğiz yalnızca..
Sonuç hakkında hiçbir öngörümüz yok..
Ama insandan umut kesilmez..
Yine de deneyin..
Bakarsınız, ağır çevresel koşullarla baskılanan kalıtımınızdaki kimi insansı ögeler
yeniden çiçeğe durur, kim bilir??

Haydi deneyin..

  • EMPATİ = DUYGUDAŞLIK öğrenilebilir bir erdemdir..

Bir de Fethiyespor’a şükran ve tam bir destek ve dayanışma ile :

Fethiyespor_BASOGRETMEN_ATATURK

Fethiyespor_YUCE_ATATURK

Sevgi ve saygı ile.
8.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

İNSAN-HUKUK DEVLETİ-EKONOMİ

 

İNSAN-HUKUK DEVLETİ-EKONOMİ

portresi3

Rifat SERDAROGLU

Sosyal Devlet ilkesini gerçek anlamda uygulayan ülkelerde, ekonomi insan içindir. Eğer bir ekonomi yönetimi ülke insanının yaşamını kolaylaştırıyor, zor gününde
ona sahip çıkıyor ve genel ekonomiyi de dengeli götürebiliyorsa “başarılı” olarak
kabul edilir.

Eğer genel ekonominin iyi gittiği, ülkenin büyüdüğü söyleniyor fakat o ülke insanları
her gün yoksullaşıyor ve “kamu hizmeti” vermesi gereken devlet kurumları tarafından soyuluyorlarsa, orada ters giden bir şeyler var demektir.

Örnek vermek gerekirse;

Kaynağında “İnsan” olan ekonomilerde Sanayi o ekonominin kalbi ise,
bankalar da vücuda kan taşıyan damarlardır. İkisinden de vazgeçilmez,
ikisi de değerlidir. Ama bu ilişkide duyarlı denge, ekonomiyi yönetenler tarafından
çok dikkatle korunmalıdır.

İstanbul Sanayi Odası, 500 Büyük Sanayi Kuruluşu ile bilgileri yayınladı.
2012 yılında 500 Büyük Sanayi Kuruluşunun toplam kârı: 24,1 milyar TL olarak gerçekleşti. Buna karşın sayıları 49 olan Bankaların 2012 toplam kârı ise:
23,6 milyar TL olarak açıklandı!

Rakamlar dikkatle incelenirse, 1 Bankanın kârı neredeyse 10 Büyük Sanayi Kuruluşunun kârına eşit hale geldiği görülebilir. Bu doğru bir tercih değildir. Denge Sanayi kuruluşlarının aleyhine bozulmuştur. Bir ülkede sanayiciyi, mevcut tesislerini yenileyemez ve yeni yatırım yapamaz hale getirirseniz, ekonominin kalbi teklemeye başlar. Yatırım yapamıyorsanız, istihdam sağlayamazsınız, ihracatınızı artıramazsınız. Sanayiniz rekabet edemez hale gelir ve dış pazarlarınızı kaybedersiniz.

Bir de, ekonominizin gelişmesini, ülke zenginliğinin artmasını ve insanlarınızın bu zenginlikten pay almasını istiyorsanız, içteki ve dıştaki yatırımcılara, ülkenizde
Hukuk Devleti ilkesinin tüm kurum ve kurallarıyla uygulandığını inandırmak zorundasınız.

Bu ülkeye yatırım amacıyla gelmek isteyenler, haklı olarak yatırımlarının
“Uluslararası Tahkim ve Hukuki Güvence” altında olduğuna inanmak isterler.
11 yıllık tek başına iktidarlarının sonuna yaklaşırken Başbakan Yardımcısı
Ali Babacan,

  • “Eğer Türkiye Hukuk Devleti olamazsa,
    dünyanın ilk 10 ekonomisine girmesi hayal olur.” 

diyerek Türkiye’nin Hukuk Devlet olmadığını açıklamıştır.

Daha dün AB Dışişleri Bakanları, Ergenekon-Balyoz davalarında ciddi hukuk ihlalleri yapıldığını, bu tip uygulamaların Hukuk Devletinde olamayacağını ilan etmediler mi?

Bugün ülkemizin çok önemli sanayicilerimizden bir dostum aradı ve şunları söyledi :

“1,5 yıldır bir Alman firmasıyla ortak yatırım için çalışıyorduk. Para- kredi-yatırım-ortaklık şartları dâhil her konuda anlaşmaya vardık. Biraz önce beni arayıp,
yatırım ortaklığından çekildiklerini bildirdiler. Başımdan aşağı kaynar sular döküldü.
1,5 yıllık emeğim, yaptığım masraflar, gelecek beklentilerim hepsi bir anda çökmüştü. Niçin, diye sorduğumda, bana şunu söylediler :

‘Biz para yatıracağımız ülkede güvende olmak isteriz. Sizin Başbakan Yardımcınız Türkiye’nin henüz Hukuk Devleti olmadığını söylüyor. Başbakanınız, açıkça
iş adamlarınızı tehdit ediyor ve onları batırmakla korkutuyor. Koç Grubu dünyanın saygın kuruluşlarından biridir. Bizim ekonomik danışmanımız Koç Üniversitesinde
her sene en az iki konferans verir. Koç Grubuna bunu yapan kafa, bize neler yapmaz. Şimdilik özür diliyoruz, ilerde birlikte çalışma umudumuzu korumaya devam edeceğiz’…   

Değerli Okurlar;

Dünyanın en korkak varlığı paradır.
Siz ülkenin Başbakanı olarakİ

– sıfır düzeyindeki ekonomi bilginizle,
– ortaçağdan kalma fikirlerinizle
– aklınıza her geleni söyler ve
– “Hukuk Devleti” ilkesinin olmazsa olmaz şartı Lâiklik İlkesini paspas yaparsanız,

ciddi hiçbir yatırımcı ülkenize gelmez.

Ancak, uluslararası tefeciler ülke insanını ve ülke ekonomisini soymak için gelirler, sizi bir güzel dolandırırlar ve siz tüm Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan dış borcun 3 katı borçla, el elde baş başta, kalakalırsınız.

Hiçbir şey bilmediğinizden;

  • iftardan- iftara lüks salonlara doldurulmuş bindirilmiş kıtalara veya
    Devlet memurlarına konuşmaktan başka bir şey yapamazsınız.

Türkiye’nin “Kabadayı’ya”, “Bitirim’e”, “Milli Ordusu’na düşman,
Bölücü hainlere dost” olan 1923 öncesinde kalmış particilere ihtiyacı yoktur.

Türkiye’nin gerçek Devlet Adamlarına, Vatanseverlere ihtiyacı vardır.
Demedi demeyin…

Sağlık ve başarı dileklerimle 26 Temmuz 2013

Rifat Serdaroğlu

Prof. Rennan Pekünlü Hoca’nın hapis cezası onaylandı!?

– GÜNCELLENDİ –

Dostlar,

İbret verici bir tablo ile karşı karşıyayız.

  • Artık ülkede hukukun “h” sinin bile bırakılmadığı ürkünç (vahim) bir durumdayız.

Anayasa Mahkemesi’nin açık kararına karşın fiili bir durum yaratılarak, türban yasağını uygulamak zorunda olan Prof. Rennan Pekünlü hoca mahkum edilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. 1 adım kalmıştır, aynı Yargıtay Ceza Dairesi’nden karar düzeltimi
(tashih-i karar) istemek..

Öte yandan, bu son adımın işe yaraması için akılcı bir gerekçe ortada yoktur.

  • Anayasa Mahkemesi’nin duruma el koyması gerekmektedir!

Anayasa md 153/son aynen şöyledir :

  • “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır
    ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını,
    gerçek ve tüzelkişileri bağlar.”

Bu durumda Yüksek Mahkeme genel kurulu ivedilikle toplanmalı;

– Son Balyoz davası tutuklularının anayasaya aykırı uzayan tutukluluk durumlarının sonlandırılmasına ilişkin açık iradesinin birtakım sözde biçim kurallarına (Gerekçeli kararın Resmi Gazetede yayımlanmamış olması, iptal kararı ile yasal boşluk doğmaması için ilgili mahkemeye değil TBMM’ye verilen 1 yıl sürenin kasıtlı çarpıtılarak tutukluluğun sürdürülmesi..)

– Ve son derece ibret verici olarak, Prof. Rennan Pekünlü‘nün bağlayıcı
Anayasa Mahkemesi kararlarına karşın kesinleşen hapis cezası konusunu
ACİL GÜNDEM İLE GÖRÜŞMELİDİR.

– Anayasa md. 153/son’da yer alan tüm muhataplarına bu maddenin anlamını ve gereklerini yüksek ses ve kararlılıkla hukuk devleti adına anımsatmalı
ve “her-ke-si” hukuk içine, hukuk üstünlüğüne hürmet etmeye çağırmalıdır.

– Tersine bir suskunluk, Yüksek Mahkeme’nin işlevsizleştirilmesine bilerek / bilmeyerek katılmak anlamına gelecektir. Türkiye, 27 Mayıs Devrimcilerinin armağanı,
1961 Anayasası’nın kurumlaştırdığı Anayasal Yargı Denetimi düzeninden
52 yıl sonra yoksun mu bırakılacaktır? Tüm çağdaş hukuk devletlerinde
Anayasa Mahkemesi vb. yapıda kurumlar oturmuştur ve işlevseldir.
Hukuk devletinin temel güvencelerindendir Anayasa Mahkemeleri.

Bunun hemen 1 adım sonrası, rejim bunalımına dek uzanabilecek ağır bir süreç doğurabilir.

Sayın Prof. Pekünlü’nün savunmanları da, derhal Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını kullanmalıdırlar. Çünkü gerçekte daha önceki tüm hukuk yolları tüketilmişir. Yargıtay’ın ilgili ceza dairesi ilk derece asliye ceza mahkemesinin
hapis cezası kararını onamıştır. Karar Düzeltme istemine de aynı heyet (Daire) bakacaktır ve yeni bir kanıt ileri sürme, farklı bir savunma yapma olanağı kalmadığından – söz ve yol tükendiğinden – yerleşik içtihatlar doğrultusunda farklı bir karar beklenmez. İşte tam da
bu nedenle, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru öncesi tüm hukuk yolları
özde tüketilmiştir (Anayasa md. 148-149). AİHM’nin de benzer yönde içtihatları olup,
AYM de bu ölçütleri kullanacağını belirtmiştir. Bu bakımdan, dosya, karar düzeltimi başvurusu yapılmalı ancak sonucu beklenmeden hızla AYM’ne taşınmalıdır.

Prof. Rennan Pekünlü Hoca’ya dayanışma duygularımızı sunuyoruz.
Bu saldırı nedeniyle erken emekli olarak akademik yaşama veda etmek zorunda kalması da “yeter yaptırım” (!?) olarak görülmedi hocaya.. Benzer konuda önceki cezasının varlığı da şimdikinin ertelenmesini olanaksız kılıyor.

Tek yol hapis!

TBB (Türkiye Barolar Birliği), Hukuk Fakülteleri, Türk Hukuk Kurumu
ve kamuoyunun tüm ilgili kesimlerini göreve çağırıyoruz.

“Türkiye’de laiklik tehlikededir diyemem..” tümcesinin sahibi Kemal Kılıçdaroğlu‘nu da vicdanı ve tarihsel sorumluluğu ile baş başa bırakıyoruz..

Yine Kılıçdaroğlu’nun göz kırpması değil miydi ki, Türban AİHM’nin yinelenen temyiz kararları reddi ile birlikte tüm hukuksal yollarla yasaklanmış, bir insan hakkı olduğu reddedilmiş iken fiilen üniversitelerde önünü açan?? Giderek tüm kamuda..
K. Kılıçdaroğlu bu ağır faturanın başta gelen sorumlularındandır.

**********************

Sayın Prof. Kayıhan Kantarlı’nın bize yanıtı şöyle :

Değerli Hocam,
 
Çaldığımız davullara karşın uyanmamakta kararlı olan akademisyen/aydın çoğunluğuna inat, hak ettiğiniz bir kaç saatlik uykunuzdan vazgeçerek hazırlayarak web sayfanızda yaynladığnız bu son derece anlamlı yazı ile verdiğiniz destek için teşekkürlerimi iletiyorum.
 
Tabii ki, bir de mesajda vurguladığım -bu sürece ilişkin- belgelenmiş ….. suçları ile E.Ü. rektörü, Fen Fakültesi Dekanı ve bunları teşvik eden YÖK var. Rennan Pekünlü hapse giderken …….  ve yargı önünde hesap sorulması konusunu da Pekünlü’ye uygulanan hukuksuzluğun önemli bir ayağı olarak, bu günlerde kamuoyunun gündemine oturtmak gerekiyor.Çünkü bu olayın ardında E.Ü. Rektörünün ikinci kez atanabilmek için Zaman gazetesinin de dahil olduğu ve başarıyla uygulanan  bir senaryo yatıyor. Sizi bu konuda belgelere dayalı olarak bilgiendirmek istediğim dosyayı sonraki mesajımla ileteceğim.

Tekrar teşekkürler iyi ki varsınız

Sevgi ve Sayglarmla
Kayhan Kantarlı (25.7.13)

*************************************
Bu arada Sayın Prof. Pekünlü’den de bir ileti var..
Dik duruşundan ödün yok.. Kendisini gönülden kutluyoruz..
Sayın Ahmet Saltık ve Kayhan hocam,
 
Laiklik ilkesini kollayıp gözeten davranışlarınız, duygu ve düşünceleriniz için her ikinize de çok teşekkür ediyorum. Avukatımın ifadesine göre Yargıtay kararında, “düzeltilmiş” ifadesi varmış. Ancak avukatım, “Düzeltilen şeyin ne olduğunu ancak karar yerel mahkemeye geldiğinde öğrenebileceğiz.” diyor. Ceza onandığına göre, “Düzeltilmiş” şey “laiklik ilkesi” değil! Ancak o onarımı biz yapacağız. Bu evrensel ilkenin onarımını yapmak boynumuzun borcu olacak. 

Her ikinize de sevgiler sunuyorum. (25.7.13)**********************

Bu sitede konuya ilişkin olarak daha önce yayımlanan birkaç yazıya bakılması
uygun olur..

– http://ahmetsaltik.net/prof-dr-rennan-pekunlu-ile-turban-hakkinda-soylesi/
– 
http://ahmetsaltik.net/hepimiz-rennan-pekunluyuz/
– 
http://ahmetsaltik.net/hepimiz-rennan-pekunluyuz/
– 
http://ahmetsaltik.net/okula-turbanli-giren-ogrencinin-fotografini-ceken-profesore-hapis/

Sevgi, saygı ve derin kaygı ile.
24.7.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Prof. Rennan Pekünlü Hoca’nın hapis cezası onaylandı!?

Laik Cumhuriyet Sona mı Erdi !

Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve AİHM kararları ile bunların uygulanması için YÖK ve Rektörlük tarafından verilen talimatların gereğini yaptığı için Prof. Dr. Rennan Pekünlü’ye verilen iki yıl bir aylık hapis cezası Yargıtay’da onaylandı (http://www.egedesonsoz.com/haber/Yargitay-onadi-EU-lu-profesore-turban-fisleme-hapsi/846366).

Rennan Hoca’nın fakültesinde sergilenen laiklik karşıtı tabloya (http://www.zaman.com.tr/gundem_dekandan-ozgurluk-adimi_1121125.html) karşın, kendisine verilen talimatların gereğini yerine getirmeye devam ettiği için hapse girecek olması,

  • Laik Cumhuriyet’in sona erdiğinin kanıtıdır!

Asıl yargılanması ve hapse mahkum edilmesi gereken girmesi gereken; 

  • Fakülte dekanlıklarına gönderdiği 5 Nisan 2011 tarihli gizli yazıda  “2008’de
    AKP tarafından çıkarılan fakat aynı yıl Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen
    5735 sayılı yasayı yürürlükte göstererek öğretim üyelerine yasağın uygulanmaması talimatını verip hem öğretim üyelerini hem de öğrencileri anayasa ve yargı kararlarna karşı suç işlemeye yönlendiren”
     ve arkasından Fen Fakültesi Dekanının dekanlık binası önünde türbanlı öğrencilerle Anayasa ve yargı kararlarına meydan okurcasına verdiği poza göz yuman (http://www.zaman.com.tr/gundem_dekandan-ozgurluk-adimi_1121125.html)
  • Prof. Dr. Rennan Pekünlü hakkında üniversiteden izin alınmadan açılan 2. davanın hazırlık soruşturmasında Cumhuriyet Savcısı’nın sorularına  cevaben gönderdiği 21/11/2012 tarihli  yazıda, yıllardır uygulanan ve yargı kararları gereğince  halen de uygulanması gereken türban yasağını ve buna ilişkin arşivler dolusu belgeleri bilerek yok gösterecek şekilde

1- Rektörlük tarafından Prof. Dr. Esat Rennan PEKÜNLÜ’ye konu ile ilgili bir görev verilmemiştir.

2- Üniversite yetkili kurullarınca öğrenciler hakkında türbanlı bir şekilde üniversite içine girme ya da derslere katılma yasağına yönelik alınan herhangi bir karar bulunmamaktadır.

3- Yüksek Öğretim Kurulu tarafından Üniversitemizde uygulanmak üzere konu ile ilgili bir yasaklama kararını içeren yönerge ve talimat gönderilmemiştir.

diyerek , yargıyı etkilemeye yönelik gerçek dışı bildirimde bulunup Pekünlü’yü kafasına göre yasak uydurup uygulayarak üniversitede kargaşa çıkaran kanunsuz biri olarak göstermeye çalışan;

Ege Üniversitesi Rektörüdür.

Asıl yargılanması gerekenlerden biri de EÜ rektörünün iptal edilmiş anayasa fıkrasını yürürlükte göstererek öğretim üyelerine “türban yasağı uygulanmayacak” talimatı verdiği
söz konusu gizli genelgeyle işlediği suçla ilgili olarak Üniversite Konseyleri Derneği (ÜKD) tarafından İzmir Cumhuriyet savcılığına yapılan suç duyurusuna (
http://www.milliyet.com.tr/eu-rektor-u-icin-suc-duyurusu/ege/haberdetay/13.06.2012/1552920/default.htm)
ilişkin ceza soruşturmasını bir yıldır sonuçlandırmayan YÖK Başkanıdır.

Kayhan KANTARLI
EÜ emekli öğretim üyesi
e-mail: kayhankantarli@gmail.com
Tel: (0532)-6301473
3 attachments — Download all attachments (zipped for

English (US)
GİZLİ GENELGE suç belgesi.pdf
273K   View   Download
ÜKD EGE ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ HAKKINDA SUÇ DUYURUSU.pdf
340K   View   Download
ÜKD SAVCILIK DİLEKÇESİ EÜ REKTÖRÜ HAKKINDA Suç Duyurusu (1).doc
142K   View   Download