Etiket arşivi: Gezi Parkı eylemleri

TÜSİAD’dan Gezi desteği


TÜSİAD’dan Gezi desteği

  • TÜSİAD YİK Başkanı Erkut Yücaoğlu, Gezi Parkı eylemleriyle ilgili olarak “Türkiye’de artık bu tabloların yaşanmaması lazım, bu tablolara bir son vermemiz lazım.” diyerek hükümeti eleştirdi.

TUSIAD


TÜSİAD Başkanı Muharrem Yılmaz
, TÜSİAD’ın Yüksek İstişare Konseyi toplantısında konuşma yaptı.

Yılmaz, finans piyasalarının yükselen piyasalara fon sağlayabilmelerinin ardında iki balon olduğunu söyledi.

 

“Bunlardan birincisi 2008 krizine kadar gelişmiş ülkelerde oluşan finansal balonuydu. İkincisi ise 2008 sonrasında merkez bankalarının aşırı gevşek para politikalarıyla ortaya çıkan finansal balon” diyen Yılmaz, “Her ikisinin de sürdürülemeyeceği pek açıktı. Nitekim FED‘den Haziran ayından başlayarak gelen işaretler bu ikinci dönemin bittiğine işaret ediyor.” şeklinde konuştu. Yılmaz sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bundan sonra küresel finansman kaynaklarının daha kısıtlı, daha doğru ifade etmek gerekirse, daha gerçekçi olacağı bir düzende yaşayacağız. Büyüklüğü ve
dışa açıklığıyla Türkiye, bu küresel geçiş dönemlerinden önemli ölçüde etkileniyor. Gelişmekte olan ülkelerin tarihi potansiyel büyümelerinden bahsetmek mümkün olmayacak. Çin dahil bu ülkeler, büyümeleri aşağı revize etmek durumunda kalacak.”

Orta vadede büyümenin üç formülü

Bu yıl %4’ün altında büyüme olacağını söyleyen Yılmaz, Orta ve uzun vadede %6 büyüme gerektiğini belirterek büyümenin üç formülünü verdi:

“Bunlar arasındaki en önemli politika alanı 10. Kalkınma Planı‘nda da öngörüldüğü gibi iç tasarruf oranlarının artırılması ve daha da önemlisi nasıl artırılacağı konusudur. Büyüme oranlarının sürekli olarak yarattığı cari işlemler açığı probleminin, tek kalıcı çözümü, iç tasarruf oranlarının artırılabilmesidir. Mevcut düşük iç tasarruf oranımız dikkate alındığında, bu konu Türkiye ekonomisinin en önemli meselelerinden biri olmaya devam edecektir.

Bize göre en az 3 puan artırılması gereken iç tasarruf oranı için, öncelikli reform alanları;
kayıt dışı ile mücadele,
– sosyal güvenlik modelinin güçlendirilmesi,
– sigorta sisteminin geliştirilmesi ve
– sermaye piyasası araçlarına erişimin kolaylaştırılmasıdır.

İkinci kritik reform alanı ise, çözüm sürecinin başarıya ulaşmasıdır.
Siyaset, kendisinden bekleneni yerine getirdiği sürece, iş dünyası üzerine düşeni yapacak, ülke kalkınması hızlanacak ve bölgede refah artacaktır. Bu yıl içinde, Cizre’de sunmuş olduğumuz, TÜSİAD çalışmasının da gösterdiği gibi, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin kalkınması, ekonomimize sağlayacağı katkıyla, potansiyel büyüme oranımızı 1 puan kadar artıracaktır.

Orta uzun vadeli büyümeyi, %6 seviyelerine getirecek olan 3. alan ise, arz yönlü bir dizi yapısal reformdur. Arz yönlü reform alanı aslında hepinizin aşina olduğu ve sürekli dile getirdiği bir alan: enerji sektörü reformlarından, gelir vergisi kanununa; fikri mülkiyet düzenlemelerinden, esnek işgücü uygulamalarına kadar, yaklaşık 50 maddeyi hemen sizlerle paylaşmak mümkün.”

‘Merkez Bankası’nı izleyeceğiz’

Merkez Bankası’nın politikalarına değinen Yılmaz, “Bizim Merkez Bankası’nın büyüme ve enflasyon arasında denge politikası yürüttüğünü görüyoruz. Faiz aracı kullanılmadı, kur yukarı gitti. Merkez Bankası çeşitli politika araçları kullanıyor. Bizim açımızdan bu politika aracı enflasyon hedefine ulaşıldığında yerinde olacak. Dünyadaki balon etkisi geçince enflasyon hedefinde sapma olacak. Merkez Bankası’nın politikalarını izleyeceğiz” şeklinde konuştu.

‘Demokratikleşme paketi üç amaca hizmet etmeli’

Çözüm süreci konusunda konuşan Yılmaz, “Yaklaşık 10 aydır şiddetin terörün durması toplumda memnuniyetle karşılanıyor. Bu sürecin kalıcı olması şu an gündemde olan demokratikleşme paketine bağlıdır. Paket üç amaca hizmet etmelidir” diyerek bu üç amacı şöyle sıraladı:

“Bir, Şiddet ve terörden arındırılmış olan ortamı ve toplumsal huzuru kalıcı hale getirecek siyasi adımların atılması.

İki, Türkiye’de temel hak ve özgürlükler konusunda geriye gidildiğine dair son dönemlerde gözlenen ve yaygınlaşan izlenimlerin ortadan kaldırılması ve güven ortamının arttırılması.

Üç, AB süreci ve çözüm sürecinin gereklerine uygun bireyi esas alan özgürlükçü bir Anayasa hazırlama çalışmalarına ivme kazandırılması.”

‘Türkiye ağır yükten kurtulmalı’

“Demokratikleşme paketinden bahsederken, unutulmasına izin vermek istemediğimiz bir büyük acıya, bir büyük soruna da değinmek istiyorum” diyen Yılmaz, “Türkiye’nin bazıları kırk yılını aşmış, uzun bir faili meçhul veya aydınlatılmamış siyasi suikastler ve kıyımlar listesi var. Yıllardır gerçekler ortada yok. Hrant Dink’in ailesinin umutsuzluk haykırışlarına duyarsız kalmak mümkün değil. Türkiye’nin demokratikleşme paketini, yeni anayasayı, Kürt sorununun çözümünü konuştuğu bir dönemde, karanlıkta kalan bu acı olayları aydınlığa kavuşturarak, bu ağır yükten de kurtulması gerektiğini, bir kez daha belirtmek isteriz.” şeklinde konuştu.

‘Toplumu ayrıştıran söylemlerden uzak durulmalı’

Yılmaz şöyle devam etti:

“Türkiye’nin 2000’li yılların başından bu yana sistemini özgürleştirmek, sivilleştirmek, demokratikleştirmek yönünde ciddi adımlar attığını hepimiz kabul ediyoruz. Bu dönemin kazanımları Türkiye’nin örnek bir ülke olarak görülmesini sağladı. Bu kazanımlarımızı güçlendirmeye ihtiyacımız var. Bu kazanımlardan geriye gitmek hepimiz için haksızlık olacaktır. Toplumu yoran, ayrışma ve kutuplaşma kaygıları yaratan sert söylem ve gerginliklerden kaçınmalı, Cumhuriyetimizin 100’üncü yıl hedeflerine kenetlenerek uzlaşma ve özveri içinde çalışabilmeliyiz.”

‘Batı karşıtı söylem gücümüzü azaltıyor’

Son günlerde artan Batı karşıtı söyleme de değinen Yılmaz,

“Bu huzursuzluk yaratıyor. Birçok ülkenin Türkiye’ye düşman olduğu söylemi Türkiye’nin uluslararası alanda gücünü azaltıyor.” dedi. “Batı’nın bir başka önemli özelliği ise, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve tüm inançlara saygılı laik yönetim anlayışını benimsemiş olmasıdır” diyen Yılmaz, “Özünde, “Türkiye – AB Katılım Ortaklığı” belgesi uyarınca, uymayı taahhüt ettiğimiz, Kopenhag siyasi kriterlerinin içeriği de bundan ibarettir. Bunlardan uzaklaşmak Türkiye açısından bir çıkmaz yola girmek demektir” şeklinde konuştu.

‘AB süreci hedefe yerleştirilmeli’

Yılmaz, AB üyelik sürecinin yeniden hedefe yerleştirilmesi gerektiğini söyledi ve
22, 23 ve 24’üncü müzakere başlıklarının açılmasının önemine dikkat çekti.

‘Suriye’de askeri müdahale olmadan çözüm gerekli’

TÜSİAD Başkanı, hükümetin Suriye politikasının etkili olmadığını belirterek, “Umudumuz, askeri müdahale olmaksızın kalıcı çözümün sağlanması” diye konuştu.

Yücaoğlu: Şiddet potansiyeli olan ülke algısı yarattık

TÜSİAD YİK Başkanı Erkut Yücaoğlu da yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“OVP’nin revize edilmesi gerekiyor. Cari açığın en büyük neden enerji.
Başka bazı ülkelerde de enerji açığı var. Onlar da net ithalatçı. Ancak onlar katma değerli ürünler yaratıp döviz rezervlerini artırıyorlar. Enerji açığı var deyip kabul etmemek lazım. Başka ürünlerle bu açığı kapamalıyız. Bunun için de yapısal reformlar ve sanayi stratejisi hayata geçmelidir.”

Gezi Parkı olaylarına da değinen Yücaoğlu, artarak devam eden tepkinin yarattığı gerilimin, şiddete eğilimli bazı gruplar tarafından kullanılıp çevreye zarar verildiğini anlattı. Yücaoğlu, “Bu üzücü olayların yaşanması can kayıplarına ve çok sayıda yaralanmaya neden oldu.

  • Kim olduğunu tam bilemediğimiz 7-8 sopalı adamın bir genci ölümüne sebep olacak şiddetle dövmesinin, kameralarla saptanan resimleri kamuoyunun aklından çıkmıyor. Kimdir bu adamlar?

Evet, suçlu olarak yakalananlar var, elbet cezalarını çekecekler ama Türkiye’de artık bu tabloların yaşanmaması lazım, bu tablolara bir son vermemiz lazım” dedi. Protestonun ifade özgürlüğü sınırları içinde başladığını dile getiren Yücaoğlu, “Eğer hoşgörü ve diyalog içinde ele alınabilseydi, Türkiye gülümseyen ve barışçı eylemlerin yaratıcılığını seven bir yüzünü dünyaya göstermiş olacaktı. Bunun yerine ifade özgürlüğü baskı altında ve şiddet potansiyeli olan bir ülke algısı yarattık.” değerlendirmesini yaptı. (Cumhuriyet portal, 20.9.2013)

Gezi’ye destek veren Rektör Erkut önce rektörlükten, sonra üniversiteden atıldı!

Dostlar,

AKP’nin “ileri demokrasisi” (!) altında inetilen ülkemizde “sıradan” (!) bir olay daha..

Bay Hüsnü Özyeğin‘in iddialı (!) üniversitesinde düşünce özgürlüğünün değeri bu denli.

Bu ünivesiteden
– Demokrat gençler mi çıkacak,
İslami Burjuva ideolojisinin kör müritleri mi?

Rica etsek, Dolar milyarderi Bay Hüsnü Özyeğin, adını verdiği üniversitesinde (megalomaniyi, narsisizmi görüyoruz değil mi??) bu ilkel adımdan vaz geçer mi?
Kendisine bir şans verelim..
Bakarsınız hatırımızı kırmaz!?
Ülkemiz de böyl böyle “hatır” lar üzerinden yavaş yavaş kurumlaşır..
Bay Özyeği’in de bı sürece katkısı olur, adı tarihe geçer belki de!

Geçmiş olsun ve de ağolun sayın rektör..
Eminiz seçkin birikiminizle daha iyi “post” lar elde edersiniz hızla..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 8.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

================================

Gezi’ye destek veren Rektör Erkut önce rektörlükten,
sonra üniversiteden atıldı!

Gezi Parkı eylemleri sırasından takındığı tavır ve sosyal medyada yaptığı paylaşımlar sebebiyle Özyeğin Üniversitesi‘ndeki Rektörlük görevinden istifa etmeye zorlandığı iddia edilen Prof.Dr.Erhan Erkut‘un, bu sefer de üniversitedeki öğretim üyeliği görevine son verildi.

Gezi Parkı eylemleri sürecinde gösterdiği tavır nedeniyle mütevelli heyeti tarafından istifaya zorlandığı iddia edilen Özyeğin Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.Erhan Erkut’un
bu kez de öğretim üyeliği görevine son verildiği oraya çıktı.

ÖĞRETİM ÜYELİĞİ GÖREVİNE DE SON VERİLDİ

T24’ün haberine göre, Gezi Parkı protestolarına verdiği destek nedeniyle istifaya zorlanarak rektörlük görevinden alınan eski Özyeğin Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof.Dr.Erhan Erkut’un üniversitedeki öğretim üyeliği görevine de son verildi.

2013-2014 öğretim döneminin başlamasına birkaç gün kala Erhan Erkut’un öğretim üyeliğine de son verildi.
Rektörlükten istifasının ardından Erkut’un görevine öğretim üyesi olarak devam edeceği açıklanmıştı.
Ayrılma haberini, üniversitedeki öğretim üyelerine gönderdiği bir e-mail ile paylaşan Özyeğin Üniversitesi eski Kurucu Rektörü ve öğretim üyesi Prof. Erhan Erkut’un Özyeğin Üniversitesi’ndeki özgeçmişi de kaldırıldı.

İSTİFAYA ZORLANDIĞI ÖNE SÜRÜLMÜŞTÜ

Gezi Parkı sürecine destek verdiği gerekçe gösterilerek istifaya zorlandığı öne sürülen Erkut, 1 Temmuz’da üniversitenin mütevelli heyetine istifasını sunarak görevinden ayrılmıştı.

Özyeğin Ü.Rektörü Erhan Erkut’tan mektup

Prof.Dr.Erhan Erkut’un Gezi Parkı protestoları sürecinde sosyal paylaşım sitesi
Twitter üzerinden yaptığı bazı paylaşımlar ise şu şekildeydi:

  • “Ülkeyi yönetenler kendilerinde farklı düşünenlere zalimce davranmışlar hep. Yöneten değişmiş, farklı olan değişmiş, ama uygulama değişmemiş.
    Taşa, sopaya gaz ne kadar doğru ise; kitaba, karanfile, şarkıya gaz o kadar yanlıştır. Sistem ezme/ezilme üzerine kurulu olunca, iktidara gelen rövanş almaya koyuluyor. Olan takım tutmayıp sadece demokrasi isteyenlere oluyor.”

Naci BEŞTEPE : Türkiye’yi Demirtaş mı Yönetiyor?


Türkiye’yi Demirtaş mı Yönetiyor?

Naci_Bestepe_portresiNaci BEŞTEPE

Türkiye’yi Demirtaş mı yönetiyor? Başbakan O’na neden üfürmüyor?

Geçtiğimiz hafta Perşembe günü
(25 Temmuz 2013) medyada bir haber yer aldı.

Bazı gazeteciler, BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş‘a
PKK’lıların yol ve kimlik denetimi sırasında kendilerine sert davrandığından yakınmışlar.

Bunun üzerine Demirtaş, “Bölgede yaşanan olumsuzlukları engellemek üzere bir genelge yayımlama” sözü vermiş.
Yanlış okumadınız.
Ben de yanlış yazmadım.
BDP’li, bölücü- Kürtçü Demirtaş ülkemizin bir bölgesine genelge yayımlayacağına söz vermiş.

İki soru takıldı aklıma :

Birincisi, bu adama yakınan, derdini anlatan ve çözüm isteyen gazeteciler kimdir?
Haberde bu sorumun yanıtı yoktu.
O gazeteciler eğer Türk vatandaşı iseler, öncelikle vatandaşlık kimlik kartlarını
yırtıp atmalıdırlar.Çünkü hangi devletin yurttaşı olduklarının bilincinde değildirler..
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anlamını ve değerini bilmemektedirler.
Türk kimliği onlara fazladır, yüktür. Dünyanın herhangi bir ülkesinden vatandaşlık hakkı talep edebilirler.

İkincisi, Demirtaş kendini ne sanmaktadır?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sınırları içindeki bir bölgenin güvenliği, düzeni, emniyeti gibi konularda genelge yayımlama hak ve yetkisini nereden almaktadır?
Böyle bir genelgeyi, konusu itibarıyla; Başbakan, İçişleri Bakanı, Emniyet Genel Müdürü yayımlayabilir.

Demirtaş bunlardan hangisidir?

Yasalarımız O’na böyle bir yetki veriyor mu?
Yasal dayanağı olmayan bir yetki kullanılabilir mi?
Demirtaş bu makamların hiçbirini dikkate almaya değer görmüyor mu?
Görse ve kendini T.C. yasalarına bağlı saysa böyle bir şey söyleyebilir mi?
Bu işin Demirtaş cephesi.
Bir de yönetim cephesi var.
Yukarıda sıraladığım makam sahipleri yetkilerinin gasp edildiğini görmezler, duymazlar mı?
Sağır ve dilsiz şeytan mı olmuşlardır?

Taksim’de destan yazan (!) polisine ödül veren Emniyet Genel Müdürü ve
bağlı olduğu bakan hazretleri nerededirler?

Gezi Parkı eylemleri ile en demokratik haklarını kullanan milyonlarca insana demediğini bırakmayan, kendinden saymadığı vatandaşlarını fare veya sincap türüne benzeterek KEMİRGEN diyen, polise acımasızca ve ölçüsüzce güç kullanma yolunu açık tutan, yazan-çizen-konuşan-tencere tava çalan herkesi
terör suçlusu sayarak adli makamları harekete geçiren Başbakan nerededir?

  • Gücü, elinde karanfili, belinde su çantası-bebek maması-kitap taşıyan
    temiz yürekli, aydınlık insanlara mı yetmektedir yalnnızca?

Hayır diyebilecek var mıdır?

Kuru lafa gelince sade Türkiye’yi değil, bölgeyi, Arabistan’ı,Kuzey Afrika’yı, AB’ni hatta dünyayı yöneten yüce lider, büyük insan, dünya Müslümanlarının koruyucusu kendi ülkesinin yönetimine ortak çıkılmasını nasıl içine sindirir?

Kağıttan kaplan mıdır yoksa?

Herkese yaptığı gibi bir de Demirtaş’a üfürse ya.

Şapka düşmüş kel görünmüştür.

Kendinden saymadığı vatandaşına, Mısır’da Mursi karşıtlarına,
Suriye’de Esat yanlılarına aslan-kaplan-sırtlan kesilen

  • Başbakan RTE,
    ülkesinin bölünmesi karşısında süt dökmüş kedi olmaktadır.

PKK’nın Suriye kolunun lideri Müslim, devletin daveti ile geldiği Türkiye’den dönüşte “Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyindeki Kürt Özerk Bölgesi’ni desteklediğini” açıklamıştır.

Aynı konuda bölücü,Kürtçü Demirtaş da “Kürdistan’la komşu olmaktan korkmamız gerektiğini” söyleyerek AKP-BDP-PKK-PYD işbirliğini teyit etmiştir.

Başlangıçta Kürt bölgelerini de içine alarak büyüyecek ve yeni Osmanlıyı kuracak olan BAŞKAN=SULTAN havucunu yutan ve bize de yutturmaya çalışan RTE,
güzel yurdumuzu ve insanımızı kafasında bölmüş bile.

Bilmediği ve anlamadığı ise bir şeye benzetemediği Türk halkının O’nun kafasına uymayacağıdır.

Türk Ulusu kendini yönetemeyenlere karşı tavrını koymuştur.

İftar sofraları zılgıtları, gözaltılar, ölümler, yaralanmalar, polis işkenceleri,
vergi tehditleri, gazeteci kovmalar, yargıyı yönlendirmeler dahil artık

  • hiçbir zorba yöntem ulusu yolundan döndüremeyecektir.
  • 5 Ağustos’a kadar Yargıtay’da BALYOZ duruşmalarında,
  • 5 Ağustos’ta SİLİVRİ’de görüşmek üzere…

    Naci BEŞTEPE

TÜRKİYE NEREYE? QUO VADIS TURKIYE ?


TÜRKİYE NEREYE?
YA DA BUNLAR KİMİN ESERİ…

portresi

 
Dr.Alper AKÇAM

 

 

HABER: “Suriye’de iç savaşın başlangıcından beri Ege Denizi de bu korkunç savaşın cephelerinden biri olmuş durumda… Suriyeli aileler taş taş üstünde kalmayan ülkelerinden kaçmak, Avrupa’ya ulaşmak için Ege Denizi’ni çare olarak görüyor. Tekneye binebilenler şanslı olanlar… İster inanın ister inanmayın bazen bir şişme botla Yunan Adaları’na ulaşmaya çalışıyor kaçak Suriyeliler… Çoğu zaman da yeni bir yaşam ümitleri Ege’nin mavi sularında son buluyor… Şu ana dek toplam kaç kişinin Ege Denizi’nde yaşamını yitirdiğini kestirmek çok güç… Yetkililer savaşın başından bu yana bu rakamın 500’e yaklaşmış olabileceğini söylüyor.” 

Fotoğraftaki 3 kardeş de bu korkunç rakamın içinde…

suriyelicocuklar

 

 

 

Bu çocukların günahsız yüzlerinden vicdan azabı duymayan çirkin politikacılara yazıklar olsun!

SURİYE’de iç savaşın başından beri yüz binlerce kişi öldü, milyonlarca kişi evini barkını terk etti.

Bir zamanlar dostumuzdu Suriye… 700 km’lik sınırımız güvenli, sınır illerimiz barış içinde idi. Bugün Hatay’ın, Ceylanpınar’ın, Reyhanlı’nın gireni çıkanı belli değil.
Paralı askerler, El Nusra militanları kol geziyor.

Suriye tarafındaki birçok kasaba PYD denetimine geçti.

HABER 26 Temmuz 2013, Cuma): “Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) bağlı farklı tugay ve birliklerden 70 komutan Gaziantep’te bir araya geldi. Bülbülzade Kültür ve Dayanışma Vakfı’nın düzenlediği toplantıya Özgür Suriye komutanlarının yanı sıra ilim adamları da katıldı.”

Suriye’de çarpışan taraf olan ve Reyhanlı patlamasından Türkiye’nin
güney illerinde yaşanan birçok olayda üzerinde kuşkular bulunan bir savaş örgütünün toplantısı neden Türkiye’de yapılıyor?

Bu ülkede, kızları okutmaya, öğrencilere burs vermeye çaba gösteren
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden güzelleştirme derneklerine,
meslek odalarına dek birçok demokratik kuruluş savcılık izlemlerinden,
maliye denetimlerinden, polis baskınlarından yakasını kurtaramazken,
adı savaşla anılan bir yabancı güç ve bu güce ev sahipliği yapan
bilmem ne vakfıyla ilgili bir soruşturma neden yapılmıyor.

Nasıl bir hukuk devletinde yaşıyoruz?  

Bu tablo kimin eseri? Yalnızca savaş çıkararak bölgeye egemen olmak ve
yer altı-yerüstü zenginliklerine konmak isteyen Batılı ülkelerin mi?

Suriye tarafında yüksek binalarda dalgalanan PYD bayrakları için,
“Suriye’nin toprak bütünlüğüne zarar verecek oldubittileri kabul edemeyiz.” diyen Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, kimleri güldürmek istiyor acaba?

HABER: TRT 1’in iftar programına konuk olarak katılan tasavvuf düşünürü
Ömer Tuğrul İnançer, gebe kadınlar hakkında yaptığı yorum ile şaşırttı

TRT 1 ekranlarında iftar saatlerinde yayınlanan ‘Ramazan Sevinci’ programı tasavvuf düşünürü ve avukat olan Ömer Tuğrul İnançer’i konuk etti.
Programda Şeyh Vefa’nın menkıbelerinden bahseden İnançer, gebe kadınlar hakkında yaptığı sert yorum ile herkesi şaşırttı.

“BUNUN ADI TERBİYESİZLİKTİR” dedi!”

Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet televizyonunun konuk “Düşünür”ü öfkeliydi de…
Bir dövmediği kaldı gebe olup sokağa çıkanları…”

HABER: Turgutlu Çaldağı’nda sülfürik asitle nikel madeni çıkarılması…
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel EROĞLU’nun verdiği izinle 200.000 ağaç katledilmiştir. Maden şirketi için 1.000.000 ağacın daha kesileceği
ifade edilmektedir.

Atatürk Orman Çiftliği’ni (AOÇ) yapılaşmaya açarak yok etmek için uğraşanların başında gelen AKP’li Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in AOÇ’de yok ettiği ağaç sayısının 10 bine yakın olduğu resmen açıklandı.

Atatürk’ün adını taşıyan aynı yeşil alanda Başbakanlık binası yapımı için kesilen ağaç sayısı da 3.000!

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Atatürk Orman Çiftliği’ne (AOÇ) yaptıracağı Beyaz Saray benzeri Başbakanlık binasına ilişkin çalışmalar gizli bir biçimde sürdürülürken, sarayın yapılacağı alandaki Orman Genel Müdürlüğü (OGM) binalarının tümünün yıkıldığı, onlarca dönümlük alanda büyük bir ağaç katliamı yapıldığı uydudan belgelendi.

Orman Mühendisleri Odası’nın ağaç kesimini fotoğraflayarak belgelediği arazide inceleme yapmak isteyen Mimarlar Odası Ankara Şubesi, kendilerine giriş izni verilmeyen araziye adeta uydudan indi. Şube, bir uydu şirketiyle anlaşarak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ak Saray” olarak da nitelenen
Başbakanlık binasını kurmak istediği arazinin fotoğraflarını çektirdi.”

HABER: “Başbakan Barbaros’tan geçerken yol kenarında duran gençler
yere tükürdükleri gerekçesiyle gözaltına alındı.”

HABER: “TÜRKİYE’DE YARGI DURUMDAN VAZİFE ÇIKARMA USTASI

Gezi Parkı eylemleri sırasında “İstanbul kurtarılmıştır” diyen Levent Kırca’yı
hedef alan Başbakan Erdoğan’ın, partisinin grup toplantısında

“Asla cezasız kalmayacak, bunun hesabını vermesi lazım.”

sözleri üzerine yargı harekete geçti. Savcılık tarafından Levent Kırca hakkında soruşturma açıldı.”

Başbakan’ın demeçlerini ve dudak hareketlerini izleyen, 12 Eylül 2010 Referandumu’nun eseri bir yargı sisteminin varlığı her şeye tuz biber ekiyor.

Tüm bunlar Türkiye’nin nasıl bir yol haritası üzerinde bulunduğunun birkaç işareti.

Bu yol haritasının ABD’den, AB’den başlayan kapitalist-emperyalist kamp mimarlarına, Türkiye’deki uygulayıcılarına denecek çok fazla bir şey yok.
Onlar tarihsel işlevlerini yerine getiriyorlar ve tarih önünde hesabını verecekler…

Bu tayfaya “Demokrasi” ya da barış adına alkış tutan akıl budalası sözde aydınlara ve üç kuruşluk çıkar için desteklemeyi sürdürenlereyse, bir yerlerine kına yakmak kalıyor…

Kendilerine fazla gelen demokrasiyi Doğu coğrafyalarına pazarlamaya kalkan
Batılı Şarkiyatçılara ve onlardan esin almayı çok seven sözde kültür adamlarına
çok sevdikleri kendi deyimleriyle soralım:

QUO VADİS TÜRKİYE?

Dr. Alper AKÇAM
25 Temmuz 2013

CHP: “İktidara Karşı Blok Oluşturalım”


CHP: “İktidara Karşı Blok Oluşturalım”

CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan,

Türkiye’nin önündeki en önemli görevin, muhalefeti tek tek “tenhada kıstırarak avlama yöntemini” uygulayan AKP iktidarına karşı bir muhalefet bloku yaratma görevi olduğunu söyledi.

Tezcan, TBMM’de dün düzenlediği basın toplantısında, AKP iktidarına karşı muhalefete birlikte hareket etme çağrısında bulundu. Tezcan, Gezi Parkı eylemlerinde darp edilen ve önceki gün yaşamını yitiren Ali İsmail Korkmaz’ın, doğrudan doğruya iktidarın tahrik ettiği polis şiddetiyle katledildiğini söyledi. Korkmaz için,

“Bir köşe başında coplarla, telsizlerle dövülerek öldürülen üniversite öğrencisi.
Suçu yalnızca demokratik hakkını kullanmaktı.” ifadelerini kullanan Tezcan, şöyle dedi:

“İktidarın son dönemde, yoğun bir şekilde muhalefeti tek tek ‘tenhada kıstırarak avlama yöntemini’ uyguluyor. İstanbul, İzmir ve Ankara’da evler basılıyor ve arama yapılıyor. Gösteri yürüyüşünün, polise mukavemetin suç kanıtı evde olur mu? İktidar bir sürek avı başlatmıştır ve buna devam etmektedir. Burada amaç delil elde etmek değildir. Demokratik direnişi korkutarak yok etmek, muhalefeti tek tek yakalayıp susturmak istiyorlar.”
http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/23135-chpli-tezcandan-birlesme-cagrisi.htmlhttp://www.aydinlikgazete.com/mansetler/23135-chpli-tezcandan-birlesme-cagrisi.html

Yeryüzü İftarı



Yeryüzü İftarı

 Yeryüzü İftarı

Gezi Parkı eylemlerinde de yer alan Anti-Kapitalist Müslümanlar ve Devrimci Müslümanlar gruplarının çağrısıyla İstiklal Caddesi’nde binlerce kişi ‘Yeryüzü İftarı’ adıyla bir iftar organizasyon gerçekleştirdi.

Galatasaray Lisesi önünden polisin önlem aldığı Taksim Meydanı’na kadar
İstiklal Caddesi’nde kurulan yer sofralarında insanlar evlerinden getirdikleri yemeklerle iftarlarını açtı.

  • İftarın sona ermesinin ardından vatandaşlar çöplerini topladı.

İftardan sonra Gezi Parkı’na girmek isteyen vatandaşlar çevik kuvvetin izin vermemesi üzerine yaklaşık yarım saat İstiklal Caddesi’nde bekleyerek sloganlar attı.

Daha sonra çevik kuvvetin çekilmesinin ardından Taksim Meydanı’na
ve Gezi Parkı’na girdi.

Anti-Kapitalist Müslümanlar Hareketinin öncülerinden İhsan Eliaçık ise,
“İftarın çağrısını biz yaptık herhangi bir sponsor yoktu. Flama yoktu, bayrak yoktu.
Bu iftarı tamamen halk yaptı. Gezi Parkı’nda olanların arkasında kim var diyenler bugün sofralarda yenen yemeklere bir baksınlar. İnsanlar evlerinden tencerelerle tavalarla dolma, börek getirmişler. Bu tamamen halk sofrasıdır.

Bu hareketin arkasında da halk var. 30 yıldır oruç tutuyorum ilk defa böyle bir sofrada
bir araya geldik. Galatasaray’dan Taksim’e kadar daha bıraksalar Gezi Parkı’na da girecekler. Muazzam birşey oldu. Bu Türkiye’ye şu mesajı veriyor :
  • Bu halkı lütfen dindarlar ve dinsizler, laikler ve müslümanlar diye bölmeyiniz.
  • Bu halk hem dinine saygılıdır hem de dinden en uzak olarak bilinen tırnak içinde bir cadde olan İstiklal Caddesi’nde iftarı gördünüz. hınca hıç doluydu.

Orada soğuk iftar sofraları var belediyenin 3 çeşit yemeği var 1 çeşit su var.
Burada ise 40 çeşit yemek 10 çeşit içecek vardı.

Bolluk bereket dayanışmada bir arada olmadadır.

Türkiye’nin her yeri böyle olsa bolluktan bereketten geçilmez” diye konuştu.

SÖZCÜ, 10.07.2013

Osman Pamukloğlu : DİLENCİ ve MAL..


DİLENCİ ve MAL..

osman_pamukoglu_portresi

 


Osman PAMUKOĞLU

HAKPAR Genel Başkanı

 

 

Din sömürgeni ve din pazarlamacıları, mal pazarlamada; yamyam köyüne dalarak, ortalığı altına üstüne getiren filden farksızlar. Korku, panik, güvensizlik, çaresizlik ile ne yaptığını bilememe dahil, ne isterseniz var! Buna Anadolu’da “üç buçuk atma” denir..

Dilenci, kendini başkalarına acındırarak, yalvarıp yakararak, mağdur olduğunu söyleyerek bahşiş almaya kalkandır. İnsanlar dilenciye ne kadar acırsa, dilenci de o kadar kazanır.

  • On yılı aşkın bir süredir Türkiye’nin başında da bir siyasi dilenci var..

Saman ekmeği neslinden geldiği için, Gezi Parkı eylemlerini anlayabilmek bir yana;

  • 4 kişinin öldüğü,
  • 13 kişinin gözünü kaybettiği
  • 60’ı ağır, 8 bine yakın insanın yaralandığı

olaylarda “ emri ben verdim” diyecek kadar da aymaz. Günü geldiğinde bunun hesabını vereceğini bile kavramaktan aciz..

Vicdan sahibi her insanın utanç ve vicdan azabı duyacağı bu olaylarda, bırakın vicdanı, toplumu hızla daha da bölüyor ve kutuplaştırıyor..

O şehirden bu şehire toplama kalabalıklarla kendini tatmin etmeye çalışıyor ve
ne kadar olmamış olay varsa, demagoji yaparak, halka dini söylemlerle nifak sokarak
kin ve nefreti körüklüyor. Bunun Anayasa ve ceza yasalarındaki karşılığı, bölücülüktür.
Ve bu suçu, Başbakan sıfatı altında işliyor..

Görüntüsü, hal ve hareketleri ile söylemleriyle, duvara toslamış kamyondan düşmüş
bir un çuvalından farksız..

Batı bunları, Ortadoğu’daki çıkarlarının bekçiliğini yapması için destekledi ve olup bitenlere şimdiye kadar göz yumdu, ama artık ipini çekti ve yavaş yavaş da sıkacaktır.

Suriye meselesinde;

– maskeler kullanarak mezhepçilik yaptılar.
– İsyancıları eğittiler, silahlandırdılar, lojistik destek sağladılar ve
– binlerce kişinin ölümüne sebebiyet verdiler.
– Ceylanpınar’da 4, Cilvegözü’nde 28, Reyhanlı’da 54 vatandaşımız öldü.
– Yüzlerce kişi organlarını kaybetti,
– iki savaş uçağı pisi pisine düştü ve pilotları şehit oldu.

Adam gibi bir ülkede hükümetin derhal istifa etmesi gereken bu hadiselerde hiçbir şey umurlarında bile değil. Üstelik; şu lafa bakın: Reyhanlı’da elli dört Sünni vatandaşımız şehit olmuştur, diyecek kadar da aleni bölücülük yapıyor..

Mal, canlı veya cansız ticari nesneye denir. Malın bir sahibi vardır ve dünyanın her yerinde mal sahibi “ benim malım” der. Şu hale bakar mısınız?.

“Benim milletvekilim, benim valim, benim polisim, benim savcım, benim partilim”
iğneden ipliğe, aklıma ne gelirse, bu malın sahibi benim diyor. Toprak düzeninde böyledir, yanaşmalar dahil kahyanın gözünde her şey maldır. Mal yerine konulanlar
ne yapıyor derseniz! Hiçbir şey. Mal ne yapabilir ki…

Gelelim şu, Türkiye’yi aşama aşama bölünmeye götüren adıma :

“Çözüm süreci” diye yutturulan, sonunda da vahim bir şekilde sonu gelecek olan
PKK meselesine.. Önce şunu herkes kafasına sokmalı :

  • PKK çekilmez, gelir gider. Grupların bir bölümünü de kritik bölgelerde bırakır.

Nitekim birkaç gün önce de Bitlis’te 2 mühendisi kaçırdı. Yüksekova bölgesindeki İkiyaka dağları üzerinde uçan bir helikoptere de ateş açtı. Bu PKK’nın İkiyaka dağlarının üzerinde bulunan (3800 m) Hisar yaylasındaki yazlık ve kışlık kampta halen tam kadro bulundukları ve çekilmediklerinin kesin kanıtıdır.

İkiyaka’nın güneyi Irak topraklarıdır. İsterse 5-6 saatte Irak’a gidebilirler. Niye gitsinler ki? Genelkurmay açıklamasına bak ve acı! “Helikopter bir kaçış manevrasıyla bölgeden uzaklaşmış!” geçen haftada ateş açan PKK’lıların üzerine giden kobra için “meşru müdafaa yapmıştır” demişlerdi. Vah evladım vah! Günü geldiğinde sorumlular olarak, bakalım kendinizi nasıl savunacaksınız?. Devam edin, devam edin! Münferit gibi görünen bu olaylarda PKK “ben buradayım, sana hatırlatırım” demek istiyor..

Mevcut hükümetin başı ve yanaşmaları esas perişanlığı ve felaketlerini PKK ile yürüttükleri acz ve teslimiyet faaliyetlerinden yaşayacaklar.

  • PKK, siyasi amaçları tam gerçekleşmeden ne silah bırakır,
    ne de eylemden vazgeçer.

Siyasi istekleri çok net ve keskin.. Mesele öyle sıradan safların ve ahmakların sandığı gibi, temel hak ve özgürlüklerle de bitmez..

Diyarbakır’da İmralı fırıldağının talimatıyla konferanslar düzenleniyor;

“Kuzey Kürdistan Birliği” olarak.. İşbirlikçi olduklarından vahameti görmezden gelip Türk gençleriyle uğraşıyorlar. Bunlar, Refah Partisindeyken “Cumhuriyet döneminin sonu geldi” diyenler. Laik sisteme ve Atatürk devrimlerine meydan okuyanlardır.

Rejimi devrilmiş ve parçalanarak bölgesel yapılarla, bir çorbadan farksız hale getirilmiş, Türkiye bunların umurlarına mı? Umurlarına ne demek, yapmak istedikleri şey zaten bu!.

  • Federal ve özerk bir yapılanma Kürdistan’ın Türkiye topraklarıdır.
  • Halk, bu hükümetin PKK ile işbirliği yaparak bunu gerçekleştirmeye çalıştığını çok yakında ayan beyan görecek.
  • Halkı dini söylemlerle, anayurdu da PKK ile işbirliği yaparak bölüyorlar.

Ve işte sen o zaman gör çıngar nasıl çıkarmış ve bunların sonu nasıl getirilirmiş..
Halkı dini söylemlerle, anayurdu da PKK ile işbirliği yaparak bölüyorlar.

Sosyoloji de bilmiyor. Nereden, hangi eğitimle öğrenecek ki:

“Dünyanın neresine gidilirse gidilsin, toplumlar daima sıradan zihinlerden, hiçbir şeyi derinlemesine görememiş insanlardan oluşur. Politikacının tahtını taşıyan sıradan bir kalabalıktır. (Türkiye’de olduğu gibi) Bunlar, önce yükseğe çıkarlar ki, daha sonra aşağı çekebilsinler. Bu oyundan müthiş keyif alırlar.”

  • Akepe’nin, PKK ile düzmece nikahı partinin parçalanması ve başında kinin de dilinden düşürmediği “kefeniyle” baş başa kalacağı şekliyle sonuçlanacaktır.

Bunu olaylar ve koşullar gösterecektir. Kimse, yüzsüz demagoglardan vatansever bir hareket bekleyecek kadar ahmak olmamalıdır. Herkesin ailesi soyu sopu kendisi için önemlidir ve bu, kalıtımsal olarak her canlıda vardır. Kabul edilemez tek bir şey vardır,
o da inkarcı nankörlerdir..

Ama şunları da yazmazsam makale eksik kalır!

Meclis’te Akepe ile birlikte yılların iki partisi daha var.

Bunlara rağmen Akepe %30, %40, %50’lere yakın oy alarak yükseliyor..

Neden?

Çünkü bu ikisi de beceriksiz, aciz ve zayıf.. İnsanlar bunu ne zaman idrak edecek,
ne zaman anlayacak, ne zaman kavrayacak? Artık “ucuz milliyetçilik” ve
“Atatürk’ün partisiyiz” gibi, lafların arkasına sığınarak kendilerinize politik çıkar sağlamaktan vazgeçin ademler (adem boş demektir) siz nesiniz, onu söyleyin.

Atatürk, iki kez de İsmet İnönü’yü “beceremiyorsun” diye görevden aldı.
Sizin gibileri ne yapardı, hiç düşündünüz mü? Yanına bile yanaştırır mıydı?

Veya siz, cesaret edebilir miydiniz? Üstelik neyiniz benziyor? Eğitiminiz benzemez, mesleğiniz benzemez, savaş alanını bilmezsiniz, kişiliğiniz benzemez. Geriye neyiniz kaldı? Devrimler demeye kalkmayın! O sizin politikadaki ekmek paranız ademler!.

Bu iki parti de, düzenin bir parçası.
Biri Akepe’nin kara gün dostu, diğeri de salıncak gibi gel gitten başka bir şey değil.

En kritik bir dönemde Avrupa Akepe’yi sallarken, Almanya ve Polonya’ya yazılan mektupların Akepe’ye payanda olduğunu anlamayacak kadar da gafil ve strateji fakiri bunlar. Susuz derede kavak bitmez hemşerim..

Hak ve Eşitlik Partisi ilk kurulduğu günden itibaren, söylemlerim, programlarım, kitaplarım ve makalelerimde kullandığım ilk sözcük şudur:

  • “Bu işlerin üstesinden gençler gelecek ve işi halk bitirecektir.
    Hayat karar ve eylemdir.”

Ve geldiler. Gerisi de çorap söküğü gibi devam edecektir.

Son 20 gündür bu Hacivatların laflarına bakın:

  • “Gençleri tahmin edemedik. Biz de mesajı aldık. Gençler farklı çıktı.. vs.”
    İnsanları farklı kılan beyindir. Kafa ve kelle değil. Sende yoksa, kim ne yapsın?.

Ve Sokrates‘ten:

“ Konuş, kim olduğunu söyleyeyim!”

Osman Pamukoğlu
Hak ve Eşitlik Partisi
Genel Başkanı

Hak ve Eşitlik Partisi

HALK DEPRESYONDAN ÇIKTI; İKTİDAR BUNALIMA GİRDİ

Dostlar,

Arkadaşımız, meslektaşımız sevgili Prof. M. Beyazyürek, AYDINLIK ile özlü bir söyleşi yaptı. “Haziran direnişi” nin sosyal psikiyatrik kısa bir irdelemesi..

Çok umutlu..

Halkımızın, ısıtılan suda bir “kurbağa gibi haşlanmadığını”
tersine hınçlanarak bilinçlendiğini savlıyor.. Yeni sürgün bir genç kuşak da artısı.
Türkiye yaş ortancası 29 yaş, nüfusun yarısı 30 yaş altında! 12 Eylülcülerin “depoltizasyon” dönemi de kapandı. Bu politik-demografik gerçekliği
hiç göz ardı etemek gerek.

Halkın depresyondan çıktığını, iktidarın girdiğini savlamakta.

Türkiye Psikiyatri Derneği de geçtiğimiz günlerde çok net ve halkın yanında tutum alan bir bildiri yayımlsmıştı ve sitemizden sevinçle sunmuştuk :

Türkiye Psikiyatri Derneği’nden: “Hükümete Uyarı” Basın Açıklaması

Halkta kollektif bir ruh hali egemen..

İtalyan siyaset sosyologu V. Pareto’nun “Seçkinlerin Yükselişi ve Çöküşü” kuramına uyuyor yaşadıklarımız. Bu kuram 19. yy kökenli (1848-1923).
Z. Brezinski yeniledi ve Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri‘ni yazdı (1998).

Sevgi ve saygı ile.
26.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

HALK DEPRESYONDAN ÇIKTI; İKTİDAR BUNALIMA GİRDİ

portresi

 

Prof. Dr. Mansur Beyazyürek
Psikiyatri Uzmanı

 

 

Psikiyatrist Prof. Dr. Mansur Beyazyürek, direnişin ruh halini yorumladı

‘Eylemler, yurttaşlara antidepresan gibi geldi

İnsanların ‘Her şey boş, bir şey yapamıyoruz’ duygusunu yenmelerini sağladı.
Artık ümitsizlik, sinmişlik yok. Türkiye’de hiçbir şey 31 Mayıs’tan önceki gibi olmayacak

Yurdun dört bir yanına yayılan Gezi Parkı eylemlerinin henüz ilk günleriydi…
İktidarın hakaretlerinin, biber gazlı, plastik mermili, coplu saldırıların yurttaşlarda travmaya yol açabileceğini düşünen bazı psikologlar, ücretsiz hizmet vereceklerini açıkladılar. Ancak buna gerek kalmayacağını ilerleyen günlerde kendileri de görecekti.

Meydanları dolduran yurttaşların üzerlerine atılan gaz bombalarını “Biber gazı oley!” şarkısıyla karşılamaları, TOMA’ların karşısına dikilip basınçlı suya aldırmadan gülümseyerek bayrak dalgalandırmaları, nasıl bir ruh haliydi? Toplumun bunalımda olduğunu mu gösteriyordu? Peki ya iktidarı giderek saldırganlaştıran neydi?

Sorularımızı, Psikiyatrist Prof. Dr. Mansur Beyazyürek yanıtladı.

‘Çaresiz olmadıklarını gördüler’

– Bütün Türkiye’ye yayılan kitlesel Gezi Parkı eylemleri, atılan gaz bombası, polis şiddeti yüzünden insanlar depresyona mı girdi?

Ben olaylara hekim gözüyle bakıyorum. Gezi Parkı eylemlerine katılanlar belki depresyondaydılar. Ama şu an eylemcilerin ruh hali depresyon olarak değerlendirilemez. Depresyon bir hareketsizlik halidir. Depresyondaki insanın kolunu kaldıracak gücü bile olmaz. Gezi eylemcileri günlerce uykusuz kaldılar, şiddete karşı koydular. Bu depresyon değil, tam tersi. Toplumun bir kesiminde hissedilen korku, tedirginlik, ümitsizlik duygusu yıkıldı. İnsanların “Her şey boş, bir şey yapamıyoruz” duygusunu yenmelerini sağladı. Bu hareket çaresiz olmadıklarını insanlara gösterdi. Sanki depresyondaki insanlara antidepresan gibi geldi.

‘Gençler CHP’ye de başkaldırır’

– Türkiye’de eylemlere en fazla genç kesim katıldı. Bunu neye bağlamak lazım?

20’li yaşlarda genç insanlar bunlar. Onları yetiştiren anababalar, 40-50 yaşlarında. O yüzden bu gençlik evlerinde daha demokrat, daha katılımcı yetişti. Evinde özgürlükçü algıyı alan bir genç, dışarıda kısıtlamalarla karşılaştığında büyük bir patlama yaşanıyor. Bugün üniversite sınavı da onlar için bir kısıtlamadır. Bu sistemle AKP’nin yerine CHP gelse, o da çözemez. Gençler CHP’ye de başkaldırırlar. Çünkü bir sistem sorunu var. Gençler büyük bir istekle eylemlere katıldılar. İstanbul Valisi, “Çocuklarınızın hayatından endişeleniyorum” dedi. Bir psikoloğa, sosyoloğa danışın. Ben 17 yaşında bir genç olsam, tehlikeyi severim. O eyleme daha çok gitmek isterim. Bunu söyledikten, sonra dikkat edin, aileler de çocuklarıyla beraber gitti.

‘Demokrasiye giden yol Atatürkçülükten geçiyor’

– Sizce eylemlerin mesajı nedir? İnsanlar ne istiyor?

Eylemciler Türkiye’de sandık olduğuna inanmıyorlar. Seçilen milletvekilleri de kendilerini halkın seçmediğini biliyorlar. Eylemcilerin mesajı şuydu:

  • Gerçek demokrasiyle yönetilmek ve özgür bireyler olarak yaşamak istiyoruz.

Oranın mesajı alınmadı. “Ben mesajı aldım,” diyor. Hayır almadınız. Demokrasi halkın kendi kendini yönetmesidir. Bizim bugünkü seçim sisteminde bu mümkün mü? %10 seçim barajı, iktidarıyla muhalefetiyle, hepsinin işine geliyor. Bu mesaj, yalnızca İstanbul’dan değil, 77 ilden gitti. Bu yalnızca bir ağaç kavgası, Gezi Parkı kavgası değildi. Burada önemli olan, insanların ümitsizliği, sinmişliği artık yok.

– İnsanlar sırtlarında Türk bayrağı, barikatın önünde polis şiddetine direndi.
En çok atılan sloganlardan biri, ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ oldu.
Eylemlerin mesajını yalnızca demokrasi ve özgürlüğe indirgemek doğru mu?

İnsanlar bir şeye “ait olmak” isterler. Türk bayrağı taşımaları, aidiyet duygusuyla alakalı. ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ sloganında bir ulusalcı söylem var değil mi? Orada, ulusalcı olmayan insan bile bu sloganı atabilir. Çünkü demokrasi isteyen insanlar, ona gidecek yolun Mustafa Kemal’in kurduğu sistemden geçtiğini biliyorlar. Bu durumu salt bir ulusalcılığa indirgemek bence doğru değil.
(Son Güncelleme: Pazartesi, 24 Haziran 2013, 20:58)

Türkiye Barolar Birliği’nden Hekimlere Destek Açıklaması

Dostlar,

Zaman dayanışma zamanı..
Siyasal iktidarın karnesi artık yüz kızartıcı olaylardan geçilmiyor..
10,5 yıldır sabırlar taştı..

Artık polis apaçık zulüm yapıyor; adam öldürüyor (Ethem Sarısülük  ve ağır yaralılar..)

Başbakan Polisi kutluyor ve daha da güçlendireceğini söylüyor..
Tam da tipik faşist tırmanma ve baskı..

Başbakan RTE hızını alamayarak Türk Tabipleri Birliği’ni (TTB)
“baş provokatör” ilan ediyor
.
Aynaya bakıp sirkatin söyler gibi gerçekte ama ne denli farkında??

Sağlık Bakanlığı’nın toplumsal olaylarda yerinde acil sağlık hizmeti vernesi gerekirken
bunu yapmaması üzerine TTB, Hipokrat yemini gereği gönüllü acil yardım hizmeti veriyor ve gönüllü sağlık çalışanları elleri ARKADAN kelepçelenerek gözaltına alınıyor.
Düpedüz hınç, gözdağı, intikam, kör hırs.. hukukun “h” si ortada yok..

Tüm bunlar artık apaçık midemizi bulandırıyor..

Türkiye Barolar Birliği (TBB) ve Ankara Barosu’nun hekim meslek örgütüne (TTB’ye) çok değerli demokratik dayanışma açıklamalarını şükranla karşılıyoruz.

Olması gereken, gereksinim duyduğumuz süreçler bunlar..

Daha da geliştirmeliyiz ve çooooook sayıda (60+) siyasal partilerimiz de ne yapıp edip ortak asgari sorunlarda ve çözümlerde birleşmeli; mutlaka seçim ittifakı yapmalıdırlar.

Emperyalizme ve ülkemizdeki uzantılarına karşı yenginin başka yolu yok..

Bu metinler aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
24.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

======================================

Değerli Meslektaşımız,

Gezi Parkı eylemleri sırasında acil tıbbi müdahaleleri belirlenen revirlerde yapmaları nedeniyle hekimlere ve Tabip Odalarına yönelen baskılar
Türkiye Barolar Birliği ve Ankara Barosu’nun de gündemine alınmış,
TTB’ye yönelen suçlamaların kınandığı ve hekimlerle dayanışma ve destek içeren açıklamalar yapılmıştır. Söz konusu açıklamaları aşağıda okuyabilirsiniz.

Saygılarımızla.
Ankara Tabip Odası 

HEKİMLERE VE TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ’NE
YÖNELİK SUÇLAMALARI KINIYORUZ

tbb_logosu

Son günlerde, özellikle Gezi Parkı eylemleri bağlamında, Hipokrat yemini etmiş çok değerli, fedakâr hekimlerimizi hedef alan, hatta zaman zaman suçlamalara varabilen olumsuz değerlendirmeleri ve açıklamaları kaygıyla tespit etmekteyiz.

Hekimlerimize ve onların meslek örgütü Türk Tabipleri Birliği’ne yönelik suçlamaları talihsiz ve üzücü bulduğumuzu ve kendileriyle dayanışma içinde olduğumuzu ifade etmeyi görev biliyoruz.

Kamuoyuna saygı ile duyururuz.

Av. Prof. Dr. Metin FEYZİOĞLU
Türkiye Barolar Birliği Başkanı
http://www.barobirlik.org.tr/Detay.aspx?ID=19349&Tip=Haber

ANKARA BAROSU BAŞKANLIĞI

 19.06.2013

Sayın Başbakan, Partisi’nin 18.06.2013 tarihinde yapılan grup toplantısında yaptığı konuşmada, Gezi Parkı eylemlerinde orantısız güç kullandığı sabit olmasına rağmen, sabır ve sağduyusundan ötürü polise teşekkür ederken,
Türk Tabipleri Birliği’ni “baş provokatör” olarak suçlamıştır.

Sayın Başbakan’ın, Hipokrat yemini etmiş fedakar hekimlerimizin hiç hak etmedikleri
bu vahim suçlamalarını,  haksız, talihsiz ve üzücü bulduğumuzu belirtiyor ve reddederek, çok değerli hekimlerimize inancımızı ve dayanışmamızı ifade ediyoruz.

Ayrıca, toplumsal direnişleri, aşırı sertlikle, şiddet, kin, nefret söylemiyle ve orantısız güç kullanarak çözmeye çalışmanın,  katılımcı demokrasinin kurumsallaşmasına  katkı sağlamayacağı gibi, toplumsal barışa da olumlu yansımayacağını; aksine ülkeyi karşı cephelere bölüp, sadece karmaşaya iteceğini de, Ankara Barosu olarak sorumluluk anlayışımız gereği, bir kez daha hatırlatmak istiyoruz.

Beklentimiz, “daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük ve farklılıklara ve yaşam biçimlerine daha fazla hoşgörü, saygı, anlayış ve kabul” dür.

ANKARA BAROSU BAŞKANLIĞI
http://www.ankarabarosu.org.tr/Detay.aspx?SYF=8106

HEKİMLERE ve TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ’NE YÖNELİK SUÇLAMALARI KINIYORUZ

Kınıyoruz

HEKİMLERE ve TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ’NE YÖNELİK SUÇLAMALARI KINIYORUZ

Son günlerde, özellikle Gezi Parkı eylemleri bağlamında, Hipokrat yemini etmiş
çok değerli, fedakâr hekimlerimizi hedef alan, hatta zaman zaman suçlamalara varabilen olumsuz değerlendirmeleri ve açıklamaları kaygıyla tespit etmekteyiz.

Hekimlerimize ve onların meslek örgütü Türk Tabipleri Birliği’ne yönelik suçlamaları talihsiz ve üzücü bulduğumuzu ve kendileriyle dayanışma içinde olduğumuzu ifade etmeyi görev biliyoruz.

Kamuoyuna saygı ile duyururuz.
19.6.13, Ankara

Av. Prof. Dr. Metin FEYZİOĞLU
Türkiye Barolar Birliği Başkanı