Etiket arşivi: Gazi Mustafa Kemal Paşa

Prof. Dr. Çağatay GÜLER : GENÇLER


Dostlar
,

Hacettepe Tıp Fakültesi’nden uzmanlık eğitimi (ihtisas) arkadaşımız sevgili
Çağatay Güler‘in, “GENÇLER” başlıklı yazısı 2 Nisan 2014’te Cumhuriyet‘te
2. sayfada yayımlanmıştı. O gün bu yazıyı Cumhuriyet’in web sayfasından
ücreti karşılığında indirerek sitemizde yayımlamıştık. Ancak pdf olarak..
Daha sonra sevgili Çağatay hoca bizim Anabilim Dalımıza ziyarete geldiğinde
yazısını rica ettik ve sağolsun e-ileti ekinde gönderdi. Bu yazıyı 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı‘mızın 95. yılında bir kez daha paylaşmayı
uygun buluyoruz..

Evet… 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı‘mız
bir kez daha, -çooook buruk da olsa- kutlu ve mutlu olsun!..

Cumhuriyetimizin her yaştan gençlerin gönlünde emin bulunduğuna biz de inanmaktayız.

GaziMustafa Kemal Paşa‘nın aydınlık Cumhuriyet anlayışının ilkeleri günümüzde de etkin olabilseydi, ülkemiz gençlerine en yüksek derecede değer veriyor olacaktık ve SOMA faciası gibi belki de yüzyılın kırımı yaşanmayacaktı.

Onlar ki; 1. BMM’de, Ankara – Ulus’ta küçücük bir binada kahramanlık destanları yazıyorlardı..

Bir yandan görülmemiş bir azim ve kararlılıkla 7 düvelin işgaliyle boğuşuyor,
sıcak savaşlarda emperyalist ordularıyla çoook kanlı bağımsızlık savaşları veriyorlardı; bir yandan da lanetli Osmanlı Saltanatının son halkası Padişah – 6. Vahdettin’in utanç verici ihanetleriyle.. Boyunlarında idam fermanıyla..

İşte bu kahramnalar, 1921’de, Zonguldak taş kömürü çalışanlarının (o zaman AMELE deniyordu) hak ve hukuku için 151 Sayılı AMELE BİRLİĞİ Yasası‘nı çıkarmışlardı!
Şanı batası Osmanlı, bu çok ağır koşullarda çalışan emekçiler için hiçbir mevzuat düzenlemesi yapmamış, yapamamıştı.. 1865’te hazırlanan Dilaver Paşa Nizamnamesi de yürürlüğe konamamış, kadük olmuştu..

Oysa Mustafa Kemal Paşa ve silah – dava arkadaşları 1. BMM’de kan ve barut; ihanet
ve yoksulluk içinde kıvranırken, ülkenin mazlum ve mağdur maden işçilerini bile
ihmal etmemiş ve o kıyamette, o ölüm – kalım savaşı ortamında
AMELE BİRLİĞİ YASASI çıkarmışlardı..

Aşk olsun onlara…

  • Yüzyılın faciası SOMA kurbanlarının kahredici utancını;
    sorumlularının yüzüne boş bir eldiven gibi çarpıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
19 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

GENÇLER

Prof. Dr. Çağatay GÜLER
Hacettepe Üniv. Tıp Fak.

Cagatay_Guler_portresi

 

Gençliğe sonuna dek sarsılmaz bir güven besleyen,
bu güvenini en açık ve kesin bir biçimde dile getiren
tek önder Atatürk’tür.

 

 

Daha 24 Mayıs 1918’de Ruşen Eşref ‘e imzalayıp verdiği fotoğrafa

  • “Her şeye rağmen muhakkak bir aydınlığa doğru yürümekteyiz.
    Bende bu imanı yaşatan kuvvet, yalnız aziz memleket ve milletim hakkında sonsuz sevgim değil; bu günün karanlıkları, ahlaksızlıkları, şarlatanlıkları içinde sırf vatan ve hakikat aşkıyla ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdendir.”

    diye yazması bu güvenin ne kadar sağlam ve köklü olduğunu gösterir.

  • “Milletin bağrından temiz bir nesil yetişiyor.
    Bu eseri ona bırakacağım ve gözüm arkamda olmayacak.”
    diyen O’dur.
    O kadar güvenir ki gençliğe, daha 1919’da
  • “Biz her şeyi gençliğe bırakacağız… Geleceğin ümidi, ışıklı çiçekleri onlardır. Bütün ümidim gençliktedir.” demektedir.Bir başka konuşmasında bir gerekçesini açıklamıştı;
  • “Milletin bağrından temiz bir nesil yetişiyor.
    Bu eseri ona bırakacağım ve gözüm arkamda olmayacak.”

Manda fikrine şiddetle karşı çıkan Askeri Tıp Okulu Öğrencisinin
(AS : Sivas Kongresinde Tıbbiyeli Hikmet!)  

  • “Olacak iş değil ya, manda fikrini Mustafa Kemal kabul edecek olsa, tıbbiyeliler onu da reddedeceklerdir!”
    dediğinde heyecanlanan Mustafa Kemal coşkuyla haykırır:
  • “Evlat, müsterih ol, gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Azınlıkta kalsak da mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya İstiklal, ya Ölüm!...”

Sözlerini şöyle tamamlar:

  • “Vatanın bütün ümidi ve geleceği size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.”

Büyük zaferin 2. yıldönümünde savaş alanında (AS: 30 Ağustos 1924, Dumlupınar’da) yaptığı konuşmayı şöyle tamamlamıştı:

  • “Son sözlerimi özellikle memleketimizin gençliğine yöneltmek istiyorum: 
    Gençler! 
    Cesaretinizi arttıran ve sürdüren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz
    terbiye ve irfanla insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız. 

    Ey yükselen yeni nesil… Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk.
    Onu yücelterek yaşatacak olan sizsiniz.”

Bu emanetin sahipleriyle ilgili olarak yapılması gerekenleri şöyle özetlemişti:

  • “Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. İstikbalin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler tatbik mevkiine konduğu vakit Türk milleti yükselecektir.”

Gerekeni yaptık mı?

Nietzche “Gençleri yozlaştırmanın en emin yolu, onları kendileri gibi düşünenlere kendilerinden farklı düşünenlerden daha fazla saygı gösterecek biçimde eğitmektir.” demişti ya! Bu sözleri neredeyse eğitim ilkesine dönüştürme çabalarını çok gördük. Nurullah Ataç, Günce’sinde ne yapılmak istendiğini gözler önüne serer:

“Gençlere yol gösterelim ki işleri kolaylaşsın, varacakları yere daha çabuk varsınlar… Öyle mi sanırsınız? Unutmayın ki yol göstereyim derken çoğu,
araştırma güçlerini yitirtiriz, onlara yardım edeceğiz diye alıklaştırırız.
Bunun içindir ki severim dik başlı gençleri, öğüt dinlememelerini,
kendi kendilerine aramalarını isterim.”
diye yazar.

Gençliği yozlaştırmak, çıkarcı sürüler haline getirmek isteyenler başaramamıştır, başaramayacaklardır.

Atatürk, Büyük Nutuk‘un sonunda “Gençliğe Hitabe”yi okumadan önce şu girişi yapmıştı:

  • “Bugün ulaşmış olduğumuz sonuç, yüzyıllardan beri çekilen milli felaketlerden alınan derslerin ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum.”

Bugün de

“… Sizin gibi gençlere sahip oldukça, bu vatan ve milletin, şimdiye kadar elde etmeyi başardığı zaferlerin üstüne çok daha büyük zaferler koyabileceğine
şüphe etmiyorum.”
diye seslendiğini duyuyorum.

Sözünü ettiği zafer bilim, kültür ve uygarlık zaferidir.
(Cumhuriyet, 2.4.14)

ATATÜRK’ün Annesi Zübeyde Hanım’ı Saygıyla Anıyoruz…

 

Zubeyde_Hanim


Dostlar
,

İzmir’den kardeşimiz, ADD’den yılların dava arkadaşımız sevgili Ahmet Gürel,
14 Ocak 1923, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın annesi Zübeyde hanımın
ölüm yıldönümünde anma amaçlı vefa yüklü bir dvaranışla kapsamlı sayılabilecek
bir yazı hazırlamış. 1. dereceden kaynaklardan yararlanarak özetlemiş..

Sağolsun..

Sizlerle paylaşalım.. (Fotoğrafları biz koyduk..)

Zübeyde Annemiz ve insanlığa armağanı eşsiz ATATÜRK ışıklar içindeler..

Emanetleri Türkiye Cumhuriyet ise sonsuza dek yaşayacak..

Sevgi ve saygı ile.
14 Ocak 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

=========================================

Zubeyde_hanim

 

 

 

 

 

ATATÜRK’ün Annesi Zübeyde Hanım’ı Saygıyla Anıyoruz…

portresi

 

Ahmet Gürel
ADD Bilim ve Danışma Kurulu Üyesi
İzmir Özel Türk Koleji 
Uşakizade Köşkü Md.


Zübeyde Hanım
, Karşıyaka’daki Uşakizade Köşkü’nde 17 Aralık 1922’den 14 Ocak 1923’e dek 28 gün konuk olmuştur. Latife Hanım’ın vefat ettiği bu köşk, günümüzde Karşıyaka Belediyesi’nin mülkiyetinde ‘Latife Hanım Anı Evi’ olarak isimlendirilmiştir.
14 Ocak 1923’te vefat eden Zübeyde Hanım, Ferik Osman Paşa Camisi’nin bitişiğindeki parkın içinde Karşıyakalıların kalbine gömülmüştür. Karşıyakalılar, bu ev sahipliğinden çok mutludurlar.

Zübeyde Hanım’a ait anı yerlerinin onarımı için yaklaşık on yıl katkı koymaya çalıştım. Konuyu her platformda gündeme getirdim. Zübeyde Hanım’ın mezarının onarılması ve Zübeyde Hanım’ın vefat ettiği ‘Latife Hanım Anı Evi’nin 19 Mayıs 2008 tarihinde
Türk toplumunun ziyaretine Karşıyaka Belediyesi’nce sunulması beni çok mutlu etmiştir.

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın sınıf arkadaşı ve başyaveri Salih Bozok’tan
Zübeyde Hanım’ın Karşıyaka’ya gelişini dinleyelim:

“Mustafa Kemal Paşa, Latife Hanım’ı merak ve endişede bırakmamak için,
O’nu hoşnut edecek bir mektubu yazıp göndermemi emrettiler. Mektupta Gazi’nin savaşta bindiği Sakarya adlı atı ile birkaç teneke balı, hediye olarak kendi emrindeki muhafızlarından iki üç erle birlikte İzmir’e gönderdiklerini yazdırttı. Hediyelerle erlerin yola çıkışından birkaç gün sonra gece yarısı evimde uyuduğum sıralarda telefonun çalmasıyla uyandım. Telefonun başına gidince Paşa’nın sesini işittim.

“Salih! Uyuyor muydun?” dedikten sonra, “Şimdi giyinerek hemen gel!” diye buyurdular. Derhal köşke gittim:

“Validem İzmir’e gitmek istiyor. Ne doktorları ne de beni dinliyor. Ölürsem İzmir’de öleyim, diyerek yatağından kalkıp çarşafını dahi giymiştir. Hemen şimdi İzmir’e gideceğiz, emir verdim. Bir özel tren hazırlanıyor. Sen de ona göre hazırlanarak annemle birlikte İzmir’e gideceksin. Yalnız şunu da söyleyeyim ki, eğer annem yolda ölürse,
Ankara’ya yakın iseniz buraya gelirsin. İzmir’e yakın iseniz orada,
benim her zaman ziyaret edebileceğim bir yere gömersiniz.”

“Paşa’nın bu emirleri üzerine eve geldim. Hazırlığımı tamamladım. Ve yine Paşa’nın izinleriyle eşimi de beraber alarak İzmir’e geldik. Ankara’dan hareketimizden önce
Latife Hanım’a da telgrafla haber verilmiş olduğundan, tren Karşıyaka İstasyonu’na geldiği zaman Latife Hanım’ı istasyonda bizi bekler bulduk. Kendisini Paşa Hazretleri’nin anneleriyle tanıştırdığım gibi, eşimi de Latife Hanımefendi’ye takdim ettim.
Hastamızı trenden alıp, daha önce hazırlanmış olan ve istasyonun yakınında bulunan köşke taşıdık. Ankara’dan beraber geldiğimiz doktorla eşim ve benden başka Latife Hanım da köşkte hastanın yanında kaldılar. Ölümlerine dek yanlarından ayrılmayarak, hastaya, bir hastabakıcıdan çok bir itina ve özenle baktılar. Gazi Paşa’ya her akşam annelerinin hastalıkları hakkında bilgi verirken Latife Hanım’ın hastaya karşı yaptığı hizmetleri de bildirmekteydim.”

Kılıç Ali’nin anılarından Zübeyde Hanım’ın İzmir’e gelişini izleyelim  :

“O sıralarda tedavi eden doktorlar, Zübeyde Hanım’ın deniz kenarında bir yerde dinlenmesini gerekli görmüşlerdi. Bunun için en elverişli yer İzmir’di ve doktorların da önerisiyle Zübeyde Hanım’ın İzmir’e gönderilmesine karar verildi. Bu seyahat,
O’na gelinini görme fırsatı da verecekti. Zübeyde Hanım bu nedenle, İzmir’e gideceği için çok memnundu. Kendilerini tedavi eden Doktor Yüzbaşı Asım Bey ile birlikte
hemen İzmir’e hareket etti. Gazi, Başyaveri Salih Bey’le eşleri Pakize Hanım’ı bu seyahatte annesinin yanında gitmelerine izin vermişlerdi.

Atatürk’ün Emir Çavuşu olan Ali Metin’in anılarından Zübeyde Hanım ile
Latife Hanım’ın tanışmalarını izleyelim                     :

“Gazi, annelerini Latife Hanım’ı görüp nişan takması için gereken hazırlıklar yapıldıktan sonra beni de yanlarına katarak İzmir’e gönderdiler. İzmir halkı Zübeyde Hanım’ı çok iyi karşıladı, yakınlık gösterdi. Zübeyde Hanım dizlerinden rahatsızdı. Çok zor yürüdüğünden hasır koltukla taşınıyordu. Zübeyde Hanım, ilk ziyaretine gelen İzmirlileri vagonunda kabul etti. Gelen ziyaretçilerin çokluğundan Zübeyde Hanım çok yorulmuştu.
Çevreyi göremez durumda idi. Bu arada Latife Hanım’ı da tanıyamamıştı. Meraklandığını anlıyordum. Bir ara vagonda birkaç hanım kalmıştı. Zübeyde Hanım bu durumu
fırsat bilerek oturan konuklara bir sorun için yalnız kalmak istediğini bildirdi.
Vagon boşaltıldı. Ben de dışarıya çıkıp Latife Hanım’ın Zübeyde Hanım’a su getirmesini temin ettim. Latife Hanım’ın getirdiği suyu içen Zübeyde Hanım, Latife Hanım’ı yukarıdan aşağı iyice süzdükten sonra bardağı verdi. Latife Hanım dışarıya çıktı.
Zübeyde Hanım bana:

“Ali, bu hanım Mustafa’mı mutlu edebilir mi acaba?” diye endişesini belirtti.
O akşam Latife Hanım’ın Karşıyaka’daki Liman Köşkü’ne konuk edildik.
Bütün İzmir gazeteleri nişandan bahsediyordu. İzmir halkının ne amaçla İzmir’e geldiğimizi bilmesine karşın, Zübeyde Hanım’ın emriyle etrafa bir şey söylemiyorduk. Nişan hediyesi olarak Sakarya isimli Gazi’ye ait çok güzel bir atı da yanımızda getirmiştik.”

Gazi’nin sınıf arkadaşı, İzmir’e girerken kurmay başkanı olan Asım Gündüz’ün
o güne ait anılarında                        :

“Eşim, Zübeyde Hanım’ı İstanbul’dan tanıdığı için, Latife Hanım’la beraber kendilerini Karşıyaka İstasyonu’nda karşıladık. Latife Hanım Karşıyaka’da kendilerine ait olan bir yalıyı daha önce hazırlamış, ayrıca hastaya bakmak için bir hasta bakıcı, bir hemşire, bir de doktor seçmişti. Kendisini doğrudan oraya götürdük. Latife Hanım her gün beyaz elbiseler giyerek bir hemşire gibi ziyaretine gider, yemek ve bakımı ile ilgilenirdi. Bu sevecen ve özenli bakımdan mutlu olan Zübeyde Hanım da oğluna yazdığı bir mektupta:

‘Oğlum çok haklı imişsin, bu kızı çok beğendim, gözüm arkada kalmasın, sana layık bir eş olur..’ demişti. Zübeyde Hanım bu mektubu eşime yazdırıyordu. Zübeyde Hanım böylece Latife Hanım’ın özel ilgisi altında bakılmasına karşın, ne yazık ki çok uzun yaşamadı. Eşimle her ziyaretimde Zübeyde Hanım’ın, Latife Hanım için uzun uzun
dualar ettiğini hatırlarım.

1923 Ocak ayı içinde bir günde Zübeyde Hanım’ın öldüğünü bildirdiler. Latife Hanım ve biz çok gözyaşı döktük. Kendisinin cenaze giderlerini bile Latife Hanım’ın karşıladığını çok iyi hatırlarım.”

Gazi’nin kadim dostu ve arkadaşı Kılıç Ali’nin aynı günlere ait anılarına da göz atalım   :

“Latife Hanım kendilerini Karşıyaka’da karşılamış, oradan doğruca Göztepe’deki köşklerine götürerek konuk etmişlerdi. Zübeyde Hanım oldukça zeki, iyi görüşlü,
temiz kalpli bir Türk kadını idi. Karşıyaka’da Latife Hanım’ı gördükten ve kendisi ile birkaç gün temas ettikten sonra Başyaver Salih Bey’i gizlice yanına çağırmış, yavaşçacık:

‘Salih… Benim gördüğüme göre bu kızcağız ile oğlum mutlu olamazlar. Derhal beni geriye götür. Mustafa’mı bu işten vazgeçirteyim..” demiş. Fakat çok arzu etmesine karşın Zübeyde Hanım’ın bu isteğinin yerine getirilmesi olanaklı olamamış. Ankara, İzmir yolculuğunun yorgunluğu da eklendiği için, Zübeyde Hanım’ın hastalıkları
şiddet kazanmış ve kısa süre sonra da İzmir’de vefat etmişlerdi. Bu esnalardaki telaş ve üzüntüden dolayı Zübeyde Hanım’ın görüş ve arzularını Salih Bey, Gazi’ye iletmemişti.’”

Zübeyde Hanım’ın vasiyetini evlilikten sonra Salih Bozok, Gazi’ye iletmiş ve Gazi de yapılan bu gizlemeye gülüp geçmişti. Gazi’nin Emir Çavuşu Ali Metin’in anılarından
o günleri izlemeye devam edelim:

“…Zübeyde Hanım daha da hastalanmıştı. Durumu Ankara’ya bildirdik. Ankara’dan Gazi, doktor göndereceğini ve benim de derhal Ankara’ya gelmemi emrettiler.
Beni istemelerinin nedenini anlamıştım. İzmir’e geleceklerdi demek.
Her gezide hazırlıkları ben yapardım. Zübeyde Hanım’a gideceğimi söyleyince
razı olmadı. Her saat hastalığı artıyordu. Ankara’dan Gazi beni acele olarak isteyince, durumu Zübeyde Hanım’a anlatarak, Latife Hanım’ın verdiği bir mektupla hemen
hareket ettim. Ben yola çıkarken Ankara’dan gönderilen doktorların da İzmir’e yaklaştıklarını öğrenmiştim. Ankara’ya varır varmaz Gazi’yi aradım ve Meclis’te çalışırken buldum. Latife Hanım’ın gönderdiği mektubu verdim. İlk sözleri:

“Annem nasıl?” diye sormak oldu. Ben de gördüklerimi, işittiklerimi anlattım.
Fakat Zübeyde Hanım’ın Latife Hanım hakkındaki fikrini söylemedim, çekindim.”

Salih Bozok’un anılarından Zübeyde Hanım’ın 14 Ocak 1923’te ölümü
ve sonrasını izlemeye devam edelim:

“Paşa’ya her akşam annelerinin hastalığı hakkında bilgi verirken Latife Hanım’ın
hastaya karşı yerine getirdiği hizmetleri de bildirmekteydim. Bir ay sonra hastamız
yaşama gözlerini yumdu.”

Gazi, annesinin ölümünü Eskişehir’de öğrenir. Gazi, annesini ölümünden 13 gün sonra,
27 Ocak 1922 günü annesinin mezarı başındadır. Kimi araştırmacılara göre bu süre
üç gündür. Gazi Paşa’nın annesini mezarı başında söylediği nutuk, ancak bu 13 günlük gecikme sonucunda söylenebilmiştir. Duygu yüklü, ana acısı bastırılarak yapılan
bu konuşmayı Başyaver Salih Bey’in notlarından izleyelim:

  • “Zavallı annem, bir zamanlar kurtuluşu bütün ulus için ülkü olmuş İzmir’in
    kutsal topraklarına vücudunu emanet etmiş bulunuyor. Ölüm yaradılışın en doğal bir yasasıdır. Böyledir ama yine de üzüntü verici belirtileri vardır. Burada yatan annem, zevkin, zorbalığın, bütün ulusu uçuruma götüren kanunsuz bir idarenin kurbanlarından biridir. Annemi kaybetmekten çok üzgünüm.
  • Abdülhamit devrindeydi, 1904 tarihinde askeri okuldan henüz kurmay yüzbaşı olarak çıkmıştım. Hayata ilk adımımı atıyordum. Fakat bu adım, hayata değil, zindana rastladı! Gerçekten beni bir gün aldılar ve baskı yönetiminin zindanlarına koydular. Annem bundan, ancak hapishaneden çıktıktan sonra haberdar olabildi.
    Ve derhal beni görmeye koştu. İstanbul’a geldi. Fakat orada kendisi ile ancak üç beş gün görüşebildim. Çünkü tekrar baskı yönetiminin hafiyeleri, casusları, cellâtları ikametgâhımızı sarmış ve beni alıp götürmüşlerdi. Annem ağlayarak arkamdan
    beni takip ediyordu. Beni sürgün yerime götürecek olan vapura bindirilirken,
    benimle görüşmesi yasaklanmış olan annem, gözyaşları ile Sirkeci rıhtımında acı ve kederler içinde terk edilmiş bulunuyordu. Zindanda geçirdiğim senelerde annemin hayatı, ıstırap ve gözyaşları içinde geçmiştir.
  • Başka bir nokta daha: Ateşkes zamanında Anadolu’ya geçtiğim zaman,
    annemi hasta bir halde İstanbul’da terk etmek zorunda kalmıştım. Annemin yanına bıraktığım bir adamım vardı. Bu adamı Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim zaman, annem bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberdar olduğu an benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının yerine getirildiğini zannetmiş ve bu yanlış kanı nedeniyle felç olmuştu. Ondan sonra
    bütün mücadele yıllarını sıkıntı ve acı içinde geçirmişti. Padişah ve hükümetinin
    ve bütün düşmanların sürekli baskısı ve işkencesi altında kalmıştı.
  • Evi çeşitli sebep ve bahanelerle basılır, aranır, kendisi rahatsız edilirdi.
    Annem üç, beş senenin gece ve gündüzlerini gözyaşları içinde geçirdi. Bu gözyaşları ona gözlerini kaybettirdi. Sonuç olarak annem manen yaşıyordu. Annemin ölümünden şüphesiz ki çok üzgünüm. Ama benim bu acımı yok eden bir avuntum var. Vatanı yoksulluğa sürükleyen idarenin artık bir daha geri gelmeyecek gibi yokluğun mezarına götürülmüş olduğunu görerek ölmüş olmasıdır. Annem şimdi bu toprağın altında; ama bu toprağın üstünde,
    ulusal egemenlik dünyanın sonuna kadar sürüp gidecektir. Annemin ruhuna yüklenmiş olduğum vicdan yeminini tekrar edeyim:
  • ‘Annemin mezarı önünde ve Tanrı’nın yüce katında söz verip and içiyorum ki, ulusumun bu kadar kan dökerek elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için, gerekirse annemin yanına gitmekte gecikmeyeceğim, ulus egemenliği uğrunda canım vermek, benim için vicdan borcu olsun, namus borcu olsun.’” 

Bize, Atatürk’ü armağan eden büyük ana, ışıklar içinde kal.

14 Ocak 2014, İzmir

Kaynaklar :
Salih Bozok-Cemil Bozok, Hep Atatürk’ün Yanında, İstanbul 1989.
Kılıç Ali Hatıralarını Anlatıyor, Milliyet Gazetesi, Yıl:2, Sayı: 560, 2 Aralık 1952. 
Ziya Oranlı, Atatürk’ün Şimdiye Kadar Yayınlanmamış Anıları, Ankara 1967.
Orgeneral Asım Gündüz, Hatıralarım, Hazırlayan İhsan Ilgar, İstanbul 1973

ATATÜRK’ü Niçin Anıyoruz? 5.-8. Sınıflara Görsel Sunu

ATATÜRK’ü Niçin Anıyoruz? 5.-8. Sınıflara Görsel Sunu


Dostlar
,

75 yıldır Büyük ATATÜRK‘ü özlemle, saygıyla, şükranla.. anıyoruz..

Bu sabah da, 10 Kasım 2013 sabahı da erkenden yollara düştük.

Sabah 08:30 gibi Tandoğan’da idik..

Kısa bir mitingin ardından, saat 09:05’te 2 dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.
Düzenleyici kuruluşlar adına ADD Genel Başkanı Sn. Tansel Çölaşan,
çok başarılı bir konuşma yaptı. Bu konuşma metnini de sitemizde paylaşacağız.

Ardından ANITKABİR‘e yöneldi yüzbinlerce yurttaş coşku ve kararlılık içinde….

Birkaç saatte mozoleye ulaşamadık..

İlk kez “Mozoleyi ziyaret edemeden!” ayrılmak zorunda kaldık..

Geçen yıl ziyaretçi sayısı 413 bin+ idi..

29 Ekim 2013’te 438 bin+ oldu..

Bu gün hepsini geçti eminiz….

Sevincimiz ve umudumuz büyük.. Özellikle gençler meydanlardaydı..
Hem de büyük coşku ile.. Göğsümüz kabardı..
“Kızlı – erkekli” birlikte geldik.. diye haykırıyorlardı..

Geçtiğimiz yıllarda iköğretim 5-8. sınıflar için verdiğimiz 10 Kasım konferansı görsellerini paylaşmak istiyoruz..

2006’da Gazi Mustafa Kemal Paşa‘nın doğumunun 125. yılıydı.
Ölümünün 72. yılında, doğumunun 125. yılında O’nu niçin anıyorduk??
Bu soruya, 5-8. sınıf çocuklarımızın anlayabileceği düzeyde içerik ve görsellerle
yanıt aramıştık. Bu yansıları çocuklarımıza izletelim..

  • AKP iktidarı okullardan, yaşamdan her yerden ATA’yı ve T.C.’yi,
    ANDIMIZI ..hiç utanıp sıkılmadan, adeta işgal gücü gibi siliyor!?
  • Çok acı ve hatta utandırıcı. Tarihe karşı – gelecek kuşaklara karşı suç işliyor AKP!

O bakımdan, çocuk ve gençlerimizin evde eğitimi büyük önem taşıyor..

9.-11 sınıflar için de bir dosyamız var, onu da sitemizden sizlere sunacağız..

Lütfen tıklar mısınız izlemek / ve çocuklarımıza izletmek için ??

10_KASIM_2006_Ilkem_Koleji_5-8._siniflar

Sevgi ve saygı ile.
11.11.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

YARIN CUMHURİYETİ İLAN EDECEĞİZ…


YARIN CUMHURİYETİ İLAN EDECEĞİZ…

portresi2.jpg

Ahmet GÜREL 
ADD Bilim ve Danışma Kurulu Üyesi

 

90 yıl önce ilan edilen “Cumhuriyet”i, “Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar”
adlı kitabımdan alıntı yaparak sizlere aktarmak istiyorum. Anılarda; Atatürk’ün ağzından “Cumhuriyet” sözünü ilk defa ne zaman çıktığını ve Cumhuriyet’e gençlerin
nasıl sahip olacağını hep birlikte okuyacağız.

28 Ekim 1923 gecesi yemekte yaşananları Mazhar Müfit (Kansu) şöyle anlatır:

“Bir gece evvel beraberdik. Mustafa Necati Bey, Vasıf (Çınar) Bey, Yunus Nadi Bey, Mahmut Esat (Bozkurt) Bey ve sair arkadaşlar vardı. Mustafa Kemal Paşa gülerek;

  • ‘Ey, çocuklar, yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz’ dedi.

Ve bana döndü:
‘Erzurum’dan beri ağzından çıkarmadığın Cumhuriyetin işte zamanı geldi.
Yarın istediğin kadar Cumhuriyet diye açıkça artık bahsedebilirsin’ dedi.
Tabidir ki hepimiz son derece memnun olduk.”

Mazhar Müfit Kansu’dan bu konuda başka bir anı ise:

Eski Adalet Bakanı ve İzmir Milletvekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey bir gün
Mustafa Kemal’e başvuruyor:

‘Paşam Üniversitede devrim tarihi derslerinde okutmak üzere tarafınızdan
‘Cumhuriyet’ sözlerini ilk önce nerede, ne biçimde ve kimlerin arasında söylediğinizi öğrenmek istiyorum?’ Diyor. Gazi Mustafa Kemal Paşa kendisine şu karşılığı veriyor:

‘Bunu Mahzar Müfit’ten öğreniniz. O, günü gününe bu olayları not etmiştir.’

…Bunun üzerine Mahmut Esat Bey bir mektupla bana başvurdu. Ben de yazıyla kendisine yanıt verdim. Bu mektupları yayımlamakla istediğim açıklamayı
yapmış olacağım.

…Derslerinizle sevgili gençliğe ve büyük milletime çok büyük hizmetlerde bulunduğunuza eminim. Başarı ve hizmetlerinizin devamını kalpten diler,
anılarımda aktardığım ve sunduğum gibi hükümetin Cumhuriyet olacağı
20 Temmuz 1919 günü Erzurum’da öğrenmiş bulunduğumu bildirerek
gözlerinden öperim.”

Hulusi Köymen’den Cumhuriyet konulu bir anı şöyledir:

“Gazi Mudanya yoluyla Bursa’ya gidiyordu. Kalabalık bir halk kitlesi tarafından
etrafı sarılmıştı. Bir kadının, elinde bir kâğıtla Gazi’ye yaklaştığı görüldü.
Zayıf bir kadındı. Gazi’nin yolunu keserek, titrek bir sesle:

‘Beni tanıdın mı oğul?’ Dedi… Ben sizin Selanik’ten komşunuzdum. Bir oğlum var; Devlet Demir Yollarına girmek istiyor. Siz onu alsınlar dediniz, fakat müdür dinlemedi. Oğlumu işe almamış. Ne olur bir kere de siz söyleyiniz.’
Gazi’nin çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı. Elleriyle geniş jestler yaparak
ve yüksek sesle:

‘Oğlunu almadılar mı?’ dedi. ‘Ben talimat verdiğim halde mi almadılar?
Ne kadar iyi olmuş. Çok iyi yapmışlar. İşte cumhuriyet böyle anlaşılacak.’

Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu. Ve Gazi kendinden geçercesine dolu bir sesle:
‘İşte cumhuriyetten beklediğim sonuç’ diyordu.”

Cumhuriyetin ilanından sonra, Gazi Mustafa Kemal Paşa Latife Hanım’la beraber Karadeniz’e bir geziye çıkmıştır. Bu geziyi Muzaffer Kılıç’tan dinleyelim:

“Bu gezide kendisine eşlik edenler arasındaydım. Rize’ye geldik. Yolların düzgünlüğü dikkatini çekmişti. Vali’ye sordu:
‘Yolları nasıl bu hale getirdiniz?’
Vali de anlattı. Bütün yakın köylüleri jandarmalarla toplattırmış ve yol onarımında çalıştırmış. Gazi’nin kaşları çatıldı. Oldukça sert bir dille:

‘Vali Bey, ‘corvee’ nedir bilir misin? Öyleyse ben size söyleyeyim, Angarya demektir.
Ve şunu da bilmeniz lazım ki, kanunsuz hiçbir vatandaşı işten alıkoyamaz,
onu çalışmaya zorlayamazsınız. Cumhuriyette angarya yoktur.’”

Cumhuriyetin ilanı sıralarında Akşam gazetesinden Necmettin Sadık (Sadak) Bey,
Gazi Mustafa Kemal Paşa’yla bir röportaj yapmak üzere İzmir’e gitmiştir.
Sadak, Uşakizade Köşkü’nde gerçekleşen görüşmeyi şöyle anlatır:

“Gazi’yle bir kez üç, bir kez de dokuz saat görüştük. Ben ömrümde böyle adam görmedim ve iddia ederim ki, hiçbir memlekette böyle bir adam yoktur.
Kendisine sorduğum sorulardan biri şudur:

‘Mademki bu Meclis Cumhuriyeti ilan etmeye kendisini yetkili gördü.
O halde bir başka Meclis de başka bir oylamayla Meşrutiyet ilan ederse ne yaparız?’

‘Olabilir. Fakat hepsini sopa ile kovalarız’ dedi.”

30 Ağustos 1924 tarihinde, Gazi çok güvendiği gençlere Dumlupınar’da şöyle hitap eder:

  • “Gençler! Cesaretimizi kuvvetlendiren ve devam ettiren sizsiniz.
    Siz almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık meziyetinin,
    vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli örneği olacaksınız.
    Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk;
    onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.” 

1927 yılında Gençliğe Hitabesi’nde, gençliğe yine görev verir:

  • “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir…” 

Bu nedenle Anadolu’da verilen var olma mücadelesini ve Cumhuriyetin
nasıl kazanıldığını bilen anababalara ve de öğretmenlere her zaman ülkenin
gereksinimi vardır. Bunların bir kesimini Uşakizade Köşkü’ne gelen ve çocuklarını gezdiren ailelerde görüyorum. Ve “İşte Atatürk’ün istediği gençler yetişiyor’ diyorum
ve onlarla gururlanıyorum. (29 Ekim 2013)

Mudanya Antlaşması…


Dostlar,

Sayın Ahmet Gürel ile ADD Genel Yönetim Kurulu‘nda birlikte görev yaptık.
Halen ADD Bilim – Danışma Kurulu‘nda birlikteyiz. Başarılı bir İnşaat Mühendisi olan sevgili adaşımız, aynı zamanda derinlemesine bir Cumhuriyet tarihi araştırmacısı ve usta bir fotoğraf sanatçısıdır. Yüzlerce görsel Aydınlanma konferansı sunmuş (olasılıkla bizim 1450’yi bulan rakamımızı geçmiştir??), filmler çekmiş, sergiler açmıştır. Yaklaşık 10 yıldır da İzmir’de Uşakizade Latife Hanım Köşkü müdürüdür.

Görüldüğü gibi, Cumhuriyet tarihimiz bakımından son derece ciddi ve parlak bir başarı olan Mudanya Ateşkes Antlaşması‘nın 91. yılında, Cumhuriyet gazetesine başkaca makale yazan çıkmamıştır!?

Sevgili Gürel aşağıda bu tarihsel olayı ustaca özetlemiş. Biz yinelemeyelim.
Ancak şunu anımsatalım ki, Mudanya Ateşkesi bir anlamda Mondros Silah “Bıraktırması” Antlaşması’nın bit tür rövanşıdır. [“Bıraktırması” dedik, gerçek budur, çünkü tek yanlı olarak Osmanlı ordusuna silah bıraktırılmıştır.] Ardından Lozan Barış Antlaşması görüşmeleri başlatılmış ve izleyen yıl içinde, 1 yıl dolmadan,
6 Ekim 1923’te İstanbul, üzerinde  güneş batmayan imparatorluk olan (o zamanın ABD’si!) İngiltere’nin işgalinden kurtarılmıştır. Sultan Mehmet’in, 100 Yıl Savaşları ile iyice zayıflayarak içinden çürümüş Bizans’ın başkenti Konstantinapolis’i almasında, resmi tarihin alaladığı ölçüde bir fevkaladelik yoktur. Varsa bile, aynı Osmanlı, başkenti İstanbul’u bile işgalden koruyamamıştır.

İstanbul’u 2. kez ve gerçekten fetheden, Gazi Mustafa Kemal Paşa olmuştur.. ;
Bu tarihsel gerçeği yeni-Osmanlıcılar görmezden gelmek yerine saygı ve şükranla karşılamalıdırlar.

Sevgi ve saygı ile.
11.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

Mudanya Antlaşması…

portresi

AHMET GÜREL 
Latife Hanım Köşkü Müdürü

 

 

“Büyük Taarruz” sonucunda İzmir’in Yunan işgalinden kurtarılmasıyla Türk ordusu Trakya ve İstanbul’a yöneldi. Aynı anda Türk ve İngiliz birlikleri çatışma noktasına geldiler. O sırada Gazi, İzmir’de Uşakizade köşkündedir. Köşk, başkomutanlık karargâhıdır. Yabancı devlet adamlarının biri gidip diğeri gelmektedir. 18 Eylül 1922 günü Fransız Yüksek Komiseri General Pelle, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın karargâhtaki konuğudur.

Yapılan görüşmeleri Paris’in “Le Temps” gazetesi başyazarı şöyle yorumlar: 

“General Pelle ve Amiral Dumesnil’in İzmir’de Mustafa Kemal Paşa’yla buluşmaları, durumun aydınlığa kavuşmasına çok yardım etti. Çeşitli kaynaklardan alınan çelişkili haberlerin aksine, Mustafa Kemal Paşa görüşünü değiştirmemiş. Misakı Milli’de belirtilen isteklere bağlı olduğu kanısına varıldı. Öte yandan Mustafa Kemal Paşa’nın siyasal bir gerçekçi olduğu ve Doğu sorununa barışçı çözüm bulmaya çalıştığı anlaşıldı.”

23 Eylül 1922 günü, Başbakan Poincore’nin mesajını getiren Fransız devlet adamı Franklin Boullion köşke gelecektir. Boullion’un getirdiği mesajda, “Mudanya’da bir ateşkes toplantısı yapılması”önerilmektedir. Gazi Mustafa Kemal Paşa, 29 Eylül 1922 günü “Müttefik” devletlere Mudanya ateşkes görüşmelerini kabul ettiğini bildirir.
İnönü Savaşları ve Batı Cephesi’nin muzaffer komutanı İsmet Paşanın,
3 Ekim 1922 tarihinde başlayacak görüşmelerde TBMM hükümetini temsili kararlaştırılır. Fevzi ve Refet Paşalar da görüşme boyunca heyette yer alırlar.

Ateşkes

İngiltere’yi General Harrington, Fransa’yı General Charpy, İtalya’yı da General Mombelli’nin temsil ettiği Mudanya görüşmelerinde, ateşkesle doğrudan ilgili durumda bulunan Yunan delegeler, görüşmelere katılmayıp açık denizde
bir İngiliz gemisinde beklemişlerdir.

Generallere Mudanya görüşmelerinin ilk gününü İsmet Paşa şöyle anlatır:

“Heyeti kabul ettim, masada yer gösterdim. Harrington’u sağıma aldım.
Fransa temsilcisini karşıma, İtalyan generali de soluma oturttum. Fakat ben generallere yer gösterirken onlar biraz şaşırdılar. Meğer başkanlığı ve müzakereyi yönetmeyi, kendileri için düşünmekteymişler.”

İsmet Paşa, ev sahibi durumunda müttefik devletler generallerine masada
yer gösterince, toplantıya kimin başkanlık yapacağı kendiliğinden çözüme kavuşur. Zaman zaman gergin anların yaşandığı, hatta görüşmelerin kesilmesi tehlikesinin doğduğu safhalar yaşanır. İsmet Paşa’nın masaya yumruk attığı ve Türk ordusunun yeniden harekât hazırlıklarına giriştiği görüşmeler, 11 Ekim 1922 tarihinde
uzlaşmayla sonuçlanır.

  • Mudanya’da TBMM siyasal bir zafer kazanmış ve Kurtuluş Savaşı
    fiilen sona ermiştir.

İstanbul, Boğazlar, Doğu Trakya savaşsız kurtarılmıştır. İstanbul’un TBMM hükümetine bırakılmasıyla Osmanlı devleti de başkentsiz kalmıştır. Böylece Türk yurdunun paylaşılması tasarıları sona ermiştir. 30 Ekim 1918 tarihinde “Mondros” Ateşkes Antlaşması’nın başlattığı yenilgi süreci, Mudanya’da geçerliliğini yitirmiştir.
Türk tarafına Lozan’da “bir barış antlaşmasının yapılması” için öneride bulunulmuştur. Atatürk’ün deyişiyle “milletin makûs talihini yenen” kader arkadaşı İsmet Paşa’nın Mudanya’daki bu başarısı, O’nun yalnızca bir asker olmayıp,
iyi bir diplomat olduğunun da kanıtıdır.

Osmanlı Devletinin 1897 Savaşı’nda Yunanistan’a karşı galip gelmesine karşın,
Batılı devletler masada Yunanistan sınırını hep büyütmüşlerdir. İlk kez, emperyalist ülkelerin öncülüğünde Anadolu’ya çıkan Yunanistan, Anadolu’da 1212 gün kalmış
ve Anadolu’nun her yanı kan gölü olmuştur. Bu kez, Mudanya’da müttefik işgalcilerin karşısında teslimiyetçi Osmanlı yerine küllerinden doğan TBMM ordularının komutanları vardır.

Sonuç

Mudanya Ateşkes Antlaşması, emperyalist ülkeler karşısında verilen Kurtuluş Savaşı’ndan sonra bize eşit koşullar sağlamıştır. Tam bağımsızlığı, “kayıtsız koşulsuz egemenlik” ilkesiyle elde etmenin büyük başarısıdır. İnönü, Mudanya’daki kazanımı, Lozan’da “yedi düvele” karşı sürdürerek, tarihteki onurlu yerini almıştır.

Büyük Taaruz’un ve Büyük Zafer’in Şanlı Komutanları

Dostlar,

Sayın Gülsev Eyüboğlu‘nun paylaştığı bir listeyi, Büyük Taarruz ve Zafer’in komutanları olarak sitemize koymuştuk. (http://ahmetsaltik.net/2013/08/26/17039/, 26.8.13)

Sonra Sayın Büyükataman dedesinin adının da (Alb. Mazhar Büyükataman)
eklenmesi gerektiğini bu yazıya yorum olarak sundular ve ekledik.

Şimdi ise Sayın Büyükataman daha derli toplu bir liste sunuyor..

Aşağıda paylaşalım ve Büyük Taarruz’un 11. gününde -ki 91 yıl önce bu günlerde sürüyordu hala- tüm komutanları ve vatan evlatlarını başta Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere sonsuz bir şükran ve minnetle bir kez daha analım..

4 Eylül 1919’da açılan Sivas Kongresi‘nin kararları gereği Büyük Taaruz başlatılmıştır. 3 yıl boyunca ilmek ilmek örülen bir Kurtuluş Savaşı stratejisi ve
tansığı (mucizesi) ile karı karşıyayız..

Yüzbinlerce vatan evladının şehitliği – gaziliği ile elde edilmiş paha biçilmez bir utkudur (zaferdir).. Değerini bilmeyen “nankörlere lanet olsun!” demekten kendimizi alamıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
Datça, 5.9.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

İşte Şanlı Komutanlarımız…

26_Agustos_1922

Üst Komuta Kademesi

Başkomutan : Mareşal Mustafa Kemal Paşa

* Genelkurmay Başkanı-Orgeneral (1. Ferik) Fevzi Çakmak Paşa
* Batı Cephesi Komutanı-Tümgeneral (Mirliva) İsmet İnönü Paşa
A. Saltık : Bizim bildiğimize göre 2. İnönü Zaferi ardından
İsmet Paşa Orgeneral olmadı  mı??)
* 1.Ordu Komutanı-Tümgeneral (Mirliva) Nurettin Sakallı Paşa
* 2.Ordu Komutanı-Tümgeneral (Mirliva) Yakup Şevki Subaşı Paşa

Orta Seviye Komuta Kademesi

1-Kur.Alb.Asım Gündüz – Batı Cephesi Kurmay Başkanı
2-Kur.Alb.Hüseyin Hüsnü Kılkış-Batı Cephesi Kurmay Bşk.Yrd.-6.Tugay Komutanı
3-Bnb.Vehbi Kocagüney-25.Topçu Alay Komutanı
4-Kur.Alb.Mehmet Emin Koral-1.Ordu Kurmay Başkanı
5-Kur.Alb.Sabit Noyon-1.Ordu Kurmay Başkan Yardımcısı
6-Kur.Alb.Hüseyin Hüsnü Erkilet-2.Ordu Kurmay Başkanı
7-Kur.Yrb.Ali Rıza Artunkal-2.Ordu Kurmay Başkan Yardımcısı
8-Kur.Alb.İzzettin Çalışlar-1.Kolordu Komutanı
9-Kur.Yrb.Muharrem Mazlum İskora-1.Kolordu Kurmay Başkanı
10-Kur.Alb.Ali Hikmet Ayerdem-2.Kolordu Komutanı
11-Kur.Yrb.İbrahim Rahmi Beken-2.Kolordu Kurmay Başkanı
12-Kur.Alb.Şükrü Naili Gökberk-3.Kolordu Komutanı
13-Kur.Yrb.Hayrullah Fişek-3.Kolordu Kurmay Başkanı
14-Kur.Alb.Kemalettin Sami Gökçen-4.Kolordu Komutanı
15-Kur.Bnb.Yusuf Ziya Ekinci-4.Kolordu Kurmay Başkanı
16-Tümgeneral Kazım İnanç-6.Kolordu Komutanı
17-Kur.Alb.Halit Karsıalan-Kocaeli Bölge Grup Komutanı
18-Tümgeneral Fahrettin Altay-5.Süvari Kolordu Komutanı
19-Kur.Alb.Abdurrahman Nafiz Gürman-1.Tümen Komutanı
20-Kur.Bnb.Mehmet Emin Çınar-1.Tümen Kurmay Başkanı
21-Alb.Talat Süalp-1.Tugay Komutanı
22-Yrb.Salih Avgın-3.Alay Komutanı
23-Kur.Alb.Kazım Orbay-3.Kafkas Tümen Komutanı
24-Kur.Yrb.Burhanettin Denker-7.Alay Komutanı
25-Alb.Mehmet Sabri Erçetin-4.Kafkas Tümen Komutanı.
26-Kur.Bnb.Mustafa Fazıl Aykut-4.Kafkas Tümeni Kurmay Başkanı
27-Yrb.Necip Kadri Demirkazık-40.Alay Komutanı
28-Yrb.Mustafa Nazmi İnan-4.Kafkas Tümeni Topçu Alay Komutanı.
29-Bnb.Nusret Başaran-5.Kafkas Tümeni Topçu Alay Komutanı.
30-Alb.Nazmi Solok-4.Tümen Komutanı
31-Kur.Bnb.Sadık Aldoğan-4.Tümen Kurmay Başkanı
32-Yrb.Rasim Aktuğ-6.Tümen Topçu Alay Komutanı
33-Kur.Alb.Naci Eldeniz-7.Tümen Komutanı
34-Kur.Bnb.Mehmet Nuri Yamut-7.Tümen Kurmay Başkanı
35-Yrb.Ali Muzaffer-23.Alay Komutanı
36-Alb.Kazım Sevüktekin-8.Tümen Komutanı
37-Alb.Ahmet Nuri Diriker-8.Tugay Komutanı
38-Yrb.Ahmet Hakkı Özgener-131.Piyade Alay Komutanı
39-Kur.Bnb.Ahmet Derviş-1.Kolordu Kurmay Başkan Yardımcısı
40-Kur.Bnb.Ahmet Fevzi Akarçay-11.Tümen Kurmay Başkanı
41-Kur.Bnb.Rüştü Akın-70.Alay Komutanı
42-Bnb.Osman Nuri Tufan-127.Alay Komutanı
43-Alb.Osman Nuri Koptagel-12.Tümen Komutanı
44-Bnb.Mehmet Zeki Erokay-12.Tümen Kurmay Başkanı
45-Yrb.Talat Oğan-35.Piyade Alay Komutanı
46-Kur.Yrb.Ahmet Naci Tınaz-15.Tümen Komutanı
47-Bnb.Rasim Sengir-15.Tümen Kurmay Başkanı
48-Yrb.Fehmi Tınaztepe-38.Alay Komutanı
49-Yrb.Mehmet Fehmi-56.Alay Komutanı
50-Kur.Alb.Aşır Atlı-16.Tümen Komutanı
51-Kur.Bnb.Hüseyin Nurettin-17.Tümen Komutanı
52-Yzb.İsmail Hakkı Uluğ-18.Tümen Kurmay Başkanı
53-Kur.Yrb.Ömer Halis Bıyıktay-23.Tümen Komutanı
54-Yzb.Fahri Belen-23.Tümen Kurmay Başkanı
55-Alb.Şakir Güleş-23.Tugay Komutanı
56-Kur.Alb.Alaattin Koval-41.Tümen Komutanı
57-Yrb.Mümtaz Aktay-4.Tümen Topçu Alay Komutanı
58-Alb.İbrahim Hakkı Emiroğlu-57.Tugay Komutanı
59-Yrb.İsmail Refi Evinç-32.Alay Komutanı
60-Yzb.Seyfettin Çalbatur-1.Süvari Tümeni Komutanı Emir Subayı
61-Kur.Yrb.Salih Omurtak-61.Tümen Komutanı
62-Kur.Alb.Mürsel Bakü-1.Süvari Tümen Komutanı
63-Kur.Bnb.Mehmet Kemalettin Balıkesir-1.Süvari Tümen Kurmay Başkanı
64-Kur.Yrb.Ahmet Zeki Soydemir-2.Süvari Tümen Komutanı
65-Kur.Yzb.Tevfik Topçu-2.Süvari Tümen Kurmay Başkanı
66-Yrb.Mehmet Suphi Kula-14.Süvari Tümen Komutanı
67-Kur.Bnb.Kemal Muzaffer Tuğsavul-14.Süvari Tümen Kurmay Başkanı
68-Kur.Bnb.Ali Hamit Doğruer-54.Süvari Alay Komutanı
69-Kur.Yrb.İsmail Hakkı Uluçınar-64.Alay Komutanı
70-Kur.Yzb.Rüştü Akpirim-61.Tümen Kurmay Başkanı
71-Yrb.M. Ata Topçuoğlu-17.Tümen Topçu Alay Komutanı
72-Yrb.Ahmet Şemsettin-61.Tugay Komutanı
73-Yrb.Şevki Savaşçı-174.Alay Komutanı
74-Alb.Hüseyin Hüsnü-5.Alay Komutanı
75-Bnb.Hüseyin Hüsnü Demirtepe-9.Alay Komutanı
76-Yrb.Hafız Halit Uzel-11.Tugay Komutanı
77-Yrb.İsmail Hakkı Alpan-126.Alay Komutanı
78-Kur.Yrb.Mehmet Hulusi Conk-18.Tümen Komutanı
79-Bnb.Osman Nuri Sayın-41.Tümen Kurmay Başkanı
80-Kur.Bnb.Şemsettin Erkuş-57.Tümen Kurmay Başkanı
81-Kur.Bnb.Hasan Rıza Günay-3.Süvari Tümeni Kurmay Başkanı
82-Kur.Yrb.Halit Akmansü-5.Kafkas Tümeni Komutanı
83-Kur.Bnb.Ömer Suphi Atalay-8.Tümen Komutanı
84-Alb.Rıfat-3.Tugay Komutanı
85-Yrb.Servet-4.Tugay Komutanı
86-Alb.Ali Rıza-5.Kafkas Tugay Komutanı
87-Alb.Kazım-4.Piyade Tugay Komutanı
88-Yrb.Ali Vehbi-2.Piyade Alay Komutanı
89-Alb.Hacı Halil Rüştü-12.Tugay Komutanı
90-Alb.Mehmet Şevket-14.Tugay Komutanı
91-Yrb.Murat Tınaz-25.Piyade Alay Komutanı
92-Alb.İsmail Rüştü-17.Tugay Komutanı
93-Yrb.Ahmet Ferit-3.Süvari Alay Komutanı
94-Bnb.Hüsnü Aykut-28.Süvari Alay Komutanı
95-Yrb.Ali Cevat-4.Alay Komutanı
96-Yrb.Mehmet İzzet-1.Tümen Topçu Alay Komutanı
97-Yrb.Atıf Ulusoğlu-8.Alay Komutanı
98-Yrb.Nedim-42.Alay Komutanı
99-Yrb.Mehmet Rüştü-58.Alay Komutanı
100-Bnb.Ahmet Cevat Kuran-13.Alay Komutan Vekili
101-Bnb.Remzi Yalçıntepe-50.Alay Komutanı
102-Yrb.Ahmet Faik-51.Alay Komutanı
103-Yrb.Tevfik-52.Alay Komutanı
104-Yrb.Mehmet Avni-189.Alay Komutanı
105-Yrb.Zekeriya-8.Tümen Topçu Alay Komutanı
106-Bnb.Mahmut Cemal-11.Tümen Topçu Alay Komutanı
107-Yrb.Hüseyin Hasbi-34.Alay Komutanı
108-Bnb.Mehmet Şahin-34.Piyade Alay Komutanı
109-Yrb.Abdülkerim Sunday-11.Tümen Topçu Alay Komutanı
110-Yrb.Ethem Necdet Karabudak-8.Tümen Komutanı
111-Yrb.Yusuf Ziya-26.Alay Komutanı
112-Yrb.Hüseyin Hüsnü-14.Tümen Topçu Alay Komutanı
113-Yrb.Hayri-43.Alay Komutanı
114-Yrb.Mehmet Veysi-44.Alay Komutanı
115-Bnb.Ali Necdet Tan-16.Tümen Topçu Alay Komutanı
116-Yrb.Hasan Faik Alsaç-62.Alay Komutanı
117-Bnb.İsmail Hakkı Aytuna-23.Tümen Topçu Alay Komutanı
118-Yrb.Hüseyin İhsan-12.Alay Komutanı
119-Yrb.Ömer Kirami-16.Alay Komutanı
120-Yrb.Mustafa Muammer-41.Tümen Topçu Alay Komutanı
121-Alb.Reşat Çiğiltepe-57.Tümen Komutanı(ŞEHİT-Büyük Taarruzun tek Şehit Tümen Komutanı)
122-Bnb.Ahmet Turan-39.Alay Komutanı
123-Yrb.Mazhar-176.Alay Komutanı <<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<<
124-Yrb.İrfan-190.Alay Komutanı
125-Yrb.Mustafa Kazım-61.Tümen Topçu Alay Komutanı
126-Alb.Cemil-1.Süvari Tugay Komutanı
127-Bnb.Ali Rıza Ülgenalp-11.Süvari Alay Komutanı
128-Alb.Ahmet Hamdi-2.Süvari Tugay Komutanı
129-Yzb.Yusuf Nasuhi Süer-20.Süvari Alay Komutan Vekili
130-Alb.Kazım-20.Süvari Alay Komutanı
131-Bnb.Esat Avcı-5.Süvari Alay Komutanı
132-Yrb.İbrahim Çolak-3.Süvari Tümen Komutanı
133-Yrb.Cemal-27.Süvari Alay Komutanı
134-Alb.Mehmet Arif Özgüç-Mürettep Süvari Tümen Komutanı
135-Yrb.Hüseyin Hüsnü-14.Tümen Topçu Alay Komutanı
136-Kur.Bnb.Nihat Bursalı-6.Kolordu Kurmay Başkanı
137-Kur.Bnb.Hidayet-Kocaeli Bölge Grup Kurmay Başkanı
138-Kur.Bnb.Mehmet Şükrü Koçak-5.Süvari Kolordu Kurmay Başkanı
139-Kur.Bnb.Mehmet Faik-3.Kafkas Tümeni Kurmay Başkanı
140-Kur.Yrb.Müfit-135.Alay Komutanı
141-Kur.Bnb.Ali Rıza-14.Tümen Kurmay Başkanı
142-Yrb.İsmail Rahmi-11.Alay Komutanı
143-Bnb.İsmail Hakkı-10.Alay Komutanı
144-Yrb.Münir-41.Alay Komutanı
145-Yrb.İbrahim Ethem-30.Alay Komutanı
146-Bnb.Ali Rıza-45.Alay Komutanı
147-Bnb.Akif Dikyar-15.Tümen Topçu Alay Komutanı
148-Yrb.Abdülgani-63.Alay Komutanı
149-Yrb.Hüseyin Hüsnü-15.Alay Komutanı
150-Yrb.Reşat-24.Alay Komutanı
151-Yrb.Hulusi Ömer-19.Alay Komutanı
152-Yrb.Rüştü-159.Alay Komutanı
153-Yrb.İsmail Hakkı-10.Süvari Alay Komutanı
154-Yrb.Salih-14.Süvari Alay Komutanı
155-Yrb.Ahmet Kemal-2.Süvari Alay Komutanı
156-Yrb.Ali Reşat-4.Süvari Alay Komutanı
157-Yrb.İbrahim Muzaffer-34.Süvari Alay Komutanı
158-Yrb.Mehmet Tahsin-37.Süvari Alay Komutanı
159-Yrb.Hüseyin Vecihi-61.Alay Komutanı
160-Milis Yarbay Osman Ağa-47.Giresun Milli Alayı Komutanı
161-Kur.Bnb.Ahmet Mithat Erman-5.Kafkas Tümeni Kurmay Başkanı
162-Kur.Bnb.Mahmut Celalettin-17.Tümen Kurmay Başkanı
163-Bnb.Mehmet Rifat-31.Alay Komutanı
164-Bnb.Galip-13.Süvari Alay Komutanı
165-Bnb.Kazım-7.Tümen Topçu Alay Komutanı

Lozan’dan Cumhuriyet’e Yürüyüş


Lozan’dan Cumhuriyet’e Yürüyüş

portresi
Ahmet Gürel
Atatürkçü Düşünce Derneği
Bilim Danışma Kurulu Üyesi

 

 

Cumhuriyet tarihimizde Türk diplomasisi Lozan ile başlar denilebilir.
Lozan’da yapılan verilen arayla beraber 8 ay süren görüşmeler çok çetin ve ateşli geçmiştir. Çünkü masada tartışılan sorunlar sadece son 3-4 yılın değil yüzyılların sorunuydu. 24 Temmuz 1923 günü imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye, bağımsızlığını ve özgürlüğünü uluslararası topluma kabul ettirebilen dünyanın tek ülkesidir. Emperyalist ülkelere karşı verdiği kurtuluş savaşından sonra, adeta küllerinden yeniden doğan Türkiye Cumhuriyeti’nin, bu onurlu mücadelesini anımsayalım.

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASININ 1. BÖLÜMÜ: 
20 Kasım 1922 – 4 Şubat 1923

Lozan Barış Konferansı, 20 Kasım 1922 günü, İsviçre Konfederasyonu’nun Başkanı Habab’ın konuşması ile açılmıştır. Görüşmelerde Türkiye’nin karşısında Yunanistan, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve Sırp-Hırvat-Sloven (Yugoslavya) devleti
yer almıştır. İngiliz Baş delegesi Lord Curzon, taraf bir delege olmasına karşın, kongrenin açılışında bir konuşma yapınca; Türk delegasyonu Başkanı İsmet Paşa, kimseden izin almadan konuşma yapmıştır. İsmet Paşa, konuşmasında Türk ulusunun içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmıştır:

“Barışın nimetlerinden her zaman yoksun kalan Türk ulusu, o tarihten bu yana, hak ve adalet elde etmek için ara vermeden yaptığı barış girişimlerinin yetersizliğini ve hiç bir şeye yaramadığını görerek ve artık hiç bir kurtuluş umudu kalmadığını anlayarak, varlığını korumayı ve maddi ve manevî kendi kaynaklarıyla bağımsızlığını kazanmayı başarmıştır. Türk ulusu, bu yolda, pek çok acılara katlanmış, sayısız fedakârlıklara rıza göstermiştir.”

“Bütün uygar uluslar gibi, özgürlük ve bağımsızlık istiyoruz!” Diyerek, ilk oturumda ağırlığını koymuştur. Uzun görüşmeler sonunda, İsmet Paşa ve Türk delegasyonunun “kapitülasyonun kalkması ısrarı” karşısında, İngiliz Baş delegesi Lord Curzon, kapitülasyonlardan vazgeçmek istemiyor ve “Türkiye için rahatsız edici oluyorsa,
bunun yerine başka bir kelime kullanabiliriz” diyordu.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, Türk tarafının “kapitülasyon ve esaret” konusundaki kararlılığı şöyle vurguluyordu:

  • Kapitülasyonlar bir devleti mutlaka bitirir. Osmanlı ve Hindistan Türk-İslam imparatorlukları bunun kanıtıdır.”

Lozan görüşmelerinde Lord Curzon ile aralarında geçen bir konuşmayı İnönü
şöyle aktarmaktadır.

“Lord Curzon; ‘Aylardır müzakere ediyoruz. İstediklerimizin hiçbirini alamıyoruz.
Biliniz ki, geri çevrilen isteklerimizin hepsini cebimize atıyoruz. Yorgun ve yoksul bir ulussunuz. Ülkeniz yıkık. Yarın, bunları onarmak ve kalkınmak için bizden yardım isteyeceksiniz.’ ABD temsilcisini işaret ederek: ‘Para bende, bir de O’nda var. O zaman cebimizdekileri çıkarıp birer birer önünüze koyacağız.’ İsmet İnönü’nün Lord Curzon’a; yanıtı ise çok net olmuştu:

‘Biz haklıyız. Lozan’da hakkımızı mutlaka alacağız.
Bugün biz bunları alalım. Şayet yarın kapınıza gelirsek, siz de dilediğinizi yaparsınız.’”

Lozan Antlaşması’nın çıkmaza girme aşamasına geldiğinde Lord Curzon’un:
“Türkiye’nin imza edeceği en iyi antlaşma budur. Eğer imza etmezse,
Türkiye düşünsün! Asya’nın görünmez derinliklerinde kaybolursunuz” sözlerine karşılık, İsmet Paşa kararlı bir şekilde:

“Memleketi esarete mahkûm eden bir belgeye imza koyamam.” karşılığını vermiştir.

“Ben bugüne kadar arkasında ne olduğunu bilmediğim kapıyı açmadım” diyen
İsmet Paşa, görüşmelerin son durumu soran gazetecilere şunları söylemiştir:

“Hangi imtiyazlar, hangi mukaveleler? Hangi koşullar altında verilmiş? Bilmiyorum ki imza edeyim. Bunları bana gösteriniz, tetkik edeyim. Hayır, şimdiden, görmeden, bilmeden, anlamadan imza ediniz, dediler. Reddettim.”

28 Aralık 1922 akşamı, Lord Curzon alaycı ifade ile:

“İsmet, sen bana tıpkı laternayı hatırlatıyorsun. Bizi bıktırıp usandırana kadar hep
aynı havayı çalıyorsun; Milli egemenlik, milli egemenlik, milli egemenlik, milli egemenlik.
Bu sözü duymaktan gına geldi” demiştir.

İsmet Paşa’nın ülkesi adına yaptığı haklı karşı çıkışlarından Lord Curzon adeta çılgına döndürmüştür. ABD delegesi John Grew, görüşmelerin kesildiği 4 Şubat 1923 günü yaşananları şöyle anlatmıştır:

“Curzon’un odasına gitmiştik ki, Curzon kızgın bir boğa gibi odasına girdi ve odada yürümeye başladı ve bağırarak:

‘Dört korkunç saatten beri oturumdayız. İsmet her sözümüze şu adi sözcükle yanıt verdi; Bağımsızlık ve egemenlik.’

Curzon’a İsmet Paşa’nın hangi konuda anlaşmazlık çıkardığını sordum:

‘Hukuki sorunlarda’ dedi.”

17 Şubat 1923 tarihinde, Gazi Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları, Kurtuluş Savaşı’nın acılarının daha taze olduğu İzmir’de İktisat Kongresini toplamıştır. O, kongrede dünyaya verdiği mesajla:

“Arkadaşlar;
Son söz olarak demiştim ki; ‘Memleketimizi artık esir ülkesi yaptırmayız.’

Dikkatinizi çekmiş olan Lozan Konferansı’nın son görüşmeleri bu nokta ile ilgilidir.

…Konferanstaki muhataplarımız bizimle üç dört senelik değil, üç yüz, dört yüz senelik hesapları görüşüyorlar. Ve hâlâ muhataplarımız Osmanlı Devleti’nin tarihe karıştığını ve bugün yeni Türkiye’nin mevcudiyetini, bunu kuran milletin çok azim, imanlı ve yiğitlik dolu olduğunu, tam bağımsızlık ve milli egemenlikten zerre kadar fedakârlık yapamayacağını hala anlayamamışlardır. Bu yüzden İtilaf devletleri kararsızlığa düştü. İstedikleri kadar kararsız kalabilirler. Bu millet artık kararını vermiştir. Bu millet için kararsızlık devirleri çoktan geçmiştir.

***********************************************************************

LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASININ 2. BÖLÜMÜ 
23 Nisan 1923-24 Temmuz 1923

Lozan görüşmeleri, 23 Nisan 1923 tarihinde tekrar başlamıştır. Yeni başlayan oturumlarda; Lord Curzon’un yerine Sir Horace Rumbold, Fransız delege Bompart’ın yerine de General Pele gelmiştir. Sir Horace Rumbold, Lozan’daki İsmet Paşa’yı
şöyle anlatır:

“Savaş meydanlarından gelen İsmet Paşa sadece usta bir diplomat değil,
aynı zamanda bir devlet adamı olduğunu da kanıtladı” diyordu.

İsmet Paşa, yapılan uzun oturumlar sonra geceleri de bir araya gelip heyetiyle yaptığı çalışmalarla zorlu bir uğraş veriyordu. ABD delegesi John Grew, konferansın sonlarına ilişkin bu konudaki gözlemlerini şöyle aktarmıştır:

“İsmet Paşa’ya ecel terleri döktürüyorlardı. Gözlerinin altında derin halkalar belirmiş, saçları dimdik olmuş, tüm gücü tükenmişti, fakat bütün saldırılara rağmen ayakta durma ve karşı koymaya devam ediyordu. Sonuç sabaha karşı saat 3’te geldi. Anlaşıldı ki müttefikler son bir saldırıdan sonra silahlarını bırakmış ve (…) kabullenmişlerdi. Ertesi sabah Paşa’yı gördüm, on yıl yaşlanmış görünüyordu.”

Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması üzerine Gazi Mustafa Kemal’in İsmet Paşa’ya gönderdiği 24 Temmuz 1923 tarihli mesaj şöyledir:

  • “Ulus ve hükümetin Zât-ı devletlerine verdiği yeni görevi başarıyla tamamladınız. Memlekete bir dizi yararlı hizmetlerden ibaret olan ömrünüzü bu defa da tarihi bir başarıyla taçlandırdınız. Uzun mücadeleden sonra vatanımızın barış ve bağımsızlığa kavuştuğu bugünde parlak hizmetlerden dolayı Zât-ı devletlerinizi, muhterem arkadaşlarımız Rıza Nur ve Hasan Beyleri ve çalışmanızda size yardım eden bütün heyet delegelerini teşekkür borcumla tebrik ederim.”

En son, Garp cephesi komutanı olarak vatanını savunan İsmet Paşa, vatan için pazarlık yapmanın ne demek olduğunu en iyi bilendi. Nitekim Lozan’da tarih İsmet Paşa’yı bir kahraman olarak kaydeder. O, Avrupa diplomasisinin kurnaz ve sinsi siyaset adamlarıyla nasıl baş edebildiğini kısa makalemde anlatmaya çalıştım. Işıklar içinde kalsın.
Yukarıda kısaca anlatıldığı gibi, emperyalist ülkeler karşısında verilen Kurtuluş Savaşı’ndan sonra eşit koşulları sağlayarak tam bağımsızlığını “kayıtsız koşulsuz egemenlik” ilkesiyle kazanmak gerçekten akıllara durgunluk veren büyük bir tarihsel başarıdır.

Bu onurlu mücadelenin kazanımlarıyla gerçekleşen Cumhuriyet’imizin 90. kuruluş yılına geldik. Tüm emperyalist ülkeler, Türkiye’nin “Ulusal Egemenlik” konusunda gösterdiği bu dik duruşu, Lozan Antlaşması’nı imzaladıkları günden beri içlerine sindirememişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’ni Atatürk’ün buyurduğu gibi sonsuza dek
özgür ve tam bağımsız yaşatmak hepimizin görevidir. Bu yolda, Atatürk devrim ve ilkeleri yol göstericisi olacaktır.

Bu tarihsel bilinçle Lozan’a ve kazanımlarına tüm gücümüzle sahip çıkmalıyız.
(24 Temmuz 2013)

Milli İrade

Dostlar,

Cumhuriyetimizin ağabeyi, 90+ yaştaki üstadımız Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN beyefendi, “MİLlİ İRADE” başlıklı bir makale yazarak, Başbakan RTE’nin “Bnin bakanım” diyemeyeceğini belirtiyor.

Ünlü İngiliz siyaset bilimci J. Stuart Mills’ten alıntı yapıyor..

“…Türkiye’mizde toplumsal uyanış ve despotik iktidara karşı doğan tepkiler, 
AKP iktidarının yazgısını belirleyecek ve o yazgıyı değiştirmeye kimsenin gücü yetmeyecektir.”

Diyalektik bir çıkarımla, yukarıdaki sonuca varıyor.
Bir küçük önermemiz olsun izinleriyle :

“Diyalektik” ve “yazgı” kavramları farklı kategorik jargonlara ilişkindir. İlki bilimsel ve pozitiftir; ikincisi dinsel ve soyut..

Dolayısıyla bu paragrafta “yazgı” yerine, diyalektik deterministik öngörü gereği,
“geleceği” denilebilir, denilmelidir.

Sevgi ve saygı ile.
26.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Milli İrade Kavramı!

portresi

Dr. Müh. Ali Nejat ÖLÇEN 

Osmanlı devleti, “millî İrade” kavramının dışında kalmıştı.
Bu kavramı ilk kez Mustafa Kemal Paşa kullanmış ve ünlü Nutuk’ta :

  • “Efendiler, bu vaziyet karşısında bir, tek bir karar vardı. O da hakimiyeti milliyeye müstenit, bilakaydüşart yeni bir Türk Devleti tesis etmek.
    İşte daha İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun’da
    Anadolu topraklarına ayak basar basmaz tatbikine başladığımız karar,
    bu karar olmuştur.”
     demişti.

Anadolu’muz Batının emperyalist ülkeleri ordularının işgali altındayken, “Millî İrade”yi egemen kılma kararı “Teşkilatı Esasiye Kanunu”nun ilk iki maddesiyle yürürlüğe girmişti. TBMM’nin 20 Ocak 1921 günü onayladığı bu ilk Anayasa’nın 1. maddesi;

Hakimiyet bilakaydışart milletindir. İdare usulü, halkın mukadderatını (yazgısını) bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.” koşuluyla “Millî İrade”yi somut, uygulanabilir gerçekliğe kavuşturdu.

Bu ilk Anayasanın 2. maddesi de, “Milli İrade’nin Milletin yegâne ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisinde tecelli edeceğini” öngörmüştü. Aslında 29 Ekim 1923’ten iki yıl önce Cumhuriyet bu iki maddesiyle kabul ve ilan edilmiştir. Kurtuluş Savaşı kazanılmadan önce böylesi bir kararın tek yorumu vardır ve Batı’nın ABD dahil emperyalist ülkeleri bilmelidir ki, yeryüzünde hiçbir ulus, işgal altındayken kendi devletini ve onun cumhuriyetini kurabilmiş değildir. Yeryüzünde Türk Ulusu’nun dışında bunu başaran bir başka ulusun varlığından kimse söz edemez.

Bu gerçeğe göre Millî İrade ulusun kendisidir ve ulus bunun uygulanmasını özgür iradesiyle oluşturduğu TBMM eliyle sağlamaya karar verir. Bir başka deyişle Millî İrade’nin kaynağı Millet’in meclisidir. Siyasal iktidar ve de o iktidarın oluşturduğu hükümet, kendisini Millî İrade olarak tanımlayamaz. Millî İrade’nin tecelli ettiği kuruluş TBMM’dir. TBMM’nin dışında hiçbir kurum, hükümetler dahil Millî İrade’nin kendisi olamaz. Çünkü hükümetlerin tümü TBMM’nin gözetimine ve denetimine bağlıdır ve görevden alınıp alınmamasına karar verecek organ TBMM’dir. TBMM’nin dışında kalan hiçbir kamusal organ , hükümetler, TBMM’nin kararı olmayan bir yetkiyi kullanamaz. Eğer bir karar, Millî İrade’ye ters düşüyorsa, o kararın yok sayılmasını TBMM, kendisinin oluşturduğu kurumlar eliyle sağlayabilir.

Durum böyle olunca, bir başbakan’ın hükümet üyelerinden herhangi biri için “benim bakanım” deme hakkına sahip olamaz. O bakan Türkiye Cumhuriyeti Devlet’inin bakanıdır ve Başbakan’ın emrinde O’nun görevlisi değildir. R.T. Erdoğan,
Hükümet üyelerinden herhangi birisini “benim bakanım” demekle yetkisini aşmaktadır
ve kendisinde Anayasanın tanımadığı gücün var olduğu vehmine kapılmaktadır.

Fakat ne yazık ki, ”Başbakan senin memurun değilim” biçiminde kişiliğini korumak türünde erdeme ulamış bir bakanla da ülkemiz tanışamadı.

  • Millî İrade’nin görev verdiği hükümetin ulusal boyuttaki yanlışlarına, sakınca ve hatta tehlike yaratan kararlarına ulusumuzun hiçbir bireyi boyun eğmek zorunda değildir.

Öylesi hükümetin aldığı ve uygulamaya koyduğu kararları eleştirme, eleştirmek için örgütlenme hakkına sahip çıkılması da önlenemez.

Polis gücüyle önlenmesi o iktidarın faşizme kaymasının kanıtı, belgesi olarak, bir gün ulusun o iktidara el koyması sonucunu doğurur.
Tarihin diyalektiğinde bunun sayısız örnekleri gerçekleşmiştir. Türkiye’mizde de böylesi bir örnekle karşılaşılmayacağını bugün hiç kimse ileri süremez.
Bunu ancak tarihin gelişim süreci belirleyecek ve öylesi eylem, tarihin diyalektiği tarafından onaylandığı anda da gerçekleşecektir.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, tarihimizin en yakın çanlı örneğidir. Yeni ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşunu Millî İrade’nin kararı olduğu içindir ki, emperyalizmin ülkemizi işgal eden orduları bile önleyemedi. Tarihin yarattığı kararı değiştirme gücü
yine tarihin elinde olduğu için.

Özetle Millî İrade; aslında ulusun tarihsel süreç içindeki gelişiminin ve gereksinmelerinin sentezinde belirginleşir ve belirginleştiği ölçüde de politik egemenliğin kaynağı olur.Türkiye Cumhuriyeti Devletimizin kuruluş ve gelişim aşamalarından edindiğimiz bu olguya 1850’li yıllarda John Stuart Mill’in “Representative Government” (Temsilî Hükümet) adlı kitabında da rastlıyoruz. Örneğin şu düşünceyle Hükümet kavramını betimlemişti ünlü yapıtında:

  • “Hükümetler önceden tasarlanarak oluşturulmaz yapılandırılamazlar, fakat oluşur, gelişirler. Bizim ilgimiz evrenin diğer olayları gibi özelliklerini öğrenmek ve ona uyum sağlamaktır. Onunla ilişkimiz halkın temel siyasal kurumlarını, yaşamını ve doğasındaki organik gelişimi, yaradılışındaki özelliği ve bilinçsiz içgüdülerini, talep ve eğilimlerini ve tüm bu düşünülmüş niteliklerinin öğretisiyle onu tanırız.” (İngiizcesi dipnotta)

Şunu belirtelim ki, Stuart Mill’deki “Government” kavramı devlet’i de içermektedir.
Eğer O’nun bu görüşü gerçek ve doğru ise, Millî İrade’nin kaynağı olan halkın sahiplendiği devlet, başkalarınca planlanan bir tasarımın gerçekleşmesi biçiminde algılanamaz. Örneğin Mustafa Kemal’in zihninde beliren Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ondan önceki 150 yıllık gelişimin sonucu ve sentezidir. Eğer 150 yılın diyalektiği yaşanmış olmasaydı bir Mustafa Kemal’i annesi yine dünyaya getirir ve fakat o Mustafa Kemal, bir Atatürk olamazdı. Eğer bu düşüncem doğru ve bir gerçeğin anlatımıysa, ulusal egemenliği yaratan yine o ulusun uzun tarihsel gelişimin sonucunda vardığı
nihai menzildeki iradesidir. Eğer bu ulaştığım sonuç yine doğru ve gerçek ise,
bugün Türkiye’mizde toplumsal uyanış ve despotik iktidara karşı doğan tepkiler,
AKP iktidarının yazgısını belirleyecek ve o yazgıyı değiştirmeye kimsenin gücü yetmeyecektir. Tarihin diyalektiğini değiştirecek tek güç çünkü, yine tarihin kendisidir.

Saygılarımla. (25.6.13)Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen

Dip Not:
(+).John Stuart Mill, Consideration on Represantative Government, with an Introduction by Howard Penniman, p.4: “Governments cannot be constructed by premeditated design. They are not made, but grow. Our business with them, as with the other facts of the universe, is to acquaint ourselves with their natural properties and adapt ourselves to them.The fundamental political institutions of a people are considered by this school as a sort of organic growth from the nature and life of that people: a product of their habits, instincts and unconscious wants and desires, scarcely at all of their deliberate purposes.”
(İngilizce metinde kimi maddi yazım yanlışları tarafımızdan düzeltilmiştir.. A. Saltık)

Atatürk’ün mal varlığı ve utanmaz saldırılar..

Dostlar,

Dün gece (30/31 Mart 2013) Ulusal Kanal’da Cevizkabuğu Programında
Hulki Cevizoğlu‘nun 4 konuğundan Atatürk düşmanı 2’si, bugüne dek görmediğimiz ölçüde hayasızca Yüce Atatürk’e saldırdılar.

İpe sapa gelmez, uzmanı asla olmadıkları ve asla derinleşmedikleri,
güvenilir kaynak gösteremedikleri savlarını kustular.

TGB Eski Genel Başkanı AYDINLIK Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
İlker Yücel
ve Deniz Harbokulu Eski Komutanı E. Tuğamiral Türker Ertürk, deyim yerinde ise mostralarını çıkardılar bu zavallıların..

İzmir’den telefonla bağlanan Cumhuriyet tarihi uzmanı Prof. Kemal Arı da
Atatürk’ten ödleri kopan yarasaları bir güzel benzetti..

Hulki bey de yer yer yanıt verdi ama programın tarafsızlığı adına çok zor durumlarda kaldı..Hulki beye sormak gerekir :

– Saf demokratlığın zamanı mı Hulki bey ??

Lütfen, yakıcı gündeme ilişkin çözüm üretebilecek programlar yapın..

Bu adamların aslında kinleri salt Atatürk’e de değil.. Laik-demokratik hukuk düzenine..

Tüm özlemleri belli ki çöl şeriatı düzeni..

Belki o bile değil.. Belli çevrelerin “sahibinin sesi”..

Bir dergi çıkarıyorlar ve emperyalizme uşaklık yapıyorlar..
Finansman kaynaklarını bilmiyoruz..

Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı, “haşa” mal gasp ettiği yönünde suçlamaya dek
hadlerini aştılar..

Yüce Atatürk ne götürdü öbür yana?

Öldüğünde bırakıtında (terekesinde, mirasında) neler vardı?

  • Mustafa Kemal Atatürk öldüğünde, İş Bankası 4 sayılı emekli hesabında biriken parası yalnızca 19566 lira idi..

Her şey apaçık ortada ki; edinilen malların çok büyük bir bölümü
Devlet – Ulus adına vekaletendir.

Erbakan’ın malvarlığı kendi varlığı mıydı?

Partisine bağışlananlar emaneten kendisinde idi.
Parti kapatılırsa Hazinece el konmasın diye..

Ayrıca Abdullah Gül beyefendinin “KAYIP TRİLYON DAVASI” ne oldu??

Biraz olsun utanmak gerekir, terbiye sahibi olma gerekir..

Aşağıda bu listeyi veriyoruz..

Örn. “beton köprüler”.. Ata’nın ne işine yarar?
Çok net değil mi ki, savaşta, sonra da ülkenin bayındırlığında kullanılsın diye??

Dinciler övünebilirler yetiştirdikleri bu gözü kara cahil militanlarıyla..

Ama unutulmasın ki, bu gibi serseri takımlarının
ne zaman sahibini ısıracağı hiç belli olmaz..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 31.3.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==============================================

Atatürk’ün mal varlığı

Son günlerde internet sitelerinde İsmail Cem‘in “Türkiye’nin Geri Kalmışlığının Tarihi” adlı kitabı kaynak gösterilerek “Atatürkün mal varlığı” söz konusu edilmekte.İsmail Cem’in de  Atatürk’ün genel sekreteri Hasan Rıza Soyak‘ın “Atatürk’ten Hatıralar” adlı kitabından (Cilt 2, s. 689) aldığı bu listedeki mal varlığı, Mustafa Kemal Atatürk’ün gözetiminde, Kurtuluş Savaşının ardından, 15 yıl içinde Ulusa “emaneten” mal edinilmiş ve sonra doğrudan Atatürk’ün buyruğuyla çıkarılan

12 Haziran 1933 tarih ve 2307 sayılı yasayla resmen Hazine’ye, Türk Devletine bağışlanmıştı. (Büyük Nutku SÖYLEV’i okurken tüm mal varlığını CHP’ye devredeceğini belirtmişti, ama sonra Hazine’ye bağışlamaya karar verdi..) Kurtuluş Savaşı sırasında Hint Müslümanları yardım olarak Mustafa Kemal adına 500 bin lira göndermişlerdi. Parayı getiren Mustafa Sagir İngiliz casusuydu ve Mustafa Kemal Paşa’yı öldürmek üzere Ankara’ya gelmişti. Sagir suçunu kabul etti, “teşebbüs” aşamasında kalmasına karşın, savaş durumu olduğu için bu suçun cezası idamdı; Sagir asıldı. Mustafa Kemal Paşa, gelen parayı Milli Savunma Bakanlığı emrine verdi. Büyük Taarruz’da bu paranın bir miktarı kullanıldı. Maliye Bakanlığı, kalan 380 bin lira dolayında parayı Mustafa Kemal Paşa’ya geri verdi. Bu paranın 250 bin TL’si ile İş Bankası kuruldu, kalanıyla da aşağıda listelenen mallar edinildi. Bu çiftliklerde kooperatifler kurulmuş, çiftçiye makinalı tarım öğretilimişti.

Bataklık arazide kurulan Atatürk Orman Çiftliği bunlardan biri. Mustafa Kemal Paşa Türkiye’nin her yerinde çiftlikler, bahçeler satın aldı, ıslah etti, geliştirdi ve sonra bölge köylülerine bağışladı.

  • Mustafa Kemal Atatürk öldüğünde, İş Bankası 4 sayılı
    emekli hesabında biriken parası yalnızca 19566 lira idi..

Atatürk’ün mal varlığı olarak İsmail Cem’in verdiği liste           : 

  • 582 dönüm çeşitli meyve bahçeleri. Değişik çeşitlerde 650 bin fidan. 
  • 620 dönüm asma fidanlığı. 650 bin kök bağ çubuğu.  
  • 370 dönüm çeşitli sebze yetiştirmeye elverişli bahçe. 
  • 220 dönüm 6 bin ağaçlı zeytinlik. 
  • 727 dönüm 1600 ağaçlı portakallık. 
  • 15 dönüm kuşkonmazlık. 
  • 100 dönüm park ve bahçe. 
  • 2 bin 650 dönüm çayır ve yoncalık. 
  • 1450 dönüm yeni tesis edilmiş orman. 
  • 148 bin dönüm tarıma elverişli arazi ve mera. 
  • 45 adet büyük ve küçük idare binası ve ikametgah (bütün mefruşat ve demirbaşları ile birlikte). 
  • 7 adet 15 bin baş koyunluk ağıl. 
  • 6 adet Aydos ve Toros yaylalarında tesis edilen mandıralar. 
  • 8 adet at ve sığırlara özgü ahır. 
  • 7 adet genel ambar. 
  • 4 adet hangar ve sundurma. 
  • 4 adet lokanta, gazino ve eğlence yerleri, Lunapark. 
  • 2 adet fırın
  • Bira ve malt fabrikası  
  • Buz fabrikası; (günde dört bin ton buz üretme kapasitesine sahip) 
  • Soda ve gazoz fabrikası : Günde 3 bin şişe soda ve gazoz üretebilecek kapasitede. 
  • Deri fabrikası
  • Ziraat Aletleri ve Demir Fabrikası : 
  • 2 süt fabrikası (Ankara ve Yalova’da) 
  • 2 yoğurt üretimevi; 
  • 1 şarap üretimevi (imalathanesi) : Yılda 80 bin litre şarap üretme kapasitesine sahip. 
  • 1 değirmen
  • İstanbul’daki bir çelik fabrikasının % 40 payı. 
  • Biri Ankara’da, öbürü Yalova’da kurulu iki tavuk çiftliği. 
  • Yalova’daki çiftliklerde 2 özel iskele ve liman tesisi. 
  • 5 mağaza (Ankara’da 3 ve İstanbul’da 2)
  • Orman Çiftliğinde; özel sulama donanımı, kanalizasyon,
    Telefon tesisatı, elektrik tesisatı, küçük beton köprüler, özel yollar,
    içme suyu dağıtımı şebekesi. 
  • Yalova Çiftliğinde; özel su tesisatı, telefon tesisatı, elektrik tesisatı,
    küçük beton köprüler ve yollar. 
  •  Silifke Tekir Çiftliğinde; özel sulama donanımı, beton köprüler. 
  • Orman Çiftliğinde kurulu Çiftlik Müzesi ve küçük ölçekte Hayvanat Bahçesi donanımı. Bunların işletme gereçleri ve bütün demirbaşları. 
  • 13 bin baş koyun : Kıvırcık, Merinos, Karagül, Karaman ırklarıyla
    bunların melezleri. 
  • 443 baş sığır, Simental, Hollanda, Kırım, Jersey, Gorensey, Halep yerli ırklarıyla bunların melezleri, yeni üretilen Orman ve Tekir cinsleri. 
  • 69 baş İngiliz, Arap, Macar, yerli ve bunların melezleri koşum ve
    binek atları. 
  • 2 bin 450 baş tavuk, Legorn, Rodayland ve yerli ırklar. 
  • 16 adet Traktör, 13 adet Harman ve Biçer Döver Makinesi ve
    tüm tarım işlerini görebilen ziraat alet ve donanımının tümü. 
  • 35 tonluk bir adet deniz motoru, Yalova çiftliğinde. 
  • 5 adet, çiftliklerin taşımacılık işlerinde çalıştırılan kamyon ve kamyonet. 
  • 2 adet çiftliklerin genel hizmetlerinde çalıştırılan binek otomobili. 
  • 19 adet, çiftliklerin genel hizmetlerinde çalıştırılan, binek ve yük arabası. 

    (Listeye katkısı için Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan’a teşekkürlerimizle..)

 

Tüm ABD Yurttaşları “Ben Amerikalıyım” değil “Ben Amerikan’ım” diyor?!

Dostlar,

Sayın Dr. Alev Coşkun ile bu gün telefonla görüştük (4.3.12). 21. 2.13 tarihli Cumhuriyet’in 2. sayfasında yayımlanan “Milliyetçilik, Ulusalcılık Tartışmaları..” konulu yazısındaki “Ben Amerikalıyım” anlatımının yanlış dizildiğini, doğrusunun,
Ben Amerikan’ım” olduğunu, biz söze girereken kendileri ön alarak düzelttiler.
Zaten biz de öyle düşünmüş ve izinlerini almadan sitemize düzelterek koymuştuk.

Geç kalan bir düzeltme izni istemimizi ise incelikle karşılayarak teşekkür etti.

Sizlerle de paylaşmak istedik..

Sayın Coşkun ile “ana dili” ve “anne dili” konusunu da konuştuk. Önerimiz şu oldu :

İtalyan kökenli bir Amerikan yurttaşının anne dili (mother tongue):
İtalyanca; ana dili : İngilizce

Ana dil : basic language; major language; principal language; essential language

Kürt kökenli bir Türk yurttaşının anne dili (mother tongue) Kürtçe; ana dili : Türkçe.

Sanırız bu terminoloji, yersiz ve haksız kullanılan -hatta duygu sömrürüsü yapılan-
bir retoriği boşa çıkarabilir.

Her etnik küme kendi ANNE DİLİNİ (ana dilini değil!) sosyal ve kültürel alanda
özgürce kullanabilir.

Fakat ULUS DEVLETİN “tanımı gereği” kamusal alanda çok sayıdaki “anne dilleri” (mother tongues) değil; tek ortak “resmi dil” / ANA DİL olan “basic language,
major language, principal language, essential language” kullanılacaktır.

Tersi, ULUSLAŞARAK emperyalizm karşısında güçlü bir blok oluşturmayı engeller ve sömrürgeleşme doğurur.

Bu ağır yokoluş bedelini ödememek için, ULUS DEVLET bir uzlaşmadır ve güvencedir.

Türkiye’deki eşit ve 1. sınıf yurttaşlarımız olan Kürt kökenli kardeşlerimizle özellikle paylaşmak isteriz. Bu konuda hiçbir kompleks duymamaları beklenir, gerekir..
ABD’yi kuran 50 dolayında “millet” gibi. Bu  insanlar ayrı ayrı devletler kurmuşlardır
ve o devletin uyruğu ve vatandaşıdırlar. Buna karşın, hiçbir kompleks duymadan
Ben Amerikan’ım” diyebilmektedirler gönül rahatlığıyla. (Kürt kardeşlerimizin
tarihte bir devlet kurabildiklerini ve “milliyet” ten “millete” geçemediklerini biliyoruz.)

Kürt politik önderlerinin bu bilimsel gerçeğin ayrıdında olmaMAları olanaksız..

Dolayısıyla, ayrışma-bölünme-kukla Kürt devletçiği-karakol Kürt devletçiği-istasyon Kürt devletçiği.. nden başka bir sonuç doğurmayacak bu dayatmalarını niçin sürdürürler; ciddi biçimde kaygılanıyoruz..

Birlikte yaşamaktan yana olduğunu çok iyi bildiğimiz Kürt yurttaşlarımızın
ezici çoğunluğunun da politik önderlerine bu soruyu sormalarını çok isteriz…

Yaşanan tablonun (kardeş kavgasının!) AB-ABD dayatması bir kurgu olduğu apaçık.
BOP kapsamında “eşbaşkanlara” talimatla yaptırılmakta..

Bir kez daha, çok sıklıkla sorduğumuz 2 soruyu Türkiye Kürtlerine sormak isteriz :

1. Emperyalizmin özgürlüğüne kavuşturduğu bir halk / etnisite / milliyet / millet biliyor musunuz? Tarihte örneği var mı? Böyle bir işlev emperyalizmin tanımı ile çelişmez mi? Emperyalizmin tunç yasası “BÖL VE YÖNET” (Latin atasözü : DİVİDA ET İMPERA!) değil mi?

2. Eli kanlı sömürgen emperyalizm ile işbirliği yaparak, daha dün Kurtuluş Savaşı’nda ortak Anavatanımız Türkiye için birlikte dövüştüğümüz emperyalistlerle “Anti-emperyalist Mazlum Türkiye Cumhuriyeti” ne karşı cephe açmak etik midir,
ahlaki midir; tabandaki masum Kürt kardeşlerimiz de açıkça aldatılmış olmuyor mu??

– Başta AKP’yi ve kurmaylarını ve de seçmenlerini

– BOP Eşbaşkanı Başbakan RT Erdoğan’ı

– BDP’yi

– PKK’yi

– Ve de ABD ve AB’deki sağduyulu, barış ve demokrasiden yana tüm çevreleri
bir kez daha düşünmeye ve konumlarını gözden geçirmeye çağırıyoruz..

Emperyalizmi tarihinde ilk kez kanlı savaş meydanlarında dize getiren, Türk’ün de, Kürt’ün de… mazlum tüm Anadolu ahalisinin / halkının önderi (“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına TÜRK MİLLETİ denir..” tanımını asla unutmayalım..)
Mustafa Kemal ATATÜRK‘ten haklı bir gururla aktararak,
haykırarak bu çağrıyı bir kez daha yapıyoruz :

  • YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ!

Son olarak, Gazi Mustafa Kemal Paşa‘nın şu kesin ve net tavrını koyalım :

  • Bizi yutmak isteyen kapitalizme ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşıt bir doğrultuda hareket etmiş, emeğiyle geçinen zavallı bir halk olmanın gerektirdiği bir yapılanmayı hedefliyoruz..”

Mustafa Kemal Paşa’nın “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına TÜRK MİLLETİ denir..” tanımını bir kez daha anımsarsak, Kürt kardeşlerimiz bu bütüncül ve asla ırk temelli olmayan tanımın, antiemperyalist halkın neresinde görüyorlar kendilerini?

Dışında mı? Hayır, tam tersine, tam da içinde.. Ama ne yazık ki onlar da aldatılıyor..

Sonsöz : Kadim Türkiye halkı / Türk Milleti bu alçakça bölücü emperyalist oyunu da bozacak ve kardeş kavgasına düşmeden ortak anavatanımızda özgürce, başı dik, BİRLİKTE yaşayacağız. Gönenç ve güvenç içinde geleceği birlikte yaratacak,
hem kendi kültürümüzü yaşatacak-varsıllaştıracak hem de evrensel kültüre
katkı vereceğiz.

Demokratik ULUS DEVLET modelimizle de dünya halklarına örnek olacağız..

  • Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır..

Sevgi ve saygı ile.
4.3.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net