Etiket arşivi: Freud

Siyasal İslam ve cumhuriyet laikliği

biyografi.net: Osman Selim Kocahanoğlu biyografisi burada ünlülerin  biyografileri buradaOSMAN SELİM KOCAHANOĞLU
ARAŞTIRMACI – YAZAR 

Cumhuriyet, 16 Şubat 2022

 

Osmanlı devlet adamları Batı’daki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri hayranlıkla izlediği, geri kalmışlığını Tanzimat’la ilan ettiği halde, modernizmi yakalamak şöyle dursun adapte bile olamadılar. Modernleşmeyi din ve inanç üzerinden algılayan bir toplumsal kültür bu sosyokültürel adaptasyonu zamanla küfür sayacaktır. İslam dinini kapalı bir sistem gören Max Weber’e göre,

  • “Doğu ile Batı arasında dine dayalı kültür ve bilinç farklılığı olduğu sürece,
    İslam dünyasında rasyonalite doğamaz, bu toplumlar da cemaattan cemiyete, gelenekten bilgi toplumuna evrilemezler.

– Batıdaki siyasal ahlak, bireysel bilinç ve sosyo kültürel olgularının hiçbiri Osmanlı/İslam ikliminde yeşermemiş, sorgulama mantığı gelişmemiş, ahlak ve din anlayışı eskilerde kalmıştır. Dolayısıyla bu kültürün bilinç yapısı da modernleşmeye kapanmıştır. Dini, rasyonellikten uzaklaştırıp doğrudan kendine göre bir dünya yaratan İslamcı toplumlar, şimdi kültürel şizofreni içindeler. Çağdaşlığa devamlı kutsal pompalayan (AS: kutsalıkla direnen) bu toplumların modern veya muhafazakâr, liberal veya üniversal, dinsel veya seküler oluş veya olamayışların temeli uygarlığa yenilme kompleksinde gizlidir. Zihin yapıları da sorgulamaya kapalıdır.

Bu toplumlar akıl çağına erişemediği için  feodal semboller ve fetişlerle kendini tatmine çalışır, kıl ve sakalı imanın parçası görürler. Batı dinleri kendi ortaçağını aşıp sekülerleştiği halde, İslamcı softalık kıl ile (a)kıl arasındaki mesafeyi aşamaz. Halbuki bu iki kelime arasındaki mesafe bir harf kadardır. Bilgi toplumunun standardını kavramamış cemaat/tarikat toplumları bilgiyi sadece kendi ufkundan ve kendi kavramları ile anlarlar. Biz buna kapalı bilinç diyoruz.

  • Donmuş bir dogmaya inanan ve beşyüz kelime ile düşünen bu hamaset toplumlarının laikliği algılaması elbette kolay değildir.

Hemen söyleyelim, laiklik veya sekülerlik kavramları, siyasal İslamcılığın sandığı gibi “dinsizlik veya dini inkar” olmayıp, dini herkese ait ve kişisel bir sorun sayan sistemdir.

  • Laiklik, ne bir din ne bir ideolojidir; ne kutsal kitabı ne peygamberi ne ideoloğu vardır.

ADI KONMAMIŞ LAİKLİK

Tanzimat’ta başlayan Osmanlı yenileşme hareketlerinin hepsinin zihin arkasında adı konmamış bir laikleşme düşüncesi vardır. Tanzimat (1839) bizim gecikmiş Magna Carta’mızdır, ancak toplumun iç dinamiklerinden gelmeyip padişahın lütfu sayıldığı için gelişememiştir. Tanzimat ve Meşrutiyetin kısır çekişmeleri bir yana bırakılırsa, toplumu şoka sokan asıl köklü değişim Cumhuriyetle yaşandı.

  • Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı ve hilafetin ilgasıyla, en büyük zihinsel engeller kaldırılmış oldu. 

Biz buna tarihin doğurduğu adamın cumhuriyet laikliği diyoruz.

Laiklik toplumsal bir hedef yapılarak, tersine akan suların önü kesilmiş, Cumhuriyet modernizminin en köklü devrimi olmuştur. Cumhuriyet laikliği aslında radikal müdahaledir. Nedeni Batı’nın üç yüz senede aldığı yolu kıyamete kadar beklemek istemeyişimizdir. Laiklik, tarikatların yasaklanması ve kıyafet devrimi ardından 5 Şubat 1937’de anayasaya da girmiştir. Atatürk’ün getirdiği laiklik aslında “muasır medeniyet seviyesine” erişme hamlesidir. Yani, “cenkçilik ve maceraperestlik değil insani ve medeni mefkurecilik veya medeni ve asri bir heyet-i ictimaiye meydana getirmektir.”

Laiklikliğin Osmanlı kültüründe kavramsal karşılığı yoktur,

Türkçeye doğru çevirilmediği için de dinsizlik şeklinde anlaşılmıştır. Tam karşılığı ise çağdaşlaşma/uygarlaşmadır. Uygarlaşma, yalnız sanayi toplumu olmak değil, toplumsal ve psikolojik davranışların tümüdür. Yani,

  • Laiklik; inanç ve ahlaki erdemler yönünden insanın dogmalardan özgürleşmesi, akıl ve bilimi yol gösterici saymasıdır. 

– Cumhuriyet laisizmi Allah ile kul arasındaki Halife ve Şeyhülislam makamlarını kaldırmış, şeri mahkemelerin yargı yetkisi millete devredilmiştir. İslamcı teorinin uygarlığa yenilme ve onu anlamadaki en büyük zaafı, dindeki temel kavramları yorumlayan içtihat kapısını kapatmış olmasıdır (AS: İmam Gazali, 13. yy, bkz. dipnot). Laik düşüncenin tarihsel/kavramsal boyutu doğru algılanamayınca, siyasal İslamcı medrese kafası dinsizlik diye inkara yönelmiştir. “İnkâr” kavramını psikanalize taşıyan Freud, bunun “basit bir yok sayma olmayıp ifade edenin arzusunu da barındırdığını” söyler. Küflenmiş İslamcı öğreti kutsalları sermaye yapılınca, laiklik de modernizmin “çocukluk hastalığı” olarak görülmüştür.

Dip dalgaları Tanzimat’a inen Cumhuriyet laikliği ve Mustafa Kemal’in arkasında Diderot, Voltaire, Rousseau gibi laik bir entelijansiya yoktu. Burjuva devrimi yapılıyor ama burjuvası yoktu. Burjuva devrimi, feodal egemenliğin tasfiye edilip ulus-devletin kurulması demektir. Yeni Cumhuriyet iki temele oturtulmak istenmişti: Biri ulusal boyutta sınırları belli bir toprak parçası, diğeri yasalar karşısında eşit yurttaşları olan demokrasi…

ÖZGÜN TÜRK MODERNLEŞMESİ

– Mustafa Kemal doğru yoldaydı. 1920’lerde ulus-devletten başka yapılanma düşünülemezdi. Gelişmemiş köylü toplumuna radikalizm zorunluydu. Yarı bağımlı bir ülke emperyalizme karşı çıkarken yüzünü de uygarlığa çevirmek zorundaydı. Ortaçağın verili toplumu ve verili kültürü karşısında kıyamet günü beklenemez, ağlayarak rahatlama yolu seçilemezdi.

Cumhuriyet devrimlerinin en güçlü yanı uygarlık tasavvurudur (AS: Çağdaşlaşma tasarımı). Tarih boyunca tezleriyle gelmemiş hiçbir siyasal/kültürel devrim olmadığı gibi; Türk devrimi de, kendi zamanının duruşları açısından geçmişi tersinden okuyup belli duruş noktasından toplum inşasına yöneliktir. Tüm öznelliğiyle tarihsel gerçekliği bize bağlayan, bireyi ve aklı özgürleştirmek isteyen

  • Kurucu söylem günümüzde, yurttaşı değil cemaati özleyen çok kültürlü, çok mezhepli ümmetçiliğin etnik şantajı ve emperyalizmin küresel kıskacına girmiştir.

– Günümüz masa başından 100 sene öncesini eleştirmek sosyoloji ve tarih bilinci açısından ahmaklıktır (AS: Anakroni hastalığı). Onu paranteze alma histerisine kapılmak Katip Çelebi’nin ümmet-i bülehalığıdır (AS: “öküz oğlu öküzler”!). Türkiye Cumhuriyeti kendi özel koşullarında yapılanmış, başka şekilde işlemesi mümkün olmadığı için böyle kurulabilmiştir. Kurucu irade, evet radikal davrandığı için Türkiye İslam dünyasının en güçlü devleti olabilmiştir. Eğer günümüz Afganistan’ı, İran’ı, Pakistan’ı olmamışsa bunu laik devrimlere ve yapılanmaya borçludur… Kısacası, Batı modernizmi nasıl kendi koşullarının ürünüyse; Türk modernizminin felsefi, sosyolojik, hukuksal içeriği de kendine özgüdür.

  • Laiklik sadece felsefi ve siyasi bir tercih sonucu benimsenmemiş, sosyal yapının emrettiği toplumsal barışın temeli olacak sosyopolitik ve hukuksal bir yöntem olarak düşünülmüştür…

SORUN İSLAM DEĞİL; İSLAMIN BULUNDUĞU COĞRAFYANIN ACINASI HALİ !

 

Işık Kansu : Kanmıyoruz!

Kanmıyoruz!

Işık KANSU

İSLAM POTASI İÇİNDE BİR POLİTİK KÜLTÜR ÇÖKÜNTÜSÜ İÇİNDEYİZ


Dostlar
,

Sn. Doğan Kuban‘ın bu çok değerli UYARI yazısını (pdf olarak da)
aşağıda sunuyoruz..

ISLAM_POTASI_ICINDE_BIR_POLITIK_KULTUR_COKUNTUSU_ICINDEYIZ

  • Türkiye elini çabuk tutarak,
    bu AKP gericiliği cenderesinden kurtulmak zorunda..

Sevgi ve saygı ile.
07.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

İSLAM POTASI İÇİNDE BİR POLİTİK KÜLTÜR ÇÖKÜNTÜSÜ İÇİNDEYİZ

Çağdaş Bilgi Yokolmaz, Fakat Öğretim Çökebilir 

  • Türkiye’de bilgi ve yeteneklerle ilgisi olmayan bir politik yazın ortamı var. Çerçevesini politik kavgalar ve cehalet saptıyor. Gelişmiş ülkelerde entelektüel söylem politik söylemi etkileyebilir. Türkiye’de bu olası değil. Politikacılara Heidegger ya da Wittgenstein’la, ya da varoluşçulukla başlayan bir söylem dinletemezsiniz. Böyle bir entelektüel hazırlıkları yok. Türkiye’de her düşünceyi, halkın ortak politik kültürü sınırlıyor ve yönlendiriyor.
    İslam potası içinde bir politik kültür çöküntüsü içindeyiz

DOĞAN KUBAN

portresi

Eşsiz bir tarihi, enerjisi, kentleşme iradesi ve istekleriyle
Türk toplumunun dünyanın entelektüel paryası olmayacak
bir kimliğe sahip olduğuna inanmak gerek

Bu gün eğitimin içinde bulunduğu kırılgan durum, Yirminci Yüzyıl uygarlığına Cumhuriyet ile açılan Türkiye’nin 1980’den sonra geçirdiği kültür şoklarının sonucudur. Çağdaşlaşmamızı engelleyen temel olgu yirminci yüzyıl kültürünün dünyayı içine yerleştirdiği entelektüel yapının dışında kalmaktır. Bugün bu izolasyonun aracı olarak ilk ve orta öğretim programlarını gelişmiş dünya standartlarından ayıran içeriksel zorlamalar var. Üniversite öğretiminin kalitesi zayıf olsa bile, dünya ile ilişkisini kesmek olası değildir. Fakat kalitesinin düştüğünü görmek için aptal olmamak yeterli. Örneğin Türkiye’de akademik tıp Alman Hocalar sayesinde çok ileriydi.

Sonra Hacettepe büyük bir atılım yaptı. Bugün de kenarda köşede kişisel çabalar var. Fakat genel tıp eğitiminin halini ünlü hocalara sorun. Aynı şeyleri başka alanlarda da dinleyebilirsiniz. Bu bağlamda uluslararası istatistikler de aydınlatıcıdır.
Fakat bu konuda hemen umutsuzluğa düşmek gereksiz.

Bugün insanları, bütün dünya ile ozmoz içinde olan uluslararası iletişim ve
fiziksel çevre eğitiyor.

Kimse okula hapis değil. Kaldı ki Türk toplumu 1980’den sonra geleceğe dönük pek çok düşünce üretmiş, milyonlarca genç yetiştirmiştir. Endişe 1980’e kadar Türkiye’nin eriştiği hızı yavaşlatmanın, bugün zorluklar içinde yaşayan bir dünyada, ülkeye
çok ağıra mal olmasıdır.

Tarih binlerce yıllık birikimlere sahip bir hazine olsa bile, bundan yüz yıl önce dünya nüfusunun çoğunluğu ortaçağdaki insanlar gibi yaşıyordu. Çocukluğumda ve gençliğimde elektrik, su, yol ve telefonu tanımamış, kağnıdan başka aracı olmayan
bir Anadolu’yu biliyorum. Bu geçmişi ve bu güne ulaşmanın aşamalarını doğru dürüst anlatmadan, cahil halka sadece bugünden ve 1500 yıl öncesinden söz edersek,
bu toplumsal bir zoraki bunama olur.

Sadece kendi geçmişini içeren bir öğretim programı toplumu dünyadan koparır.
Gerçi bu günkü iletişim dünyasında bu tam olarak gerçekleşemez. Fakat kısıtlı öğretim programları toplumu çağdaş dünyadan uzaklaştıracak, yani geride bırakacaktır. Bugünkü ilk ve orta öğretim programı bu nitelikte. Google’da kolayca bulunan dünya öğretim programlarıyla bizimkini bir karşılaştırmak durumu anlamağa yeter.

Tanzimat’ta Ali Paşa yeni açılan idadilere dünya tarihi yazacak bir Osmanlı bulamadığı için Fransızcadan bir çeviri yaptırmıştı. Osmanlı eğitimciler bunu Kitab-ı Enbiya’ya uymadığı için kabul etmemişlerdi. Sadece Harbiye’de dünya tarihi askerlere öğretildi. Vatanı kurtaranlar da ordudan çıktı.

BİLGİ ORTAKLIĞINDAN VAZGEÇEMEYİZ

Dünya ile bilgi ortaklığından vazgeçmek olası değildir. Çünkü bu her alandaki ortaklığın temel koşuludur. Müslüman toplumlar, dünyayı sallayan şeyin top tüfek noksanı değil, yeni düşünceler olduğunu hâlâ anlamadılar.

Modernizm, Yirminci Yüzyılda gelişmenin adıdır. 1. Dünya Savaşı’ndan önce ortaya çıktı, iki savaş arasında gelişti. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra akıl almaz bir teknolojik patlama ile geçmişin dünyasını sonlandırdı.

Cumhuriyetin ilk kuşakları Avrupa ne yaptıysa öğrenmeye çalıştılar. Bu bağlamda örgütlenme ve çaba, bütün olumsuz politik gelişmelere karşın, 1980’e kadar sürdü. Bugün Türkiye’de bilgi ve kültür adına ne varsa 1923 ile 1980 arasında
Türk halkının ürettikleridir. Bugünkü Türkiye’yi o yarım yüzyıl yarattı.

Fakat benim yaşadığım dünya çok hızlı değişti. 1990’dan sonra yetişen genç kuşaklar sadece yeni dünyayı biliyorlar. Ahşap evli bir İstanbul, elektriksiz bir köy, yolsuz, otomobilsiz ve telefonsuz bir Türkiye’yi hiç görmediler. Onlara daha çok Kuran okutsak ve başlarını örtsek de tutucu olamayacaklar. Babalarından çok daha fazla internet kullanacak, televizyon izleyecek ve telefonsuz yapamayacaklar. Onlar da çevreleri kadar hızlı değişiyor. Yakın geleceği onlar biçimlendirecek.

Türkiye’nin sorunu, gelişmiş ülkelere göre nerede olması gerektiğini saptamasıdır.
Bu statüyü toplumun bu bağlamdaki bilgi ve bilinci saptayacak. İthal ettiğimiz tüketim eşyalarını yarım yamalak kullanmanın dışında, yirminci yüzyılın entelektüel gelişmesine katılmadığımızı unutmayalım. ‘Marx’ı, Freud’u, Einstein’ı biliyoruz. Sartre’ı Heidegger’i, Wittgenstein’ı da işittik, bizde de Picasso gibi
ressam var’ demek, kendimizi aldatmak ve alay konusu olmaktır.

CUMHURİYET’E KARŞI İÇERİKSİZ AŞAĞILAMA

Sevgili Okuyucular,

Aşağıdaki 20 yüzyıl modernizm sorunlarını Cumhuriyet tarihi bağlamında irdeleyin.
Ve 1923’den 1980’e dek nereye geldiğimizi, sonra işlerin nerede sarpa sardığını saptamağa çalışın.

Modernizm bir historisizm çağı değildir.

Bizim ulusun tarih bilincini oluşturmak için yaptığımız çaba da bir historisizm değildi. Fakat amacına ulaşabildi mi?

Bugün halk katında uydurma bir Osmanlı hikayeciliği ve Cumhuriyeti kuran bir çağa karşı geliştirilen içeriksiz aşağılama, benim kuşağımın hayal edemeyeceği düzeyde ve bilim dışıdır.

Modernizm çok parçalı, uyumsuz bir dünya imgesi yarattı.

O çağdan sonra edebiyat, sanat ve felsefe parçalanmış bir dünya yansıtırlar.
Bir bütünün parçaları olamayan olgular, nesneler, sanat yapıtları hatta felsefi düşünceler neredeyse kişisel röportaj niteliği kazanmıştır. Referansları evrensel bir bütünden değil, kendilerinden kaynaklanır. Soyut sanat, fenomenoloji, İngiliz analitik felsefesi, pragmatizm okulları bu tavırların ifadesidir. 19. yüzyıl idealizminin yerini almıştır. Hegel yerine Heidegger ya da Wittgenstein. Bizde de bu akımların izleyicileri var. Fakat Türk toplumu için bütün bu düşünce ve arteifakt’lar bir ucube niteliği taşıyor.

20. Yüzyıl, bilim alanında da 19. Yüzyıl’ın genellemeciliği yerini mikro boyutlarda araştırmaya bırakmış, fizik ve biyoloji bu alanlarda gelişmiştir. Pek çok Türk bilim adamı bu alanlarda çalışıyor. Fakat toplumun bu gelişmelerden haberi yok.

Bir bütünsellik arayışından uzaklaşan dünyada gelişen teknoloji ve üretimi bir düzen içinde tutma gerekliliği, fonksiyonalizmi (işlevselcilik) bir temel disiplin olarak benimsetti. Fonksiyonalizm mimaride ve planlamada, sosyolojide, antropolojide, davranış bilimlerinde düşünce ve tasarımları yönlendirmiştir. Bu dönemde Freud’la başlayan psikanaliz giderek seks konusunda büyük bir açılım getirmiş, feminizm ve kadın hakları da bu kuramlardan yararlanmışlardır. Türkiye’de de Freud’u bilen çok. Ama bu düşüncelerin gelişmesinin seks konusunda getirdiği büyük açılımı
Türk politikacılarının anladığını söylemek olanaksız.

Kadının statüsü Atatürk’ten bu yana değişmedi.

Sanayi üretiminin çeşitliliği ve iletişim teknolojisi, bütün etik ve estetik değerleri yerinden oynatmıştır. Bu da işlevselciliğin de beslediği bir görecelilik kavramını
ortaya çıkarmıştır. Mutlak gerçekler, ideolojiler bu çağın ağırlık verdiği davranışlar değil. Türkiye üniversitelerinde bunlardan haberi olanlar kuşkusuz var.
Fakat toplum ve onu yönetenler bu bağlamda da henüz aydınlanmadı.

Bunalmış bir dünyada yaşıyoruz. Yüzyıl öncesinin modernizmini bile öğrenememiş
bir toplumda ilkel öğretim çalkantıları, 20. yüzyıl başına dönmek anlamına gelir.
Dünya ile aramız açılır.
Türkiye’deki gelişmeleri yaşamayan İslam ülkelerinin acıklı hali gözümüzün önünde.

  • Fakat eşsiz bir tarihi, enerjisi, kentleşme iradesi ve istekleriyle
    Türk toplumunun dünyanın entelektüel paryası olmayacak
    bir kimliğe sahip olduğuna inanmak gerek..

Cumhuriyet Bilim Teknik 04.10.2013