Etiket arşivi: Fethullah Gülen

İflas

İflas

Ali Sirmen

15 Temmuz darbe girişimi sırasında, eşi ve oğlu FETÖ’cüler tarafından öldürülen Nihal Olçok’un isyanını gazetelerde okumuşsunuzdur. 
Nihal Hanım’ın, AKP’nin reklamcısı olarak anılan ve 2016’ya kadar elde edilen seçim başarılarında çok büyük payı olduğu bizzat hareketin önde gelenleri tarafından da kabul edilen kocası Erol Olçok, partinin kuruluş aşamasından itibaren AKP hareketi içinde yer almış bir kişi. Öncü kadro içinde bulunan Erol Bey ile eşi Nihal Hanım’ın en büyük çocuklarına Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’dan esinlenerek, Abdullah Tayyip adını vermeleri kurucu kadro içindeki ilişkilerini anlatmaya yeter. 
Mutekit bir insan olan Nihal Hanım, 15 Temmuz 2016’da eşi ve oğlunu kaybetmesini “Ne mutlu onlara ki şehadet mertebesine eriştiler” diyerek tevekkülle karşılayarak insanların önünde acısını vekarla bastırdığında kamuoyunun takdirini kazanmıştı. 
Aynı Nihal Hanım şimdi ise isyanını haykırmakta.
***
Nihal Olçok, aralarında cumhuriyet savcısı İsmet Bozkurt’un da olduğu bazı savcıların FETÖ dosyalarında para karşılığında karar verdikleri iddiaları üzerine, tavrını ilk kez şöyle ortaya koymuştu:

  • – Kaça sattınız 250 şehidi? Değdi mi aldığınız verdiklerinize?

Tayyip Bey ile olduğu kadar, Fethullah Gülen ile yakın ilişkileri, Zaman ve Bank Asya’daki özel konumu herkesçe bilinen Rixos zincirinin sahibi Fettah Tamince hakkında da takipsizlik kararı çıkması ve yeni yapılacak Atatürk Kültür Merkezi’nin ihalesinin de yine ona verilmesi üzerine, bu kez şu tepkiyi göstermişti Nihal Hanım:

  • – İhale verildi… Bu mudur… Neyle neyi takas ettiniz?

Nihal Hanım, son olarak da ByLock yazılımcısı Mesut Yılmazer’in serbest bırakılması üzerine haykırdı isyanını:

  • – Dünyanın en büyük ortaklığı, günah ortaklığı!

Bütün bu olaylar olurken, 15 Temmuz şehidi ilan edilen, Abdullah Tayyip Olçok’un isim babalarından Abdullah Gül, köşesinde bütün olup biteni sessizce izliyor, Tayyip Erdoğan ise Türkiye’nin bütün erklerinin tek egemeni olarak ülkenin dizginlerini elinde tutuyordu. 
Nihal Hanım’ın açıkça haykırdığı isyanı, iktidarın da, gizlenemez iflasıdır. 
İflas yalnızca, kimilerinin gerçekliğine inanmadığı için kınanamayacakları ve bir süredir iktidarın ana hedefi olduğunu iddia ettiği FETÖ ile mücadele konusuyla da sınırlı değildir.
***
İflas her alanda açıkça sırıtıyor.

FETÖ dışındaki terör ile mücadelede de, PYD/YPG karşısında eli kolu bağlı biçare tavır da iflasın göstergesidir. 
Ürettiğinden çok üreme ve tüketme ilkesine dayalı ekonomi çoktan iflas etmiştir
Yüksek faizle dışardan hazır gelen sıcak paraya, konut balonunun şişirilmesine dayalı sürdürülemez kalkınma modeli iflas etmiştir. 
Komşuda, bize de bulaşması kaçınılmaz istikrarsızlığı tahrik etmek üzere, silah, militan, paralı asker sevkıyatına ön ayak olmaya dayalı, Esad’a düşman ama PYD- YPG’ye karşı laf dışında hiçbir somut tepki göstermeyen Suriye politikası iflas etmiştir. 
Koalisyonları ortadan kaldırma savındayken, koalisyonları, seçim sonrasından seçim öncesi ittifaklara dönüştüren başkanlık etiketli tek adam politikası iflas etmiştir.

Ülkenin simgesi haline gelmiş kişi ağzını açtığında ya bütün dünyada ortak tepkilerin oluştuğu ya da TL’nin serbest düşüşe geçtiği her şeye kadir tek adam rejiminin dış politikası iflas etmiştir.

Muhalif siyasi parti liderlerinin hapiste bulunduğu, serbest olanların da tehditlerle sindirilmeye çalışıldığı, hapisteki gazeteci rekorunun sahibi demokratik sistem iflas etmiştir. 
TL’nin bir türlü durdurulamayan serbest düşüşü karşısında, Damat Bey’in derde deva olduğunu anlatmaya beyhude uğraştığı ekonomik önlemler paketi iflas etmiştir. 
Ve bütün bu iflasların birbiri üzerine bindiği ortamda Türkiye, kendinden başka herkesi hain gören zihniyetin sultasında seçim sandığına gitmekte.

Hepimizin durumu zor, hem de çok zor!

Tehlikenin farkında mısınız?

Tehlikenin farkında mısınız?

Barış Terkoğlu
Cumuriyet
, 13.12.18
Farkında mısınız?

Fethullah Gülen’i 2008’de beraat ettiren kararı verenler, İlhan Cihaner’e kurulan kumpasta ise FETÖ’nün tezlerini destekleyenler bugün yargının tepesinde. 
Farkında mısınız? 
FETÖ İmamı Suat Yıldırım’ın çalışma arkadaşı, örgütün derneği KADİP’in Yönetim Kurulu Üyesi, Abant Toplantıları’nın katılımcısı, Dinlerarası Diyalog çalışmaları için Vatikan’a yol yapan Ali Erbaş bugün Diyanet’i yönetiyor. 
Farkında mısınız? 
Erdoğan’ın tehdit edildiği toplantıda en önde oturan, Bilal Erdoğan’ın ortağı Mehmet Gür TUSKON davasında ifadeye bile çağrılmadı. Bilal Erdoğan’ın Akıncı Üssü davasına Adil Öksüz ile ABD’ye gidip gelenler arasında görünen ortağına da bugüne kadar soru soran olmadı.
Farkında mısınız?
Zaman gazetesi hisselerinin 2014 yılındaki sahibi, sık sık Pensilvanya’da “arınan” Fettah Tamince, soruşturmalardan Cumhurbaşkanı avukatlarının “başarılı” savunması sayesinde kurtuldu. 
Farkında mısınız? 
15 Temmuz darbesinin beyni Adil Öksüz, kolunda Hava Kuvvetleri armalı saatle gözaltına alındı. Emniyet’e sorguya ısrarla götürülmedi. Savcının 2 kez tutuklama istemesine rağmenr “tarla bakmaya geldi” diye serbest bırakıldı. “Pes” eden savcı, “Fethullahçı zihniyet hala yönetiyor” diyerek görevini bıraktı. 
Farkında mısınız? 
Bazı davalara “para iddiaları” karıştı. Kimi savcılar görevden alındı. Polis, hapisteki FETÖ sanıklarından ifade bile aldı. Geçen hafta İstanbul’daki bir savcı, mal varlığındaki 660 bin TL açıklanamayan artış nedeniyle görevden alındı. 
Farkında mısınız?
AKP İzmir İl Binası’nın 15 Temmuz’da bile mal sahibi, Işık Sigorta’nın da Gediz Üniversitesi’nin de kurucusu Ahmet Küçükbay tutuklandıktan sonra, en bilinen markasına AKP’ye yakın Mustafa Latif Topbaş ortak oldu. Küçükbay’dan istenen bir dizi paradan sonra yandaş medyada aleyhindeki haberler durduruldu. Etkin pişmanlıkla tahliye edildi. Kaynağı örgüt olanlar hariç, serveti iade edildi. 
Farkında mısınız? 
FETÖ’de ilk akla gelen “çatı davası”nda 72 sanıktan sadece 7’si tutuklu. Kalanlar nerede? 65’i de firarda. Haklarında yakalama kararı çıkmadan isimlerini yandaş medyada çarşaf çarşaf yayımlatanlar, yurt dışına çıkışlarını da izledi. 
Farkında mısınız? 
Bank Asya’ya para yatırma suç delili sayılırken bankanın sahipleri hakkındaki iddianame yeni çıktı. Farkında mısınız? 15 Temmuz’a kadar FETÖ’nün yayın organlarında nutuk atan, “Ben Hizmet hareketini bir terör örgütü olarak görmüyorum” diyen parti lideri AKP listelerinden milletvekili oldu. Partisi Cumhur İttifakı’na katıldı. 
Farkında mısınız? 
Kot markasıyla ünlü TUSKON yöneticisi işadamı, adliyeden “İfademi verdim ve aynı gün işimin başına döndüm” diyerek çıktı. Davaya giren MASAK raporu ise Bank Asya’ya yatırdıklarının, FETÖ kurumlarına darbeye kadar aktardıklarının listesini veriyordu. Zaten koca TUSKON dosyasında bugün hapiste 10 kişi var. Tabii ki kalanlar aramızdalar! 
Farkında mısınız? 
Fethullah Gülen’le sevgi dolu fotoğrafları ortaya çıkan Nurettin Nebati, Berat Albayrak’ın yardımcı oldu. “Nasıl oldu” diye soran Nurettin Veren gazetesinden kovuldu.

Farkında mısınız? 
“FETÖ ile nasıl mücadele edilmeli” raporu yazan Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’ndaki daire başkanının telefonundan ByLock çıktı. 
Farkında mısınız? 
Türkiye’de birileri “evlerinden İncil çıktı” haberleri yapıyor. Yurt dışındaki Fethullahçılar bunları kendini haklı göstermek için kullanıyor. Türkiye’deki saçmalıklar FETÖ tanıtımına malzeme oluyor. 
Farkında mısınız? 
Adalet Bakanı, birkaç gün önce yurtdışında FETÖ ile mücadelenin kaybedildiğini adeta itiraf etti. 
Farkında mısınız? 
Yargı imamları yakalanıp ceza bile alsa onlarla irtibatı ortaya çıkan bazı hâkim ve savcılara kimse soru sormuyor. 
Farkında mısınız? 
FETÖ’nün diğer tarikatlara sızarak yoluna devam ettiğini yazan Emniyet’in mahrem yapılanma raporu sumen altı ediliyor. 
Farkında mısınız? 
Medyada dün en ateşli Fethullah propagandası yapanlarla, bugün herkesi FETÖ’cü ilan ederek tutuklama listesi açıklayanlar aynı kişiler. 
Farkında mısınız? 
“Herkes” FETÖ’cü olursa aslında “kimse” FETÖ’cü olmaz. Bu sıralar “herkes FETÖ’cü” ile “kimse FETÖ’cü değil” arasında dikkat çeken uyum var. 
Farkında mısınız? 
15 Temmuz şehit yakınları ve gazileri darbeden sonra yaşananlara isyan ederek küsüyor. 
Farkında mısınız?
Hem Pensilvanya’da hem Ankara’da birileri “FETÖ ile çözüm süreci”ni fısıldıyor. “FETÖ ile mücadele”deki tesadüf sayılamayacak gidiş, Türkiye’yi ancak af ile sıyrılabileceği bir enkaza götürüyor. 

Farkında mısınız? 
Bütün bunlar olurken Necati Doğru’ya ve Emin Çölaşan’a FETÖ davası açılıyor.
Tehlikenin farkında mısınız?

Sapere Aude

Sapere Aude

Enver Aysever
Cumhuriyet
, 18.10.18
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..
Yaygın umutsuzluğu salt iktisadi gerekçelere, içinden geçtiğimiz siyasal sürece bağlamak yeterli bir açıklama olmaz. Kaç gündür, özellikle sosyal medya ahalisinin gevezelikleri üzerinden, itiş kakış yapılan tartışmalara bakıyorum, içim sıkılıyor. Köksüz, içeriksiz, uçuşan kavramlar üzerinden savrulan fikir kırıntıları, bütünlüklü bir düşünce doğuramıyor. Ülke aklı askıya aldığı, düşünmekten vazgeçtiği için açmazda. Ağzına gelen her sözü değerli sanan insanlar arasında kaybolur yaratıcı, özgün fikirler. Hep böyledir, gürültü altında eziliyoruz. 
Aydınlanma akşamdan sabaha gerçekleşmiş dönüşüm değildir. Doğayı anlama, bilimle yön bulma, aklı mutlak egemen kılma insanlık için zorlu, kanlı süreçtir. Farklı düşünürlerin yaklaşımlarıyla uzun zamanla gelinmiş felsefi, toplumsal düzeyden söz ediyoruz. İnsan aklının üzerinde herhangi bir gücü, iradeyi kabul etmemek cesaret işidir. Bugün yığınların bunu başardığını düşünmek saflık olur. İnanmak kolaydır, sorgulamak güçtür. Temel çelişki burada başlar. Biri, başına geleni yazgı olarak görür, Tanrı’nın emri sayar. Diğeri edimleri ile sonuca varır. Nedenlerle meseleleri kavrar ve sorumluluktan kaçmaz. 
KantAydınlanma, insanın kendi ayağıyla içine düştüğü toyluktan kurtulmasıdır.
Toyluk, insanın kendi aklını bir başkasının rehberliğine ihtiyaç duymaksızın kullanamamasıdır. İnsanın bu toyluğa kendi ayağıyla düşmesinin nedeni de akılsız olması değil, aklı başkasının rehberliği olmaksızın kullanma kararlılığı ve cesaretini
gösterememesidir” der. 
Bundan dolayı, Aydınlanma’nın sloganı şudur: 
* “Sapere aude! (Kendi aklını kullanma cesareti göster)” 
“Toyluk” özenle seçilmiş sözcük. Suçlama yok, erken dönem zaafı olarak görüyor Kant bunu. İnsanlık öğrendikçe, geliştikçe bu toyluktan kurtulacak, iradesine sahip olarak, tercihlerini buna uygun yapacak, beklenti bu yönde. Peki, öyle mi? Tanrı fikrinin bir tarihi var. İnanç belli ki insanın doğasında var. Bunu belli dengede tutmak mümkün… Eğer aklın egemenliğini baskılarsa sonu felaket oluyor. Devrimler çağına yakından bakmak gerek. Bahis uzun, bize dönelim… 
Cumhuriyet aydınlanma fikri üstüne inşa edildi. Kapitalistleşmeyle birlikte kaçınılmazdı Osmanlı’nın yıkılması. Yerine ne konacağı önemliydi. Cumhuriyet ancak devrimle kurulabilirdi, öyle oldu. Mustafa Kemal başardı. Osmanlı’yı onarma fikri gericidir, Cumhuriyet kurmak ilericidir! Namık KemalŞinasi gibi isimler aydınlanmacıydı, devrimci değillerdi. Her devrim yeni sorular, sorunlar getirir kuşkusuz… Genç Cumhuriyet bu çatışmaları yaşadı, üzücü olan ilerleme beklentisinin boşa çıkmasıdır, uzun zamandır ricat söz konusu. 
Kapitalizm feodal toplumsal yapıya yönelik ciddi itirazdı başlangıçta. Endüstrileşme işçi sınıfını doğurdu, Aydınlanma etkisiyle kapitalizm ilerici rol üstlendi. Demokrasi bunun ürünüdür. Tanrı’dan güç alan hükümdarın egemenliği altında herkes onun kulu, kölesi, mülküydü. Kapitalizm mülkiyeti Tanrı eliyle kullanmak yerine, akılla elde edilen beceri sonucunda yurttaşlara dağıtmayı vaat etti ve başardı. Demokrasi burada önemli işlev gördü. Lakin insanlar eşit değildi. Uluslar aynı güce sahip değildi. Mülk/para güçlü olanın elinde birikti. Eşitsiz toplumsal yapı, patronların hızla güçlenmesine neden oldu. Mülkiyeti elinde bulunduran yeni, büyük başka güçler doğdu. Buna karşılık işçi sınıfı oluştu ve onun hak mücadelesi başladı. Kapitalizm muhafazakârlaştı, gericidir.
* İşçi sınıfı, kavgası doğası gereği ilericidir, sosyalist olmak zorundadır. 
Cumhuriyet aydınlanmanın ürünü insanlar yarattı, bu toplam, kaçınılmaz biçimde sınıfsal bilinç edinmeye başladı. Köy Enstitüleri bunun somut örneğidir. Üreten, okuyan, bilime uygun davranan insan elbet soracak, itiraz edecekti. Kapitalizm bu insandan korkar. Aklı, aydınlanmayı askıya almak ister. Patronlar saltanatları yıkılacağı için komünizmi öcü olarak sundu. Gericiliği beslemeye başladı düzen. Bunun sonucudur 1954’te Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin kurulması. İlk başkanı ülkücü İlhan Darendelioğlu’dur. Fahri başkan Cemal Gürsel’dir. 
Komünizmle Mücadele Dernekleri ülke siyasetini o günden bu tarafa yönetmektedir. Adnan Menderes, Celal Bayar, Süleyman Demirel, Turgut Özal, Recai Kutan, Abdullah Gül, Numan Kurtulmuş, Ahmet Davutoğlu ve Recep Tayyip Erdoğan bu derneğin üyesidir. Sıkı durun, Fethullah Gülen Erzurum kurucu üyesidir. Aydınlanmanın okullarında yetiştiler, ancak kapitalizme uygun düşündüler. Akla uygun davranır gibi görünseler de sorgulanması pek mümkün olmayan ilahi bir güce dayandırdılar iktidarlarını. Kapitalizm bunu istemekteydi, piyasa koşullarının egemenliği için işçinin düşkün kalması zorunluydu. Milliyetçilik, dincilik buna uygundur.
* İlerici ilkelerle yola çıkan Cumhuriyet gericileşti. Çöküşün nedeni budur! 
Son günlerde mülkiyet tartışması sürerken yukarıdaki verilere iyi bakmak gerek. AB, NATO, BM türü kurumlar neden gericidir anlamak için hangi egemen güce hizmet ettiğini görmek gerek. Elbet küçük mülkünü korumak kaygısıyla Komünizmle Mücadele Derneği önderleriyle yan yana düşmemeye de dikkat etmek gerek.
Dediğim gibi, ilericiliği biçime indirgerseniz yanılırsınız!
RTE muhalifliği ilerici olmaya yetmez!
======================================
Dostlar,
Cumuriyet‘in yeni yazarlarından Enver Aysever, uygarlık tarihinin kilit kavramlarından AYDINLANMA‘yı, Aklı, Sorgulamayı…. ve Siyasal Düşünce Tarihinin – Siyaset Felsefesinin en parıltılı düşünürlerden ünlü Alman filozof İmmanuel Kant’a yer veriyor bu önemli yazısında.
SAPARE AUDE“, Aydınlanma Felsefesinin 1784’e tarihlenen bir çığlığıdır adeta.
Bizim de doğrusu kulaklarımızdan hiç eksilmiyor..
Kant, 1784’te bir “Aydınlanma mektubu” yazar insanlığa.. Yaklaşık 5 sayfa olan bu metnin erişkesini (linkini) sunuyoruz, okunmasını ve paylaşılmasını, üzerinde düşünülmesini dileriz :
Çağdaş bağlamda Aydınlanma (Enlightenment);
Aklın inançtan, Bilimin de dinden özgürleşmesidir. 

* İnsanın Aydınlanmasına ömürlerini, canlarını – yaşamlarını veren tüm erenlere selam olsun..

Hallac-ı Mansur’dan Giardano Bruno’ya,
İbni Sina’dan Galileo Galile’ye,
İbni Haldun’dan Jan Huse’a,
Farabi’den Copernicus’a..
……………
Türkiye Cumhuriyetini kuran ve Anadolu Aydınlanmasını başlatan başta Mustafa Kemal ATATÜRK olma üzere dava yoldaşlarına,
Son dönemlerin Aydınlanma bilgesi İlhan Selçuk‘a ve 19 yıl önce bu gün kalleşçe öldürülen Ahmet Taner Kışlalı‘ya…. selam olsun, selam olsun, selam olsun!

İnsanlığın geleceği, hiç ama hiç, zerrece kuşku olmaksızın “bilimsel akılcılığın” egemen olacağı bir eksende kurulacak ve yükselecektir..

Sevgi ve saygı ile. 22 Ekim 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

15 TEMMUZ ZAFERİ Mİ; 15 TEMMUZ UTANCI MI?

15-temmuz-kahramanlari15 TEMMUZ ZAFERİ Mİ; 15 TEMMUZ UTANCI MI?

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Garip bir 15 temmuz darbesi yaşadık. Önceki darbelerden hiç birine benzemiyordu. Şaşırtıcı sahneler sergilendi. Kimin darbeci kimin koruyucu olduğunu anlayamadığımız sahneler.

Meclis bombalanıyordu. Darbeyi TV’ lerden kaygılarla, sorgularla izleyen biz vatandaşlar bu darbenin hiçbir şansı olmadığını anlamıştık. Uykuya öyle gittik. Halk sokağa çıkmıştı. Ama ne yazık 249 yurttaşımızı kaybettik.

Fethullah Gülen’i yıllardır biliyorduk. TV’lerde bir psikiyatrik vaka gibi görüntü veriyordu. Peki iktidar dahil vatandaşlar üzerindeki etkisi nereden geliyordu? Hangi çekici niteliklere sahipti. Çok ama çok tuhaftı bizim için. Samanyolu TV’den kas hastalıklarını ve derneğimizi (AS: KASDER) anlatmak için çağrı almıştım. Bekleme odasında dört Atatürk fotoğrafı vardı. Stüdyoda topluca 16 Atatürk. Takiyyeyi iktidar yandaşlarından dolayı biliyorduk. İktidar, başkanları dahil bu garip hoca için methiyeler düzüyordu. Ona saygılı, özlemli selamlar yollanıyordu. AKP’nin din, islam hassasiyetlerini biliyorduk ama bu hoca neyi temsil ediyordu, büyük cazibesi nereden geliyordu?

  • İktidarla FETÖ’cüler yakın bir işbirliği içinde idiler.Binlerce hakimin ve Ordudaki asker, üstelik generallerin FETÖ’cü olacağını aklımız almıyordu. Ama Ordudaki Atatürkçülerin tutuklanması Ordunun adeta darmadağın edilmesiyle bu suç ortaklığının bir gerçek olduğu şüpheye yer bırakmıyordu.

Olaylar gelişmeler bu işbirliğini karşıtlıktan öteye düşmanlığa çevirdi. Yine de FETÖ’cülerin bir darbe yapabilecekleri aklımıza gelmiyordu. Hayretler ve şaşkınlıklar içinde Atatürkçülerin tasfiyesinden sonra FETÖ’cü generallerin Orduda üst makamlarını ele geçirdiklerini öğreniyorduk. FETÖ’cü generaller, profesörler, öğretmenler, binlerce hakim, bürokratlar, üst makam danışmanları bizim ihtimal verebileceğimiz şeyler değildi. Gerçeklerin dışında kalmıştık. Ama sanırım kuşku yok ki bu darbeyi CIA desteği ile FETÖ’cüler yapmıştır. Bu garip darbe önlendi. AKP ve özellikle Erdoğan bu darbe ve sonucunu “Allahın bir lütfu” olarak karşıladı. Onu dikkat çekici bir şekilde sık sık dile getiriyor. Zafer diye anılıyor 15 temmuz.

Peki önlenen bu darbenin

  • 6-7 Eylül gibi, Madımak gibi, Çorum Maraş katliamları gibi utanç verici bir tarafı yok mu? Bu insanları hangi toplum, hangi zemin, hangi toprak yetiştiriyor? Binlerce değil yüzbinlerce belki milyonlarca yurttaş bu sapkınlığa nasıl düşüyor? Generaller, bunca hakim, profesör… Dehşet verici değil mi? 15 Temmuz’u zafer diye anarken bunlar düşünülmeyecek mi?
    Gündeme gelmeyecek mi? Bu kadar sağlıksız, hasta bir toplum mu bu?

FETÖ gözaltıları, tutuklamaları devam ediyor. FETÖ’cü sayısı artıyor. Nasıl bir şey bu?.
Bu büyük kalabalık ne istiyordu? Neye ulaşacaklardı?

  • İslamın en gerici bir versiyonu olan bu cemaat nasıl bu kadar güçlendi?İktidar neden bunu göremedi, anlayamadı ve sadece bu yapı bize destek oluyor diye düşündü? 15 Temmuz’u anarken bu sorular mutlaka sorulmalı.
  • İktidar mutlaka bir özeleştiri yapmalı. Nasıl, niçin böylesine bir yanılgı içine düştüler, nasıl aldatıldılar. Orduya nasıl kıydılar? Bu kadar insan nasıl sonu darbeye kadar giden bu yola düştü? Bunu öğrenmek istiyoruz. Çünkü bu, ülkenin geleceği ile yakından ilgili.Atatürk’ün kurduğu bu Cumhuriyet, laik, çağdaş, sosyal hukuk devletini savunacak insanları nasıl yetiştirecek? (https://profcoskunozdemir.wordpress.com/2017/07/12/15-temmuz-zaferi-mi-15-temmuz-utanci-mi/)

Prof. Dr. Coşkun Özdemir
======================================
Dostlar,

Kronolojik yaşı 90’a yaklaşan saygın tıp bilimcisi Prof. Dr. Coşkun Özdemir, İstanbul Tıp Fakültesindeki öğrencilik yıllarımızda hocamızdı (1971-73 Hacettepe, 1973-77 İstanbul Tıp).
O dönemlerden de kendisini saygın, örnek, pırıl pırıl bir kişilik olarak anımsıyoruz.

Sonraki yıllarda birçok ortaklığımız oldu.. KASDER’de (Kas Hastalıkları Derneği) buluştuk..
Uğur Mumcu’nun öldürülmesinden sonra, Vakıf için, Sağlık Politikaları hazırlayan bir kümede idik. Silivri yollarında idik…

Urfa’dan çıkıp; Cumhuriyet sayesinde Harvard Tıp Fakültesine uzanan parlak bir kariyer..

Bu yazısında da soruları ne çok düşündürücü, gerçeği aramaya ve sorgulamaya çağırıcı
değil mi??

Tele1 TV‘de sık sık izliyoruz; Erdoğan’dan Başbakan Yıldırım’a, Adalet Bakanı B. Bozdağ’dan İçişleri Bakanı S. Soylu’ya dek FETÖ’ye övgüler – hayranlıklar – sadakat ve bağlılıklar… haykıran söylevler.. Kamera kayıtları.. Görüyor ve izliyoruz; ve bu siyasal kadro şimdi FETÖ temizliği yapıyor, FETÖ ile mücadele ediyor öyle mi??

  • Kim yazar kim oynar,
    bu uğursuz kanlı senaryoyu
    ki uğruna kimler şehit olur, gazi kalır
    eyyy halkım?
    Biraz düşünsen, sorgulasan,
    Niyazi olmasan, kurban edilmesen??

Sevgi ve saygı ile. 13 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Saygı ÖZTÜRK : Ne “çatışın” emri var ne de masaya vurma…

Ne “çatışın” emri var ne de masaya vurma…

Saygı Öztürk

Saygı Öztürk


PEKİN PAŞA ANLATIYOR

MİT MÜSTEŞARINA O ŞEMA SORULMADI
ABD İSTİHBARATI ADINA
“ŞÖYLE DEYİP VURMALIYDI”

Bir dönem “Ergenekon”, “Balyoz” gibi kumpasları gerçekmiş gibi canla-başla savunan siyasetçiler, yazarlar, hukukçular vardı. Yüzlerce insanın cezaevine konulduğu günlerde bu kişiler televizyonlarda “daha bitmedi, şunlar,
şunlar da tutuklanmalı”
diyor, örgütün bir numarasının kim olduğuna ilişkin kehanetlerde bulunuyorlardı. İşte, onlar görevlerini! yaptı ve AKP tarafından milletvekillikleriyle ödüllendirildiler.

26. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ da, terör örgütü mensubu diye tutuklanmıştı. Başbuğ, Yargıtay’daki savunmasında “Askerime, polisle çatışın emri verdim” dedi. Bu davanın sanıklarından kimse böyle bir emri hatırlamıyor. Hatırlanan “hakkında yakalama kararı çıkanlar lojmandan, orduevinde kalanlar ise orduevinin dışına çıkmasın” olduğudur.

PEKİN PAŞA ANLATIYOR

İsmail Hakkı Pekin, 2007 yılından, tutuklandığı 2011 yılına dek Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı görevini yürüttü. Daha önce “İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığı döneminde karargahındakiler tutuklananınca arkasında durmadı. Emekli olup gitti. Biz tutuklandık, açıklama yapmadı. Tutuklanmadan önce ‘bu evrakın altında benim imzam yok’ dedi. Halbuki biz o evrakları onun adına imzaladık. Mahkemede
İlker Paşa da Hasan Iğsız Paşa da hep generallerden söz ettiler.
O mahkemede suç hep albayların, düşük rütbedeki insanların üzerine atılmaya çalışıldı. O yüzden İlker Paşa’ya kırgınım.”
demişti.

Başbuğ’un, lojmanlara, Orduevine polis zorla girmeye kalkışırsa “çatışsın” emri verdiğini en yakın çalışma arkadaşı İstihbarat Başkanı Pekin de hatırlamıyor ve şunları anlatıyor:

“Ama şunu hatırlıyorum: Polis gelirse lojmanlara, Orduevine almayın denildi. Zaten müsaade edilmediği sürece giremezler. Başbuğ, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Adalet Bakanı ile görüştü. O zaman tutuklamaların olmamasında bu görüşme etkili oldu. Polis, lojman
ya da Orduevlerine gidip ‘şunu almaya geldik’ demedi. Ama, hakkında yakalama kararı olanları takip ettiklerini biliyorduk. Bir emekli subay, Afyon Orduevi’nden dışarı çıktığında polis tarafından götürüldü.”

MİT MÜSTEŞARINA O ŞEMA SORULMADI

İlker Başbuğ’dan sonra göreve gelen Işık Koşaner, tutuklamaların olmaması için çok çaba gösterdi. Bir yıl uğraştı. Sonuç alamayınca kimi komutanlarla birlikte istifa etti. Pekin Paşa, Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesinin
o günlerde iyi bir sınav vermediğini belirtiyor ve şunları söylüyor:

“Bu yalnız İlker Paşa için değil, komuta kademesi açısından da
iyi bir sınav olmadı.
Oyunlar Hilmi Özkök’ün Genelkurmay Başkanlığı döneminde başlıyor. MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun imzasıyla
Hilmi Paşa’ya, Tuncay Güney’in ifadelerine dayanarak
‘Ergenekon örgüt şeması’ gönderiliyor. O zaman Atasagun’u çağırıp sorması gerekirdi. Sorulmadı. 2006’da bunlar yine oldu.
Siz zamanında üzerine gitmezseniz ortaya bunlar çıkıyor.”

ABD İSTİHBARATI ADINA

Emekli Orgeneral İlker Başbuğ, savunmasında yalnızca Fethullah Gülen grubunu sorumlu tutuyor. İsmail Hakkı Paşa’nın değerlendirmesi ise şöyle oldu:

“İlker Paşa, ABD ve AKP hükümetine bir şey söylemiyor.
Gülen cemaati, ABD istihbaratı adına iş yapan taşeron bir cemaattir. ABD, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK) tasfiye edip Ortadoğu projesi için kendi istediğini iktidara getirmek istiyordu. O yüzden bizleri tasfiye ettiler. Bunu görmeden, ‘Fethullah Gülen cemaati yaptı’ demek yanlış. Gülen’in TSK’yı zayıflatması AKP’nin işine geldi. Bunlar kezlerce
gündeme getirilmesine karşın dikkate alınmadı. Fethullah Gülen
bunun uygulayıcısı, planlayıcısı ama üst akıl ABD
, bundan yarar uman, ABD’nin istekleri doğrultusunda Gülen’i kullanan da AKP iktidarıdır. Bunu göz ardı edip sadece Gülen grubuna‘suçlu’ demek yanlış.”

“ŞÖYLE DEYİP VURMALIYDI”

İlker Başbuğ’un, tutuklamalar olmaması için gösterdiği çabaları yetersiz bulanlar da var. Dönemin İstihbarat Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin şunları söylüyor:

“Komutanlarımız o dönemle ilgili kendilerini sorgulamalı. Çok daha farklı bir şey yapabilirlerdi. Bir şey olduğunda hemen adli müşaviri çağırıyordu. Adli müşavir ne diyecek? Hukuksal durumu anlatıyor.
Ama yapılanlar hukuksal değil,
TSK’yı hukuk maskesi altında tasfiye planıydı. Komutanlarımız masaya vurup ‘teğmenimi alacağınıza
önce bizi alın. Bizi almadan bir tek TSK mensubuna dokunamazsınız’
demeleri gerekirdi. Yumruğu vurup askerleri teslim etmeseydiler
o zaman çok farklı bir şey olurdu. O gün yapılanların da kumpas,
hukuk maskesiyle tasfiye amaçlı olduğunu da çok iyi biliyorlardı.”

Ağızlarından “Balyoz”u, “Ergenekon”u düşürmeyen ve bunların darbe planı olduğunu söyleyenler, yazanlar, o dönemin komutanları arşivlerine bir daha baksınlar. Geride nasıl bir miras bıraktıklarını görsünler…

===========================

Dostlar,

Bu sitede “BİLİMSEL AKILCILIK” pusulamız bilindiği gibi..
Bu yazıda T.C.’nin 26. Genelkurmay Başkanı E. Org. Sayın İlker Başbuğ‘a gereğinden çok ve haksız yüklenildiğini düşünüyoruz.

E. Korg. Pekin paşa ““İlker Paşa, ABD ve AKP hükümetine bir şey söylemiyor.” demekte. Bu doğru değil..

Sayın Başbuğ’un 3 saati aşan Yargıtay’daki son savunmasının tam metnini sitemizde yayımladık.. Bu metinde yer alan şu tümcelere ne demeli ??

Eksikler, yanlışlar, karar tercihleri olabilir kuşkusuz..

Ama asıl sorumlular AKP- – ABD – Cemaat şeytan 3’lüsü dururken birbirini acımasızca ve ölçüsüzce suçlamak çok akılcı mıdır ve kime – neye hizmet eder??

İlker Paşa boş durmuyor, kitaplar yazıyor.. Belgelerini koyuyor..
O da ardılı Işık Koşaner Paşa gibi istifa etseydi daha mı iyi yapmış olurdu?
27. Genekurmay Başkanı Koşaner ve ekibi Kuvvet Komutanları “birlikte” istifa ettiler de
ne oldu? AKP – RTE zerrece etkilendi mi? Tersine, TSK üst kadrosunu biçimlendirme kolaylığı ve hızı elde ettiler. 27. Genekurmay Başkanı Koşaner ve ekibi Kuvvet Komutanları, Silivri mahkemelerinin kapısında tanıklıkları reddedilerek aşağılandıkları ile kaldılar.
(Özel yetkili Silivri Mahkemesinin hukuk adına yüz kızartıcı davranışını elbette not ediyoruz.)

Not : Bu içerik Sayın Saygı Öztürk’ e-ileti olarak gönderilmiştir.

Sevgi ve saygı ile.
09.10.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Naci BEŞTEPE : ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 01 Ekim 2014


ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 01 Ekim 2014

portresi_kucuk

 

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

 

 

TÜRBAN

Üniversite, kamu derken türban ilkokulda serbest kılındı.
İnancı için kapananların gözü aydın;
Kızların 9 yaşında evlenmesi özgürlüğüne az kaldı…

MUTLU

Üniversitede türban serbest bırakıldığında Kılıçdaroğlu, “Mutluyum” demişti.
Şimdi “Laik Türkiye” den daha çok umutludur…

YAKMA

PKK okul yakmaya devam ediyor.
AKP de ülkeyi yıkmaya…

KEMAL

“Kemal’e selam söyleyin CHP sürece katılmalı” demişti, İmralı’daki cani.
İkiletmedi…

VEKİL

Van illetvekili Aysel Tuğluk, askere taş attı. “Kendimi savundum.” dedi.
Tecavüz görüntüsüne rastlamadık…

HALK

Hasip Kaplan’dan Halk TV’ye; “Lanet olsun bu haber anlayışınıza!”
Benden Halk TV’ye; “Çalışın, yaranırsınız bölücü tayfasına”

DARBECİ

RTE, “Darbeyle gelenler meşrulaştırılacaksa BM niye var?”
Seçimle gelip darbe yapanların BM’de ne işi var?…

TAMPON

HDP,”Tampon bölge kabul edilemez”
Emperyalistlere tapanlar da…

KAÇ?

Koalisyon toplandığında Kılıçdaroğlu,”Müttefiklerimizin yanında yer almalıyız.”
Mengen festivalinde Kılıçdaroğlu, ”TSK’nın başka ülkenin topraklarına girmesini istemiyoruz.”
Kaç Dersimli Kemal var?…

DUMANLI

Ekrem Dumanlı, Fethullah Gülen’i Mevlana ve Yunus Emre’ye benzetti.
Dumanlı dumanlı oy bizim eller…

YATIŞ

Yalçın Akdoğan ”Kandil’de yan gelip yatıyorlar.”
Biraz asker vursalar işe yararlar…

SIR

Bilal’in vakfı TÜRGEV’e yapılan 99 milyon dolarlık bağışı Maliye Bakanı
sır kapsamına aldı.
Zamanı gelince sır dökülür,
Kel görülür…

HALT

Başbakan,”İlk icraatımız türban özgürlüğü oldu.”
İlk icraat mı, ilk halt mı?..

HABER

RTE, PKK’ya çattı.
Taviz yola çıktı…

ABD Büyükelçisi’nden Gülen açıklaması ve Çağrışımlarımız..


Dostlar,

Aşağıdaki söyleşi (mülakat) özenle okunduğunda pek çok ipucu ele geçiyor..
Politikalarını onaylar ya da reddedersiniz, ABD adam gibi bir devlet! Kurumları
ve işleyişi oturmuş, “DEVLET AKLI” ile yönetilen bir Dünya devleti – hegemon güç.

Büyükelçinin yanıtlarındaki ince – derin zeka hemen seziliyor. Açık sözlü de..
Olaylara uzun erimli baktıklarını (RTE de gider…), ilişkilerinin kurumsal olduğunu ve ABD’nin çıkarlarını -karşı tarafı da gözeterek- kolladılarını belirtiyor..
“Bizim işimizi de” (Paralel devlet!) bize bırakıyor.. Ülkenin demokratik değerleri benimsediğini belirterek gerçekte hem gazını veriyor hem de bir gerçeği vurguluyor..

Bu Diplomasi” yaman meslek..
Söcüğün Sözcükbilimsel (Etimolojik) kökenine baktığımızda 2 sözcükten türetilen bir bileşik sözcük olduğunu görüyoruz :

– Diplo : Çift
– Macia : Maske

Yan yana getirilince : 2 maske, 2 maskelilik, 2 yüzlülük..
Dışını durdurup içini hiiiç belli etmemek..
Karşıdakinin ayağınıza basmasına ve çok da acıtmasına karşın gülümseyebilmek (dilerseniz sırıtmak diyelim..)
NLP tekniklerini olabildiğine kullanarak mimik – jest – postür, göz hareketleri.. vb. bakımından da hiç açık vermemek ama karşıdakini okumaya çalışmak..
Yüksek çözünürlüklü görüntü kayıtlarını UHD dev ekranlarda ayrıntılı irdelemek..
Yakın gelecekte (halen??), bir gözünüze takacağınız özel lensle,
normal insan gözünün gör(e)meyeceği pek çok şeyi görmek..
Bir kulağınıza yerleştirilen ve doğallıkla görülmeyen lens türü ses aktarıcısı
(lens mikrofon) ile uzaktan bilgi ile beslenmek..
Laser ışınlarıyla ortamdaki ses dalgalarını deşifre ederek konuşulanları çözmek..
Giderek “zihin denetimi” (mind control) tekniklerine uzanım..
Ve de ünlü İtalyan Fizikbilimci Nicola Tesla‘nın “lev-i mahfuz” unda kayıtlı
geçmişe dönük tüm ses enerjilerini “geri çağırarak” (re-call) deşifre etmek..

****

Görüldüğü gibi bu teknoloji günde 45 vakit ibadetle değil; laboratuvarlarda – kütüphanelerde sabahlayarak geliştiriliyor..

Kadınların başını bohçalayarak dini siyasallaştırarak
ve böylesi ülkeleri onmaz hastalığa sokarak hiç ama hiç değil..

Sevgi ve saygı ile.
7 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

ABD Büyükelçisi’nden Gülen açıklaması!

“Bize göre, yasadışı aktivite belirtileri olmadıkça, ülkemde yaşayan
bir Türk vatandaşıyla ilgili konuşmak, karşı karşıya olduğumuz

gerçekten ciddi meseleler konusunda dikkatimizi dağıtır.”

ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis J. Ricciardone Hürriyet gazetesinden
Cansu Çamlıbel’e konuştu.  Ricciardone, 17 Aralık operasyonunda
Fethullah Gülen’e dek birçok konuda çarpıcı açıklamalarda bulundu.

İşte o görüşmeden öne çıkan bölümler;

– 17 Aralık operasyonu ile birlikte ortaya atılan eski bakanlar ve
hatta Başbakan’ın aile üyelerini de kapsayan yolsuzluk iddiaları konusunda
ne düşünüyorsunuz?

Ben Türkiye’ye uzun erimli bir perspektif üzerinden bakıyorum. Türkiye pek çok alanda çok ilerledi. Dünya standartlarında bir demokrasi için giderek gelişen bir farkındalık var. Biliyorsunuz, ‘denge ve kontrol mekanizması’ (checks and balances) dediğimiz şeyin önemi 1990’larda anlaşılmıyordu bile. Otoriterliğe karşı ya da gizli grupların oluşumuna karşı ya da derin devlet denen yapılar içindeki yasadışı faaliyetlere karşı nasıl korunuruz? Bugün bunları tartışıyorsunuz. İyi bir yönetim istiyorsunuz ve istemeyi sürdürdüğünüz takdirde, bunu elde edeceğinize eminim. Bütün demokrasilerde böyledir; eğer elinizdekiyle yetinip en iyisini isteme azminizi yitirirseniz demokrasiniz ölümcül bir sarmala girer.

– Siz ‘gizli grup’ ve ‘derin devlet’ ifadelerini kullandınız. Türk hükümeti ise ‘paralel devlet’ diyor. Görev yaptığınız 3 yılı aşkın süre içinde Türk devletinin içinde paralel yapılar saptadınız mı?

Biz elimizde bir paralel devlet detektörüyle gezmiyoruz. Bu kavram Amerikalıların anlayabileceklerinin çok ötesinde bir şey. Bunun ne anlama geldiğine karar vermek de, karşılığında ne yapılacağına karar vermek de Türklerin kendisine kalmış. Ne anlama geldiğini bize sizler söyleyeceksiniz. Biz de bu sorunla nasıl başa çıktığınızı büyük bir ilgiyle izleyeceğiz.

– Biraz önce Ankara ile 17 Aralık sonrasında yaşadığınız sıkıntıların kökeninde Fethullah Gülen’in ABD’de yaşaması olduğunu ima ettiniz. Erdoğan Pensilvanya’da yaşayan Gülen’in iadesi konusunu Başkan Obama ile yaptıkları telefon görüşmesinde konuştuklarını söylemişti. Gülen’in Türkiye’ye iadesi masada mı?

Beyaz Saray’ın 19 Şubat’ta gerçekleşen o telefon konuşmasıyla ilgili açıklaması net. Hatta konuşmanın içeriğine açıklama getiren başka bir açıklama daha yapıldı.
Ben de o noktada bırakayım. Ama o telefon konuşmasında bir kez daha vurgulanan temel nokta şuydu:

Biz Türkiye’ye saygı duyuyoruz ve kesinlikle içişlerinize karışmayız. Elbette bu sorunun farkındayız. Evet hükümetiniz konuyu gündeme getirdi. Yasal konularda yapılan tüm başvurulara hürmetle ve ciddiyetle yanıt vereceğiz. Ancak ülkemizde ikamet eden
Türk vatandaşlarının haklarını kullanmasına da karışmayız.

– Amerikan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Marie Harf geçen hafta sorular karşısında Gülen’i kastederek ‘O beyefendiyi unutun’ dedi. Bu ne anlama geliyor?  Gerçekten de ‘bırakın bu işleri iki ülke arasındaki asıl önemli meselelere bakalım’ mı demek? Yoksa ‘Unutun, o artık dönmez’ mi demek?

Ben de sözcümüz Marie Harf gibi iki müttefik açısından gerçekten önemli olan konulara odaklanmak isterim. Bize göre, yasadışı aktivite emareleri olmadıkça ülkemde yaşayan bir Türk vatandaşıyla ilgili konuşmak karşı karşıya olduğumuz gerçekten ciddi meseleler konusunda dikkatimizi dağıtır.

– ABD ile Gülen hareketi arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız?

Böyle bir ilişkimiz yok. Bizim devletlerle resmi ilişkimiz vardır. Türkiye Cumhuriyeti ile hükümetiyle ve kurumlarıyla ilişkimiz var. Demokrasi olduğunuz için de yasal muhalefetle, hukuka bağlı olarak kurulmuş topluluklarla ve sivil toplumla da
düzenli iletişim halindeyiz.

– Gülen Hareketi’ne bağlı bazı sivil toplum kuruluşları olduğuna göre onlarla da ilişkiniz var demek olmuyor mu bu?

Eğer TUSKON gibi iş dünyasını temsil eden gruplardan ya da Gazeteciler Yazarlar Vakfı gibi entelektüel topluluklardan bahsediyorsanız, evet onlarla görüşüyoruz.
Bu gruplarla Amerika ve Amerikalılarla ilişkilerin geliştirilmesine ilgisi olan ve yasalara uyan gruplar olarak görüşüyoruz. Mesela TUSKON, ki ülke arasındaki ticaret ve yatırımların artırılması konusunda Türk ve ABD hükümetlerinin resmi tutumunu paylaşan bir topluluk. (http://sozcu.com.tr/2014/gundem/abd-buyukelcisinden-gulen-aciklamasi-482391/, 7.4.14)

SABAHATTİN ÖNKİBAR: TÜRKİYE SEKS KASETLERİNE HAZIRLANIYOR


Türkİye seks kasetlerİne hazırlanıyor

SABAHATTİN ÖNKİBAR

Başlıktaki ifadeler bana değil, dünyaca ünlü The Times’a aittir.

Evet, Türk kamuoyu misali, dünya kamuoyu da “yeni kasetleri” bekliyor.

Yaygın iddia, siyasetin zirvelerine ait yatak görüntülerinin yanı sıra, kıyamet koparacak birkaç dinlemenin 20 Mart sonrasında sızdırılacağıdır.

Kimileri bu kasetlerin seçime etkisinin olmayacağını söylüyor ama
öyle değil…

Halk bu tür şeyleri geç kavrar, lakin kavradığı an tepkisini verir.

AKP’nin tek avantajı, kendine kızan muhafazakâr sağ seçmenin
oy vereceği seçeneği olmamasıdır. Ama buna karşın, göreceksiniz, seçmen olanlara tavırsız kalmayacak.

Toplum artık bütün katmanları ile Türkiye’deki yönetim kaosunu görmekte ve AKP’nin yüksek oy alması durumunda bunun derinleşeceğini bilmektedir. Buradan hareketle biz sandıktan 1989 benzeri bir patlama bekliyoruz.

GÖKÇEK’TE BÜYÜK PANİK!

Öyle böyle değil Melih Gökçek ciddi panikte!

Kaybedeceğini gördü, şimdi gerekçe üretiyor.

Yandaş ekran ve tweet mesajları ile komplo kuramları üretiyor ki kimilerine kahkaha atmamak olanaklı değil.

Yakın çevresinden dinledim, kendine özel yaptırdığı anketlerde
Mansur Yavaş birkaç puan önde.

Buna ek olarak Cemaat son anda kendi aleyhinde kaset servisi yapar mı diye endişe içinde diyorlar.

Gökçek kazandığı bütün seçimlerde siyaset yapardı, lakin şimdi yapamıyor; çünkü gündem paralel devlet ve işin ucunda
çekindiği Cemaat var.

Özetle 30 Mart’ta (2014) Ankaralıların Melih Gökçek’e jübile yapması kesin gibidir.

FİDAN’I FETHULLAH’A TAYYİP Mİ GÖNDERDİ?

İddia sahibi, Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca’dır ki, kendisi Fethullah Gülen’e en yakın 3 addan biridir.

Diyor ki;

  • MİT Müsteşarı Hakan Fidan Pensilvanya’ya gidip Hocaefendi ile buluştu!

Tablo bu ise soralım:

Hakan Fidan böyle bir görüşmeye Başbakan’a karşın gidebilir mi?

Gidemez ise MİT Müsteşarı’nın Fethullah Gülen gibi hiçbir statüsü olmayan ve bugün doğrudan Tayyip Erdoğan tarafından “çete lideri” diye sunulan birinin ayağına gönderilmesi bu devlet adına rezillik değil midir?

Hem Fidan’dan hem Erdoğan’dan bu konuda açıklama bekliyoruz?

Yoksa bu gezi, kimilerinin savladığı gibi kaset pazarlığı için miydi?

Söyleyin sevgili okurlar, MİT Müsteşarı’nı yakın bir geçmişte Fethullah’a gönderen birinin, bugün Gülen için söylediklerinin bir anlamı ve içtenliği olabilir mi?

BERKİN İLE BİLAL!

Bu dizeler Berkin Elvan için:

  • “Namus lekesi değil alnımda gördüğünüz.
    Vurulmuşum, vurulmuşum, düşmüşüm güpegündüz!
    Şakağımdaki kansa, o benim gülüşümdür.
    Namert sürünmektense erkekçe ölüşümdür.”

Bu dizeler de Bilal Erdoğan için:

  • Askerliği bedelli.
    ABD’den döner dönmez pırlanta mağazasına ortak edildi.
    Abisi Burak gemiler alırken
    Bilal’in TÜRGEV’ine yüz milyonlarca dolar aktı,
    Belediyeler mülk bağışladı.

Son gündeme geliş nedeni ise bilinen (malum), evdeki paraları sıfırlamak içindi ki, gün boyu ter akıttı.

Evet, Berkin çocuğun akıtılan kanı,
Bilal Erdoğan’ın dolarları saklama teri!

Yorum sizindir!

“Haşhaşiler” mi Dediniz?


“Haşhaşiler” mi Dediniz?

portresijpg

 

Prof. Dr. Kemal ARI

(-Haşhaşilerden Bugüne!)

 

 

Paralel devlet yapısı savları ile yolsuzluk ve operasyonlar arasında sıkışmış kalmış siyaset, sonundabir kavramla daha tanıştı:
“Haşhaşilik”…
Haşhaşilik diye bir şey varsa, bunu yapanlar da kuşkusuz, “Haşhaşi!
Haşhaşi, yani haşhaş içen; haşhaş içmeyi kendi yaşamının bir parçası haline getiren…
Günümüze baktığında; ortalık toz duman… Bir taraf öteki tarafa haşhaşiler dedi ya; şimdi de başka bir kavramla buna karşılık verildi:

“Yezidilik..:”

Bu kavgalar nereye varacak; kimsenin bir şey bildiği yok.
Ancak her gün bir şey duyuyor; onu bir iki gün konuşuyor, sonra daha güçlü başka bir olayla karşılaşınca, daha yeni konuşmaya başladığımızı rafa kaldırıveriyoruz.
Son iki yıldır, raflarda yerini alan çok şey var.
Şimdi de moda konu şu:
Haşhaşilik…
Ancak ne bu “haşhaşilik”?
Niçin Fethullah Gülen ve O’na bağlı olanlar, bu deyimden bu denli etkilendiler?
Anlatalım:

Alamut kalesini mekân tutmuş Hasan Sabbah, müritlerini çevresinde toplamış, şöyle bağırıyordu:

“Hiç kimseden korkmayacağız. Hedefimizi en beklenmedik yerde, halkın içinde, meydanlarda bulacağız ve kalbine hançeri indireceğiz. Ve yakalanmamak için öldürdüğümüz avın yanından kaçmayacağız. O kalabalık, biz avımızı devirince, bizi paramparça edecek belki… Ama biz yalnız bir kişiyi öldürmekle kalmayacağız, bin kişinin kalbine de korku tohumları ekeceğiz!
Niçin bu kadar öfkeliydi bu bu Batıni şeyh?
Amacı neydi?
Aslen Arap çöllerinden İran’ın Kum kentine gelmiş ve yerleşmiş bir ailenin çocuğuydu ve bu kentte doğmuştu. Babası ilimle uğraşmasını istemiş; bunun için dersler almıştı.
Amacı ünlü bir din bilgini olmaktı. Bâtıni hareketlere ilgi duydu. İsmailiye tarikatına yöneldi. O tarihte pek çok coğrafyada etkin olan Bâtıniler, Büyük Selçuklu Devleti’nde İsfehan’ı mekân tutmuşlardı.
O önce Mısır’a gitmiş; orada doktrinini iyice geliştirmişti. İslam coğrafyasında pek çok yer gezerek, Bâtınilik düşüncesini yaymaya çalışmıştı.
Selçuklu Devleti’nin bölgede hâkimiyet kurması üzerine; bu etkinliklerini Selçuklular içinde sürdürmeye çalıştı. Ünlü vezir Selçuklu’ya ve onun yönetimine hiç de hoşnut bakmayan Nizamimülk, Hasan Sabbah’ın propagandalarından büyük bir hoşnutsuzluk duymuştu. O ise hiç durmuyor; mevcut yönetimden hoşlanmayan kişileri yanında topluyordu. Nizamimülk onu yakalatmak için kimi ataklar yaptıysa da; o uzaklarda Hassan Sabbah’ı ararken, oysa burnunun dibindeydi. Hasan Sabbah gizlice İsfehan’a gizlice gelmiş, bir arkadaşının evinde gizlice kalmaya başlamıştı.
Bir gün arkadaşına, mevcut yönetimin zorbalığından söz ederek; yanında iki arkadaşı olsa, bu devletin altını üstüne getireceğini söylemişti.
Arkadaşı ise “bu bir deli mi; ruh hastası mı; bildiğim bu adam aklını mı yitirdi?” diye düşünerek, ona inanası gelmemişti. “Bu delirmiş olmalı” diye düşünüyordu.
Öyle ya, kalk sen, iki kişiyle koskoca Selçuklu Devleti’ne kafa tutacak, onun atını üstüne getireceksin!
Akıl alacak gibi değildi.
Arkadaşı, “delirmiş olmalı” diye düşündüğü bu kişiye kimi tedavi edici şerbetler ve yiyecekler sunmuşsa da, arkadaşının kafasından geçenleri anlayan Hassan Sabbah, buradan kaçmış ve pek çok yerde propaganda yaparak, çevresine topladığı Bâtıni ve düzen karşıtlarıyla, Alamut Kalesi’ne gelip yerlemişti.
Yüksek dağların ortasında bir kale…
Her yanında meyve ağaçlarının, verimli toprakların olduğu bir kale…
Artık o burayı yurt tutmuştu.
Bir yandan ilim merkezi yapacak, öte yandan burada örgütlenecek, ardından da düşüncelerini yayacaklardı.
Burada bir yandan kalenin onarımı ile uğraşırken, öte yandan çevresine kendine inanan müritler topluyordu.
Alamut kalesi öylesine kimi kaynaklarda, oluklarından birinden su akarsa birinden süt, birinden bal akarsa, ötekinden şerbet akan, kale duvarlarının içine bile günlerce kaledekilere yetecek bal, kaymak depolanmış, havuzlar yaptırmış bir yer diye anlatıldı.. Güya kalede genellikle kadınlar bulunurmuş ve burada içki yasak olmakla birlikte, afyon dâhil, keyif verici maddeler kullanılarak, müritlerin daha kendine güvenen ve korkusuz yaratılması için uğraşılmıştır.
İş bununla kalsa iyi…
Bu kez Hasan Sabbah, çevresindeki kaleleri zabdetmeye karar verdi.
Bunu da başardı.
Bununla yetinmedi, gizli kimi hücreler halinde Selçuklu kentlerinde, kentlerin kılcal damarlarına kadar sızarak, kendi daileri aracılığıyla hücre evleri oluşturdu. Onlara normal ev süsü verdirerek; insanlara orada Bâtıni fikirleri aşıladı. Ve zaman içinde önemli devlet adamları bu hücrelerin müdavimi oldu. Daha da öte, bunlar aracılığıyla, Selçuklu Sarayı’na sızdı.
Fırsat kolluyordu.
Bir fırsatını bulacak; Selçuklu sultanı Melikşah’ın kalbine hançeri indirecek ve Sünni Selçuklu Yönetimini, Batıni bir devlete çevirecekti..
İçin için yanıyordu.
Ancak ne garip!
İçkiye ve şaraba karşıydı. Bir rivayete göre, içki içtiler diye iki oğlunu bile öldürtmüştü. Bilgiye susamıştı. Bilimle uğraşıyor; ancak öte yandan kendi davasının başarıya ulaşması için haşhaş çekmiş kişileri ölümün üzerine itiyordu. Hindistan’dan kervanlarla haşhaş getirtiyor, müritlerine haşhaş çektiriyor; kafayı çekmiş kafadaşlarıyla akıl almaz cinayetler kurguluyor; avını öldürtüyor ve öldüren mürit, öldürülse bile, ölümden zerre korku duymuyordu.
Zaten cinayeti işlediği yerden kaçmıyorlardı ki…
Özellikle birileri gelsin, kendilerini öldürsün istiyorlardı.
Öldürürken de korkutmak, ölürken de korku salmaktı amaçları.
Zaten korkanlar ise; bu korku salan terörün gelip nerede, nasıl kendini bulacaklarını merak edip duruyorlardı.
Ancak kalplerin derinlerinde korku kor olup, yürekleri dağlamaktaydı.
Kim nereden, hangi köşe başında belirecek ve kalabalığın içinde belirecek, kaldırıp hançerini düşmanının göğsüne indirecek…
Olacak gibi değildi.
Her yanı bu tür cinayetler ve korku sarmıştı.
Önce Sultan Melikşah, bu terör gurubunu ortadan kaldırmak için harekete geçti. Ünlü vezir, Nizamimülk; başvezirlikten alındı; Alamut’a hareket edecek kuvvetlerin başına geçirildi.
Sen misin bunu yapan?
Bir suikastle, hem de Nizamimülk’ün çok yakını birinin bir hançeriyle ünlü vezir kanlar içinde yere düştü ve öldü.
Çünkü haşhaşiler, Selçuklu sarayının içine dek sızmışlardı.
Bu büyük darbeyi; daha büyük bir darbe izledi. Sultan Melikşah, yine bir fedai tarafından hançerlenerek, kanlı biçimde öldürüldü.
Ardından Sultan Sencer devreye girdi. Büyük bir sefer yapıp, Alamut’u alacaktı:
Ancak ne mümkün!
Sultan, bir sabah uyandığında yastığında bir hançerin saplanmış olduğunu gördü.
Mesaj açıktı:
“Ben isteseydim, bıçağı o yastığa değil, sultanın yumuşak göğsüne saptırabilirdim!”…
Koskoca Selçuklu Sultanlığı, Alamut Kalesi’nden gelen bu terör dalgalarıyla sarsıla sarsıla; başka etkenlerin de devreye eriyip girdi.
Hasan Sabbah, 36 yıl Alamut’ta yaşadı. Kimine göre bu işleri örgütlemekle yetinmedi ve bütün hareketleri oradan yönetti. Ve onca zaman sonrasında, yakalandığı bir hastalıktan dolayı öldü ve Alamut Kalesi’ne yakın bir yere gömüldü.
Büyük bir Moğol akını, Selçuklu Devleti’ni tarihten silip atmıştı. 1256’dan sonra Haşhaşi Kaleleri de ele geçirilip, yıkılmaya başlandı.
Selçuklu sultanlığını içten kemiren bu kanserli hücre bir biçimde varlığını gücünü yitirerek de olsa sürdürdü ve bir sapkın hareket olarak tarihteki yerini aldı.
Olay bu.

Ne dersiniz?
Günümüzde sözü edilen devlet içine sızmalar ve paralel devlet sözleri
bu olup bitene benziyor mu?

Fethullah Gülen; günümüzün Hasan Sabbahı mı acaba?

Bir taraf böyle söylüyor.
Bu konuda bir yorum yapmayalım.
Ancak, yaşanan bu tarihi olayları yakından bir inceleyin!
Çok şey öğreneceksiniz tarih okurken buna ilişkin, emin olun!

Alpaslan Işıklı : Said Nursi Fethullah Gülen ve “Laik” Sempatizanları

Dostlar,

Bir kez daha okumanın zamanı..

Ve de rahmetli Prof. Dr. Alpaslan IŞIKLI üstadı şükran ve özlemle anmanın da..

Said Nursi 
Fethullah Gülen
ve “Laik” Sempatizanları

Alpaslan Işıklı

Saidi_Nursi_Fetullah_Gulen_ve_Laik_Sempatizanlari

Kaynak Yayınları 

 Baskı Tarih: Mayıs 2010, Sayfa Sayısı: 112

 Arka Kapak

Prof. Dr. Alpaslan Işıklı’nın bu kitabı, Cumhuriyetimizin temel değerlerinin sorgulandığı ve tahrip edildiği bir dönemde yeniden güncellenerek yayınlanmaktadır.

Kitap, küresel boyutlu büyük bir plan içinde önemli roller üstlenen
bir topluluğun önde gelen isimleri üzerinde yoğunlaşmakta
dır.

Kitabın 1. bölümünde Said Nursi’nin yaşamı, düşünceleri ve Nurculuk ele alınıyor.

İkinci bölümde ise, Said Nursi’yi temel alan ve uluslararası alana taşan
çok derin ve önemli bağlantılarının bulunduğu anlaşılan Fethullah Gülen‘in döneminde Nurculuk 
incelenmekte.

Kitaptan kimi önemli konu başlıkları :

Nurculuğun Said Nursi Dönemi…
Said Nursi’nin Yazdıkları…
Kerametlerin Anlamı…
Şerif Mardin’in Said Nursi Hayranlığı…
Nurculuk ve Pozitif Bilimler…
Nurculuk ve Batı Uygarlığı…
Said Nursi ve Kadın…
Nurculuğun Fethullah Gülen Dönemi…
12 Eylül ve Fethullahçılık…
Taktik ve Tedbir…
Gülen’in Kerametleri…
Şeytanla Konuşma…
Fethullah Gülen’e Göre Kadın…
Fethullah Gülen’e Göre Bilim ve Akıl…
Fethullah Gülen ve Tarihi Maddeciler…
“Ilımlı İslam”ın Ilımlılığı… Kimin Okulları?..

*****

Sevgi ve saygı ile.
30 Aralık 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net