Etiket arşivi: El Nusra

Rifat Serdaroglu : BAŞKANBAŞBAKANGENELBAŞKAN

Rifat Serdaroglu : BAŞKANBAŞBAKANGENELBAŞKAN

 Rifat Serdaroglu

Türk Milleti 10 Ağustos 2014’te Cumhurbaşkanı seçecek, ilk kez oy kullanacak.
Adaylar, biri dışında henüz belli değil. Belli olan ise Başbakan Erdoğan

Erdoğan; kimilerine göre 12 yıl boyunca başarılı bir Başbakanlık yaptı.
Girdiği her seçimi kazandı. Türkiye’yi başarıdan başarıya koşturdu, çağ atlattı.
Özellikle Sağlık alanında ve Dış Politikadaki uygulamalarıyla halkın desteğini
ve beğenisini aldı!

Kürtçüler, Numaralı Cumhuriyetçiler, Türk Milleti ve Atatürk Düşmanları,
İslam Devleti ve Hilafet Özlemcileri, Tarikatlar-Cemaatler, Ermenistan ve Rum Pontus Hayalcileri, BOP Destekçileri, Tesev-Soros Beslemeleri, koro halinde ellerindeki medya ve propaganda organlarıyla bu hayali “Başarı Öyküsünü” üfürüp durdular.

Biz de yıllardır,

  • Bu yapılan bir hayal ticaretidir, bu kişi demokrat değildir.
    Devleti yönetecek ehliyeti yoktur. Ülke süratle Federe İslam Devletine götürülmektedir. Hırsızlık-yolsuzluk-rüşvet tepeleri sardı,
    devletin en hassas birimleri işgal ediliyor, 
    Milli Ordumuza tuzak kuruluyor. Cumhuriyet tarihinin en büyük borçlanması yapılıyor.
    Alınan borçlar, yatırım için değil tüketim için kullanılıyor.
    Ekonomi alarm zilleri çalıyor.”
     dedik durduk. Keşke yanılan biz olsaydık…

Geldiğimiz noktada, Erdoğan tam bir dikta yönetimi uygulamaya başladı.
İşine gelen Yargı kararlarını beğeniyor, işine gelmeyen bir karar çıkarsa,
Yargıç-Savcı-Mahkeme-Anayasa Mahkemesi-Hukuk Devleti demeden, bu makam ve kişilere en ağır hakaretleri yapıyor, yargı kararlarına saygı duymadığını, gerekiyorsa onlara da yasak koyacağını söylüyor.

Cumhuriyet Tarihinde ilk kez bir Başbakan, Yargı Erkine, “Yargı belası” dedi!
Bu kafaya, bu anlayışa “Demokrat” diyecek birinin aklından şüphe edilir.

Erdoğan şimdi bu anlayışını, Türkiye’ nin birliğini temsil eden Cumhurbaşkanlığı Makamına taşımak istiyor. Üstelik Başbakanlık ve Genel Başkanlık kimliklerini de yanında taşıyarak.

Değerli Okurlar;

Bir kişiyi dostlarınız arasına alırsanız, onun ailesini-yakınlarını da dostlarınız arasına katmış olursunuz.
Türk Milleti eğer Erdoğan’ı Çankaya Köşküne yani Atatürk’ün Evine çıkartırsa, beraberinde kimleri de oraya taşıyacak, bakalım mı?

*Erdoğan’ın ailesi, Vakıflarıyla-Gemicikleriyle-Medya Gruplarıyla-Sıfırlanan Milyarlarca Avrolarla-Villalarla-Pırlanta Dükkânlarıyla Çankaya Köşküne çıkacak.
*Yasin El-Kadı, Gülbettin Hikmetyar, Reza Zarraf, Hariri Ailesi, Seyid Kutub,
El Kaide, El Nusra da Çankaya Köşküne çıkacak.
*Barzani, Öcalan, Şivan Perver gibi Türk Milletine düşman kişiler de çıkacak.
*Ayakkabı Kutuları, Para Kasaları, Haram Havuzları, İmar Yolsuzlukları, Kupon-Cillop Araziler kol-kola Çankaya çıkacaklar.

Türk Milleti tüm bunların Çankaya’ya çıkmasına izin verecek mi?
Hiç tahmin etmiyorum, vermeyecektir.

Önümüzdeki günlerde ekonomik alanda ciddi sıkıntılar yaşayacağız.
Erdoğan istediği denli saklamaya, karartmaya çalışsın, deniz bitmiştir.
Türkiye Borç Batağındadır.
Son 10 yılda sektörlerin bankalara borcu, % 1173 artarak 1,2 Trilyon TL oldu.
Son 10 yılda Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla ise yanızca % 179 arttı.
(AS:Başbakan RTE 230 milyar dolardan 825 milyar dolara çıktığını söylüyor. 3,5 kat)
Son 10 yılda konut kredileri 32 kat, kredi kart borcu 31 kat, ihtiyaç kredileri 50 kat arttı.

Artık iç ve dış finans kuruluşları ve Bankalar, Türkiye’deki “Özel Sektör Projelerine” kredi vermiyorlar.
Erdoğan bu projeler için “Hazine Garantisi” vereceğini açıkladı.
Yani, “Türk Milletinin a..na k…m diyen sepetin yaptığı işler nedeniyle aldığı krediler ödenmezse, bunun borcu bizim vergilerimizle ödenecek!
Bu durum, çarkların böyle dönmeyeceğini, durma noktasına geldiğini gösteren
çok ciddi bir durumdur.

Ayrıca Başbakan Erdoğan, Türk Milleti ile “Hesap Kesmeden” hiçbir yere gidemez, gitmemelidir. Önce 12 senenin hesabını Türk Milletine verecek, sonra gidebilirse,
millet seçerse, gidecek.

Yalnız bir uyarım var:
Çankaya yokuşu çok diktir. Nefes darlığı olan, sırtında “Yolsuzluk-Kalpazanlık-
Resmi Evrakta Tahrifat- İhaleye Fesat karıştırmak” gibi dosyalar ve iddialar olan biri o yokuşu çıkamaz. Nizamiyenin önünde tıkanır kalır. Böyle tıknefes ve yükü çok ağır olan birinin çıkabileceği tek yokuş, Yüce Divan görevini yapan Anayasa Mahkemesi yokuşudur.

Not  : Bir yandan “Yargı Belası” , “Twitter Belası” , “Kuvvetler Ayrılığı Belası” ,
öbür yandan Haşhaşiler-Çeteler-Alçaklar-Şerefsizler Belası”, en son olarak da
“Tek Ceketlinin” açtığı davalar bizde akıl bırakmadı be kardeşlerim.
Hele bir de Bilal’in iki lafı bile anlayamaması ve sıfırlama operasyonundaki beceriksizliği, sinir sistemimi alt-üst etti. Bayramınızı kutlayamadım.
23 Nisan Milli Hâkimiyet ve Hayırlı Evlat Bayramının, hayırlara vesile olmasını
niyaz ederim. Allah yar ve yardımcınız olsun. En kalbî, böbrekî ve bağırsakî saygılarımı sunarım. Vakıflarımız tatil günleri de açıktır. Her türlü bağış kabul edilir. Hele peşin ve nakit verilirse, sevabınız iki kat artar. Âmin ve İnşallah…

Sağlık ve başarı dileklerimle 23 Nisan 2014
Rifat Serdaroğlu

Yeni Yıla Girerken Dış Politika


Yeni Yıla Girerken Dış Politika

Portresi_gulumseyen

 

Onur Öymen

 

 

Bu yıl Türkiye’nin dış politikasında ağırlığı hissedilen sorunların başında Suriye ve Mısır’daki gelişmeler geldi. AKP İktidarının Suriye Devlet Başkanı Beşar Esat’ı
açıkça boy hedefi haline getirmesi, O’nun meşruiyetini yitirdiğini ilan etmesi,
hatta O’nun yerine geçebilecek bir lider adayı olarak Şara’yı göstermesi
Suriye’nin iç politikasına açık bir müdahalenin örneklerini oluşturdu.

Bundan daha da vahim olmak üzere Suriye’de Esat yönetimini devirmek için
silahlı mücadelede bulunan gruplara destek olundu. Bu gruplardan bazıları
Türkiye’de toplantılar düzenlediler, hatta karargahlarının Türkiye’de olduğunu
ilan ettiler. Silahlı gruplar arasında El Kaide bağlantılı terör gruplarının da bulunması, durumu Türkiye açısından daha sıkıntılı bir hale getirdi. Yabancı basın,
bu grupların silahlarını Türkiye üzerinden sağladıklarını bildirdi.

Özgür Suriye Ordusu’nu destekleyen ve ona “öldürücü olmayan” askeri malzeme yardımı yapan ABD, bu malzemenin terör örgütlerinden bazılarının çatı kuruluşu olan İslami Cephe’nin eline geçmesi ve Özgür Suriye Ordusu’nun Suriye’nin kuzeyindeki ikmal merkezinin de bu örgüt tarafından işgal edilmesi üzerine
askeri malzeme yardımını askıya aldı.

Suriye Hükümetinin muhaliflere karşı kimyasal silah kullandığı yolundaki iddialar üzerine ABD’nin askeri müdahalesi gündeme geldi. ABD’liler sınırlı bir müdahalede bulunabilecekleri izlenimi yarattılar. Başbakan Erdoğan ise topyekün bir
askeri müdahalede bulunulması ve Esat’ın devrilmesine dek bu müdahalenin sürdürülmesini savundu. Rusya’nın diplomatik girişimi üzerine Suriye’nin
Kimyasal Silahların Yasaklanması Sözleşmesi’ne katılmayı ve elindeki kimyasal silahları uluslararası denetim altında imha etmeyi kabul etmesi,
askeri müdahale seçeneğini ortadan kaldırdı ve Esat yönetiminin de katılımıyla Cenevre’de Ocak 2014’te siyasal çözüm için görüşmeler yapılmasının kararlaştırılmasını sağladı.

Böylece, askeri müdahaleyi savunan AKP politikası da gündemden düşmüş oldu.
Yıl içinde PKK yanlısı PYD‘nin Suriye’nin Kuzeyinde Türk sınırına yakın bir bölgeyi denetim altına alması ve orada özerk bir yönetim kurma yoluna gitmesi,
bölgedeki dengeleri Türkiye’nin güvenlik çıkarlarına büsbütün zarar verecek biçimde değiştirdi. PYD’nin Esat yönetimiyle silahlı mücadeleyi kabul etmemesi ve
El Nusra örgütüyle çatışmaya girmesi durumu, Türk hükümetinin izlediği politikalar açısından büsbütün vahim hale getirdi.

50 vatandaşımızın ölümüne yol açan Reyhanlı terör saldırısından sonra cereyan eden sınır bölgesindeki çatışmalar sonucunda Türkiye’nin sınıra yakın bölgelerinde kimi vatandaşlarımız öldü veya yaralandı.

Mısır’da yaşanan gelişmeler de Türkiye açısından olumsuz sonuçlar doğurdu. Müslüman Kardeşler Örgütünün lideri Mursi’nin Cumhurbaşkanlığında izlediği politikalara karşı meydanlara dökülen milyonlarca Mısırlının protesto eylemleri üzerine Silahlı Kuvvetler Hükümete el koydu. Mursi tutuklandı, Müslüman Kardeşler örgütü yasaklandı ve birkaç gün önce de terör örgütü olarak ilan edildi.
Başta Suudi Arabistan ve Kuveyt olmak üzere pek çok Arap ülkesi yeni yönetimi tanıdı ve yönetimin Lideri General Sisi’ye destek verdi. Geçici askeri yönetime en büyük tepki AKP iktidarından geldi. 2011 yılında Hüsnü Mubarek’ten sonra iş başına gelen
General Tantavi’nin yönetimindeki askeri hükümetle en yakın ilişkiyi kuran,
hatta o hükümetle stratejik işbirliği ve ekonomik yardım anlaşmaları imzalayan
Erdoğan Hükümeti, Sisi yönetimine karşı başka hiçbir ülkenin göstermediği sertlikte tepki gösterdi. İki askeri hükümet arasındaki en önemli fark, Tantavi’nin yönetiminin önceden yasaklanmış olan Müslüman Kardeşler örgütünü serbest bırakması ve seçimlere katılmasına izin vermesi, Sisi hükümetinin ise aynı örgütü yasaklamasıydı.

AKP iktidarı, şimdi gösterdiği tepkinin her tür darbeye karşı gösterdiği tepki olduğunu söyledi. Oysa Tantavi’nin hükümeti de seçimle iş başına gelen demokratik bir hükümet değildi. Erdoğan’ın dozu gittikçe şiddetlenen tepkilerinin sonucunda Mısır Hükümeti Türkiye’yle diplomatik ilişkilerinin düzeyini düşürdü ve Büyükelçimizi istenmeyen kişi ilan etti.

Türk hükümeti ayrıca, Mısır’daki darbeden İsrail’in sorumlu olduğunu iddia ederek
hem İsrail’le ilişkilerimizi büsbütün bozdu hem de ABD ile ilişkilerde gerginlik yarattı. Amerikan Hükümetinin sözcüsü, şimdiye dek duymadığımız sözlerle Türkiye’yi eleştirdi.

Irak’la da ilişkilerimiz gerginlik döneminden geçiyor. Bunun başlıca nedeni Irak’ın Birleşmiş Milletler kararına aykırı olarak topraklarında PKK örgütünü barındırmasından çok Sünni ve Şii gruplar arasında dengeli davranmadığı iddiası. Kuzey Irak Yerel Yönetimiyle, Merkezi Hükümetin onayı olmadan petrol anlaşması yapılması da
ilişkileri büsbütün gerginleştirdi.

İran’la ilişkilerimiz de Kürecik bölgesine yerleştirilen Füze savunma radarları dolayısıyla bozuldu. İran, İsrail’le olası bir çatışma durumunda Türkiye’nin bu radarları İsrail’in korunması için kullandırılacağı düşüncesiyle tepki gösterdi ve İran’lı yetkililer
Türkiye’ye ağır suçlamalarda bulundular.

Ermenistan’la yapılan gizli görüşmeler sonucunda imzalanan iki protokol da Azerbaycan’ın haklı tepkisi sonucunda onaylanmadı. Üstelik Ermenistan
Anayasa Mahkemesi, bu protokolleri Türkiye’nin kamuoyuna yorumladığından
çok daha farklı biçimde yorumlayan bir karar kabul etti. Mahkemenin katı yorumu Türkiye’nin bu protokollerde hiçbir şey elde edemeyeceğini, Ermenistan’ın kazançlı çıkacağını gösterdi. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun son Erivan ziyaretinde
yumuşak iletiler vermesi Türkiye’nin bu durumu da sineye çekebileceği izlenimini uyandırdı.

Avrupa Birliği ile ilişkiler sorunlu olmayı sürdürüyor. Türkiye tam üyelik müzakerelerine başlama anlaşmasını 3 Ekim 2005’te Hırvatistan’la aynı gün imzalamıştı. Hırvatistan bütün süreçleri tamamlayarak 2013 yılının Temmuz ayında AB’ye tam üye oldu. Türkiye ise daha sürecin yarısına gelemedi. Üç yıldan beri fiilen askıya alınan müzakerelerde tek bir başlığın açılacağı haberi halka büyük bir başarı gibi anlatıldı. Aynı şekilde, öbür bütün aday ülkelerin görüşmelere başladıktan kısa bir süre sonra elde ettikleri vatandaşlarına vizesiz seyahat hakkı sağlama başarısını Türkiye hala sağlayamadı. Geri dönüş anlaşmasını imzalama karşılığından bu hakkın 3,5 yıl sonra, yani büyük bir gecikmeye elde edilebileceğinin ilanı halka bir başarı gibi takdim edildi.

Türkiye’de insan hakları ihlalleri, kimi davaların yürütülmüş biçimi ve
basına yapılan baskılar, son olarak da yolsuzluk savlarını engelleme girişimleri Avrupa’da kuvvetle eleştirildi.

Özetle; 2013 yılı dış politika alanında başarısız bir yıl oldu.
Türkiye’nin aynı politikaları sürdürmesi durumunda 2014 yılının da
başarılı bir yıl olacağını ümit etmek olanaklı değildir.

Suriye’ye ilgili son gelişmelerin akla getirdiği sorular


Suriye’ye ilgili son gelişmeler
in akla getirdiği sorular

Onur_Oymen_portresi_ofiste

Onur ÖYMEN

Suriye’nin elindeki kimyasal silahları Birleşmiş Milletlere teslim etmesi halinde ABD’nin askeri müdahaleden vazgeçebileceği anlaşılıyor. Başkan Obama’nın ve Dışişleri Bakanı Kerry‘nin demeçleri ABD’nin
geri adım atmaya niyetli olduğunu gösteriyor.

Avrupa ülkeleri de şimdi bu çözümü destekler yönde açıklamalar yapıyorlar.
Suriye Dışişleri Bakanı Muallim, Rusya’nın bu yoldaki önerisini kabul ettiklerini ve Kimyasal Silahların Yasaklanması Sözleşmesi’ne katılmaya da hazır olduklarını söyledi. Beklenmedik bir gelişme olmazsa pek çok insanın yaşamına mal olacak bir ABD füze saldırısının engellenebilmesi önemli bir gelişme olacaktır.

Esasen İngiliz Avam Kamarası gibi ABD Kongresi’nin önemli bir bölümünün de Obama’ya destek vermeye arzulu olmadığı biliniyordu. Birkaç gün öncesine dek
kısa süreli bir askeri müdahalenin bile yeterli olmadığını, Esad’ın tasfiyesine dek
bu operasyonun sürdürülmesi gerektiğini söyleyen Türk Hükümeti, şimdi kendini
zor bir duruma düşürmüş olmadı mı? BM karar verirse biz de müdahaleyi destekleriz diyenler de sıkıntıya düşmedi mi?

Varılan bu noktada akla gelen bazı sorular şunlar:

– Suriye’nin kimyasal silahlara sahip olduğu öteden beri bilinmesine karşın
Kimyasal Silahlar Sözleşmesine katılması için uluslararası toplum şimdiye dek
niçin etkili bir girişim yapmamıştır?

– Birleşmiş Milletler Suriye İnsan Hakları Komisyonu üyesi Carla del Ponte,
bu yılın Mayıs ayında Suriye’li muhaliflerin elinde de kimyasal silahlar bulunduğuna ilişkin güçlü kuşkular olduğunu söylemişti. Haziran ayında da Adana ve Mersin’de yakalanan bazı El Nusra örgütü mensuplarının evlerinde yapılan aramada Sarin gazına rastlandığı basında yer almıştı. Şimdi uluslarası toplum, karşıtların (muhaliflerin) elinde olduğu söylenen bu kimyasal silahların etkisiz kılınması için ne yapacaktır?

– Kimyasal silahlarla ilgili son uzlaşma (mutabakat), Suriye konusunun siyasal çözüme kavuşturulmasının yolunu açabilecek ve Cenevre görüşmelerinin başlamasını kolaylaştırabilecektir. Bu durumda Suriye’deki terör gruplarına destek veren ülkeler
bu desteklerini sürdürecekler midir? Türkiye bu konudaki politikasını gözden geçirecek midir? Suriye’ye diyalog kanallarını kapatan Türkiye, bu görüşmelerde etkili rol oynayabilecek midir?

– Suriye’nin Kuzeyinde devlet içinde bir devlet olmaya yönelen, bu amaçla, Kuzey Irak’ta olduğu gibi bölgesel bir yönetim kurmaya çalışan PYD‘ye karşı uluslararası toplumun ve Türkiye’nin tavrı ne olacaktır? PKK’yla müzakere yolunu seçen Türkiye‘nin
PKK’nın uzantısı konumundaki PYD‘ye karşı kararlı bir tutum sergilemesi
olanaklı olabilir mi? Suriye konusunda izlediği yanlış politikalarla ağırlığını büyük ölçüde yitiren Türkiye’nin bugünkü koşullarda Cenevre görüşmelerine etkili olması
beklenebilir mi?

– Bütün bu konuların kapsamlı biçimde tartışılacağı yer TBMM değil midir?
İlgili bütün ülkeler parlamentolarında Suriye konusunda görüşmeler yapıp
kararlar alırken, o ülkedeki gelişmelerden en çok etkilenecek durumda olan Türkiye’yede Meclisin hala toplantıya çağırılmamış olmasını anlamak mümkün müdür?

Saygılar, sevgiler

Onur Öymen

Müslüman Dünyası tarihi dönüm noktasında

Müslüman Dünyası tarihi dönüm noktasında

portresi

9 Temmuz 2013

Olmak ya da Olmamak

Mehmet Bedri Gültekin

mbgultekin@ip.org.tr

Satır içi resim 2

Haziran 2013’te, üç önemli Müslüman ülkede yaşananlar, kesinlikle
yeni bir tarihsel gelişmeye adım attığımızı gösteriyor.

            En başta; Suriye Hükümeti ve Ordusunun Mayıs ayında stratejik Kusayr kentini çetelerden temizleyerek, uluslararası emperyalist komploya karşı verdiği vatan savunmasında, inisiyatifi ele almasını belirtmek gerekiyor.

Suriye halkı, Beşar Esad’ın önderliğinde 100 bine yakın evladını feda ederek, Müslüman dünya başta olmak üzere tüm insanlığa büyük bir hizmette bulundu.

İkinci önemli gelişme Türk milletinin “Büyük Haziran Ayaklanması”dır.

Milletin bütün kesimlerinin bir araya gelerek Amerikan emperyalizmine ve AKP hükümetine karşı ayağa kalkması,
Türkiye’de bütün dengeleri değiştirdi.

Şimdi artık Haçlı irtica iktidarının sonu görünmüştür.

  Emperyalizmin “Ilımlı İslam” üzerinden Müslüman dünyasına hakim olma planları bozulmuştur.

Artık ABD başta olmak üzere herkes, “AKP sonrasına” ilişkin değişik ihtimallere göre hesabını yapmaktadır.

Üçüncü önemli gelişme Mısır’da Mursi iktidarının yıkılmasıdır.

Önce net olarak saptayalım; Mursi’yi Mısır halkı devirdi.
Ordunun bütün yaptığı, ayağa kalkmış olan Mısır halkının iradesine
boyun eğmek oldu.

Belirleyen ülkeler

            Türkiye, Mısır ve Suriye, İslam dünyasında rastgele ülkeler değildir.

Türkiye büyük imparatorluklar geleneğinin mirasçısı, tarihin ilk milli kurtuluş savaşını vermiş ve ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan en gelişmiş Müslüman ülkedir.

Mısır en büyük Arap ülkesi, tarihsel olarak Arap dünyasında
hep önder roller oynamış ve Nasır hareketi ile son 60 yılda Arap bağımsızlığının ve milli hareketinin simgesi olmuştur.

Suriye ise hem tarihsel olarak oynadığı rol, hem de son yarım yüzyılda İsrail siyonizmine karşı verdiği mücadele ile özel bir konuma
sahip olmuştur.

İşte bu özelliklerinden dolayı Türkiye, Mısır ve Suriye (elbette
İran ile birlikte); İslam dünyasındaki gelişmeleri belirleyen ülkelerdir.

İki yol

            İslam dünyası hangi yolu takip edecektir? 2000’lerle birlikte
iki seçeneğin netleştiğini görüyoruz:

1.     Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) yedeğinde uygulamaya konulan “Ilımlı İslam” yolu.

Türkiye’de AKP, Mısır’da Müslüman Kardeşler, Tunus’ta En Nahda, Fas’ta “Adalet ve Kalkınma Partisi” bu projenin gereği olarak birer birer iktidar koltuklarına oturtuldular.

Suudi Arabistan ve Körfez Emirliklerinde “Ilımlı İslamcı” yönetimler eskiden beri vardı. Libya’da NATO bombalarının açtığı yoldan ilerleyerek iktidarı ele geçirenler, “Haçlı İrtica”nın çeteleriydi.

Suriye, Irak, Çad, Somali, Sudan ve Pakistan gibi ülkelerde faaliyet gösteren El Kaide, El Nusra, Boko Haram, El Şebap vb. türünden terör örgütlerinin batılı istihbarat servisleri ile bağları öteden beri biliniyor.

Sonuç olarak bütün bunlar, Müslüman halkların önündeki
birinci seçeneği temsil ediyorlar.

Yani en başta ABD olmak üzere emperyalist dünyanın yedeğinde “Ilımlı İslam” başka ifadeyle “Haçlı İrtica” iktidarlarını hakim kılmak.

Milli Demokratik Devrim Yolu

2.     İslam Dünyasının önündeki ikinci yol, tarihsel olarak Mustafa Kemal, Cemal Abdül Nasır ve Baascılık tarafından temsil edilen milli bağımsızlık ve demokratik toplum modeline yönelmektir.

Bu model, tarihsel olarak bugün de sosyalizme açıktır.

Geçmişte Ekim Devrimiyle, Sosyalist Sovyetlerle ve Çin Halk Cumhuriyeti ile dostluk ilişkileri içinde olmuştur.

Bugün ise emperyalist Batının karşısında başını Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Rusya ve Venezüella gibi ülkelerin çektiği gelişen dünya ile dayanışma halindedir.

Geçtiğimiz 10 yılda bu iki seçenekten saldıran, mevzi kazanan
hep “Ilımlı İslam” seçeneği oldu.

İşte şimdi bu durum değişiyor. “Tarihi dönüm noktası” dediğimiz gelişme budur.

Türkiye, Mısır ve Suriye’nin tarihsel rolü

            Şimdi herkes “siyasal İslam”ın bittiği tespitinde birleşiyor.

Gerçekte “bitmiş” olan ABD’nin bölgemize ilişkin hegemonya projesidir.

Bu projenin bir “yan unsuru” olan Ilımlı İslamın yaşanan gelişmelerle birlikte rafa kalkması kaçınılmazdır.

İslam dünyası, 20. yüzyıl başındaki devrim dalgasını da aşan bir hamle ile yeniden Milli Demokratik Devrime yöneliyor.

Türkiye, Mısır, Suriye ve İran bu yeni devrimci atılımın başını çeken ülkelerdir.

Yaşadığımız günlerin tarihsel önemdeki gerçeği budur.

 

Yeni Türkiye’ye Selam!


Dostlar
,

YURT Gazetesinden Sayın Merdan Yanardağ‘ın nefis bir çözümlemesini
(tahlil, analiz) aşağıda paylaşmak istiyoruz.

Sayın Yanardağ, son derece birikimli ve yütekli bir yazar.
En önemlisi ise doğrultu tutarlığı..
Uzun yıllar boyunca, çektiği onca sıkıntıya karşın gene de ödün vermeyen,
dim dik, onurlu bir aydın ve yazar..

Kendisini aşağıdaki yazı için kutluyoruz ve bu yazının elden geldiğince çok insan tarafından okunmasını diliyoruz.

Sayın Yanardağ’a ekleyelim                     :

1. Yola çıktık, başarılı adımlar attık.. ama daha çok yolumuz var..

2. Kitleleri mutlaka daha etkin – yaygın örgütlemek ve bilinçle önderlik etmek gerek.

3. Sahi, bu süreçte TBMM’deki muhalefet partileri görevlerini yeterince yapıyor mu?

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 2.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Yeni Türkiye’ye Selam!

portresi

MerdanYANARDAĞ

Halk direndi ve kazandı.
Bir öfke patlaması yaşandı.
Dinci-faşizan AKP iktidarı ağır bir yenilgiye uğradı.

Toplum korku duvarını yıktı ve Türkiye’nin bütün meydanları Taksim’e dönüştü.
Peki ne oldu da böyle bir toplumsal patlama gerçekleşti?

Bütün Türkiye ayakta

Toplum korku duvarını yıktı.

AKP’nin ülkeyi demokratikleştireceğine ilişkin efsane çöktü.

Bu öyle büyük ve hızlı bir çöküş oldu ki, AKP’nin vesayet rejimini yıktığı tezine
dört elle sarılan sağlı sollu liberaller başta olmak üzere üzere, kendi hayatlarına ve değerlerine ihanet eden aydınlar, muhafazakâr yağmacılar, izleyicilerini terk eden merkez medyanın tamamı bu enkazın altında kaldı.

‘Hani muhalefet nerede’ diye soran liberal şarlatanlar, aşağıdan gelen bu büyük
öfke patlaması karşısında şaşkına döndü. Hiç beklemiyorlardı, birden bire insanların neden sokağa çıktığını anlayamadılar. İstanbul’un her köşesinde ve Türkiye’nin
her bölgesinde gece yarısı kadınların, erkeklerin, yaşlıların, gençlerin ve çocukların ellerine tencere tava, bayrak ve flamalarını alarak protesto eylemine nasıl katıldığını çözemediler.

Çünkü onlar AKP-Cemaat koalisyonunun bu ülkeyi özgürleştireceğine,
dahası “muhafazakâr devrim” yoluyla Türkiye’nin tıpkı Batı ülkelerinde olduğu gibi, sivil toplumun güçlendiği bir burjuva toplumu ve demokrasisi haline geleceğine
iman ediyorlardı.

  • Oysa iktidar gücünü iç dinamiklerden daha çok, dış dinamiklerden alan AKP,
    pek demokratik gerekçelerle dinci-faşizan bir diktatörlük kuruyordu.

Zaten liberaller, kurulu düzenle uzlaşmaya karar vermiş yorgun solcular,
kendi yaşamlarına ihanet eden gazeteciler ile servetten ve iktidardan daha çok
pay isteyen tutucu taşra sermayesinden başka AKP’nin ülkeyi demokratikleştireceği yalanına inanan olmadı.

200 YILLIK İLERİCİ BİRİKİM ve AYDINLAR

CNN International televizyonuna konuşan, merkez medyanın yarı aydın isimlerinden biri, muhabirin net sorusuna karşın insanların seküler hakları için nasıl böyle
büyük kütleler halinde sokağa çıktığını, 48 saat boyunca aralıksız polisle çatıştığını ve kararlılıkla direnişlerini sürdürdüğünü anlatamadı. Oysa muhabirin sorusu tam da
bu durumu anlamaya yönelikti.

Oysa ortada şaşıracak, açıklanamayacak bir şey yoktu…
Neo-liberal yağma politikalarını olduğu gibi devralan AKP Hükümeti,
servet transferi gerçekleştiriyordu. Yandaş bir sermaye grubu yaratarak
iktidarının sosyal ve ekonomik temelini hazırlamaya çalışıyordu.

Bu, kamu varlıklarının yağmalanmasına dayalı büyük ve pervasız bir
yolsuzluk ekonomisi demekti ve halkta bir öfke birikimine yol açıyordu.Gelir adaleti Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar bozulmuş, sosyal adalet çökmüş, sosyal güvenliğin yerine sadaka ekonomisi geçirilmişti.Özelleştirmeler işsizliği arttırmış, esnek ve güvencesiz çalıştırma, taşeronlaştırma sistemi iş yaşamının belirleyici karakteri olmuştu. Din istismarı ile 10 yıl tepkileri yatıştırıp durumu idare ettiler.

Öbür yandan AKP; Ergenekon, Balyoz gibi polis-adliye tertibine dayalı örtülü bir darbe ile aydınları susturmuş, TSK’yı teslim almış, halkı sindirmişti.
Devleti bütünüyle ele geçiren iktidar, bir güç sarhoşluğu içindeydi.Ancak boyun eğmeyen aydınları, Türkiye’nin 200 yıllık ilerici birikimini ve
devrimci damarını unutmuşlardı.ERDOĞAN’IN KİBRİ ÖFKEYİ BÜYÜTTÜ

Seküler bir hayat yaşayan kimi aydınların, liberallerin ve yanaşma solcuların
AKP’ye verdikleri destek, önce halkın kafasını karıştırdı.

Aydın ihaneti toplumun direniş refleksini kırdı.
Ama bu durum sürdürülemezdi.
Elde ettikleri güç, bir iktidar küstahlığına da yol açıyordu.

Dinsel gerekçelerle alkol yasağı koyup,
toplumun önemli bir kesimini ayyaş ilan etmeye kadar götürdüler işi.Akıllarınca milletle devleti barıştırıyorlardı. Onlar kendi dar dinci taleplerini ve kaygılarını milletin talepleri ve kaygıları sanıyorlardı. Cumhuriyetin ise bir avuç seçkinin rejimi olduğunu düşünüyorlardı. Oysa ne Türkiye’de ne de dünyanın başka yerinde
gerçek böyle değildi. Ufukları imam hatip okulları tedrisatıyla sınırlı olan iktidar kadroları bunu anlayamadı. Cumhuriyetin kitle tabanı sandıklarından daha geniş ve büyüktü.
Halkın öfkesi birikti… İktidarın ve Erdoğan’ın kibri, bu öfkeyi daha da büyüttü.

  • Gezi Parkı halk isyanının simgesi oldu;

‘Artık yeter’ diyenler, polis copuna, biber gazına, panzerlerin terörüne karşın
Taksim’e çıktılar.

İstanbul başta olmak üzere bütün Türkiye’de 48 saate yayılan halk isyanının ilk özelliği, kendiliğinden gelişmesiydi. Örgütlü değildi, gücü de naifliğinden geliyordu.

Sosyalist bir gençle, gömleğinde Atatürk resmi olan bir Kemalist ve Çarşı Grubu’ndan bir BJK taraftarı aynı saflarda mücadele ediyordu.

Cumayı cumartesiye bağlayan gece Harbiye üzerinden Taksim’e girmeye çalışan kitleyle beraberdim.
Polis mermi atıyor, su sıkıyor, kitle önce geriye çekiliyor, kaçıyor fakat sonra
yeniden ve daha büyük bir kararlılıkla yükleniyordu.
Göstericilerin örgütsüz ve dağınık olsa da yüksek bir dayanışma içinde ve
kararlılıkla davranmaları, onların bir kütle halinde hareket etmesini sağlıyordu.KORKU YER DEĞİŞTİRDİ, İKTİDAR GERİ ÇEKİLDİTaksim direnişinde devrimciler, demokratlar, cumhuriyetçiler, CHP’liler, spor kulüplerinin taraftar dernekleri, sosyalist partiler, çocukları ve eşleriyle gelen sıradan yurttaşlar
hep birlikteydi. Bu nedenle bazı müstehcen sloganlarla faşizme karşı atılan
siyasal sloganlar kısa aralıklarla aynı yerden yükseliyordu. Türk bayraklarıyla
devrimci örgütlerin bayrakları, acele yazılan dövizlerle spor kulüplerinin flamaları
yan yana dalgalandı.

Taksim Gezi Parkı, gerici-faşizan AKP İktidarına ve yağma düzenine isyanın alanı oldu. Toplumun her kesiminden, her sınıfından, her inanç grubundan insan direnişe destek verdi. Bazı firmaların Taksim’de yapılacak AVM’de mağaza açmayacaklarını açıklamalarından sonra TÜSİAD da, “Halkın vicdanının yaralandığına” ilişkin bir açıklama yaptı.

  • Dün dinci-faşizan AKP iktidarı ağır bir yenilgi aldı. 
  • Halk karşı devrime dur dedi.
  • Dün korku yer değiştirdi. İktidar geri çekildi.

El Kaide, El Nusra gibi çeteleri silahlandırıp Suriye’nin üzerine süren ve
gücünü abartan siyasal islamcılar bozguna uğradı. Her toplumsal muhalefet eylemini “darbecilerin komplosu” ya da “Ulusalcıların ve Ergenekoncuların” provokasyonu diye yaftalayanlar, satılık aydınlar, maaşlı liberaller bu yalanı sürdüremez hale geldiler.

  • AKP faşizmi yenilgiye uğradı. Halk Taksim’i geri aldı.

Türkiye’nin her meydanı, İzmir’de, Ankara’da, Eskişehir’de ve başka kentlerde
Taksim oldu.

Dün AKP faşizmini ve emperyalist kuşatmayı yenilgiye uğratacak toplumsal güç,
tarih sahnesine çıktı. Cumhuriyetçiler, sosyalistler, emekçiler, solcular, yurtseverler, ulusalcılar, devrimciler, çalışanlar, laiklik kazanımlarını korumak isteyen yurttaşların cephesi…

Eğer Sırrı Süreyya Önder‘i ve bireysel/yerel kimi katılımları bir yana bırakırsak,
Kürt siyasal hareketi örgütsel bir tutumla ortalıkta yoktu. Olmalıydı. Olamadı.

Artık yeni bir Türkiye var.
Selam olsun yeni Türkiye’ye…

Merdan Yanardağ
YURT Gazetesi, 02.06.2013

ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın Reyhanlı’daki Terörist Saldırısına İlişkin Açıklaması

ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan’ın
Reyhanlı’daki Terörist Saldırısına İlişkin Açıklaması

portresi

Anneler Gününde Analar Ağlamıştır

Emperyalist güçlerin Orta Doğuyu şekillendirme girişimleri sonucunda 11 Mayıs 2013’te
Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde patlayan bombalar, şimdiye dek elli’ye yakın yurttaşımızın ölümüne ve yüz’ün üzerindeki yurttaşımızın yaralanmasına
neden olmuştur.

“Analar ağlamasın” diye emperyalizmin eli kanlı milis güçleriyle pazarlığa oturanlar, ne yazık ki Anneler Gününde bile anaların ağlamasını önleyememiş,
yurt genelinde insan yüreği taşıyan herkesin derin üzüntü duymasına neden olmuştur.

Kısaca Anneler Günü tüm Türkiye’ye zehir olmuştur.

İktidar Hemen Suçluyu Bulmuştur

Terörist saldırı gerçekleşir gerçekleşmez iktidarın sözcüleri ve yandaşları henüz ortada bir bulgu yokken sorumlu olarak Esad’ı ve rejim yanlısı örgütleri ilan etmişlerdir.
Hatta olayın ilk saatinde Dışişleri Bakanının Almanya’da olduğu sırada suçluyu
ilan etmesi, işin ciddiyetine yakışmamıştır.

Buna gerekçe olarak da Türkiye’de son günlerde yapay olarak oluşturulan “barış” havasını bozma eylemi olarak yansıtılmıştır. Halbuki Suriye’de çeşitli ülkeler tarafından farklı nedenlerle desteklenen El Kaide, El Nusra, Özgür Suriye Ordusu, PKK yanlısı PYD gibi çok sayıda silahlı grup olduğu, bunun yanı sıra bölgenin CIA, MOSSAD, KGB, İngiliz, Amerikan ve Fransız ajanlarından geçilmediği .. herkesin bilgisi içindedir.

Bu nedenle kimin ne amaçla eylem yaptığını saptamak kolay değildir.

Ancak kim yapmış olursa olsun, bu olay bir terör eylemidir. Bu olayın da gösterdiği gibi terörün insanlık duygusu yoktur, hoşgörüsü yoktur, acıma duygusu yoktur.
Hangi terör örgütü olursa olsun, teröre hoşgörü göstermek, görüşmek, terörle müzakere etmek son derece yanlıştır. Aynı şekilde komşu bir ülkenin
terör örgütlerine yardım ve yataklık etmek de doğru değildir. Senin teröristin iyi,
benimki kötü demek, yıllarca teröre binlerce şehit veren Türkiye gibi bir ülkeye yakışmaz.

Bu nedenle, orada gerçekten yardıma muhtaç masum insanlarla terör grupları birbirine karıştırılmamalı ve bir ülkenin ulusal bütünlüğüne saygı gösterilmeli,
kışkırtıcı (provokatif) eylemlerden kaçınılmalıdır.

Başbakanın ABD Ziyareti Öncesi Saldırının Gerçekleşmesi
Rastlantı Değildir

Reyhanlı olayı, 11 Eylül 2001’de ABD’nin ikiz kulelerine yapılan saldırıların
aslında bir benzeridir.

Bu tarihten sonra Dünya yeni bir gerçeğe uyanmış ve Emperyalizm ininden çıkarak
önce Afganistan ve daha sonra Irak’a, demokrasi getireceği bahanesiyle yayılmaya başlamış ve geçtiği her yerde ne yazık ki kan ve gözyaşı bırakmıştır.

Aynı biçimde Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalede bulunmasını isteyenler olduğu için, bu türden kışkırtıcı eylemlerde bulunanlar olabilir.

Hesap, bölgedeki karşıt grupları ve örgütleri birbirine karşı kışkırtarak çatışmaları körükleyip müdahale nedenini güçlendirmek üzerine kurulmuştur.

Çünkü Türkiye ile Suriye arasında gergin duran ipin kopma noktasına gelmesi,
atmaca gibi bekleyen Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın eline iyi bir koz vermekle
eş anlamlıdır.

  • Türkiye’nin yapması gereken şey, bu olayın sanıklarını yakalayıp adalete
    teslim etmek, 
    siyasal açıdan ilkeli bir politika izlemek ve her an askeri bir müdahaleye hazır olduğu izlenimini verecek söylemlerden kaçınmaktır.

Sorumlu, İktidarın Yanlış Politikalarıdır

Reyhanlı ilçesindeki iki bombanın patlaması, aslında Su­riye’deki iç savaşa müdahil olmayı öngören yanlış politikaya karşı bir uyarıdır ve üzülerek de olsa devamını beklemek yanlış tahmin olmayabilir.

Mevcut iktidar, ülkeyi bölmek ve Türk ulusunun birliğine son vermek isteyen
kanlı terör örgütüyle pazarlık yaparken, ülkemiz için hiç tehdit oluşturmayan
bir ülkeye düşmanca davranarak, ülkenin ve ulusun geleceğini karanlık bir bataklığa sürüklemektedir.

“Dört aydır şehit gelmiyor” kandırmacasına sığınıp, binlerce şehit verilmesine
ve 
on binlerce ananın ağlamasına kapı aralanmaktadır.

Anaların ağlamasına neden olan da, sorumlu olan da, başka anaların geleceğini
karartan da aynı adrestir.

Körle yatan şaşı kalkar.

Terör satan, terör alır.

  • Türkiye’nin ulusal çıkarı emperyalistlerin piyonluğunda değil,
    komşuları ile iyi ilişkilerdedir.

Kamuoyuna duyurulur. 14.05.2013

Tansel ÇÖLAŞAN
Atatürkçü Düşünce Derneği
Genel Başkanı

http://add.org.tr/genel-baskanimiz-sayin-tansel-colasanin-reyhanlidaki-terorist-saldirisina-iliskin-aciklamasi.html, 14.5.13