Etiket arşivi: El Muhaberat

KADEŞ : E. Amiral Türker ERTÜRK


KADEŞ

portresi_sade

 

 

 

 

E. Amiral Türker ERTÜRK

Bundan tam 33 yüzyıl önce yani MÖ 1274’te o zamanın iki süper gücü olan Mısır ile Hitit’in orduları bugünkü Suriye sınırları içinde bulunan Kadeş kenti yakınlarında ve
Asi nehri kenarında kanlı bir savaşa tutuştular. Savaş Suriye topraklarını paylaşmak için yapıldı.

Tarihte en fazla savaş arabalarının kullanıldığı bu kanlı çatışmada Mısır ordusunun başında II. Ramses, Hitit’in ise Muvattali vardı. Kan gölüne dönen savaş alanından
II. Ramses canını zor kurtararak kaçtı. Daha sonra her iki devlet arasında tarihte bilinen ilk yazılı antlaşma yapıldı. Mısır Firavunu II. Ramses ile Hitit Kralı III. Hattuşili arasında yapılan Kadeş Barış Antlaşması ile Suriye toprakları paylaşıldı.

Antlaşmanın kil tabletler üzerine yazılan bir kopyası 1906’da Hitit İmparatorluğu’na başkentlik yapan Hattuşaş (Boğazköy-Çorum) antik kantinde yapılan kazılarda bulundu.

Bugün Kadeş antik kentinin yakınlarında bulunan El Kuseyr geçtiğimiz günlerde
çok kanlı çatışmalara sahne oldu. Yaklaşık 3300 yıl önce zamanın süper güçlerinin savaşlarına tanıklık eden bölge bugün ise şimdinin büyük güçlerinin vekaleten yaptıkları savaşları yaşamaktadır.

El Kuseyr, Humus’un 35 km güneyinde Lübnan sınırında stratejik öneme sahip bir kenttir. Bu önemli kenti ele geçiren ABD, Türkiye, İsrail, Suudi Arabistan ve Katar destekli terörist ve cihatçı çapulcular ile Suriye güvenlik güçleri arasında kıyasıya bir mücadele olmaktadır. Bu çatışma ile artık Lübnan Hizbullah’ı aktif olarak savaşın içine girmiştir.

El Kuseyr’in kaybedilmemesi ve ele geçirilmesi Beşar yönetimi için çok önemlidir. Çünkü burası Şam’ı Akdeniz’e ve ülkenin kuzeyine bağlayan intikal yollarının üzerindedir. Ayrıca El Kuseyr’in sınıra çok yakın olması nedeniyle, Lübnan’ın kuzeyinden gelecek lojistik yardımlara ulaşmak için Batı tarafından muhalif olarak adlandırılan teröristler için de yaşamsal önem taşımaktadır.

Amaç Sünni-Şii çatışmasını yaygınlaştırmak

Burada denetimin uzun süre muhaliflerin elinde olması Suriye yönetimi için
kabul edilemez bir durumdur. Aksi, Şam’ın Lazkiye ve Tartus gibi liman kentleriyle
ve Suriye’nin kuzey bölgeleri ile olan irtibatnın kolayca engellenmesine neden olur.
Şam yönetimi açısından başka bir sorun da Lübnan’ın kuzeyinden gelecek lojistik destekle burada oluşan teröristlere ait bölgenin büyümesi, denetlenemez duruma gelmesi ve muhaliflerin buraya dayanarak Suriye’nin başka bölgelerine harekatı geliştirme şansını yakalayacak olmalarıdır.

El Kuseyr’deki çatışmaların içine Suriye güvenlik güçleri ile beraber katılan Hizbullah’ın bu girişimi bölgede uzun süredir sürdürülen mezhepsel savaşı tetikleme çabalarının
bir ürünüdür. Alınan son haberlere göre Irak’ta Şiiler de seferberlik ilan ederek
savaşçı toplamaya ve Suriye’ye göndermeye çalışmaktadırlar.

Geçtiğimiz Pazar, Lübnan’ın güneyinde bulunan Hizbullah karargahına iki roket saldırısı yapıldı. Özgür Suriye Ordusu adı altındaki terörist organizasyon, Hizbullah’ın lideri Hassan Nasarallah’a meydan okuyor. Lübnan’da Şii-Sünni gerginliği tırmandırılıyor. Bahreyn’de baskı altında tutulan ülkenin Şii çoğunluğu ayakta!
Bunlar rastlantıyla olabilir mi?

Biz biliyoruz ki, emperyalizm bölgemizde ulus devletlere son vermek, bölgenin siyasal haritasını değiştirmek daha çok sayıda denetlenebilir yeni kukla devletler kurmak istiyor. Bölgemiz etnik, dinsel ve mezhepsel olarak ayrıştırılmak isteniyor. Müslümanlar Sünni-Şii olarak düşmanlaştırılmak ve birbirine kırdırılmak isteniyor.

  • Suriye’de demokrasi ve insan hakları arayışı koca bir yalandır.
  • Amaçlanan Suriye’de etnik ve mezhepsel ayrışmadır.

Ülkemiz de dahil olmak üzere bölgemiz mezhepsel bir çatışmanın içine doğru çekilmeye çalışılmaktadır.

AKP hükümetinin Suriye, Irak, İran düşmanlığı ve en son olarak Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın İsrail’e karşı Filistin’i yıllarca savunan Hizbullah’ı şeytana ve
Beşar’ı firavuna benzetmesi sıradan bir olay değildir.

Büyük Ortadoğu Projesi tam gaz!

Jandarma’nın El Nusra yapacak diye istihbarat verdiği ama AKP’nin bunu görmezlikten gelerek hiçbir somut veriye dayanmadan arkasında Suriye’nin istihbarat örgütü
“El Muhaberat var..” diye açıkladığı Sünni nüfusun yaşadığı Reyhanlı saldırısı, bölgemizde ve ülkemizde mezhepsel çatışmayı tetikleyebilmek için yapılmıştır.

22 Mayıs’ta Avusturya Milli Eğitim, Sanat ve Kültür Bakanlığı, Alevileri bir dini cemaat olarak tanıdığını resmi gazetede duyurdu. Artık Aleviler kimliklerini Hıristiyan ve İslam gibi Alevi olarak yazdırabilecekler. Güzel gibi, özgürlükçü gibi gözükebilir! Arkasından kuşkunuz olmasın, ayrı mezarlık, farklı tatil günleri, İslam dışı ilan edilmek ve
Türkiye’de azınlık statüsü gelecek! Büyük Ortadoğu Projesi tam gaz ilerliyor!

Geçtiğimiz Çarşamba günü İstanbul’da Üçüncü Boğaz Köprüsü’nün temeli atıldı. Gerekli mi, doğaya ve çevreye ne zararı dokunacak konularına girmek istemiyorum. Ben adıyla ilgileniyorum!

Niçin Yavuz Sultan Selim adı verildi? Başka ad mı bulamadılar? Verilecek ad çok ama mutlaka bir Osmanlı padişahının adı verilmek isteniyorsa örneğin 46 yıl iktidarda kalan Kanuni Sultan Süleyman olabilirdi! Veya Osmanlı’da yaptığı reform, bayındırlık ve bürokrasinin yetişmesi için açtığı Galatasaray Enderunu ile büyük hizmetler yapmış II. Beyazıt olabilirdi! Hatta II. Beyazıt Haliç üzerine köprü yaptırmak için 1502’de Michelangelo’yu İstanbul’a davet etmişti. Yalnızca bu düşüncesi ve girişimi ile bile köprüye adının verilmesini hak ediyor.

Adlandırma anlamlandırmadır. Üçüncü Boğaz Köprüsüne Yavuz Selim adının verilmesinin, halen yürürlükte bulunan mezhepsel ayrımların ve gerginliklerin körüklenmesinden ve tırmandırılmasından başka bir amaca hizmet etmez.

  • Yavuz Selim, 500 yıl önce Alevi Türkmenleri kılıçtan geçirmiştir.
  • Ayrıca iktidara darbe yaparak ve babasını öldürerek gelmiştir.

Bu travmanın yarattığı sorunları hala yaşamaktayız. Aleviler asla ve asla çocuklarına Selim adını vermezler. Soruyorum şimdi size, amacınız ne?

Saygılar sunarım. (31.5.13)

ÇAĞLAYAN CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK


ÇAĞLAYAN CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK

portresi_gulumseyen

E. AmiralTÜRKER ERTÜRK

Fırsat buldukça ın duruşmalarına gittim ve Ergenekon, Balyoz, Casusluk, Amirallere suikast gibi davalargitmeye devam ediyorum. Bu kapsamda geçtiğimiz Salı (14 Mayıs) Poyrazköy duruşmasını izlemek için yeni bir şey görmek umuduyla Çağlayan Adliyesi’ndeydim.

Yargılanan denizcilerin hemen hemen tümünü tanıyorum. Hepsi pırıl pırıl, yurtsever
ve üstün niteliklere sahip askerler. İddia edilmeye çalışılan aslı astarı olmayan suçlamaların ve karalamaların bir teki bile yanlarından geçemez.

Yargılananlar arasında Türk Silahlı Kuvvetleri içinde en kritik zamanlarda ve en kritik yerlerde görev yapmış üst rütbeli denizciler olmasına rağmen, Aydınlık dışında
itibar eden ve muhabir gönderen yoktu. Belli ki, bu operasyonel davaların arkasında bulunan irade basın tarafından izlenilmemesi ve haber yapılmaması konusunda zorlayıcı tedbirler almış.

Beklediğim kişi bu değil

Poyrazköy davasının benim izlediğim 27. duruşmasında yine skandal vardı.
Malum kazılar sırasında görev alan ve o dönem İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nde çalışan polis memurunun tanıklık yaptığı sırada tutuklu Dz.Kur.Alb. Ali Türkşen
(SAT Komutanı) “Tanığı ısrarla çağıran benim ama beklediğim kişi bu değil“ diyor ve elinde tuttuğu fotoğrafta kimi çağırdığını gösteriyordu.

Şimdi bir düşünün siz polis memurusunuz, bir göreve gitmişiniz ve beraber görev yaptığınız ekip arkadaşınızı hatırlamıyorsunuz. Hem de size, beraberce olduğunuz fotoğrafı göstermelerine rağmen! Polis teşkilatı da fotoğrafı bulunan bu polisi bulmuyor, bulamıyor, göndermiyor veya gönderemiyor. Polis adeta “Pantolon uyduramadık gömlek verelim” diyor.

Ayrıca gelen tanık kekeliyor ve ne diyeceğini bilemiyor. Hep “dediğim gibi“ diyor ama hiçbir şey demiyor. Belli ki çok sıkıntılı! En başarılı cevapları ise “hatırlayamadım, çok zaman geçti, bize bilgi vermediler” oluyor. Sanki hafıza kaybına uğramış!

Kendi gemini kendin yap!

Polis memuru “aramaya gittiklerini“ söylüyor ama “ne aradıklarını bilmediğini“ ifade ediyor. Bu ifadelerin duruşma salonunda bulunanlarda yarattığı algı polisimizin askerimizi örnek aldığı “Kendi gemini kendin yap“ gibi kendi delilini
kendi yarattığıdır.

Polislerimiz arazide cephane aramak için iş makineleri ile kazı yapıyor,
“Patlamasından korkmuyor muydunuz?“ sorusuna “Hayır” cevabını
kolayca veriyor. Çünkü patlamayacağını kesin olarak biliyorlar!

İşin içinde dalga dubara olduğu, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni derdest etmek için alavere dalavere çevrildiği o kadar açık ki anlamamak normal şartlar altında mümkün değil. Ama bu tiyatroyu biz salonun bir tarafından, yargıçlarımız ise diğer tarafından izlemeye devam ediyoruz. Mahkeme Başkanı tanıklık yapması için istenen fotoğraftaki polisi getirtmiyor veya getirtemiyor!

Zerre kadar nasibini almamış

Poyrazköy de dahil olmak üzere Ergenekon ve Balyoz gibi davaların ortak özelliği hiçbirisinin hukuk ve adaletten zerre kadar nasibini almamış olmasıdır.
Ama bu hukuksuzluğun ve adaletsizliğin bir anlamı var ve boşuna değil.

Ülkemiz, emperyalizm tarafından kendi çıkarları lehine başkalaştırılmak, çatışma alanı haline getirilmek, bölgede taşeron olarak kullanılmak istenmektedir. Bu ancak cerrahi bir müdahale ile gerçekleştirilebilir. Bu ameliyatı başarmak için mutlaka ülkemizin koruyucu reflekslerinin uyuşturulması ve narkoz altına alınması gerekmektedir. İşte Poyrazköy budur! Türkiye’nin ameliyatı tamamlanana kadar devam etmek zorundadır.

Parmak izi aynı

Ama bu operasyonel davalarda tespit ettiğim bir parmak izi var!
Yaptığım analize göre bu parmak izi resmi rakamlara göre 51 yurttaşımızın yaşamını kaybettiği Reyhanlı saldırısını gerçekleştiren iradenin parmak izi ile aynı.

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Russia Today televizyon kanalına verdiği mülakatı izledim. Reyhanlı saldırısını kınıyor ve “Beraberce araştıralım” diyor.
Suçlu bir insanın tavır ve hareketleri yok.

Başbakan Erdoğan ise önce hiç araştırma yapılmadan açılımın hedef alındığını söylüyor. Arkasından her zaman olduğu fikir değişikliği yapıyor ve Suriye’yi suçluyor, olayın arkasında Suriye’nin istihbarat örgütü olan El Muhaberat’ın olduğunu açıklıyor. Bunları ifade ederken suratındaki endişe ve korkuyu gizleyemiyor.

Baş cerrah Washington’da!

Aynı Erdoğan, bugüne kadar Suriye’de gerçekleştirilen, bakanların dahi havaya uçurulduğu ve çocukların katledildiği terör saldırılarını kınamıyor ve muhalefet olarak adlandırıyor.

  • ABD ve İsrail,
    Türkiye’nin kendilerine vekaleten Suriye’ye müdahale etmesini istiyor.

Reyhanlı bu müdahale için gerekçe yaratıyor. Anayasal olarak Türkiye’nin güvenliğinden sorumlulukları olan Türk Silahlı Kuvvetleri Ergenekon, Balyoz ve Poyrazköy gibi
karışım gazlarla narkoz altında olduğu için sesini çıkaramıyor.

Baş cerrah çıkan sorunları aşmak ve nihai direktifleri almak için Washington’a gidiyor. Fakat son seçimlerde % 70 oy aldığı Reyhanlı’ya gidemiyor!

Saygılar sunarım. (18.5.13)