Etiket arşivi: eğitimde fırsat eşitliği

Bu şura kimin şurası ?

CHP'li vekilden teröristler hakkında skandal sözler! Dağa çıkanların  cenazesi gelmiyor, analar ağıt yakamıyor - Son Dakika HaberlerYıldırım KAYA
CHP ANKARA MİLLETVEKİLİ
TBMM MİLLİ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU CHP SÖZCÜSÜ

Cumhuriyet, 20 Kasım 2021

 

Milli Eğitim Bakanlığı, Bakan Mahmut Özer’in ağzından yeni bir Milli Eğitim Şurası toplayacağını duyurdu. “Eğitimde Fırsat Eşitliği” genel başlığını taşıyacağı belirtilen Şura, AKP döneminde toplanan 4. Şura olacak. Şuranın eğitimde fırsat eşitliği başlığıyla toplanması ise bir itirafı barındırmaktadır: 20 yıldır eğitimi yöneten iktidarın eğitimde fırsat eşitliğini sağlayamadığının itirafı!

Bu değişiklikler içinde en önemlisi Şura’nın kimlerden ve nasıl oluşacağıyla ilgili madde olmuştur. 1995 tarihli Şura genel yönetmeliği ile 2014 yılında çıkarılan yönetmelik karşılaştırıldığında bu değişim kendini göstermektedir. 1995 tarihli yönetmelikte şuranın katılımcıları madde 6 ‘da “tabiî üyeler, seçimle gelen üyeler, davetli üyeler ve müşahitlerden” oluşurken, 2014 tarihli yönetmelikte Şura üyeleri “tabii ve davetli üyeler” olarak düzenlenmiştir. 1995 tarihli yönetmelikte başta Millî Eğitim Bakanlığı’nın kendisi olmak üzere yönetmelikte adı geçen tüm kurumlar şura üyelerini seçimle belirlemek zorundaydılar. Oysa bugün bu kurumlar ancak davet edilirlerse Şuraya üye gönderebilmekteler. Çünkü 2014 tarihli yönetmelikte tabii üye statüsü sadece TBMM Milli Eğitim Komisyonu üyeleri ve bakanlık üst bürokratlarına uygun görülmüştür. TRT, RTÜK, ÖSYM; DPT, Atatürk Araştırma Merkezi, Tarih ve Dil Kurumları vb kurumların Şuranın doğal üyesi olması sonlandırılmıştır.
Yönetmeliğin davetli üyelerini düzenleyen fıkrası “Bakanlık, bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları, yerel yönetimler, üniversiteler ile yurtiçi ve yurtdışından meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, özel sektör, basın ve yayın kuruluşları, öğrenci ve veli temsilcileri ile eğitim alanında Şûra konusuyla ilgili çalışmalarıyla tanınmış uzmanlar arasından Genel Sekreterlikçe belirlenerek Bakan onayına sunulur” diyerek Şurayı, Bakanın keyfine kalmış bir etkinliğe dönüştürmüştür. Geçmişte eğitim sendikalarının başkanlarının davet edilmesi açıkça zorunlu iken 2014 tarihli yönetmeliğe göre ancak davet edilirlerse Şuraya katılabiliyorlar. Ayrıca 2014 tarihli yönetmelik, sadece Şuranın katılımcılarını tırpanlamakla kalmamıştır, şura konularının belirlenmesi ve hazırlıkların yürütülmesindeki katılımcı ve kamuya açık uygulamalarını da sonlandırmıştır.

Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer’in 20. Şura olarak adlandırdığı Şuranın bizim bildiğimiz katılımcı, açık, demokratik özellikleri bulunan eski Şuralarla bir ilgisi yoktur.

  • Bu Şura, AKP’nin çevresindeki cemaat ve tarikatların kendi içinde yapacağı bir toplantıdan ibarettir.

Adına Şura denmesi ise bu toplantıyı ancak sahte, sözde şura yapar. Böyle bir Şuranın ciddiye alınmasının bir anlamı yoktur. Şuraya davetli olarak katılacak birkaç tarafsız, alanının uzmanı bilim insanı veya muhalif isimlerin ise burada alınacak kararların meşrulaştırılmasına yönelik kullanışlı aparatlar olmanın dışında bir rolleri olmayacaktır.

O halde yapılması gereken bellidir: Halkın AKP’den umutlarını kestiği bugünlerde geleceğin iktidarında yapılacak olan Şuralar için (bir ön hazırlık niteliğinde) eğitimle ilgili tüm kesimleri kucaklayan bir toplantı yapmak ve eğitim sorunlarımızı tartışmak, bu tartışmalardan süzülen görüşlerle neleri nasıl yapacağımızı belirleyen kararlar almak olmalıdır.

Bu anlamda biz, Batı Cephesi’nde Yunan saldırısının yeniden başladığı günlerde, 15-21 Temmuz 1921 tarihleri arasında Ankara’da toplanan “Maarif Kongresi”nin açılışını yapan Mustafa Kemal Atatürk’ün izini takip ediyoruz.

Bu düşünceyle Cumhuriyet Halk Partisi olarak 4 Kasım 2021 tarihinde İzmir’den başlayarak, 7 bölgede 81 ilden eğitim bileşenlerinin katıldığı; “İktidar İçin Eğitim Toplantılarını” yaptık. Hem bu toplantıların birikimini hem de eğitimin bileşenlerinin görüşlerini yansıtmak üzere, 27 Kasım 2021 tarihinde Ankara’da Yenimahalle Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde olabildiğince geniş katılımla “İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı” başlığıyla bir toplantı yapmaya karar verdik. Toplantımızın başlığını özellikle “eğitim hakkı” olarak belirledik, çünkü eğitimin hak olarak görülmediği yerde ne eğitimde eşitlikten, ne de fırsat eşitliğinden söz edilebilir.

  • Eğitimde eşitlik, ancak eğitimin temel bir insan hakkı olduğunun kabulüyle başlar.

Bu konuda yolumuz, “Bey çocuğu bey, ırgat çocuğu ırgat olmasın, eşit ve özgür bir dünyada yaşayalım” diye mücadele eden usta yazar ve öğretmen Fakir Baykurt’un yoludur.

Toplantımızın gündem maddeleri ise şöyledir:

1. Eğitim Hakkı Açısından Temel Eğitim
2. Eğitim Hakkı Açısından Mesleki Teknik Eğitim
3. İkinci Yüzyılda Yüksek Öğretim ve İstihdam Politikaları
4. İkinci Yüzyılda Öğretmenlik Mesleği

Belirlediğimiz bu başlıkların eğitim hakkı üzerinden tartışılması eğitimle ilgili tüm sorunlarımızın bir şekilde ele alınması, üzerine düşünülmesi, konuşulması ve birlikte karara bağlanması anlamına geliyor. Ayrıca bu toplantımız Millet İttifakının gerçekleştirdiği toplumsal uzlaşmanın eğitim alanındaki uzlaşı için büyük bir adım olacaktır.

Eğitim sistemimizin durumuyla ilgili olarak çocuklarını okullara gönderen velilerimizin anlattıkları ile uluslararası kuruluşların yayınladığı göstergelerin ortaya koyduğu tablo arasındaki uyum uzun yıllardır değişmeden devam ediyor. Veliler haklı olarak çocuklarının daha nitelikli eğitim almasını, aldığı eğitimin çocuklarının yaşamını kazanmasında etkili olmasını istiyorlar. Onlar, okullardan çocuklarının daha iyi dil, matematik, fizik eğitimi almasını, okulda eleştirel düşünme becerilerini kazanmasını, akranlarıyla dengeli bir sosyalleşme yaşamasını talep ediyorlar.

Buna rağmen (AS: karşın) AKP yönetimi ısrarla ve inatla okulları dar birer ideolojik aygıt haline getirme çabası içindedir. Okullar ve doğal olarak çocuklar/çocuklarımız, seçilen bilgilerin, düşüncelerin, değerlerin taşıyıcısı olsun isteniyor. Oysa çocuklar taşıyıcı nesne değil, kendi yaşamlarının öznesi olmalıdırlar. Biz İkinci yüzyılda, temel insan hakkı olarak eğitimi, özgürlüğü, özgürleşmeyi, eşitliği merkeze alan uygulamalar ile Cumhuriyetimize ve bize yakışır hale getireceğiz.

Biliyoruz ki eğitimle ilgili önemli sorunlarımız var. Giderek bu sorunlarımızın sayısında azalma olmadığı gibi olumsuz etkileri de güçlenmeye devam ediyor. Yakın zamanda yayınlanan OECD’ nin, “Eğitimde Eşitlik: Eğitim Fırsatlarının Güçlendirilmesi” başlıklı “Bir Bakışta Eğitim 2021” raporu, bu tespitlerimizi doğrulayan sayısız veriler içermektedir.

Bu rapora göre;

• “OECD ülkelerinde 25-34 yaş aralığındaki genç yetişkinlerden ortaöğretim mezunu olmayanların ortalama oranı %15 iken Türkiye’de bu oran %41.
• Türkiye’de 25-64 yaş aralığında nüfusun ancak %13,4’ü yükseköğretim mezunudur. OECD ortalaması ise %18,2’dir. Yüksek lisans ve doktora düzeyinde OECD ortalamasının çok gerisinde bulunuyoruz. Özellikle yüksek lisans kategorisinde Türkiye’deki oran %2 iken, OECD ortalaması %13,5’tur.
• OECD ülkeleri arasında 18-24 yaş aralığındaki genç nüfusun yaklaşık yarısı (%47) eğitimden ayrılırken Türkiye’de bu oranın %62’yi bulması düşündürücüdür.
• Türkiye’de ne eğitimde ne de istihdamda olmayan gençlerin oranı ise %32’dir.”

Bu ve benzeri verilerin oluşturduğu tabloya teslim olmamız mümkün değildir. Eğitim alanında yaşanan çöküş ve çürüme hem bireysel hem de toplumsal düzlemde geleceğimizi tehdit eder boyutlara ulaşmıştır. Çocuklarımızı mutsuz ve başarısız kılan bu sistemin karamsar bir tablo oluşturduğu açıktır. Kökten, ciddi ve kapsamlı bir eğitim seferberliğine girişmeden bu manzaranın dönüşmesi mümkün görünmemektedir. Bu manzarayı dönüştürmeden de ülkenin ve gençlerin makûs talihini yenmek olası değildir. Bu nedenle Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında en önemli önceliğimiz tüm yurttaşlara nitelikli eğitimin sağlanmasıdır. Bu amaçla 27 Kasım’da yapacağımız toplantı, var olan tabloyu kabul etmeyen, AKP’nin sahte arayışlarına kapılarını kapatmış, umutlarını gelecek için yeniden tazeleyenlerin toplantısı olma iddiasındadır. Bir anlamda iktidarımızın hemen başında yapacağımız gerçek bir Cumhuriyetçi Şura’nın provası olacaktır. Sizleri de bu coşkulu provaya katılmaya, katkı sunmaya davet ediyoruz.

”İzmir Karşıyaka’da her apartman bir öğrenci okutacak”


Türkiyede ilk kez 
: ”İzmir Karşıyaka’da her apartman bir öğrenci okutacak

Dostlar,

İzmir Karşıyaka’dan iç açan bir haber paylaşalım…

İletiyi yollayan dostumuz E. Alb. Sayın Şahap Osman Aras’a teşekkür ediyoruz..

Dileriz gerçekleşir ve ülkemiz genelinde örnek olur..

Sevgi ve saygı ile.
22 Eylül 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

========================================================

Türkiyede ilk kez : ”İzmir Karşıyaka’da her apartman bir öğrenci okutacak

Eğitimde fırsat eşitliği sağlamak ve dar gelirli ailelerin çocuklarına burs desteği vermek için harekete geçen Karşıyaka Belediyesi, Türkiye’de ilk kez uygulanan

“Karşıyaka’nın Filizlerini Geleceğe Hazırlıyoruz = 
Her Apartman Bir Öğrenci Okutuyor”

tasarısını yaşama geçirdi.

Başkan Hüseyin Mutlu Akpınar; “Dayanışmanın ve yardımlaşmanın kenti Karşıyaka’mızda, her apartman bir üniversite öğrencisi okutacak” dedi.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da görüntülü iletiyle tasarıya destek verdi.

Tasarı büyük ilgi gördü

Yaşama geçirdiği projelerle (AS: tasarımlarla) adından söz ettiren Karşıyaka Belediyesi, yalnızca İzmir’e değil, Türkiye’ye de örnek olması beklenen önemli bir eğitim girişimini daha başlattı. Dar gelirli öğrencilerin üniversite yaşamına katkı sunmak için Türkiye’de ilk kez “Karşıyaka’nın Filizleri” projesini başlatan belediye, Karşıyaka’da,
her apartmanın bir üniversite öğrencisi okutması için de kolları sıvadı.
Tasarı kapsamında; Atakent, Mavişehir ve Bostanlı semtleri pilot bölge olarak belirlendi. 150 apartman ve site yöneticileri ile birebir görüşmeler yapıldı ve tasarımın ayrıntıları anlatıldı. Belediyeye burs için başvuruda bulunan üniversite öğrencileri, nesnel ölçütlere göre değerlendirildi. Burs almaya hak kazanan öğrenciler, kısa süre içinde tasarıma ortak olan apartmanlar ile buluşturulacak. Apartman sakinleri (AS: oturanları), kendilerine emanet edilen öğrencilere 10 ay boyunca, ayda 300’er TL burs yardımı yapacak.

Tüm Karşıyaka’ya yayılacak

Belediye ve halk işbirliği ile yaşama geçirilen ve son zamanda ortaya çıkan en önemli toplumsal sorumluluk tasarımlarından biri olarak görülen girişim, tüm Karşıyaka’ya yaygınlaştırılacak. Belediye, bu işin yalnızca eşgüdümünü üstlenecek. Apartmanlar, 1’den çok öğrenciye de burs verebilecek. Tasarıma katılan her bir apartmanın girişine “Bu Apartmanın Bir Öğrencisi Var” duyurusu asılacak. Kordon Otel’de gerçekleşen tanıtım toplantısı ile kamuoyuna duyurulan girişim, kanaat önderlerinden de tam not aldı. Toplantıya medya temsilcileri, kampanyaya dahil olan apartman yöneticileri ve Karşıyaka Gençlik Eğitim Merkezi’nde eğitim alarak üniversiteyi kazanan üniversite öğrencileri katıldı.

“Türkiye’ye örnek olacak”

Karşıyaka Belediye Başkanı Hüseyin Mutlu Akpınar, Türkiye’ye örnek olacak önemli bir eğitim tasarımını yaşama geçirmiş olmanın mutluluğunu yaşadıklarını söyledi.
Eğitimde fırsat eşitliği yaratmanın önemine değinen Akpınar

“Bir kentin gelişimi ve geleceği için eğitim ve öğretim çok önemlidir. Eğitimde fırsat eşitliği yaratmak ve dar gelirli ailelerin çocuklarına destek olmak, sosyal demokrat belediyelerin ve duyarlı halk kitlelerinin temel görevidir. Karşıyaka Belediyesi ve Karşıyaka halkı el ele vererek, Karşıyaka’nın Filizleri’ni geleceğe hazırlayacağız.” dedi.

 

 

 

Zeki Sarıhan : 15 SORUDA KÖY ENSTİTÜLERİ


Dostlar
,

Saygın Eğitimci, değerli arkadaşımız Sayın Zeki Sarıhan, Köy Enstitülerini
15 soruyla irdeliyor kuruluşlarının 74. yılında.. Aşağıdaki yazısı, yine araştırmaya ve kanıtlara dayalı büyük ölçüde. Yer yer, anlama dokunmadan Türkçeleştirmek gerekti. Katıl(a)madığımız birkaç önemli nokta oldu.. Onları da yerinde ayraç içinde sunduk.. Demokrasi güzel şey.. Teşekkürler değerli Sarıhan..

Sevgi ve saygı ile.
16 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

15 SORUDA KÖY ENSTİTÜLERİ

Zeki_Sarihan_portresi

Zeki Sarıhan 

17 Nisan 1940’ta TBMM’nde Köy Enstitüleri Yasası kabul edildi.
Kuruluşlarının 74. yılında Enstitüleri anma toplantıları düzenleniyor.
Bu vesile ile Köy Enstitüleri hakkında bildiğim gerçekleri 15 soruda özetlemek isterim.

1. Neden açıldılar? Köy Enstitüleri, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un 1939’da yayımlanan “Canlandırılacak Köy” adlı kitabında belirttiği gerekçelerle, kapalı bir ekonomi ve toplum hayatı yaşayan Türk köyüne kapitalist ilişkileri ve buna bağlı olarak da Kemalist ideolojiyi, köyden yetişmiş aydınlar yoluyla sokmak amacıyla açıldılar. 1940 istatistiklerine göre nüfusun %75’i köylerde yaşıyordu ve köyde öğrenim çağındaki çocukların ancak %25’i öğrenim olanağına sahipti.
Verili öğretmen yetiştirme sistemiyle köye ulaşmak ve köyün çehresini değiştirmek olanaklı değildi.

2. Enstitülerin diğer eğitim kurumlarından farkı neydi? Türkiye’de Fransız eğitim sisteminden aktarılma bir eğitim anlayışı vardı. Bu sistem kentli burjuva toplumun ihtiyaçlarını göz önünde bulunduruyordu. Mevcut sistem, bilgi sahibi insan yetiştirmeye hizmet ediyordu. Bununla feodalizm yıkılamaz ve köy nüfusu kapitalizme açılamazdı. Enstitü öğrencisi hem bilgili hem de üretici olacaktı.

3. Köy Enstitüleri devrimci kurumlar mıydı? 1940’ta Türkiye’de devrimci olan bir Cumhurbaşkanı, hükümet veya parlamento yoktu. Kemalist devrim kabuklaşmış ve halkın sırtına bir yük haline gelmişti (AS: Bu yargıya katılmamız olanaklı değil..). Enstitülerin sistemin aleyhine çalışarak işçi ve köylülerin bürokratik-kapitalist bir iktidarı yıkması, yerine bir halk iktidarı kurulması amacıyla var edildiğini söylemek zaten olanaklı değildir. Enstitülerle, 1940’a dek ülkede yerleştirilmeye çalışılan siyasal ve sosyal düzen köye de taşımak isteniyordu. 17 Nisan 1940’ta Meclis görüşmelerinde yasaya tek bir karşıt oy bile çıkmaması, sistemin ondan beklentilerine kanıttır.
O dönemde ülkede özgür tartışma, gerçek bir parlamenter yaşam yoktu. Bütün yasalar hükümetten geldiği gibi oybirliği ile geçerdi.

4. Enstitüler, gerek eğitimde, gerek siyasal yaşamımızda neden unutulmaz bir iz bıraktı? Enstitüler, köyün eğitilmesi konusunda özgün bir buluştu. Türkiye’nin koşullarını hesaba katmıştı. Yalnızca bu durum eğitimcilerin ona ilgi duymasını haklı kılar. Fakat daha önemlisi, Enstitü çevresi halkçı bir iklim sundu ve burada sosyalist görüşler filizlenmeye başladı. Şöyle de söylemek yanlış olmaz: “Enstitüler, sistemden kaçırılmış kurumlardır!” Fakat hiçbir sistem, kendi aleyhine işleyecek bir organa izin vermez. Dönemin iktidarı bu kaçağı çok geçmeden fark etti ve onu
yola getirdi. İz bırakan, unutulmayan sistem değil, bu “kaçak”tır.

5. Enstitülerde halkçılık nasıl filizlendi? 1940’ta Türkiye’de halkçılığı baskı altına almış bir tek parti yönetimi vardı. Fakat Türkiye büyük bir ülkedir. 1920’li yılların solculuğu bastırılalı henüz 15-20 yıl geçmişti. Her an sola açılacak aydınlar vardı ve bunlar CHP ve devlet içinde de bulunuyorlardı. İsmail Hakkı Tonguç, O’nun yardımcısı Ferit Oğuz Bayır, onların seçtiği okul müdürleri, hümanist Hasan Ali Yücel’in koruyucu kanatları altında kendilerine özgü bir alan yarattılar ve burada
halka hizmet ruhuyla donanmış öğretmenler yetiştirmeye başladılar. 1940’ların iktidar ideolojisi olan Kemalizmin gerek halk için, gerek aydınlar ve gençlik için bir çekiciliği kalmamıştı (AS: Bu görüşe de katılmıyoruz..) . O tarihlerde ülkede iki akım alttan alta aydınları etkiliyordu: Turancılık ve Sosyalizm. Kimi yüksek öğrenim kurumlarında Turancılık, Enstitülerde ise Sosyalizm uç verdi. Fakir Baykurt’un anılarında
(Köy Enstitülü Delikanlı) bu durum açıkça anlatılmaktadır.

6. Köy Enstitüleri niçin kapatıldı? Yönetim, kısa zamanda Enstitülerin onlar için çizilmiş sınırlar dışına taşmakta yani “elden çıkmakta” olduğunu görerek, Tonguç başta olmak üzere yöneticilerini değiştirdi. Köy kalkınması için düşünülen programlar da
artık serbest piyasaya teslim edildiğinden, Enstitüler gereksiz duruma getirildi,
1954’te adları da değiştirilerek klasik birer öğretmen okulu yapıldılar.

7. Enstitüler amacına ulaştı mı? Enstitüler, köyleri tanıyan, eli kalem tutan, görevlerine bağlı bir öğretmen kuşağı yetiştirdi ancak onların köyün siyasal, ekonomik ve sosyal yaşamını değiştirmeleri olanaklı değildi. Eğitim seferberliği, toprak reformu ve sanayileşme ile bütünleşemedi. Bütün Enstitü kadroları bir araya gelseydi bir liman ve 100 km asfalt karayolu yapamazlardı. Bu işi, 2. Dünya (AS: Paylaşım) Savaşı’ndan sonra ülkeye girecek olan yabancı sermaye ve teknoloji başaracaktı. Bu kalkınma hareketi, ne yazık ki ülkeyi dışarıya bağımlı duruma getirdi.

8. Köylüler Köy Enstitülerine sahip çıktı mı? Köy kalkınmasını, köyün canlanmasını sağlamak için kurulan Enstitüler kapatılırken köylüler bu kurumlara sahip çıkamadılar. Zaten köylüler Devletçe edilgin durumda tutuluyordu. Hiçbir örgütleri yoktu. Gençlere ise ancak Tan gazetesini izleyecekler ise izin veriliyordu! Köylüler tek parti döneminde yaşanan yoksulluk ve baskıdan kurtulma isteğindeydiler. Kendilerini 1950’den sonra daha iyi hissettiler. Hem çarıktan kara lastiğe geçebildiler, hem de istedikleri partiye
oy vermeye başladılar. Bu arada Köy Enstitüleri de kim vurduya gitti. .

9. Enstitüleri ağalar veya Amerika mı kapattırdı? Her ikisi de doğru değildir.
Bunlar, kabahati İnönü’nün üzerinden savuşturmak için üretilmiş komplo kuramıdır.
(AS: Marshall yardımlarının bir koşulu da Köy Enstitülerinin kapatılmasıdır!)
Açılmaları da kapatılmaları da Türkiye’nin kendi iç siyasal gelişmeler nedeniyledir. Ağaların Enstitülerin açılmalarına bir itirazları olmamıştı. Siyasal nüfuzları da Enstitüleri kapattıracak ölçekte değildi. Amerikalı Prof. John Dewey, Enstitü tipi eğitimi öğütlemişti. Enstitülerin sonu, Amerika Türkiye’ye girmeden daha 1946’da görünmüştü. UNESCO, bir kalkınma modeli olarak Enstitü tipi kurumları az gelişmiş ülkelere önermiştir. Fakat artık bunlar halkçı kurumlar değil, kırsalı kapitalizme açan
bir çeşit tarım okulu olacaktı.

10. Enstitülerin yetiştirdiği öğretmen tipolojisi nasıldır? Enstitüler, ortalama olarak Atatürkçü ve Halk Partili öğretmen yetiştirdi. İçlerinde sosyalist olanlar pek azdı ve bunların bir bölümü de 1960’tan sonraki ortamda sosyalist oldular. Bir Enstitü mezununun en son yayımlanan anı kitabındaki şu dizeler, ortalama Enstitü çıkışlının görüşlerine örnek sayılabilir: “İleriki yıllarda da epey gözlemledim. Halk böyle istiyor, halkın dediği olur.. türü siyasetler yapıldı. Halka çok ödünler verildi.
Genç Cumhuriyetin ilkeleri çiğnendi. Hiçbir devrim halka danışılarak yapılmaz.
Halkın gelişmesine yönelik devrimi başlangıçta halka anlatamazsınız. Gelenekselleşmiş yapıyı kıramazsınız.” 
Fakat İsmail Hakkı Tonguç, Ferit Oğuz Bayır ve Fakir Baykurt gibi Enstitücüler olaya böyle bakmıyorlardı.

11. Köy Enstitüleri yaşasaydı Kürt hareketi de olmaz mıydı?
Bu görüş tümüyle yanlıştır. Bunu savunanlar, Enstitüler yaşasaydı Kürt nüfusun asimile edilmiş olacağını ya da Kürt köyleri de kalkınmış olacağından Kürtlerin düzenden yakınması olmayacağını varsayıyorlar. Kürt hareketine, Kürtlerin ister Enstitüde,
ister lise veya üniversitede okumuş kesimince önderlik yapılmaktadır ve bu hareket feodal bir hareket de değildir. İster Köy Enstitüsü, ister Öğretmen Okulu mezunu olsun, öğretmenler onlarca yıl görev yapsalar bile Kürt köylülerini asimile edemedi.
(AS: Böylesi bir amacın güdüldüğünü düşünmüyoruz..) 

12. Kemal Tahir ve Atilla İlhan gibi solcuların Enstitü karşıtlığını nasıl yorumlamak gerekir? Türk edebiyatının bu iki değerli adından Kemal Tahir İttihatçıdır ve Kemalizme karşı olduğu için Enstitülere de karşı olmuştur. Atilla İlhan ise İnönü döneminde hapsedilip zulüm gördüğü için (AS : ????), o dönemin bir ürünü olan Enstitülere karşı olmuştur. Her ikisinin tutumu da duygusaldır ve yanlıştır. Bu olay herkese doğru bir yöntem sunmaktadır. Tek Parti dönemi siyasal bakımdan kötü ise,
o dönemde yapılan her işin kötü olmadığı ya da Köy Enstitülerinin iyi birer kurum olmasının Tek Parti döneminin siyasal yapısının da iyi olduğu yolundaki genellemelerden sakınmak gerekir.

13. Enstitüler yeniden açılabilir mi? Enstitüler, köylük bir ülkenin eğitim ve kalkınma tasarımı idi. Günümüzde köy nüfusu %20’lere (AS: 31 Mart 2014’te 31 büyükşehir belediyesi oluştu ve köy sayısı 17 bin eksilerek yarılandı; köy nüfusu da %10’lara indi..) dek inmiştir ve köyler kentlerle bütünleşmiştir. Köye gidecek hizmetleri artık
tek bir kişiye yüklemek, onu zorunlu hizmetle 20 yıl köyde tutmak, aylığının bir bölümü yerine kendisine toprak ve iş makineleri vermek olanaklı değildir. Enstitüler, yaşasalardı bile, 1960’lardan sonra işlevlerini yitirirlerdi. Zaten taşımalı eğitimle köy okullarının büyük bir bölümü kapanmıştır. 15-20 öğrencilik köy okulları açıp bunları tek bir öğretmene teslim etmek de doğru değildir.

14. Enstitülerin kalıtından nasıl yararlanabiliriz? Enstitüler, insanın yaparak
ve yaşayarak öğrenmesi, eğitim programlarının ülke koşullarına uygun olması,
okuma çabası, öğretmenlerin birer ülkü sahibi olması, eğitimde fırsat eşitliği,
eğitim kurumlarda demokrasi  gibi konularda ulusal eğitimde yararlanılacak önemli bir birikim bırakmıştır.

15. Köy Enstitülerini en iyi anlatan kitap hangisidir? Enstitüler hakkında ülkemizde 300’den çok kitap yayımlandı. Bunların önemli bir bölümü anılardır. Enstitülerle ilgili
en derli toplu olanı, Kanadalı bir sosyolog olan Fy Kirby’nin (Fay Körbi) 1960 sonrasında yayımlanmış “Türkiye’de Köy Enstitüleri” kitabıdır. Konuya dışarıdan bakabilmesi, Enstitüleri Türk eğitim tarihi içinde yerli yerine oturtması, verilerinin sağlam ve çözümlemelerinin güvenilir olması, alan araştırmalarına dayanması, kitabın değerini artırmaktadır. (15.4.2014)