Etiket arşivi: Eğitim İş

97 Yıl Sonra 19 Mayıs 1919…

19 Mayıs 1919’un Gazeteleri…

Dostlar,

19 Mayıs 1919’un 97. yılında,
Yüzyılın utanç veren en büyük madenci kırımı SOMA FACİASI nedeniyle (2 yıl 6 gün sonra) içimiz kavruk, insanlık tarihinin en övünç verici dönemeçlerinden birini yaşıyoruz.

Küba’nın efsane önderi Fidel Kastro, ülkemizin Havana Büyükelçisinden,
Atatürk’ün SÖYLEV’inin İspanyolca örneğini rica eder.

Ve ekler…

– Biz ülkemizi işgalden kurtarmak için aranış içindeydik. Mustafa Kemal Paşa‘nın stratejisini merak ettik.. Baktık ki O da işgal altındaki başkent İstanbul’da çıkış görememiş ve
Anadolu’da uygun bir yer arayarak Samsun’a geçmiş ve Ulusal Kurtuluş Savaşı
oradan başlatmış.. Bu bize örnek oldu ve ve biz de başkent Havana’dan ayrılarak
adanın derinliklerinde uygun bir limana çıkartma yaparak bağımsızlık savaşımızı başlattık
ve başardık.. 

Yeryüzünün en büyük önderine sahipsiniz..
(AS: Albert EINSTEIN de çok benzer sözler söylemişti..)

97 yıl önce bu gün basılan gazetelerden örnekleri izlemek için lütfen aşağdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

19_Mayis_1919_Gazeteleri

Bir de, geçen yıl 19 Mayıs anması için 16 Mayıs 2015 günü düzenlenen açıkoturumda yaptığımız konuşmanın yansılaru var..  O gün web sitemize koymuştuk  EĞİTİM-İŞ Ankara Şubeleri (1 ve 2) ile Ulusal Eğitim Derneğince (Her 2 kurumun da üyesiyiz) düzenlenen “YENİDEN DOĞUŞ – 19 MAYIS” başlıklı açıkoturumda bizim konuşmamızın yansılarına aşağıdaki erişkeden (linkten) ulaşılabilir :

19_Mayis_96. yıl_Ankara

Mustafa Kemal Paşa‘nın Kurtuluş Savaşımızı Anadolu’da örgütlemek üzere
Samsun’a ayak bastığı 19 Mayıs 1919 günü, tarihsel bir dönüşümün başlangıcıdır.

Bu tarihten geriye İstanbul’da gösterdiği tüm çabalar bir sonuç vermemiştir.
Sayın Dr. Alev Coşkun, Devrim Tarihimizin bu kritik 6 ayını emekli bir çalışma ile kitaplaştırmıştır.. Okunmasını dileriz..


Saltanat, son Osmanlı padişahı Vahdettin teslim olmakla kalmamış, işgalcilerle işbirliği içine girmiş, İngiliz Muhipleri (Sevenleri) Derneği‘ne üye olmuş, Yunan işgalini “hayırlı” ilan etmiş, sonrasında Mustafa Kemal Paşa’yı isyancı ilen ederek idam fermanına mühür basmıştır!

Mustafa Kemal Paşa, 8 Temmuz 1919 günü, askeri görevinden istifa ile Erzurum Kongresi’ne “sine-i millette bir ferd-i mücahit” olarak katımıştır.. Maaşı olmadan, hiçbir görev ünvanı olmaksızın ve boynunda padişahın idam fermanı.. Bu koşullarda Kurtuluş Savaşımıza önderlik etmiştir. Yaşasın o Anadolu halkı ki, bu cehennem kuşatmasında bile Mustafa Kemal Paşasına güvenerek O’nun ardında – komutasında 9 Eylül 1922’ye dek 3,5 yıl süren bir ölüm – kalım savaşını inanılmaz bir özveri ve başarı ile sürdürmüştür.. Küllerinden varetmiştir kendisini!

Külüstür Bandırma vapurunda Mustafa Kemal Paşa’ya eşlik eden kahramanları sonsuz bir saygı ve şükran ile selamlıyoruz.. Onların 2 ya da 3’ü hekimdir ve biz de bir hekim olarak bununla gurur duyuyoruz..

Bandirma_vapurunun_19_yolcusu

19 Mayıs’ın 97. yılında sabah 10:30’da Ankara Kızılay – Güvenpark’ta toplanacak ve kurtarıcımız – kurucumuz Yüce  ATATÜRK’ümüzü ANITKABİR’de ziyarer edeceğiz..

Bu topraklarda uygarlaşma – çağdaşlaşma – AYDINLANMA savaşımı (mücadelesi) sürdürülecek ve mutlaka başarıya ulaştırılacaktır. Tarihin ırmağı geriye akıtılamaz..

Türkiye’deki gericilerin – karşıdevrimcilerin bu yalın – çarpıcı tarihsel – politik gerçeği
iyice kavramaları ve akıntıya karşı kürek çekmek yerine bu AYDINLANMA sürecinin
hızla ve sağlıklı yaşanmasına katkı vermeleri en doğrusu, akıllıcası olacaktır..

Ulusumuza ve tüm insanlığa kutlu ve mutlu olsun..

Sevgi ve saygıyla
19.5.2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
p
rofsaltik@gmail.com

ARTVİN CERATTEPE DİRENİŞİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ.

ARTVİN CERATTEPE DİRENİŞİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ..

Fotoğraf: DHA

Söz konusu maden alanını işletecek olan, Bay RTE’ye yakın Bay Mehmet Cengiz olup,
Milletin a…’a koyacağız diyebilen yüz kızartıcı küfürü yapan adamdır!

Bütün Türkiye’ye çok ciddi özür borcu olan ve pek çok hak yoksunluğu ile hukuksal olarak “yaptırım” görmesi, utanca boğulması ve köşesine çekilmesi gereken gereken bu zat,
tersine Devletten ve AKP iktidarından “umur” görmektedir. Bu etik – ahlak – hukuk dışı durum halkın adalet duygusunu derinden zedelemektedir. En ağır biçimde küfür edilerek vicdanlarda derin aşağılanma duygusu oluşturulan Ulusumuz, yaşadığı örselenmeyi (travmayı)
unutmuş değildir. AKP’nin kendisine “dost” olmadığını da yaşayarak acı biçimde görmektedir Esas olarak bu tür travmaların olumsuz etkilerinin, onurlu insanlar (halkımız!) üzerinde
uzun yıllar sürdüğü de bilimsel olarak bilinmektedir.

Bu sosyal psikolojik / politik sosyolojik sorunsal bir yana, Artvin’in eşi bulunmaz doğasını hoyratça tahrip edecek maden arama izni (ruhsatı) nasıl verilebilir? Böylesi bir ruhsata
nasıl olumlu ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) Raporu verilebilir??

Başbakanlığının son dönemlerinde bütün maden arama izinlerini Bay RTE‘nin tekelinde topladığı ileri sürülmüştü. Bir Başbakan neden böyle yapar? Ülkenin Enerji ve Doğal Kaynaklar Bakanı (son AKP Hükümetinde RTE’nin damadı Albayrak!?) ne güne durmaktadır?
Bu davranış hukuksal olarak bir yetki gaspı ve kamu yönetimi ilkelerine ters olmanın yanı sıra politik olarak da ciddi soru işaretleri uyandıran bir fiyaskodur.

“Niçin” sorusuna Bay RTE’nin hiçbir biçimde akılcı, hukuka, devlet geleneklerine,,
uygun yanıt vermesi olanağı yoktur. O zaman da apaçık şaibe altında kalırsınız..

*****
Sorunun bir başka boyutu Anayasa’nın 56. maddesidir.
Bu madde, açıkça Yurttaşa çevreyi geliştirme, koruma ve kirlenmesinin engellenmesi görevi vermektedir Devlet ile birlikte. Bu düzenleme yurttaşa hem Anayasal buyruk hem de
anayasal bir yetkidir. Sorumluluk doğal olarak yetkiyi doğurur. Yurttaşın çevreyi
koruma – geşiştirme ve kirlenmesini engelleme davranışı gösterMEmesi anayasal suçtur!

Artvin halkı, Cerattepe’de açık altun madeni açılmasını, Anayasanın anılan maddesi bağlamında çevreyi geliştirme, koruma ve kirlenmesinin engellenmesi görevi kapsamında görmektedir. Takdiri ve değerlendirmesi bu yöndedir. Bu kanaat ve kararın tersi yöndeki tercihten değersiz olduğunu savlamak olanaksızdır. Dahası, 1 ya da birkaç kişinin çıkarı, şirketlerinin kârı, yöre halkının yaşam hakkını sınırlama, doğayı tahrip etme hakkı
asla ver(e)mez.

Ayrıca Anayasa’nın 169. maddesinde çok net olarak;

“..Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez..” denilmektedir.

Yine Anayasa’nın 34. maddesine göre;

“..Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir..” düzenlemesi yer almaktadır.

Çevreyi korumak, geliştirmek ve kirlenmesinin engellenmesini istemek,
3. kuşak insan hakları kapsamındadır. Demokratik ülkeler artık bu aşamadadır.

Ülkemizde ise, AKP ile birlikte en temel insanlık hakkı olan SAĞLIKLI YAŞAM HAKKI bile tehdit altındadır ve çiğnenmektedir. Artvin halkı demokratik – yasal – anayasal – uluslararası hukuka uygun ve sonuna dek MEŞRU bir direniş, doğayı koruma ve 56, maddedeki ANAYASAL YÜKÜMÜNÜ yerine getirme davranışı içindedir. Ancak baskıcı AKP iktidarı,
esen yelden ödü patlar bir patolojik psikoloji içine sürüklendiğinden kente girişleri bile yasaklama girişimindedir! Anayasal gezi hakkı bile engellenmektedir. Vali suç işlemektedir.
Üst makamlardan gelen yasa ve hukuk dışı hukuk dışı buyrukları Vali, Anayasanın 137. maddesi uyarınca yerine getirmeme yükümü altındadır.

*****

Hiçbir iktidar döneminde bunca çok insanımız yaşamını yitirmemiştir!
Niçin?? Nereye dek?? Eli kanlı iktidarların sonuç aldığı görülmüş müdür? 

Silahsız ve şiddet kullanmayan, suç işlemeyen ve suça teşvik etmeyen bırakın yasal – anayasal, evrensel hakkı ve görevi olan direniş gösteren Artvin halkının üstüne güvenlik güçlerini orantısız güç kullanarak salmak, olsa olsa AKP iktidarı gibi açık faşizme geçmiş
bir siyasal zorba anlayışın ürünü olabilir.

Anayasa md. 34 de yer alan toplantı gösteri yürüyüşü hakkı
Artvin halkının direnişi bu anayasal madde bağlamında da AKP iktidarınca çiğnenmek istemektedir… 18 Şubat 2016 günü saat 23:45 dolayında binlerce Artvinli dev bir yürüyüşe geçmiş ve Valilik önünde toplanarak Atvin’i haramzadelere bırakmayacaklarını haykırmıştır.
Ankara’da gün içinde yapılan destek eyleminde polis 11 dolayında insanı gözaltına almıştır. Oysa gözaltını gerektirecek bir davranış olmamıştıri Polis yetkilerini aşarak hem Toplantı
ve Gösteri Yürüyüşleri Hakkında Yasa
yı hem de Polis Vazife ve Selahiyetleri Yasasını çiğnemiştir. Anayasa Mahkemesi’nin kararları, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri sırasında zorunlu (mücbir) sebepler olmadıkça suç bile işlense eylem hakının engellenmemesi,
hukuka aykırı eylemin belirlenerek sonrasında işlem yapılması yönündedir.

AKP iktidarı ne hukuk, ne yasa, ne hak, ne töre ve gelenek dinlemektedir!?
Halkın sırtından polis – jandarma copunu – dipçiğini, biber gazını – basınçlı suyu eksik etmeyerek nereye varabileceğni düşünüyor AKP iktidarı ve İçişleri Bakanı Efgan Ala??
Nereye denli??
Bu baskı meşru direniş hakkını bilemez mi?
Artvin halkının açtığı pankartlarda Haziran 2013 direnişinin anımsatılması önemlidir.

CHP Artvin milletvekili Sayın Uğur Bayraktutan, 21 Şubat 2016 saat 00:33 dolayında
Halk TV’de güncel durumu yansıtıyor.. Bir milletvekili, Valilik önünde açlık grevine başlamak zorunda bırakılmıştır.. İnsanlar neden böylesine köşeye sıkıştırılır?

AKP iktidarı kimin iktidarıdır?
Yandaş sermaye adına bir siyasal iktidar, 21. yy’da halkına böylesine zulüm yapabilir mi?
AKP kendi ayağına kurşun sıkmaktadır. Bu hazin hukuksuzluk halkın gözünü iyice açacaktır.

Kendine bunca zarar verebilen bir eylemin akıl fukarası öznesi, olsa olsa AKP olmalı!

Ayrıca, AYYÖŞ (Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı) de bu tür girişimlerde yöre halkının görüşüne başvurulmasını gerektirmektedir. AKP iktidarı burada da çifte standart içindedir.

AKP iktidarı apaçık hukuk ve insanlık dışına bir kez daha düşmüştür.
Söz konusu polis – jandarma – iktidar saldırısı derhal durdurulmalı ve sükunetle, katılımcı olarak
konu bir kez daha irdelenmelidir. İlgili Bakanlar (RTE’nin damadı Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı ile Orman ve Suişleri Bakanı) hemen Artvin’e giderek yerinde, halktan doğrudan
bilgi almalı ve hukuka uygun uygar (AKP’den beklenebilir mi??) politikalar benimsemelidirler.

Artvin halkının hukuka uygun ve tümüyle meşru, yürekli direnişini içtenlikle selamlıyoruz.
Bu haklı eylemi destekliyoruz. 

AKP iktidarını halkla inatlaşıp zıtlaşmaktan kesin olarak kaçınmaya ve
hukuk dışı orantısız güvenlik gücü kullanma zorbalığını derhal durdurmaya çağırıyoruz.

Bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ‘in Cerattepe direnişine destek posteri için
lütfen tıklayın:

Cerattepe_EGITIM-IS_20.2.16

Sevgi ve saygı ile.
21 Şubat 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

Yazının pdf biçimi : ARTVIN_CERATTEPE_DIRENISININ_DUSUNDURDUKLERI

Danıştay’dan İMAM HATİP LİSELERİNE YÖNELİK KAYIRMACI YAKLAŞIMA “DUR”

Danıştay’dan İMAM HATİP LİSELERİNE YÖNELİK KAYIRMACI YAKLAŞIMA “DUR!

YÜKSEK YARGI MEB’İN İMAM HATİP LİSELERİNE YÖNELİK KAYIRMACI YAKLAŞIMINA “DUR” DEDİ

YÜKSEK YARGI, MEB’İN İMAM HATİP LİSELERİNE YÖNELİK KAYIRMACI YAKLAŞIMINA “DUR” DEDİ

Sendikamızca, Danıştay’da Milli Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın 20.07.2010 tarih ve 76 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı Haftalık Ders Çizelgeleri Konulu kararının ve bu karara bağlı olarak düzenlenen Haftalık Ders Çizelgelerinin iptali talebiyle açılan davada, Yüksek Mahkeme, Haftalık Ders Çizelgelerinin iptaline hükmetmiştir. Söz konusu kararda Danıştay; dava konusu çizelgelerde, Mesleki ve Teknik Liseler ile yine meslek lisesi olan
İmam Hatip Liseleri arasında eşit statülerde olmalarına karşın İmam Hatip Lisesi öğrencileri lehine ayrıcalık sağlandığını tespit etmiştir.

Bu anlamda da Mesleki ve Teknik Lise öğrencilerinin bugüne dek mağdur edildiği mahkeme kararı ile ortaya konmuştur. Amacı öğrencilerini mesleğe ve aynı zamanda yükseköğretime hazırlamak olan mesleki ve teknik liselerin, Bakanlıkça uygulanan politika nedeniyle, öğrencilerini yükseköğretime hazırlamaları bakımından mağdur edildiği ifade edilmiştir.

Yargı bu kararı ile:

1-    İmam Hatip Liselerinin de meslek lisesi olduğu gerçeğini bir kere daha vurgulamıştır.
2-    MEB’in İmam Hatip Liselerine fazladan seçmeli ders koyarak AKP iktidarının siyaseten arka bahçesi olarak gördüğü bu okulları kayırdığını, öbür meslek liselerine üvey evlat işlemi yaptığını da ortaya koymuştur.

Danıştay, meslek liseleri için öngörülen seçmeli ders saatinin, İmam Hatip Liselerinde verilen seçmeli ders saatinden çok aşağıda olmasının, yetersiz bir eğitim verilmesine neden olacağını da kararında ayrıca vurgulamıştır.

Eğitim-İş olarak; 2015-16 eğitim-öğretim yılı başlamadan önce mesleksel ve teknik lise öğrencilerinin mağduriyetine neden olan uygulamaların iptaline karar veren Yüksek Mahkeme kararının Milli Eğitim Bakanlığı ve Talim Terbiye Kurulu’nca derhal eksiksiz olarak
yerine getirilmesini bekliyoruz.

Danıştay’ın kararı uygulanmadığı takdirde ilgililer hakkında gerekli yasal girişimlerde bulunulacaktır. (Karar metni için : http://www.egitimis.org.tr/haber-arsiv/yksek-yargi-meb-n-mam-hatp-lselerne-ynelk-kayirmaci-yaklaimina-dur-ded#.VdkP5fntmkp, 20 Ağustos, 2015)

EĞİTİM -İŞ MERKEZ YÖNETİM KURULU

====================================

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ‘in Danıştay’da açtığı davanın bu yönde sonlanması sevindiricidir. Merkez Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarımızı, başta Sayın Genel Başkan
Veli Demir olmak üzere kutlamak isteriz.

“Siyaset”, Yüce ATATÜRK ve can yoldaşı Saygın İsmet İNÖNÜ‘den sonra hiç bu denli yozlaşmamıştı. AKP – RTE ikilisi 13 yıla yaklaşan iktidarlarında siyasal tercihleri adına
ne demokrasinin genel kurallarını, ne geleneklerini (teamülleri) ne de yasaları,
hatta Anayasayı engel gördüler! Bilindiği gibi demokrasinin en yaygın tanımlarından biri “gelenekler rejimi(regime of traditions) olmasıdır.

AKP – RTE ikilisi, siyaseten çıkarlarına uygun gördükleri, partilerinin ve yandaşlarının yararına olan hemen her şeyi gözü kara yapageldiler. Son örneği, 7 Haziran 2015 seçimlerini yitirerek iktidardan halk tarafından düşürülmelerine karşın iktidarı bırakmamalarıdır!..

Nichola Makyavelli yaşasa idi, “İl Principe” adlı klasik siyasetbilim yapıtında tiplemeleri eminiz AKP – RTE üzerinden ve onların Makyavelizm‘e taş çıkartacak yoz edimlerinden seçerdi! Çağdaş Makyavelliler herhalde bu “varsıl” (!) kaynakçayı bolca kullanarak
gelecek kuşaklara ders çıkarmaları için malzeme sağlayacaktır.

Değerlerin bu denli ayaklar altına alındığı “keyfilik”lere demokrasilerde asla yer yoktur.
Bunu Bay RTE ve oyuncağı AKP de bal gibi bilmektedir; Opportünizm göklere erişmiştir!
Bu yüzden Başkanlık rejimi ile Türkiye’yi Halife – Sultan müsvettesi bir rejime,
Patagonya / Hotanto ya da Filipinler usulu bir “cici demokraiscilik” maskarasına
dönüştürmek istemektedirler.

Bunun da altında yatan gemlenemeyen ekonomo-politik dürtü (saik) ise, ülkenin kaynaklarını hiçbir hesap vermeden talan edebilmek, peş keş çekebilmektir. 13 yıla yakın zamandır yapılanlar yetmediği gibi, pek çok suç işlendiğinden, bunlardan da hesap vermeden kurtulmak için
totaliter bir rejim kurmak dışında yol yoktur!

AKP-RTE yapışıkları buna zorunlu ve mahkum hatta tutsaktırlar!
Köprüleri atmışlardır, dönüşleri olanaksızdır.
Bu yüzden, neredeyse tüm okulları İmam Hatip yapacaklardır..
Eğitim sistemi hızla ve yaygın olarak dincileştirilmiştir!
4+4+4 için AKP – RTE, TBMM’de gövdelerini koymuşlardır ve anamuhalefet CHP vekillerini Komisyonda tekme-tokat dövmüşlerdir.. Kısa sürede İHL öğrencisi sayısı birkaç kat artarak
1 milyona dayanmıştır! 
Bu sayısal artış hızını beklemediklerini ancak vardıkları başarının (!?) kendilerini çok mutlu ettiğini kamuoyu ile paylaşmaktan geri durmadıklarını da açıklamışlardır.

“AKP – RTE’nin arka bahçesi – fidanlığı IHL’ler” e dönük bitmeyen – gözü kara kayırma
o boyuta vardırılmıştır ki; İHL’ler dışında milyonlarca öğrencinin eğitiminin niteliği bilerek ve isteyerek geriletilmekte, İHL mezunlarına yükseköğretime girişte belirgin haksız avantaj sağlanmaktadır.

Bu apaçık ayrımcılıktır ve Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerine açık aykırılık bir yana;
kapsamlı (milyonları ilgilendiren) bir “diskiriminasyon” suçu olup, insanlığa karşı suçtur,
bir insanlık suçudur! BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nden tutunuz, İHEB’ne ve AİHM’nin yerleşik içtihatlarına da aykırıdır. Davalı idare (MEB) bu Kararı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu katında (nezdinde) temyiz ederse, EĞİTİM-İŞ karşı savunmasında, bu paragrafta
dile getirdiğimiz aykırılık gerekçelerini de ileri sürebilir.

AKP’-RTE’nin gözü öylesine karadır ki; İHL’liler lehine olsun diye milyonlarca öğrencinin eğitimleri bilerek ve isteyerek eksik, daha az nitelikli yapılabilmektedir! Bu boyutuyla
EĞİTİM-İŞ’in kazandığı dava çok önemlidir ve kamuoyu ile paylaşılmalı, halka anlatılmalıdır. AKP’nin yaptığı masum bir siyasal tercih ya da salt yönetsel (idari) yargıda iptaliyle yetinilecek bir işlem değildir. Halka karşı suçtur hem politik yaptırımı – bedeli olmalı hem de Türk Ceza Yasası‘nda karşılığı olmalıdır. Sorun, TBMM gündemine de taşınmalı ve sorgulanmalıdır.

*****

Tek çare; Türk Ulusu’nun 2-3 ay içinde yapılacak “zoraki tekrar seçim“de bu iğrenç “oyun“u görerek AKP-RTE ikilisine kadim tokatını indirip onları siyaset sahnesinden silmektir.

Halkımızın sağduyusuna güveniyor ve 7 Haziran 2015’te oy kullanmayan 9,1 milyon seçmeni Kasım 2015 seçiminde mut – la – ka OY KULLANMAYA çağırıyoruz. Bu kitle AKP yandaşı değildir ve ülkenin yazgısı bir bakıma onların elindedir.. En az yarısının CHP’ye oy vermesi durumunda AKP, oyları % 41’i aşsa bile –ki hiç ama hiç sanmıyouz– tek başına iktidar olamayacaktır! Türkiye böylece 13 yıllık lanetli bir fetret döneminden sıyrılabilecektir..
1402-13 arası Osmanlı Devleti de 2. Beyazıt’ın Timur’a yenilmesi sonucu böylesine bir
karmaşa dönemi geçirmişti.

Bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ, böylesi zor bir dönemde dimdik ayakta durarak
laik – demokratik rejimin ve onun eğitim sisteminin korunup kollanması için savaşım vermektedir. Gücü sınırlıdır, üye sayısı özlenenin ve Türkiye’nin sahip olduğu aydın kaynağının (potansiyelinin) gerisindedir.

Eğitim – bilim işgörenlerini / çalışanlarını Yüce ATATÜRK’ün yolundan giden
EĞİTİM-İŞ’e üye olmaya çağırıyoruz!

Sevgi ve saygı ile.
23 Ağustos 2015, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
EĞİTİM-İŞ Bilim Kurulu Üyesi
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazının pdf biçimi : EGITIM-IS’in_DANISTAY’da_Kazandigi_IHL_Davasi

Cenaze taşıyıcısının öyküsü….

Cenaze taşıyıcısının öyküsü….

Sevgili Dostlar,

Bu yaşanmış öyküde insanın aklına şu geliyor insanca ve ilerici düşünenler için :
Bu Ayşe kız, Avukat dedikleri için nişanlandığı genç adamın cenaze taşıdığını gördüğünde keşke medenice düşünse de, o gençle bu konuyu konuşsa ve ona göre bir karara varsaydı belki daha hayırlı olabilirdi. İnsan daha kötüsünü düşünüyor; şöyle ki, Ayşe kız iyi ki aşiret kültürü ile düşünüp
Benim gururumla oynadın, bana yalan söyledin, …al sana… deyip kurşunlasaydı ne olacaktı ya?
Yine de ehven-i şer sayıp böyle yapmamış, yeniden nişanlanıp evlenmiş.
Vatansever genç avukatın gerçek vatanseverliği anlaşılıyor ki, işgal altında vatan için
ne yapmak gerekiyorsa, 
baban da olsa şüphe edecek ve işi sağlama bağlayarak ilerleyeceksin. Avukatın son sözlerinden de bu anlaşılıyor değil mi?
Bu kutsal vatan için hayatını vermiş ve vereceklere selam olsun kucak kucak…
Saygılarımla. 06.07.2015

Duran Aydoğmuş
(Kurtuluş Savaşı Gazisi’nin oğlu)
—————
6 Temmuz 2015 5:45 Pazartesi tarihinde Mehmet Ayhan <mehmetayhan@……….> şöyle yazdı:n üstün duygudur, VATAN SEVGİSİ !

Cenaze taşıyıcısının öyküsü….

Bir hanımefendi anlatıyor                :

1919 yılı idi. İstanbul baştan aşağı İngilizlerin işgali altındaydı.
Liseyi yeni bitirmiştim. Güzel bir kızdım. Dünür gelmeye başladılar.
Biri avukatmış, gösterdiler uzaktan, boylu poslu yakışıklı bir delikanlıydı,
beğendim. Nişanlandık. Nişanlımı seviyordum. Mutlu bir yuva kurmak hevesi
ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler
hazırlıyordum. Ama çok geçmedi ki, mahallede bir dedikodu yayıldı.
(Ayşe’nin nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin biriymiş, üstelik cami önlerinden
tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş..) dediler.
Alt üst oldum. Babam götürdü, uzaktan izledik, gerçekten de tabut taşıyordu
…Yıkıldım. Nişanı atıp, ayrıldık.
 Aradan 5 yıl geçti. Evlenmiştim, Bir de çocuğum olmuştu. 1924 yılıydı.
Artık ülkemiz özgürdü. Bir gün Beyoğlu’nda rastladım O’na. Oğlum
yanımdaydı. Beni görünce titredi, çeketini düğmeledi.
Saygı göstererek durdu önümde.
Vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim, dedi.
– Olur, dedim. Bir büroya girdik. Burası bir avukatlık bürosuydu ve kapıda
adı yazıyordu. İçeride yardımcıları çalışıyordu.
– Siz gerçekten avukat mısınız? dedim.
Evet, dedi.
– Peki, avukatsınız da neden cami önlerinden tabut taşıyordunuz? diye sordum.
Durdu, başı öne eğildi.
Beni affedin, dedi. İstanbul işgal altındaydı, Her taraf İngiliz askeri
kaynıyordu. Her şeyi didik didik arıyorlardı. Biz de Anadolu’ya,
Milli kuvvetlere ancak, 
cenaze süsü vererek tabutlarla silah kaçırıyorduk.
Bu ülke için yaşamsal bir işti. Bunu size bile söyleyemezdim!… 
*****

BU VATANI, CANLARINI ve AŞKLARINI FEDA EDEBİLENLERE BORÇLUYUZ. BİR DE ŞİMDİNİN İNSANLARINI DÜŞÜNÜN…

====================================

Dostlar,

Ne yapmalı??

Eğitim öncelikle ULUSAL olmalı!

Bu tür vazgeçilmez – yaşamsal önemde değerleri tüm yurttaşlara kazandırmalı..

Yetmez, ULUSAL EĞİTİM;

– Akılcı,
– Bilimsel,
– Sorgulayıcı – eleştirel,
– Laik,
– Karma,
– Uygulamalı
ve
Devletin kaliteli okullarında ÜCRETSİZ olmalı…

Bu okulları bitirenler kendilerini ülkeye – vatana hizmet için “aşk” içinde bulmalı..

O zaman zorunlu hizmete gerek kalır mı??

En önemli kamusal hizmetlerin başında,
SAĞLIKLI TOPLUMDAN sona eğitimli – kültürlü toplum geliyor..

Böylesi bir toplum geri kalanını da kendi inşa eder..

Adaletli bir düzen de kurar, iç ve dış güvenliği de sağlar..
Politik ve ekonomik demokrasiyi de yaşama geçirir..

Sevgi ve saygı ile. (Bir EĞİTİM-İŞ Üyesi olarak)
06 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

“DENGELİ BESLENELİM – SAĞLIKLI BÜYÜYELİM”

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ Ankara 1 numaralı Şube başkanı sayın Turgay Kaçan’ın girişimiyle gerçekleşen eğitim etkinliğimiz 5 Mart 2015 Perşembe günü gerçekleşti.
Bizi Batıkent metro durağından aracıyla alan Sayın Kaçan, Metod Koleji’nde öğrencilerle buluşturdu. Okul yönetiminin sıcak ilgisiyle karşılandık ve 4-8. sınıflara

“DENGELİ BESLENELİM – SAĞLIKLI BÜYÜYELİM” konulu sunumumuzu yaptık.

Öğrenciler, yaklaşık 40 dakikalık görsel sunumumuzu ilgi ve olgunluk ile izlediler ve sonrasında çok sayıda soru sordular.

Bu sunumu izlemek için lütfen aşağıdaki erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

DENGELI_BESLENELIM_SAGLIKLI_BUYUYELIM_Metot_Koleji

Sevgi ve saygıyla.
7.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

EĞİTİM-İŞ’ten POLİS DEVLETİ GÖRÜNTÜLERİ SERGİSİNE ÇAĞRI..


EĞİTİM-İŞ’ten POLİS DEVLETİ GÖRÜNTÜLERİ SERGİSİNE ÇAĞRI.. 

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ bir sergi açıyor..

20 Aralık 2014 günü Ankara’da yaşanan rezaletin görüntüleri..

Tüm dehşeti ve şiddetiyle POLİS DEVLETİ ZULMÜ!

Öğretmenlere ters kelepçeler, yerlerde sürüklemeler, darplar, gözaltılar..

Kış ortasında basınçlı soğuk su ve yüzüne yüzüne doğrudan gaz sıkmalar…

Cop, kaba davranış ve sözler…
Tomalarla çevrilmiş yaklaşık iki bin kişilik emekçi öğretmen kitlesi..
Ortaya alıp olabildiğince ezmek.. Kolluk gücü bu mu? AKP adaleti bu mu??
Polisi bunca nefret ve kinle donatarak kendi ülkesinin öğretmenlerinin üzerine sürmek?
Niçin? Bunlar çok ağır suç topluma karşı.. AKP’nn vebali çoook ağırlaşıyor..

Kadınlı – erkekli..

İstek ne ? Tandoğan’dan Güven Park’a dek yürümek..
Niçin? Laik – demokratik – bilimsel eğitime sahip çıkmak..
AKP’nin hukuksuz, gerici, yobaz, akıl ve bilim dışı, toplumu irticanın kucağına itecek
ardı arkası kesilmeyen çağ dışı baskılarına yasalara uygun direnmek..

Meşru direnme hakkı yani..

Bu bir utanç sergisidir, AKP klasiğine karşı..

Cumhuriyetin laik ve demokrat Öğretmenlerinin kendilerine zulmeden Ankara polisine
ve onları bu hukuksuz eyleme zorlayan üstlerine ve de politik sorumlulara karşı
bir “orantısız zeka” eylemidir..

Uygarlık tarihinde yerini alacaktır.
Polisi yasa dışı biçimde despotça kullananlar tarihin utandıracak sayfalarına kaydedilmiştir..

ETKİNLİK DAVETİYE

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sendika üyesi arkadaşlarımıza, eğitim emekçisi dostlarımıza bir kez daha geçmiş olsun derken,
-başta EĞİTİM İŞ Genel Başkanımız sayın Veli Demir‘e- sergiye ilgi gösterilmesini dileriz..

EĞİTİM İŞ Genel Başkanı Sayın Veli Demir’in, yine polis şiddetiyle geçtiğimiz yıl birkaç kaburgası kırılmıştı! Olacak şey midir??

Bravo AKP, bravo Başbakan (?) Prof. Davutoğlu..
Bravo mülkiye mezunu İçişleri Bakanı Efgan Ala..
“Tek adam”a uyum mutlak ve tam..

*****

Tümüyle hukuk dışındasınız, artık apaçık despotiksiniz!..
Demokratik gösteri hakkını kullanan öğretmene orantısız şiddet uyguluyorsunuz..
Öyle gözünüz dönüyor ki; Can havliyle Orduevine sığınan savunmasız, darp edilmiş (dövülmüş!), ıslatılmış, gaza boğulmuş insanları bile oradan almak götürmek için
Orduevine zorla girmeye kalkıyorsunuz..

Pes doğrusu..
2 cihanda da yatacak yeriniz olmayacak..
Her şeyden kaçsanız da İlahi Adalete mutlaka hesap vereceksiniz..

Artık bu akıl – insaf – vicdan dışı zalim hallerinize bir son veriniz..
Kısır döngüye girdiniz.. Şiddet şiddeti doğuruyor ve siz gerçekte batıyorsunuz..

Biz yine de bu apaçık temel insanlık hakkı ihlalcilerinin (çiğneyicilerinin)
adalet önünde hesap vermelerini istiyoruz..

Bu sergi bir bakıma, Cumhuriyetin savcılarına ve uygar insanlık alemine suç duyurusudur..

****

Bu arada bu duyurunun hızla EĞİTİM İŞ web sitesine konmasını bekliyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
09.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
EĞİTİM – İŞ Ankara 1 no’lu Şube Üyesi
www.ahmetsaltik.net

AKP Alevi Haklarını ve AİHM Kararlarını Neden Görmezden Geliyor?

 

AKP,
Alevi Haklarını ve AİHM Kararlarını Neden Görmezden Geliyor?

 

Dostlar,

Yukarıdaki başlığı bu gün, 21.12.14 günü Ulusal Kanal‘da
20:00 – 22:00 arasında işledik.

Sayın Gazeteci – Yazar Necdet SARAÇ İstanbul’dan,
Av. Kazım Genç de Ankara’dan konuğumuz oldular.

36 yıl önce 19-25 Aralık 1978 günleri arasında neredeyse 1 hafta süren 1978 Maraş Alevi kırımının masum kurbanlarını (resmen 110 dolayında, fiilen beş yüzü aşkın!) anarak başladık. Sn. Saraç son birkaç yıldır Maraş’a giderek bu anmalara katılıyor. Bu yıl bilindiği gibi Valilik, “olaylar çıkmasın, provokasyon olmasın” (!) gerekçesi ile her tür anma girişimini yasakladı.. Gerçekten traji-komik bir durum.. 1 hafta boyunca hunhar – barbar – kanlı kırımı engelle(ye)meyen Devlet, 36 yıl sonra bile insanların yüreklerine sığdıramadıkları acılarını yaşamalarını engelliyor.. Valilik bu yasakçı hukuk dışı tutumunu derhal sonlandırmalı, örtük sıkıyönetimi kaldırarak anmalar için gerekli güvenlik ortamını sağlamalıdır. Uzun yıllar “travma sonrası stres bozukluğu” yaşayan Alevi toplumu, adalet duygusu da tatmin edilmediği için, neredeyse süregen (kronik) yas sendromu içine giriyor. Öğrenilmiş çaresizlikle içine kapanıyor ve toplumdan kendisini yalıtarak yalnızlaşıyor. Öbür toplum kesimleri ile kaynaşarak sosyalleşmesini tamamlayamıyor. Böylelikle halkı bir arada tutan kederde – tasada – kıvançta birlik – ortaklaşma gerçekleştirilemiyor.

Sosyal psikoloji açısından son derece sakıncalı hatta tehlikeli bir durum..

Unutulmasın, Kerbela faciası 1375 yıl önceydi ve 72 insan çölde aç – susuz bırakılarak kadın – çocuk – yaşlı demeden kırılmıştı. Katliam, İslam Peygamberinin soyu kurutularak Halifeliğin Abbasi’lerden Emevilere geçişini hedeflemişti Şam valisi Yezid. 1375 yıl sonra bile tüm dünyada on milyonlarca Alevi – Şii – Caferi, çok az da olsa bir bölüm Sünni insan toplu kırımın yasını tutmakta her yıl Muharrem ayında. 12 gün susuz ve çile içinde oruç tutarak yasını yaşamaktadır.

Bu tür kapsamlı kırımlar Türkiye’de ne yazık ki belli aralarla neredeyse dönemsel (periyodik) nitelik kazandı. Ulusal birliğin kurulup – pekiştirilmesini apaçık dinamitleyen kökü dışarıda senaryo ve tezgahlardır bunlar..

Son 40 yılda Maraş – Çorum – Sivas katliamları sahnelenmiş ve yüzlerce Alevi yurttaş öldürülmüş, onbinlercesi kapsamlı göçlere zorlanmış (tehcir!);  toplumsal yaşamın dışına itilmişlerdir.
Nüfusun demografik yapısı, etnisite politkaları ile değiştirilmektedir.

Aleviler, bir yandan da 1982’den bu yana Anayasaya konan zorunlu din dersleri ile assimile edilmeye başlanmışlardır. Toplu cinayetlerin eylemcileri ve azmettiricileri yakalanıp adalete teslim edilmemiş, Alevi yurttaşların adalet gereksinimi gözardı edilmiştir.
Bu politikalar halkı bütünleştirici – kaynaştırıcı değil tersine ayrıştırıcı ve hatta düşmanlaştırıcıdır. 1990’larda 31 Ocak 1990 günü, ADD kurucu genel başkanı Prof. Muammer Aksoy’un öldürülmesiyle başlanan  cinayetler 15 yıl kadar sürdürülmüştür.

Vurgulanması gereken bir husus da tekil ya da toplu öldürmelerin katillerinin ve iç – dış azmettiricilerinin bulunmaması ve yargıda hesap vermemeleridir. Böylelikle ortaya çok ürkünç (vahim) bir gerçek çıkmaktadır :

  • Devlet suça ortaktır! 

Ortada çooook sayıda toplu – tekil cinayet vardır ve aradan geçen onca zamana karşın “faili meçhul” (!) kalabilmiştir. Üstelik devletin onca gücü – olanağı varken.. Kimi katiller ödüllendirilerek milletvekili bile yapılmış, katil sanıklarının avukatları bakanlığa dek yükseltilebilmiştir!

*****

Bu durum (zulüm!) sürdürülemez..

Bir devletin en temel işlevi tartışmasız olarak yurttaşlarının can güvenliğini sağlamaktır.

Böyle olmak gerekirken tersine Devlet suça ortaksa;
orası sözün bittiği ve Devletin tüm meşruluğunu yitirdiği yerdir.

Ülkede barış ve adaletin sağlanması başarılamazsa kalkınma ve istikrar da hayal olur.. Türkiye’nin bu profile uyan görünümü büyük acı vericidir ve artık mutlaka düzeltilmesi zorunluğu vardır.
Bu bağlamda, sayıları 15-20 milyondan az olmayan (belki daha da çok!) olan Alevi – Bektaşi yurttaşlar, ülkenin asli kurucularından olarak son derece temel beklentiler içindedir ve istemlerinin daha fazla ötelenmesi olanağı kalmamıştır :

===============================================

1. Aleviler, inançları yüzünden hiçbir ayrıma uğramadan
eşit yurttaş” olmak istemektedir.

2. 1826’lardan bu yana süregelen mallarına el koymanın sonlanmasını ve bunların geri verilmesini istemektedirler.

3. Cemevlerinin kendi belirledikleri ibadet (tapınç) yeri olarak tanınmasını istemektedirler.

4. Zorunlu din dersleri, Sünni öğretinin ideolojik aracı ve assimilasyon yöntemine dönüşmüş olup mutlaka kaldırılmalıdır.

5. DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı) kaldırılmalı ya da Alevilerin de adil temsil olanağı sağlanmalıdır. DİB, muazzam bütçe payları ve devasa vakıf fonlarıyla 140 bin çalışanı ile (yeterince denetlenebiliyor mu??), DİB Başkanı’nın Devlet protokolünde
50. sıralardan 10. sıraya uçurularak yükseltilmesi sonucu (Şeyhülislam!?) Başkanlık bir fetva makamı kılınmış ve laik devlet yapısına tümden aykırı düşmüştür. Merhum Prof. İlhan Arsel‘in
söylemiyle hurafe üretmeye devam etmektedir! Prof. Arsel,
dine eleştirileri yüzünden ölüm tehditleri almış ve yaşamının uzunca yıllarını yurt dışında (ABD) geçirmek zorunda
bırakılmıştır! İmam Gazali‘den bu yana 600 yıldır İçtihat kapısı kapatılarak İslami kaynaklar yenileşmeye kapatılmış, adeta dondurulmuştur.

6. Türkiye, Anayasasının  da öngördüğü bağlamda mutlaka laik bir devlet olmalı (başta md. 2, 24 ve 174) ve giderek sekülerleşerek çağdaşlaşmalıdır.

Alevilik ve ülkemizdeki sorunları konusunda uzmanlığı tartışmasız, basılı kitapları yayımlanmış olan Sn. Hüsnü Merdanoğlu,
program sırasında bize ulaşmaya çabalamışlar,
ancak stüdyoda internet erişimi sağlanamadığından katkılarını alamamıştık. Program bitiminde gördüğümüz uyarılarına göre listeye 7. bir madde eklenmelidir:

7. Alevilerin isteklerine yönelik sayın Saraç’ın belirtikleri yanında, Alevilerin günümüzde bile yanlış tanınmalarına neden olan Osmanlı dönemi fetvalarının, Osmanlı-Safevi sürtüşmesi sürecinde birer psikolojik savaş kalıntıları olduğunun, bu fetvaların içeriğinin doğru olmadığının da siz aydınlarca ve ülkemizin birliği ve bütünlüğü yanında olanlarca sürekli dile getirilmesi gerekmektedir.

Sn. Merdanoğlu’nun uyarı ve katkısı son derece yerindedir. Özellikle Osmanlı Şeyhülislamı Ebussuut‘un fetvalarının hiçbir temeli olmayan, bir din adamına (!?) asla yakışmayan söylemleri ayrımcı, kışkırtıcı, düşmanlaştırıcı ve tümüyle uydurmadır. “Şeyhülislam” sanını almış, İslam Dininin şeyhi,
onu yorumlamaya – aktarmaya en yetkili kılınmış birinin (gerçekte İslamda ruhban sınıfı yoktur ve herkes dinini Kuran’ı okuyarak yorumlar; Peygamber bile salt elçidir, tebliğden öte yetkisi yoktur!..) böylesine nifakçı tanımları – fetvaları bir insanlık suçudur ve günümüz Diyanet İşleri Başkanlığınca yalanlanarak son derece olumsuz etkisi kırılmalıdır.

     Dinin kamusal alan dışına çıkarılması zorunludur.

Batı uygarlığı, ancak Hıristiyanlıkta reformla Kiliseyi
salt bireysel
inanç alanına iterek günümüz uygarlık düzeyine erişmiştir.

Benzer reform, İslam dininde de yapılmak zorundadır.

================================================

Çağımız İNSAN HAKLARI ÇAĞI’dır!

Bu bağlamda yeterince yerleşik hukuk metni vardır ve bu metinler uluslararası bakımından geçerli ve yürürlüktedirler, ulusalüstüdürler.

BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (İHEB) 1948’den yana
en başta gelenidir.

Avrupa Konseyi’nin belirlediği İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) 2. sırada önemli belgedir. İHAM (İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi) bu Sözleşmenin yaptırımı olan
yargı organıdır.

BM Çocuk Hakları Sözleşmesi 3. sırada sayılabilir.

Türkiye, bu uluslararası insan hakları sisteminin üyesidir, içindedir. Fakat uygulama bu yönde değildir. Üstelik 1982 Anayasasının 90. maddesinin son fıkrasında Mayıs 2007’de yapılan devrim niteliğinde değişime karşın!

Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma

MADDE 90./son fıkra :

  • “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek: 7.5.2004-5170/7 md.)
  • Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.

İnsan hakları sistemine taraf olan Türkiye, aykırı kamusal uygulamaları ile AİHM’nde en çok mahkum edilen birkaç ülke içindedir. AKP hükümetleri ile 2002 Kasım’ından bu yana bu karne  – sicil daha da olumsuzlaşmıştır. AKP, Anayasa Mahkemesi kararı ile Laikliğe aykırı işlem ve uygulamaların odağı durumuna gelmiştir fakat ne yazık ki hala iktidardadır! Ülkeyi dincileştirme azim ve kararındadır. Birkaç hafta önce yapılan 19. Milli Eğitim Kurultayı (Şurası) kararları ve 12. CB Bay RTE’nin orada yaptığı konuşma tam anlamıyla dehşet vericidir. AKP, örtük -fakat artık açık- 2023 gündemi ile Türkiye’yi bölünmüş bir dinci faşist Anadolu Federe İslam Devletine dönüştürme azim ve kararlılığındadır.

Alevi hakları ülkenin en önemli sorunlarındandır
ve laik düzenin korunması salt Alevilerin sorunu değildir.
Sorun hukuksal olmaktan çıkmış ideolojik düzleme taşınmıştır. Ülkedeki tüm yurttaşların Türkiye’yi demokratik bir ülke kılmak ve Cumhuriyetin temel niteliklerini korumak yükümü ve sorumluluğu vardır. Anayasanın 2. maddesinde tanımlı Cumhuriyetin 6 temel niteliği, 4. maddede değiştirilmesinin önerilmesi bile olanaksız kılınarak kurucu irade tarafından pekiştirilmiştir ve mutlaka uyulması gerekmektedir. AKP hükümetlerinin bu meşruiyet dışı tehlikeli gidişi terk etmeleri gerekmektedir.

Uluslararası toplum; insan haklarının çiğnenmesinin ülkemizde ağır ve sürgit nitelik kazanmasından kaynaklanan süreçte, uluslararası hukuka bütünüyle uygun olarak, etkili BM yaptırımları uygulama (ekonomik – ticari – politik – diplomatik – mali -askeri..), Avrupa Konseyi’nden atılma … gibi araçlara – etkili yaptırım olanaklarına sahiptir.

Alevilere dönük her türlü ötekileştirme – ayrımcılık (diskriminasyon)
insanlığa karşı suçlardır ve gecikmeden son verilmelidir.

Türkiye, büyük ATATÜRK‘ün “Yurtta barış Dünyada barış” ilkesinin gereklerini yerine getirmelidir. 10. Yıl Söylevi‘nde yer alan “imtiyazsız – sınıfsız kaynaşmış bir kitle olmak” hedef alınmalıdır.

*****

Ulusal Kanal‘daki açık oturumumuzdan çıkarımlarımız yukarıda kapsamlı olarak özetlenmiştir.

Tüm insanları, Hünkâr Pir Hacıbektaş‘ın evrensel öğretisi
“eline – beline – diline sahip çıkmaya” çağırıyoruz..

Her ne arar isen insanda ara
Kudüs’te, Mekke’de, hacda değildir..
Hararet nardadır sacda değil
Keramet baştadır taçta değil 

Sevgi, muhabbet kaynar yanan ocağımızda,
Bülbüller şevke gelir, gül açar bağrımızda,
Hırslar, kinler yok olur, aşkla meydanımızda,
Aslanla, ceylanlar dosttur kucağımız..

Hacı Bektaşı Veli

Sevgi ve saygıyla
22.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Not : Laik – bilimsel – parasız – karma eğitime ve eğitim emekçilerinin haklarına sahip çıkma bağlamında 20.12.14 günü Ankara Tandoğan meydanından basın açıklaması yaptıktan sonra Güven Park’a dek yürümek isteyen, bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ üyesi öğretmenlere polisin uyguladığı hukuk dışı orantısız şiddeti insan hakların aykırı ve kabul edilemez buluyor esefle kınıyoruz! İlgililerin cezalandırılmasını istiyoruz.
Benzer şiddet eylemlerine AKP iktidarının kesinkes son vermesini istiyoruz.

* Program kaydı elimize geçtiğinde YouTube‘a yükleyeceğiz..
* Bu yazının pdf formatı için lütfen tıklayınız:

AKP_Alevi_Haklarini_ve_AIHM_Kararlarini_Neden_Gormezden_Geliyor_ULUSAL_KANAL

EĞİTİM – İŞ İlkokulda Türban Yönetmeliğini Danıştay’a Taşıdı


EĞİTİM – İŞ İlkokulda Türban Yönetmeliğini Danıştay’a Taşıdı

logo

 

 

 

 

 

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Eğitim-İş, türbanı ortaöğretimde serbest bırakan,
“Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik” in yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle Danıştay’da dava açtı.

Başvuru dilekçesinin Danıştay 8. Dairesi’ne verilmesinin ardından, Eğitim-İş Genel Başkanı Veli Demir, Danıştay önünde basın açıklaması yaptı. Basın açıklaması şöyle:

Bakanlar Kurulu’nun 2014/6813 karar sayısı ile 27 Eylül 2014 gün ve 29132 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, “Milli Eğitim Bakanlığı’na Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılması Hakkındaki Yönetmeliğin 1. maddesine göre;

“…26/11/2012 tarihli ve 2012/3959 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan Millî Eğitim Bakanlığına Bağlı Okul Öğrencilerinin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmeliğin 3 üncü maddesinin altıncı fıkrası yürürlükten kaldırılmış ve
4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (d) ve (e) bentleri aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.  d) Okullarda yüzü açık bulunur; siyasî sembol içeren simge, şekil ve yazıların yer aldığı fular, bere, şapka, çanta ve benzeri materyalleri kullanamaz; saç boyama, vücuda dövme ve makyaj yapamaz, pirsing takamaz, bıyık ve sakal bırakamaz, e) Okul öncesi eğitim kurumlarında ve ilkokullarda okul içinde
baş açık bulunur…”
denilerek değiştirilmiştir.

Yani dava konusu yönetmelik değişikliği ile; “Okul öncesi eğitim kurumlarında ve ilkokullarda okul içinde başın açık bulunacağı” belirtilerek, ortaokul ve ortaöğretim kurumlarının tamamında kız öğrencilerin 9 yaşından başlayarak başlarını örterek derslere girmelerinin önü açılmıştır. Davalı Milli Eğitim Bakanlığı, bu yönetmelik değişikliği ile ortaokul ve ortaöğretim kurumlarında kız öğrencilerin derslere başlarını örterek türban ile girebilmesini amaçlamıştır. Aynı düzenleme ile yasakları genişleterek, öğrencilerin saçlarını boyamalarını, vücutlarının herhangi bir bölümüne dövme ve makyaj yapmalarını, pirsing takmalarını da yasaklamıştır.

Dava konusu düzenleme ile insan hakları, çocuk hakları ve kadın hakları
ihlal edilmektedir. Bu yönetmelik değişikliği ile

– Anayasa
– 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu,
Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi
– Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi,
– Kadın Haklarına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Kaldırılması Sözleşmesi,
– Anayasa Mahkemesi kararları ve
– Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ihlal edilmiştir.

Dava konusu yönetmelik değişikliği, yalnızca bir mezhebin inançlarına yöneliktir ve
laik devlet ilkesine aykırıdır. Laik devlet sisteminde bir dine, bir mezhebe ya da
bir inanış biçimine ayrıcalık tanınamaz. Devlet, tüm inançlara aynı uzaklıkta olmalıdır. Dava konusu yönetmelik değişikliği ile laik bir ülkede yalnızca tek bir dinin, bir mezhebinin inançlarına yönelik ayrıcalık yapılmıştır. Böylesi bir düzenleme toplumda ayrışmalara neden olacak niteliktedir. Dava konusu düzenleme ile ülke genelindeki eğitim öğretim birliği ve bütünlüğü bozulmuş, laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı hareket edilmiştir. Uygulamanın aynı şekilde devam etmesi halinde, ülkemizdeki okullarda siyasal kutuplaşmalar başlayacak ve laik devlet düzeni yok edilmeye çalışılacaktır.
Milli Eğitim Bakanlığı başörtüsünü istismar etmiş (kötüye kullanmış) ve okullarda
siyasal simge olarak kullanılmasına neden olmuştur. Bu şekilde, okullarda başörtüsü kullanımı ile siyasal kümeleşmelerin önü açılmıştır.

Anayasanın 41. maddesine göre, 18 yaşın altındaki insanların dinsel duygularına,
inanç biçimlerine karşı yapılacak her türlü istismara karşı Devlet koruyucu önlemler almakla görevlidir. Dava konusu yönetmelik değişikliği ile 9 yaşından büyük çocukların inançları, yaşam biçimleri ve giyim kuşam özgürlükleri istismar edilmiştir.

Atatürk İlke ve Devrimlerine açıkça aykırı Yönetmelik değişikliği yapılmıştır.

Kız öğrencilere; örtünmeleri için baskı yapılmaması, dinsel duyguların hiçbir yerde sömürü malzemesi yapılmaması ancak laik eğitim sistemi ile sağlanabilir.

  • Tevhid-i Tedrisat Kanunu laik eğitimi benimsemektedir.
    Bu yasa Türkiye Cumhuriyetinin temel taşlarından biridir.

Ülkemizin imzaladığı ve 27 Ocak 1995’te Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Çocuk Hakları Sözleşmesi, Anayasa’nın 90. maddesi gereğince yasa gücündedir. Ancak dava konusu bu düzenleme ile çocuklar arasında belirli bir mezhebin anlayışı ön plana çıkarılmış, çocuklar arasında ayırımcılık yapılmış, çocuğun özgürlüğü elinden alınıp, başörtüsü takıp takmaması velisinin isteğine bırakılmış, çocuğun yüksek yararı gözetilmemiş, çocuğun düşünce, vicdan ve din özgürlükleri hakkına saygı gösterilmemiştir. Bu şekilde dava konusu yönetmelik değişikliği, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesine açıkça aykırıdır.

222 sayılı İlköğretim Temel Kanunun 3. maddesinde; “Mecburi ilköğretim çağı 6-13 yaş grubundaki çocukları kapsar. Bu çağ çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlar, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda biter.” denilmektedir. Yani bireyin 6-13 yaş arası çocukluk dönemi, 13-18 yaş arası ergenlik dönemidir.
Bütün bu durumlar karşısında, dava konusu yönetmelik değişikliği ile kız çocuklarının
9 yaşından başlayarak ilköğretim ve ortaöğretim kurumlarında türban takması serbest hale gelmektedir. Bazı çocuklarımız, velilerinin baskısı ile türban takmak zorunda kalacaklardır. Çocuk ve ergenlerin ruhsal gelişimini inceleyen bilimsel araştırmalar göstermiştir ki; beşinci sınıfa başlayan çocukların (9 yaş) henüz soyut düşünme becerileri gelişmemiştir. 9-18 yaş arası çocuk ve ergenler kimlik ve kişilik oluşumu açısından kendi kendilerine karar verme yetisine henüz sahip değildirler. Bu nedenle soyut bir konu olan dinin ve dinel kavramların 9-18 yaş arasındaki çocuklar ve ergenler tarafından özümsenmesi ve kendi yaşamlarıyla ilgili kararları vermeleri beklenmemelidir. Soyut düşüncenin gelişimi genel olarak 11 yaşından sonra başlamakla birlikte, bu süreç her çocukta 11 yaşında başlamayabilir. Birey 18 yaşına kadar çocuktur. Böyle bir durum, çocukların ruh dünyalarında ilerde telafi edilemeyecek psikolojik travmalara neden olacak, okullarda, sınıflarda ve toplumda ayrımcılığa yol açacak, çocuklar ve toplum kamplara ayrılacaktır.

Dava konusu yönetmelik değişikliği ile konulan katı kurallar nedeniyle çocukların kimlik ve kişilik gelişimi sağlanamayacaktır. 9 yaşından başlayarak türban takan çocuk,
o yaşta çocukluğunu unutarak, kendisini yetişkin ve olgun hissetmeye başlayacaktır. Erken yaşta cinsel kimliği ile ön plana çıkacaktır. Cinsiyet farkının yeni yeni fark edildiği bir dönemde, türban takan kız çocukları daha belirgin hale gelecektir. Toplum da, çocuğu yetişkin birey olarak görecektir. Bu durum ise çocukta psikolojik travma yaratıp, gelişim bozukluğuna yol açacaktır. Her şeyden önce çocuk, türban takmasını isteyen kendi anne-babasının, aile büyüklerinin ve okuldaki erişkinlerin baskısı altında kalacaktır. Çocuğun özgür iradesiymiş gibi gösterilen yönetmelik değişikliği, aslında ailenin ve öbür erişkinlerin iradesi olacaktır. İlköğretim ve ortaöğretim çağındaki çocuk, baş örtmenin soyut dinsel gerekçelerini henüz tam olarak kavrayamayacağından,
ailesi ve/veya okulundaki erişkinlerin etkisi altında kalarak baş örtme gerekçelerini benimsemek zorunda kalacaktır. Gerekçelerini kavramadan uygulayacağı bir karar ise, çocuğun ilerleyen yıllarda kimlik gelişimini olumsuz yönde etkileyecektir.  Sınıf içinde birkaç çocuk türban takınca,  diğer çocuklarda baskı olacaktır. Çoğunluk türban takmaz ise, bu defa da türban takan çocuklara baskı olacaktır. Mahalle baskısı benzeri bir durum ortaya çıkacaktır. Yani sınıf ortamında başı açık ya da kapalı olanların sayılarına bağlı olarak azınlıkta kalanlar, çoğunluk tarafından dışlanacak ve duygusal anlamda incineceklerdir.

Eğitimin dinsel kurallara göre biçimlendirilmesi okullardan başlayarak toplumda giderek derinleşen ayrışmalara neden olacaktır. Bu şekilde milli eğitim ve toplum, kargaşaya ve karmaşaya (kaosa) sürüklenecektir.

  • Eğitim-İş olarak, eğitimde ayrımcılığın, eşitsizliğin, ötekileştirmenin karşısında olmaya, eğitim sisteminin dinselleştirilmesine ve tek tipleştirmeye karşı
    mücadele etmeye devam edeceğiz.
    (http://www.egitimis.org.tr/haber-arsiv/trban-ynetmelnn-ptal-n-danitay-a-bavurduk#.VDG-8vl_uCk)

Söz konusu dilekçenin metni için (10 sayfa) lütfen erişkeyi (linki) tıklayınız..

TURBAN_YONETMELIGI_DANISTAY’A_IPTAL_DAVA_DILEKCESİ

Yargıçlar Sendikası Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu da Türban düzenlemesini Danıştay’a taşıdı.

Bu güçlü ve ustaca yazılmış dilekçeyi de web sitemizde yayımladık.
Mutlaka bakılmasını öneririz, önemli tezleri var..

http://ahmetsaltik.net/2014/10/06/yargiclar-sendikasi-baskani-omer-faruk-eminagaoglu-turban-duzenlemesini-danistaya-tasidi/

Sevgi ve saygıyla.
06.10.2014, Manavgat

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Türban İlkokul 5. Sınıfta Başlayabilecek; YAŞASIN AKP!


Türban İlkokul 5. Sınıfta Başlayabilecek; YAŞASIN AKP!

Dostlar,

Değerli meslektaşımız Dr. Taner Özek aşağıdaki çizimini paylaşmış
bize yolladığı tweet iletisi ile..

Embedded image permalink

AKP giderek, sistemli biçimde Türk seküler sistemini daraltıyor ve
dinci bir rejime ülkeyi sürüklüyor..

Önceki gün Bakanlar Kurulu’nda yapılan Yönetmelik Değişikliği ile
Türban ilköğretim ilk 4 sınıfı sonrasında olanaklı olacak!..

Giderek mahalle baskısı ile egemen olacak belki de..

Hesap bu.. Ancak düzenleme henüz Resmi Gazete’de yayımlanmadı!
Cumhurbaşkanı’na yollanmış..

Bunlar Anayasa’yı da bilmiyor.. Yürürlükteki 1982 Anayasası’nın 124. maddesi Yönetmeliklerin yapımı ile ilgili. Madde aynen aşağıda..

Anayasası md. 124     : “Başbakanlık, bakanlıklar ve kamu tüzel kişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler. Hangi yönetmeliklerin Resmi Gazetede yayımlanacağı kanunda belirtilir.”

Madde metninde, Yönetmeliklerin Cumhurbaşkanına sunulacağı düzenlemesi yok..
Yetkili kamu kurumu yönetmeliği yazar – değiştirir ve RG’ye yollar, orada çıkar.
Örn. Ankara Üniv. Rektörlüğü, 2547 sayılı yasa kapsamında kendisine tanınan alanlarda yönetmelik düzenlemelerini yapar, organlarından geçirir ve rektör imzasıyla yollar, RG’de yayımlanarak yürürlük alır.. TAEK de öyle yapar, Sağlık Bakanı da..

Anaysa, 115. maddesinde Tüzükler için şu içeriğe sahip :

  • “Tüzükler, Cumhurbaşkanınca imzalanır ve kanunlar gibi yayımlanır.”

Yönetmelik için bu onay gerekmiyor. Belki de AKP, kamuoyunun tepkisini bu arada ölçüyor.. Nitekim MEB Bay Nabi Avcı açıklık getirerek ilk 4 yıl sonrası türbanın olanaklı olacağını söyledi.. Eh o da şimdilik her halde..

AKP bu arada önemli bir gündem manevrası da yapmış oluyor..

Türkiye’nin başını 1 metrelik bezle bohçalamadan durmayacaklar galiba..
Kuran’daki “hımar”, “masa örtüsü” anlamına da geliyor (Prof. Şahin Filiz);
çok bozulacaklar korkarız ama gerçeği yazmak borcumuz..

Kuran’da türban yok!

Türban sömürüsü AKP siyasetinin dininde / AKP’nin dinci siyasetinde var!
(Bakınız web sitemiz;
Konuk yazar : Türban Kur’an’da Yok ! / “Turban” is Not Existing in The Kur’an,
http://ahmetsaltik.net/arsiv/2012/05/Turban_Kuranda_yok_25.5.124.pdf, 27.5.12)

Halkımız – İNSANLIK, elbet bu gerçekleri önünde sonunda fark edecek ve
bu acımasız dinci sömürüye son verecek..
İğrenç Din tacirlerini de hesabını sorarak tarihin çöplüğüne atacak..

Bu arada Eğitim İş, Eğitim Sen, ADD, TBB, CHP gibi kurumların sorunu Danıştay’a taşıyarak kesinlikle Anayasaya ve yasalara aykırı bu son yönetmelik değişikliği
dinci saldırısının iptalini sağlayacaklarını düşünüyoruz..

Sonra belki de AKP bu kez yasa değişikliği ile deneyecek..
Yasa iptali ancak Anayasa mahkemesinde ve başvurabilecekler çoook sınırlı..
(Anayasa md. 150 : “…iptal davası açabilme hakkı, Cumhurbaşkanına, iktidar ve anamuhalefet partisi Meclis grupları ile Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının
en az beşte biri tutarındaki üyelere aittir.”)
AKP klasiği bu, ne yazık ki hukuk ve TBMM bir araç işlevine indirgendi.

Ama bu kez bir yanda güncel AİHM kararı var, bir yandan da AY md. 148’de tanınan BİREYSEL BAŞVURU hakkı..

Ve son bir not; AYM üyelerini ağırlıkla RTE atayacak boşaldıkça..
17 üyenin 14’ü Cumhurbaşkanı, 3’ü TBMM’nce seçiliyor / seçilerek atanıyor..
(AY md. 146)

Türban İlkokul 5. Sınıfta Başlayabilecek; YAŞASIN AKP!

Sevgi ve saygı ile.
24 Eylül 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

SOMA Maden Kazası Nedeniyle Ortak Basın Açıklaması

SOMA_.siyah_kurdela_13.5.14SOMA Maden Kazası Nedeniyle Ortak Basın Açıklaması

KAMUYOUNA

Dün, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin
en büyük felaketlerinden birini yaşadık ve ne yazık ki, 200’den çok işçimizi Soma’da yaşanan maden kazasında yitirdik, onlarca da
yaralımız var. Tüm Ulusumuza ve emekçilerimizin yakınlarına başsağlığı diliyor,
acılarını paylaşıyoruz.

Bilmeliyiz ki, Türkiye`de meydana gelen iş kazalarının tamamı önlenebilir niteliktedir ve bu nedenle yaşananlar aslında “iş kazası” değil “iş cinayeti” dir.

Maden kazalarındaki ölümlerde Avrupa birincisi olmamız ve daha önceki
maden kazaları incelendiğinde görülmüştür ki, bu tür kazalardaki ölüm nedenleri; sektörün piyasaya terk edilmesi, denetimsizlik, kaçak madencilik,
taşeronlaştırma ve üretim zorlamalarıdır.

Bu nedenle Hükümet ölümlerden 1. derecede sorumludur.

Ayrıca, Soma’daki iş kazalarının incelenmesi için ana muhalefet partisince
23 Ekim 2013′te TBMM’ye verilen araştırma önergesi aylarca bekletildikten sonra
29 Nisan 2014′te gündeme alınmış, ancak siyasal iktidarın oylarıyla reddedilmiştir.

Reddedilmesi doğaldır;
çünkü 12 yıldır emek düşmanı bir anlayış bu ülkede iktidardır.

Doğaldır, çünkü ülkemiz yalnızca bu iktidar döneminde işçiler için “güzel öldüler” diyen bir Çalışma Bakanı görmüştür.

Siyasal iktidari uyarıyoruz                 :

Çağdışı anlayışlar terk edilerek, akıl ve bilimin rehberliğinde, sektörde gerekli önlemler alınmalı, sermayenin değil, emekçilerimizin sağlıklı ve güvenli yaşam haklarını
birinci öncelik olarak gören bir anlayışla yasal değişiklikler yapılmalıdır.

Bu tip sektörlerde özelleştirme ve taşeronlaştırma uygulamaları son bulmalıdır.

Denetim mekanizmaları artırılmalı, müfettişler üzerinde varsa siyasal baskılar kaldırılmalıdır.

  • Başta Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik ile
    Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız olmak üzere
    tüm sorumlular bir an önce 

istifa etmelidir!

Tekrar tüm ulusumuza başsağlığı diliyoruz.

Atatürkçü Düşünce Derneği
Birleşik Kamu İş Konfederasyonu
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği
Eğitim -İş
Müzik Eğitimcileri Derneği
Ulusal Eğitim Derneği
Türkiye Emekli Subaylar Derneği