Etiket arşivi: Ege CANSEN

Tek yol ihracat!

Tek yol ihracat!

Ege CANSEN
SÖZCÜ, 07.12.17

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

1. Dünya Harbi bitince “Dünya İktisadi Kalkınma” yarışı başladı. Bu yarışta ülkelerin birinci hedefi ihracatı artırmak oldu. Çünkü iktisadi kalkınmanın motoru ihracattır. İhracat arttıkça, ithalat da artacaktır. Ama az da olsa dış ticaret fazlası verildiği sürece ithalat artışının hiçbir sakıncası yoktur. Tam tersine faydası vardır. Hatta bu, dış ticari ilişkilerin sağlıklı bir şekilde işlediğini göstermesi bakımından arzulanan bir olgudur. Konu ihracattan açılınca hocam Fuat Çobanoğlu’nun anlattığı bir fıkra geldi. İngiltere’de “kalkınma için ihracat” seferberliğinin başladığı o günlerde, adam doğum sancıları çeken eşini hastaneye götürür. Karısını doğumhaneye alırlar ve adama bekleme odasında oturmasını söylerler. İki saat sonra bekleme odasına giren hemşire “Müjde ikiz çocuğunuz oldu, eşinizi görmek üzere odasına gidebilirsiniz” der. Adam sevinç içinde eşinin odasına gider. Eşi yanında tek bir bebekle yatmaktadır. Adam hemşireye dönerek “Bana ikiz çocuğum olduğunu söylediniz, ama karımın yanında bir bebek var” der. Hemşire “Diğer bebeği ihracat için ayırdık”diye cevap verir.

DÖVİZ FİYATLARI NİÇİN YÜKSELİYOR ?

Bu sorunun cevabı çok açıktır. Talebi, arzından çok olan malın fiyatı yükselir. Bu konuda hiç kimsenin tersini söylediği yok zaten. Ancak bu noktadan sonra döviz arzının nasıl artırılacağı konusunda yollar ayrılıyor. Benim gibi düşünen az sayıda iktisat yorumcusu “Tek yol ihracattır” diyor. Ezici çoğunluğu oluşturan karşı tez sahipleri ise “Artır faizi, gelsin döviz” diyor. Bu sonuca şu sakat mantık zinciriyle varıyorlar:
1. Hızlı kalkınmak istiyoruz.
2. Hızlı kalkınmak için çok yatırım yapmak gerekir.
3. Çok yatırım için çok tasarruf lazımdır.
4. Maalesef ulusal tasarruf oranımız düşüktür.
5. Yani tasarruf açığımız vardır.
6. Bu yüzden cari açık veriyoruz.
7. Cari açığı finanse etmek için dışarıdan döviz borcu almaya, bunun için de yüksek faiz ödemeye mecburuz.

DIŞ BORÇLA SADECE YATIRIM YAPILMAZ TÜKETİM DE YAPILIR

“Dış borcu sadece yatırım için alıyoruz” demek kadar sahtekârca bir ifade olamaz. Sanki Türkiye, hiç tüketim malı veya tüketim malı üretiminde kullanılan ham madde veya ara mal ithal etmiyor gibi konuşuluyor. Yatırım malları ithalatı, toplam ithalatın yüzde 15’i dolayındadır. Pek tabii, ithal ham maddelerin veya ara malların bir kısmı da yatırım malları üretiminde kullanılıyor. Esasen alınan dış borcun ne kadarı yatırıma tahsis ediliyor diye bir hesap yapılamaz. Çünkü “dışarıdan gelen dövizin” hangi malın ithalatında kullanıldığı belli değildir. TL’yi veren doları alır.

İHRACAT YÜZÜNDEN CARİ AÇIK ARTMAZ

İkinci büyük zırvalama, ihracat arttıkça, ithalat da artıyor; dolayısıyla ticaret açığı (neticede cari açık) kapanmıyor diye konuşmaktır. 100 dolara ihraç edilen bir malın içinde 99 dolarlık dolaylı-dolaysız ithal girdi olsa bile, cari açık yine de 1 dolar kapanır. Bu 1 doların TL karşılığı ne kadar büyük, yani döviz fiyatı ne kadar yüksek olursa, ihracat o kadar teşvik edilmiş olur. İhracat ne kadar teşvik edilirse yani döviz fiyatı ne kadar yüksek olursa “net katma değer ihracatı” o kadar artar.

Son söz: Döviz ucuzsa, ithal ürün, yerli ürünü piyasadan kovar.
==================================

Dostlar,

İyi de Sayın Cansen…

Dışsatımın (ihracatın) bileşimi neler olacak??
Temel tarım ürünlerini bile dışalıma mahkum olduk.. Geçen yıl Rusya’dan 3,5 milyon ton buğday satın aldık. Toplam iç üretimimiz 20 milyon ton / yıl dolayında donmuş gibi.. Ama nüfus hızla artmayı sürdürüyor.. İktidar da türlü türlü teşvik ediyor akıldışı politikalarla. Tarımsal ve hayvansal üretim nüfusa yetmiyor. Bu temel girdilerin dışalımını finanse edebilecek ne satabiliriz dışarıya? Bir yandan da tarım alanları ha bire yapılaşmaya kurban ediliyor. Gübre ve mazot fiyatları çok yüksek.. HI-TECH denilen yüksek teknoloji mallarının dışsatımda payı %3 dolayında. AB ile Gümrük Birliği Anlaşması 1.1.1996’dan bu yana bir “kanama/kanatma” aracı. Ulusal tasarrufları 10 bin Dolar / kişi / yıl ortalama ve son derece bozuk gelir dağılımı ile nasıl artıracağız??

İktisatçıların klişe çözümler dışında yaratıcı yeni yaklaşımlar üretmesi gerek. Bu isteğimiz onlardan tansık (mucize) yaratma beklentisi olarak tanımlanmasın..

1. Çare ilk olarak ÖZELLEŞTİRMEYİ DURDURMAKTIR..
2. İkincisi kamunun israflarını ve her türlü yolsuzluğu bitirmektir.
3. Üçüncüsü kitllelerin seferberliğini (mobilizasyonunu) sağlayabilmektir.
4. Dördüncüsü gelir dağılımını iyileştirecek politikalardır.
5. Beşincisi yaşamın tüm alanlarında en üst düzeyde tasarruflu yaşam biçimine geçmektir.
6. Altıncısı HER AİLEYE 1 ÇOCUK ilkesini yaşama geçirmektir.
7. Yedincisi yenilenebilir enerji kaynakların yönelmektir.
8. Sekizincisi sağlık sektöründe KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNE KESİN ÖNCELİK vererek 80 milyar Dolara varan harcamaları kısmaktır.
9. Dokuzuncusu Eğitim sistemini laik – bilimsel -karma – sorgulayıcı – kamucu – yaratıcı kılmak ve 21. yy. ın acımasız rekabet koşullarına uygun kuşaklar yetiştirmektir.
10. Onuncusu YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ siyasetiyle güvenlik giderlerini düşürmektir.
………………….
…………………….
Daha çok uzatmayalım.. Ama bir seferberliğe kesin olarak gereksinimliyiz..
Hem de hiiiç gecikmeden…
Bu AKP ile olur mu?
Batak tablodan sorumlu kadrolardan tersini beklemek ne denli akılcı ve olanaklı ise, AKP’nin yıkımı düzeltmesini – geri çevirmesini beklemek aynı derece usssaldır (akla uygun, rasyonel..).

Bir çare bulacağız, çare bulunacak elbet. Türkiye’nin bu politikalarla daha fazla gidemez.
Devlet öncülüğünde karma ekonomi – Halkçı politikalar.. 1923-38 döneminde Mustafa Kemal Paşa’nın uyguladığı ve uluslararası yazına (literatüre) MUSTAFA KEMAL’in EKONOMİ MUCİZESİ olarak geçen politikalar yani… Dileriz AKP = RTE bu gerçeği gecikmeden fark eder?!

Sevgi ve saygı ile. 09 Aralık 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Ekonominin Con Ahmet’leri

Ekonominin Con Ahmet’leri

Ege CANSEN
SÖZCÜ, 26 Ekim 2017

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Evren, cansız şeylerden (non living things) oluşur. Zaten canlılar (living things) da cansız maddelerden meydana gelir. Canlılar ölünce her şey cansız olur. Canlılık fani, cansızlık bakidir. Cansız maddelerin hal ve hareketlerini inceleyen bilim dalına Fizik denir. Burada kullanılan fizik sözcüğü Kimyayı da kapsar.

Fizik kanunları zaman ve mekân boyunda evrenseldir, Müslümanlar da Fizik kanunlarına tabidir. Bilim insanları, gözlem ve deney yoluyla Fizik yasalarını idrak etmiş ve bunları sözel ve sayısal dille (matematikle) ifade etmiştir. Bu idrak süreci halen sürmektedir. Bir Amerikalı profesörün “Nerede ısı varsa, orada hareket; nerede hareket varsa orada ısı vardır” (Where there is heat, there is movement; where there is movement, there is heat) diye tanımladığı termodinamik, iktisadın da temelidir. Termodinamiğin iktisattaki karşılığı “Nerede hareket, orada bereket; nerede bereket, orada hareket vardır” kuralıdır. İktisatta bereket, para demektir, Fizikteki karşılığı ısı enerjisidir.

AKP’NİN İKTİSAT POLİTİKASI

AKP, termodinamiğin bu kuralını biliyordu. Karşısında iki yol vardı. Ya Japonya, Kore veya Çin gibi “hareketi” iç kaynaklarla yaratacak bundan “bereket” (para) çıkaracaktı, ya da dışarıdan “bereket/sıcak para” getirip içeride hareket yaratacaktı. İkincisini tercih etti. Birincisini yapmak zordu. Çünkü “kaynak yaratmak için” içeride ne petrol gibi doğal kaynaklar vardı, ne de sömürülecek emekçi yığınlar. İktisat ödünleşme demekti. Yatırımı artırsa, tüketimi kısmak gerekecekti. İkisini de artırmak istiyordu.
Bu sebeple Türkiye’yi “açık sistem” haline getirdi. İçeriden daha fazla “harç” (vergi) almak yerine, dışarıdan “borç” aldı. Nasıl olsa seçmen, üzümü yiyecek, bağını da sormayacaktı. Oylar da düşmeyecekti. AKP, bu amaçla: Kamu yatırımlarını yabancılara sattı ve satmakta.
Özel sektörün, bankalarını, fabrikalarını ve her tür işe yarar firmasını yabancılara satmasını kolaylaştırdı.
Kamu arazilerini imara açarak veya özel arsaların inşaat emsallerini artırarak mekân rantı yaratıp, az sayıda çok zengin yarattı.
Özel sektörün yurt dışından borçlanmasını teşvik etti.

ŞAŞAA VE DEBDEBE DÖNEMİ BİTTİ

Her şey çok iyi gidiyordu. Sadece köprüler, tüneller, hastaneler, AVM’ler, duble yollar yapılmamıştı. İşsizler de “sosyal transferlerle” gelir sahibi olmuştu. Üretmeden, çalışmadan geçinmek mümkündü. Üstelik ülkeyi yönetenler en lüks arabalara biniyor, en şaşaalı binalarda yaşıyordu. Ancak dışarıdan borçlanmak giderek zorlaşıyordu. Sıra “yakıtsız çalışan motor” mucidine benzer ekonomi “Con Ahmet”lerine geldi. Onlar “yoktan varlık fonu” kurdular. Varlığa darlık olmazdı. Derken ne olduysa oldu. Bir gün baktık AKP iktidarının başbakanı

  • “2018 yılı tasarruf yılı. Şaşaa, debdebe bitiyor. Hiçbir şekilde güvenlik ve acil konular dışında devlete, belediyelere, oraya buraya yeni araç alımı yok, dükkânı kapattık.” diye beyanat (AS: demeç) verdi. Yoksa seçilen yolun sonuna mı gelindi? Bu bir politika değişikliği sinyali mi? Yaşayacak ve göreceğiz.
    Son söz: Dışa açılan, dışarıya kulak verir.
    =======================================
    Dostlar,

    İrrasyonel (akılsız, akıl dışı) ekonomi politikalarının / kumarının sonuna gelinmiş görünüyor. İçeride ve dışarıda “seferber” edilecek (talan edilecek!?) kaynak kalmadı gibi. Ayaklar yere eriyor. Son derece zor bir döneme sürüklenmiş bulunuyoruz. Biten iktidar, vergiye yükleniyor!

    Döviz son birkaç günde neredeyse %10 yükseldi; henüz akaryakıt ve zincirleme öbür mal ve hizmetlere yansıtıl(a)madı.

İnşaat sektörü lokomotifti, bitkin düştü.. Hatta çakıldı.. Müthiş, yüzbinlerce konut arz fazlası var.

AKP’nin tüm siyasetini köktenci biçimde değiştirmesi zorunlu..
Bunu nasıl ve ne yönde yapacak, yapma gücü kaldı mı?
Yakıcı konjonktürden payını hemen hemen herkes alacak..
Altta kalan daha çok diyet ödeyecek her zaman olduğu gibi.
Bunların içinde 15 yıldır AKP’ye gözü kapalı milyonlarca oy boca eden, necip millet de var.
Üstelik dince kutsal tüm değerleri de sefilce sömürülerek; dindar geçinenlerce,
Yazık ve çoook acı..
Cumhuriyetin 94. yılında üstelik!

Sevgi ve saygı ile. 28 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Bu israfa % 10 enflasyon az bile!


Bu israfa % 10 enflasyon az bile!

portresi

 

Ege CANSEN
SÖZCÜ, 04 Şubat 2016

 

Gelişmiş ülkeler, “sıfır” dolayında gezinen enflasyonlarını “% 2” düzeyine yükseltmek için çırpınıp duruyor. Bunun için, bir yandan “para miktarını” büyütürken, öbür yandan
Merkez Bankası faizini düşük tutmaya devam ediyorlar.
Hatta Japonya “nominal eksi faiz” uyguluyor.

Biz ise son verilere göre % 10’a (resmen %9.58) dayanmış enflasyonu,
yılsonunda %7.5’a nasıl düşürürüz diye uğraşıyoruz. Bunda da şaşılacak bir şey yok.
Enflasyonu yüksek olan düşürmeye, düşük olan yükseltmeye çalışır.

OPTİMUM

Optimum, iktisatta çok önemli bir kavramdır. Optimum “kararında” demektir.
Yani ne az, ne de çok. Yemeğe kararında tuz, biber veya yağ koymak gibi bir şey.
Bir başka deyişle “azı yarar – çoğu zarar” demektir. Ticaret yaşamında en önemli karar fiyatlandırmadır. Amaç, firmanın kârını artırmaktır.

Yüksek fiyat, birim satıştan elde edilen kârı yükselteceği için toplam kâr da artar.
Ama yüksek fiyat, satış miktarını düşürebilir. Satış miktarı düşünce toplam kâr da düşer.
Üstelik birim maliyet artar. Sonunda daha çok kâr etmek için yapılan zam, daha küçük
toplam kâra neden olabilir. Bu nedenle fiyatın optimum olması gerekir.
Optimum fiyat, firma kârını maksimuma çıkaran fiyattır.

OPTİMUM ENFLASYON – OPTİMUM İŞSİZLİK

Daha önce birkaç kez yazdığım gibi, zemine ve zamana göre değişse de
“optimum enflasyon” diye bir şey vardır. Yani her ne denli düşük enflasyon
iktisat yazınında “istikrar” demekse de düşük, sıfır demek değildir.
Çünkü sıfır enflasyon, büyüme ve istihdam amaçlarına ters düşer.
İktisatçılar “enflasyon ile istihdam” arasında bir ödünleşme olduğunu gözlemlemiştir.
Yani, belli bir aralıkta olsa da “enflasyonu düşürmek, işsizliği artırır” kuralı çalışmıştır.
İktisadi istikrar için, düşük enflasyon, düşük işsizlikten daha önemlidir diyenler
“NAIRU” “Enflasyon Artışına Sebep Olmayan İşsizlik Oranı” (Non-Accelerating Inflation Rate of Unemployment) diye bir kavram icat edilmiştir. Bu kavram, belli bir oranda işsizlik olması (örn. %5) ekonomik istikrar için iyidir demektir.
Buradan kalkarak, nasıl sıfır işsizlik, enflasyonu azdırıyorsa, sıfır enflasyon da işsizliği artırır sonucuna varılabilir.

ENFLASYON HEM NEDEN HEM DE SONUÇTUR

Enflasyon, daima bir sarmaldır. Faiz, devalüasyon ve ücretler bu sarmalın öbür aktörleridir. Bunlar, kedinin kuyruğunu kovalaması gibi birbirini tetikler.
Sonunda “enflasyon, enflasyondan doğar” noktasına gelinir. Ama günümüz Türkiye’sinde enflasyonu azdıran iki husus daha var.

Birincisi, Güneydoğu’da süregiden isyan bastırma harekâtıdır.
Bu harekât enflasyonu en az 1 puan yukarı itecektir.

İkincisi ise devlet büyüklerinin birer “israf merkezi” haline gelmesidir.
Türkiye, iki başkentli olmuştur. Sürekli saray inşa edilmekte ve bunlar “7/24”
emre hazır tutulmaktadır.

  • Cumhurbaşkanının zırhlı aracını “dost ve kardeş ülke Şili’ye”
    askeri bir yük uçağıyla yollaması inanılmaz bir müsrifliktir.
  • Bu Diyanet’in bütçesinden de vahimdir.
  • Devletin israfı da enflasyonu en az 1 puan artıracaktır!Son söz : Kötü misal, kolay emsal olur.

========================================

Evet dostlar,

Güneydoğudaki dış kışkırtmalı (daha önce de 18 kez olduğu gibi) isyanı bastırma harekatı,
kuşkusuz ülkemizin en önemli güncel sorunudur.

Vatan evlatları kahpece şehit edilmektedir!

Ancak Ekonomi ve türevi olan işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımının iyileştirilmesi,
gönenç (refah) toplumu olma hedefleri de uzun süre gündemde alt sıralara itilemez.

Nitekim Ocak 2016 enflasyonu TÜİK verileri ile %2’ye çok yakındır (%1,82).
2015 Ocak – 2016 Ocak arası 12 aylık (yıllık) enflasyon %10’a, 2 rakamlı enflasyona dayanmıştır (%9,58). Bu sorun zincirleme pek çok olumsuzluğa yol açacaktır;
başta yoksullaşma olmak üzere..
Dışsatım, son 5 yıldır ilk kez aylık 10 milyar Doların altındadır.
Geçen yıl Ocak ayına göre %14 azalmaya karşılıktır.
Dışsatım (ihracat) geçen yıl %9 düşmüştü.
Türkiye orta gelir tuzağından çıkamamaktadır.
2008’de ulaşılan kişi başına yıllık gelir rakamı 10 400 Dolara 7 yıldır erişilememektedir.
Türkiye’nin toplam borcu 600 milyar Doları aşmış ve AKP’nin iktidar olduğu Kasım 2002’den bu yana 2 katı daha büyümüş, 221 milyar Dolardan 600+ milyar Dolara tırmanmıştır.
Ulusal gelir 2002 sonunda 230 milyar $ iken 2015 sonunda kestirilen 720 milyar Dolara erişirse (2014 sonunda 823 milyar $ idi!) 13 yılda sağlanan 500 milyar $ artışın 400 milyar doları toplam borçta oluşan büyüme kaynaklı mıdır?

2023’te ilk 10 ekonomi içine girmek ham hayal (politik bir masal!) idi,
Kaf dağının dibine itilmiştir.

Bölücü terörün ana hedeflerinden biri de Türkiye’yi ekonomik açıdan istikrarsızlaştırmak,
sınırlı kaynaklarını bu bela ile savaşımda tüketmesini sağlamaktır.
Bu boyut hiç akıldan çıkarılmamalı ve Türkiye bu kez PKK’yı kökleriyle birlikte kazımalıdır. 1978’den bu yana PKK’nın Batılılarca (ABD – İsrail – AB) maşa olarak bölücü terör örgütü işleviyle kullanılagelmesinin ülkemize maliyetinin 300 milyar Doları aştığı belirtilmektedir.
Bu para 1 trilyon TL’ye yakındır ve ülkemizin 2015 bütçesinin neredeyse 2 katıdır.
2015 sonunda gerçekleşeceği kestirilen 700 milyar Doları birazcık aşacak ulusal gelirin (GSMH)
yarısına yakındır.. Muazzam bir kaynaktır Türkiye için..

Dış ticaret açığı 2015’in ilk 9 ayı için 49 milyar $’dır. Dışsatım düşmekte ancak dışalım
dah az az düştüğünden (tüketim toplumu!), dış ticaret açığı ciddi boyutlarda süregelmektedir.
Aynı dönem için (2015 Ocak – Eylül 9 ay) cari açık 40.57 milyar $ olmuştur.
Eski Maliye Bakanı Mr. Mehmet Simsek, 2015 yılında bütçe açığının GSYH’ye oranının
%1,3 olacağını açıklamıştır. 720 milyar $ GSYH gerçekleşse, bütçe açığı 936 milyon $ olacak demektir. Bunlar nominal olarak önemli (büyük) rakamlardır; bilerek salt oransal boyutları
öne çıkararak kendini ve kamuoyunu yanıltmaya çalışmanın anlamı ve yararı yoktur.
Rusya ve güney komşular Suriye, Irak ile yaratılan çatışma ortamı, dışsatımı ve dış ticareti, turizm girdilerini ciddi biçimde vurmuştur. Salt Rusya ile ticaret hacmı 35 milyar $ olarak Erdoğan tarafından telaffuz edilmiştir.

Ne talihtir ki, petrol inanılmaz biçimde düşük fiyatlarda gitmektedir. Varili 30 Dolara dek inebilmiştir! Bir de bu “mutlu” konjonktür (Felix culpa!) olmayaydı, vay Türkiye’nin haline!
Ancak bu “yıkıcı balayı”nın sürgit olamayacağı da açıktır. OPEC ülkelerinden müşterilerine
3 Trilyon Dolara ulaşan servet aktarımı gerçekleşmiştir ki, bunun,
Putin’in Rusya Federasyonu’na boyun eğdirme amacıyla da olsa finansal sürdürülebilirliğinin düşünülemeyeceği açıktır. Ayrıca içeride de halk, fevkalade düşen / düşürülen petrol dışalım (ithal) fiyatlarına karşın, olağanüstü yüksek akaryakıt vergisi ile çok ağır dolaylı vergi yükü altında tutulmaktadır.

Öte yandan kamu giderleri kısılamamaktadır. SGK açıkları bunaltmaktadır..
AKP hükümetinin Kasım 2015 seçimlerindeki 100 günlük vaatleri önemli düzeyde akçal (mali) kaynak gerektirmektedir. Bir yandan da 24 Temmuz 2015’ten bu yana 6,5 aydır sürdürülen kapsamlı isyan bastırma harekatı gündemdedir ve ciddi maliyeti söz konusudur.
Dış konjonktür de hiç olumlu değildir; yabancı sermaye çekerek istihdam yaratacak
üretime – dışsatıma dönük yatırım yapmak açısından ve dışsatımı artırabilmek bakımından.

3 milyona yakın Suriyeli ve Iraklı’nın ülkemizdeki varlığının 4 yılı geçen
“uzamış konukluğunun” akçal çerçevesi (mali portresi) 20 milyar Dolar’a koşmaktadır.
Heniz AB’den tek bir € cent gelmiş değildir. Vaadedilen 3 milyar € gelse bile çok koşulludur, parça parçadır ve dişin kovuğunu bile dolduramayacaktır.

Bunlara ek AKP – RTE ha bire nüfus artışını kışkırtmaktadır. Davutoğlu’ndan ummazdık ama bu olağanüstü yanlış politikada Bay RTE ile yarışmaktadır nerdeyse! Doğum eylemini kadınların vatani görevi gibi gördüğünü belirterek ucuz popülizm yapmaktadır ne yazık ki.
Ve 2015 sonunda nüfus 1 milyon 45 bin kişi gibi muazzam bir düzeyde artmıştır.
Nüfus artış hızı öncekiyıl %1,33 iken 2015 için %1,34 olmuştur. Oysa Türkiye’nin nüfus artışını ciddi ve hızlı biçimde frenleyerek % yarımlara çekmesi zorunludur (Demografik Fırsat Penceresini de kaçırmamak için!). Tüm bu gerçeklere karşın AKP – RTE’nin izlediği
irrasyonel politikaları anlamak olanak dışıdır ve ülkemize zararı dönüşümsüz,
giderimi (telafisi) olanaksızdır. Bu durumun hızla durdurulması kaçınılmazdır.

Hepsine tuz biber, Saray’ın muazzzam giderleridir,,

  • Hele hele Bay RTE’nin zırhlı makam aracını taa Güney Amerika’ya askeri uçakla taşıtması ve 200 bin $ maliyet çok acıdır, yazıktır, günahtır. İslama aykırıdır lüks ve israf olduğu için! Fakir – fukaranın rızkıdır. Bu para 600 bin TL’dir ve 1300 TL asgari ücretten 461 işçinin
    1 aylık emeğinin karşılığıdır.. Allah’tan korkmak gerekir. Erdoğan’ı saran bu ölçüsüz korku nedir, nedendir? Gittiği ülkelerde zırhlı makam aracı yok mudur?
    Kiralansa idi çok daha ucuza gelmez miydi??

Bu insaf dışı saltanatın bizim bir yurttaş olarak çok zorumuza gittiğini, asla içimize sindiremediğimizi, vergi ödeyen ve vergisinin en verimli biçimde kullanılmasını,
kendisine kamu hizmetleri olarak döndürülmesini pek haklı olarak bekleyen bir yurttaş olarak;
bu akıl almaz savurganlık karşısında Tayyip beye hakkımızı helal etmiyoruz.
Erdoğan Kul hakkı yemiştir ve Yüce Tanrı’nın bile bunu bağışlamaya hakkı olmadığını
kendisi de bilir. Bizi geçelim, daha pek çok “tüyü bitmemiş yetim” in de hakkı bu sorumsuz davranışla adeta gasp edilmiştir..

Herkes en düzeyde tasarruf yapmalıdır ve yöneticiler buna örnek olmalıdır.
TÜİK’in 2015 verileriyle yoksulluk rakamları yürek karartıcıdır.
Milyonlarca yoksul yurttaşımız vardır.

Ekonomi için alarm zilleri üstelik şiddetle çalmaktadır.
Ekonomi yangın alanıdır.
AKP hükümeti, olağanüstü önlemlerle olağanüstü durumla başetmeye çalışmalıdır vargücüyle..

Öte yandan AKP içi kazanlar da kaynamaya başlamıştır..
Her çıkışın bir inişi vardır..
Bu dünya Sultan Süleman’a da kalmadı, Osmanlı’ya da, başka başka imparatorluklara da..

AKP – RTE için kaçınılmaz son yaklaşıyor..

İktidar bitecek ve halka hesap verecekler..

Tarihin tunç yasası böyle..

Son söz                :

“Hiçbir korkuya benzemez, halkını satanların korkusu !..” (Nazım HİKMET)

Sevgi ve saygı ile.
5 Şubat 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
Yazının pdf biçimi :
http://ahmetsaltik.net/2016/02/05/bu-israfa-10-enflasyon-az-bile/

Ege CANSEN : Müteahhitler zenginleşirken Mehmetler nasıl fakirleşir


Müteahhitler zenginleşirken Mehmetler nasıl fakirleşir
?

portresi

 

 

Ege CANSEN
SÖZCÜ,
2.11.14

 

Önce milli geliri tanımlamaya çalışalım.

Milli gelir, bir ülke vatandaşlarının yurt içinde ve dışında yarattığı katma değerlerin toplamıdır.

Dikkat edin. Milli gelir “satış hasılatları” toplamı değildir. Yani Türkiye’nin milli gelirinin
2 trilyon TL olduğu bir yılda, filanca holdingin toplam satış hasılatı 100 milyar TL ise,
o holding milli gelirin %5’ni yaratmış demek değildir. O holdingin milli gelire katkısı, ödediği ücret, kira, faiz ile elde ettiği kârın toplamıdır. Sıkça yapılan bu propagandayı yutmayın.

RANTLARLA ZENGİNLEŞME

Bir de “rant” denilen beşinci gelir türü daha vardır. Ama rant, (sözlük anlamı kiradır; çünkü ilişi mülkiyeti sayesinde elde edilir) muhasebe tablolarında bu isim altında
yer almaz. Çoğunlukla kayıt dışı olan bu gelir, eğer kayda alınmışsa, patronlar için kâr (müteşebbis geliri) aracılar için “komisyon” geliri olarak gözükür. Yandaş bir müteahhidin arsasına, emsaline göre fazla inşaat yapma izni verilir veya buna
göz yumulursa, o müteahhidin kârı artar. Artan miktar esasında “yaratıcı girişimciliğin” hakkı olan kâr değil, ranttır.

Rant da “milli geliri artırmayan kişisel gelir”dir.
Hiçbir şey yoktan var edilmediğine göre, rant da yoktan var edilmemiştir.

Rant bir hortumlamadır.

  • RANT, Hükümet veya belediyeler tarafından milletin yarattığı katma değerden, “usulüne uygun olarak” imtiyazlı kişilere aktarılan gelir veya servettir.

MİLLİ GELİR VE MİLLİ HARCAMA

Milli Gelir yukarıda tanımlanmıştı. Milli gelire o yılın “cari açık” miktarı eklenirse
“milli harcama” bulunur. Milli harcama yalnızca tüketim değildir, yatırım harcamaları da buna dahildir. Aynı cebirsel eşitlik “cari fazla” veren ülkeler için de geçerlidir.

  • Bir ülke “cari fazla” veriyorsa, o millet milli gelirinden az harcamıştır.

Vatandaşın milli gelirden anladığı da aslında milli harcamadır.
“Cari açıkla milli harcamaları artırmak” siyaseten doğru, iktisaden yanlıştır.

CARİ AÇIK DÜŞERKEN BÜYÜME

Bir ülkede, cari açık artarken de azalırken de milli gelir artabilir. Ancak, cari açık azalması, milli gelir artışından büyükse, milli harcamayı azaltır. Halk bundan hoşlanmaz. Mesela 2012 yılında, milli gelir 12 milyar $ artarken, cari açık 27 milyar $ azaldığı için milli harcama 15 milyar $ düşmüştür. Halk milli gelir azaldı sanmıştır.

Son söz: Borç zevk, ödemek acı verir.

Küresel borçlar 100 trilyon doları aştı zırvası


Küresel borçlar 100 trilyon doları aştı zırvası

portresiEge Cansen
net@sozcu.com.tr, 16.4.14

Bu­nu, BIS (Ulus­la­ra­ra­sı Öde­me­ler Ban­ka­sı) söy­lü­yor.
Aş­mış­sa ne ol­muş? Bu­nun yanıtı yok!
Şu­nu her­kes bel­le­sin: Mil­let­ler zen­gin­le­şip, ulusal ser­vet­le­ri art­tık­ça “borç­la­r” azal­ma­ya­cak, ar­ta­cak­tır.

Ka­mu bor­cu, fir­ma borç­la­rı, kre­di kar­tı borç­la­rı,
çift­çi borç­la­rı, ti­ca­ri borç­lar, tü­ke­ti­ci borç­la­rı..
ak­lı­nı­za han­gi tür borç ge­li­yor­sa gel­sin hep­si bü­yü­ye­cek­tir.

Çün­kü zen­gin­leş­me­nin bir gös­ter­ge­si de hal­kın ta­sar­ruf mev­du­atı­nın art­ma­sı­dır.
Ar­tan mev­du­atı da ban­ka­lar bi­ri­le­ri­ne “borç / ödün­ç” ve­re­cek­tir.
Ya­ni mev­du­at ar­tın­ca, kre­di­ler de ar­tar. Çün­kü her ban­ka bir “bi­lan­ço­”dur.
Bi­lan­ço­da da yer alan var­lık­lar, yü­küm­lü­lük­le­re hep denk­tir.

So­run, kre­di­le­rin bü­yü­me­sin­de de­ğil, kre­di­le­rin güvencesidir de­ni­len re­el “var­lık­la­rı­n” fi­yat­la­rı­nın şiş­miş ya­ni ba­lon yap­mış ol­ma­sın­da­dır.

İYİ­ Kİ Bİ­ZİM ÇO­CUK AME­Rİ­KA­LI DE­ĞİL

Tür­ki­ye­’de ka­mu bor­cu­nun ulusal ge­li­re ora­nı % 36 do­la­yın­da­dır. Eğer ka­mu bor­cu,
hal­kın bor­cu de­mek­se -ki öy­le­dir-

  • Do­ğan her Türk ço­cu­ğu, ka­ba­ca 11 bin do­lar olan ki­şi ba­şı­na ulusal ge­li­rin
    %36’sı ka­dar, ya­ni 4000 $ borç­la doğ­mak­ta­dır!

Her­hal­de böy­le mat­rak he­sap­lar­la çok kar­şı­laş­tı­nız. Borç­lu do­ğan ço­cuk­la­rı­mı­zın durumuna da üzül­dü­nüz. ABD’nın ka­mu bor­cu­nun, ulısal ge­li­ri­ne ora­nı %100’ü aşkındır.

AB­D’­de ki­şi ba­şo­cuk, 45 bin $ borç­la dün­ya­ya gel­mek­te­dir. Ne var ki; 45 bin $ borç­la do­ğan Amı­na ulusal ge­lir 45 bin do­lar­/yıldır. Ya­ni bi­zim he­sa­ba gö­re AB­D’­de

her çeri­ka­lı ço­cuk, 4 bin $ borç­la do­ğan Türk ço­cuk­tan da­ha iyi du­rum­da­dır. Çün­kü o
ül­ke­de ço­cuk ba­şı­na dü­şen “ulusal ser­ve­t” Tür­ki­ye­’de­ki­nin 10 ka­tı­dır.

Unut­ma­yın, ço­cuk­lar yalnızc ulu­sal borç­la de­ğil, ulu­sal var­lık­la da do­ğar.

İÇ BOR­CU BI­RAK, DIŞ BOR­CA BAK

Ül­ke­ler iç borç­la­rı yü­zün­den zo­ra gir­mez.
Çün­kü iç bor­cun, ala­cak­lı­sı da borç­lu­su da ay­nı ül­ke hal­kı­dır.
İç bor­cun an­lam­sız ol­du­ğu­nun en iyi ör­ne­ği, ulusal ge­li­ri­nin iki ka­tın­dan çok ka­mu bor­cu olan Ja­pon­ya­’dır. Söy­len­di­ği­nin ak­si­ne Türk dev­le­ti­nin iç bor­cu hiç­bir za­man
yük­sek ol­ma­mış­tır. De­va­lü­as­yon son­ra­sın­da olu­şan ani ar­tış­lar ölç­me ha­ta­la­rı­dır.
Tür­ki­ye­’nin iç bor­cu­nun ulusal gel­ire ora­nı, 2001 kri­zi­ne dek %40’ın bi­raz üs­tün­dey­di. 1950’ler­de %20’nin al­tın­day­dı.

Ama ül­ke­miz eko­no­mik kriz­le­riden kur­tu­la­ma­dı.
Çün­kü dış borç­la­rı yük­sek­ti. Şim­di de iç bor­cu­mu­zun ulusal ge­li­re ora­nı dü­şük,
bi­ze bir şey ol­maz di­ye bö­bür­le­ni­li­yor. Ama dün­ya âlem Türk eko­no­mi­si çok kı­rıl­gan
di­yor. Ni­ye?

Dış bor­cu yük­sek de on­dan.

Son söz: Her bü­yü­me, şiş­me; her şiş­me, bü­yü­me de­ğil­dir.

Laikliği hafife almayın

Laikliği hafife almayın

Ege CANSEN
ecansen@hurriyet.com.tr, 7 Eylül 2013
portresi

İslamist (İslamcı) kelimesini, ilk kez ABD’nin Japon asıllı siyaset bilimcisi Profesör Francis Fukuyama’nın İstanbul’da verdiği bir konferansta kendinden duymuştum.

İslamcılık, İslam’ı yalnızca bir din olarak kabul etmekle yetinmeyip, onu siyasetin ideolojisi haline getirmektir.

LAİKLİK VEYA LAİSİSTLİK

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlar, din eğitimi de almış Osmanlı Paşalarıdır.
Onların hazırladığı 10 Nisan 1924 tarihli ilk anayasada “Devletin Dini İslâm’dır” yazar.
Bu ifade 1928’de metinden çıkarılmıştır.
Laikliğin Anayasa’ya girişi ise 1937’de olmuştur.
Yani laiklik, damdan düşmemiştir.
Ülkenin çağdaş uygarlık düzeyine erişmesinin İslamcılıkla mümkün olamayacağına kanaat getirildikçe laiklik öne çıkmıştır.
Laik, Yunanca “laos”tan gelir.
Laos; asker, din adamı, toprak ağası veya tüccar olmayan sıradan en sade vatandaş demektir.
Bu tanıma tam tamına uyan Arapça kelime ise “ümmi“dir.
Ümmi de, anasından doğduğu gibi olan, yani hiçbir imtiyazı olmayan halktan biri demektir.
Laiki halen Yunancada halk anlamında kullanılmaktadır.
Laik kelimesi bize Fransa’dan gelmiştir.
Günümüzdeki anlamı “Kiliseyle, camiyle, havrayla kısaca dinle ilgisi olmayan” demektir.

  • Laiklik, özet olarak “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” önermesine inanmaktır” Referansım İslâm’dır” manifestosunun tam tersidir.

LAİKLİK, TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN ÇİMENTOSUDUR

Büyük Türk milletini oluşturan, ancak anababaları farklı etnik kökenlerden gelenleri, “Yurtta Barış” içinde birlikte yaşatacak kaynaştırıcı ilke, laikliktir.

Bunu özellikle kimlik mücadelesi veren Kürtlerin ve Alevilerin
benimsemesi gerekir.

  • Laiklik, demokrasinin de olmazsa olmaz şartıdır.

TÜRKİYE İLE BATI ARASINDA ORTAK PAYDA DA LAİKLİKTİR

Batı ülkelerinde din, Fransız Devrimi’nden sonra her geçen gün daha fazla siyaset dışına çıkarılmıştır.
Kültür olarak Batı, esasta Hıristiyan biraz da Musevi’dir.

  • Adı Hıristiyan Demokrat olan siyasi partilerde din, temel referans değildir.

Batılılar genelde Hıristiyan, Çinliler, Hintliler ve Japonlar Budist, biz ise Müslüman olduğumuza göre “din” Dünya ile ortak paydamız olamaz.
Ama laiklik olur.

Laik Türkiye, “Dünyada Barış”a daha çok katkı yapar.

T.C.’yi kuranlar, bunun için de laiklik ilkesini benimsemiştir.
Laiklikten vazgeçmek, barıştan vazgeçmektir.
İç siyasette İslamcı olunduğu için, dış siyaset de buna uyumlu olarak değişmiş ve herkesle papaz olunmuştur.

SON SÖZ: Yurtta İslamcı, dünyada laik olunmaz.!