Etiket arşivi: Dünya Sağlık Örgütü

Türkiye’de Ortalama Yaşam Nasıl 10 Yıl Artabildi??


Türkiye’de Ortalama Yaşam Nasıl 10 Yıl Artabildi?? 


WHO (Dünya Sağlık Örgütü)
, yaşam süresini 10 yıl artırarak 75 yıla çıkartan Türkiye’nin, birçok ülke tarafından araştırılmaya başlandığını açıkladı.

Türk mucizesini dünya araştırıyor

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO), yaptığı yıllık yaşam süresi istatistiklerinde Türkiye’de 2012 yılında doğan birinin, 1990’da doğanlara göre 10 yıl daha fazla yaşayacağı ortaya çıkmıştı. WHO istatistiklerine göre, son 20 yılda Türkiye’de
ortalama yaşam süresi 75 yıla çıkarken, Türk kadınları 78 yıl, erkekleri ise 72 yıl yaşadığı belirlenmişti.

Türkiye’nin, dünya genelinde ortalama yaşam süresi istatistiklerine bakıldığında,
en fazla gelişme gösteren ülkelerden biri olduğunu belirten WHO Sağlık İstatistikleri
ve Enformasyon Sistemleri Bölümü Başkanı Ties Boerma,
“Birçok ülke Türkiye’de son 20 yılda sağlık alanında yaşanan bu büyük değişimin nasıl başarıldığını araştırıyor.” dedi.
80’e çıkabilir

Türkiye’de yenidoğan ölümlerinin azaldığını ifade eden Boerma, genel olarak ülkedeki can kaybı oranının yüksek gelirli ülkelerin seviyelerine çok yakın olduğunu kaydetti. Boerma, Türkiye’de yaşayanların, sağlığı tehlikeye atacak alışkanlıklardan uzak durması halinde, ortalama yaşam süresi 80’li yaşlarda bulunan yüksek gelirli ülkeler düzeyine çıkabileceğinin altını çizdi. Boerma, Türklerin bunun için sigaradan uzak durması ve obezite ile diyabete neden olan yetersiz spor yapma alışkanlığını terk etmesinin önemini vurguladı.Japonya birinciWHO istatistiklerine göre, Japon kadınları ortalama 87 yıl ile en uzun yaşıyor.  İspanyaİsviçreSingapur ve İtalya85’er yılla Japonya’yı takip ediyor. Erkeklerde ise en çok yaşayanlar 81 yıl ile İzlandalılar. İsviçre, Avustralya,İsrail ve Singapur 80’er yılla İzlanda’yı izliyor. (AA, 22.5.14)

Her yıl 175 bin kanser tanısı!


Dostlar
,

Ülkemizde yıllık kanser insidensi hızı (o yıl yeni tanı alanlar..) yüzbinde 200 olarak verilmekte (200E-05). Buradan kalkarak, 83 milyondan eksik olmayam gerçek nüfusumuzda (ne yazık ki TÜİK en az %10 eksik göstermekte nedense??!) yaklaşık olarak 166 bin yeni kanser olgusu tanısı beklenmektedir. Bu rakam (hız olarak) dünya geneline yakındır. Dünyada da her yıl 15-16 milyon insana yeni kanser tanısı konmakta..
Her yıl bu rakamın yarısı kadar kanserli hasta da aramızdan (kanserli hasta havuzundan) ayrılmakta (DSÖ verileri). Dünyada toplam ölümler 58 milyon / yıl dolayında olup yaklaşık her 7 ölümdn 1’i kanser nedenlidir.

Ancak yine de, hastalıkların görülme ve ölüm hızı bakımından en önde geleni
olmakla birlikte, insan ölümlerinin 1 numaralı nedeni AÇLIK! 

BM FAO (Food and Agriculutre Organisation – Roma) verilerine göre yeryüzünde
her 7 insandan 1’i aç (1 milyar 40 milyon) ve bu kitlenin her yıl 11 milyonu ölmekte.
Bu verilerle 5 ölümden 1’inin AÇLIK nedenli olduğu görülüyor.

Ne acıdır ki; demokrasi, barış, insan hakları… getireceği masalları anlatılagelen KüreselleşTİRme = Yeni Emperyalizm süreci tam tersine hastalık, açlık, ölüm getirmekte. FAO, açlık rakamlarının sürekli büyüdüğüne dikkat çekmekte!

Çare, DİRENİŞİ KÜRESELLEŞTİREREK (Prof. Noam Chomsky)
küreselleşen yeni emperyalizmi bir kez daha yenmek..

Konuya ilişkin bilgiler almak, korunma yollarını, erken belirtilerini öğrenmek için KANSER EPİDEMİYOLOJSİ başlıklı yansılarımıza (79 yansı) bakılabilir.
(Kanser_Epidemiyolojisi_Ahmet_SALTIK.pdf, 7.10.13)

• Hemen hekime başvurulması gereken 7 alarm verisi : 
1. Vagina ve anüsten gelen normal olmayan bir kanama veya akıntı.
2. Memelerde (kadınların her ay kendi kendilerini muayene etmeleri,
    40 yaşından sonra da yılda bir kez hekime gitmeleri..)
    veya başka yerlerde görülen kalıcı şişlik ve sertlikler.
3. İyi olmayan yaralar,
4. Miksiyon (idrar yapma) ve defekasyon (dışkılama) alışkanlıklarında
değişiklikler.
5. Ses kısıklığı ve nedensiz öksürük, öksürükte kan (hemoptizi).
6. Yutkunma ve sindirim bozukluğu (Disfaji, dispepsi).
7. Ben ve siğillerin şekil değiştirmesi, ülserleşip kanaması..

 

Sevgi ve saygı ile.
07.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

Her yıl 175 bin kanser tanısı!

ANKARA (ANKA) – Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Türkiye’de her yıl
yaklaşık olarak 175 bin kişiye kanser tanısı konulduğunu, erkeklerde en çok trakea, bronş, akciğer kanseri; kadınlarda ise meme kanserinin görüldüğünü söyledi.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nun soru önergesini yanıtlayan Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, kansere bağlı ölüm olaylarının on yılda iki kat arttığını belirterek;

TÜİK verilerine göre; 2002 yılında kansere bağlı ölüm %12 iken, bu oran 2012’de % 21’e ulaşmıştır.” dedi. Türkiye’nin “Kanser Haritası”nın sürekli güncellendiğini vurgulayan Müezzinoğlu,

“Bölgeler arasında kanser sıklığı açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farkın olmadığını.” söyledi.

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre kanserde görülen artışın 3 temel nedeni;

1. yaşlı nüfusta meydana gelen artış,
2. tütün kullanımı ve
3. obezite salgını

olarak açıklayan Bakan Müezzinoğlu,

“Ülkemizde; bunların yanı sıra, kanser kayıtçılığında yapılan iyileştirmelerle, daha önce bilinmeyen vakaların kayda alınması da kanser istatistiklerindeki artışın bir başka nedenidir. Ülkemizde açılmış olan 15 aktif kanser kayıt merkezimizle birlikte nüfusumuzun % 50’çoğunu kayıt altına almış durumdayız. Tüm dünyada aktif kanser kayıtçılığı yapılan nüfus oranının %8 olduğu düşünülürse; ülkemiz %50 gibi bir oranla bu konuda dünya lideri olmaya aday bir ülkedir.” ifadelerini kullandı.

Sadece kızamık değil, şark çıbanı ve sıtma da döndü!


Sadece kızamık değil, şark çıbanı ve sıtma da döndü!

EVRENSEL : Sağlıkta dönüşüm çıbanı

Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre

  • Türkiye kızamık hastalığında dünyada 3., Avrupa’da ise 1. sıraya yükseldi.

Dün gazete manşetimize taşıdığımız bu haberi bugün sağlıkçılarla görüştük.

Tablonun daha vahim olduğu ortaya çıktı. Çünkü sorun yalnızca kızamık değil.

Özellikle bölge illerinde daha önce denetim altına alınan

  • şark çıbanı, kolera, tüberküloz gibi hastalıklarda ciddi artış görünüyor.

Sağlıkçıların ortak tespiti ise yabancı değil.

Sağlıkta özelleştirme projesi olarak AKP Hükümeti döneminde uygulanan Sağlıkta Dönüşüm Projesi

KOLERA, TÜBERKÜLOZ, SITMA, ŞARK ÇIBANI!

Konuyu gazetemize değerlendiren, Türk Tabipler Birliği (TTB) Genel Başkanı
Prof. Dr. Özdemir Aktan
 ve Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Genel Başkanı Dr. Çetin Erdolu, kızamık salgınındaki temel nedenin;

  • Sağlıkta Dönüşüm Programıyla birlikte koruyucu sağlık hizmetlerinin 
    tümden rafa kaldırılması olduğuna dikkat çekti.

Sağlıkta dönüşüm programından önce kızamık hastalığının denetim altına alındığını söyleyen Aktan ve Dolu uyardı:

  • “Yalnızca kızamık değil, daha önce denetim altına alınan, şark çıbanı, kolera, tüberküloz gibi hastalıklarda da salgın riski var.”

HANİ KIZAMIK İÇİN AŞILAMA YAPILMIŞTI ?

  • TTB Başkanı Prof. Dr. Aktan, 2010’da Aile Hekimliği sistemine geçişle birlikte daha önce sağlık ocakları üzerinden yürütülen
    koruyucu sağlık hizmetinin ortadan kalktığını
     hatırlattı.
  • “Aile hekimliğine geçişle kamusal sağlık hizmeti ortadan kalktı ve 1. Basamak sağlık hizmeti özelleşti. Aile hekimliği sadece ilaç yazımı ve muayene işlemleri yapan tedavi edici hekimlik düzeyinde kaldı.” dedi.

Aşılama, çevre sağlığı, kullanılan su, barınma ve beslenme gibi sağlığı etkileyen pek çok hizmetin “koruyucu sağlık hizmeti” kapsamına girmesi gerektiğini söyleyen Aktan, “Örneğin Sağlık Bakanlığı, Aile hekimliğiyle iyi bir aşılama sistemine geçildiğini söyledi. Hatta 2011 yılında %98 kızamık aşılaması yapıldığını açıkladı. Ancak
Dünya Sağlık Örgütü’nün verileri iyi bir aşılama yapılmadığını ve aşısı yapılmayan ve bağışıklığı olmayan geniş bir kesimin olduğunu gösteriyor
” diye konuştu.

Öte yandan tek tehlike kızamık değil. Prof. Dr. Aktan, bölge illerinde uzun süre önce kaybolmuş şark çıbanı hastalığının yeniden ortaya çıktığına vurgu yaparak özellikle Suriye ile sınır olan illerin tehlike altında olduğunu kaydetti.

BİTİRİLMİŞ SITMA GERİ GELDİ!

SES Genel Başkanı Dr. Çetin Erdolu, Sağlıkta Dönüşüm Programı ile  birlikte
aşı üretiminin ortadan kalktığını söyleyerek nedenini de şöyle açıkladı:

  • “Aşı üretmek, küresel sermayeye kaynak aktarmamak anlamına geliyor.
    Bu sağlıkta dönüşümün esas amacına ters. Çünkü sağlıkta dönüşümle sadece kar getiren hastalıklara bakılıyor.”

Aşılamanın da başvuru esasına göre düzenlendiğini söyleyen Erdolu, “Aile hekimliği hizmet talepli bir sistem. Aile hekimliğine giderek aşılama talebinde bulunanların aşısı yapılıyor.” dedi.

BAKANLIK İŞBİRLİĞİ YAPMAZSA TABLO KÖTÜLEŞİR

Tüberküloz olgularında artış görülmeye başlandığını söyleyen Erdolu,
Türkiye’de tümden silinmiş olan sıtma olguları görülüyor.
Mardin’de, 80 sıtma vakası görüldü
.” dedi.

Bulaşıcı hastalıkların önlenmesi için Sağlık Bakanlığı’nın meslek örgütü ve sendikalarla birlikte hareket etmesi gerektiğini belirterek şöyle konuştu:

“Önümüzdeki süreçte koruyucu sağlık hizmetinin verilememesi nedeniyle
çok daha ciddi şeylerle karşılaşacağız. Bu nedenle sendika ve meslek örgütleri
taraf olarak görülmeli birlikte hareket edilmeli. Kârı değil insanı merkeze alan bir sistem oturtulmalı.”

SINIR KENTLERİ RİSK ALTINDA

Savaş, Suriye’de sağlık sistemini çökertmiş durumda. Sağlıkçılar ülkeyi hızla terk ediyor. Savaş sadece bombalarla değil salgın hastalıklarla da sınırı geçiyor.

Diyarbakır Tabip Odası Başkanı Dr. Kemal Karadaş, özellikle Suriye sınırına yakın olan ve yoğun göç alan bölgelerde kızamık, şark çıbanı ve sıtma gibi salgın hastalıkların arttığını dile getirdi.

Antep, Urfa, Batman, Nusaybin gibi yoğun göç alan şehirlerde yıllardır görülmeyen şark çıbanı hastalığının ortaya çıktığına dikkat çeken Karadaş, “Bölgedeki tabip odalarıyla beraber Suriye’ye giderek gözlemlerde bulunduk. Suriye’de koruyucu sağlık hizmetlerinin ve temel sağlık hizmetlerinin tümden çöktüğünü ve  aşılama yapılamadığını tespit ettik.” dedi.

Sağlık Bakanlığın bugüne dek sınırda olan kentlere ilişkin herhangi bir önlem almadığını aktaran Karadaş, “Eğer önümüzdeki süreçte gerekli önlemler alınmaz ve
aşılama yapılamazsa özellikle Rojava sınırına komşu kentlerde salgın hastalıklar artabilir”uyarısında bulundu.

 

Gazete Vatan Emek

Twitter@GazeteVatanEmek

Facebook: https://www.facebook.com/Gazetevatanemek

AYDINLIK BİR GELECEK, çocuklarımıza bırakacağımız en değerli miras…

http://www.gazetevatanemek.com/, 23.9.13

Yaşar Nuri Öztürk : 15 Haziran akşamı üzerine notlar


15 Haziran akşamı üzerine notlar

portresi

 
Prof. Dr. Yaşar Nuri ÖZTÜRK

 

15 Haziran 2013 akşamı Türkiye’nin, insan hakları uğruna sergilenen eylemler tarihinde müstesna bir akşam oldu. Taksim Direnişi’nin omurga mekânı olan Taksim Gezi Parkı, protestoculara biber gazı bombalarıyla saldıran polis tarafından akşam saatlerinde boşaltıldı. Hafta sonundan yararlanarak direnişçi fütüvvet ekiplerini ziyarete gelen yüzlerce çocuk ve yaşlının da doldurduğu park, biber gazı bombaları ve
Toma denen araçların sıktığı kimyasal madde karışımlı suyla tam bir cehenneme dönüştürüldü. Onlarca yaralı vardı. Çocuk ve yaşlı insan feryatları ayyuka çıktı.
Olup bitenleri televizyon kanallarından canlı olarak izledik. Aldığım notların bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum. Öncelikle şunu belirteyim:

Polis, gaz bombalarıyla yalnızca Gezi Parkı’nı cehenneme çevirmedi, halkın olay yerine yaklaşmasını önlemek için Taksim meydanına giriş sağlayan Sıraselviler’le
İstiklal Caddesini de gaz bombası yağmuruna tuttu. Sıraselviler birkaç hastanenin sıralandığı bir yerdir. Atılan gaz bombaları, bu hastanelerdeki insanları da ciddi biçimde taciz etti. Polis ayrıca, halkın kümelenmeye başladığı Mecidiyeköy meydanını da Anadolu yakasında Boğaz köprüsüne çıkış veren Fikirtepe kavşağını da,
toplanan halkı sindirmek için gaz bombalarıyla zehir doldurdu. 17 Haziran tarihli gazetelerden öğreniyoruz ki; polis, İstanbul Teşvikiye Camii’ne sığınanları sindirmek için caminin bahçesine de gaz bombası atmış.

DİVAN OTELİ VEYA ‘AYYILDIZ OTELİ’

Bu tarihî güne damga vuran bir mekân da Taksim’deki Divan Oteli oldu. Bu otel,
büyük bir insanlık bilinciyle, kendisine sığınan yaralılara âcil sağlık yardımı için
kapılarını ilk günden itibaren açtı. 15 Haziran akşamı, polis bir tür revir hizmeti veren
bu oteli de biber gazıyla bombaladı. Öyle bombaladı ki, sadece revir görevi yapan alt
katlar değil, turistlerin barındığı üst katlar bile gazla doldu.

Divan Otel’in tarihsel şuuru halk tarafından hemen görüldü ve Otel’in önünden
canlı yayın yapan ünlü gazeteci Uğur Dündar, halkın bu fark edişinin sonucunu dünyaya duyurdu: Halk, beş yıldızlı turistik bir otel olan Divan Otel’in adını
‘Ayyıldız Oteli’ olarak değiştirdi.

AKUT, gazdan yararlananlara âcil yardım için Ayyıldız Oteli’ne geldi.

KURUM TEMSİLCİLERİNİN GÖZLEMLERİ 

  • Su sıkan motorlu canavarların halk üzeine sıktığı suya kimyasal madde karıştırıldığı, gazeteciler ve hekimler tarafından dünyaya duyuruldu.
  • Çeşitli kuruluşlar adına konuşan doktorlar bu kimyasal madde karışımlı suyun halk üzerine sıkılmasını bir ‘katliam’ olarak niteledi.

Gazeteci ve aydınların ortak beyanlarından biri de şuydu:

Polisin attığı gaz bombaları evrensel hukuka aykırı olarak kullanıldı.
Bu kullanımın adı ‘orantısız güç kullanmak’ değildir, bu kullanım açıkça
insanlık suçudur. Uluslararası mahkemelere mutlaka götürülecektir.

Şu da var:

  • Yaralananlara âcil sağlık hizmeti veren birçok doktor,
    elleri arkadan kelepçelenerek tutuklandı.
    (17 Haziran tarihli gazeteler)
  • Uluslararası hukuk, yaralılara yardım eden doktorların tutuklanmasını,
    savaş zamanında olsa bile, suç saymaktadır.

Gazeteci Can Dündar:

  • “Polis akıl almaz bir şiddet uyguluyor. Ben bunca yıl pek çok eyleme tanık oldum; böylesine acımasız, böylesine vicdansız bir polis müdahalesi görmedim.
    Bu bir insanlık suçudur. Valileri, emniyet yetkililerini bu yönde verilen emirlere uymamaya çağırıyorum. Aksi halde ileriki zamanda bunun hesabını veremezler.”

İstanbul Tabip Odası yetkilisi          :

  • “Sağlık bakanlığı, ‘Neden revir açtınız, yaralılara neden ilk yardımda bulundunuz?’ diye bize soruşturma açtı. Bakan bizden
    yaralıların listesini istiyor.
    Doktorlarımız tehdit ediliyor.”

Türk Tabiplerİ Birliği;
– polisin gazlı saldırısı üzerine 11 bin kişinin gazdan etkilendiğini,
– yaralananların sayısının ise 788 olduğunu bildirdi ve
– Dünya Sağlık Örgütü’yle Dünya Tabipler Birliği’ne ‘âcil’ kaydıyla şu çağrıyı yaptı:

  • “Dünya kamuoyunu, insanların demokratik taleplerinin şiddetle bastırılmasını durdurmak için harekete geçmeye çağırıyoruz.”

(YURT Gazetesi, 18.6.13)

DOKTORLARA TERS KELEPÇEYİ LANETLİYORUZ!


DOKTORLARA TERS KELEPÇEYİ LANETLİYORUZ!

Dostlar,

İzmir Tabip Odası’nın internet bülteni kaynaklı haberi paylaşmak istiyoruz..

İktidarın yasa ve hukuk hatta insanlık dışı polis şiddetinin kurbanlarına
Sağlık Bakanlığı’nın yap(a)madığı acil yardım hizmeti sunmaya çabalayan
gönüllü sağlık çalışanlarına yaraşır bulunan işlemi görüyoruz.

  • Kolları arkadan ters kelepçelenen sağlık çalışanı bir hekim..

Bu denli hukuk ihlalini dünya sanırız görmedi..

A’sından Z’sine eylem hukuk dışı ve İNSANLIK SUÇU!

Bir kez çaresiz halka acil sağlık yardımı tüm yasaların üstünde olan insanlık yasalarının gereği.

Çünkü toplumsal müdahalelerde polis, sağlık ekiplerinin çalışması için sağlık koridorları açmak ve açık tutmak zorunda..

Bu yok..

Kadın – çocuk – yaşlı – engelli – otele hatta hastaneye yahut bir kapalı mekana sığınmış her-kese bol mu bol basınçlı su (nedense yer yer sarımsı renkte!?) ve
ağır kimyasal gaz.. Bu artık sıradan biber gazı değil.. su da salt su değil..
İstanbul Valisi’nin itirafı ile kimyasal değil (!) “ilaç” içeriyor..
Neresi düzeltilmeli? Hangi yasa kurallarının çiğnendiği uzun uzuuun listelenmeli??

  • İktidar halkına bir tür kimyasal silah mı kullanıyor??

Bu davranış Polis Vazife ve Selahiyetleri Yasası‘nın hangi maddesinde yazmakta?

Tersine, AİHS’nin (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi) 3. maddesine açıkça aykırı bir insan hakkı çiğnemi (ihlali).

Beynimizi kemiren endişemizi yineliyoruz :

Bu kışkırtmaları iktidar, sonuçlarının nereye varacağını öngörerek mi yapıyor?

Yanıt evet ise taktik hedef nedir? OHAL rejimi mi ilan etmek?

Böylelikle Cumhurbaşkanı Başkanlığında toplanacak Bakanlar Kurulu kararlarının
Yasa Gücünde Kararname olarak hemen RG’ye yollanıp yayımlanması ve
ülkenin TBMM dışlanarak despotizme sürüklenmesi midir?
(Anayasa md. 15-19, 37, 91, 104, 118-122, 125, 148, 177 ve geçici md. 2)

Bir kez daha sağduyu çağrısı yapıyoruz..
Önce Başbakan RT Erdoğan’a, sonra AKP yönetimine öncelikle..
Bir hekim olan Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’na..
Ve de kendisini ve makamını hızla tüketen, Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden Abdullah Gül’e..

İçişlerimize karışmadan uluslararası kurum ve kişilere, Dünya Sağlık Örgütü’ne, Dünya Tabipler Birliği’ne, Avrupa Konseyi ve ilgili Komitelerine,
özgürlükler-fırsatlar ülkesi (!) müttefik (!?) ABD’ye!

  • Sağlık çalışanlarına yapılan ters kelepçe ve yakalama – gözaltı işlemlerini şiddetle kınıyor, lanetliyoruz..
  • Sağlıkçıların derhal serbest bırakılmalarını ve
    açık özür dilenmesini istiyoruz
    .

Sevgi ve saygı ile.
17.6.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

İNSANLIK SUÇU İŞLENİYOR!

Değerli meslektaşlarımız,

Türkiye’yi üç haftadır etkisi altına almış bulunan toplumsal olaylar sizlerin de yakından izlediği gibi her geçen gün farklı boyut kazanmaktadır. Ne yazık ki, bu farklı boyutlanma gözlerimizin önüne insanlık adına utanç verici manzaralar sermektedir!
Aslına bakılırsa bu süreçte yaşanan ve özellikle emniyet güçleri tarafından sergilenen hemen her türlü davranış gereksiz, orantısız ve önleyici olmaktan çok düşmancadır. Bunları bir yana bırakarak bizleri yakından ilgilendiren iki konuyu bilginize sunmanın kaçınılmaz görevimiz olduğunun bilincindeyiz.
Dün akşam saatlerinde Taksim Gezi Parkı’nın boşaltılması amacıyla gerçekleştirilen polis müdahalesi sırasında gereksinim duyabileceklere tıbbi  yardım vermekten başka amacı bulunmayan başta hekimler olmak üzere sağlık çalışanlarına yönelik polis şiddetinin otellerde hizmet vermeye çalışan revilere gazlı saldırıya dönüştüğünü izlemeyenimiz kalmamış olmalıdır. Bugün gelen haberler de en az dünkü görüntüler ölçüsünde sarsıcıdır. Hekimlerin çalışma ortamlarına gazlı saldırılar yetmemiş
olacak ki; bugün İstanbul’da kimi meslektaşlarımızın gözaltına alındıkları bilgileri alınmıştır. Hem de kelepçelenerek! Savaşta bile rastlanmayacak bu türden dehşet verici uygulamaların bir insanlık suçuna dönüşmekte oluşu önde gelen kaygı nedenidir.
Bu gözaltı olaylarıyla ilgili olarak İstanbul Tabip Odası yetkilisi meslektaşlarımızla görüşülmekte ve dayanışma duygularımız paylaşılmaktadır.
Yine, dün akşamdan bu yana göstericiler üzerine sıkılan basınçlı suyun pek çok kişide cilt sorunlarına yol açtığı haberlerine açıklık getirmek amacıyla bilgi veren İstanbul Valisi’nin sözleri de irdelenmeye değerdir. Sayın vali, sıkılan suyun içinde kimyasal yoktur, ilaç vardır diyerek kendince açıklama yapmış olduğunu zannetmiş olabilir.
Oysa, bilmelidir ki; ilaç da bir kimyasaldır. Hatta, ilaç hekim denetimi ve gözetimi altında kullanıldığı zaman ilaçtır. Polisin kalabalıklar üzerine sıktığı basınçlı suya eklendiğinde ilaç olmaktan çıkar ve zehire dönüşebilir. İlaç uygulamaları yalnızca hekimin yetkisi ve gözetimi altında gerçekleştirilebilir. Bu durumda bile ilaçtan kaynaklanabilecek yan etki ve istenmeyen durumlar hekimi mesleki sorumluluk ve yükümlülük altına sokar.

  • Basınçlı suyla karıştırılarak insanların üzerine rastgele uygulanan ilaçlarla aslında toplum zehirlenmiş olmaktadır.
Bu da en hafifinden bir başka insanlık suçu demektir. Yetkisi ve eğitimi olmayan kişilerin toplumsal olayları bastırma amcıyla kitlesel ilaç uygulamasına girişmesi kabul edilebilir bir uygulama değildir.
Yetkilileri bir kez daha tüm göstericilere karşı özenli ve demokratik haklarını gözeterek davranmaya çağırıyoruz.
Yetkilileri, savaşta bile dokunulmazlığı olan hekimler ve öbür sağlık çalışanlarına karşı hiç olmazsa savaş kurallarına uymaya çağırmak zorunda
kalmış olmamızın da utanç verici bir durum olduğunun altınız çizmek zorunda kalıyoruz.
  • Yine, yetkilileri insanların üzerine ulu orta sıktıkları basınçlı suyun içine
    ilaç karıştırmaktan vazgeçmeleri konusunda uyarıyoruz.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız insanlık suçları şimdilik soruşturma ve kovuşturma konusu olmayabilir.
Ancak, hiç de uzak olmayan bir gelecekte tüm bunların sorgu konusu olabileceğini herkese anımsatır; bu insanlık suçuna eşdeğer davranışların sonlandırılması çağrımızı bir kez daha yineleriz!
Değerli meslektaşlarımız,
 
Hem toplumumuza hem de meslektaşlarımıza yönelen bu insanlık suçlarını kınamak ve demokratik tepkimizi ortaya koymak amacıyla tüm meslektaşlarımızı beyaz önlükleriyle yarın (17.06.2013) Pazartesi akşamı saat 18:00’de İzmir Tabip Odası’nda toplanmaya ve yürüyüşe geçmeye çağırıyoruz.
 
Saygılarımızla. 16.6.13
İzmir Tabip Odası

Tasfiyelere – Baskılara ve Hukuksuzluklara Karşı Akademik Özgürlük İçin Mücadeleye Çağrı

Sayın arkadaşlar,

Aşağıdaki metne katılıyor ve AKADEMİK ÖZGÜRLÜK İÇİN DESTEK imzası veriyorum..

Adımın listeye eklenmesini dilerim.

Destek vermek isteyenlerin

akademikozgurluk2013@gmail.com

adresini ziyaret etmeleri gerekecek..

Sevgi ve saygı ile. 01 Mayıs 2013

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı-Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net

==============================

Aşağıdaki ve ekteki metin üniversite öğretim elemanlarının imzasına
açılmıştır. Metne imza vermek isteyenlerin akademikozgurluk2013@gmail.com
adresine isim, ünvan ve çalıştıkları / emekli oldukları kurumu belirten bir
e-posta atmaları gerekmektedir. (Lütfen imzanızı bu iletiyi aldığınız liste
üzerinden değil akademikozgurluk2013@gmail.com adresi üzerinden iletiniz.)
İmzalar 14 Mayıs 2013 gününe kadar toplanacak ve 15 Mayıs 2015 tarihinden
itibaren kamuoyu ile paylaşılacaktır. Ayrıca bu e-postayı dahil olduğunuz
iletişim ağlarında paylaşmanız kampanyanın daha çok duyurulmasını ve
yaygınlaşmasını sağlayacaktır.

Saygılarımızla.

Tasfiyelere – Baskılara ve Hukuksuzluklara Karşı Akademik Özgürlük İçin
Mücadeleye Çağrı

Bilimi ve özgür düşünceyi baskı altına almayı amaçlayan uygulamalar, son yıllarda giderek yoğunlaşmış; 2012 ile birlikte ise adeta bir karabasana dönüşmüştür. Akademik özgürlüğün
ön koşulu olan iş güvencesinin yokluğu ise tasfiyeci eğilim ve uygulamaların önünü bütünüyle açmaktadır.

Baskı ve tasfiye sürecinde, ilk uygulama güvencesiz ve akademik yükselme gereksinmesi içindeki öğretim elemanlarına yöneliktir. Üniversitelerde iş güvencesinden yoksun olarak çalıştırılan öğretim elemanlarından üniversite yönetimlerince, eleştirel ve özgür düşünceli oldukları için “sakıncalı” görülen öğretim elemanlarının görevine son verilmekte, atamaları yenilenmemekte ya da ders vermeyerek ve kadro açmayarak akademik yükselmelerinin önü kapatılmış olan bu öğretim elemanlarının üniversiteden uzaklaştırılması sağlanmaktadır. Bu anlamda üniversite yönetimleri, yıllık atamalarla çalıştırılan araştırma görevlilerinin atamalarını yapmayarak üniversiteden uzaklaştırabildikleri gibi, türlü yollarla araştırma görevlilerini üniversiteden ayrılmaya da zorlayabilmektedirler. Araştırma görevlilerinin yanı sıra, süreli atamalarla çalıştırılan diğer öğretim yardımcıları, okutmanlar, öğretim görevlileri ve yardımcı doçentler de atamaların yenilenmemesine ilişkin sürekli bir endişe içinde bulunmakta; bu biçimde örtük ancak sistemli ve sürekli bir baskının üzerlerinde kurulması mümkün olmaktadır.

Baskı ve tasfiye politikalarının bir başka görünümü ise kovuşturma ve soruşturmalar biçimindedir. Eleştirel ve özgür tavırları ya da bilimsel çalışmalarıyla üniversite yönetimlerinin ya da iktidar odaklarının hedefi haline gelen öğretim elemanları, gerçek dışı suçlamalar veya uydurma -zorlama gerekçelerle hukuksuz soruşturmalara maruz bırakılmakta, sürgün edilmekte, istifa etmeye ya da emekli olmaya zorlanmaktadır.
Bu süreçlerde ‘muhbir vatandaşlar’ tarafından yapılan ihbar ve şikâyetlerin de devreye sokulduğu görülmektedir. Söz konusu soruşturmalarda akademik özgürlükle birlikte, Anayasa’da ve Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde düzenlenen ve güvence altına alınan haklar ve özgürlükler açıkça çiğnenmektedir.

Dilovası ve Kandıra ilçelerinde gerçekleştirilen ve annelerin sütünde
Dünya Sağlık Örgütü tarafından tanımlanmış sınır değerlerin üzerinde ağır metal saptanan bir araştırmanın sonuçlarını kamuoyu ile paylaşan Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu hakkında hukuka aykırı bir soruşturma yürütülmüştür. Hamzaoğlu hukuksuz bir biçimde cezalandırılmış, akademik özgürlük ilkesi ağır bir biçimde çiğnenebilmiştir. Hamzaoğlu’nun maruz kaldığı bu hukuksuzluğun bir nedeni, bir bilim insanı olarak gerçekleri açığa çıkartarak kamuoyunun bilgisine sunmasıyken, bir başka nedeni ise kendisinin halkın sağlığından, doğadan, emekten
ve demokrasiden yana tavır alan gerçek bir bilim insanı tavrı sergilemesidir.

Gerçek dışı ve uydurma gerekçelerle soruşturmaya uğrayan ve öğretim mesleğinden çıkarılan ve çıkarılması önerilen öğretim elemanları da hak ihlalleri ile karşı karşıyadır. Örneğin,  Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi öğretim görevlisi Mukaddes Akdeniz öğretim mesleğinden çıkarma cezasına çarptırılırken, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Mustafa Durmuş‘a öğretim mesleğinden çıkarılma cezası önerilmiştir. Her iki öğretim elemanı da emek ve demokrasi mücadelesi içinde sorumluluk almış akademisyenlerdir ve aynı zamanda Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası’nın (Eğitim Sen) işyeri temsilciliği görevini de yürütmüş ve yürütmektedirler.

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. İlker Belek, Akdeniz Üniversitesi’nde soruşturulmakta ve mesleğinden ve üniversiteden ihraç edilmek istenmektedir. Bu baskı ve hukuksuzluğun İlker Belek’in, toplumcu sağlık ve demokratik üniversite savaşımının içinde yer alması ve özgür bilim insanı tavrı sergileyen bir akademisyen olmasından kaynaklandığı bilinmektedir.

YÖK Yasa Taslağı ile ilgili bir panelde konuşmacı olduğu için Ordu Üniversitesi yönetimince ceza verilen Yrd. Doç. Dr. Deniz Yıldırım ve yine aynı üniversitenin mensubu olup sendikanın afişini astıkları için haklarında soruşturma açılan yedi öğretim elemanı Eğitim Sen üyesi olarak demokratik üniversite mücadelesinin içinde yer almaktadırlar. Bu öğretim elemanlarının tamamı, özgür ve eleştirel tavırları ile tanınmaktadırlar.

Bazı öğrencilerin dilekçeleri üzerine, Yükseköğretim Kurulu (YÖK), öğrencilerine Komünist Manifesto ile ilgili ödev verdiği, Michael Moore’un ‘Sicko’ ve
‘Kapitalizm: Bir Aşk Hikayesi’ belgesellerini izlettiği gerekçesiyle, Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Genel Kamu Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Yrd. Doç. Dr. Seydi Çelik‘in savunmasını istemiştir.

Ege Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Esat Renan Pekünlü, üniversitenin giderek artan muhafazakâr, bağnaz ve baskıcı ortamına karşı çıktığı için gerçek dışı suçlamalarla üniversiteden ve öğrencilerinden ayrılmaya zorlanmıştır; bununla yetinilmeyerek, İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nce 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırılmıştır.

İstanbul Üniversitesi araştırma görevlilerinden Barkın Asal ve Mehmet Cemil Ozansü hakkında üniversitede düzenlenen bir forumda Yükseköğretim Yasa Taslağı ile ilgili görüşlerini bildirmelerinden dolayı soruşturma açılmıştır. Barkın Asal ve Mehmet Cemil Ozansü, Eğitim Sen üyesi olarak demokratik üniversite mücadelesinin içinde
yer almış, asistanların iş güvencesi mücadelesinde sorumluluk üstlenmiş akademisyenlerdir.

Kamuoyuna da yansıyan bu isimler, yaşanan süreci örneklemek için sıralanmıştır. Üniversitelerde daha pek çok benzeri akademik özgürlük ihlalleri söz konusudur. Örneklediğimiz kovuşturma ve soruşturmalarda gerek yükseköğretim kurumları ve gerekse YÖK, savunma hakkının kullanımına, anayasal kural olan ve Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararı uyarınca disiplin kurulu sürecinde bu kurullarda sendika temsilcilerinin yer almasına da karşı çıkarak, hukuk tanımazlıklarını sergileyebilmektedirler.

Bizler bu metnin imzacıları olarak öncelikle, emek, demokrasi ve insan hak ve özgürlükleri mücadelesi yürüten tüm sendikaları, öğretim elemanları derneklerini, demokratik kitle örgütlerini ve siyasal partileri, üniversitedeki baskılara, haksız soruşturmalara, tacizlere ve yürütülmekte olan tüm bu tasfiye politikalarına karşı çıkmaya, birlikte hareket etmeye ve akademik özgürlük için mücadele etmeye çağırıyoruz.

Ayrıca bu metnin imzacıları olarak bizler, Türkiye üniversitelerinde baskıya maruz kalan tüm akademik  topluluk üyeleri ile dayanışma içinde olduğumuzu ifade ediyor; baskı ve ayrımcılık politikalarının başlıca aracı haline gelmiş olan güvencesiz-sözleşmeli çalışmanın kaldırılmasını ve tüm kadrolar için akademik özgürlüğün vazgeçilmez ayağı olan güvenceli çalışmayı istiyoruz.

Siyasal iktidardan, YÖK’ten ve üniversite yönetimlerinden, öğretim elemanları ve öğrencilere yönelik tüm baskı ve engellemelerin durdurulmasını, 12 Eylül ve McCharthy dönemini anımsatan bu baskı ve tasfiye politikalarına son verilmesini, kişilerin düşünce ve bilimsel-akademik etkinliklerinden dolayı verilmiş tüm disiplin cezalarının geri alınarak meslekten kopartılmalarına son verilmesini, işine son verilen
tüm öğretim elemanlarının mesleklerine iadesini ve üniversitelerine dönmelerini
talep ediyoruz.

Prof. Dr. Korkut Boratav, Ankara Üniversitesi, Emekli Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Nejla Kurul, Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Mustafa Altıntaş, Gazi Üniversitesi
Prof. Dr. İzge Günal, Dokuz Eylül Üniversitesi
Prof. Dr. Fatma Gök, Boğaziçi Üniversitesi
Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu, Marmara Üniversitesi
Prof. Dr. Nurettin Abacıoğlu, Gazi Üniversitesi
Prof. Dr. Aykut Çoban, Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Hakan Mıhçı, Hacettepe Üniversitesi
Prof. Dr. Tuba Ongun, Gazi Üniversitesi
Prof. Dr. Adnan Gümüş, Çukurova Üniversitesi
Doç. Dr. Yücel Demirer, Kocaeli Üniversitesi
Doç. Dr. Hasan Hüseyin Aksoy, Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Aziz Konukman, Gazi Üniversitesi
Prof. Dr. Mehmet Zencir, Pamukkale Üniversitesi
Prof. Dr. Erhan Nalçacı, Ankara Üniversitesi
Prof. Dr. Ahmet Saltık, Ankara Üniversitesi

Türkiye’nin Engelliler Sorunu..


Dostlar,

3 Aralık Dünya Engelliler Günü için bir yazı yazmayı tasarlamıştık ama ağır gündelik yükümüz yüzünden ne yazık ki tavsadı. Ancak Sayın Onur Öymen‘in, “usta bir diplomatın” özlü –ama zorunlu olarak amatörce– değerlendirmesini biraz gecikerek alınca, konuya profesyonel sorumlulukla değinmek zorunlu oldu.

633 sayılı KHK’ya göre Aile ve Sosyal Politiklar Bakanlığı bünyesinde Özürlü ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü kuruldu. İlgili KHK ve ilgi yazı gereği 31.12.2011’de  Özürlüler İdaresi Başkanlığı Kurumu kapatılarak bu kuruma ait iş ve işlemler ilgili Genel Müdürlüklere devredildi. Sanal adresi http://www.ozurluveyasli.gov.tr/tr/..

Bu sitede epey rakamsal veri de var..
(Türkiye Özürlüler Araştırması Temel Göstergeleri, http://www.ozida.gov.tr/arastirma/oztemelgosterge.htm, 7.12.12)

Maalesef, Türkiye’de toplam nüfus içine engelli oranı % 12,29!

Dünyadaki en yüksek oranlardan biri ne yazık ki..

Dünyadaki toplam 650 milyon engellinin, Dünya nüfusunun %1,14’ü olmamız nedeniyle (80 milyon / 7,2 milyar), 650 milyon x 0,0114= 7,41 milyon “engellimizin” olması beklenebilir. Ancak bu rakam 80 milyon X %12,29 = 9,83 milyon olup,
dünya ortalamasının ne yazık ki üzerindedir.

Ama biz bu denli engelliyi sokaklarda göremiyoruz. Çünkü yaşam alanları onlara yaşamı kolaylaştırıcı olmaktan, “engelli dostu” olmaktan çok uzak.

Başkent Ankara’da bile görme engellilere kaldırımlarda yürüme rehberi olan
sarı renkli, 6 Nokta Braille alfabesi esinli kabartılı şeritler birkaç aydır döşeniyor..

Bu oran, her 8 kişiden 1’ini “engelli” olduğu anlamına geliyor.

Dünya Sağlık Örgütü bu bağlamda 3 farklı kategori tanımlıyor :

* Handicapped, disabled, impaired (impairment)..

Tıpta farklı karşılıkları var bu kategorilerin. Ancak günlük dilimizde genel anlamda “engelli” ya da “özürlü” demekteyiz.

İş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle her yıl yaklaşık 2000 dolayında çalışanımız “tam engelli” oluyor. 5510 sayılı Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası Yasası uyarınca (md. 25, fıkra 1) %60 ve üzerinde bir oranla çalışma gücünü yitirenler, sağlık kurulu kararı ile (3 uzman hekim) ilgili yönetmeliğe göre (Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği) “tam engelli” (tam malul) sayılıyor ve emekli ediliyorlar.

Bu rakam, 80 milyon nüfuslu üllkemizde “küçük” görünebilir. Fakat ilki, “tam engellilikten” söz ediyoruz, ikincisi yalnızca “kayda giren” olguları dikkate alıyoruz. Bu bakımdan, buzdağının altı (kayıt dışı çalışanlar..) bilinmezdir.. “Tam engelli” olmayan çok sayıda
iş kazası ve meslek hastalığı kurbanı da toplam engelliler havuzundadır.

  • Asıl vurgunun AKRABA EVLİLİĞİNE yapılması gerekmektedir!

Ülkemizde akraba evlilikleri, büyük çabalarla ancak %20’lere çekilebilmiştir.
Yakın geçmişe dek bu oran % 25 dolayında idi. Yani her 4 evlilikten 1’i akraba evliliği idi. Önemli oranı da yakın akrabalar arasında. Sosyal dokuda hızlı dönüşüm ve kapalı toplulukların belli ölçülerde dışa (toplumumuzun öteki kesimlerine) açılması ile bu oranın izleyen yıllarda hızlanarak düşmesi beklenir. Yakın akraba evliliklerinde doğumsal anomali oranları 3 katı aşar düzeyde yükselmektedir.

Henüz doğum öncesi genetik tanı hizmetleri yeterli düzeyde değildir.
Yardımla üremede pre-implantasyon genetik tanı ise son derece marjinal durumdadır. (Bkz. Biyoteknolojinin yaşamımıza olumlu katkıları üzerine.. başlıklı yazımız..;  http://ahmetsaltik.net/biyoteknolojinin-yasamimiza-olumlu-katkilari-uzerine/)

Yenidoğanda fenilketonüri (dünya verilerinden 3-4 kat daha fazla ülkemizde),
doğumsal hipotiroidi, Yenidoğanda işitme taramaları çok değerlidir.

Sağlık Bakanlığı’nın ve yukarıda anılan yeni Genel Müdürlüğün, TV’lerde halk eğitiminde akraba evliliklerinden mutlaka sakınılması gerektiği yönünde yaygın halk eğitimi yapmaları, en az sigara ve obesite ölçüsünde hatta daha çok önemli ve önceliklidir.

Bir bütün olarak üreme sağlığı hizmetlerinin topluma, vazgeçilmez koruyucu
sağlık hizmetleri bağlamında sunulması gerekmektedir. Bu amaçla Toplum Sağlığı Merkezlerinin güçlendirilmesi ve bu tıbbi hizmetlerin alınabileceği birimlerke işbirliği ve eşgüdümü zorunludur.

  • Ancak Sağlık Bakanlığı, tüm hastanelerini kazanç sağlamakla yükümlü
    sağlık işletmelerine dönüştürmüştür!?

3 Kasım 2012’de yürürlüğe giren hükümlereiyle 663 sayılı Yasa Gücünde Kararname, bir de zihinlere -retorik- tuzak kurarak bu işletmelere “Kamu Hastane Birliği” demektedir!?

Böylesine çelişkili, tutarsız, eklektik, kazanca odaklı-özelleştirilmiş sağlık sistemi ile halka gerekli koruyucu sağlık hizmetlerini vermek ve o arada özürlü oranlarını azaltmayı ummak, akla Nasrettin Hoca’nın bir fıkrasını getirmektedir :

* Hoca Nasrettin’i alacaklıları sıkıştırırlar. O da, evinin önünden geçen köy sürüsü için yolu daralttığını ve 2 yana dikenli teller koyduğunu söyler. Alcaklıların anlamamaları üzerine de “aklıevvel” Hoca açıklar :

Sürü bu dar aralıktan geçerken yünleri dikenli tellere takılcak,
Hoca onları toplayacak, ipe dönüştürecek, satacak ve borcunu ödeyecektir..

Sevgi ve saygı ile.
7.11.12, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik

================================================

Dünya Engelliler Günü

onur-oymen

Dünya engelliler gününde bütün engelli vatandaşlarımızın zorluklarını paylaşıyor ve hükümete ve yerel kuruluşlara bu alanda çağdaş ülkelere nazaran yaşadığımız eksikliklerin giderilmesi çağrısında bulunuyoruz. Bugün aynı zamanda engelliler konusunu bütün boyutlarıyla düşünme günüdür.

  • Dünyada 650 milyon engelli var.

Bunların %80’i gelişme yolundaki ülkelerde yaşıyor.
Toplumun eğitim düzeyi düşük olanları arasında engelli oranı daha yüksek.
Kadınlarda erkeklerden daha çok engelli var.

  • UNICEF’e göre sokak çocuklarının % 30’u engelli.

Türkiye engelli sayısının yüksek olduğu ülkeler arasında.
Türkiye’de toplam nüfus içine engelli oranı % 12,29.

Bu kadar çok sayıda engelli vatandaşımızın olmasının sebepleri arasında,* aile içi evlilikler gibi
* sağlık sorunlarının yanı sıra,
* iş kazalarında yaralananların sayısının yüksekliği de yer alıyor.
* Dikkat çekici bir örnek de trafik kazaları.
2008 rakamlarına göre Türkiye’de 104.212 trafik kazası olmuş. Almanya, İngiltere ve İtalya gibi araç sayısının çok yüksek olduğu ülkelerin dışında Türkiye’deki kadar trafik kazasının olduğu başka Avrupa ülkesi yok. Bu trafik kazalarında bir yılda 4.236 vatandaşımız ölmüş. 184.000 vatandaşımız yaralanmış. Trafik kazalarında ölenlerin sayısında yıllar itibariyle göreli bir azalış olmakla birlikte, yaralananların sayısında büyük artış var. Avrupa ülkeleri arasında kaza başına yaralanma sayısında birinciyiz. 100. 000 kişi başına ölüm ve 100.000 araç başına ölüm gibi istatistiklerde de maalesef Türkiye çağdaş ülkelerin son sıralarında yer alıyor. Acaba neden böyle oluyor? Bütün suçu sürücülere yüklemek doğru mu? Altyapının, devletin denetim görevini yeterince yapamamasının bunda etkisi yok mu?İşte bütün bu konularda Türkiye’nin öbür çağdaş ülkelerin niçin en gerisinde kaldığını araştırmalıyız ve bu konuda gerekli önlemleri almalıyız. Çağdaş uygarlık düzeyine yükselmeyi hedeflerken, bu gibi konularda çağdaş uygarlığın en geri sıralarına düşmemiz her halde övünülecek bir durum değildir. Siyasi partilerimiz televizyon dizilerini tartışmayla geçirdikleri zamanın bir bölümünü engelli vatandaşlarımızın sorunlarını araştırmaya ayırsalar, bunun senede bir gün engellilerle fotoğraf çektirmekten daha fazla çaba gerektirdiğini hatırlasalar, her halde gelecekte engelli vatandaş sayımızın azaltılmasına daha çok katkıda bulunurlar.

14 Kasım “Dünya KOAH Günü”..

Dostlar,

KOAH, “Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığının kısa adı. Maalesef giderek yaygınlığı artmakta. En başta gelen 2 nedeni tütün ürünleri tüketmek (sigara içmek!)
ve çevresel toz-duman vb. sunukluğu.

Sağlık Bakanlığı‘ndan yapılan yazılı açıklamada, Dünya Sağlık Örgütü‘nün katılımıyla oluşturulan “Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı’na Karşı Küresel Girişim Grubu tarafından tüm ülkelerle birlikte Türkiye’de de 14 Kasım’da “Dünya KOAH Günü” nün düzenleneceği bildirildi.

KOAH’ın ilerleyici bir akciğer hastalığı olduğu belirtilen açıklamada, tütün ve tütün ürünleri, bazı mesleklerde karşılaşılan toz, duman, evlerde kullanılan odun, tezek, kök benzeri yakıtlardan çıkan dumanın solunması akciğerlerde bir çeşit iltihap oluşturarak, akciğerlerin olduğundan daha erken yaşlanmasına neden olduğu vurgulandı.

Hastalığın müzmin (süregen, kronik) bronşit ve amfizem olarak da bilindiği vurgulanan açıklamada, şu anlatımlar yer aldı:

  • “Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, KOAH tüm dünyada yaklaşık
    50 milyon insanı etkilemektedir. Her yıl 3 milyon kişi bu hastalık nedeniyle ölmektedir. Yine Dünya Sağlık Örgütü 2030’da KOAH’ın tüm dünyada
    en önemli ölüm nedenleri arasında 3. sırada olacağını öngörmektedir. Ülkemizdeki en önemli ölüm nedenleri arasında 3. sırada olan KOAH’ın görülme sıklığı 40 yaş üstü yetişkinlerde %20’dir. 40 yaş üstü, sigara içmiş ya da içmekte olan ve işi gereği tozlu ortamlarda bulunan kişilerde uzun süren öksürük, balgam ve nefes darlığı yakınmalarından en az birinin bulunması halinde kişinin göğüs hastalıkları hekimi tarafından görülüp ‘nefes ölçüm testini’ yaptırması gerekmektedir. KOAH’ın erken tanısı, hastalığa bağlı sakatlık ve ölüm oranlarını azaltacaktır.”

Bu yılki Dünya KOAH Günü‘nün ”Çok Geç Değil” sloganıyla düzenleneceği kaydedilen açıklamada, bu mesajın, hastalığın her evresinde solunumsal sağlığın iyileştirilebileceğini vurgulamak amacıyla seçildiği belirtildi. (13 Kasım 2012)

5 Haziran 2012 Dünya Çevre Gününe Armağan.. / A Gift to World Environment Day 5th June, 2012

5_Haziran_2012’ye_armagan

HASTALIKLARIN KALITSAL, BÖLGESEL ve ÇEVRESEL ÖZELLİKLERİ / The Hereditary, Regional and Environmental Features of Diseases

Hastalıklarin_kalitsal_bolgesel_ve_cevresel_ozellikleri.